nazım hikmet ten pirayeye / Nazım Hikmet'ten Piraye'ye - Nazım Hikmet - bianet

Nazım Hikmet Ten Pirayeye

nazım hikmet ten pirayeye

Baha Akıner

“Bugün Pazar!

Bugün; beni ilk defa, güneşe çıkardılar

Ve ben… Ömrümde ilk defa, gökyüzünün; bu kadar benden uzak, bu kadar mavi, bu kadar geniş olduğuna şaşarak, kımıldamadan durdum

Sonra, saygıyla toprağa oturdum. Dayadım sırtımı duvara

Bu anda, ne düşmek dalgalara;

Bu anda, ne kavga, ne hürriyet, ne karım

Toprak, güneş ve ben Bahtiyarım!…” demiş ya Nâzım. Her Pazar dediğimiz gibi. Haykırmış, özgürlüğü ve yaşama sevincini…

funduszeue.info

***

Bu bir Pazar Edebiyat yazısıdır dostlar…

“Pazar” ve “Edebiyat” deyince akla kim gelir? Nâzım dediğinizi duyar gibiyim. Evet; bu Pazar da konuğumuz Nâzım, konumuz da Piraye’ye yazdığı mektuplar…

Nâzım Hikmet; ’ten ’ye kadar, 17 yıl boyunca çeşitli cezaevlerinden Piraye’ye mektuplar yazdı. ’te bir daha çıkamayacak biçimde 28 yıl hapse mahkûm edildiğinde; o günün koşullarında ziyaret olanakları çok kısıtlı olduğundan, yalnızca mektuplar kalmıştı birbirlerine verebilecekleri. İki insanın ortak hayatı artık mektuplarda sürecekti…

17 yılda yazılmış mektup yazdı Piraye’ye…

Piraye, bu mektupları ceviz ağacından yapılmış tahta bir bavulda sakladı. Bu bavul, önemli bir ayrıntı dostlar. Hatta boyutları bile biliniyor: 41 x 26 x 14 cm. Çünkü bu bavulu Nâzım, onun için Çankırı Cezaevi’ndeyken yapmış. Memet Fuat daha sonra bu mektupları derleyerek kitap haline getirmiş…

Bildiğiniz gibi; Piraye hanım, Nâzım Hikmet’in ikinci eşi…

Nâzım, Aşk’ını tüm açıklığıyla dökmüş mektuplarına. Şiir’ler de yazmış tabii ve şöyle demiş bir mektubunda:

“Kuzum karıcığım, bu şiirleri iyi oku… Yazdıklarımın en ustaları değilse de en yalansızlarıdır. Seni nasıl yalansız, süssüz, sanatsız seviyorsam, bunlar da öyle”

Sevgi’sini yine şöyle tarif etmeye çalışmış bir mektubunda:

“…arka arkaya bir yığın ‘seviyorum’u dizdiğim için yine bana darılma. Dervişin fikri neyse zikri de odur. Ben dervişim, sen benim fikrimsin… Ben kitabım, sen benim yazımsın… Ben orkestrayım, sen benim sesimsin… Ben şimşeğim, sen benim ışığımsın… Ben insanım, sen benim ihtiraslarım, sevinçlerim, ümitlerim, kederlerim, işim, alnımın teri, ellerimin kudreti ve yüreğimin sevdasısın…

Bak yine bir yığın seni ve beni arka arkaya teşbih taneleri gibi dizdim. Bana darılma. Aklımda ne varsa parmaklarım onu yazıyor. Aklımda sen varsın; kabahat benim mi, parmaklarımın mı?

Seni, tabiatı sevdiğim gibi de seviyorum. Tabiatın her mevsimi nasıl güzelse, sen de öyle güzelsin ve güzel kalacaksın…”

funduszeue.info

***

Buyurun dostlar, kronolojik olarak Nâzım’ım hapse girdiği andan itibaren Piraye’ye yazdığı mektuptan bazıları:

“Ben içerdeyim işte. Yalnızım. Seni düşünüyorum. Seni nasıl iyi, nasıl harikulade düşünüyorum bilsen! Sevmek mükemmel iş delikanlım…” (2 Temmuz )

“Hapishane müdürü geçen gün bana, ‘Evli misiniz?’ diye sordu. Ben de “Nişanlıyım” dedim. Nişanlım benim! Yüzüğünü kalbimde taşıdığım, kalbime geçirdiğim sevgili! Sana öyle hasretim ki… Seni, seni, seni ve Memet oğlumuzu doya doya kucaklarım! Seninle beraber daha çok yerlere bakacağız nişanlım. Yıldızlara, dost yüzlerine, Memedimizin gözlerine, güzel günlere, beraber yan yana bakacağız… Önümüzde dinç, kuvvetli, dolgun ve manalı bir hayat var daha. Gönlün kocalmasın nişanlım. Bak ben topal bacaklı, ihtiyar bir çınar ağacına benzeyen gövdemin içinde, her dem taze, her dem kuvvetli ve her dem senin ateşinle dolu, aşınmamış, pırıl pırıl bir yürek taşıyorum. Seni düşünürken ben gençleşiyorum. Bacağımın sızısı duruyor. Sen de beni düşünürken genç ol, kuvvetli ol!” (5 Temmuz )

funduszeue.info

“Karım, nişanlım, kardeşim, dostum, arkadaşım… Güvendiğim, daima güveneceğim gözleri gözlerimin önüne getirdiğim zaman, seninkiler ışıl ışıl hepsinin orta yerinde pırıldıyorlar. İki yıldız gibi gözlerin, iki kocaman berrak yıldız gibi dost gözlerinin gökyüzünde yolumu gösteriyorlar bana”(13 Temmuz )

“Nişanlım! Artık her gece mi her gece, rüyalarıma giriyorsun. Rüyalarımın içinden kızıl ışıklı başın, kocaman bir güneş yığını gibi akıp geçiyor. Ve ben her sabah içim aydınlık ve sevinçle dolu olarak uyanıyorum! Ve sanma ki uyandıktan sonra demir parmaklıklı taş duvarlı hakikatla karşılaşınca birdenbire ayılıyorum? Hayır… Rüyam, bazen öğle sıcakları basıncaya kadar içimde renkleri ve sesleriyle yaşıyor… Seni ne seviyormuşum meğer!” (18 Temmuz )

“Ben teselliye muhtaç değilim karıcığım, sen de teselliye muhtaç olma… Teselli; ekseriya, tamiri mümkün olmayan hadiseler karşısında verilir ve alınır. Hâlbuki bizim halimiz öyle değil. Arada yalnız bir daha geri gelmesi kabil olmayan bir sene daha meselesi var. Senden uzak bir senenin ne demek olduğunu kalbim yüzüme karşı haykırıyor. Fakat aklım sabret diyor. Sen O’na hudutsuz bağlısın, o senindir hudutsuz… Uzun bir yolculuğa çıkmış san kendini, uzun bir yolculukta sansın o seni… Bir yıl sonra; alınlarımız belki biraz daha kırışık, yüzümüz belki biraz daha çizgili, kanımız belki biraz daha ihtiyarlamış, fakat sevgimiz, birbirimize inanmamız sarsılmamış, yangından çıkan, ateşten geçen bir çelik parçası gibi temizlenmiş ve kuvvetlenmiş, gençleşmiş ve tecrübelileşmiş olarak kavuşacaksınız… Büyük bekleyişler, felaketler büyük bağları ve sevdaları bir kat daha büyütür… Karıcığım! Üzülme! Senin üzülmenden başka benim kendime ait olan hayat parçamı üzecek bir şey yoktur. Sen,’ seni on yıl daha beklerim’ diyorsun… İnanıyorum, sevinçle, neşeyle inanıyorum. Çünkü ben daha on yıl yatsam sen daima içimdesin!” (6 Şubat )

“Karıcığım, sen meğerse nasıl her şeyimmişsin benim… Seni sevmek benim içimde, toprağı, suyu, güneşi, hayatı ve fikri sevmekle birbirine karıştı. Sen ciğerlerimdeki nefes, gözlerimdeki ışık, kalbimdeki çarpıntı ve beynimdeki düşünce gibisin. Neyi düşünürsem seni düşünüyorum. Neyi görsem seni görüyorum…” (7 Mart )

“Yalnız unutma ki; hiçbir erkek yüreği 32 yaşında benimki gibi, denizden kocaman bir sevgiyle delikanlılığını bir an bile kaybetmeden çarpmamıştır. Ben hiçbir şey olmayabilirim, hatta şairliğim bile bir yaldız parıltısı olabilir. Fakat muhakkak ki bir şeyim, âşığım karıcığım. Doludizgin, uçsuz bucaksız âşık… Her şeyime sitem edebilir, her tarafımı inkâr edebilirsin. Fakat âşıklığımı asla! Sevmenin bütün merdivenlerini ayak ayak yükselerek geçtim. Şimdi başım doğan güneşlerin kızıltısı içinde yanan göklerdedir. Yüreğim kocaman bir su yığını gibi ve onun aynasında yalnız senin başın var. Bütün bunların böyle olduğunu bilirsin. Fakat sen bir kere daha işitmekten, ben bir kere daha tekrarlamaktan zevk alırız. Âşığız çünkü karıcığım…” (6 Haziran )

nazim-pirayejpg

“Güneşte, denizin sonunda mavi bir duman gibi gözümde tütüyorsun. Yeşil bir erik dalı yüreğim; sen altın tüylü bir yemiş, sallanıyorsun. Fakat ben seni böyle bir yemiş ve bir duman gibi görmenin yerine, sahiden görmek istiyorum çıplak ayaklarını. Sahiden dokunmak istiyorum uzun parmaklı ellerine…” ( – 13 İkinciteşrin İstanbul Tevkifhanesi)

“Biriciğim, üç gecedir rüyamdasın. Acaba ben senin hiç rüyana giriyor muyum? Girsem herhalde duyardım. Bu kadar güzel bir gezinti yapıp farkında olmamam kabil değil. Ne fena. Demek, ben senin rüyana hiç girmiyorum. Çok bedbahtım, karıcığım. Öyle çok şey söylemek istiyorum ki, hepsini hemen söylemek için acelemden yazım berbat. Sen bile okuyamayacaksın diye ödüm patlıyor. Ne zaman kavuşacağız? Bir masanın etrafında oturacağız. Bir yatakta yatacağız, yan yana dolaşacağız. Ben sana güzel yemekler pişirip, harikulade romanları ne zaman yazacağım. Artık çıkar beni buradan, karıcığım…” (26 Ocak )

“Seni seviyorum karıcığım. Seni bahtiyar etmekten başka bir şey düşünmüyorum. Ve demirlerimin üstüne yemin ederim ki bahtiyar olacaksın…” (11 Temmuz )

“Piraye, Pirayende… Doğum yeri neresi, kaç yaşında? Sormadım. Düşünmedim. Bilmiyorum. Dünyanın en iyi kadını, dünyanın en güzel kadını benim karım. (Bu bahiste realite umrumda değil.) senesi Eylül ayı ortalarında Çankırı Hapishanesinde yazılan bu kitap O’na ithaf edilmiştir. Zannedersem şimdiye kadar yazdığım en iyi şiir bu olacak. Çünkü hep seni düşünerek, sana beğendirmek için yazdım. Ne vakit böyle yapsam mutlaka iyi verim vermişimdir…” ()

“Uyumak şimdi, uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim… Hayır, kendi asrım beni korkutmuyor, ben kaçak değilim. Asrım sefil, asrım yüz kızartıcı, asrım cesur, büyük ve kahraman. Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman. Ben yirminci asırlıyım ve bununla övünüyorum. Bana yeter yirminci asırda olduğum safta olmak, bizim tarafta olmak ve dövüşmek yeni bir âlem için… Yüz yıl sonra, sevgilim… Hayır, her şeye rağmen daha evvel… Ve ölen ve doğan ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır (benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem), senin gözlerin gibi Pirayem, güneşli olacaktır…” (12 Kasım )

untitledjpg

“Sevgili karıcığım; seni görmek, görmemek, görmeyi ve görememeyi düşünmek. Ömrümün en büyük tefekkür meşgalesi bu… Seni, senin hudutlarının dışında seviyorum karıcığım! Sana benim yazmak isteyip de bir türlü düsturlaştıramadığım en güzel hisleri; en kuvvetli fakat en feci şekilde, sen mektubunun sonuna yazmışsın. Sen olmasan ben ölürdüm, diyorsun… Ben de öyle bir tanem… Ve bu böyle olduğu, birbirimizi bu kadar, yaşamanın manası olacak kadar sevdiğimiz için, her şeye rağmen, yaşamaya en çok hakkı olan iki insanız… Ve son nefesimize kadar, bütün dertlerimize, ıstıraplarımıza rağmen, tam manasıyla yaşamanın ne olduğunu anlamış iki insan saadetiyle birbirimize kopmaz bağımızı her gün her saat biraz daha kuvvetle öreceğiz, düğümleyeceğiz… Sen olmasan ben yaşamayacaktım, karıcığım…” ()

“Seni nasıl seviyorum, Piraye… Hayatımın en büyük nimetisin. Sana ne çok, ne anlatılamayacak, sayılamayacak kadar çok şey borçluyum. Bazen ya Piraye olmasaydı diye düşünüyorum ve tüylerim diken diken oluyor. Benim her zaman genç, güzel, iyi ve harikulade kalacak olan Pirayendem…” ()

“Seni seviyorum. Seni öyle özledim, seni öyle çok seviyorum ki, bu iki fiilden başka ne yazsam boş ve saçma ve lüzumsuz geliyor bana. Beni kırk bir yaşımda böyle âşık ve genç bir yürekle her an yeniden yarattığın için sana minettarım…” (3 Ocak )

“Sana yine Aragon’dan dört satır çevireyim: ‘Yalnız seninim, yalnız seninim. Ayaklarının izlerine ve gömüldüğün yere ve kaybolan terliklerine yahut mendiline tapınıyorum. Hadi uyu, uyu benim çekingen çocuğum. Ben başucunda bekleyeceğim, vaadediyorum.’ Karar verdim, şu ‘Manzaralar’ bitince, romana başlamadan önce, en aşağı kırk şiirden ibaret ve sırf seni anlatan, seni nasıl sevdiğimi anlatan bir kitap yazacağım ve dünyaya nasıl sevilirmiş ve bu sevgi nasıl yazılırmış göstereceğim. İsmini de “Kırklar” koyacağım…” (Tarihsiz)

untitledjpg

“Canım karıcığım, karıcığım, bir tanem… Ne günlerdir bugünler; nasıl kederli, nasıl ağır, nasıl ümitli, nasıl aydınlık, nasıl kahraman günlerdir. Nasıl acı çekiyoruz, nasıl ümitli ve kahramanız, nasıl sevdayla, iyilikle, nefret ve kinle doluyuz. Birbirimizden uzak olmak, birbirimize sokulamamak ne korkunç şey… Fakat bu korkunçluğun ne tuhaf, ne acı bir tadı var. Nasıl oluyor da iki insan birbirini bu kadar çok sevebiliyor. Bu insanlardan biri ben olduğum halde, bunu bütün genişliği ve derinliğiyle kavramaktan acizim. Beni aşan bir iş yapıyorum… Seni sevmek ne tuhaf şey? Neyini, nereni, niçin ve nasıl seviyorum? Yüreğini mi, evet, aklını mı evet, huyunu mu evet, etini mi evet? Hepsi bu kadar mı? Hayır. Daha bir şeyler var, daha bir şeylerini seviyorum, asıl ve en mühimi de onlar. Ama onlar nelerdir? Neyindir? Bilmiyorum…” (Tarihsiz)

“Karıcığım, piyes biter bitmez, hemen arkasından şu küçük şiiri de yazdım:

Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,

Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,

Sende uzaklığı,

Sende; ben, imkânsızlığı seviyorum…

Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine

ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,

ve bir avcı iştihasıyla etini dişlemek senin…

Sende; ben, imkânsızlığı seviyorum,

Fakat asla ümitsizliği değil…” (Tarihsiz)

“Karıcığım; bu sefer, senin için yazdığım bir şiir ile başlıyorum mektubuma:

Saat dört yoksun, saat beş yok.

Altı, yedi ertesi gün ve belki kim bilir

Hapishane avlusunda bir bahçemiz vardı.

Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı.

Gelirdin; yan yana otururduk,

Kırmızı ve kocaman muşamba torban dizlerinde”

nazim-pirayejpg

***

“Bugün Pazar, dedik ya dostlar!

Bilmem kaç Pazar önce bugün; Usta’yı ilk defa, güneşe çıkardılar

Ve Usta… Ömründe ilk defa, gökyüzünün; bu kadar O’ndan uzak, bu kadar mavi, bu kadar geniş olduğuna şaşarak, kımıldamadan durdu

Sonra, saygıyla toprağa oturdu. Dayadı sırtımı duvara

O anda, ne düşmek dalgalara;

O anda, ne kavgası, ne hürriyeti, ne karısı

Toprak, güneş ve O Olabildiğince bahtiyar Usta…”

Bilmem kaç Pazar geçti üstünden. Bilmem kaç Pazar sonra; yine, yeniden, her şeye rağmen, yılmadan, yıkılmadan ayaktayız, kavgadayız…

Güzel günler mi? Yürüdükçe yaklaşmaktayız…

Siz kıymetli dostlar. Siz siz, size söylüyorum: Lütfen üstünüze alınınız. İyi ki varsınız…



 
 

Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken

Ne güzel şey hatırlamak seni :
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının
İçimde ikinci bir insan gibidir
                                            seni sevmek saadeti
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
                    kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
                                                             sıcak
                                                                koyu bir karanlık

Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
                                                        kendisi değil
                                                                   edasındaki dünya

Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
                                                            bir çekmece
                                                                        bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
             fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
                                sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım

Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken
 
 

Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
                            kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
                                  göz gibi çıplak,
                                                 el gibi ağır
                           ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
                                                             kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
                                    onlar : ana,
                                    onlar : kadın
                                                ve yoldaş olan
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
                                                                kelimelerin insandılar
 
 

Oğlumuz hasta,
babası hapiste,
senin yorgun ellerinde ağır başın,
dünyanın hali gibi halimiz

İnsanlar, daha güzel günlere insanları taşır,
oğlumuz iyileşir,
babası çıkar hapisten,
güler senin altın gözlerinin içi,
dünyanın hali gibi halimiz
 
 

Kitap okurum :
                        içinde sen varsın,
şarkı dinlerim :
                        içinde sen.
Oturdum ekmeğimi yerim :
                        karşımda sen oturursun,
çalışırım :
                        karşımda sen.
Sen ki, her yerde «hâzırı nâzır»ımsın,
                                konuşamayız seninle,
                                duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın
 
 

O şimdi ne yapıyor
                       şu anda şimdi, şimdi?
Evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
Kolunu kaldırmış olabilir,
— hey gülüm,
              beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!—

O şimdi ne yapıyor,
                     şu anda, şimdi, şimdi?
Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
                                               okşuyor.
Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
— her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
                                                    sevgili, canımın içi ayaklar!—
Ve ne düşünüyor
                       beni mi?
Yoksa
           ne bileyim
                    fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
Yahut, insanların çoğunun
                            neden böyle bedbaht olduğunu mu?

O şimdi ne düşünüyor,
                                     şu anda, şimdi, şimdi?
 

En güzel deniz :
                        henüz gidilmemiş olanıdır.
En güzel çocuk :
                        henüz büyümedi.
En güzel günlerimiz :
                        henüz yaşamadıklarımız.
Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
                        henüz söylememiş olduğum sözdür
 
 

Saat
Meydan yerinde kampana vurdu,
nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.
Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
                                                8 yıl
Yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
yaşamak :
                  seni sevmek gibi ciddî bir iştir
 
 

Bizi esir ettiler,
bizi hapse attılar :
                           beni duvarların içinde,
                                                    seni duvarların dışında.

Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü :
bilerek, bilmeyerek
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması
İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
namuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık
 
 

Seni düşünmek güzel şey
                                  ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
                              şarkı söylemek istiyorum
 
 

Dağın üstünde :
akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
Bugün de :
sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
Birazdan açar
kırmızı kırmızı :
gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
                                       vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı
 
 

Rüzgâr akar gider, 
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
Ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
                            kanatlar uçmak ister.
Kapı kapalı :
                    zorlayıp açmak ister.
Ben seni isterim :
senin gibi güzel,
dost
      ve sevgili olsun hayat
Biliyorum henüz bitmedi
                                sefaletin ziyafeti
Bitecek fakat
 
 

İkimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğrettiler :
                aç kalmayı, üşümeyi,
                yorgunluğu ölesiye
                ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
Henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.

İkimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğretebiliriz :
                dövüşmeyi insanlarımız için
                ve her gün biraz daha candan
                                                  biraz daha iyi
                                                                  sevmeyi
 
 

Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.
Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
Yürek kirpiklerin ucunda
                                   uzayıp giden toprak uğurlanır.
Benim bağırasım gelir : — «P î r â y e ,
                                                   P î r â y e !» — diye
 
 

İnsan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri
                                                              rüzgâr-
                                                                         -larla.
Dolaşmak tehlikeli hâlâ
                                        geceleyin açık denizleri

Altı yıldır sürülmedi bu tarla,
duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri.
Tank paletlerinin izleri
                                kapanır bu kış karla.

Ah, gözümün nuru, gözümün nuru,
yine yalan söylüyor antenler :
alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.
Fakat Ezrailin sofrasından dönenler
                                            döndüler verilmiş kararlarla
 
 

    Çekilmez bir adam oldum yine :
                                                uykusuz, aksi, nâlet.
    Bir bakıyorsun ki
ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
    sonra bir de bakıyorsun ki
ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
    sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
    Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
                                        kendime karşı duyduğum nefret
                                                                                ve merhamet

    Çekilmez bir adam oldum yine :
                                                uykusuz, aksi, nâlet.
    Yine her seferki gibi haksızım.
    Sebep yok,
                    olması da imkânsız.
    Bu yaptığım iş ayıp
                                    rezalet.
    Fakat elimde değil
                                seni kıskanıyorum
                                beni affet
 
 

Dün gece rüyama girdin :
dizimin dibinde oturuyormuşun.
Başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.
Bir şeyler soruyormuşun.
Islak dudakların kapanıp açılıyor,
                                        sesini duymuyorum ama.

Gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.
Havada fısıltısı başsızlığın ve sonsuzluğun.
Kırmızı kafesinde, kanaryamın : «Memo»mun türküsü,
sürülmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı
ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.
Senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor
                                                        sesini duymuyorum ama

Kahrederek uyandım.
Kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.
Düşünüyorum :
                yoksa senin miydi bütün o sesler?
 
 

Gözlerine bakarken
        güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
        bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum

Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
                                                sırrını her gün bir parça veren
                                                fakat hiçbir zaman
                                                büsbütün teslim olmayacak olan
 
 

Kale kapısından çıkarken ölümle buluşmak üzre,
son defa dönüp baktığımızda şehre,
sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz :
«— Pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü,
       çalıştık gücümüzün yettiği kadar
                                                        seni bahtiyar
                                                                         kılalım diye.
Devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
                                            devam ediyor hayat.
İçimiz rahat,
gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
                                       işte geldik gidiyoruz
                                                         şen olasın Halep şehri»
 
 

Bir elmanın yarısı biz
                                yarısı bu koskoca dünya.
Bir elmanın yarısı biz
                                yarısı insanlarımız.
Bir elmanın yarısı sen
                                yarısı ben
                                          ikimiz
 
 

Itır saksısında artan koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar

Sevgilim,
yaş kemâlini buldu.
Bana öyle gelir ki
                 belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
Ama biz hâlâ
                 güneşin altında el ele yalnayak koşan
                                                                        hayran gözlü çocuklarız
 
 

Çiçekli badem ağaçlarını unut.
Değmez,
bu bahiste
            geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut :
            olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
                                                     nemli, ağır kızıltılar
Sevgilim, sevgilim,
                mevsim
                            sonbahar
 
 

Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve Marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
                                        olgun ve ıslak
                                                 geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı
 
 

Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
                                                    son lodoslar esmeye başladı.
Havayı dinliyorum :
                            nabız yavaşladı.
Uludağda, zirvede kar
ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır
                                kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.
Ovada kavaklar soyunuyor.
İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,
sonbahar bitti bitecek,
nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.
Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :
                                      büyük öfkemizin içinde
                                      ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak
 
 

Tarif kabul etmez, — diyorlar, — İstanbulun sefaleti,
milleti, — diyorlar, — kırıp geçirdi açlık,
verem illeti, — diyorlar, — diz boyu.
Şu kadarcık kız çocuklarını, — diyorlar, —
                                     yangın yerlerinde, sinema localarında

. . . . .
. . . . . . . . .

Kara haberler geliyor uzaktaki şehrimden :
namuslu, çalışkan, fakir insanların şehri —
                                                                sahici İstanbulum,
sevgilim, senin mekânın olan
ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam
                                           sırtımda, torbamın içinde götürdüğüm
                              ve evlât acısı gibi yüreğimde,
                              senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir
 
 

Saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
                                        tohum saçılıyor.
Ve zeytin devşirilmekte.
Bir yandan kışa girilmekte,
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
Bense hasretinle dolu
                ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
                yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursada
 
 

İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına
Hapisten
          mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
                                                  ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin
          kadını
 
 

Delindi sintine,
esirler parçalamakta pırangaları.
Yıldız-poyrazdır esen,
tekneyi kayaların üstüne atacak.
Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,
                                      taş çatlasa batacak.
Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem
                                                          kuracağız Pirâyem
 
 

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
                meyve çağında ağacın,
                serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
                                — çürüyen diş, dökülen et —,
                         bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
                                        bu güzelim memlekette hürriyet
 
 

Bursada havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir-köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman
 
 

Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :
                                                        pul pul altın
                                                                        bakır
                                                                              tunç ve tahta
Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
Ve dağlar dumana batık
                                      kurşunî, sırılsıklam
Tamam,
sonbahar belki bugün bitti artık.
Yaban kazları hızla gelip geçti demin
                                       herhal İznik gölüne gidiyorlar.
Havada serin
             havada is kokusu gibi bir şey :
             havada kar kokusu var

Şimdi dışarda olmak,
          dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
«— Ata binmesini de bilmezsin,» —- diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
                                  hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı
                                  Ve ikiniz de uzaktasınız
 
 

Gece kar birdenbire bastırmış.
Bembeyaz dallardan dağılan kargalarla başladı sabah.
Göz alabildiğine Bursa ovasında kış :
başsızlık ve sonsuzluk geliyor akla.
Sevgilim,
değişti mevsim
            çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.
Ve karın altında mağrur
                                       hamarat
                                                    sürüp gidiyor hayat
 
 

Hay aksi lânet, fena bastırdı kış
Sen ve namuslu İstanbulum ne haldesiniz kim bilir?
Kömürün var mı?
Odun alabildin mi?
Camların kıyısına gazete kâadı yapıştır.
Gece erkenden yatağa gir.
Evde de satılacak bir şey kalmamıştır.
Yarı aç, yarı tok üşümek :
                dünyada, memleketimizde ve şehrimizde
                                              bu işte de çoğunluk bizde
 
 

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası