selçuklular türk mü / SELÇUKLULAR - TDV İslâm Ansiklopedisi

Selçuklular Türk Mü

selçuklular türk mü

Büyük Selçuklular Türk müdür?/ Cemal Zöngür

Necmettin Yalçınkaya kullanıcısının resmi
Sa, 05/09/ - -- Necmettin Yalçınkaya

Türk Milliyetçilerin İlham kaynağı Türk Kültürüne mi Dayanmaktadır?

Miladi yıllarından sonra ortaya çıkan Selçuklu Devletinin oluşum şekline ve Selçuklu Hanedanlarının yaşam ve politikalarına baktığımızda, Selçuklu’nun Türk olmadığını ve Türklük diye bir dertlerinin de bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü Selçukluların devletleşmek için dayandıkları temel düşünce yapısı, Arap İslam milliyetçiliğinden başka bir şey değildir. Bu çağda bölgenin en popüler sömürü ve talan siyaseti, ancak Arap İslam kültürüne sarılmakla mümkündü. Ve bölge toplumlarından İslamiyet’e dayanmayanların hiçbirisi egemenlik ve sömürü alanları elde edememişlerdir. Selçuklularda bu doğrultuda hareket edip, kendi öz kültürlerinden uzaklaşmıştır. Gerçek durum bu olduğuna göre, peki ya Türkiye’de Türk Milliyetçiliği yapanlar, nereden ilham alarak ırkçılık yapmaktadırlar? Veya yapmış oldukları milliyetçilik ve ırkçılık gerçekten Türklüğe dayanmakta mıdır? Bu soruların cevabını detaylarıyla, Selçukluların tarihçesinde vermeye çalışacağız.

Dünya toplumları üzerinde yapılan sosyolojik inceleme ve araştırmalarda, istisnaların dışında kendi öz kimliğine dayanarak milliyetçilik yapan kişi ya da kişiler parmakla sayılacak kadar az oldukları belirtilmektedir. Bilimsel yapı bu olduğuna göre, özellikle Türkiye gibi kendi temel kültürel kimliğinden uzaklaşmış toplumlarda, milliyetçilik yapan kişi ve siyasi oluşumların öz geçmişlerine baktığımızda, gerçekten hiçbirisinin Türk olmadıkları rahatlıkla anlaşılmaktadır. Türk kökenli olmayıp da Türk İslam milliyetçiliği yapan insanları buna mecbur eden gerçek nedense şöyledir.

Daha çok kimlik (Dil) ve kültürel anlamda soysuzlaştırma (Dejenerasyon) politikalarının, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin siyaseti ve yönetim şekli olması sonucunda, farklı halklardan insanlar, Türk İslam Milliyetçileri olmak zorunda bırakılmışlardır.

Gerek Ön Asya’da gerekse Anadolu’da İmparatorluk kurmuş olan yarı Türk kökenli Arap, Fars, Kürt ve diğer halklardan Devşirilmiş olan Selçuklu Hanedanları, her şeyi kendilerine benzetmeye çalışmaları sonucunda, Devşirme Türkik Milliyetçiliğin oluştuğu daha önce de belirtilmişti. Selçuklular egemenliğine almış olduğu bu halkları kendileri gibi öz kimliklerinden koparıp tam bağımlı ve sadık kullar haline dönüştürmek için, zamanın en popüler dini ve siyaseti olan İslam Arap kültürüyle ancak mümkündü. Ve böylece yarı Türk ve yarı Arap İslam milliyetçiliği olarak bilinen Türk İslam Devşirmeciliği, özellikle Anadolu’da o günden bu zamana Türkik Milliyetçilik şeklinde devam etmektedir.

Selçukluların egemenliği altında kalan Türk kökenli olmayan bu halklar, belki ilk zamanlar buna mecburdular ancak, daha sonraki dönemlerde elde etmiş oldukları imkânlara bakıldığında, kendi kültürüne sahiplenmek yerine, bir Türk’ten daha Türk ve bir Arap’tan daha Arap olmuşlardır. Ve bunun adını da Türk milliyetçiliği koymuşlar. Bu düşünceyi doğrulayan çarpıcı örneklerse, Anadolu’daki Türkler adına resmî kurumlarda üst mevkiden alt kademelerdeki yönetici olanların büyük çoğunluğunun, etnik yapıları Türk olmayan, ama Türk İslam Milliyetçisi kişilerden oluşmasıdır.

Türkiye’deki Türk ve İslam Milliyetçilerinin etnik yapılarına şöyle bir göz attığımızda en çok Balkan göçmeni olan Bulgar, Boşnak, Makedon, Arnavut ve Sırplardır. İkinci bir göçmen ve Türk milliyetçisi kesim ise, Rusya bölgesinden gelen Laz, Çerkez, Çeçen, Hemşin, Abaza ve Gürcülerdir. Üçüncü gruptakiler ise Kürt, Arap, Kısmi şekilde Azeri Türkler, Rum, Yahudi (İsrail) Ermeni ve Bizans döneminden kalan gayri Müslimlerden oluşan küçük gruplardır.

Ve bu halklardan Devşirilen insanların büyük bir çoğunluğu, Selçuklulardan itibaren Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi de dâhil, günümüze kadar her zaman devletin gerek askeri gerekse siyasi olarak en üst kademelerinde yer alıp Devşirme bir Türklüğün oluşması için ellerinden geleni arkaya bırakmamışlardır. Böylece Türk dil ve kültürünün yozlaşmasında her zaman birinci sırada yer almaktadırlar. Bu yozlaşmanın tarihsel örnekleri ise şunlardır.

Başta Selçuklular ve Osmanlı padişahlarının tümü olmak üzere, daha sonra Atatürk, İnönü, Ecevit, Özal, Evren, Baykal, Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan ve nice gelmiş geçmiş Türkiye yöneticilerinin hiçbirisinin kökenin Türk olmaması düşündürücü değil midir? Daha ayrıntılı bir örnekse yılında kurulan Yeniçeriden günümüze kadar devam ettirilen Özel Harp Dairesinin de içerisinde olduğu, “Teşkilatı Mahsusa’nın yönetim şeklidir.” Özel Harp Dairesi sözde Genel Kurmay Başkanlarına bağlı gibi gösterilse de, hiçte öyle olmayıp, kendi başına tamamen bağımsız olup doğrudan NATO’nun bir kurumudur. Ve tüm yöneticilerinin hepsi Türk kökenli olmayan kişilerden oluşmaktadır. Bu konular Türkiye’de siyaset ve felsefeciler tarafından hiçbir zaman ciddi anlamda sorgulanmış değildir. Türkiye’deki oluşan bu yapının nasıl geliştiğini ise, Büyük Selçuklu’nun oluşum tarihinden başlayarak günümüze kadar geliş şekli, bu yazılarda kaynaklarıyla birlikte verilmektedir.

Bir toplumun ya da halkın kim olduğunu (Kimliğini) tanımlamak için her şeyden önce, o toplumun konuştuğu ana diline bakarak isimlendirildiği bilinen bir gerçektir. Bu temel belirlemeden yola çıkılarak Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı’nın Türk olduğunu söylemek ciddi anlamda zorlaşmaktadır. Çünkü Büyük Selçuklu’nun Müslümanlığın dışında, Türklük diye bir derdi olmamıştır. Ve her üç Müslüman Türk devleti hiçbir zaman Türkçeyi resmi devlet dili olarak kabul etmediği gibi, bu dilin kullanılmasına da asla müsamaha göstermemiştir. Bu yüzden Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen dönemde, Türk dili ve kültürü sadece dağ başlarında ve kırsal alanda yaşayan bazı Türk boylarınca yaşatılmıştır. Bu nedenlerden dolayı hemen hemen Türkçe unutularak, yerini yabancı diller almıştır.

Cumhuriyet’le birlikte devletin resmi dili Türkçe olarak kabul edilmesi, kısmi bir gelişme sağlamış olsa da, resmi yazışmalarda ve edebiyat alanında Latin harfleriyle Arapça ve Farsça kelimelerin kullanılması, Türkçenin gelişmesini engellemiştir. Bu yüzden ne hazindir ki Türkçe dili hâlâ bir bilim dili olamamıştır. Belirtilen nedenler sonucunda Anadolu’da yaşayan ve kendilerini Türk olarak gören toplumun, ne kadar Türk oldukları her zaman tartışma konusu olmaktadır. Şimdi kısaca da olsa Selçukluların tarihçesine yeniden bir göz atmakta fayda vardır.

Orta Asya’da M.S. yıllarından itibaren Göktürk devletinin dağılması sonucunda, farklı bölgelere göç eden Türkler, İran ve Irak sınır boylarına yerleşmişlerdi. Buralara yerleşen birçok Türk Aşiretinden (Boy) bazıları, İran ve Irak Müslüman orduları içerisinde paralı askerler olarak yer almışlardır. Belirli bir zamana kadar, Selçukoğulları gibi diğer Türk aşiretleri, Arap ve Fars ordusu içerisinde önemli yerler edinmeleri sonucun da, hem Müslümanlaşmışlardır, hem de Selçuk Bey Aşireti öncülüğünde miladi yüzyıldan itibaren kendi adını vermiş oldukları Büyük Selçuklu devletini kurmuşlardır.

O dönemde toprak ve bölge işgalleri ve dini yayılmacılığın yaygın olması sonucunda, her gücü yeten başka bir toplum üzerinde egemenlik ve hâkimiyet kurmaya çalışmakta idi. Bu çekişme ve savaşlar devam ederken, Büyük Selçuklu devlet olduğu halde, kendi kimliğine hiçbir zaman sahip çıkmamıştır. Kendi dili ve kültürü yerine, Farsça ve Farsçanın diğer bir diyalektiği olan Acemce, her iki Selçuklunun resmi dili olurken, kültür ve inançlarında ise Arap İslam yaşam tarzını benimsemişlerdir.

Selçukluların Arap ve Farslara hayranlıklarına rağmen, gerek Farsların gerekse Arapların baskıları neticesinde, Miladi yüzyılın sonuna doğru Türklerin büyük çoğunluğu Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmışlardır. Selçuklular yarı Arap ve yarı Türklük mantığını Anadolu’da da devam ettirmesi nedeniyle, öncesinde olduğu gibi Türkmenler burada da Selçuklu’ya karşı direnmeyi sürdürmüşlerdir. Türklerin sürekli kendi içlerinde birbirleriyle savaşmaları, aynı zamanda bölgenin yerli halkları olan Fars ve Arapların işlerini daha da kolaylaştırıyordu. Çünkü Türk kültürünün daha çok zayıflayıp dejenere olması, bölgenin diğer iki temel ve en gelişmiş dili olan Farsça ve Arapçayı her zaman öne çıkarmıştır.

Büyük Selçuklu devleti dil ve kültürel olarak, Fars ve Arap İslam mantığına dayanırken, ekonomik açıdan da, İslam da olduğu gibi ganimetle ayakta durmaya çalışıyordu. Ve bu saldırılar sonucunda birtakım toplumları egemenliği altına alarak Türkleştireceği yerde tam tersine Araplaştırmıştır. Selçuklunun bütün bu politikalarına baktığımız da, gerek kültürel bakımdan gerekse siyasi ve ekonomik açıdan, Türklükle ilgili herhangi bir politikasının bulunmadığı net olarak görülmektedir. Bu da şu anlama gelmektedir. Talan ve ganimetin dışında başka hiçbir şey düşünmeyen Selçuklu, talan yaptığı bölgelerde egemenliğine aldığı diğer halkları, kendisi gibi Arap İslam yapısıyla Devşirme bir topluma dönüştürmüştür.

Hâlbuki Selçuklular haksızlıkla da olsa elde etmiş oldukları bu imkânlarla, Türk dili ve kültürünün yanında, Türklerin ekonomik Kültürel yapıları olan Çobanlığa dayanan tarımcılığı ve Toprak çiftçiliğini çok rahatlıkla geliştirebilirdi. Ama maalesef her zaman olduğu gibi Arap İslam dini ve kültürünün ganimet mantığını atasının kültürü olarak görmüştür. Bu mantık ve anlayışla, kendi kendini asimile eden tek yapı, dünyada sadece Selçuklular ve Osmanlıya has olan bir durumdur. Ön Asya ve Anadolu’da egemenlik kurmuş olan bu yarı Türklerin, Sosyolojik ve Psikolojik yanlarını derinlemesine incelediğimizde, şöyle bir gerçeklik karşımıza çıkmaktadır.

Türkler ilk toplumsallaşmayla birlikte, İlkel Komünal yapı içerisinde, Budun ve Oymaklar şeklinde bin yıldan daha uzun süre yaşamışlardır. İlkel Komünal düzende, Türklerin en temel yaşam kaynakları, Çobanlık kültürüne dayanmakta idi. Çobanlık ve göçebe Kültürle yaşayan Türkler doğal olarak bu kültürün vermiş olduğu duygu doğrultusunda, Hakanının öl dediği yerde topluca ölüme giden bir düşünceye sahiptiler. Bu yapı Türk kökenli olanlarda hâlâ varlığını hissettirmektedir. Türkler gerek Orta Asya’da iken gerekse Anadolu’ya yerleştiklerinde hâlâ İlkel Komünal yapıya göre yaşarlarken, diğer toplumlar çok önceden Köleci toplum yapısından, Feodal düzene geçmişlerdi.

Ön Asya ve Anadolu’da feodal düzene göre yaşayan toplumlarla tanışan Türkler, köleci toplum yapısını tanıyıp öğrenmeden, direkt feodal yaşam biçimine geçmek zorunda kalmaları, Türkleri daha çok olumsuz yönde etkilemiştir. Bu da doğal olarak kendinden daha ileri olan toplumları taklit etme mantığını aşırı derecede geliştirmiştir. Direkt komünal toplumdan, feodal toplum yapısıyla tanışmak, Türklerin hemen kolayca kavrayabilecekleri bir kültür değildi. Çünkü Türkler Komünal yapı ile en azından diğer bölge toplumlarının büyük çoğunluğundan yıldan daha fazla bir süre farkıyla geride yaşamakta idiler.

Dünyanın diğer toplulukları köleci toplum biçimini yaşadıktan sonra feodal yapıya geçerken, büyük tecrübe ve zihin gelişimini kazanmışlardı. Bu da şu anlama gelmektedir. Köleci toplumsal yapı, her ne kadar insanı ve insanlığı küçültücü bir kültüre sahip olsa da, diyalektik olarak her yapı zıttını ya da karşıtını yaratır ilkesi sonucunda, büyük tecrübe ve düşünceyi geliştirmişlerdir. Böylece diyalektik açıdan bir öz direniş ve karşı duruşu ortaya çıkarmıştır. Ünlü dünya K-köleler lideri olan Sapartaküs’ün direniş destanı ise en büyük öğretiye sahiptir. Yani Köleci toplum yaşam şekli, birtakım olumsuzluklara rağmen, kişinin kendisine olan irade ve öz güven duygusunu yaratıp, direnişçi kılmaktadır. Ne hazindir ki Türkler böyle bir tecrübeye sahip olamamışlardır. Bu yüzden, günümüz modern Türkiye’sinde yaşayan Türk halkının büyük çoğunluğu hâlâ siyasi, dini, akraba, hemşeri ve nüfuzlu kişilere yakın durarak yaşama tutunmaktadırlar. Kısacası Türk halkında hâlâ öz güven sorunu bulunmaktadır.

Türkler doğrudan bilmedikleri ve anlayamadıkları bir yaşam biçimi olan Ortaçağ feodal düzeni içerisinde kendilerini bulmaları sonucunda, ne yana savrulacaklarını bilmiyorlardı. Ve bu psikolojiyle çaresizlik içerisinde bekleyen Türkler, tek dayanak olarak egemenlik kurmuş olan Selçuklular ve Osmanlı Hakanlarının yönlendirmelerini kabul etmişlerdir. Belirtilen çağda Türklerin hepsi aynı çaresizlik içerisinde olmalarına rağmen, Türkmen, Yörük, Çepni, Peçenek, Kıpçak ve Tahtacılar, Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarından herhangi bir yardım beklemedikleri gibi, hanedanlığın tüm politikalarına da karşı çıkmışlardır. Yabancı dil ve kültürlere sahiplenen Selçuklu ile beraber hareket eden diğer Türk Boyları ise, bu yüzden yarı Türkler olarak adlandırdığımız Türkik durumuna gelmişlerdir. Selçuklular ve Osmanlı’nın bu yaşam ve anlayışını benimsemeyen Türkmen vb. boylar, Selçukluya karşı direnişe geçmeleri sonucunda, Türkler iki ayrı yaşam ve düşünce şeklinde ayrışmışlardır. Bir tarafta yabancı dil ve kültürü benimseyen yarı Arap yarı Türk olanlar yer alırken, diğer tarafta, tüm açlık ve zorluklara karşın kendi öz diline ve kültürüne sahip çıkmaya çalışan Türkmenlerin varlığıdır.

Büyük Selçuklu Devleti deyince, öyle her şeyi mantık çerçevesinde gelişmiş bir devlet anlaşılmamalıdır. Çünkü Müslümanlığı kabul etmiş Türk Boylarından Gazneliler, Mengüceçoğulları, Selçukoğulları, Samanoğullar, Akkoyunlular, Karakoyunlu ve Karahanlılar gibi daha birçok Beylikler, uzun yıllara yayılacak şekilde sürekli birbirleriyle savaşmışlardır. Müslüman bu Türk Boylarının kendi aralarındaki savaşları, İslam Arap kültürüne dayanarak bölgeye ve diğer halklar üzerinde hanedanlık kurup, keyfine keyif katmaktan başka bir anlam taşımamıştır. Ve böylece bunların hiçbir zaman Türklük ve Türk kültürü diye bir dertlerinin olmadığı rahatlıkla anlaşılmaktadır.

Daha önce de belirtildiği gibi Selçuk Bey, kendi aşiret ve oymaklarıyla, İran devletinin merkezini işgal etmesine rağmen, kurmuş olduğu devlet yapısında, remi devlet dili ve kültürü olarak Acemce ve Farsçanın yanında, Arap İslam kültürünü benimsemiştir. Atalarının dini olan Şamanizm’i ret edip, Müslümanlığın sanki Türklerin ata kültürüymüş gibi bir mantık oluşturularak, Türklüğün yok olmasında en büyük etkiyi yaratmıştır. Acemce ve Farsçayı öğrenmeyen hiçbir Türk, Selçukluların Sarayında memur dahi olamamıştır. Selçuklunun bu düşünce ve davranışını gören Şamanist Türk Boyları, sürekli yüksek dağlık alanlara ve sınır boylarına yakın yerlerde yaşayıp, her zaman Selçuklunun devşirme Türklük anlayışına karşı savaşmışlardır. Bu karşı çıkış sırasında, Selçuk Beye; sen Türk değilsin, Türk benim “menem” diyerek, Muhalif Türkmenliği oluşturmuşlardır. Bu ifade ile Selçuklulara verilmek istenen mesaj ise, Sen Türk değilsin Türk olsan Türkçe yazıp Türkçe okursun ve öz ata kültürün olan Şamanist inancını yaşatırsın demişlerdir.

Çünkü herhangi bir toplum, inanmış olduğu Tanrıya, hangi dil ve dinin kurallarıyla yalvarıp dua ederse, tanrı o duaları ya kabul eder ya da etmez. Yapılan duaların illa ki, tanrının yanında Arapça ve İslam dini ile olacak diye bir kuralın olduğunu kimse iddia edemez. Tanrının nezdinde dil ve din farklılığı olmadığına göre Selçuklular, Osmanlı ve birlikte hareket edenler, kendi ata dilleri Türkçe ve Şamanist inanç kurallarıyla rahatlıkla tanrılarına yalvarabilirlerdi. Araplaşmaya ve Müslümanlaşmaya mecburiyetleri yoktu. Buna rağmen Araplaşmaya bu kadar hayran olan Türkler, kendi benliklerinden neler kaybettiklerini, öz tarihlerini incelediklerinde daha net olarak anlayacaklardır.

Türkler büyük kalabalıklar şeklinde neden Müslümanlaştılar diye sorulduğunda, Milliyetçi Müslüman Türkler veya Türkikler, yalan ve temelsiz şu ifadeyi kullanarak kendilerini haklı çıkarmaya çalışmaktadırlar. Efendim Türkler Müslümanlıktan önce Gök Tanrıcılığa inandıkları için, İslamiyet'te Gök Tanrıya inanması sonucunda, birbirine yakın ve aynı tanrı inancı olmasından dolayı Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Aslında bu o kadar büyük bir yalan ve riyakârlıktır ki, insan bunu duyduğu zaman Türklükten utanası gelmektedir.

Çünkü Gök Tanrıcılık İslam’ın icadı ya da işi değildir. Gök ve Tek Tanrı düşüncesi, M.Ö. yıllarında Hz. İbrahim tarafından icat edilip ortaya çıkarılan bir düşüncedir. Ve ondan sonra Yahudilik bu düşünceyi geliştirmesi neticesinde Hristiyanlık ve Müslümanlığa aynı şekilde geçmiştir. Yeniden Müslüman Milliyetçi Türklere şunu sormak gerekiyor. Madem eski kültürünüzde Gök tanrıcılık vardı, neden Yahudi ya da Hıristiyan olmadınız da, Müslüman oldunuz? Bu tür sorulara verecekleri hiçbir cevapları bulunmamaktadır. Nedeni ise, kendi gerçek tarihlerini bilmiyorlar, bilenlerde Müslümanlığın korkusundan inkâr etmektedirler.

Ve diğer bir önemli ayrıntı, madem Gök Tanrıcılık Türklerin dini ve kültürü idi, Türkmen vb. Şamanist Türkler neden İslamiyet’e karşı direnmişlerdir? Bu Şamanist Türkler, Selçuklular döneminden Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar geçen sürede, Müslüman devşirme Türklerle bağlarını tamamen kesmişlerdir. Ancak Cumhuriyete güvenip inanmalarına rağmen, Cumhuriyet yönetiminden de yine paylarına düşen baskı ve yozlaştırmayı almışlardır. Bunu doğrulayan olay ise, Dünyada başka bir örneğine rastlanmayacak şekilde, Türklerin Türkler tarafından asimile edilmeleridir. Ve böylece Devşirme Türlük kendine yer bularak, farklı halklardan ve kültürden olanlarla birlikte, nasıl Türk ve İslam milliyetçileri oldukları açık şekilde ortaya çıkmaktadır. Türk Milliyetçilerinin ilham kaynağı bu devşirme Arap İslam kültürüne dayanmaktadır.

Kaynak: İbrahim Kafesoğlu. Türk Milli Kültürü. Sayfa. , İdari rejimlerde derebeylik (Feodalite) mevcut olmadığından ülkelerinde de Şahlık tipi yapılara rastlanmayan eski Türkler, nadir de olsa, Surlu şehirde yaptırmışlardır.

Mesela Hun Tanhusu Çi-Çi nin M.Ö. 36 da Çinliler tarafından yıkılan başkenti böyle idi. Ayrıca Hunlar Kan-Su da Gu- Tsang (Kan- Çou) adlı bir şehir kurmuşlardı. Burası Hun başbuğu Liu- Yuan (Ölm. M.S. ) zamanında inşa edilmiş ve inşa biçiminden dolayı, Çinlilerce yatan Ejder şehri diye anılmıştır. İtil şehrinin dört kapılı bir suru vardı. Fakat Bozkırlı Türkler umumiyetle surla kapalı şehirlerden hoşlanmamışlardı. Çünkü kendilerine en tabii gelen yaşayış tarzına aykırı idi. Bilge Kagan ın memlekette Çinliler gibi şehirler kurma teklifini, Türklerin artık göçebelikten şehirleşmeye doğru ileri bir adım ifade eden belirti şeklinde yorumlama doğru değildir. Kendi kültürleri ile mağrur oldukları ve o kültürü yaşatmanın gerekliliği şuuru içinde bulundukları, bütün vesikaları ile bilinen, Göktürklerin (Mesela Hakan İşbara’nın mektubu. Bk. Yk. S) bu günkü Batı medeniyetinin tesiri sonucu olarak üstün saydığımız bir yabancı kültüre (Köylü) geçmek gibi bir niyetleri yoktu. Aksi halde Türkler bu arzularını Göktürklerden asırlarca önce gerçekleştirebilirlerdi. Tanhu Mo-Tun zamanından beri kendilerini, hayat şartlarına ve telakilerine uymayan Çin köylü kültürüne kaptırmamak hususunda gösterdikleri uyanıklık bunun delilidir. Yukarıda zikredilen Türk şehirleri de yerleşik hayat özentisinin mahsulü değildi. Esasen sadece istek ile de şehir kurulamazdı. Bunun için keşif zirai kültür ve dolaysıyla önce köylerin teşekkülüne ihtiyaç vardı. Hâlbuki köy grupları biçiminde iskân, Türklerde görülmemektedir. Kaynaklarda Oğuz, Hazar, Peçenek ve İtil Bulgar ülkelerinde şehre çekirdek edecek (Teşkil) manada, köy bulunmadığı bilhassa belirtilmiştir. Asya, Avrupa Hun topluluklarında, Göktürkler de Türk köylü durumunda değillerdi.

Kaynakta da belirtildiği gibi, Türklerin ilk çağlarda hiçbir zaman köylü yaşamına geçmediklerini ve şehir yaşamına ise, asla sıcak bakmadıkları bir gerçektir. Çünkü çoban göçebe toplum kültürünün etkisinde idiler. Ancak Türkler, Ortaçağla birlikte, Orta Asya’dan göç ettikten sonra, diğer yerleşik şekilde yaşayan feodal toplumlarla tanışmaları sonucunda, yavaş yavaş yerleşik düzene geçmeye başlamışlardır. Türklerin hem yerleşik düzene hem de feodal sisteme geçmeleri büyük sıkıntılar yaratmıştır. Çünkü Türkler Orta Asya’da, Ortaçağ döneminde bile ilkel komünal şekilde yaşamakta idiler. Orta Asya’dan göç ettikten sonra, Türkler arasında din, dil, yaşam ve gelenekler açısından büyük bir değişiklik yaratmıştır.

Özellikle Müslümanlığı kabul eden Türkler, eski dil ve kültürel geleneklerini terk edip Müslümanlaşarak Arap geleneklerine göre yaşamaya başlamışlardır.

Kaynak. Doğan Avcıoğlu. Türklerin Tarihi. Cilt 1. sayfa 12, Hayvan Çobanlığından İnsan Çobanlığına. Türk dostu bilinen

Toynbee, tam gelişmiş uygarlıklar, Güdük kalmış uygarlıklar (uzak Batı Hıristiyan, İskandinav ve Süryani) ve büyümeleri durdurulmuş uygarlıklar ayrımı yapar. Polinezya, Eskimo, Sparta, Osmanlı ve Göçebe uygarlıkları, büyümeleri erken bir aşamada durdurulan sonrada ölüp gömülen uygarlıklardır. Türkler nesnel etkinlikleri ölçüsünde, zihinsel etkinlik gösterememiş idiler. Çünkü fikir planında yaratıcılıkları ve uygarlıkta ilerlemeleri hakkında tarihte hiçbir bilgi yoktur.



Kaynaklar:

Doğan Avcıoğlu. Türklerin Tarihi.

 Cilt

Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu. Milli Türk Tarihi.

Ali Kemal Meram. Padişah Anaları.



DAĞITIM: 2A, Alfa,Alkım,Artı, Bilgi, Cağaloğlu, D&R, Derya Dağıtım. Final, Paraf, Remzi, Say, Totem, Yelpaze.

Ankara: İmge, Kıta, Ekinoks, Arkadaş Kitapevi.

İzmir : Erdoğanlar,  Güneş


İnternet satış: funduszeue.info, funduszeue.info, funduszeue.info, funduszeue.info, funduszeue.info, funduszeue.info, funduszeue.info, funduszeue.info, https//funduszeue.info, http//funduszeue.info 


YAZARIN KISA BİOGRAFİSİ

yılında Erzurum ili, Şenkaya ilçesi Yoğurtçular Köyü'nde doğmuştur. İlkokulu kendi köyünde, ortaokulu Ardahan'ın Göle ilçesi Köprülü Kasabası'nda, liseyi ise Göle ilçesinde okurken, lise son sınıfı 12 Eylül Faşist Askeri darbe dönemine gelmiştir. Cuntanın pençesine düşmemek için okulu terk etmek zorunda kalıp, daha sonra liseyi bitirerek, Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi'nden mezun olmuştur. yılında kamu kurumu olan BOTAŞ AŞ'de memur olarak çalışmaya başlar. Tüm devlet kurumlarında olduğu gibi burada da Alevi, Kürt ve Sosyalist olan personele baskı ve ayrımcılıklar devam etmiştir. Yazar hem çalışıp hem de sosyolojik araştırmalarına devam ederken, devletin baskı ve dışlamalarına sessiz kalmadığı için, yılında siyasi nedenlerle işine son verilmiştir.

Bu arada "Gerçek Alevilik" adıyla ilk kitabı yayımlanmış olup, daha sonra siyasi çalışmalarına devam ederken yurtdışına çıkmak zorunda kalan yazar, hâlâ Avrupa'da yaşamaktadır. 

Konuk Yazarlar

Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN

  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla

Girit Leblebisi

  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,

daha fazla

kaynağı değiştir]
Metropolitan Sanat Müzesi'nde sergilenen Büyük Selçuklular'dan kalma bir figür.

[36]

1. Divan-ı Âli/ Divan-ı Saltanat: Devlet işlerinin görüşüldüğü divandır. Sultandan sonra en yetkili kişi olan 'Vezir' tarafından yönetilir.

2. Divan-ı İstifa: Maliye işlerinden sorumludur. Yöneticisi 'Müstevfi'dir.

3. Divan-ı Arz: Ordunun ikmal ve lojistik desteğini veren divandır. Ayrıca hassa askerlerinin maaşlarını da bu divan öder. Yöneticisi 'Arız'dır.

4. Divan-ı İnşa: İç ve dış yazışmalardan sorumludur. Yöneticisi Tuğrai'dir.

5. Divan-ı İşraf: Devletin idari ve mali işlerini denetlerdi. Yöneticisi 'Müşrif'tir.

6. Niyabet-i Saltanat: Hükümdar başkentte yokken devleti idare eden divandır. Başında 'Naib' bulunur.

Toprak Yönetimi ve Ordu[değiştir

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası