nurit zunger / Kasım - Panik Ve Anksiyete

Nurit Zunger

nurit zunger

Nissan 'PULSAR' Fan Club ( sayfa)

  • Er
    2 Mesaj
  • Er
    2 Mesaj

    aracımda 3 yıldır tık bile yok 90 binde şuan ancak geçen günlerde sistem start stop hatası verdi hata ile beraber el freni, esp, abs lastik basınç sensörü aynı anda yanıyor ve bir süre sonra sönüyor yetkili servis arıza tespit için pc ye bağladı ancak hata yok dendi akü gerilimide ölçüldü normal dendi aracı boşta sürersen aynı hatayı verir dediler başına gelen var mıdır

  • Konu Sahibi
    eczabdullahe kullanıcısına yanıt

    Merhaba,

    aramıza hoş geldiniz. Bahsettiğiniz arızayı ben yaşamadım, ama muhtemelen akü gerilimi aşırı düşmüştür sistem hata vermiştir. Daha sonra akü şarj olunca yeterli gerilime ulaşmış ve arıza bildirimi kapanmıştır. servisde arıza kaydı çıkmaması da bu ihtimali güçlendiriyor. İnşallah böyle bir olaydandır.

  • Binbaşı
    Mesaj
    Arkadaşlar merhaba. Yaklaşık 1 haftadır ben de dizel bir Pulsar sahibiyim.
    İlk intiba olarak Pulsarda g&#;rd&#;klerimi ve hissettiklerimi paylaşmak isterim.
    Bana olumsuz gelen yanlarından başlayayım.
    Dizel beklediğimden sesli &#;alışıyor ancak y&#;ksek hızlarda sesini duymuyorum.
    Aracım 17 bin km de ancak debriyaj pedalı sert. Yabancı forumlarda da bu sertlikten bahsedilmiş ama sizlerin nasıl merak ediyorum. Debriyajda Leon golf Corolla pamuklugu kesinlikle yok.
    Ses sistemi de benden ge&#;er not alamadı. Sırf bu y&#;zden &#;n kapilara bituself ve akustik s&#;nger uygulaması yapmak istiyorum.
    Start stop kafasına g&#;re &#;alışıyor. Her binisimde unutmazsam iptal ediyorum.
    Bluetooth bağlantısı nadir de olsa bazen telefonu g&#;rm&#;yor.

    Bu aracı alırken kafamda soru işaretleri ile aldım ancak aracı test edenler ve ailem Pulsari &#;ok beğendiler.
    Diz mesafesini tekrar anlatmaya gerek yok ama yanal genişlik &#;ok yok. &#;n koltuklar kapılara yanaştırılmış, emniyet kemeri b s&#;t&#;n&#; ile koltuğa sıkışıyor. Aslında g&#;zel m&#;hendislik.
    Uzun yolda hız hi&#; hissedilmiyor.
    ile yolculuk yapmak o y&#;zden zor. ye kadar denedim &#;ok stabil ve g&#;ven veriyor.
    Debriyaj hari&#; kulllanimi yumuşak. Sinyal ve silecek kollarınin hissiyatı, cam ve kapı a&#;ılışları, direksiyon &#;st sınıf kalitesinde.
    Koltuklar genis ve yumuşak.
    S&#;spansiyonlarda sert ayarlanmamis. Buna rağmen virajlarda ciddi bir yana yatış hissetmedim.
    R&#;zgar sesini dan itibaren aliyorum. Yol sesi bir japona g&#;re kesinlikle az.
    Hemen hemen t&#;m otomobillerin g&#;r&#;lt&#; seviyelerinin &#;l&#;&#;ld&#;ğ&#; autodecibel isimli internet sitesinden baktığımda Pulsarin &#;zellikle y&#;ksek hızlarda iddialı sonu&#;lar aldığını g&#;rd&#;m.
    Bu bir &#;nceki aracına ses yalıtımı yapan benim gibi ses hassasiyeti olan birisi i&#;in iyi haberdi.
    Nissan bu aracı Avrupa pazarı i&#;in İspanya da &#;retmiş. Elbette bazı disiplinlerde japon genlerinin karışmış olduğunu g&#;rsek de baskın gen Avrupa.



    < Bu mesaj bu kişi tarafından değiştirildi anchorman -- 1 Kasım ; >
    < Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >




  • Çavuş
    56 Mesaj
    anchormana kullanıcısına yanıt

    Hocam hayırlı olsun öncelikle. Araç hangi paket ve kaça aldın acaba? (km sinden dolayı hatasız olduğunu tahmin ediyorum)

    debriyaj sorunu bende de var. (dci ntec benimki) çok sık araç kiralarım. clio egea vs. bu araçlardan sonra kendi aracıma bindikten sonra sol ayağım biraz afallıyor. dizel sesi bana da yüksek geliyor özellikle düşük viteslerde. Bir de araç 4. vitese geçene kadar şanzıman aralığı tam düzgün değil gibi. yani 3 e atsanız fazla geliyor, 2 ye alsanız boğuluyor gibi oluyor bazı durumlarda. ama 4 ten sonra yağ gibi akıyor. leri gördüm bana mısın demedi.

  • Binbaşı
    Mesaj
    fathkurnzf kullanıcısına yanıt
    Teşekk&#;rler hocam. Aracı 1 ay &#;nce bin TL ye aldım. Tekna modeli. Ara&#;ta dolu hasarı var. Serviste yapılmış tabii. Kazası boyası vb yok.
    Km az olsun diye tercih ettim dolu hasarına da takilmadim.
    Dizel g&#;r&#;lt&#;s&#; i&#;in torpidoyu &#;ıkarttım o boşluktan g&#;ğ&#;s duvarına akustik s&#;nger yerleştirdim ancak istediğim sonucu elde edemedim. Daha &#;nceki aracımda amat&#;r boyutta ses yalıtımı yapmıştım ama bu araca daha fazla bir şey yapmayı d&#;ş&#;nm&#;yorum.
    Hatta ge&#;en g&#;n arkadaşın Kia ceed aracına binip diZel sesini dinledim desibel &#;l&#;&#;m&#; yaptım. Bizim araclardan sessiz &#;alışıyor. Motor sesi uzaktan ve derinden geliyordu.
    Bir de direksiyonu hareket etmeden &#;nce durdugum yerde hızlı cevirdigimde direksiyondan bir ses geliyor.
    Evet o vites aralığı konusunda size hakveriyorum.
    Hepsi bir yana uzun yolda aracımı s&#;rmekten cok keyif alıyorum.

    < Bu ileti DH mobil uygulamasından atıldı >




  • Teğmen
    Mesaj
    Arkadaşlar merhabalar
    ntech otomatik vites Pulsar almayı d&#;ş&#;n&#;yorum. Yaklaşık bin TL fiyat &#;ekiyorlar. Bu ara&#; bu şişkin piyasada bu fiyat edermi yada aslında etmesi gereken fiyat nedir. Aracı binmek i&#;in almayı d&#;ş&#;n&#;yorum al satci değilim 4kisilik bir aileyiz bu ara&#; yeterli olur mu? Konu ile ilgili aracı kullanan ve bilen arkadaşlar yorum yaparsa memnun olurum. İlginiz i&#;in hepinize şimdiden teşekk&#;rler

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Çavuş
    56 Mesaj
    anchormana kullanıcısına yanıt

    O direksiyon sesi bende de var. manevra yapacağım zaman direksiyonu çevirdiğimde vıjjjjj gibi ince bi ses geliyor.

  • Çavuş
    56 Mesaj
    faatihf kullanıcısına yanıt

    hocam pulsar için sanki yüksek fiyat. yakıt konusunda üzülebilirsin o paraları verdikten sonra. k bütçen varsa piyasa arabalarından bakabilirsin. tabi aynı model ve temizini bulabilir misin bilemiyorum. ama bana fiyat yüksek geldi

  • Çavuş
    56 Mesaj

    Arkadaşlar, servis ön balatalar için TL fiyat çekince kendim dışardan balata alıp işçiliği için destek almaya karar verdim. Ancak piyasada bosch marka balatalar için çok sayıda ses şikayeti var. Balata önerisi olan var mı? Ferodo ve trw konusunda bi kaç duyum aldım. Açıkçası çok bilgim yok.

  • Binbaşı
    Mesaj
    fathkurnzf kullanıcısına yanıt
    Eski aracım jettaya servis y&#;ksek fiyat verince araştırma yapmış Ferodo nun zaten OEM marka oldugunu &#;ğrenip onu taktırmıstim. Sitesine girip baktığınızda yıllık firma olduğunu g&#;receksiniz.
  • Er
    7 Mesaj
    fathkurnzf kullanıcısına yanıt

    Aldınız mı bilmiyorum ama n11 de ferodo marka balata var TL.. Alın sanayide taktırın. Zaten sanayide de en kalitelisini almışsın diye yorum yapıyorlar. Boşuna servise para vermeyin


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Er
    7 Mesaj
    Merhaba arkadaşlar model nissan pulsar tekna aracım var ve ilk sahibiyim 46 bin funduszeue.info ve inanılmaz memnunum. Arabanın sadece s&#;r&#;ş&#; bile bana keyif veriyor a&#;ık&#;ası. Sorum şu olacak &#;rneğin &#;n cam kırıldı? Ne yapacağız nerden bulacağız.. Ne bilim arka tamponu değiştirmek gerkti ne yapacağız. Ya da bir yerden bişey oldu.. Motor konusunda sıkıntım yok cunku renault qashqai ve nissan micra/juke aynı par&#;alara sahip. Orda bir sorun olacağını sanmıyorum ama size zahmet bu par&#;alar hakkında dusunveleriniz nedir. 5 sene daha binerim bu araca. Not: corolla aracımda arka kelebek cam kırılmıştı hemen buldum bunda nasıl bulacağım

    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Çavuş
    56 Mesaj
    deuliond kullanıcısına yanıt

    Henüz almadım ama Ferodo almaya karar verdim ben de. Teşekkür ederim cevap için.

  • Çavuş
    56 Mesaj
    deuliond kullanıcısına yanıt

    Hocam parça konusunda yetkili servise bağımlı kalmamız mümkün. Ancak özellikle İstanbul'da yaşıyorsanız Nissan konusunda uzmanlaşmış bazı parçacılar ve servisler mevcut. Örneğin ben bir klima kompresörü sorduğumda, yetkili servis TL küsür fiyat çekip üstüne yurtdışından gelmesini bekleyeceğiz demişti. Ancak bostancı sanayide bir parçacıda TL ye bulmuştum.

    Ama tüm kaporta parçalarını nasıl temin ederiz onu bilemiyorum tabi ki.

  • Er
    7 Mesaj

    Kaporta parçaları büyük sorun olacak. Çıkmacılar ya da yurt dışı beklenmeli. Bu yüzden endişeliyim. Satıp da piyasa arabalarına para verip kalite düşürmek istemiyorum. Arabam çok güzel çok seviyorum ama bir yandan da bu sorun var. Bir de şu dusuncem var mesela audi a4 şanzuman arızası verdi model. Burda yok almanyadan gelecek dediler bin TL ye geldi. Yani audi de olsa servise bağımlılık olacak. Cidden gidip gacır gucur eden ucjz işçilik fransızlara para vermek istemiyorum. Bu kaporta ve özel parçalarda biri aydınlatsın bizi


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Er
    1 Mesaj

    Arkadaşlar merhaba model nissan pulsar tekna aracım var. Gösterge kısmındaki km nin üzerinde yer alan benzin işaretinin yanındaki sayıların ne ifade ettiğini anlayamadım. Teşekkürler. (GRUBA EKLEYEBİLİR MİSİNİZ?)

  • Er
    2 Mesaj
    eczabdullahe kullanıcısına yanıt

    merhaba aynı durumu yaşadım ve fren balatalarını değişince bir daha olmadı


    < Bu ileti mobil sürüm kullanılarak atıldı >
  • Er
    7 Mesaj
  • Er
    7 Mesaj
  • yeni mesaja gitYeni mesaj
Kasım
İÇİNDEKİLER DOSYA: SORMAK İLK ADIMDIR… Aile Dizimlerinden Sistem Dizimlerine giden yolda, yönteme dair soru ve yanıtlar • 5 Gelişimi ve kahramanları •13 Sistem Dizimleri Entegre alanlarından; Organizasyon Dizimleri ve Sami BUGAY’ın vaka örneği • 16 SÖYLEŞİ: “EĞER KENDİMİZİ HİSSEDERSEK DÜNYAYI HİSSEDERİZ” Esra CAN’ın, Beden Psikoterapisti Dr. Nurit SOMMER ile bedene dair yaptığı sohbet • 22 SÖYLEŞİ: “HEPİMİZ HER GÜN ARADA SIRADA ŞALTERLERİ KAPATIYORUZ” Hipnoterapist Heinrich BREUER ile hipnoterapi ve Sistem Dizimleri üzerine sohbet • 27 KENTLERİN RUHU: ŞEHİRLERİN DE PSİKOLOJİSİ BOZULABİLİR Gazeteci Figen YANIK’ın TSDE Başkanı Mehmet ZARARSIZOĞLU ile söyleşisi • 31 TSDE ÇOCUK-ERGEN BİRİMİ Çocuk-Ergen birimimizden Nazan BALOĞLU ile son gelişmeler ile ilgili yaptığımız sohbet • 33 EDEBİYAT: “BEN GALİBA KENDİME AŞIĞIM” Mine TÜRKİLİ’nin, gazeteci Gülenay BÖREKÇİ ile edebiyatta sistem dizimi üzerine yaptığı söyleşi • 35 SİNEMA: “ BENİMLE KONUŞAN KİM?İmtiyaz Sahibi: TSDE PSİKOTERAPİ VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK EĞİTİM BİLİM YAYINCILIK LTD. ŞTİ. Yayın Türü: Yerel, süreli, 6 aylık online yayın Yayın Koordinatörü: Yadigar Zararsızoğlu, Genel Yayın Yönetmeni: Mine Türkili Yazı İşleri Müdürü: Esra Can, Görsel Yönetmen: Çağdaş Gündoğan Katkıda Bulunanlar: Sami Bugay, Haritini Papakirillou, İpek Ghanbari, Beyhan Özpar, Dinçer Güner, Fatma Tosun, Mehmet Akif Günel, Hüseyin Şimşek, Ümran Kel, Yurdaay Onaran, Turgay Köyağasıoğlu Yönetim Yeri: Bağdat cad. Birlik Apt. No K:2 D:3 Suadiye/Kadıköy Tel: 78 44 Fax : 56 58, e-mail: [email&#;protected], [email&#;protected]
önsözünde belirttiği gibi, bu olgu, “sezgisel psikoloji”, “inançistek psikolojisi”, “halk psikolojisi” ve “akıl kuramı” gibi çeşitli biçimlerde tanımlanmıştır Çocukların ait oldukları kültürel ortam ne olursa olsun, inanç ve istekle ilgili kullandıkları temel kavramları, gelişimlerinin ilk dönemlerinde edinmiş oldukları deneyimlerle oluşturmuş olamazlar. Do­ layısıyla bu kavramlar doğuştan var olan psikolojik bir yapıdan, yani insan davranışlarıyla ilgili zorunlu yorumlar üreten, içerik açısından zen­ gin bir akılsal modülden kaynaklanır gibi görünmektedir. Son on yıl içinde sezgisel psikoloji çalışmaları, çocuk gelişimi ile ilgili araştırmaların en dinamik alanlarından birini oluşturmuştur. En büyük ilgi “akıl kuramı” modülü olarak bilinen olgu üzerinde toplanmıştır: Alan Leslie nin yapıtında tanımlanan diğer insanların aklını “okuma” yeteneği gibi. En ilginç önerilerden biri, çocukların toplumsal iletişim kurmakta şiddetli güçlük çektiği bir durum olan otizmin, bu tek modülün hasar görmesi sonucu ortaya çıktığı görüşüdür. Otistik çocuklar başka insanların ne düşündüğünden habersiz görünürler, hatta diğer insanların kafasında herhangi bir düşünce olabileceğinden bile haberleri yokmuş gibidirler. Simon Baron-Cohen onların durumunu “akıl körlüğü” olarak tanımlar. Bununla birlikte otistik çocuklar diğer düşünce özellikleri açı­ sından oldukça normal görünürler. Sanki onların akılsal İsviçre çakıları­ nın bir bıçağı kırılmış ya da sıkıştığı için açılamaz durumdaymış gibidir. Bütün diğer bıçaklar normal işlevlerini sürdürürler, ya da belki akılsal etkinliklerinin bazı bölümleri hasara uğrayan insanların diğer alanlarda olağanüstü yetenekler geliştirmesi gibi, bu bıçaklar daha keskinleşmiş bile olabilirler (otistiklere aptal âlimler yakıştırması yapılır)


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 6 1

Bundan 20 yıl önce, Nicholas Humphrey, akıl kuramı modülü ile ilgili evrimsel bir ilke öne sürmüştür Aslında evrim psikolojisinin aka­ demik dünyaya ulaşmasını da Humphrey sağlamıştır; bugünkü grup ise, evrimci çalışmaları anaokulu döneminde üstlenmiş bebek bakıcısı gibidir, “Zekânın toplumsal fonksiyonu” adını taşıyan özgün akademik çalışma­ sında Nicholas Humphrey, grup içinde yaşayan ve birbirleriyle karşılıklı işbirliği ya da rekabet ilişkileri kuran bireyler arasında, başkalarının dav­ ranışlarını Önceden tahmin edebilme yeteneğine sahip olanların üreme açısından daha başarılı olacağını öne sürmüştür. Ayrıca, Humphrey’in sosyal zekâ olarak adlandırdığı toplumsal öngörü (social forethought) ve anlayış, alet yapımı ve yiyecek bulma ile ilgili pratik bilgilerin nesilden nesile geçişini mümkün kılacak olan toplumsal birlikteliği korumak açı­ sından vazgeçilmez niteliktedir. Başka bir deyişle, diğer insanların aklını okuma yeteneği ile ilgili olarak seçilim yönünde baskılar olacaktır. Bunun için kullandığımız akıllı bir çözüm vardır: Buna bilinç denir. Bilinç kavra­ mı ile yakından ilgilenip onu anlamaya başlayacağımız beşinci bölümde Humphrey’in fikirlerine daha detaylı olarak eğileceğiz. Şimdilik, gelişim psikolojisi içinde hem bir akıl kuramı modülü oluşturma yönündeki seçilimci baskıları tanımlayabileceğimizi hem de bu kuramın varlığı ile ilgili kanıtları bulabileceğimizi akılda tutmamız ye terlidir. Cosmides ve Tooby konuyu kavramış görünüyorlar. SEZGİSEL BİYOLOJİ Benzer kanıtlar sezgisel biyoloji anlayışı için de geçerlidir. Çocuk gelişimi konusunda yapılan araştırmalar çocukların canlılarla cansızlar arasında temel farklılıklar olduğu konusunda bir anlayışla dünyaya geldiklerini gös­ termektedir. Henüz üç yaşındaki çocukların çeşitli canlılara bir “temel özellik” yakıştırma takıntısı vardır ve bu canlıların dış görünüşlerinde meydana gelen bir değişikliğin o canlının cinsindeki bir değişikliği yansıt­ madığının farkındaymış gibi görünürlerÖrneğin, Frank Keil, çocuklann, bir ata çizgili pijamalar giydirilmesinin onu zebra yapmayacağını anlayabile­ ceklerini göstermiştir. Benzer biçimde bir köpek dilsiz ve üç ayaklı olarak doğsa bile, o yine de bir köpek, yani havlayan bir dört ayaklıdır Tıpkı küçük çocukların dili nasıl öğrendiklerini açıklamak için deneyimlerinin yeterli görünmemesi gibi, dünya konusundaki deneyimleri de yaşayan şey­ lerle ilgili gerçekleri anlayabilmeleri açısından yetersiz görünmektedir. Hepimiz, türlerin temel özellikleri kavramına aşinayız. Bu kavramdan ötürü şiddetli beyin özürlü bir kişi ile bir üniversite profesörünün ya da


6 2 AKLIN TARİHÖNCESİ

fiziksel özürlü bir birey ile bir olimpiyat sporcusunun aynı haklara sahip olması gerektiğini savunuruz. Entelektüel ve fiziksel yetenekleri ne olursa olsun, hepsi birer “insandır.” Benzer biçimde, genetik mühendisliği düşüncesi bazı kimseleri rahatsız eder. Çünkü bu olgu çoğunlukla iki türün temel özelliklerinin birleştirilmesiyle ilgiliymiş gibi algılanmaktadır. Sezgisel biyolojik bilginin varlığına inanmak için başka bir neden de, tıpkı bütün dillerin aynı dilbilgisi yapısını paylaşmaları gibi, bütün kültürlerin doğal dünyanın sınıflandırılması hakkında aynı kavramlar dizisini paylaşmasıdır. Scott Atran, Cogrıitive Foundations ofNatural History (Doğal Tarihin Bilişsel Temelleri, ) adlı kitabında bu durumu belgelemek­ tedir Atran, (1) omurgalılar ve çiçekli bitkilerin biyolojik türleri (2) kademeli adlandırma kalıpları, örneğin “meşe”, “çakıllı meşe”, “benekli çakıllı meşe” gibi (3) morfolojik düzen modelinin bir bütün olarak algı­ lanması sonucu oluşturulan hayvan ve bitki sınıflandırması (4) balık ve kuş gibi çağdaş zoolojik sımflarınkiyle yakından uyuşan kapsamlı “yaşambiçim” grupları ve (5) “ağaç”, açim” gibi ekolojik öneme sahip kapsamlı bitki “yaşam-biçim” grupları gibi kavramların, her ne kadar çağdaş botanik sınıflandırmada hiç yeri olmasa da, tüm bilinen kültürler tarafından nasıl dikkate alındığını anlatır. insanlar tarafından benimsenen doğal dünya ile ilgili hiyerarşik sınıf­ landırmaların evrenselliği ve karmaşıklığı, en basit anlatımla, paylaşılan zengin içerikli akılsal bir “sezgisel biyoloji” modülünün varlığıyla açıklana­ bilir (belki de tek açıklama şekli budur) . İnsanların, yaşadıkları dünyanın yapılarıyla ilgili, doğuştan ve değişmez bir “ilk örnek”e sahip olmadıkları sürece, gelişimleri sırasında edindikleri kısıtlı deneyimlerle, evrensel ola­ rak benimsenmiş olan karmaşık sınıflandırmalardan genelleştirme yap­ maları mümkün değildir. Biyolojik bilgilerle, psikolojik bilgiler ve dil bilgileri arasında bundan başka benzerlikler de vardır. Örneğin tıpkı insanların, başka insanların hareketlerini bir “inanç-istek” psikolojisi bağlamında düşünmekten kendi­ lerini alamaması gibi, kullanım değeri çok az da olsa, dünyayı karmaşık bir taksonomik sınıflandırmaya tabi tutma konusunda kendilerini engelleyemedikleri görülmektedir. Antropolojist Brent Berlin, Meksika’nın Tzeltal Maya ve Peru’nun Aguarana Jivar kabilelerinde adı olan bitkilerin üçte birinden fazlasının, ne sosyal ne ekonomik bir kullanımları olduğunu ne de zehirli ya da hastalıklı olduğunu göstermiştir Ama bu bitkiler yine de aralarında görülen benzerliklere göre adlandırılmış ve gruplandırılmışlardır. inanç ve istek kavramlarıyla ilgili bir başka benzerlik de, biyolojik bilgi­ nin iletimindeki kolaylıktır. Scott Atran, kitabında, farklı toplumlardaki


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 6 3

taksonomik bilginin, iletişimiyle ilgili olarak harcanan çabaya bakılmak­ sızın, yapısı, derinliği ve kapsadığı alan açısından nasıl karşılaştmlabilir olduğunu anlatmıştır. Örneğin, Filipinler’deki Hanundolar, sık sık araların­ da tartıştıkları ve onunla bilgiçlik tasladıkları bir botanik bilgisine sahiptir­ ler. Hayatlarını benzer bir çevrede, benzer bir yaşam düzenine sahip olarak sürdüren MadagaskarlI Zafimaniryler botanik bilgileri de çok detaylıdır. Ama her iki grup da bu bilgiyi kendilerinden sonraki kuşağa oldukça teklifsiz bir biçimde, ne bir direktif ne de bir yorum kullanarak iletirler. Bu bilginin önemli bir kısmı hayvan ve bitkilerin sınıflandırılması değil, onların davranışlarıyla ilgilidir. İnsanların hayvan davranışlarıyla ilgili sezgisel anlayışlarını kaybettikleri ya da ona sahip oldukları, diğer tür bilgileri kaybettikçe sezgisel anlayışlarının zenginleştiği birçok bilişsel patolojik vaka mevcuttur. Bunun en iyi örneklerinden biri, klinik nörolo­ gu Olivier Sacks’m sunduğu Temple Grandin vakasıdır. Grandin otistiktir ve insanlarla en ufak bir sosyal alışverişte bulunamamaktadır. Buna kar­ şılık hayvan davranışları konusundaki sezgisel bilgisi çarpıcıdır. Sacks, Grandin’in yaşadığı çiftlikte onunla bir süre birlikte olduktan sonra izle­ nimlerini şöyle anlatır: “Temple’m hayvanların ruh hallerini ve hareketlerini sezinlemekte gösterdiği başarıyla insanları, onların kullandıkları kod ve sinyaller ile davranış şekillerini anlamakta çektiği olağanüstü güçlük arasındaki muazzam farkla şaşkına döndüm. Onun duygudan yoksun ya da temel bir sempati eksikliğine sahip olduğu söylenemez. Tam tersine, hayvanların ruh halleri ve histeriyle ilgili duyguları öylesine güçlüydü ki bu duygular onu genellikle esir alıyor ve zaman zaman da onu boğuyordu.”46 O halde, elimizde aklın, doğal dünyayı öğrenmeye yardımcı olan özelleş­ miş bir araca sahip olduğu konusunda sağlam kanıtlar var. Çocukların oyun sırasında hayvanlarla ilgili bilgileri öğrenirlerken, hiç çaba sarf etmeden gösterdikleri rahatlık ve hoşnutluğu gördüğüm zaman buna iyice ikna oluyorum - bu onların sezgisel biyoloji bilgilerinin işbaşında olduğunu gösteriyor. C &amp; T ’nin bizi inandırmaya çalıştığı gibi, bu tür sezgi­ sel biyoloji bilgisi, tarihöncesi avcı-toplayıcılar üzerindeki seçilime yönelik baskılarla açıklanabilir mi? Açıkça görülüyor ki, açıklanabilir. Bütün yaşam biçimleri içinde, avcılık-toplayıcılık en detaylı doğal dünya bilgisini gerektiren yaşam biçimidir. Bu durum çağdaş avcı-toplayıcılara bakıldığı zaman da kolayca görülebilir: Avcılar zorunlu ve uzman doğa­ cılardır, çevrelerindeki en küçük bir ipucunu bile, hayvanların davranış­ larını ve bulundukları yerleri saptamak için yorumlayabilirlerGenellikle farklı ortamlarda yaptıkları avcılık-toplayıcılık sonucu kazandıkları başa-


6 4 AKLIN TARİHÖNCESİ

n, harcadıkları çaba ve sahip oldukları teknolojik olanaklardan çok, doğal tarih anlayışlarına dayanır. Çağdaş insanın evrimset çevresi içinde, bu bilginin elde edilmesini kolaylaştıracak zengin içerikli akılsal modüllerle dünyaya gelen bireylerin önemli bir seçilim avantajına sahip olacaklarını hayal etmemiz zor olmayacaktır. SEZGİSEL FİZİK Gelişim psikolojisinden elde edilen veriler kesin gibi gözükmektedir: Çocukların dil, diğer insanlar ve biyolojiyle ilgili bilgileri öğrenirken güçlük çekmemelerinin nedeninin doğuştan sahip oldukları, zengin içe­ rikli akılsal modüllerle ilgili bilişsel bir kaynak olduğu anlaşılmaktadır. Görünüşe göre bu modüller tüm insanlar tarafından evrensel olarak pay­ laşılmaktadır. Bu bulgu, dördüncü bir bilişsel alan için de geçerlidir: Sez­ gisel fizik. Çok erken bir yaştan itibaren çocuklar fiziksel nesnelerin, akılsal kavramları ve canlıları yöneten kurallardan farklı bir dizi kural tarafından yönetildiğini anlarlar. Böyle bir bilgiyi dünyayla ilgili çok sınırlı deneyimleri sonucu elde etmiş olmaları olanaksız görünmektedir. Psikolog Elizabeth Spelke48bunu kanıtlamak için küçük çocuklarla bir dizi deney gerçekleştirmiş, onlann fiziksel nesnelerin özellikleri konusunda sezgisel bir bilgiye sahip olduklarını göstermeye çalışmıştır. Katı cisimler, yer çekimi ve atalet kavramlannm çocuğun akimda doğuştan var olduğu anlaşılmaktadır. Küçük bir çocuğun yaşam deneyimi genellikle insanlarla ilgili deneyimlerinden oluşursa da, onlar yine de nesnelerin temel olarak farklı özelliklere sahip olduklannı anlar görünmektedirler. Örneğin, çocuk­ lar cansız bir nesnenin, odaya giren bir yabancının yapabileceği gibi, “belli bir uzaklıktan hareket”e neden olamayacaklarının farkındadırlar. Çocuklar fiziksel nesnelere uygun sınıflandırma yolunun canlılarmkinden çok farklı olduğunu bilirler. El yapımı ürünlerle ilgili düşünceleri temel özellik kavramından tamamen uzaktır. Ama üç ayaklı da olsa köpe­ ğin köpek olduğunu bildikleri gibi, sandığın, içinde bir şeyler saklanan, üzerinde oturulan veya masa ya da yatak olarak kullanılan bir şey olabilece­ ğini değerlendirebilirler. Canlıların aksine, bir nesnenin tanımı, içeriğine bağlıdır. Temel bir özelliği yoktur. Ne hiyerarşik sınıflandırmalara ne de büyüme ve hareketle ilgili düşüncelere konudurlar Evrimsel bakış açısından fiziksel nesneleri anlamak için zengin içerikli akılsal modüllere sahip olmanın yararı hemen anlaşılmaktadır. Eğer cansız nesneleri düşünürken, canlılara uygun düşünceler kullanma riskine girilirse, yaşam yanlışlarla dolu olacaktır. Sezgisel fizik bilgisine sahip olmakla insan,


ÇAĞDAŞ AKLIN MİM ARİ YAPISI 6 5

yaşam biçimi için gereksinim duyduğu özel nesneler -örneğin tarihöncesi avcı-toplayıcılarm taş aletleri- hakkında, fiziksel nesnelerin canlılardan ve akılsal kavramlardan nasıl farklı olduklarını öğrenmek zorunda kalma­ dan, kültürel olarak iletilmiş bilgiden hızla sonuç çıkarabilir. Gelişen akıllar: İsviçre ordu çakısı yaklaşımının yükselişi ve batışı Günlük yaşam deneyimlerimiz ile evrim psikologlarının akademik düşün­ celeri arasındaki çatışmada psikologlar ikinci raundu kolaylıkla kazanmış görünüyorlar. Gelişim psikolojisi alanında, çocukların gerçekten de do­ ğuştan ve değişmez derecede çok miktarda bilgi ile dünyaya geldiklerini gösteren ve devamlı artan bir veri birikimi vardır. Bu bilgilerin dört alanda toplandığı anlaşılmaktadır: Dil, psikoloji, biyoloji ve fizik. Zengin içerikli akılsal modüllerin evrimleşmesi için, bu alanlardan her biri -yani akla benzetilen İsviçre ordu çakısı üzerindeki özel bıçaklardan her biri— için seçilime yönelik güçlü baskılar olduğunu düşünebiliriz. Yine de bu, akim tam bir açıklaması olamaz. Bir an için bir çocuğun cansız bir oyuncak bebekle oynarken onu bir canlının özellikleriyle nasıl bezediğini hatırlayın. Bu çocuğun akimın en önemli özelliği, yalnızca, bu cansız nesneyle oynamak için ona evrimsel olarak uygun olmayan psiko­ loji, biyoloji ve dil kurallarını uygulayabilmesi değil, kendini bunu yapma­ ya tam anlamıyla zorunlu hissetmesidir. Bu karşı konulmaz istek ve bu isteğin kolayca uygulanabilmesi, bir dil öğrenme ya da inanç-istek psiko­ lojisini kavrama isteği kadar güçlü görünmektedirBu da, çocuğun evrimleşmiş beyin yapısının temel bir özelliği olsa gerek. O halde şimdi C&amp;.T ile üçüncü raunt için tekrar ringe çıkabiliriz. Boks eldivenlerim yaşamının ilk birkaç yılında çocuğun akimın nasıl değiştiğini incelemiş olan bir çift gelişim psikologu olacak. Onların yakla­ şımlarını incelerken, bu bölümde daha önce ortaya koyulan etkileyici yaklaşımı, yani çocuk aklının gelişimi sırasındaki evrelerin atalarımızın bilişimsel evriminin evrelerini yansıttığını hatırlamamız gerekir: Yani ontogeninin filogeniyi iyi tekrarladığını. Yeni doğmuş bebek: Genelleşmiş bir yaklaşımdan özel alan yaklaşımına doğru Zengin içerikli akılsal modüllerle ilgili olarak incelediğimiz tartışılmaz kanıtlar esas olarak iki ya da üç yaşındaki çocuklardan elde edilmişti. Ya bu dönemden önce ve sonra çocukların akılları ne durumdadır?


66 AKLIN TARİHÖNCESİ Gelişim psikologu Patricia Greenfield, çocuk aklının iki yaşma kadar İsviçre ordu çakısına hiç de benzemediğini öne sürer; hatta, bu yaşa kadar akıl, bu bölümün başında gördüğümüz genel amaçlı öğrenme programını daha çok andırmaktadırGreenfield, küçük bebeklerde görülen nesneleri elleme ve tutma becerisinin ve dil kapasitesinin de bu bilişsel sürece dayandığını savunur: Modülerleşme ancak bu yaştan sonra başlamaktadır. Greenfield, bu düşüncesini savunurken, çok küçük çocuklarda nesne­ leri birleştirmede ya da konuşmada görülen hiyerarşik düzenlemeler ara­ sındaki benzerliği vurgular. Bir bütün oluşturmak için, nesneler söz konu­ su olduğunda elemanların birleştirilmesi gerekirken, sözcükleri oluştura­ bilmek için de seslerin bir araya getirilmesi zorunludur. Bir dil patlaması ancak iki yaşından sonra meydana gelir; bu yaştan önce çocuk, dilin ilk kurallarını yalnızca dille kısıtlı olmayan başka kurallarla öğrenir gibidir. Aklı basit, genel amaçlı bir bilgisayar programı^ulanmaktadır, genel bir zekâya sahiptir. Greenfield, bu açıdan iki yaş çocuğunun aklının, fiziksel nesneleri ve sembolleri kullanabilmek için genel amaçlı öğrenme süreçle­ rinden yararlandığına inandığını ve bunun da şempanzeninkine benzer olduğunu öne sürer, bu yaklaşımı beşinci bölümde araştıracağız. İnsan­ larda dil, fizik, psikoloji ve biyoloji konularıyla ilgili bilgiler taşıyan zengin içerikli akılsal modüllerin genel amaçlı öğrenme kurallarına üstün gel­ mesi ancak iki yaşından sonra gerçekleşir* O halde, bir bilgisayar programından İsviçre ordu çakısına dönüşen akim ilginç bir başkalaşım geçirdiği anlaşılıyor. Bu metamorfoz, bir kuy­ ruklu kurbağa larvasının kurbağaya dönüşmesi gibi, öykünün sonu mudur, yoksa -tırtılın krizalite dönüşmesi gibi- son ve en şaşırtıcı değişimin henüz oluşmak üzere olduğuna işaret eden farklı bir dönüşüm türü müdür? Annette Karmiloff-Smith, İkincisinin doğru olduğuna ve akim son geli­ şim evresinin kelebeğin ortaya çıkışma benzediğine inanır Çocuk: Özel alan yaklaşımından bilişsel akıcılık yaklaşımına doğru Beyond M odularity (Modülerliğin Ö tesinde, ) adlı kitabında Karmiloff-Smith, modülerleşmenin gelişimin bir ürünü olduğu konusun­ da Greenfield’la aynı fikirdedir. Karmiloff-Smith’e göre gelişen modüller farklı kültürel bağlamlarda, belli ölçüde değişkendirler -evrim psikolog­ ları için lanetli bir yaklaşım olmakla birlikte- Karmilöff-Smith’in çalışma­ larını Howard Gardner’m düşünceleriyle aynı çizgiye getiren bir düşünce şekli. Yukarıda gördüğümüz üzere, Noam Chomsky, Alan Leslie, Scott A tran ve Elizabeth Spelke gibi araştırmacıların da çalışmalarında


ÇAĞDAŞ AKÜN MİMARİ YAPISI 6 7

sergiledikleri gibi, dil, psikoloji, biyoloji ve fizikte sezgisel bilginin tartışılmaz rolünü Karmiloff-Smith de bütünüyle benimsemiştir. Ama ona göre, sezgisel bilgi bilişsel alanların gelişmesi için ancak bir marş pedalı olabilir. Karmiloff-Smith, akılda gelişen bu alanlardan/yetilerden/ zekâlardan bazılarının, örneğin dil ve fiziğin, evrim psikologlarının öne sürdükleriyle aynı olduğuna ve aynı biçimde oluştuklarına inanır: Bu­ nunla birlikte, C &amp; T ’nin akılsal modülleri yetilere göre gruplandırma­ sına karşılık, Karmiloff-Smith, alanları mikro-alanlara böler. Bu durumda, kimin kitabının okunduğuna bağlı olarak, dilin yetisi/alanı içinde zamirlerin öğrenilmesi süreci, modül ya da bir mikro alan olarak tanım­ lanacaktır. Ama, Karmiloff-Smith’in düşünceleri için çok önemli olan bir özellik, ortaya çıkan alan tiplerini belirlemekte çocuğun geliştiği kültürel bağla­ mın rol oynamasıdır. Bunun nedeni, beynin geliştiği ilk dönemlerin şekil­ lendirilebilir niteliğidir. Karmiloff-Smith, “zaman içinde, özel-alanlara özgü çeşitli hesaplamalar için giderek artan sayıda beyin devresi seçildi­ ğini”53 ileri şürer. Sonuç olarak, belki Pleistocene avcı-toplayıcıları büyük matematikçiler değildiler -yaşamları bunu gerektirmiyordu- ama yine de, günümüz çocuklarının beyninde özelleşmiş bir bilişsel matematik alanının gelişmesi mümkündür. Bunun için gereken marş pedalı fizikte ya da çocukların doğuştan sahip olduğu sezgisel bilgi modüllerinden bir başkasında saklı olabilir. Psikolog David Geary tarafından da incelendiği gibi,54 uygun kültürel koşullar altında bu özellik gelişkin bir matematik bilgisi alanı haline dönüşebilecektir. Akıl hâlâ bir İsviçre ordu çakısıdır; fakat bıçak çeşitleri kişiden kişiye değişmektedir. İsviçre ordu çakısı kulla­ nan kişiler içinde balık avlamaya giden biriyle, kamp kurmaya giden birinin gereksinim duyacağı bıçaklar farklı olacaktır. O halde, Karmiloff-Smith ve C &amp; T, küçük bir çocuğun akimin İsviçre ordu çakısı gibi olduğu konusunda hemfikirdirler. Ama KarmiloffSmith’e göre, bu dönem, kelebeğin ortaya çıkmasından hemen önceki döneme benzer. Modülerleşmenin gerçekleşmesinin hemen ardından modüller birlikte çalışmaya başlar. Bu durumu tanımlamak için çok biçim­ siz bir terim kullanır: “Temsili Yeniden Tanımlama.” Ama aslında anlat­ mak istediği çok basittir. RR sonucunda, akılda “benzer bilgiler için bir­ den çok temsil unsuru” ortaya çıkar ve bunun da sonucunda “bilgi normal olarak kullanıldığı özel amaçların ötesinde de kullanılabilir hale gelir ve alanlar arası algılama bağlantıları oluşturulabilir.”55 Diğer bir deyişle, daha önce özel bir alan içinde “sıkışmış” olan bilgileri birleştirecek düşün­ celer ortaya çıkabilir.


68 AKLIN TARİHÖNCESİ Bu düşüncelere çok benzeyen ama onlardan bağımsız bir başka düşünce de, gelişim psikologları Susan Carey ve Elizabeth Spelke tarafından öne sürülmüştür. Carey ve Spelke “düşünce alanları arasında iletişim”in belirmeşini bilişsel gelişimin temel bir özelliği olarak savunmuşlar ve bunun kültürel çeşitlilik yaratan bir özellik olduğunu öne sürmüşlerdir: “Her ne kadar dünyadaki tüm yeni doğmuşlar bir dizi birincil bilgi sistemini paylaşırlarsa da, çocuklar ve yetişkinler gelişim ve öğrenim sırasında araş­ tırmalar yaparak ve bilgi sistemleri arasında bir iletişim oluşturarak buna uyum sağladıkça bu sistemler de kendiliğinden geçersizleşir.”56 Yaratıcılığın açıklanması Karmiloff-Smith, Carey ve Spelke’ninbu düşünceleri, bizi hemen Jerry Fodor ve Howard Gardner’m çok etkileyici buldukları ve aklın yapısının temelim oluşturduğuna inandıkları özelliklere döndürür. Fodor’un akim en şaşırtıcı özelliklerini, “kapsüllenmiş olmayışı, holizmi ve analojilere olan düşkünlüğü” olarak tanımladığını, Gardner’ın ise “normal insan ilişkilerindeki karmaşık etkinlikleri gerçekleştirmek için sorunsuz ve pürüzsüz şekilde bir arada çalışan zekâ bileşimleriyle karşılaşılmasmın tipik” olduğunu söylediğini hatırlayın. Gardner, en akıllı bireylerin, düşünce alanları arasında, metafor ve analojilerin kullanımında örneklen­ diği gibi, ilişki kurmakta -ya da iletişimde- en başarılı olanlar olduğunu öne sürüyordu. Gerçekten de insan yaratıcılığının özü buymuş gibi gözüküyor. Marga­ ret Boden Creative Mind, (Yaratıcı Akıl, ) adlı eserinde yaratıcı düşün­ ceyi nasıl açıklayabileceğimizi araştırır ve bunun kavramsal alanların değişimi olduğu sonucuna varır. Boden’a göre bir kavramsal alan, tartış­ makta olduğumuz bilişsel düşünce alanı, zekâ ya da yetiye çok benzer. Bunlardan birinin değişimi yeni bilgiler edinilmesi ya da zaten düşünce alanları içinde bulunan bilgiyi işlemenin yeni yollarının bulunması anla­ mına gelir. Kitabında, Arthur Koestler’in ’te insan yaratıcılığı konu­ sunda yaptığı açıklamaları anlatır. Koestler, yaratıcılığın “daha önceden birbiriyle ilişkisi olmayan yetenek ya da düşünce kalıplarının aniden birbirine kenetlenmesiyle”58 ortaya çıktığını savunmuştur. Düşünce mat­ risi deyimi, Gardner’m zekâları ya da C &amp; T ’nin yetileri cinsinden kavram­ ları akla getirir gibidir. Birden çok bilişsel alandan bilgi gerektiren düşünce ile ilgili kanıtlar öyle çarpıcı ve bunun akılsal mimarinin önemli bir özelliği olduğu öyle belirgindir ki bazı evrim psikologları bile bunun nasıl açıklanabileceğini


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 6 9

araştırmışlardır. Bu konuda iki öneri ileri sürülmüştür. Bunlardan birin&quot; cisi, 20 yıl önce evrimsel psikolojiyi dünyaya getiren ebelerden biri olarak Nicholas Humphrey’e yardımcı olan Paul Rozin tarafından yapılmıştır. Rozin, C &amp; T ’ninkilere çok benzeyen düşünceler geliştirmiş,59 evrim süreç­ lerinin, akıl içinde oluşan ve kendisinin “uyarlanabilir uzmanlıklar” adını verdiği çok sayıda modülle sonuçlanması gerektiğini savunmuştur (C &amp; T ’nin 20 yıl sonra bu anlamda kullandığı ilk teknik terim “Darwin Algoritmasıdır). Ama Rozin’in sorduğu asıl önemli soru davranış esnekli­ ğinin nasıl evrimleşebileceğidir. C &amp; T , bunun İsviçre ordu çakısına daha özel amaçlı bıçaklar eklenmesinden ibaret olduğunu öne sürmüştür. Diğer taraftan Rozin, akılsal modüller/alanlar arasında bir şekilde ulaşılabilirlik sağlanmasının, hem çocuk gelişimi hem de evrim açısından önemli bir özellik olduğunu savunmuştur: “Zekânın evrimini kanıtlayan ayar dam­ gası () bir kapasitenin önce dar bir kapsam içinde ortaya çıkıp daha sonra diğer alanlara yayılmasıdır.”60 Bu cümle, Karmiloff-Smith’in yakla­ şık yirmi yıl sonra yazdığı ‘Bilgi normal olarak kullanıldığı özel amaçlı hedeflerin ötesinde kullanılabilir hale gelir’ cümlesiyle kolayca yer değiş­ tirebilir. Fodor, Gardner, Karmiloff-Smith, Carey, Spelke ve Rozin tarafından savunulan tüm bu düşünceler, tam gelişmiş çağdaş aklın kesinlikle modü­ ler bir mimariye sahip olduğu şeklindeki yaklaşımlara son verir gibi görünmektedir. Yaratıcılık için modülerliğin azalması gerektiği anlaşıl­ maktadır. Bununla birlikte, bilişim bilimci Dan Sperber, tam anlamıyla modüler ama aynı zamanda yaratıcı bir çağdaş akim birlikte var olabi­ leceğini savunurSperber, evrim sırasında akim, yalnızca, özel bir başka modül geliştirdiğini öne sürer. Bu modülü “metatemsil modülü” olarak adlandırır. Bu terim de, en az Karmiloff-Smith’in kullandığı temsili yenidentanımlama terimi kadar biçimsizdir ve zaten bu iki düşünürün gö­ rüşleri arasında da temel bir benzerlik mevcuttur. Bu benzerlik, bilgilerin insan aklı içinde çeşitli temsil biçimlerine sahip olmasıdır. Akim diğer modüllerinin, örneğin köpekler ve köpeklerin yaptıklarıyla ilgili olanların kavram ve temsiller içermesine karşılık, Sperber, bu yeni modülün yal­ nızca “kavramlarla ilgili kavramlar” ve “temsillerle ilgili temsiller” içer­ diğini öne sürmektedir. Sperber ne demek istediğini köpeklerle değil de kedilerle ilgili bir örnek kullanarak açıklar. Aklımızın derinliklerinde bir yerde canlılarla ilgili sezgisel bilgimizle bağlantılı bir “kedi” kavramı mevcuttur. Bu kav­ ramsal kedi havlayamâz, çünkü kedinin özünde havlamak yoktur. Kedi­ lerle ilgili yeni bir şey duyduğumuz zaman bu bilgi başlangıçta metatemsil


7 0 AKLIN TARİHÖNCESİ

modüle girer. Oradan, kedilerle ilgili var olan kavramımızla uyumlu her bilgi bu kavramla birleşir ve onu hafifçe değiştirebilir. O halde metatemsil modülü, yeni fikirlerin kendilerine bir yer bulmadan önce geçmesi gereken bir dağıtım bürosu gibidir. Ama bu yeni fikirler yerlerini buldukları zaman bile geri gelmekte ve istedikleri zaman dağıtım bürosunu ziyaret etmekte özgürdürler. Kedilerin havlayabileceği cinsinden yeni fikirlerin gidecek uygun bir yerleri yoktur. Ve sonuçta dağıtım evinde kalmakla yetinirler. Bu dağıtım evinde her türlü yanlışlıkla karşılaşılabilir. Farklı modüllerden gelen fikirlerle gidecek yeri olmayan fikirler bazı garip şekil­ lerde bir araya gelebilirler. Örneğin, köpeklerle ilgili bilgiler, fiziksel nes­ nelerle ilgili bilgilerle inanç ve isteklerle ilgili bilgilerin arasına karışabi­ lirler. Böylece bir çocuğa bir oyuncak köpek -doldurulmuş malzemeden oluşmuş cansız bir kü tle- verildiğinde, o kız ya da erkek çocuk, onun köpek gibi davranmasını sağlarken aynı zamanda da ona insana benzer inanç, istek ve amaçlar yakıştırabilir. Bu dağıtım evi nasıl evrimleşmiş olabilir? Ya da bu dağıtım evi gerçekte mevcut değilse, evrimin, bilişim alanlarımızın duvarları arasında bilginin akışını ya da bu bilginin akim farklı kısımlarında kopyalanmasını sağla­ mak için delikler açmış olması nasıl olanaklı olabilir? Bunlara bir yanıt bulabilmek için Aklın Tarihöncesini bilmemiz gerekir. Çünkü düşünce alanları arasındaki bu değiş tokuş tam da C &amp; T ’nin her türlü davranış yanlışlığına yol açabileceği için evrimde olmaması gerektiğini savunduğu şeydir. Öğlen yemeğine gidip orada bir tabak dolusu plastik muz görebi­ lirim. Bu sarı nesnelerin benim yenilebilir şeylerle ilgili bilgilerimle uyu­ şup uyuşmadığını (örneğin plastikten yapılıp yapılmadıklarını) kontrol etmektense tutup onları ısırabilirim. Ve bunun tek nedeni cansız fiziksel nesnelerle canlıların karıştırılmasına yol açan ve benim akılsal dağıtım büromdan kaynaklanan bir yanlışlıktır. Yemekten döndüm ve plastik muz falan da görmedim. Zaten, plastik muz yeme riski de hiç olmamıştı, çünkü görünüşe göre, aklımız böyle yanlışlar yapmamaktadır. Çılgın ve çarpıcı kavramlar yaratabiliriz, ama genellikle (her zaman değil) bunları gerçek dünyadakilerden ayırmakta çok yetenekli görünürüz. Yine de bu tür kavramları düşünme yeteneği­ mizin evrimleştiği kesindir ve psikologlar bunun neden böyle olduğunu açıklayacak hiçbir yanıt önermezler. Evrimsel konulara ciddiyetle eğilmiş yegâne psikologlar olan Cosmides&amp;Tooby’nin de aklın sahip olduğuna inandıkları akılsal modül çeşitlerinin neden ve nasıl bu tür fikirlere yol açtığı konusunda hiçbir açıklamaları yoktur. Çünkü onlar aklın bir İsviçre ordu çakısına benzediği düşüncesine bel bağlamışlardır.


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 71

Bu bölümde, akim basit bir İsviçre ordu çakısının ötesinde bir şey olduğunu gördük. Daha önceki kuramcılann öne sürdüğü gibi, akıl sıradan bir sünger ya da tek programlı ve genel amaçlı bir bilgisayar olmayabilir, ama yalnızca bir İsviçre ordu çakısı da değildir. Bunların hepsinden çok daha yaratıcı ve önceden kestirilemeyen bir olgudur. O halde belki de Karmiloff-Smith, Carey, Spelke ve Sperber’in dağıtım bürosu ile ilgili düşünceleri evrimsel bağlamda Cosmides ve Tooby’ninkilerle uzlaştırılabilir. İşte gelecek bölümün görevi böyle bir çerçeve önermek olacaktır.


4

Aklın Evrimiyle İlgili Yeni Bir Öneri

Bir önceki bölümde bizi çağdaş akıl etrafında gezdiren “REH BERLER”, akim günümüzde nasıl çalıştığı ve çocukluk dönemi sırasında nasıl geliştiğiyle ilgiliydiler. Oysa benim ilgi alanım onun evrimsel tarihi. Arkeoloji eğitimi gördüğüm için, ne zaman karmaşık bir yapı -b u yapı ister bir taş bina ister çağdaş akıl olsun- ile karşılaşsam, onun evrimsel evrelerini tanımlamaya çalışmaktan kendimi alamıyorum. Arkeolojik bir kazıyla ilgili bir deneyimimi kısaca anlatarak akla nasıl yaklaşmamız gerektiğini açıklamama ve size bunun tadını biraz olsun tattırmama izin verin, Öğrenciyken yaz tatillerim sırasında İtalya’da, Molise kentinde bulu­ nan ve bir Ortaçağ eseri olan San Vincenzo Benedictine Manastırı kazıla­ rında çalışmıştım.1“Güney Kilise” olarak bilinen, özellikle karmaşık bir yapıyla ilgili bir araştırmada gözlemcilik yapıyordum. Yaptığım iş, silinip üzerine başka yazılar yazılmış parşömene benzeyen binalar içinden çok ilgi çekici olan bir tanesinin kalıntılarını, yani sayısız duvar, yer döşemesi ve mezarın ortaya çıkarılmasını, kayıtlara geçirilmesini ve yorumlanma­ sını içeriyordu. Duvarlar ve diğer kalıntıların, binanın tarihiyle ilgili


AKLIN EVRİMİYLE İLGİLİ YENİ BİR ÖNERİ 7 3

Aklın tarihöncesi steven mithen

Akl覺n Tarih繹ncesi

STEVEN MITHEN


Akim Tarihöncesi

Steven Mithen

.Steven Mithen, Slade Güzel Sanatlar Okulu’nda, Sheffield, York ve Cambridge Üniversitelerinde öğrenim gördü. Halen Reading Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nde okutman olarak çalışmaktadır. Etkin bir alan araştırmacısı olarak Batı Iskoçya’da kazı çalışmaları yönetmektedir. Bundan önce yayımlanan eseri Thoughtful Foragers: A Study o f Prehistoric Decision Making () adım taşıyor.

D


M ithen, Steven Aklın Tarihöncesi ISBN 9 7 5 -7 5 0 1 -9 8 -0 / Türkçesi, İrem K u tlu k /D o s t Kitabevi Yayınları Aralık 1 9 99 , Ankara, 3 12 sayfa. A ntropoloji-Ar-keoloji-Tarih-Kaynakça-Dizin


AKLIN TARlHONCESi /

Steven Mithen

DOST

kitabevi


ISBN The Prehistory o f the Mind STEVEN MITHEN © Thames and Hudson Ltd, Bu kitabın tüm yayın hakları Dost Kitabevi Yayınları’na aittir. Birinci Baskı, Aralık , Ankara İngilizceden çeviren, İrem Kutluk Yayma Hazırlayan, Seval Bozkurt Teknik Hazırlık, Mehmet Dirican - Dost İTB Baskı ve Cilt, Pelin Ofset Dost Kitabevi Yayınlan Karanfil Sokak, 29/4, Kızılay , Ankara1 Tel: () 87 72 Fax: () 03 55 [email protected]


İçindekiler

Önsöz

9

1 İnsan Aklı Konusunda Neden Bir Arkeoloğa Danışmak Gereksinl

13

2 Geçmişimizle İlgili Bir Tiyatro Oyunu

22

3 Çağdaş Aklın Mimari Yapısı

39

4 Aklın Evrimiyle ilgili Yeni Bir Öneri

72

5 Primadar, Maymunlar ve Kayıp Halkanın Aklı

85

6 İlk Taş Alet Yapımcısının Aklı

7 İlk İnsan Aklının Çoklu Zekâları

8 Bir Neanderthal Gibi Düşünmeye Çalışmak

9 İnsan Kültüründe Büyük Patlama: Din ve Sanatın Kökenleri

10 O Halde Bu Nasıl Oldu?


11 Aklın Evrimi

Sonsöz: Tarımın Kökenleri

Notlar ve Konuyla İlgili Diğer Kaynaklar

İsim Dizini


Çocuklarım Hannah, Nicholas ve Heather için



Önsöz

İnsan akimın evrimleşmesi milyonlarca yıl aldı. Aklımız, önceden belir­ lenmiş bir hedefi ya da yönü olmayan, uzun ve yavaş bir sürecin ürünüdür. Bu sürecin son milyon yılı içinde atalarımız, kullandıkları taş aletler, yedikleri yiyeceklerin artıkları ve mağara duvarlarına çizdikleri resimler aracılığıyla bize yaşantılarından izler bırakmışlardır. Yazılı kayıtlar ise ancak bu dönemin en sonuna doğru, yani bundan yalnızca yıl kadar öncesinde ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu yüzden, aklın evrimini anlamak için tarihöncesi dönemimize bakmamız gerekiyor. Çünkü dil ve gelişmiş zekâ gibi insan aklının ayırt edici özellikleri bu dönem içinde ortaya çıkmaktadır. Akılla ilgili bir anlayış geliştirmek, insan olmanın ne demek olduğunu değerlendirebilmeyi sağlayacaktır. Dolayısıyla, umuyorum ki, Aklın Tarihöncesi yalnızca arkeolog ve psikologların değil, düşünmeyi bilen ve biraz araştırmacı bir kafa yapısına sahip olan sıradan okuyucunun da ilgisini çekecektir. &#39; Daha önce bir australopithecine ya da bir elbaltasından bahsedildiğini hiç duymamış olabilecek okuyucular için tarihöncesine ait kanıtları ko­


1 0 AKLIN TARİHÖNCESİ

layca anlaşılabilir hale getirecek bir kitap yazmaya gayret ettim. Bu kitapta, aklın evrimi konusunda yeni bir kuram ortaya koymaya da çalıştım. Bu konuda hüküm verecek olan akademisyenlerin, kuramın sıradan okuyu­ cuya gereksiz gelebilecek detaylı bir düzeyde desteklenmiş olduğunu gör­ mesi gerekeceğinden, bu uzmanlara kitapta ortaya atılan iddialarla ilgili ek bilgi sağlayabilmek amacıyla kapsamlı notlar sundum. Bu notların arkeolojik kayıtları ve insan evriminin karmaşıklığını kavramaya çalışan öğrenciler için de aynı derecede yararlı olacağını sanıyorum. Aklın evrimi yavaş ve adım adım gelişen bir süreç olmuşsa da, bu gelişmenin dönüm noktalarinı oluşturan bazı anahtar olaylar vardır. Bu kitabın gelişimi de, benzer biçimde aşamalı bir süreç olmuştur ve bu aşamaları belirleyen üç olay bulunmaktadır. Tıpkı aklın evriminde oldu­ ğu gibi, bu olaylar olmasaydı, kitap ya hiç yazılmayacak, ya da göreceli olarak ilkel bir düzeyde kalacaktı. Bu belirleyici olaylardan birincisi, yılında Cambridge, Trinity Hall’da araştırma görevlisi olduğum dönemde, Amerikalı arkeolog Thomas Wynn’in çalışmasını okuduktan sonra, ta­ rihöncesi bilişime ilk kez ilgi duymaya başlamamın ardından yaşandı. Bir gün öğle yemeği sırasında fakülte dekanı Sir John Lyons bana Jerry Fodor’un The Modularity ofM ind (Aklın Modülerliği) adlı kitabını okuyup okumadığımı sordu. Okumamıştım, ama hemen okudum. Böylece, beyni­ min içinde akim tarihöncesiyle igili bir düşünce yeşermeye başladı. Bu­ nunla birlikte, bundan sonraki altı yıl boyunca fazla bir gelişme göster­ meyen bu düşünce, olduğu yerde kaldı. Ardından ikinci olay meydana geldi. Cambridge’den ayrıldıktan ve Reading Üniversitesi öğretim üyeleri arasına katıldıktan sonra, -1 9 9 4 Nisanında bir akşam- Santa Barbara, Kaliforniya’da bir sahil lokantasında, Leda Cosmides, John Tooby ve Michael Jochim ile bir araya gelmiştik. Leda ve John yemek sırasında beni evrimsel psikoloji konusundaki düşünceleri ile bombardımana tut­ tular ve bana daha sonra çalışmamın gelişmesinde her biri çok önemli rol oynayacak olan bir dizi kitap adı verdiler. Ve son olarak da, bu olaydan birkaç ay sonra bir gece, Iskoçya’daki kazı çalışmalarıma giderken, M6 otoyolundaki servis istasyonlarından birinde, bir meslektaşımla bir şeyler yiyip sohbet etmeye başladık. Arkeolojiden, akilden ve bilgisayarlardan konuştuk. Bu konuşma sırasında ben, artık aklın tarihöncesini beynimden çıkarıp kâğıda dökmemin zamanının geldiğini fark ettim. Bana bunu gerçekleştirme fırsatını, yılının Ocak ve Mart ayları arasında araştırma izni almamı ve bu izin sırasında kitabımın ilk taslağını yazmamı sağlayan, Reading Üniversitesi Arkeoloji Bölümündeki meslek­ taşlarım tanıdı. Reading’deki arkadaşlarıma yalnızca bu izin dönemi için


Ö N SÖ Z 11

değil, ’de aralarına katıldığımdan beri bana bilişsel arkeoloji konu­ sundaki görüşümü geliştirebilmem için sağladıkları o hoş ve cesaretlendirici ortamdan dolayı da minnet borçluyum. Bu dönem süresince, Richard Bradley, Dick Byrne ve Clive Gamble kitabımın taslağını okumak nezake­ tini göstererek birçok yapıcı eleştiri yöneltip beni cesaretlendirdiler. Kitabı yeniden yazdığım süre içinde birçok kişi bana yeni başvuru kaynakları sağladı. Henüz basılmamış olan tezlerini ve kısaca söylemek gerekirse -bir konuşma sırasında geçen ve genellikle kendilerinin bile fark etmediği, ama benim için çok değerli olan sözcüklerden ibaret- za­ manlarını hizmetime sundular. Diğerleri, Cambridge ve Reading’de geçir­ diğim dönemler sırasında, aklın geçmişi konusunda yürüttüğüm araştır­ malarımda bana yardımcı oldular. Leslie Aiello, Ofer Bar-Yosef, Pascal Boyer, Bob Chapman, Michael Corballis, Leda Cosmides, Nyree Finlay, Bill Finlayson, Robert Foley, Chris Knight, Alexander Marshack, Gilbert Marshall, Paul Mellars, Richard Mithen, Steven Pinker, Camilla Powers, Colin Renfrew, Chris Scarre, Rick Schulting, John Shea, Stephen Shennan, James Steele, Chris Stringer ve Thomas Wynn’e özel teşekkür borçluyum. Mark Lake’e, bütün bu zaman içinde düşüncelerimin yayılması görevini üstlendiği için içten şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca, kitabın yazılışının son aşamaları sırasındaki yardımlarından dolayı Thames &amp; Hudson’daki editörlere, grafikler için ise Margaret Mathews ve Aaron Watson’a sonsuz teşekkür borçluyum. Bu kitabın büyük bölümünün yazımı evdeki yemek masamızın üze­ rinde, aile yaşantımın gürültülü karmaşası arasında gerçekleşti. Dolayı­ sıyla en büyük teşekkürü kitap yığınlarıma ve bilgisayar tuşları üzerindeki bitmez tükenmez vuruşlarıma sabırla katlanan karım Sue ya ve çocuk­ larıma borçluyum. Böyle canlı, çağdaş, genç akıllara sahip oldukları için onlara teşekkür etmek üzere, bu kitabı çocuklarım Hannah, Nicholas ve Heather’a adıyorum.


1

İnsan Aklı Konusunda Neden Bir Arkeoloğa Danışmak Gereksin?

İnsan aklı elle tutulamazbir şey, soyut bir kavramdır. Psikolog ve filozofla­ rın bir asırdan fazla bir süredir sürdürdüğü sistematik çalışmalara rağmen, henüz, bırakınız bir açıklamayı, yeterli bir betimleme ve tanımlamadan bile uzaktır. Taş aletler, kırık kemik parçaları ve el oyması heykelcikler yani arkeolojiyle ilgili malzemeler- ise başka niteliklere sahiptir. Ağırlık ve boyutları ölçülebilir, kitaplarda resimleri yayınlanabilir ya da sergilene­ bilirler. Kendilerini çevreleyen yoğun gizem duygusu dışında, akla hiç benzemezler. O halde, insan aklı konusunda neden bir arkeoloğa danış­ mak gereksin? Akim çeşitli özellikleri insanlarda merak uyandırır. Zekâ nedir? Bilinç ne tür bir kavramdır? Yaşayan en yakın akrabamız olan şempanzede böyle olguların izine bile rastlanmazken, insan aklının sanatı yaratması, bilimle uğraşabilmesi yada dinsel ideolojilere inanması nasıl mümkün olabilir?1 Yeniden yukarıdaki soruya dönersek:, Arkeologlar, eski dönemlere ait el ürünleriyle bu tür soruların yanıtlandırılmasına nasıl yardımcı olabilirler? Böyle durumlarda akla, bir arkeolog yerine bir psikologa başvurmak


1 4 AKLIN TARİHÖNCESİ

gelebilir: Dâhiyane laboratuar deneylerinden yararlanarak aklı inceleyenler, genellikle psikologlardır. Psikologlar, çocukların akılsal gelişimini, beyinle ilgili işlev bozukluklarını y^ da şempanzelerin dil öğrenip öğrene­ meyeceklerini araştırırlar. Bu araştırmaları sonucunda da, yukarıda karşı­ laştığımız türden sorular için yanıtlar önerebilirler. Belki de bir filozof denenebilir. Akim doğası ve beyinle olan ilişkisi -akıl-beden ikilemi-bir asırdan fazla bir zamandır felsefenin temel konu­ lan arasında yer almaktadır. Bazı filozoflar ampirik kanıtlar aramış, diğerle­ riyse dikkat çekici zekâlarını konuya yöneltmekle yetinmişlerdir. Başvurulabilecek başka uzmanlar da vardır. Belki beynin içinde ger­ çekten neler olup bittiğine bakabilecek bir nörolog; belki laboratuvar ortamlarında değil, doğal ortamlarındaki şempanzeler hakkında uzman­ laşmış, bilgi sahibi bir primatolog; belki insanın evrimleşmesi sırasında beynin boyut ve şekil olarak nasıl değiştiğini anlayabilmek amacıyla fosil­ leri inceleyen bir biyolog-antropolog ya da Batılı olmayan toplumlarda düşüncenin doğasını araştıran bir sosyal antropolog; belki de yapay zekâ yaratıcısı bir bilgisayar uzmanı? Aslında insan aklı ile ilgili sorularımıza yanıt bulabilmek için danışa­ bileceğimiz uzmanların listesi uzundur. Belki de sanatçıların, sporcuların, aktörlerin, yani akıllarını özellikle etkileyici bir konsantrasyon, ve hayal gücü gerektiren şekilde kullanabilenlerin de eklenmesiyle bu liste daha da uzatılabilir. Tabii mantıklı yanıt, bunların hepsine birden başvurma­ mız gerektiği şeklinde olacaktır: Hemen hemen bütün disiplinler insanın anlamsı yönüne katkıda bulunabilecek durumdadır. Buna karşılık arkeolojinin sunabilecekleri nelerdir? Daha kesin bir ifadeyle, bu kitapta ele alınacak olan tarihöncesi avcı-toplayıcılann arke­ olojisi bize nasıl yardımcı olabilir? Bu dönem taş aletlerin ilk kez ortaya çıktığı milyon yıl öncesinden, tarımın gündeme geldiği yıl öncesine kadar uzanır. Sorunun yanıtı basittir: Bugünü geçmişi öğrenerek anlayabiliriz. O halde arkeoloji, bu konuya sadece katkıda bulunmakla kalmayıp çağdaş aklın anlaşılabilmesi için gerekli anahtarı da elinde tu­ tuyor olabilir. Yaratılışçılar aklın tam olarak gelişmiş biçimde ve birden ortaya çıktı­ ğına inanırlar. Onların görüşüne göre akıl kutsal yaratılışın bir parçasıdır.2 Oysa yanılıyorlar: Akıl uzun bir evrim tarihine sahiptir ve doğaüstü güçlere sığınmadan da açıklanabilir. Birçok psikologun yaşayan en yakın akrabamız olan şempanzeyi incelemesinin nedenlerinden biri, aklın ev­ rimsel tarihini anlayabilmenin taşıdığı önemdir. Özellikle dil kapasiteleri açısından, şempanze ve insan akıllarını karşılaştıran pek çok çalışma


AKIL KONUSUNDA BİR ARKEOLOĞA DANIŞILMALI M I? 1 5

vardır. Bununla birlikte, sonuçta bu çalışmalar başarısız olmuştur. Çünkü şempanze gerçekten de yaşayan en yakın akrabamız olmasına rağmen, aslında bize hiç de o kadar yakın değildir. Şempanze ile paylaştığımız ortak ata, altı milyon yıl önce yaşamıştır. Bu tarihten sonra, çağdaş may­ mun ve insana uzanan evrimsel soy çizgileri birbirinden uzaklaşmaya başlamıştır, O halde, çağdaş insanın aklı ile şempanzeninkini tam 6 mil­ yon yıllık bir dönem birbirinden ayırmaktadır. İşte çağdaş aklın anlaşılmasını sağlayacak olan anahtar bu 6 milyon yıllık dönemde saklıdır. Bu yüzden, milyon yaşında olan ve Australo­ pithecus ramidus adıyla bilinen atamız da içinde olmak üzere, bu dönem boyunca yaşamış olan bir çok atamızın3, yani ilk kez taştan alet yapan 2 milyon yaşındaki Homo habilisin; milyon yıl önce Afrika’yı ilk terk edenler arasında yer alan Homo erectusun; yıldan daha az bir süre öncesine kadar Avrupa’da yaşamaya devam eden Homo neanderthalensisin ve nihayet kendi türümüz olan ve yıl önce ortaya çıkan Homo sapiens sapiens in akıllarını incelememiz gerekir. Bu atalar yalnızca kendi fosil kalıntıları ve davranışlarının maddesi artıkları olan taş aletler, kırık kemikler ve el oyması heykelcikler aracılığıyla tanınmaktadırlar. Şimdiye kadar bu ataların akıllarını yeniden oluşturmak yönünde yapılan en kararlı girişimi psikolog Merlin Donald gerçekleştirmiştir. Origins o f the M odem Mind (Çağdaş Aklın Kökenleri) () adlı kitabında Donald, akim evrimi için bir senaryo öne sürebilmek amacıyla arkeolojik verilerden yararlanmıştır. Her ne kadar onun izinden gitmeyi istiyorsam da, çalışmasında bazı temel yanlışlar yaptığına da inanıyorum -böyle bir inancım olmasa bu kitaba da gerek olmayacaktı zaten.4 Ben Donald’m yaklaşımını tersine çevirmek istiyor, yani arkeolojik verilerden yararlanan bir psikolog değil, psikolojik fikirlerden yararlanan bir arkeolog olarak yazmayı tercih ediyorum. Arkeolojiyi destekleyici rolde kullanmak yerine, çağdaş akim anlaşılması könusundaki gündemi belirlemesini istiyorum. İşte bu yüzden, sizlere Aklın Tarihöncesini sunuyorum. Son yirmi yılda, atalarımızın davranışları ve evrimsel ilişkiler konu­ sundaki anlayışımızda dikkate değer bir ilerleme kaydedildi. Gerçekten de, birçok arkeolog artık atalarımızın nasıl davrandıkları ya da görünüş­ lerinin neye benzediği ile ilgili sorular sormanın ötesine geçip, onların akıllarında neler olup bittiğini öğrenme zamanının geldiğinden kuşku duymuyor. Bilişsel arkeolojinin zamanı5geldi artık. Bilişsel arkeolijiye duyulan gereksinim, özellikle insan evrimi sırasında beynin izlediği genişleme modelinden ve bu modelin geçmişteki, davra­ nışların değişimleriyle olan ilişkisinden -ya da bu ilişkinin eksikliğinden-


1 6 AKLIN TARİHÖNCESİ

anlaşılmaktadır. Böylece, beyin büyüklüğü ile ‘zekâ’ ve davranışlar ara­ sında basit bir ilişki olmadığı açıklığa kavuşmaktadır. Aiello &amp; Dunbar grafiğinde, evrimin son 4 milyon yılı süresince, gelecek bölümde daha detaylı şekilde üzerinde duracağım bir konu olan insan atalarının ve akrabalarının bir silsilesinin beyin büyüklüğünde görülen artış bir şema halinde gösterilmektedir. Şimdilik yalnızca bu büyüklüğün artış şeklini incelemeniz yeterli olacaktır. Şekilde görebileceğimiz gibi, iki büyük beyin büyüme hamlesi gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki, milyon yıl önce meydana gelmiştir ve Homo kabilisin ortaya çıkmasıyla ilişkilendirilebilir gibi görünmektedir. Daha az belirgin olan diğeri ise ila yıl önce yaşanmıştır. Arkeologlar, sakınarak da olsa, birinci sıçramayı alet yapımının gelişmesiyle ilişkilendirmişlet, ama beyin büyüklüğünde ikinci hızlı artış dönemi ile ilgisi olan arkeolojik kayıtların niteliğinde hiçbir önemli değişiklik saptayamamışlardır. Atalarımız bu dönemde de avcılık-toplayıcılık üzerine kurulu temel yaşam tarzlarını sürdürmeye, aynı sınırlı çeşitteki taş ve ağaç aletleri kullanmaya devam etmişlerdir. İnsan davranışlarında görülen gerçekten önemli iki değişim, beynin evrimleşme sonucu çağdaş boyutlarına erişmesinden uzun süre sonra meydana gelmiştir. Bu değişimlerin her ikisi de yalnızca Homo sapiens sapiensle ilişkilidir. Birinci önemli değişim, 60 ila 30 yıl öncesinde yaşanan, sanat, gelişmiş teknoloji ve dinin ilk kez görüldüğü kültürel patlamadır. İkincisi ise, 10 yıl önce, insanların ilk kez tohum ekip hayvanlan evcilleştirmeye başlaması, böylece çiftçiliğin gelişmesidir. Her ne kadar Neanderthallerin beyinleri ( - 30 yıl öncesinde) bizimkilerin büyüklüğüne erişmişse de, kültürleri son derece sınırlıydı; ne sanat, ne gelişkin teknoloji ne de büyük olasılıkla dini bir davranış biçimi geliştirmişlerdi. Oysa büyük beyinler değerli organlardır ve -aynı miktar kasın dinlenme sırasında gereksinim duyacağı enerjinin 22 katı kadar- çok fazla enerjiye gereksinimleri vardır.6 O halde, burada bir iki­ lemle karşı karşıyayız: “Kültürel patlama”dan önce beynin yeni işlem gücü ne amaçla kullanılmaktaydı? İnsan evrimi süresince gerçekleşen bu iki büyük sıçrama sırasında beyin büyürken akla neler olmaktaydı? Bu sıçramalar arasındaki dönemde akıl ne durumdaydı? Bu dönemde, 60 - 30 yıl öncenin kültürel patlamasına neden olan Homo sapiens sapiensin aklı ne durumdaydı? Dil ve bilinç ilk olarak ne zaman ortaya çıktı? Zekâ çağdaş biçimini ne zaman aldı, daha önemlisi çağdaş zekâ nedir ve çağdaş zekâdan önceki zekânın özellikleri nelerdir? Bu zekâ türlerinin, beynin boyutları ile ilişkisi varsa, bu ilişki nasıldır? İşte bütün bu soruları yanıtlayabilmek için ikinci bölümde &quot;sunacağım kanıtlar aracı-


AKIL KONUSUNDA BİR ARKEOLOGA DANIŞILMALI M I? 1 7

İnsan evriminin son 4 milyon yılı boyunca beyin hacminde saptanan artış. Her sembol Aiello &amp; Dunbar tarafından tahmini beyin hacminin hesaplandığı bir kafatasına karşılıktır (). Sayfanın üst bölümündeki grafik, Aiellonun, bir milyon yıldan fazla süren bir denge dönemi ile birbirinden ayrılan iki patlamayla ilgili kanıtları tartıştığı kitabında (a) kullanılan şekle dayanmaktadır.


î 8 AKLIN TARİHÖNCESİ

lığıyla tarihöncesi düşünce şeklini (yani aklı) yeniden kurgulamamız gerekiyor. Bununla birlikte, bu kanıtlardan bir anlam çıkarabilmemiz, ancak, atalarımızın sahip olabileceği akıl türleri konusunda birtakım beklentile- y rimiz varsa mümkün olacaktır. Aksi halde, yalnızca akıl karıştırıcı bir veri karmaşası ile karşı karşıya kalır, çalışmamız için bu verilerin hangi özelliklerinin yararlı olabileceğini bilemeyiz. Bu beklentileri oluşturmaya başlamak üçüncü bölümün amacı. Böyle bir yaklaşım geliştirebilmemin nedeni, psikologların çağdaş aklı anlayabilmemiz için önce evrim sürecini anlayabilmemiz gerektiğini fark etmiş olmalarıdır. Yani, arkeologların bir “bilişsel arkeoloji” geliştirdikleri süreç içinde, psikologlar da bir “evrim psikolojisi” kavramı geliştirmekteydiler. Bu iki yeni alt disiplinin birbirine büyük gereksinimi vardır. Arkeologlar psikoloji içindeki güncel düşünce tarzını dikkate almadıkları takdirde bilişsel arkeoloji gelişemeyecek; aynı şekilde evrim psikologları da insan atalarının arkeologlar tarafından yeni­ den kurgulanan davranışlarına önem vermezlerse başarılı olamayacaklar­ dır. Benim bu kitaptaki amacım, bir birleşme gerçekleştirmek ve bunun ürünü olarak da, akıl konusunda tek başına arkeoloji ya da tek başına psikolojinin başarabileceğinden daha derin bir anlayış oluşturmak ola­ caktır. Üçüncü bölüm, geçmiş davranışlar konusunda sahip olduğumuz bilgiy­ le ilişkilendirilmesi gereken psikolojik gelişmelerin ana hatlarının belir­ lenmesini konu etmektedir. Yeni evrim psikolojisinin temel tartışma konu­ larından biri, aklı genel amaçlı bir öğrenme mekanizması, bir çeşit güçlü bilgisayar olarak görmenin yanlış olduğudur. Akılla ilgili bu görüş, aklın toplumsal bilimler arasında yaygın olan ve gerçekten de sağduyulu bir değerlendirmesidir. Oysa, evrim psikologları bu görüşü, aklın, her biri belli bir özel davranış tipine hasredilmiş bir dizi özel “modül” ya,da “bilişsel alan” veya “zekâ”dan, yani dil öğrenmek, alet kullanabilmek veya sosyal etkileşime girmek üzere gelişmiş modüllerden oluştuğu şeklin­ de değiştirmemiz gerektiğini öne sürmektedirler7 (bkz. s. 19’daki çizelge). Gelecek bölümlerde açıklayacağım gibi, akılla ilgili bu yeni görüş, her ne kadar günümüzde evrim psikologlarının inandıklarından çok farklıysa da, hem tarihöncesi akim, hem de çağdaş akim doğasını çözümlemek için gerekli olan anahtara gerçekten sahiptir. “Genelleşmiş” ve “özelleş­ miş” yaklaşım arasındaki karşıtlık kitap boyunca önemli bir konu olarak karşımıza çıkacaktır. Evrim psikolojisi ile ilgili yeni düşüncelere bir göz atacak olursak, çözüm bekleyen bir başka ikilemle daha karşılaşırız. Eğer akıl gerçekten


AKIL KONUSUNDA BİR ARKEOLOGA DANIŞILMALI M I? 1 9

Akılla ilgili iki görüş açısı (Cosmides &amp;Tooby &#39;ye dayanarak) “Standart Toplum Bilim” modeli “genelleşmiş akılsal yaklaşım” Biyoloji

Evrim Psikolojisi Modeli “özelleşmiş akılsal yaklaşım” Biyoloji

İçeriği olmayan genel amaçlı öğrenme mekanizması

■ Kültür Psikolog Leda Cosmides ve John Tooby’ye göre toplumbilimciler, aklı, içeriği olmayan, genel amaçlı bir öğrenme mekaniz­ ması olarak değerlendirme eğilimindedirler. Doğumun hemen ardından akıl “boş

Kültür bir liste gibidir” ve bizim dünya ile ilgili bil­ gimiz ve düşünce tarzımız kültürümüz ara­ cılığıyla elde edilir. Bu görüşe göre, biyolo­ jik yapımızın akılsal özelliklerimiz üzerinde oynadığı rol kısıtlıdır.

de her biri farklı bir davranış biçimine ayrılmış çeşitli süreçlerden oluşu­ yorsa, çağdaş akim en dikkat çekici özelliklerinden birini, neredeyse sınır­ sız bir hayal gücünü nasıl açıklayabiliriz? Böyle bir özelliğin, her biri farklı bir davranış tipine hasredilmiş, birbirinden ayrı bir dizi bilişsel süreç sonucunda ortaya çıkması nasıl mümkün olabilir? Bu sorunun yanıtı ancak akim tarihöncesinin gözler önüne serilmesiyle bulunabilir. Dördüncü bölümde evrim psikoloji ile ilgili konular üzerinde duracak, bunları çocuk gelişimi, sosyal antropoloji gibi başka alanlardan bilgilerle destekleyerek akılla ilgili evrimsel bir senaryo öne süreceğim. Böylece, gelecek bölümlerde tarihöncesi dönemlere ait akılların yeniden oluşturul­ ması için gereken model sağlanmış olacak. Yeniden kurgulama işine, beşinci bölümde, 6 milyon yıl önce yaşamış olan maymun ve insanların ortak atasının aklını çözümleyerek başlayacağım. Elimizde ortak ata ile ilgili hiçbir fosil izi ya da arkeolojik kalıntı bulunmadığından, bu aklın temel olarak günümüz şempanzesininkinden farklı olmadığı şeklinde bir varsayım öne süreceğim. Şempanzelerin alet kullanma ve yiyecek arama konusundaki yeteneklerinin, şempanzenin -v e 6 milyon yıl önce yaşamış olduğunu umduğum ortak atanın— aklı konusunda bize neler anlattığı gibi sorular soracağım.


2 0 AKLIN TARİHÖNCESİ

Bundan sonraki bölümde, yıl öncesinin fosil kayıtlarında Homo sapiens sapiensin -kendi türümüzün- ortaya çıkmasından önceki atalarımızın akıllarını yeniden kurgulayacağız. Altıncı bölümde, Homo soyunun ilk üyesi olan Homo habilis üzerinde duracağız. Homo habilis, alet yapabilen tanımlanmış ilk ata olmasının yanında,.oldukça yüklü oranda etten oluşan bir gıda rejimine de ilk sahip olanlardandı. Bu tür yeni davranışlar bize Homo kabilisin aklı ile ilgili neler anlatabilir? Homo kabilisin dil öğrenme kapasitesi var mıydı? Bu türler bizim dünyamıza benzer bir dünya bilincine sahip miydiler? Yedinci bölümde, kendilerinden “ilk İnsanlar” olarak söz edeceğim bir grup insan atası ve akrabalarını gözden geçireceğiz. Bunların en tanın­ mışları Homo erectuslar ve Neanderthallerdir. İlk İnsanlar milyon yıl öncesinden başlayarak bundan yalnızca 30 yıl öncesine kadar varlık­ larını devam ettirmişlerdir. Bu dönemdeki İlk İnsan davranışlarında çok az değişim görüldüğü için -k i bütün atalarımızı İlk İnsanlar olarak birlikte gruplayabilmemizin nedeni de budur- İlk İnsan aklını yeniden kurgular­ ken, yıl öncesinden sonra ortaya çıkan yeni beyin işlem gücünün neye yaradığını açıklama sorunuyla karşılaşacağız. Neanderthaller, baş etmek zorunda olduğumuz en önemli sorunlardan biri, sekizinci bölümde bir Neaderthal aklına sahip olmanın neye benzeye­ bileceğim sormakla üstlendiğim şey bir iddiadır. Yaygın olarak zekâdan oldukça yoksun olduklarının düşünülmesine karşılık, Neanderthallerin, örneğin, beyin büyüklükleri ya da taş aletlerinden anlaşılabilen teknik yetenekleri açısından bize benzediklerini göreceğiz. Bununla birlikte sa­ nat, ritüel ve taş dışındaki malzemelerden yapılmış aletler konusundaki eksiklikleri gibi yönlerden de, bizden çok farklı olduklarını anlayacağız. Davranışlardaki bu belirgin çelişkiler -bazı yönlerden böylesine çağdaş, bazı yönlerden ise aynı ölçüde ilkel olmak gibi- Neanderthal aklının yeniden kurgulanması için çok önemli kanıtlar sağlamaktadır. Bu kanıtlar bize, çağdaş aklın temel özellikleri konusunda da bir ipucu kazandıracaklar. Bu ipucu, şimdiye kadar psikologların, filozofların ve aslında tarihöncesinden gelen kanıtları görmezden gelen tüm bilim adamlarının gözünden kaçmış bir bulgudur. Araştırmamızın dönüm noktası, yani “insan kültürünün büyük patla­ ması” dokuzuncu bölümle gelecek. Bu bölümde göreceğimiz gibi, ilk çağ­ daş insanlar olan Homo sapiens sapiens yıl önce ortaya çıktığında, Neanderthal türü İlk İnsanla ayni temel davranışlara sahipmiş gibi görü­ nüyordu. Ve sonra, 60 yıl öncesiyle 30 yıl önceki dönem arasında beyin büyüklüğü, şekli ya da anatomisinde gözle görülür herhangi bir


AKIL KONUSUNDA BİR ARKEOLOĞA DANIŞILMALI M I? 21

değişiklik olmaksızın kültürel patlama meydana geldi. Bu patlama yaşam biçimlerinde öylesine köklü bir değişikliğe neden olmuştu ki aklın doğa­ sında meydana gelen önemli bir değişimin buna neden olduğu konusunda en ufak bir kuşku duyulamazdı. Ben bu değişikliğin, çağdaş akim —yani bugün sizin ve benim sahip olduğum akılcılığın- ortaya çıkışından daha az önemli bir olgu olmadığını ortaya koymaya çalışacağım. Dokuzuncu bölümde bu yeni akılcılığı tanımladıktan sonra Onuncu bölümde bu akılcılığın nasıl meydana çıktığı konusunda önermelerde bulunacağım. Onbirinci yani son bölümde aklın tarihöncesini incelemekten uzakla­ şıp evrimine yöneleceğim. Kitabın akışı içinde son 6 milyon yılda aklın nasıl değiştiği saptanırken, bu son bölümde 65 milyon yıl önce, ilk primat­ larla başlayan, gerçekten uzun bir dönemi kapsayan bir perspektif benim­ seyeceğim. Böyle yapmakla, çağdaş aklın nasıl uzun ve yavaş bir evrimsel sürecin -dikkat çekici olmasına karşılık daha önce fark edilmemiş bir sürecin- ürünü olduğunu değerlendirme olanağını yakalamış olacağız. Kitabımı 10 yıl öncesinde tarımın kökenlerini anlatan bir sorisözle bitireceğim. Tarım, insan yaşam biçimlerini değiştirmiş ve genç akıllar için —hareketli avcı—toplayıcı yaşam biçiminden çok yerleşik çiftçi toplumları içinde - gelişmeye açık yeni koşullar yaratmıştır. Bununla birlikte, ben bu kitap boyunca çağdaş aklın özelliklerini belirleyen en temel olay­ ların, tarihöncesi dönemin çok daha erken tarihlerinde meydana geldiğini göstereceğim. Gerçekten de, tarımın kökenleri aklın tarihöncesi için yalnızca bir sonsöz oluşturmaktadırlar. Bu kitapla, akim evrimi konusundaki “neler”i, “ne zamanlardı ve “niçinler”i belirlemeyi istiyorum. Kitabın akışı içinde sanat, din ve bilimin bilişsel kaynaklarını arıyor olacak ve onları bulacağım. Bu kaynakların sergilenmesi -h er ne kadar yaşayan en yakın akrabamız olan şempanzenin aklı bizimkinden gerçekten boylesine temel farklılıklara sahip olsa d adiğer türlerle nasıl ortak kökler paylaştığımızı açığa çıkaracak. Böylece, aklın doğaüstü müdahalenin bir ürünü olduğunu öne süren yaratılışçı iddiayı reddedebilecek somut kanıtı sağlamış olacağım. Bu tarihöncesinin sonuna geldiğimizde, aklın nasıl işlediği konusunda bir anlayış geliştirmiş olacağımı, aynı zamanda insan akli konusunda neden bir arkeologa danı­ şılması gerektiğini de göstermiş olacağımı umuyorum.


2

Geçmişimizle ilgili Bir Tiyatro Oyunu

Çağdaş akim kökenlerini bulabilmek için tarihöncesinin karanlığına bir göz atmamız gerekiyor. Bunu yapmak için, bundan yalnızca 5 yıl öncesinde başlamış olan ilk uygarlıklardan daha önceki bir zamana dönmeliyiz. Hatta bitki ve hayvanların ilk kez evcilleştirildikleri 10 yıl öncesinden de geriye gitmeliyiz. Sanatın ilk ortaya çıktığı 30 yıl önceyi sıçrayıp geçmemiz, hatta yıl öncesinin fosil kayıtlarında kendi türümüz Homo sapiens sapiensin ilk kez görüldüğü zamanı bile arkada bırakmamız gerekiyor. Öyle ki, ilk taş aletin görüldüğü milyon yıl öncesi bile yeterince eski bir zaman sayılmayabilir. Akim tarihöncesi için başlangıç noktamız 6 milyon yıl öncesinden daha az olamaz. Çünkü ataları iki ayrı yönde evrimleşmiş olan primat, 6 milyon yıl öncesinde yaşamıştı. Evrimin bir kolu çağdaş maymun, şempanze ve gorile, diğer kolu çağdaş insana uzanmaktaydı. Dolayısıyla bu eski insansı kuyruksuz büyük maymun ortak ata olarak kabul edilir. Bu insansı tür, yalnızca ortak ata olarak değil, aynı zamanda eksik halka olarak da anılmaktadır. Yaşayan maymunlarla ilişkimizi sağlayan


GEÇMİŞİMİZLE İLGİLİ BİR TİYATRO OYUNU 2 3

tür budur, ama fosil kayıtları arasında onun izine rastlanmamaktadır. Yine de bu “eksik halkanın” varlığından kuşku duyamayız. Bilim adamları ısrarla onun izini sürüyorlar. Çağdaş maymun ve insanların genetik yapı­ larındaki farklılıkları ölçerek ve genetik mutasyonun ortaya çıkış hızını tahmin ederek, şimdilik onun 6 milyon yıl kadar önce yaşamış olduğunu saptamış bulunuyorlar. Bu türün yaşamını Afrika’da geçirmiş olduğundan da emin olabiliriz, çünkü -tıpkı Darwin’in açıkladığı gibi- Afrika kıtası­ nın gerçekten de insanlığın beşiği olduğu görülmektedir. Başka hiçbir kıta bize atalarımıza ait yeterli insan fosili sunamamıştır. 6 milyon yıl geniş bir zaman dilimidir. Bu zaman dilimini anlamaya başlayabilmemiz ve onun dikkat çekici olaylarının örüntüsünü kavrayabilmemiz için, bu olayların geçmişimizi bir tiyatro oyunu gibi oluştur­ duğunu düşünmek bize yardımcı olabilir. Bu çok özel bir oyundur, çünkü senaryosunu kimse yazmamıştır: 6 milyon yıl süren ve ön hazırlıksız oluşturulan bir senaryo. Aktörler atalarımız, dekorlar onların kullandığı aletler, atalanmızm içinde yaşadığı çevrenin durmak bilmeyen değişimleri de oyunun değişen sahneleridir. Bir tiyatro oyunu olarak onu hareket ve sonuçtan ibaret bir “dedektiflik öyküsü” diye algılamamaksınız. Çünkü sonucu zaten biliyor, onu yaşıyoruz. Neanderthaller ve diğer Taş Devri aktörlerinin hepsi öldüler ve geride tek bir canlı bıraktılar: Homo sapiens sapiens. Geçmişimizi Agatha Christie’nin ya da Jeffrey Archer’m yazdığı bir roman olarak değil, bir Shakespeare tiyatrosu olarak düşünmelisiniz. Onu, oyunun sonunu önceden bilmenin, onunla ilgili anlayışınızı ve ondan aldığınız zevki zenginleştiren bir öykü olarak değerlendirmeksiniz. Böylece ne olacağı konusunda endişelenmemize gerek kalmayacaktır. Bunun yerine olayların neden meydana geldiği konusuyla —yani aktörlerin akılsal durumlarıyla- ilgilenebiliriz. Macbeth’i, onun Duncan’ı öldürüp öldürme­ yeceğini öğrenmek için seyretmeyiz, ya da Hamlet’in yaşayıp yaşamayacağı üzerine bahse girmeyiz. Aynı şekilde, bu kitapta da Taş Devri atalarımızın ne yapıp yapmadığını merak etmek yerine, onların davranışlarının, akılsal durumları konusunda bize neler anlattığıyla ilgileneceğiz. O halde bu kısa bölümün oyunla ilgili program notları olduğunu düşü­ nebilirsiniz. Değişik yapımcılar -arkeolojik metin yazarları- belli başlı olayların bile birbirinden farklı versiyonlarını vurgularlar. Bu yüzden notlarımız arasına bu alternatiflerle ilgili birkaç yorumun da eklenmiş olduğunu göreceksiniz. Oyunu dört perdeye böldüm ve aşağıda, olayların kısa bir özetini yaparken, aktörlerle ilgili “biyografik detaylar” ile dekor ve sahne değişiklikleri hakkında bazı notlar da sundum. Bunları şimdi


2 4 AKLIN TARİHÖNCESİ

okuyabileceğiniz gibi, kitabın daha sonraki bölümleri için başvuru kayna­ ğı olarak da kullanabilirsiniz. Bunlar arasında sözünü ettiğim, ışıkla ilgili değişiklikler tarihöncesi perdeler konusundaki bilgimizin değişken nitelik ve niceliğini yansıtmaktadır. Ayrıca “kadın” ya da “erkek” şeklinde bir belirleme yaptığım zaman, yalnızca, pek de zarif olmayan kadın/erkek kullanımından kaçınmaya çalıştığıma da dikkatinizi çekmek isterim. Geç­ mişimizde her iki cinsten birinin mutlaka daha önemli kabul edildiğiyle ilgili bir kanıt bulunmamaktadır. 1. Perde milyon yıl öncesi Az hareketli uzun birsahne Hemen hemen tamamen karanlıkta izlenecek. Perdemiz 6 milyon yıl önce, Afrika’da bir yerlerde açılır. Sahnede tek bir aktör vardır, İlk insansı maymun. Bu aktörün bir değil, iki sahne adı vardır: Ortak ata ve eksik halka. Kendisiyle ilgili birkaç fosil izi bulunun­ caya kadar gerçek kimliği-bilimsel adı-boş bırakılmalıdır. Geçmiş zaman­ lara ait bu ilk maymunun yaşadığı çevre hakkında hiçbir bilgimiz olmadığı ve kendisi geride hiçbir taş alet bırakmadığından, bu perde boyunca sahne dekorsuz ve sessizdir. Bazı yapımcılar sahneye ağaçlar ve günümüz şempan­ zeleri tarafından karınca avlamak için kullanılan çubuklara benzer bir dizi basit alet ekleme eğiliminde olabilirler. Ama bu durum fazla yorumsal olma riski yaratacaktır. Sahneyi boş bırakmak ve bu perde boyunca hiç hareket olmaması daha doğru olacaktır. Üstelik, hemen hemen tamamen karanlıkta olmalıyız. 2. Perde - milyon yıl önce Bu perde, 2 .5 milyon yıldan biraz fazla sürecek 2 sahneden oluşmuştur. Aydınlatma yalnızca titreyen bir mum ışığı ile yapılacaktır. ikinci perde Afrika’da geçer. Başlangıçta yalnızca Çad, Kenya, Etiyopya ve Tanzanya gibi bölgeler söz konusuyken, daha sonra açı, ikinci sahne için Güney Afrika’yı da içine alacak şekilde genişler. Perde milyon yıl önce, Australopithecus ramidusun ortaya çıkmasıyla başlar. Aktörün dün­ yaca tanınması ancak yılında mümkün olmuştur. Australopithecines (sözcük anlamıyla “güney maymunu”) olarak bilinen türün ilk üyesi­ dir. yıl kadar sonra ikinci bir oyuncu belirir: A. anamensis. Bu oyuncunun varlığı daha da geç keşfedilmiş, ancak yılında ortaya çıkmıştır. Her iki aktör de ağaçlık ortamlarda yaşamaktadır ve esas olarak


GEÇMİŞİMİZLE İLGİLİ BİR TİYATRO OYUNU 2 5

vejetaryendirler. milyon yıl öncesine gelindiğinde her ikisi de sahne­ den ayrılmışlar ve yerlerine Lucy sahne adıyla anılan (çünkü kendisini keşfeden arkeolog o sırada tesadüfen Beatles’m “Lucy in the Sky with Diamonds” şarkısını dinlemektedir) bir sanatçı sahne almıştır. Lucy’nin gerçek kimliği Australopithecus afarerısistir. Kendisinin A. ramidus soyun-, dan gelmesi olasıdır ama A. anamensis ya da tamamen farklı bir soydan da geliyor olabilir. Hem iki ayağı üzerinde dik yürüyebilip ağaçlara tırman­ makta usta olan Lucy, öylesine etkileyici bir karakterdir ki dekorların — yani aletlerin- eksikliği neredeyse fark edilmez. Lucy sahneyi yarım mil­ yon yıldan biraz sonra terk eder ve milyon yıl önce ikinci sahne başlayıncaya kadar oyun bir başka sessiz döneme girer. Ama birinci sahne­ nin sonunda yerlere saçılmış bazı taş parçaları görürüz. Bunlar doğal ola­ rak ufalanmış kaya parçalarına benzemekteyseler de, aslında oyunun ilk dekorlarıdırlar. Ne yazık ki onları üreten aktörü göremeyiz. İkinci sahne bundan milyon yıl öncesinde, aktörlerin sahneye akın etmesiyle başlar. Bu aktörlerin çoğu birinci sahnedekilerle benzer görünüş­ tedir ama şekil ve boyudan farklıdır. Bunlar daha fazla australopithecinedir, Lucy’nin çocuklarıdır. Hatta, bunlardan dikkat çekecek kadar hafif yapılı olup narin australopithecine olarak söz edilen biri Lucy’ye çok benzemek­ tedir. Ama onu Güney Afrika’dan ziyade Doğu Afrika’da görürüz. Adı A. africanustuv ve davranışlan daha çok çağdaş bir babuine benzer ama iki ayak üzerinde daha uzun süre kalır. Diğer australöpithecineler fiziksel olarak çok daha sağlıklıdırlar ve hem Doğu hem de Güney Afrika’da temsilcileri vardır. Bunlar babuinden çok gorili andırırlar. İki milyon yıl öncesine gelindiğinde ve A. africanus ortadan kaybol­ duktan sonra, yeni bir grup aktör belirir. Kafaları büyüktür ve oldukça erken gelişmiş görünmektedirler. Bunlar aslında, Homo soyunun ilk üye­ leridir. Beyinleri australopithecinelerden kat daha büyüktür. Ama şekil ve boyutları çeşitlidir. Bazı yorumcular yalnızca tek bir aktör -Homo habilis- tanımlarlarsa da, bu sayının üç olması daha olasıdır: Homo habilis, Homo rudolfensis ve Homo ergaster. Yine de, birbirlerinden ayırt edilmeleri çok güç olduğundan, biz hepsini birden Homo habilis olarak adlandıracağız. Homo habilisletin Oldowan endüstrisi olarak adlandırılan el yapımı taş aletler kullandıkları kesindir. Belki iri yapılı australopithecinelerin de böyle aletleri vardır ama bunu anlamak kolay değildir. Bununla birlikte, ellerinin anotomisi buna kesinlikle uygundur. Homo habilisin aletleriyle hayvanları parçaladığını görebiliriz, ama bu parçalanan gövdelerin avlana­ rak mı, yoksa aslan ve leoparların avları üzerinden leşçilikle mi ele geçiril­ diği konusunda emin olamayız. Sahne sona yaklaşırken Homo habilis ve


2 6 AKLIN TARİHÖNCESİ

iri yapılı australopithecine kuzenlerinin dikkat çekecek şekilde farklılaş­ tığı görülür. Birinciler alet yapımında ustalaşıp diyetlerinde ete daha fazla yer verirlerken, australopithecineler daha iri bir vücut yapısı geliştir­ mektedirler. 3. Perde milyon yıl önce milyon yıl öncesinde heyecanlı bir başlangıç yapan, ama daha sonra tam bir sıkıntıya dönüşen iki sahneden oluşuyor. Işıklandırma hâlâ Zayıf ama ikinci sahnede biraz gelişiyor. 3. Perde önemli bir anonsla açılır: “Pleistocene başlıyor.” Yüksek enlem­ lerde buz tabakaları oluşmaya başlamıştır. milyon yıl öncesinde yeni bir karakter, Homo erectus, uzun adımlarla sahneye girmektedir. Bu yeni karakter, şimdi sahneden ayrılmakta olan ve artık daha büyük bir beyne ve daha uzun bir boya sahip olan Homo habilisin (ya da belki bir başka tür Homonun) torunudur. İri yapılı australopithecineler 1 milyon yıl önce­ sine kadar gölgeler arasında dolaşmaktadır ama bu perdede geçen olaylar içinde hiç rol almazlar. Homo erectus un sahnede görünmesiyle ilgili şaşırtıcı olan şey, bu olayın dünyanın üç bölgesinde, yani Doğu Afrika, Çin ve Java’da hemen hemen aynı anda meydana gelmesi ve dolayısıyla şimdi sahnenin Yakındoğu, Doğıi ve Güneydoğu Asya’yı içine alabilecek şekilde genişlemek zorunda kalmasıdır. Yavaş yavaş Homo erectus u ya da onun ortalığa saçılmış aletlerini bütün bu bölgelerde görmeye başlarız. Fakat onun belirli yerlere tam olarak ne zaman vardığını ve oralarda tam olarak ne yaptığını söylemek güçtür. Homo erectus la geçen 1 milyon yıldan fazla bir süreden sonra -bu süre içinde beyinde bir büyüme olduğu saptanmamıştır- sahnede yeni oyuncular görmeye başlarız. İlk Homoda da olduğu gibi ortada kaç tür olduğu belli değildir. Homo erectus bundan yalnızca yıl öncesine kadar Doğu Asya’da yaşamaya devam eder ama Asya’nın diğer bölgelerinde ve Afrika’da gördüğümüz aktörlerin kafataslan daha yuvarlaktır ve pek de uygun olmayan bir şekilde ilkel Homo sapiensler olarak adlandırılmaktadırlar. Muhtemelen bunlar kendi kıtalarındaki Homo erectuslann torunlarıdır ve beyin büyük­ lüğünde bir artış dönemine dönüşü belirlerler. yıl öncesine gelindi­ ğinde sahne, Avrupa’yı da içine alacak şekilde yeniden genişlemiştir. Bura­ daki aktörün adı Homo heidelbergensis tir. O da Homo erectusun bir başka torunudur ve iri bir fiziğe sahiptir. ikinci perdenin dekorları bu perdede de kullanılmaya devam ederken, dahâ etkileyici başka dekorlar da ortaya çıkmaya başlar. Bunların en dikkat


GEÇMİŞİMİZLE İLGİLİ BİR TİYATRO OYUNU 2 7

çekeni elbaltası denilen armut şeklindeki simetrik taş aletlerdir. Elbaltalan, Doğu Afrika’da ilk kez görülmesinden hemen sonra, yani günümüzden yaklaşık milyon yıl önce, hiçbir aletin görülmediği Güneydoğu Asya dışında dünyanın hemen her bölgesinde yaygınlaşmıştır. Bazı yorumcular Güneydoğu Asya’da aletlerin bambu dallarından yapılmış, dolayısıyla zaman içinde ortadan kaybolmuş olabileceklerini düşünmektedir. Bu perdenin, yıl kadar önce başlayan ikinci sahnesi arkeologlarca “Orta Paleolitik” dönem olarak adlandırılır. Böylece bir önceki perdenin geçtiği “Alt Paleolitik” dönemden ayrılmış olur. Bununla bir­ likte bu iki dönem arasındaki sınır çok belirsizdir. Yine de bu tarihe gelindiğinde aktörlerin kullandığı dekor malzemesinde bazı önemli deği­ şiklikler olduğu açıktır. Bunlar oldukça çeşitlenmiş, elbaltaları daha az göze çarpar hale gelmiştir. Yeni aletler Levallois metodu olarak bilinen yeni bir teknik kullanılarak üretilen, dikkatle şekillendirilmiş yongalar ve taş uçları da kapsar. Aslında, ilk kez, sahnenin farklı bölümlerindeki oyuncuların elinde birbirinden farklı aletler varmış gibi görünmektedir. Yalnızca Afrika’da, kuzeyde Levallois yongalarının, Sahra altı bölgelerde ağır taş uçlann ve güneyde uzun ince taş yongalarının kullanımının yaygın olduğunu görürüz. yıl önce Avrupa’da ve Yakındoğu’da Homo neanderthalensis, popüler adıyla Neanderthal insanı, yeni bir aktör ortaya çıkmıştır. Bu aktörün Levallois tekniği ile yapılmış aletleri kullanmaya doğal bir yatkın­ lığı vardır. Onu büyük hayvanları avlarken görebilirsiniz. Bu perdenin diğer karakterleri gibi, Neanderthaller de sık ve dramatik sahne deği­ şiklikleri ile başa çıkmak zorundadırlar: Bu dönem buzul çağı dönemidir. Avrupa boyunca, önce ilerleyen, sonra yeniden geri çekilen buzul tabaka­ larını ve onlarla birlikte, bitki örtüsünde fundalıklardan ormanlıklara doğru oluşan değişimi izlemeniz mümkündür. Bütün bu değişimlere rağ­ men gelişme göze oldukça monoton gözükmektedir. Gerçekten de, 2. ve 3. perdelerin önemli eleştirmenlerinden biri oıan arkeolog Glynn Isaac, “alet çantalarının, hemen hemen bir milyon yıl boyunca, görünüşte dur­ mak bilmeyen, küçük, yönü belirsiz değişimlerle yeniden düzenlenen ama aynı temel malzemelerden oluştuğunu” anlatır. Bu aletlerip. bazıları çok ince biçimde işlenmiş olup hepsi ya tahta ya da taştan yapılmışlardır. Gerçi homojen kemik ve boynuz parçaları da kullanılmıştır ama bu malze­ meler biçimlendirilmemiş tir. milyon yıldan uzun süren bir başka perde daha sona ermiştir. Her ne kadar artık Eski Dünya’nın büyük bir bölümü sahne haline gelmiş, dekorlar çeşitlenmiş, beyin büyüklüğü çağdaş boyutlarına erişmiş ve bir


2 8 AKLIN TARİHÖNCESİ

dizi yeni aktör ortaya çıkmışsa da, bu sahneyi ancak sıkıcı bir sahne olarak tanımlayabiliriz. Oyunu seyretmeye başlayalı 6 milyon yıldan biraz daha az bir zaman olduğu halde, sanat, din ya da bilim diyebileceğimiz şeylerden hâlâ eser yoktur. 4. Perde yıl önce-günümüz içine, oyunun tüm kdlan kısmından daha çok sayıda dramatik hareketle yüklü üç sahne sıkıştırılmış olan çok daha kısa bir perde. 4. Perdenin ilk sahnesi yıl öncesinden yıl öncesine kadar olan dönemi anlatır. 1. ve 2. sahneler arasındaki sınır oldukça belirsizdir. Bununla birlikte, başlangıç çizgileri kesindir: Yeni bir aktör -yani kendi türümüz olan Homo sapiens sapiens- sahne almıştır. Bu aktör ilk olarak Güney Afrika’da ve Yakındoğu’da görülmüş ve Neanderthaller ile arkaik Homo sapiensin de içinde olduğu bir oyuncu kadrosuna katılmıştır. Şaşır­ tıcı da olsa, bu sırada dekorlarda bütünüyle bir değişiklik olmamıştır: Yeni aktörümüz 3. perdenin son sahnesinde bile kendinden önceki arka­ daşlarının ürettiği taş aletlerin aynısını yapmaya devam edecektir. Hatta, davranışları da hiçbir yönden onlardan farklı değildir. Yine de, yeni bir şeylerin ipuçları fark edilmektedir. Yakındoğu’da Homo sapiens sapiens&#39;ler -Neanderthallerin de yaptığı gibi- ölülerini çukurlara gömmekle kalma­ yıp gömülen bedenlerin üzerine mezar hediyesi gibi görünen kayvan iske­ leti parçaları da yerleştirmektedirler. Güney Afrika’da boyama maddesi olarak değerlendirilen kırmızı aşı boyası kullanılmaktadır ve zıpkın yap­ mak için kemik parçaları öğütülmektedir. Bunlar tahta ve taş dışındaki malzemelerden yapılmış ilk aletlerdir. Son perdenin 2. sahnesi 60 yıl kadar önce, dikkat çekici bir olayla başlar: Güneydoğu Asya’da Homo sapiens sapiens bir tekne inşa etmektedir ve ardından Avustralya’ya ilk geçiş gerçekleşir. Hemen arkasından, Ya­ kındoğu’da bazı yeniliklerin oluştuğunu görürüz. Levallois metodu kulla­ nılarak yonga elde etmek yerine, çakmaktaşlarından satıra benzeyen, ince uzun kıymıklar çıkarılmaktadır. Ve sonra - 4 0 yıl kadar ön ceansızm, Avrupa ve Afrika’da oyun şekil değiştirir. Dekorlar hareketlere egemen olmaya başlamıştır. Bu tür önemli davranış değişikliklerini belirlemek için arkeologlar, bu aletleri Avrupa’da Üst Paleolitik ve Afrika’da Geç Taş Devri olarak bilinen geçmişimizin yeni bir döneminin başlan­ gıcını tanımlamak amacıyla kullanırlar. Benzer bir değişim Asya’da da meydana gelir, ama bu bölgeyi ancak bulanık bir şekilde görebildiğimiz için, bu değişimin Avrupa ve Afrika ile aynı zamanda mı meydana geldiği


GEÇMİŞİMİZLE İLGİLİ BİR TİYATRO OYUNU 2 9

yoksa daha geç, örneğin, belki günümüzden 20 yıl kadar önce mi gerçekleştiği açıklık kazanmamıştır. Sınırlı taş aletler yerine dekorlar artık çeşitlenmiş ve fildişi de dahil olmak üzere bir dizi yeni malzemeden yapılmaya başlamıştır. Aktörler sahneyi kendileri düzenlemekte -yaşam yerleri inşa etmekte, duvarları boyamaktadırlar. Bazıları oturup taş ve fildişinden insan ye hayvan figür­ leri oymakta, diğerleri kemik iğnelerle giysiler dikmektedir. Vücutlarda -can lı ya da cansız- boncuklar ve kolyeler görülmektedir.. Bu aktörler kimdir? Değişim hızını Homo sapiens sapiensin belirlediği açıktır. Onun, bu sahnenin ilk birkaç dakikasında, Avustralya’ya deniz yoluyla nasıl geçtiğini, sonra 40 yıl önce Avrupa’ya nasıl girdiğini biliyoruz. Bundan 10 yıl kadar sonra, Avrupa Neanderthalleri Homo sapiens sapiensin yaptığı yeni dilgi (satır) türlerini ve taktığı boncuk kolyeleri taklit etmeye çalışıyor olabilirler. Bununla birlikte, bütün diğer aktörler gibi, Neanderthaller de ortadan kaybolup giderler. Homo sapiens sapiens, dünya sahnesinde artık yalnız kalmıştır. Hareket hızı yavaş yavaş yükselir. Son buzul çağının ortasında topraklar iyice donmuş olsa da, 30 ila 12 yıl öncesine gelindiğinde, Avrupa mağara sanatının renkleriyle alev alevdir. Buz tabakaları geri çekilmeye başlarken, Kuzey ve Güney Amerika’nın da katılmasıyla sahne genişler. 10 yıl öncesine gelindiğinde hızlı bir küresel ısınma dönemiyle buzul çağı sona ererken, manzara, ılık/nemli iklimle, soğuk/kuru iklim arasın­ da dramatik dalgalanmalar gösterir. Aktörün Holocene döneminin ılık dünyasına girdiği ve oyunun son sahnesine gelindiği ilan edildiğinde, Pleistocene döneminin sonu da belirlenmiş olur. 4- Perdenin 3. sahnesi başlar başlamaz Yakındoğu’da ekin eken ve hayvanları evcilleştiren gruplar görürüz. Artık olaylar şaşırtıcı bir hızla gelişmektedir, insanlar kasabalar ve sonra da şehirler kurmaktadır. Birbiri ardına gelen imparatorluklar doğup batmakta ve dekorlar daha da etkin, çeşitli ve karmaşık hale gelmektedir: Bir andan kısa bir süre içinde at arabaları otomobillere dönüşmekte, yazı tabletleri bilgi işlem makineleri haline gelmektedir. Yaklaşık 6 milyon yıl süren göreli bir hareketsizlik döneminin ardından, bu son derece telaşlı geçen son sahnenin anlamını kavrayabilmemiz oldukça güçtür.


3 0 AKLIN TARİHÖNCESİ

Aktörler A. ramidus milyon yıl öncesinde yaşamış, bilinen en eski insan atasıdır. ’te Etiyopya’nın Orta Awash bölgesinde bulunan ve diğer bütün insan atalanna göre daha fazla maymun özellikleri sergileyen 17 fosil örneğinin yardımıyla tanımlanmıştır. A. ramidus un bedeni şempanzeninkine benzetilebilir. Aslında, bu fosillerin Ardipit&#39; hecus adıyla yeni bir sınıflandırmaya dahil edilmesi de önerilmektedir. Fosillerin elde edildiği alandaki ağaç, tohum ve maymun örnekleri A. ramidus un ormanlık bir bölgede yaşamış olduğunu göstermektedir.

A. anamensis, Kenya’da Kanapoi’de yılında bulunan dokuz fosil örneğinin yardı- * mıyla tanımlanmıştır. Bu türün milyon yıl önce, yine ağaçlık ya da çalılık habitatlarda yaşadığı anlaşılmaktadır. A. rami- Q duştan oldukça büyük olduğu görülmekteyse (rj de, kafatasının arka kemiklerinin (postcranial) bulunamaması yüzünden iki tür ara­ sında bir karşılaştırma yapmak zorlaşmak­ tadır. Muhtemelen, bir süre çağdaş yaşa­ dıkları düşünülmekte, A. afarensis ile olan ilişkilerine ise açıklık getirilememektedir.

Bu iki tür 4 milyon yıl ile milyon yıl öncesi arasında yaşamışlardır ve ikisi birlikte ‘ince yapılı australopithecineler’ olarak anılmakta­ dırlar. A. Afarensis, en iyi şekilde, takma adı “Lucy” olan, neredeyse eksiksiz bir iskelet fosili aracılığıyla tanınmaktadır. Lucy, A. afarensisin pek çok başka örneği ile birlikte, Etiyopya’nın Hadar bölgesinde keşfedil­ miştir. m (3 ft 3 in- 5 ft) boyunda ve kg ( Ib) ağırlığında olup cc’lik bir beyin büyüklüğüne sahip olduğu sa­ nılmaktadır. Küçük yapılı, kollan bacak­ larına oranla daha uzun, el ve ayak par­ maklan kıvnktı. Bu özellikler A. afarensisin ne tam bir iki ayaklı ne de tamamen ağaç­ larda gezmeye uyum sağlamış bir tür olduğu­

nu öne sürmektedir. Laetoli, Tanzanya’da bulunan ve milyon yıl öncesine ait olan ayak izlerinin A. afarensis tarafından birakıldığı tahmin edilmek-tedir. A. africanusun fosilleri Güney Afrika’da bulunmuştur. Bu tür, A. afarensisle yaklaşık aynı boyutlara ve aynı beyin kapasitesine sa­ hip olup iki ayak üzerinde yürümeye uyum sağlamış gibi görünmektedir. Daha yüksek bir alın yapışma ve daha az çıkık kaş kemer­ lerine sahip olan kafatasıyla A. africanusunki arasında karşıtlıklar bulunmuştur. Diş yapısı açısından A. a/arensisinkilerle karşılaştırıldı­ ğında, A. Africanusun kesici dişlere benzeyen daha küçük köpek dişleri ve daha geniş öğütücü dişleri vardır.

İri yapılı Australopithecineler jR boisei ve R Robustus

İri yapı özellikleri belirgin olarak evrimleşmiş olan australopithecineler . Paranthropus olarak adlandmlan farklı bir sınıflandırmaya dahil edilmişlerdir. Güney Afrika’da bunlar P robustus olarak anılmaktırlar ve 40 - 80 kg ( lb) ağırlığmdayduar. Bu durum, çağ­ daş gorillerde olduğu gibi, erkeklerin dişi­ lerden önemli ölçüde daha büyük oldukla­ rını akla getirmektedir. Doğu Afrika tipi olan P boisei ise daha da büyük ve m (4 ft 6 in) ’lik boyu ile biraz daha boylu olmalıydı. İri yapılı australopithecinelerin anatomik ı

özellikleri pek çok bitkisel gıdanın öğütülmeşini içeren otçul bir beslenme şekline ve dişler arasında hatın sayılır bir güç üretildiğine işaret eder. En dikkat çekici özellikleri kalın akçene kemikleri, çok büyük öğütücü dişler ve kafatasında bulunan ve güçlü çiğne me kasları için gerekli bağlantıyı sağlayan ok şeklindeki kemiktir. Fosil kayıtlarında milyon yıl önce görülmesinin ardından, Paranthropus türü, günümüzden 1 milyon yıl öncesine kadar yaşamını sürdürmeye devam etmiştir.

İlk Homo H. habilis, H. rudolfensis ve H. ergaster

Yaklaşık 2 milyon yıl önce Homo sınıfına dahil edilen yeni &quot;fosil tipleri ortaya çıkmıştır. Bunlar şekil ve büyüklük açısından dikkat çekici bir çeşitlilik göstermektedir ve bunun sonucunda farklı türleri temsil etmeleri de olasıdır. Hepsinin tipik özelliği cc arasında değişen ve australopithecinelerden daha büyük bir beyin hacmine sahip olma­ larıdır. Bu bulguların ortaya çıktığı en önemli bölgeler Olduvai Gorge, Tanzanya ve Koobi Fora, Kenya’dır. H. habüisin en iyi korunmuş örneği olan KNM-ER burada bulun­

muştur. H. habilis beden yapısı olarak daha çok australopithecineye benziyordu, .ama insana benzer bir yüz ve diş yapısına sahipti. Buna karşılık, H. rudolfensis insana benzer bir bedene sahip olmakla birlikte, australopithecinelerin yüz ve diş yapısı özelliklerini korumuştu. milyon yıl öncesine gelin­ diğinde, bu ilk Homo türlerinin fosilleri artık görülmez olmuştur. Bu boşluğun, bir başka Homo tipi olan H. ergasterden evrimleşen H. ereetus tarafından doldurulduğu anlaşılmak­ tadır.

A. ramidus A. Anamensis

İnce yapılı Australopithecineler A. afarensis A. Africanus

* ^ pj £rj

^ * jjçj Q fr!


GEÇMİŞİMİZLE İLGİLİ BİR TİYATRO OYUNU 3 1

H. erectus

Arkaik funduszeue.infos H. heidelbergensis

H. erectusun ilk fosilleri milyon yıl önce Afrika&#39;nın Koobi Fora bölgesinde ve Java’da bulunmuştur. H. erectus un Afrika’daki ilk Homolardan türediği, daha sonra hızla Asya’ya yayıldığı düşünülmektedir. Gürcis­ tan’daki Dmanisi bölgesinden H. erectusa ait bir akçene kemiği de çıkarılmıştır. Bunun yaklaşık milyon yıllık olduğu tahmin edilmektedir. H. erectus, cc hac­ minde, ilk Homolannkinden daha büyük bir beyne sahipti. Çıkık kaş kemerleri ve iri yapılı bir iskeleti vardı. Asyalı H. erectusun, Zhoukoudian Mağarası’ndan çıkarılan ve bir zamanlar “Pekin adamı” olarak bilinen

Homolarınkine benzeyen kafatası, kemik (jj çıkıntıları ile Afnka’dakilerin kafatasların- * dan daha sıkı şekilde desteklenmiştir. En şa- 2 şırtıcı H. erectus fosili Kenya’daki Nariokotome bölgesinden çıkartılan ve 12 yaşında bir çocuğa ait olan eksiksiz sayılabilecek bir , iskelettir. Bu örnek hızlı çocuk gelişimi açısından kanıt oluşturmaktadır. Bu hızlı gelişme ilk insanlara özgü bir özellik gibi görünmektedir. Bahsi geçen fosil, tropik ortamlarda yaşayan insanların fizik özel­ liklerine sahiptir. H. erectus yıl ön­ cesine kadar yaşam sürmeye devam etmiştir.

Arkaik H. sapiense ait örnekler yaklaşık ila yıl öncesi arasında, Afrika ve Asya’da bulunmuştur. Afrika’da Broken Hill, Florisbad ve Omo’dan, Doğu Asya’da ise Dali ve Maba’dan gelen örnekler oldukça önemlidir. Arkaik H. sapiens iyi tanım­ lanmamış bir türdür ama cc hacmindeki daha iri boyutlu beyni ve daha yüksek ve yuvarlak olan kafatası ile H. erectustan ayırt edilebilmektedir. İskeletinin kalan kısımları ile ilgili çok az bilgi vardır. Bununla birlikte onun da H. erectus kadar iri yapılı ve kaslı olduğu sanılmaktadır.

H. heidelbergensis Avrupa’daki ilk insanlar için kullanılan isimdir ve H. erectus tan türemiştir. Onunla ilgili çok az kalıntı olduğu bilinmektedir. Almanya, Mauer’de yalnızca bir çene kemiği ve İngiltere, Boxgrove&#39;da bir bacak kemiği parçası bulunmuştur ve bunların her ikisi de yaklaşık yıl öncesine aittir. İki örnek de H. heidelbergensisin büyük ve iri bir tür olduğunu düşün­ dürmektedir. İspanya, Atapuerca’da bulunan ve kısa süre önce en az yıllık olduğu saptanan insan fosilleri de H. heidelbergensise ait olabilir.

W

^ * ^ hjçj frj

4. PRD

Neanderthaller H. Neanderthalensis

Anatomik açıdan

H. neanderthalensisin, yıl önce H. heidelbergensisin evrimleşmesi sonucunda oluştuğuna inanılmaktadır. yıl öncesine ait olup Kuzey Galler&#39;deki Pontnewydd Mağara’sında bulunan örnekler üzerinde kolay tanımlanabilecek bazı Neanderthal özellikleri bulunmuştur. “Klasik” Neanderthaller Avrupa ve Yakın­ doğu&#39;daki arazilerde bulunmuşlar, ila 30 yıl arası bir zaman önce yaşa­ mışlardır. Fransa’da Saint Cesaire bölgesinde (33 yıl öncesine ait), Yakındoğu’da Tabun ( yıl öncesine ait) ve Kebara’da (63 yıl öncesine ait) bulunan

fosiller dikkat çekicidir. H. neanderthalensis, ^0 cc hacmindeki daha büyük beyni, daha geniş burnu ve belirgin olmayan kaş kemeriyle H. erectus tan ayırt edilir. Kısa bacaklı, tıknaz ve adaleli olup güçlü bir bedene, geniş, fıçı biçimli bir göğüse sahiptir, Anatomik özelliklerinden birçoğu buzul ortamlarda geçen yaşamına uyum sağlarken oluşmuştur. Neanderthal bedenlerinin, güç bir fiziksel yaşam biçimini yansıttığı sa­ nılmakta, dejenerasyona neden olan has­ talıklar ve yüksek oranda fiziksel yaralanmalarla karşı karşıya kaldıkları düşünülmektedir.

Anatomik açıdan çağdaş insanların en eskileri (AÇİ) Yakındoğu&#39;da Qafzeh ve Skhul ve Güney Afrika’da Border Mağarası ve Klasies Nehri ağzında bulunmuşlar ve yıl kadar önce yaşamışlardır. Kuzey Afrika’daki Jebel Irhoud&#39;da bulunan örneklerin de H. sapiens sapiens olma olasılığı vardır. AÇİ’lerin Afrika’daki ilkel H. sapıemlerden türediğine inanılmaktadır. Klasies Nehri ağzında bulunan parçalanmış örnekler de bazı ilkel özellikler göstermek­

tedir ve bir geçiş türünü temsil ediyor olabilirler. AÇİ&#39;ler hem arkaik H. sapienslerderı hem de H. neanderthalensislerden daha az iri yapıdaki fizikleri, kaş kemerlerinin küçülmesi bazen de tamamen ortadan kaybolması, daha yuvarlak bir kafatasına ve daha küçük dişlere sahip olmalarıyla ayrılırlar. ve cc hacmindeki beyin büyüklüğü, H. neanderthalensisinki ile aynı ya da ondan biraz daha küçüktür.

ı^j * ^ Q fjj

4.

PRD

^

* ^ Q frj


3 2 AKLIN TARİHÖNCESİ

Dekorlar En eski taş aletlerin ortaya çıkması 2 ila 3 milyon yıl öncesine dayanır. Bunları, doğal olarak oluşmuş kaya parçalanndan ayırt etmek güçtür. Bu el ürünleri kendi aralarında gruplandırılmış ve Etiyopya’daki Omo hav­ zasının adından esinlenerek Omo endüstrisi olarak adlandırılmışlardır. Bu bölgenin ürünleri 3 milyon yıl ile 1 milyon yıl öncesi arasındaki döneme ait katmanları kapsayan Shungura formasyonundan çıkarılmıştır. Bu ürünler içinde en eskileri, yongalara ayrılmış

ve ufalanmış kuva çakıllarından oluşmaktadır. milyon yıl öncesinin benzer ürünlerinin Etyopya&#39;nın Kada Gona bölgesinden çıkarıldığı sanılmaktadır. İlk dönemlere ait buluntu alanlarının ilklerinden biri de Kenya’da, Batı Turkana Gölü Nachukui formasyonunun bir üyesi olan Kalochoro’nun tabanı yakınındaki Lokalalei (Gajh) ’de bulunan alandır. Buradan elde edi­ len ürünler milyon yıl öncesine aittir.

Oldowan taş aletleri

2 ila milyon yıl öncesine ait Doğu ve Güney Afrika’da bulunan taş aletler, çaytaşı/ çakıltaşmdan çıkarılmış yongalar ve geride kalan “çekirdek”ten oluşmaktadır. Bunlar, buluntu yerleri olan Olduvai Boğazı&#39;ndaki birinci yataktan çıkarılan ürünlerin .adıyla, 01dowan endüstrisi olarak adlandırılır. Bu ürünler farklı şekil ve büyüklüklere sahiptir ve ağır iş aletleri, hafif aletler; kullanılan par­ çalar ve artıklar olarak nitelendirilirler. Olduvai Boğazı, 01dowan taş aletleri için en önemli buluntu alanı olmaya devam etmek­ tedir. Burası, Tanzanya’da, son milyon yıl boyunca birikmiş kalıntı katmanlarmı kesen

bir nehrin oluşturduğu’ Serengeti Düzlüğü’nde yer alan m ( ft) derinliğinde, 50 km (30 mil) genişliğinde bir alana uzanan bir yanktır. Bir dizi kapsamlı arkeolojik buluntu sahasının yer aldığı Boğaz&#39;da, çoğu Mary Leakey tarafından bulunan fosiller ve el ürünlerini içeren dört ana yatak vardır. Doğu Afrika’da, Olduvai Boğazı ile eş önemde başka buluntu alanları da mevcuttur. Bunlar içinde en dikkat çekeni, Glynn Isaac tarafından yürütülen kapsamlı arazi çalışmalarının ilk dönemlere ait birçok buluntu alanı kazandırdığı, Kenya’daki Koobi Fora alanıdır.

Elbaltalan ve Levallois yongaları

Elbaltalan bir taş yumru ya da irice bir taş yongasından (keskin kenar elde etmek amacıyla) iki yönlü yonga çıkartılmasıyla elde edilen bir ürün tipidir. Bunun anlamı, sırayla her iki taraftan da yonga çıkanlması demektir. Taş baltaların tipik olarak armut şeklinde olmalanna karşılık, sivri ya da yuvarlak uçlu değil, düz kenarlı benzer aletler satır olarak adlandırılır. Taş ürünlerin toplandığı buluntu alanlarında taş baltalar/ satırlar bulunması göreceli olarak sıklaşınca, bu birikim alanlanna Acheulian adı veril­ miştir. Karşılıklı yonga çıkarma tekniği ile ilk kez Olduvai Boğazı’ndaki ikinci yatakta kar­ şılaşılmış ve bu endüstri Gelişkin Oldövvan olarak adlandırılmıştır. Bilinen ilk gerçek elbaltalan Etiyopya’daki Konso-Gardula’dan çıkarılanlardır ve milyon yıl öncesine aittirler. Bu aletler, Olorgesailie ve KesemKebana’daki buluntu alanlarının milyon yıl öncesine ait arkeolojik kayıtlannda da kısa bir süre için görünmektedirler. Elbal­ talan 3. Perde boyunca tüm Avrupa, Batı ve Güney Asya’daki buluntu alanlarında ve ge­ nellikle çok sayıda görülmektedirler. Örne­ ğin, Tanzanya&#39;daki Olorgesailie’da eski bir göl havzasında bulunan 16 ürün birikim istasyonunda binlerce elbaltası bulunmuştur. Avrupa’daki önemli bir buluntu alanı Güney

İngiltere’de bulunan Boxgrove havzasıdır. Burada yapılan kazılarda, yıl öncesine ait elbaltası yapımından geriye kalan, çok iyi korunmuş yongalama artıkları çıkarılmıştır. Eski Dünya’da ilk insanların elbaltası üretmediği anlaşılan tek bölge Güneydoğu Asya’dır. Elbaltasına Çin’de de çok az rastlanır. Bulunduklan bölgelerde ise her kazı alanında görülmezler. Aletlerin 01dowan ya da Gelişkin 01dowan teknoloji­ sine benzemeye devam ettiği birçok buluntu alanında elbaltası yoktur. Bunlar, Maca­ ristan’daki Verteszöllös, Almanya&#39;daki Bilzingsleben ve İsrail’deki Ubeidıya ile İngil­ tere’deki Swanscombe bölgelerindeki kat­ manların oluşturduğu buluntu alanlarıdır. Levallois metodu çekirdeğin dikkatle hazır­ lanması yoluyla yonga çıkarma ve önceden belirlenmiş boyutlarda taş uç üretme tekni­ ğidir. İlk kez bin yıl öncesine ait arkeolojik kayıtlarda görülmüştür ve Afrika, Yakındoğu ve Avrupa’da çok yaygındır. Kuzey Afrika’daki birikim istasyonlanndan birçoğu, örneğin Haua Fteah Mağarası ve Yakındoğu’da, örneğin Tabun ve Kebara Mağaralan bu metodun etkisi altındadır. Kuzey Galler’deki Pontnewydd havzası gibi bazı birikim istasyonlarında Levallois tekniği ile elbaltalanna birlikte rastlanmaktadır.

İlk taş aletler

jsj * ^ m

Ç-H (rl

jsj * 3 btf Q {rj

* ^ tgj Q


GEÇMİŞİMİZLE İLGİLİ BİR TİYATRO OYUNU 3 3

Tahta ürünler

Tahtadan yapılma ürünlere arkeolojik kayıt­ larda son derece ender rastlanırsa da günü­ müze kadar ulaşabilmiş az sayıda bu tür ürün, ilk insanlar tarafından üretildiklerinin kanı­ tını oluşturmaktadır. Clacton-on-Sea ve Lehringen’deki buluntu alanlanndan muh­ temelen zıpkın gibi kullanılmış oan sivri uçlu

&#39;sopalar elde edilmiş ve İsrail’deki Gesher Benot Ya’aqov’da ise cilalı bir döşeme tahtası bulunmuştur. Ürün elde etmek için tahtanın işlenmesi çok büyük olasılıkla 6 milyon yıl öncesine, yani ortak ataya kadar uzanmaktadır.

İnce uzun çakmaktaşı kıymıklar, yongadan ziyade dilgi olarak anılır ve bunlar genellikle dikkatle hazırlanmış çekirdeklerden yapılır ve çoğunlukla prizmayı andıran bir biçimde hazırlanırlar. En eski dilgilere Kuzey Afrika’daki Haua Fteah Mağarası ile Yakındoğu’daki Amudian Mağarası’nda rast­ lanır, Ön-Aurignacian adıyla anılır ve her ikisi de yıl öncesine ait olan endüstri­ lerden elde edilmiştir. Ama sistematik boyut­ larda dilgi üretimi bundan ancak 40 yıl

öncesinde başlamış ve bundan sonra tüm eski dünyada egemen olan taş işleme tekniği olarak yaygınlaşmıştır. Dilgi çekirdekleri değişik boyutlarda olup küçük olanlarına dilgicik ya da mikro-dilgi adı verilir. Dilgiler kendi içlerinde de genellikle belirli amaçlara göre, örneğin fırlatma ucu, dip kazıyıcı ve küskü olarak kullanılmak üzere şekillendirilirler (oyma kalemi olarak anılan türden oymacılık aletleri).

bin yıl öncesine kadar uzanan bir geçmişte kemiğin alet olarak kullanıldığına dair kanıtlar olmasına rağmen ilk işlenmiş ürünler yani kemiklerin aşmdırılması yoluyla yapılan mızraklar yalnızca Zaire’deki Katan­ da bölgesinde, 90 bin yıl öncesine ait bulun­ tular arasında ele geçirilebilmiştir. 40 yıl öncesine gelinceye kadar başka bir işlenmiş kemik ürünü bulunamadığı için bu mızraklar eşsiz buluntular olmaya devam etmekte­ dirler. Bu tarihten sonra Eski Dünya’nm her tarafında kemikten yapılmış ürünlere rastlanmaktadır. Örneğin yıl önce Border

Mağarası’nda kemiğin aşmdırılması yoluyla üretilmiş ok başları, Yakındoğu ve Avrupa’da ise kemikten oyma silah uçları ve bizler görülüyordu. Kemik, yıl öncesinden itibaren ve son buzul çağının sonlarına doğru özellikle Avrupa&#39;da yaşayan topluluklarda mızrak yapmak üzere kullanılmaktaydı. Kemik iğneler ilk kez 18 yıl öncesine ait buluntulardan elde edilmiştir. Mamut ke­ mikleri mimaride ilk kez barınak yapmak amacıyla, 20 yıldan daha fazla bir zaman öncesinden itibaren Rusya ve Sibirya’da kul­ lanılmıştır.

Sanat eserleri ve kişisel süs eşyaları

Her ne kadar buluntu alanlarında yıl öncesine ait kırmızı aşıboyası parçalan bu­ lunmuşsa da, ilk sanat objeleri 40 yıl önce görülmeye başlanmıştır. Bunların en etkileyici ve sayıca bol olanlan fildişinden yapılma bon­ cuk, gerdanlık ve kolyelerin, oyma insan ve hayvan heykelciklerinin bulunduğu, mağara duvarlan üzerinde çok çeşitli soyut ve natüralist çizim ve kabartmalara rastlandığı Av­ rupa’dadır. Afrika’da üzerine hayvan figürleri­ nin çizilmiş olduğu ve 27 yıl öncesine ait taş tabletler bulunmuştur. Devekuşu yumur­ tasının kabuğundan yapılma süs boncuklan ise 39 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Doğu

Asya’da, Zhoukoudian Mağara’sında bulunan ilk boncuklar 18 - 13 yıl önceye tarihlendirilmişlerdir. Çin’deki Longgupo Mağara­ sından çıkartılan üzeri süslü alageyik boynuzu parçası ise 13 yıl öncesine aittir. Avustral­ ya’daki mağaralann duvarlarına yumuşak ça­ mur üzerinde yapılan kabartmalar 23 yıl öncesi ile 15 yıl öncesi arasına tarihlendirilirlerken, bazı kaya sanatı örneklerinin 40 yıl öncesine kadar uzandığı doğrudur. Mandu Mandu kaya sığınağında deniz kabuğundan yapılma yirmi boncuk bulunmuş ve bunlar da 34 yıl öncesi ile 30 yıl öncesi arasına tarihlendirilmişlerdir.

Bilgisayarlar ve diğer çağdaş dekorlar

Charles Babbage’m analitik makinesi olan en eski bilgisayar yılında tasarımlanmıştır. yıldan az bir süre sonra adına in­ ternet denilen global bilgisayar ağı kurul­ muştur. Bu gelişmeler ilk kemiğin biçimlendirilmesinin üzerinden 90 yıldan fazla bir zaman geçmeden yaşanmıştır. Bu durum, ilk taş aletin üretiminden bu kemik parçası­ nın biçimlendirilmesine kadar geçen zama­ nın 2 milyon yıl olmasıyla çelişkilidir. Bu çe­ lişki, 90 yıl önce ilk işareti görülen, ciddi anlamda 40 yıl önce başlayan ve günü­ müzde hızla devam eden teknolojik yenilik­ lerin dikkat çekici gelişme hızım yansıtmak­

tadır. 40 yıl boyunca yaşanan önemli dö­ nüm noktaları, 26 yıl önce kilden hey­ kelcikler yapmak için kullanılan seramik tek­ nolojisinin ilk kez kullanılması ve ardından 8 yıl öncesine gelindiğinde çanak yap­ mak amacıyla bu teknolojinin yaygınlaşması­ dır. Evcilleştirilen ilk hayvan ve bitkiler 10 yıl öncesine tarihlendirilmektedirler. İlk yazı 5 yıl önce ve metal tasfiyesi 4 yıl önce başlamıştır. Ok ve yaydan atom bomba­ sına yalnızca 20 yılda ve ilk tekerlekli araçlardan uzay mekiğine yalnızca 6 yılda ulaşılmıştır.

Dilgi teknolojisi

Kemik ürünler

j ^ 3

3. PRD

4^ ^ (-r) Ü W


3 4 AKLIN TARİHÖNCESİ

!♦ ve 2. Perde: Afrika Kökenleri

milyon yıl öncesine ait insansı may­ mun fosillerinin Afrika, Avrupa ve As­ ya’dan geldikleri bilinmekte, ama 6 milyon yıl önceki ortak atanın gerçekten yaşamış olduğu yer halen belirsizliğini korumak­ tadır. Bununla birlikte, bu bölgede bulu­ nan australopithecine fosillerinin çeşitliliği ve bunlar içinde en eskilerinin insansı maymunlara benzer özellikler taşımasının ışığında, bu yerin büyük olasılıkla Doğu Afrika olması gerekmektedir. Australopithecine ve ilk Homolara ait fosiller Güney Afrika’daki mağara birikimleri ile Doğu Afrika’daki açık buluntu alanlarından elde edilmiştir. Güney Afrika’da çok çeşitli hay­ van fosili sağlanabilen bu alanlar içinde en önemlileri Makapansgat, Sterkfontein ve Swartkrans’tadır. Bu insan atalarının ger­

çek anlamda mağaraların içinde yaşamış olmaları ve kalıntılarının ya sularla mağara içlerine sürüklenmiş ya da etoburlar tara­ fından içeri taşınmış olması pek olası de­ ğildir. Bu mağaralardan Sterkfontein’de, H. habilis fosilleri ve katmanlar halinde sı­ ralanmış ilk taş aletler bulunmaktadır. Do­ ğu Afrika’dan elde edilen fosiller ve ilk taş aletlerin en önemlileri Hadar, Orta Awash, Olduvai Boğazı, Koobi Fora ve Omo’da açı­ ğa çıkmış olan tortuların erozyonu sonu­ cunda elde edilmişlerdir. Çeşitli radyometrik metotlarla tarihlendirilebilecek olan bu fosillerin keşfi ve tarihlendirilmesi, eski tortuların ve volkanik tüf lenslerinin ortaya çıkmasına neden olan Afrika Rift Vadisi’ndeki erozyon ve fay kırıkları saye­ sinde gerçekleşmiştir.


GEÇMİŞİMİZLE İLGİLİ BİR TİYATRO OYUNU 3 5

Perde 3: Avrupa ve Asya’nın Kolonileşmesi

Java’daki Sangiran ve Mojokerto’dan elde edilen Homo erectus fosilleri, tartışmaya açık olmak kaydıyla, ila milyon yıl öncesi­ ne tarihlendirilmişlerdir. Böylece başlangıç­ ta düşünüldüğünden 1 milyon yıl daha es­ kiye ait olduklan kabul edilmiş olmaktadır. Merkez Çin’de bulunan Longgupo Mağarası’nda, büyük olasılıkla milyon yıl önce­ sinde yaşamış olan bir İlk Homoya ait olduğu öne sürülen bir diş bulunmuştur. Bu yeni tarihler doğruysalar, ya H. erectusun Afri­ ka’dan diğer kıtalara çok hızlı yayıldığına ya da Homonun Afrika’dan aynlmış daha ön­ ceki bir türünün de bulunduğuna ve aslında H. erectusun kökenlerinin Asya’da olduğu­ na işaret ediyor olmalıdırlar. Pakistan’ın Riwat bölgesinden çıkarılan, 01dowan en­ düstrisi türünden taş aletlerin 2 milyon yıl öncesine ait oldukları konusunda bazı sav­ lar ileri sürülmüş, ama elde edilen ürünlerin gerçek olup olmadığı konusu açıklık kazan­ mamıştır. Gürcistan&#39;daki Dmanisi havza­ sında, H. erectusa ait olduğu öne sürülen bir insan çene kemiği ele geçirilmiştir. Bu ke­ mik, 1,8 milyon yıl öncesine tarihlendirilen tortu katmanlan üzerinde bulunmuş ve 01dowan-türü taş aletlerle ilişkilendirilmiş olup büyük olasılıkla milyon yıl önce­ sine aittir. Bu durumda tarihlendirme açı­

sından Batı Asya, Ûbeidiya’daki ilk yerle­ şimlerle aynı döneme ait olma olasılığı var­ dır. Doğu Asya’daki en eski arkeolojik alan­ lar Çin’deki Nihewan havzasında yer al­ maktadır. Bunlar muhtemelen ila 1 milyon yıl önceki dönemlere ait buluntu alanlarıdır. Asya&#39;daki ilk fosiller ve buluntu alanları göz önüne alındığında, Avrupa&#39;da yıl öncesinden daha erken dönem­ lere ait iyi tarihlendirilmiş alanlar bulunma­ ması şaşırtıcı bir olgudur. Fransa’da bulunan Vallonet gibi alanlann 1 milyon yıldan daha önceki dönemlere ait olduğu öne sürülmek­ teyse de, Riwat’tan çıkarılan taş aletlerde olduğu gibi, bulunanlann birer “alet” mi yoksa yalnızca doğal yollardan parçalanmış taşlar mı olduklan açıkça belirlenememiştir. İnsan fosilleri ile ilgili en eski tarihler İspan­ ya, Atapuerca&#39;daki Gran Dolina buluntu alanına aittir. Buradan elde edilen fosiller yıl öncesine tarihlendirilmekteyseler de, bu tarihlerin yeniden doğrulanması gerekmektedir. yıl öncesinde ve bundan hemen sonraki tarihlerde Avru­ pa’da birçok arkeolojik alan bulunduğu gö­ rülmektedir. Bunlar içinde en önemlisi, elbaltalan ve ilk insana ait bir ayak kemiğinin bulunduğu Güney İngiltere’deki Boxgrove’dur.


3 6 AKLIN TARİHÖNCESİ

Perde 4 : Avustralasya ve Amerika Kıtaları’nm kolonileşmesi

Kuzey Bölgesindeki Malakunanja II ve Nauwalabila kaya sığınaklarının işgal edildiği aydınlanma tarihlerine bakılırsa, Avustralya’ya toplu yerleşim büyük olası­ lıkla 50 - 60 yıl önce gerçekleşmiş olmalıdır. Bu alanlann dışındaki en eski ta­ rihler 40 yıllıksa da, bu durum, radyokarbon tekniği ile tarihlendirme konusunda karşılaşılan “zaman engeli’ nin bir yansıması olabilir. Perth eteklerinde bulunan Yukarı Swan buluntu alanının +/- yıl öncesine ait olduğu belirlenmiştir. 35 yıl önce ile 30 yıl öncesi arasına ait çok sayıda alan bulunmaktadır. Homo sapiens sapiensin toplu halde Avustralya&#39;ya yerleşmiş olması konusunda, bu gruplann Afrika’dan yayılan bir popülasyondan mı oluştuklan, yoksa güneydoğu Asya’daki H. erectus atalannın yerel olarak evrimleşmesi sonucun­ da mı ortaya çıktıkları şeklinde tartışmalı görüşler bulunmaktadır. Avustralya’da bu­ lunan ve 30 yıl önce ile 20 yıl öncesi arasına tarihlendirilen insan fosilleri anato­ mik açıdan ince yapılı olanlanndan iri yapılı olanlanna kadar oldukça geniş bir çeşitlilik gösterirler. Amerika kıtalarında yerleşim, en

eski buluntu alanlarının 35 yıl öncesine ait olduğu Kuzey Sibirya’dan geçen bir yol üzerinden gerçekleşmiştir. Bahsi geçen alanlar içinde en zengin olanı 25 yıllık Malta’dır. Burada çok miktarda sanat ürünü bulunmuştur. Amerika kıtalanna giriş, şimdi sular altında kalmış olan kara kitlesi Beringia yoluyla olmuş, ama bu kolonileşme hareketinin tarihi kesinlik kazanmamış­ tır. Güney Amerika’daki buluntu alanları 40 yıl öncesine tarihlendirilmişlerse de, bu tarihlendirmenin doğru olması pek olası değildir. İlk doğrulanmış tarihlendirmeler Alaska’daki Dry Creek ve Pensilvanya’daki Meadowcroft Rockshelter alanlarına aitür ve 12 yıl öncesini göstermektedirler. İn­ sanlara* mamut türü megafauna avcılığı yaptığı anlaşılan 11 yıl öncesi ile 11 yıl öncesi arasına ait çok sayıda buluntu ala­ nı vardır. Güney Amerika’da, en önemlisi Monte Verde olmak üzere, 11 yıl önce­ sine ait birçok buluntu alanı bulunmaktadır. Avustralya’da olduğu gibi toplu yerleşimin tek bir olay olmayıp uzun bir zaman süreci içinde ve çeşitli insan akmlan şeklinde gerçekleşmiş olma olasılığı da mevcuttur.


GEÇMİŞİMİZLE İLGİLİ BİR TİYATRO OYUNU 3 7

İnsan ataları arasındaki evrimsel ilişkiler

İnsan .ataları arasındaki evrimsel ilişkinin yeniden oluşturulması, fosil kanıtlarının az­ lığı nedeniyle güçlüklerle dolu bir çalışma­ dır. Yukarıdaki çizelge Bernard Wood () tarafından sağlanan bilgilere dayan­ maktadır. Çizelgedeki siyah çubuklar bir türün ortaya çıktığı ilk ve son zaman dilim­ lerini işaret etmektedir. Australopithecineler arasındaki ilişkiler, bulunabilen fosil­ lerinin azlığı, buna karşılık morfolojik çe­ şitliliklerinin fazlalığı nedeniyle saptanması özellikle güç olan ilişkilerdir: Çoğu kez aynı türün dişisi ve erkeği ile mi yoksa farklı iki türle mi karşı karşıya olunduğunu anlamak zordur. Belki de eVrim ağacının en tartışmalı tarafı, H. sapiens sapiensin kökenleri ile ilgili olan son kısmıdır. Bu konudaki görüşler iki ayrı kampa ayrılır. Bazıları, bu türün Afri­ ka’da tek bir kökeni olduğuna ve örneğin Avrupa’daki Neanderthaller ile Asya’daki arkaik H. sapiens sapiensler gibi mevcut tüm türlerin yerini bu yeni türün aldığına ve eski türlerin çağdaş gen havuzuna hiçbir katkıda bulunmadan kaybolduğuna inanmaktadır. Diğerleri buna karşı çıkarak funduszeue.infos sapiensin dünyanın farklı bölgelerinde, evrim­ leşme yoluyla ilk yerleşik insan toplulukla­ rından türemiş olduğunu ileri sürmektedir­

ler. Bu iki uç arasında başka yaklaşımlar da mevcuttur. Örneğin yıl kadar önce Afrika’dan yayılan, ama belli bir oranda ar­ kaik H. sapiensler ile birleşilmesi sonucunda türeyen çağdaş insan toplulukları gibi. İnsan genetiği konusundaki çalışmalar evrim tarihinin yeniden oluşturulması için de bir olanak sağlarlar. Çağdaş insanlar arasındaki kısıtlı genetik çeşitlilik çok yakın geçmişe dayanan bir kökenimiz olduğuna işaret eder­ ken, insanlarla şempanzeler arasındaki fark­ lılıkların ölçülmesiyle ortak atanın 6 milyon yıl öncesine ait olduğu belirlenmektedir. Dünyanın farklı bölgelerindeki insan toplu­ luklarının sahip olduğu DNA çeşitliliğinin, çağdaş insanın tek bir kökenden mi yoksa çeşitli kökenlerden mi türediğinin ve eğer bu olasılıklardan birincisi doğruysa, bunun nerede ve ne zaman olduğunun saptanabil­ mesi için kullanılması yönünde girişimlerde bulunulmaktadır. Bu kitap, tüm arkaik Homo sapienslerin yerini tek bir Afrikalı kö­ kenin aldığı şeklindeki konumu benimse­ mekle birlikte, Afrika’dan yayılan popülasyonla yörenin yerleşik ilk insanları arasında gerçekleşen kısıtlı bir melezleşmeye de ılımlı bakmaktadır.


3 8 AKLIN TARİHÖNCESİ

3&gt; ve 4* Perdelerde sahne değişiklikleri Derin deniz dibinden alman örneklerden kaydedilen Pleistocene iklimi Pasifik Okyanusu’ndan alman V İzotopik sapma (%o) izotopunun derinlikteki göreli frekansı

Tarihöncesinin 3. ve 4. Perdeleri Orta ve Yukan Pleistocene olarak bilinen jeolojik dö­ nemleri kapsar. Bu dönemler sırasında gezenumber Yeaf$ â9° genimiz, buzul dönemlerinden buzularası dö­ nemlere geçişlerin egemen olduğu uzun ve karmaşık iklim değişiklikleri yaşamıştır. Birbiri ardına gelen bu değişimleri en açık şekilde deniz çökeltilerinden alman örneklerde göre­ biliriz. İki oksijen izotopunun birbirine olan oranlarındaki değişiklikleri saptamak için bu örneklerin analizleri yapılabilir ve bu analizler de buzul ve buzularası dönemlerin oluşturdu­ ğu iklimsel dalgalanmalarla doğrudan olarak ilişkilendirilebilirler. İlk kez ’lerde kulla­ nılmaya başlanan bu örnekler Orta ve Yukan Pleistocene boyunca buzul döneminden buzularası döneme geçişlerde sekiz döngü ya­ şanmış olduğunu göstermektedir. Ayrıca, buzularası dönemde evresel olarak adlandırı­ lan dikkat çekici soğuma dönemleri ve bunun tersine buzul dönemlerinde evrearası olarak adlandmlan ılınma dönemlerinden oluşan daha küçük çaplı birçok dalgalanma olmuş­ tur. Her iklimsel dönem, soğuk dönemi çift sayı ve ılık dönemi ise tek sayı ile ifade edilen bir ra­ kama sahip olduğu için, bu iklimsel dalgalan­ malar Pleistocene ile ilgili kronolojik bir yapı ortaya koymaktadır. Bundan başka, bir iklim­ sel dönem içindeki dalgalanmalar için rakam­ t, ların yanında küçük harfler de kullanılmak­ tadır. Örneğin beşinci devre son buzularası dönemin tamamıdır ( 71 yıl önce) ve 5a-5e olarak anılan ve 5e&#39;nin en yüksek deniz seviyesini gösterdiği beş alt dev­ reye bölünmüştür. Diğer özellikle önemli oksijen izotop devreleri onikinci ( yıl öncesinde Kuzey Avrupa&#39;yı kapla­ yan Anglian buzlanması olduğu sanılan ) ve ikinci (24 ila 13 yıl önceki son buz­ lanmayı gösteren) devrelerdir.

73Q,m

Soğuk dönemler Global ısı dereceleri düştükçe, &#39; Yüksek enlemler boyunca uzanan buzul \ f tabakalarında daha fazla su mahsur kalmış, düşük enlemlerde ise iklimler eskisinden daha kurak hale gelmiştir. Düşen deniz seviyeleri, sular altında kalmış olan geniş toprak kitlelerini açığa çıkarmıştır. ^Avrupa’da göç eden rengeyiği sürülerinin j faydalandığı tundralar gelişmiş, ^Yakındoğu gibi bölgeler kuraklık / sıkıntısı yaşamışlardır.


Çağdaş Aklın Mimari Yapısı

En eski atalarımızın akılları hakkında yapacağımız bir araştırma için günümüzün modern aklından neler öğrenebiliriz? Araştırmamıza düşünce yapılarından değil, kısaca vücut yapılarından başlamak bu konuda bize yardımcı olacaktır,1Geçmişteki insanların görünüşlerinin ya da davranışlarının nasıl olduğunu öğrenmek istersek bir müzeye gidebilir ve sergilenen insan fosillerine ya da taş aletlere bakabiliriz. Gittiğimiz iyi bir müze ise, bir mağara ağzına çömelmiş yemek pişiren ya da mızrağını bileyen kıllı bir Neanderthal kurgulaması ile karşılaşma­ mız olasıdır. Ama geçmişle, en yaşlı insan atalarıyla ilgili birşeyler öğ­ renmeye başlamak için çok daha kolay bir yol vardır. O da, sıcak su dolu bir banyo küvetinin içine oturmaktır. Su soğudukça, tüyleriniz de ürper­ meye başlayacaktır. Derinizin böyle bir tepki göstermesinin nedeni, Taş Devri’nde yaşamış olan atalarımızın bizden çok daha kıllı olmalarıdır. Üşüdükleri zaman onların da tüyleri ürperir, böylece vücutlarını örten kıllar dikleşir ve gövdeyle kıllar arasında ılık bir hava tabakası oluşurdu. Bugün, bu kıllı gövdeleri kaybetmiş bulunuyoruz ama tüylerimiz ürper­


40

AKÜN TARİHÖNCESİ

meye devam ediyor ve binlerce yıl önceki görünüşümüzle ilgili bir ipucu oluşturuyorlar. Aslında, bedenlerimizin Taş Devri dedektifleri için bir cennet olacağını söyleyebiliriz. Bir jimnastikçinin Hint maymunu gibi sallanabildiğim izlemek, bir zamanlar kol ve bacaklarımızın ne amaçla tasarımlanmış olduklarını anımsatan bir işarettir. Batı topluluklarında kalp hastalıkları oranı, fazla yağ içeren beslenme şekillerimizin, bedenlerimize uymadığım gösteren bir başka ipucudur.2 Aynı şey aklımız için de söz konusu mudur? Çağdaş aklın doğası Taş Devri aklının sırlarını açığa vurabilir mi? Bugünkü düşünce yapımızda, atalarımızın binlerce, hatta milyonlarca yıl önceki düşünme biçiminin ipuçlarını bulabilir miyiz? Aslında bulabiliriz - her ne kadar bu ipuçları anatomimiz ile ilgili olanlar kadar açıkça görülebilir durumda değil­ lerse de. Hatta bulgulanmız ipuçlarının da ötesinde olabilir, çünkü çağdaş akıl milyonlarca yıllık bir evrim sonucu inşa edilmiş bir mimari yapıya sahiptir. Aklın tarihöncesini yeniden canlandırmaya bu yapıyı açığa çıkar­ makla başlayıp sonra onu daha yakından inceleyebiliriz. Bir sünger ya da bir bilgisayar olarak akıl Çağdaş aklın yapısını sergilemek psikologların işidir. Ama hepimiz zaman zaman bunu yapmaya kalkışmışızdır: Akıllarımızı kullanmakta hepimiz birer ustayız. Düzenli olarak ve elimizde olmadan kendi akıllarımızı gözetler ve başkalarının aklından neler geçtiğini merak ederiz. Bazen anladığımızı sanırız. Yaptığımız riskli bir iştir, çünkü kendimizi kandırma­ ya başlayabiliriz. Dünyaya baktığımızda, gözümüze düzmüş gibi görüne­ bilir. Akla bakacak olursak, o d a İyisi mi, biz işe akim nasıl gözüktüğüne bakmakla başlayalım. Var olan akıllar içinde en üretken, en olağanüstü olanlara, yani küçük çocukların akıllarına öncelik verelim. Aklın tarihöncesi ile ilgili araştırmam sırasında çocuklarımın geliş­ mesini izlemek, birçok yönden bana son on yılda okuduğüm akademik tezler ve kitaplar kadar yardımcı oldu. Oyuncak hayvanat bahçesi ile oynadığımız bir gün, üç yaşlarındaki oğlum Nicholas’a fok balığını göle koymamı isteyip istemediğini sormuştum. Gözleri hayvanın üzerinde dolaştı ve sonra bir an sessizce bana baktı. &lt;fEvet”, dedi, “ama o aslında bir deniz aygırı.” Haklıydı. Ben onları karıştırmış olabilirdim ama oğlum hayvanlarla ilgili bilgisi konusunda çok dikkatliydi. Ona armadillo, aardvark ve karıncayiyeıı arasındaki farklılıkları bir kez söylemeniz, bu özelliklerin beynine yerleşmesi için yeterli oluyordu. Bütün çocukların aklı gibi, onunki de bilgiyi emen bir sünger gibiydi. Sonsuz bir dizi boş


ÇAĞDAŞ AKÜN M İM A Rİ YAPISI 41

gözenek, yeni gerçekleri ve düşünceleri içine çekiyordu. Dünyanın farklı farklı bölgelerindeki genç akılların herbiri, farklı kültürler oluştururlar. Ve antropologlar, kültürlerin yalnızca dünya ile ilgili gerçeklerden oluşan listeler değil, düşünme ve anlamaya özgü özel yollar olduğunu söylüyorlar: Sünger-akıl, düşünce süreçlerini içine çeken bir olgudur3. Aklın, gözeneklerinin doldurulmasını bekleyen boş bir sünger olduğu fikri, hem bizim günlük düşüncemizi, hem de akademik dünyamnkini büyük ölçüde etkilemiştir. Bilgi edinme süreci süngerin gözeneklerinin doldurulmasına, hatırlama süreci ise süngerin sıkılmasına benzetilebilir. IQ testi kavramı, bazı süngerlerin emme ve sıkma güçlerinin diğerlerinden daha iyi olduğu düşüncesine dayanmaktadır. Bu durumda, aklın evrimi kafalarımızın içindeki süngerin yavaş yavaş genişlemeye başlamasından başka bir şey değilmiş gibi gözüküyor. Bununla birlikte, bu analoji, aklın problem çözme ve öğrenme yollarını düşünmekte bize yardımcı olamaz. Öğrenmek ve problem çözmek, gerçek­ leri bir araya toplamanın ve ardından geri püskürtmenin ötesinde bir olgudur; bilgi parçacıklarını birleştirmeyi ve birbiriyle karşılaştırmayı içerir. Süngerler bunu yapamaz ama bilgisayarlar yapabilir. Belki de aklı bir bilgisayar gibi düşünmek, sünger gibi düşünmekten daha inandırıcı bir yaklaşımdır. Aklın içine veriler aldığını, bunları işlediğini, sorunu çözdü­ ğünü ve bedenlerimizin çıktıyı uygülamasım sağladığını düşünebiliriz. Beyin donanım, akıl yazılımdır.4 Ama kullanılan programlar hangileridir? Aklın, genellikle, güçlü ve genel amaçlı tek bir program kullandığını düşünürüz. Normal olarak, bu programı yalnızca “öğrenme” diye adlandınr, başka bir şey söylemeyiz. Buna göre, çocuk, bilgileri emmeye başlarken genel amaçlı öğrenme programı da devreye girecektir. Günün birinde, ço­ cuk, duyduğu sesleri ve onlan izleyen hareketlerle ilgili bilgileri programa girmeye başlayacak, program işleyecek ve o, sözcüklerin anlamlarını öğre­ necektir. Bir başka gün, girdi, çocuğun kâğıt üzerinde gördüğü işaretlerin şekilleri ve bunlara bitişik nesne resimleri olacak, o, okumayı öğrenecektir. Bir başka günün girdisi, bir sayfa üzerindeki rakamlar ya da iki tekerlekli bir nesne üzerinde denge kurmakla ilgili olacak ve adına “öğrenme” dediği­ miz bu şaşırtıcı esneklikteki bilgisayar programı, çocuğun matematiği kav­ ramasını ya da bisiklete binmeyi öğrenmesini sağlayacaktır. Aynı program durmaksızın işlemeye devam edecektir, yetişkinlikte bile. Eğer akıl bir bilgisayar ise, tarihöncesi atalarımızın akıllarını ne olarak düşünmemiz gerekiyor? Çok basit. Farklı akıllar, farklı bellek kapasiteleri ve işlem çiplerine sahip bilgisayarlar gibidirler. Son on yıl içinde, bilgisa­ yarların güç ve kapasitelerinde hızlı bir gelişmeye tanık olduk. Bu gelişme,


4 2 AKLIN TARİHÖNCESİ

aklın tarihöncesi ile ilgili bir analoji oluşturmak için adeta bize yalvarıyor. Kısa bir süre önce, çocuklarımı Londra’daki Bilim Müzesi’ne götürmüş­ tüm. Orada, Charles Babbage’m analitik makinesinin, yani ilk bilgisayarın yeniden oluşturulmuş halini gördük. Bu kitabı yazmakta olduğum minik dizüstü bilgisayarından kat kat daha büyük ve daha yavaştı. Babbage’ın makinesiyle benim dizüstü bilgisayarım ve Neanderthal akılla çağdaş akıl arasında bir analoji kurup kuramayacağımı merak ettim. Yoksa PC’de farklı bir bellek kapasitesine sahip olmaktan ibaret olan benzetme daha iyi bir analoji mi oluştururdu? Aklı bir süngere ya da bir bilgisayara benzetmek. Her iki fikir de çok cazip. Her ikisi de aklın nasıl çalıştığını biraz anlatıyor gibi gözüküyor. Peki, akıl aynı anda birbirinden bu kadar farklı iki şeye nasıl benzetilebiliyor? Aklın neye benzediğini söylemek çok kolay gözüküyor, ama gerçekte ne olduğunu anlatmak çok zor. Süngerler ve bilgisayarlar akıl için gerçekten de de iyi analojiler olabi­ lirler mi? Akıl bilgiyi yalnızca toplayıp sonra geri püskürtmez. Üstelik aklın emdiği bilgiler de gelişigüzel değildir. Benim çocuklarım -tüm diğer çocuklar gibi- binlerce kelimeyi fazla çaba sarf etmeden içlerine sindirinişlerdir ama sıra çarpım tablosuna geldiğinde, emme güçleri kuvvet kaybetmişe benzemektedir. Üstelik akıl, sorunları bir bilgisayarın çözdüğü gibi çözmekle yetinmez. Aklın yaptığı başka bir şeydir: O yaratır. “Dışanda”, yani dünyada olmayan, olamayacak şeyleri de düşünür. Akıl düşünür, yaratır, hayal eder. Bunlar bir bilgisayarın yapabileceği şeyler değildir. Bilgisayarlar yalnızca programların onlara yap dediklerini yapar; dört yaşındaki bir çocuk gibi yaratıcı olamaz5. O halde, aklı bir sünger ya da bilgisayar olarak düşünmekle, belki de psikolojik açıdan, dünyayı düz görenlerle aynı yanılgıya düşmüş oluyoruz. Gerçekte, oğlumun elimdeki oyuncağın “aslında bir deniz aygırı” ol­ duğunu bildirmesinde kışkırtıcı bulduğum şey, onun haklı olması değil, aksine önemli bir şekilde yanılmasıydı. Oğlum onun bir deniz aygırı oldu­ ğunu nasıl düşünüyor olabilirdi? Elimdeki, şekillendirilmiş, portakal renk­ li, küçük bir plastik parçasından başka bir şey değildi. Deniz aygırı ise kocaman ve ıslak, yağlı ve pis kokuludur. O küçük plastik parçası işte bütün bu şeylerdi, ama yalnızca oğlumun kafasında. Thom as W ynn ve Jean Piaget’nin düşünceleri İnsan aklının kökenlerine duyduğum ilginin ilk kıvılcımı çocuklarım yü­ zünden değil, henüz öğrenciyken okuduğum bir tez sayesinde parlamıştı.


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 4 3

’da Thomas Wynn adında bir Amerikalı arkeolog, yıl öncesine gelindiğinde, çağdaş aklın çoktan bugünkü şeklini almış olduğunu öne süren bir makale yayınlanmıştı yıl öncesinin, geçmişimizi anlatan tiyatro oyununun 3. Perdesinde yer aldığını ve bırakın anatomik açıdan çağdaş insanları, Neanderthallerden bile önceki bir dönem içinde olduğunu anımsayın. Thomas Wynn’in bu savının kanıtı olarak, bu perdenin ilk sahnesinde, Homo erectushx ve arkaik Homo sapienslet tarafından ince bir işçilikle üretilmiş olan simetrik elbaltaları kullanılıyordu. Wynn bu sonuca nasıl ulaşmıştı? İşe, akademisyenlerin uzun yıllar boyunca ateşli biçimde tartıştığı, çocuktaki akılsal gelişmenin evrelerinin, insan atalarının bilişsel evriminin evrelerini yansıttığı savını kullanarak başlamıştı. Terminolojide bu sav, “bireyoluş soyoluşu tekrarlar”7şeklinde ifade bulur. Bu, daha sonra yeniden üzerinde duracağım “büyük bir düşünce”dir. Bu düşüncenin, örneğin Homo erectusun ya da belki çağdaş bir şempanzenin aklının, küçük bir çocuğun yapısal akıl özelliklerini taşıyabi­ leceğini, ama doğal olarak bunların tamamen farklı içeriklere sahip ola­ caklarını önerdiğini düşünebilirsiniz. Thomas W ynn’in bu fikri kullana­ bilmesi için küçük çocukların akimın neye benzediğini ve akılsal geliş­ menin evrelerini öğrenmesi gerekiyordu. Bu yüzden o günlerin en etki­ leyici kişiliklerinden biri olan çocuk psikologu Jean Piaget’nin çalışma­ larını incelemesi hiç de şaşırtıcı olmamıştır. Piaget, aklın bir bilgisayara benzediğine kesinlikle inanan bir psikologtu. Onun kuramlarına göre, akıl, yeni bilginin girişini kontrol eden ve aklın bir dizi gelişim evresinden geçmesini sağlayarak onu yeniden yapılayan genel amaçlı bir dizi küçük program kullanıyordu.8 Çocuğun 12 yaşına geldiğinde eriştiği bu evrelerin sonuncusuna, formel işlevsel zekâ adını vermişti. Bu evrede akıl varsayımsal nesne ve olaylar hakkında düşünebi­ liyordu. Elbaltası türü bir aletin yapımında da kesinlikle bu cins bir düşünce şekli gerekiyordu. Taş yumrusundan yonga çıkarmaya başlamadan önce, bireyin, kafasında bitmiş aletin nasıl görüneceğiyle ilgili akılsal bir görüntü oluşturması gerekiyordu. Yapacağı her vuruş, aletin biçimiyle ilgili varsa­ yımdan yola çıkan bir etki oluşturacaktı. Bu yüzden, Thomas Wynn, elbaltası imalatçılarına formel işlevsel zekânın, dolayısıyla temel olarak çağdaş aklın özelliklerini yakıştırırken kendinden emindi. Bu, bir arkeoloji öğrencisi açısından tam anlamıyla şaşkınlık verici bir sonuçtu. Ortada, artık yaşamayan bir insan atasının aklını, bir tarafa atılmış ve tarihöncesi içinde kaybolmuş taş aletlerden okuyabildiğini öne süren biri vardı. Ama aklın tarihöncesi insan evrimi süreci içinde bu kadar çabuk sona ermiş olabilir miydi? Sanatın ortaya çıkması, kemik­


44

AKLIN TARİHÖNCESİ

ten yapılma aletler ve global yerleşim, yani 4. Perdenin olayları, başka hiçbir yeni bilişsel temel gerektirmiyor muydu? Bu, en hafif anlatımla, inanılmaz gözüküyordu. Thomas Wynn’in çalışmaları yakından incelenince, onun, Piaget’nin fikirlerini kusursuz bir biçimde kullandığı anlaşılıyor. Aynı anda üç bo­ yutta simetrik bir elbaltası yapabilmek, doğal olarak Piaget’nin förmel işlevsel zekânın özelliği olduğunu öne sürdüğü cinsten akılsal süreçleri içeriyor gibi gözüküyordu. O halde, belki de yanlış olan Piaget’nin fikirle­ riydi. Gerçekten de, son on yıldır birçok psikologun verdiği mesaj bu yönde olmuştur: Akıl genel amaçlı programlar kullanmaz, üstelik o, ortada ne tür bilgi bulursa ayırt etmeden içine çeken sünger de değildir. Psikolog­ lar akıl için yeni tip bir analoji bulmuşlardır: Akıl bir İsviçre ordu çakısı gibidir. İsviçre ordu çakısı mı? Hani şu, küçük makaslar, testereler ve cımbızlar gibi bir sürü özel aygıta sahip, tombul çakılar. Bunların her biri ayrı tip bir sorunu çözmek üzere tasarımlanmıştır. Çakı kapalıyken, kimse içinde bu kadar çok ve çeşitli, özel amaçlı aygıtlar olabileceğini hayal edemez. Belki akıllarımız da bize kapalıdır. Ama eğer akıl bir İsviçre ordu çakısı ise onun kaç özel aygıtı vardır? Bu aygıtlar hangi sorunları çözmek için tasarımlanmıştır? Oraya nasıl girmişlerdir? Bu analoji, yaratıcı düşün­ ce ve hayal kurmayı anlamamıza daha çok mu yardımcı olacaktır? Birçok psikolog ’den beri bu tür soruların yanıtlarını tartışmakta­ dır. Bu özel amaçlı aygıtların her birini ayrı ayrı tanımlayabilmek için “modüller”, “bilişsel alanlar” ve “zekâlar” gibi sözcüklerden oluşan bir terminoloji benimsemişlerdir. Aralarında bu aygıtların sayıları ve özellik­ leri konusunda pek çok anlaşmazlık varsa da, aklın mimari yapısını ortaya koymak için bu psikologların çalışmalarını detaylı biçimde inceleyerek, çocuklarla oynarken onların akıllarını okumaya çalışmaktan daha başarılı olmamız mümkündür. Ortaya çıkan yapı Piaget tarafından öne sürülen­ den çok farklı olacaktır. Şimdi, aklı İsviçre ordu çakısına benzetme düşün­ cesinin nereden çıktığına ve son birkaç yıldır konunun nasıl geliştiğine bir göz atmalıyız.9 Fodor’un akıl için öne sürdüğü çift katlı mimari yapı Başlangıç noktamız, ’te yayınlanan iki önemli kitap olacaktır. Aslın­ da bu kitaplardan birisi küçük, ince bir cilttir. Ama akim mimari yapısı ile ilgili bazı önemli fikirler içermektedir ve aklın geçmişi ile ilgili bazı ipuçlarına sahiptir: Bu kitabın adı, The Modularity o f Mind, yazarı ise Jerry Fodor’dur


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARI YAPISI 4 5

Jerry Fodor dilbilimci bir psikologtur ve aklın mimari yapısı konusunda çok net fikirlere sahiptir. Ona göre, aklın algılama ya da girdi sistemleri ve bilişim ya da merkezi sistemler olarak adlandırdığı iki kısma ayrılması gere­ kir. Bunların mimari yapıları birbirinden çok farklıdır; girdi sistemleri bir İsviçre ordu çakısındaki bıçaklara benzerler ve Fodor bunlan görme duyusu, dokunma duyusu ve duyma duyusu gibi birbirinden farklı ve bağımsız bir dizi “modül” olarak tanımlar. Konuşma bilgisini de bu girdi sistemlerinden biri olarak kabul eder. Buna karşılık, merkezi sistemlerin hiçbir mimari yapısı yoktur ya da en azından bu yapı her zaman gizli kalacaktır. “Düşünce”, “problem çözme” ve “hayal kurma” olarak bilinen gizemli süreçlerin yer aldığı sistem de burasıdır. Burası “zekânın” yaşam sürdüğü yerdir. Fodor, her bir girdi sisteminin bağımsız beyin süreçleri üzerine kurul­ duğunu öne sürer. Örneğin, duyma için kullandığımız girdi sistemleri, görme ya da konuşma için kullandıklarımızdan tamamen farklıdır: Bunlar bir İsviçre ordu çakısının farklı bıçakları gibidirler, ama rastlantı eseri aynı çakının içinde yer almaktadırlar. Girdi sistemlerinin modülerliğine ait birçok kanıt bulunmaktadır. Modüllerin beynin özel kısımları ile belirgin ilişkileri, çocuk gelişiminin karakteristik kalıpları ve modüllerin belirli analiz kalıpları sergileme yönündeki eğilimleri, bu kanıtlardan bazılarıdır. Fodor, girdi sistemlerinin nasıl istemdışı ve hızlı çalıştıklarını da vurgular: Uygun uyarı verildiği zaman işitmemek ya da görmemek elimizde değildir. Girdi sistemlerinin bu özelliklerine pek karşı çıkan yoksa da, Fodor un öne sürdüğü diğer özellikler tartışmaya açıktır. Bunların birincisi, girdi sistemlerinin diğer girdi sistemleri tarafından elde edilen bilgiye direkt olarak ulaşma olanağının olmadığı düşüncesidir. Buna göre, şu anda gördü­ ğüm şey duyduğum şeyden etkilenmemektedir. Fodor girdi sistemlerinin bu özelliğini tanımlamak için “kapsüllenmiş” terimini kullanır. Tartış­ maya açık ikinci özellik, girdi sistemlerinin merkezi sistemlerden yalnızca sınırlı bilgi aldığıdır. Fodor için bu çok önemli bir mimari özelliktir, çünkü herhangi bir bireyin sahip olduğu bilgilerin, o bireyin dünyayı algılama biçimi üzerinde ancak sınırlı, hatta belki de önemsiz bir etkisi olduğu anlamına gelmektedir. Bu durumu açıklamak için kullandığı etki­ leyici bir örnek, optik yanılsamalardır: Optik yanılsamalar, doğru olmadı­ ğını bildiğimiz halde gördüklerimizin bizi etkilemesine neden olur. Bilişimin algılamayı yalnızca önemsiz ölçüde etkilediği düşüncesi, top­ lumsal bilimlerin görecelikçi yaklaşımına ters düşer. Aklı bir sünger olarak düşünecek olursak, küçük çocukların kendi kültürlerine ait bilgi­ leri içlerine sindirmiş olmaları gerekeceğini anımsayın. Toplumbilimcile­


4 6 AKLIN TARİHÖNCESİ

rin çoğunun görüşüne göre, bu bilginin dünyanın nasıl algılandığını da kapsaması gerekmektedir. Fodor bunun yanlış olduğunu öne sürer: Algılama özellikleri değiştirilemez özelliklerdir ve doğuştan akılda yer alırlar. Fodor, görececilikten, fiberglas güç motorlarından nefret ettiği kadar nefret eder, ve sanırım bunun anlamı görececilikten gerçekten de çok nefret ettiğidir Fodor’a göre, girdi sistemleri kapsüllenmiş, zorunlu, hızlı çalışan, doğuş­ tan var olan ve değiştirilemez sistemlerdir. Onları “aptal” diye niteler. Bu anlamda, bilişimle, yani “akıllı” merkezi sistemle tezat oluşturmaktadırlar. Fodor, merkezi sistemlerin nasıl çalıştığı konusunda hemen hiçbir şey bil­ mediğimizi öne sürer. Tek bildiğimiz, bunların, girdi sistemlerinin tersi bir dizi özelliğe sahip olduktandır: Yavaş çalışırlar, kapsüllenmiş değildirler ve herhangi bir alana bağlı değildirler; başka bir deyişle, düşünme ve problem çözme süreçleri, içeride üretilen bilgiye ek olarak tüm girdi sistemlerinden gelen bilgilerin bütünleşmesine bağlıdır. Girdi sistemlerinin tersine, mer­ kezi sistem süreçleri beynin özel kısımlarıyla ilişkilendirilemezler. Hepsi yalnızca tek bir belirli bilgi tipiyle ilgilenmeye ayrılmış olan girdi sistemlerinin tam tersine, bilişimin temel özelliği holistik oluşudur. Fodor, bilişimin en kafa karıştırıcı özelliklerinin; kapsüllenmiş olmaması, yaratıcılığı, holizmi ve analojilere olan düşkünlüğü12 olduğunu düşün­ mektedir. Merkezi sistemlere yenik düştüğünü hisseder ve incelenmeleri­ nin olanaksız olduğunu öne sürer. Fodor’a göre, “düşünme”, “problem çözme”, “hayal gücü” ve “zekâ” çözülemez olgulardır. Özetle, Fodor, aklın iki katlı bir mimarisi olduğuna inanır. Bu katlar­ dan aşağıda olanı İsviçre ordu çakısına, üstteki ise işte bu konuda bir benzetme yapamayız, çünkü dünyada benzeri yoktur. İlk bakışta, girdi sistemleri ile merkezi sistemler birleşimi akıl için oldukça garip bir yapı, dramatik ve hoş olmayan bir sistem çatışması ortaya koyar gibi gözükmektedir. Ama Fodor, çağdaş aklın mimari yapısı­ nın —yani insan evrimi süreçlerinin- aslında çok parlak bir tasarım oluşturduğunu öne sürer. Bu, çevremizdeki dünyaya uyum gösterebilme­ mize olanak sağlayan, neredeyse mükemmel bir tasarımdır. Algılama dün­ yada neyin doğru olduğunu saptamak için oluşturulmuştur: Tehlike ya da fırsatlarla karşılaştığında bireyin hızlı ve düşünmeden hareket etmesi gerekir. Fodor’a göre “değişmez güzel ve doğruya yönelmek şüphesiz ki önemlidir. Ama birilerine yem olmamak daha önemlidir.”13 Bununla birlikte, diğer zamanlarda birey, yaşadığı dünyanın doğası üzerinde yavaş ve dikkatli bir yaklaşımla durmak ve birçok farklı kaynaktan edindiği farklı bilgileri birleştirerek hayatta kalmaktadır. Bireyin, dünyanın düze-


ÇAĞDAŞ AKÜN M İM A R İ YAPISI

47

nini ve yapısını fark etmesi ancak bu şekilde mümkün olabilir. Fodor, “doğanın hızlı duyarsız sistemlerden ve dikkatle oluşturulmuş yavaş sis­ temlerden en iyi sonucu alabilmek için, ikisi arasında bir seçim yapmayı reddedip, her iki yolu da kullanma yolunu seçtiğini”14 savunmaktadır. Gardner’ın çoklu zekâlar kuramı Fodor’un kitabının basıldığı yıl bir başka kitap daha ortaya çıktı: Frames o f Mind: The Theory o f Multiple Intelligences, yazan Howard Gardner Bu kitapta öne sürülenler, bazı açılardan, Fodor’un çalışmalarıyla önemli ölçüde çelişmektedir. Gardner, aklın yalnızca felsefi yanıyla değil, okullar için eğitim politikaları geliştirmeye ilişkin olarak somut konularla da ilgilenir. Üstelik psikoloji ve dilbilim alanlarından elde ettiği bilgilere dayanmak dışında, sosyal antropoloji ve eğitimsel çalışmalar gibi farklı disiplinlerin verilerinden de yararlanır. . Gardner akıl için çok farklı bir yapı öne sürer; girdi sistemleri ile merkezi sistemler arasındaki farklılıklara boş verip Fodor’a göre çözülmez bir kavram olan zekâ üzerinde yoğunlaşır. Genelleşmiş, tek bir entelektüel kapasitenin varlığını soruşturur -bireyin süngerinin boyutları ya da bilgisayarının hızı gibi- ve bunu en az yedi farklı tipte zekâ çeşidiyle değiştirir. Bu çeşitli zekâlann beynin farklı kısımlarında yerleştiğini ve kendilerine özgü, bağım­ sız, sinirsel süreçlere sahip olduklarını öne sürer. O halde, burada da karşımıza İsviçre ordu çakısı türünden bir akıl yapısı çıkmaktadır. Bu du­ rumda, her bir bıçak başka bir zekâ çeşidi olarak tanımlanmaktadır. Akim çeşitli zekâ merkezlerini saptamak için Gardner bir dizi kesin ölçüt kullanır. Örneğin, beynin zarar görmesi sonucunda, çekirdek kapa­ sitenin (diğer kapasiteler hasar görmeden kalırken) ya kendi kapasitesini kaybetmesi ya da diğer kapasiteler yok olurken, yalnızca bahsi geçen kapasitenin iş görebilir halde kalması yoluyla saf dışı kalabileceğinin anlaşılması gerektiğine inanır. Bir başka düşüncesi de, çocukta zekâ ko­ nusunda dikkat çekici bir gelişim öyküsü görülmesi ve bu gelişimin farklı bireylerde farklı derecelerde olması gerektiğidir. Gardner bu tür ölçütler kullanarak yedi zekâ çeşidinden oluşan dizisine ulaşır: Yani çağdaş akim İsviçre ordu çakısına ait bıçaklarına. Gardner’m yedi zekâsı şunlardır: Dilsel zekâ, müzik zekâsı, mantıkmatematik zekâsı, mekânsal zekâ, bedensel-kinestetik zekâ ve biri içe, bireyin kendi aklına, diğeri dışa, diğer bireylere dönük olmak üzere iki bireysel zekâ. Her zekânın işlevlerinin geniş ölçüde kendi adı içinde ta­ nımlandığı söylenebilir. Mantık-matematik zekâsı, belki de zekâ kelime­


4 8 AKLIN TARİHÖNCESİ

sinin uyandırdığı çağrışıma en çok uyanıdır, çünkü sonuçta bilimsel ve mantıksal düşünce anlamına gelir. Pek uygun olmasa da, bedensel-kinestetik zekâ olarak adlandırılan zekâ türü, sporcu ve dansçıların örneklediği şekilde, bireyin beden hareketlerinin eşgüdümü ile ilgilidir, Bu zekâların her biri Gardner’ın öne sürdüğü ölçütlerle uyum sağlamaktadır. Örneğin dil kullanımı doğal olarak kendi benzersiz beyin süreçlerine sahip görün­ mektedir ve büyük olasılıkla hepimiz, gelişmiş düzeyde müzik ya da mantık-matematik zekâsına sahip çocuklar tanıyoruzdur. O halde, Gardner, akim yapısının kısmen özerk bir zekâlar dizisi tara­ fından oluşturulduğunu öne sürmektedir. Bunu yalnızca önermekle de kalmayıp savını çok güçlü bir biçimde ortaya koymaktadır. Bunu yaparken, Fodor’un öne sürdüğü yapı türünden tamamen ayrıldığı görülür. Gardner’m zekâları Fodor’un modüllerinden çok farklıdır. Gardner’ınkilerin bir ge­ lişim öyküsü vardır, bu zekâların özellikleri bireyin kültürel bağlamından yoğun biçimde etkilenirler. Gardner’ın İsviçre ordu çakısının bıçakları, bir Fodor modülü gibi, yalnızca bilgi toplamaz, düşünmek ve problem çözmekle de ilgilenirler. Aralarında bir temel farklılık daha varsa da, bu farklılık Fodor ve Gardner’m fikirlerini, ironik bir biçimde, başlangıçta göründüklerinden çok daha fazla birbirine yaklaştırmaktadır. Fodor’un modülleri kesinlikle birbirinden bağımsızken, Gardner sü­ rekli olarak zekâ çeşitleri arasındaki etkileşimin aklın çalışması için ne kadar gerekli olduğunu vurgular. “Olayların normal akışı sırasında, zekâ çeşitlerinin birbirleri ile etkin bir iletişim içinde oldukları ve birbirlerine dayanarak geliştikleri”16üzerinde durur. Küçük bebeklerin farklı alanlar arasında ilişki kurabilme kapasitelerinin, insana ait karakteristik bir geli­ şim özelliği olduğu görüşünü savunur. Kitabı, davranış kalıpları oluştur­ mak ve insanlık için kültürel başarılar yaratmak amacıyla birlikte çalışan zekâ örnekleriyle doludur. Gerçekten de, örneğin müzik zekâsını, bedenseUkinestetik zekâdan kaynaklanan karmaşık bedensel hareketlerle bağlantı kurmadan düşünmek ya da dilsel zekâyı bireysel zekâdan bağımsız olarak kullanmak, oldukça zordur. O halde Gardner’m yaklaşımı, her zekâ çeşidinin birbirinden’bağımsız, temel süreçleri olmasına rağmen, “normal insan ilişkilerinde karmaşık etkinlikleri gerçekleştirmek için, sorunsuz ve pürüzsüz şekilde bir arada çalışan zekâ bileşimleriyle karşılaşılmasınm tipik bir durum”17 olduğunu ileri sürmektir. Ona göre, en akıllı bireyler, metafor ve analoji kullanımında olduğu gibi, alanlar arasın­ da ilişki kurmakta en başarılı olanlardır. “Analoji” kelimesi bize hemen Fodor’un merkezi sistemleri tanımlayış biçimini hatırlatır: Merkezi sistemler “analojik düşünceye düşkündürler.”


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 4 9

Fodor’un merkezi sistemlerde modülerlik olmadığını düşünmesinin nedeni, bu sistem içindeki modüllerin birlikte çok düzgün ve pürüzsüz çalışmaları yüzünden, bir modülerlik olduğunun fark edilmemesi olabilir mi dersiniz?18 Perde Arası: Fodor’a karşı Gardner Akim yapısını açığa çıkarmak konusunda ne kadar ilerlediğimizi görebil­ mek için, psikolojiyle ilgili güncel düşünceler arasında yaptığımız bu hızlı geziye biraz ara verelim. Fodor bize iki katlı bir mimari yapı sunmuştu ve katlardan her birinin rolünün evrimsel ilgi alanına girdiği anlaşılıyordu: Yalnızca girdi sistemleri ile çalışan bir beyin hayal edilebilir ama yalnızca merkezi sistemle çalışan bir beyin düşünülemez. Böcekler ve amiplerin girdi sistemlerine gereksinimleri vardır ama merkezi sistem süreçlerine gereksinim duymazlar. O halde, bu ikinci sistemin evrim sırasında eklenmiş olması gerekiyordu. Gardner düşünce süreçleri için bize İsviçre ordu çakısı modelini sunmuştur. Zekâ çeşitleri gerçekten de düzgün ve pürüzsüz olarak bir arada çalışabiliyorlarsa, bu model temelde Fodor’un merkezi sistemler tanımlamasındaki yaklaşımdan farklı gözükmemektedir. O halde, akıl, belki de yalnızca tek bir İsviçre ordu çakısından değil, iki çakıdan oluşmaktadır: Çakıların biri bıçaklann tam anlamıyla bağımsız kaldığı girdi sistemleri olabilir. Bir biçimde, bıçakların çoğu kez birlikte çalıştığı diğeri ise, düşünmeyi temsil eder. Ama eğer bu doğru ise, işin başında, düşünce için ayn ayn bıçaklara neden gerek duyulmuştur? Neden genel amaçlı bir öğren­ me/düşünme/problem çözme programı ya da diğer bir deyişle, genel zekâ söz konusu değildir? Üstelik Gardner’ın çakı üzerindeki bıçak sayısı ve tipini doğru ayarladığına nasıl güvenebiliriz? Gardner bile, aklı inceleyen bir başka kişinin farklı zekâ türleri bulabileceğini söylemektedir. Bütün bu soruları ynıtlayabilmek için, bu İsviçre ordu çakısının bıçaklannı kimin bir araya getirdiğini, yani aklın mimanmn kim olabileceğini düşünmemiz gerekiyor. Bunu yapmak için, psikolojide güncel düşünceyle ilgili çalışmalara dönmemiz ve ’lar boyunca, en çok sesleri duyulan bir psikologlar grubu ile tanışmamız lazım: Yani evrim psikologlarıyla. Evrim psikologları sahnede Evrim psikologları grubunun liderleri jilet keskinliğinde zekâlara sahip, iki etkileyici insan olan Leda Cosmides ve John Tooby’dirBu iki psiko­ log, ’lerin sonu ’larm başında, “The Psychological Foundations o f


5 0 AKLİN TARİHÖNCESİ

Culture” (Kültürün Psikolojik Temelleri) adlı uzun makaleleriyle doruğa ulaşan bir dizi makale yazmışlar, bu makalelerini, yılında editör­ lüğünü Jerome Barkow ile birlikte üstlendikleri The Adapted Mind (Uyar­ lanmış Akıl) adlı kitaplarında yayınlamışlardır Çalışmalarında, açıkça görülebilen evrimci bir yaklaşım benimsemişler ve akıl konusunda oluştu­ rulmuş birçok alışılmış kavrama meydan okumuşlardır (süngere benze­ tilen akıl, genel amaçlı bilgisayar programına benzetilen akıl gibi). Daha birkaç ay önce, bir konuşma yapmaya hazırlanırken gördüğüm Leda Cosmides, elinde tuttuğu bir İsviçre ordu çakısını dinleyicilerine gösteri­ yor ve onlara bunun akıl olduğunu bildiriyorduBundan sonraki satırlar­ da Cosmides ve Tooby’den, kısaca C &amp; T olarak söz edeceğim. Bu psikologların evrim psikolojisi bayrağı ile dikkat çekmeye çalışma­ larının nedeni, çağdaş akim doğasını, onu ancak biyolojik evrimin bir ürünü olarak incelemekle anlayabileceğimizi savunmalarıdır. Tartışma­ nın başlangıç noktası, aklın karmaşık ve fonksiyonel bir yapı olduğu ve şans eseri ortaya çıkmasının olanaksızlığıdır. Eğer tanrısal müdahale ola­ sılığını görmemezlikten gelmeye razıysak, böyle bir karmaşık sistemin ortaya çıkabilmesini mümkün kılacak bilinen tek süreç doğal seçilim yoludurBu açıdan C &amp; T , akla, bedenin diğer bir organına yaklaşır gibi, seçilime yönelik baskılar altında yaklaşır, yani akim, türümüzün evrimsel tarihi sırasında karşılaştığı seçilime yönelik baskılara tepki olarak oluştu­ rulan ve uyarlanan, gelişmiş bir mekanizma olduğunu savunur. Daha kesin belirtmek gerekirse, C &amp; T, insan akimın, atalarımızın Pleistocene ortamlarda avcılıkla yaşamlarını sürdürdükleri sırada karşılaştıkları tarihöncemizin en önemli perdeleri ve sahneleri içinde evrimleştiğni savu­ nurlar. Bu yaşam biçimi evrimsel bağlamda kısa bir süre önce sona ermiş olduğu için, akıllarımız o yaşam biçimine uyarlanmış olarak kalmıştır. C &amp; T , bunun bir sonucu olarak, aklın çok çeşitli ve çok özel amaçlı bir sürü bıçaktan oluşan bir İsviçre ordu çakısı olduğunu öne sürer; diğer bir deyişle, akıl, çeşitli düşünce modüllerinin birleşmesiyle oluşmaktadır. Bu bıçakların/modüllerin her biri, geçmişimizde hayatlarını avcılıkla sürdüren atalarımızın karşılaştığı tek ve belirli bir uyum sorunuyla başa çıkmak amacıyla ve doğal seçilim yoluyla tasarımlanmıştır. Tıpkı Gardner’m savunduğu gibi, akıl “genel zekâ” için kapasiteden fazlasına, yani çeşitli özelleşmiş zekâ türlerine ya da düşünme şekillerine sahiptir. Gardner’m zekâ türlerinde olduğu gibi, her modülün kendine özgü bir bellek biçimi ve akıl yürütme süreci vardır Ama C &amp; T ’nin akılsal modülleri Gardner’mkilerden farklıdır. Daha çok Fodor’un girdi süreçlerine benzerler: Bunlar akılda doğuştan vardır ve tüm insanlarda bulunurlar. Gardner’m


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 51

zekâ çeşitleri genç akılların içinde geliştiği kültürel bağlamlar tarafından etkilenmeye açık olmalarına rağmen, C &amp; T ’nin modülleri için aynı şey söz konusu değildir. Bu modüller bizim henüz üzerinde durmadığımız çok önemli bir özel­ liğe sahiptirler: “İçerik açısından zengindirler.” Bir başka deyişle, modüller yalnızca sorun çözmek için kural oluşturmakla kalmazlar, bireyin bunu yapabilmek için gereksinim duyduğu bilgilerin çoğuna da sahiptirler. Bu bilgiler gerçek dünyanın -e n azından akim evrim geçirdiği Pleistocene dünyasının- yapısını yansıtırlar. Gerçek dünya konusundaki bu bilgi, sorun çözmek için gereken çeşitli kurallarla birlikte ve her biri kendi düşünsel modülü içinde olmak üzere doğuştan çocuğun aklında yer alır. Bazı modüller ufak bir kıvılcımla hemen harekete geçirilebilirler -anne ile göz teması için gerekli modüller gibi—dil öğrenme modülleri ve benzer­ lerinin çalışmaya başlaması için ise biraz zamana gereksinim vardır. C &amp; T ’nin, akılda var olduğuna inandıkları modülleri incelemeye başla­ madan önce, aklı neden bir sünger, genel amaçlı bir bilgisayar ya da başka bir şeye değil de, İsviçre ordu çakısına benzettiklerini anlamamız önem­ lidir. Bu konuda üç temel savları vardır. Birincisi, avcı-toplayıcı atalarımızın karşılaştığı her türlü sorun ben­ zersiz yapılara sahip olduğu için, bu sorunların hepsini tek tip bir düşünce aracı ile çözmeye kalkışmanın birçok yanlışa yol açabileceğini düşünüyor­ lardı. Dolayısıyla, özel sorunlara adanmış özel düşünsel modüllere sahip her birey, yanlışlardan kaçınabilecek ve sorunları daha başarılı biçimde çözebilecekti. Dişi ya da erkek birey bir seçilim avantajına sahip olacak ve onun genleri toplum içinde yayılarak İsviçre ordu çakısı yapısını torun­ larının akima kodlayacaktı. Cinsel partner seçerken uygulanan ölçütler, düşünce modüllerinin değerini sergileyen iyi bir örnek oluşturabilir. Erkek kiminle seks yapa­ cağına karar verirken, kendisiyle biyolojik ilişkisi olan birinden kaçınma­ lıdır. Ama yemeğini paylaşacağı kişiyi seçerken akrabalarından sakınması gerekmez. “Akrabalarınızla daima dost olun” ya da “akrabalarınızdan daima kaçının” diyen basit bir düşünce kuralını kullanan bir birey, üreme konusunda, her biri özel bir sorunun çözümüne ayrılmış bir dizi düşünsel kural benimsemiş olan biri kadar başarılı olamayacaktır. Zengin içerikli akılsal modül kavramını desteklemek için C &amp; T tara­ fından kullanılan ikinci sav şudur; küçük çocukların akılları bunun için önceden programlanmış olmasa, o kadar çok ve karmaşık konu hakkında o kadar çok şeyi hızla öğreniyor olmaları inanılmaz olurdu. Bu sav özgün olarak “uyarının güçsüzlüğü” adıyla tanımlanmış ve Noam Chomsky


5 2 AKLIN TARİHÖNCESİ

tarafından dile ilişkin olarak kullanılmıştı. Chomsky, çocukların, ebe­ veynlerinin dudakları arasından çıkan kısıtlı sözcükler aracılığıyla, dilbil­ gisiyle ilgili o kadar çok ve karmaşık kuralı öğrenebilmelerinin nasıl mümkün olduğunu soruyordu. Akılda bulunan genel amaçlı bir program bu kuralları nasıl türetebilir, ezberleyebilir ve sonra da dört yaşındaki bir çocuğun mükemmele yakın bir biçimde onları kullanmasını sağlayabi­ lirdi? Yanıt basitti, bunları yapması olanaksızdı. Chomsky, aklın, kalıtım­ sal olarak belirlenen, dil öğrenmeye adanmış ve dilbilgisi kuralları prototi­ piyle donanmış bir “dil kazanım aracına” (language acquisition device) sahip olduğunu savunuyordu. Fodor ve Gardner bu bakış açısında hemfi­ kirdirler. Her ikisinin de, dili, akim özelleşmiş bir niteliği olarak görmele­ rinin nedeni buydu. C &amp; T , “uyarının güçsüzlüğü” savını yaşamın bütün alanlarına genelleştirmiştir. Bir çocuk, yüz ifadelerinin anlamlarını, fiziksel nesnelerin davranışlarım ya da diğer insanlara inanç ve amaçları yönünde özellikler yakıştırmayı, bunları yapmaya hasredilmiş, zengin içerikli akılsal modül­ lerden yardım almadan nasıl öğrenebilirdi? Üçüncü sav, sıfıır sorunu olarak biliniyordu ve karar vermenin zorluk­ larıyla ilgiliydi. Fodor’un sıkıcı girdi sistemlerinin var olma nedenlerini açıklarken kullandığı sav ile aynıydı. Tarihöncesi avcı-toplayıcılardan birinin, bir köşeyi döndüğünde ansızın bir aslanla karşılaştığını hayal edin. Ne yapması gerekir? Eğer genel amaçlı bir öğrenme programından başka bir şeyi yoksa, aslanın niyetini değerlendirmek ve kaçmanın ya da olduğu yerde kalmanın avantaj ve dezavantajlarını tartmak için çok fazla zaman harcaması gerekebilirdi. Fodor’un uyardığı gibi, bu arada da büyük olasılıkla aslana yem olmuş olurdu. C &amp; T ’ye göre, genel amaçlı öğrenme kurallarının sorunu hangi bilgile­ rin karar verme dışında tutulması ve hangi alternatif hareket dizilerinin görmezlikten gelinmesi gerektiği konusunda hiçbir sınır bulunmamasıdır. Her olasılık tek tek incelenmelidir. Buna göre, tarihöncesi atalarımızın nerede ve ne avlayacaklarına karar vermeye çalışırlarken açlıktan ölüp gitmeleri gerekiyordu. Ama avcılardan biri, dikkat edilmesi gereken bilgi­ leri ve onların nasıl kullanılacaklarım tanımlayan ve av kararları almaya yarayan özelleşmiş bir akılsal modüle sahip olmuş olsa, başarılı olabilirdi. Bu, hiç şüphesiz üreme konusundaki şansını da artırır ve kısa süre sonra, av kararları almaya yarayan özelleşmiş akılsal modüllere sahip torunları sayesinde yaşadığı topluluğun nüfusu artardı Bunlar güçlü savlardır. Eğer aklı doğal seçilimin bir ürünü olarak dü­ şünmek kurallara uygunsa, İsviçre ordu çakısı benzetmesi heyecan verici


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 5 3

bir yaklaşım gibi görünmektedir. Öyleyse, çakı üzerinde ne tür bıçaklar bulunmalıdır? Bu sorunun yanıtı bizi muhtemelen C &amp; T ’nin ileri sürdüğü savların en önemli özelliğine ulaştıracaktır: C &amp; T , çakıda hangi bıçakların bulunması gerektiğini öngörebileceğimizi ileri sürmektedir. Gardner gibi, varsayım ve tahminlere dayanmamıza gerek yoktur. En azından tarih­ öncesi avcı-toplayıcılarımızın düzenli olarak karşılaştıkları sorun türlerini bilirsek, bıçak tiplerini de önceden söyleyebiliriz. C &amp; T bunu yaptıklarını düşünüyor ve akim çeşitli modüllerle yüklü olduğunu savunuyordu. Bunlar: Yüz tanıma modülü, mekânsal ilişkiler modülü, katı nesneler için mekanik modül, alet kullanım modülü, korku modülü, toplumsal etkileşim modülü, duygu-algılama modülü, akrabalarla ilgili motivasyon modülü, çaba ayırma ve ayrılan çabayı değerlendirme modülü, çocuk bakımı modülü, sosyal çıkarım modülü, dostluk modülü, anlambilimsel çıkarım modülü, gramer kazanım modülü, iletişim-uygulama modülü, akıl kuramı modülü, vb.!25 Bu çok geniş ve eksik olası modüller listesi belki de Gardner’m önerdiğinden pek farklı değildi. Çünkü listelerdeki modülleri gruplaştırabilir, örneğin toplumsal iletişim ile ilgili olanları bir araya, fiziksel nesnelerle ilgili olanları bir araya kolayca toplayabilirdiniz. C &amp; T bu gruplandırmalan “yetenekler” olarak adlandırıyordu. Burada tanımlandığı şekliyle yete­ nekler, Gardner’ın zekâ kavramını andırmaktadır. Gardner’ın yaklaşı­ mından en önemli farkı ise onun zekâlarının rastlantısal oluşu, akim içinde olup bitenlerle ilgili varsayımlardan öteye gitmemeleridir. Oysa C &amp; T, akim, doğal seçilimin egemen bir rol oynadığını tahmin ettiğimiz Pleistocene döneminde ve evrimin bir ürünü olarak oluştuğu gerçeğinden hareket ederek, hangi modüllere sahip olması gerektiğini önceden kestirir. Üstelik, Gardner’m zekâları gelişimin kültürel bağlamı tarafından biçim­ lendirilmiştir. C &amp; T ’ninkilerin ise dış dünyaya bağışıklıkları vardır. Ama onca modül? Akıllarımız içinde o kadar çok sayıda bağımsız psikolojik süreci bir arada barmdırabilir miyiz gerçekten? Acaba Fodor’un ürktüğü ve “modülerlik kuramı çıldırdı” diyerek bizi uyardığı şey bu tür düşünceler olabilir miydi?26 Perde Arası: Avcı-toplayıcılar ve Cambridge öğretim üyeleri evrim psikologlarına karşı Şimdi psikologlardan ayrılalım ve çağdaş insan aklı kavramının, tarihöncesi bir avcı-toplayıcının İsviçre ordu çakısına benzetilmesinin


5 4 AKLIN TARİHÖNCESİ

bizim dünya deneyimimize nasıl uyum sağladığına bakalım? Yanıt “oldukça kötü” olacaktır. Her şeyden önce, çağdaş akim, Pleistocene ortamlardaki Taş Devri avcı-toplayıcılarının karşılaştığı sorunları çözecek bir araç olarak evrimleştiği düşüncesini bir gözden geçirin. Bununla ilgili mantıklı savlar güçlüdür: Başka nasıl olabilirdi ki? Peki ama, o zaman çağdaş akim çok iyi yaptığı ama Taş Devri avcı-toplayıcının yapmaya bile kalkışmadığından emin olduğumuz şeyleri nasıl açıklayabiliriz? Örneğin kitap okumak ya da kanseri iyileştirecek çareler geliştirmek gibi. Bunlardan bazıları için farklı, ama birbıriyle ilgili başka işler için evrimleşmiş modülleri kullana­ biliriz. Böylece dil kazanımı için oluşmuş ıtıodüllerin okuma yazma öğre­ nirken de uyarlanması mümkün olabilir. Ya da, belki geometriyi öğrene­ biliriz, çünkü C &amp; T ’nin “mekânsal ilişkiler modülünü”, bu kez bir arazide yolumuzu bulmak için değil de bir üçgenin kenarları ile ilgili problemi çözmek için kullanabiliriz. Avcı-toplayıcı düşüncelerine benzemeyen diğer düşünce ve davra­ nışlar, çağrışımsal öğrenme ve deneme-yanılma metoduyla öğrenme gibi, genel amaçlı öğrenme kurallarını kullanabilirler. Ben bütün bunları genel zekâ adı altında gruplandırıyorum. C &amp; T bile aklın içinde bazı genel amaçlı öğrenme kurallarının var olması gerektiğini kabul eder. Ama onla­ rın savundukları yaklaşım doğru ise, bu kurallar ancak basit problemlerin çözümünde yararlı olacaktır. Biraz daha zor herhangi bir şey, yalnızca o iş için ayrılmış ya da uyarlanmış, yani özelleşmiş akılsal süreçler gerektire­ cektir. Matematiği ele alın. Çocukların cebir kurallarını dil kurallarından çok daha zor öğrendikleri bir gerçektir. Bu, doğal olarak, aklın dil öğrenimi için önceden uyarlanmış olduğunu, matematik öğrenmek içinse aynı şeyin geçerli olmadığını akla getirecektir. O zaman, belki de matematik öğrenirken genel zekâ içindeki kuralları kullanıyoruzdur. Ama bu, mate­ matik konusunda sivrilmiş yetişkinlerin, hatta çocukların durumunu açıklamak için yeterli olabilir mi? Andrew Wiles adlı matematikçinin durumunu ele alalım. Wiles, Haziran’mda Fermat’m son teoremi olarak bilinen kuramı kanıtladığını ilan etti Fermat, bir yüzyıl matematikçisiydi ve defterlerinden biri­ nin kenarına, xn + yn =zndenkleminin, n’nin 2’den büyük ve x, y ve z’nin 0 olmadığı durumlarda tamsayılı bir çözümünün olmayacağını kanıtladı­ ğını yazmıştı. Ama bu kanıtı bize bırakmayı unutmuş ve o zamandan beri de bunu bulmak matematiğin kutsal amaçlarından biri haline gelmişti, işte Wiles bu kanıtı bulduğunu öne sürüyordu: Dünyadaki insanların


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 5 5

çoğu için tamamen anlamsız gelecek bin sayfadan fazla denklem oluştur­ muştu. Ama onun yazdıklarını anlayan birisi çıktı ve zavallı Andrew W iles’a bulduklarının yanlış olduğunu söyledi! Bir yıl sonra, gözden geçi­ rilmiş ve yüzyılda matematik alanında elde edilmiş başarıların en büyüklerinden biri olarak kabul edilen yeni bir kanıt sunuldu. Şimdi, eğer akıllar yalnızca avcılık-toplayıcılık sorunlarını çözmek üzere uyarlan­ mış olsaydı, bu kanıt nasıl elde edilebilirdi? Bunun da ötesinde, Fermat bir son teoremi, hatta bir ilk teoremi nasıl düşünmüş olabilirdi? Fermat ve Wiles bir başka iş için evrimleşmiş, ikinci el bir bilişsel süreç kullanıyor olabilirler miydi? Ya da genel amaçlı bir öğrenme yeteneği? Bunların ikisi de inandırıcı gözükmüyor. Gerçek şu ki, Cosmides ve Tooby’nin akıl konusundaki düşüncelerin­ de sorun yaratan şey, yalnızca çağdaş insanın matematik çözme konusun­ daki katıksız yeteneği değildir. Onların çalışmalarını ilk kez okuduğumda Trinity Hall, Cambridge kolejinde henüz işin çok başında olan bir araştırma görevlisiydim. Haftada bir, bütün meslektaşlar akşam yemeği için High Table’da bir araya geliyorduk. Orada Ph.D derecemi henüz eline almış biri olarak, ülkenin en önemli yeteneklerinden bir kısmı ile aynı masayı paylaşıyordum. Transplantasyon cerrahı ve yetenekli bir sanatçı olan Sir Roy Calne; yalnızca matematiksel fizik alanında profesör olmakla kalmayıp aynı zamanda bir Anglikan papazı olarak da görev yapan Profe­ sör John Polkinghorne ve okul müdürü, ünlü dilbilimci Sir John Lyons. Özel akşamlarda, ünlü fizikçi Stephen Hawking de aralarında olmak üzere, kolejin onur üyeleri de yemeğe katılırlardı. Bu cerrahlar, dilbilimciler ve kuramsal fizikçiler, insanoğlunun sahip olduğu bilgileri bu kadar çeşitli ve karmaşık alanlarda geliştirirlerken, yaşamını yalnızca avcılıktoplayıcılıkla sürdüren bir varlık için uyarlanan aklı kullanıyor olabilirler miydi? Belki de bir an için, çağdaş avcı-toplayıcılara bir bakmamız ve onların akıllarının nasıl işlediğini görmemiz gerekiyor. Inuirier, Kalahari Orman Adamları ve AvustralyalI Aborijinler Taş Devri’nden kalma birer anı değildirler. Onlar da tıpkı sizin ve benim kadar çağdaştırlar. Yâlnızca rastlantısal olarak, Pleistocene’deki yaşam biçimine en yakın analojiyi sağlayacak bir yaşam biçimine sahiptirler. Gerçekten de, yiyeceklerini avcılık-toplayıcılık yoluyla sağlamak zorunda olmaları yüzünden bu çağ­ daş insanlar, Pleistocene devri avcılarının karşılaştığı uyum sorunların­ dan birçoğunu paylaşmaktadırlar. Yine de kendi etkinlikleri konusundaki düşünceleri ile C &amp; T ’nin olması gerektiğini düşündüğü yaklaşım arasında büyük bir uçurum vardır.


5 6 AKLIN TARİHÖNCESİ

înuitlerin mitolojik yaratılış dönemi boyunca, insanlar ve hayvanlar birlikte yaşadılar ve kolaylıkla birinden diğerine dönüştüler. Yukarıdaki resim Davidialuk Alasuaq&#39;ın bir tablosundan alınmadır ve Inuit tarzı giyinmiş bir kutup ayısının bir erkek avcıyla arkadaşça selamlaşmasını göstermektedir.

C &amp; T ’nin temel tartışma konularından biri, özel sorun türleri için özel çözüm yollarına gereksinim duyulacağıdır. Meyve seçen bir genç kız, eş seçme konusunda kullandığı mantıksal yaklaşımı kullanacak olursa, şiddetli mide ağrıları çekmeye başlayacaktır, çünkü olmamış meyveleri, yani sert adalelere sahip gibi görünenleri seçmiş olacaktır. Oysa çağdaş avcı-toplayıcılara bakar bakmaz onların da aynı şeyi yaptıklarını görürüz; olmamış meyve yemekten karın ağrısı çekmezler ama gerçek dünya hakkında akıl yürütürken onu bir toplumsal varlık olarak görürler. Nurit Bird-David, Zaire’deki Mbuti ormanları gibi tropik ormanlarda, geleneksel avcı-toplayıcı yaşam biçimini benimsemiş insanlarla birlikte yaşamıştır. Bu deneyimleri sonucunda böyle yaşayan toplulukların çevreleri ile ilgili ortak bir görüşü paylaştıklarını görmüştür: Hepsi “ormanı bir baba gibi” görmektedirler. Orman tıpkı “insanın yakın akrabalarının olabileceği şekilde verici bir ortamdır.”28 Benzer biçimde, Kanada’mn Kuzey Kutup bölgesindeki Inuitler de “tipik olarak, yaşadıkları dünyayı insan nitelikleri olan irade ve amaçla yüklü olarak görürler.”29 Çağdaş avcı-toplayıcılar yalnızca hayvanlar, bitkiler, kayalar ve mağaralardan oluşmuş arazilerde yaşamazlar. Onların toprakları toplumsal bir oluşuma sahiptir. Avustralya yerlileri için arazideki kuyular, atalarının siper kaz­


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 5 7

dıkları yerler; ağaçlar bu siperlerin kazıldığı sopaların gömülü olduğu yerler; aşı boyası yığınları ise atalarının kan döktüğü yerler anlamın­ dadır Doğal dünyayı toplumsal terimlerle düşünme eğiliminin en belirgin şekli belki de antropomorfik düşüncenin, yani hayvanlara insan aklına benzer akıllar yakıştırmanın her yerde, hazır ve nazır olan kullanımında görülür. Inuitleri ve kutup ayısını ele alalım. Inuitler, bu hayvanın peşin­ den çok koşarlar ve onu “ihtirasla öldürür, özenle parçalar ve zevkle yerler.”31 Ama bazı konularda ona sanki bir başka erkek avcıymışçasına davranırlar. Bir ayı öldürüldüğü zaman, kampta bir insan öldüğünde bazı etkinliklerde uygulanan kısıtlamalar aynen uygulanır. Kutup ayısı bir insan atası, bir akraba, korkulan ve saygı duyulan bir rakip olarak düşünü­ lür (bkz. s. 56). Inuit mitolojisinde insanlar ve kutup ayılarının kolaylıkla birinden diğerine dönüşebildiği bir dönem vardır. Bu fikir, yani geçmişte insanların ve insan olmayan hayvanların birbirine dönüşebildiği düşün­ cesi, aslında avcı-toplayıcı aklının yaygın bir özelliğidir. Bu özellik sosyal antropolojinin temel taşı olan totemik düşüncenin de temelidir.^2 Genel olarak, tüm çağdaş avcı-toplayıcılarm yaptığı şey, tam da C&amp;.T tarafından yapmamalan gerektiği söylenen şeymiş gibi görünüyor: Çağdaş avcı-toplayıcılar doğal dünyalarını sanki bu dünya sosyal bir varlıkmış gibi kabul ediyor, ama birbirinden böylesine farklı iki oluşumu düşünürken farklı bir “bıçak” kullanmıyorlar. Antropolog Tim Ingold bu durumu güzel özetliyor ve şöyle diyor: “Onlar için (çağdaş avcı-toplayıcılar) insan­ lardan (toplum) ve şeylerden (doğa) oluşan iki dünya yoktur, yalnızca, bireysel güçlerle yüklenmiş ve hem bağımlı oldukları insanları, hayvanları ve bitkileri, hem de içinde yaşayıp hareket ettikleri toprakları kucaklayan bir dünya -bir çevre- vardır.”33 Sosyal antropolog/filozof Ernest Gellner daha da ileri gitmiştir. Batılı olmayan “geleneksel” toplumlar konusunda yazdıklarını bitirirken, fonksiyonların, amaçların ve ölçütlerin iç içe geç­ mesi ve birbirine karışmasının insanlığın normal ve gerçek durumu oldu­ ğunu öne sürmüştür.^ Onlarla ilgili betimlemelerden edindiğimiz etkileyici izlenimlere göre, çağdaş avcı-toplayıcılarm yaşamlarındaki tüm alanlar birbirine öylesine yakın biçimde bağlıdır ki bunlarla ilgili düşünceleri için ayrı ayrı akıl yürütme araçları kullanabilecekleri fikri inanılmaz gelmektedir. Hayvan­ ları öldürmenin ve yemenin, yiyecek elde etmek için olduğu kadar, top­ lumsal ilişkiler oluşturmak ya da bu ilişkilere aracılık etmek için de önemli olduğu anlaşılmaktadır Avcı-toplayıcılarm barınak alanları içinde sığı­ nacak kulübeler inşa etmeleri, gerektiğinde kulübeyi bu köşede değil de


5 8 AKLIN TARİHÖNCESİ

başka bir köşede kurma eylemi önemli bir toplumsal bildiri oluşturmakta­ dır Aynı şekilde, vücuda giyilen her şey hem bedeni sıcak tutmakta hem de kimlikle ve bireyin kendisine nasıl davranılmasmı istediğiyle ilgili toplumsal mesajlar göndermektedir Avcılar bir ok ucunu tasarım­ larken, hammaddenin fiziksel özelliklerini, ok ucunun fonksiyonel gerek­ lerini, örneğin hayati organları mı parçalaması yoksa kan damarlarını mı kesmesi gerektiğini ve aynı zamanda ucun şeklinin bireysel kimlik hak­ kında ya da grup ilişkileri açısından gönderebileceği toplumsal mesajları göz önüne almaktadırlarKısacası, çağdaş avcı-toplayıcının hiçbir davra­ nışı, tek bir uyum sorununa seslenmez. Aynı anda ve kasıtlı olarak birçok sorunun tümü üzerinde etkili olur. Eğer —ki bu önemli bir eğerdir—bu çağdaş avcı-toplayıcılar Pleistocene devrinin avcıları için gerçekten de iyi bir analoji olsalardı, akıl için bir İsviçre ordu çakısı oluşturan seçilime yönelik baskılar nasıl var olabilirdi? Ben, Inuitler ya da Kalahari Orman Adamlan ile yemek zamanlarında birlikte olabilecek kadar şanslı değildim. Ama Cambridge öğretim üyeleri ile High Table’da yemek yiyebildim ve davranışlar arasında çok az deği­ şiklik bulunduğunu fark ettim. Çünkü burada da yiyecekler beslenmeyi sağlarken, bir taraftan da toplumsal mesaj gönderme amacıyla kullanıl­ maktaydı. Özellikle koleje misafirler davet edildiği zamanlarda yemekler pahalı, çok miktarda ve egzotik oluyor, gösterişli tüketim, meslektaşlar grubunu bir arada tutuyor ve prestij oluşturuyordu. Yemek salonundaki oturma düzeni, aynen avcıların ateş çevresinde toplandıklarında olduğu gibi topluma dikte ediliyordu: Öğretim üyelerinin High Table’ı gerçekten de yükseltilmiş bir set üzerindeydi ve öğrencilerin oturduğu masalara tepeden bakıyordu. Başkan en ortada oturtuluyordu. Bir keresinde kazayla rütbeme uygun olmayan bir yere oturduğumda kıdemli öğretim üyelerinin bana çevirdikleri çatık kaşları hâlâ hatırlıyorum. Porto şarabını yanım­ dakine geçirmeyi unuttuğumda işittiğim -v e avını bölüştürmeyi unutan genç avcının işiteceği azarlara benzeyen (ama daha az ciddi olan)- azarlan da. Öğretim üyelerinin giydiği giysiler tabii ki onların kabile giysileriydi ve farklı renk ve desenler sosyal mevkileri belirlemek içindi. Cambridge öğretim üyeleri ve Kalahari Orman Adamları birbirinin aynıydı. Her iki grup da çağdaş akim mimari yapısına sahipti; bu yapı, her biri benzeri olmayan başka bir uyum sorununu çözmek için bir araya gelen özelleşmiş araçlardan tamamen farklı bir şeye benziyordu. C &amp; T ’nin bize söylediklerinin insanların akıl konusundaki asıl düşün­ celerine ters düştüğünü fark etmek için egzotik insan kültürlerini incele­ memiz gerekmiyor. Şimdi çocuklara dönelim. Bir çocuğa bir kedi yavrusu


ÇAĞDAŞ AKLIN MİMARİ YAPISI 5 9

verin, kedinin kendi aklına benzer bir akla sahip olduğunu düşünecektir: Antropomorfizm kaçınılmaz gözükmektedir. Aynı çocuğa bir bebek verin, hemen onunla konuşmaya, onu yedirmeye ve altını değiştirmeye kalkışacaktır. O hareketsiz plastik parçası ona hiç gülümsemeyecek ama çocuk gerçek insanlarla karşılıklı ilişkilerinde kullandığı akılsal süreçlerin aynısını kullanacaktır. Şimdi oturup çocuklarla televizyonda bir çizgi film izleyin. Çocukların akima evrim yoluyla kazınmış olabilecek her kuralın çiğnendiği bir dünyaya girdiğinizi derhal göreceksiniz. Konuşan hayvanlar, şekil değiştiren ve canlanan nesneler, uçan irisanlarla karşılaşacaksınız. Bu gerçeküstü dünya genç akıllar tarafından\kolayca anlaşılabilmektedir. Evrim psikologları haklı ise ve çocuk aklı\içerik açısından zengin ve gerçek dünyanın yapısını yansıtan akılsal modüllerle doluysa bu nasıl olanaklı olabilir? Durum gerçekten böyleysei çocukların çizgi filmlerle kafalarının karışması, şaşkına dönmeleri ve üremeleri gerekmez mı? O halde bir çatışkıyla karşı karşıyayız. Evrim psikologları akim bir İsviçre ordu çakısı gibi olması gerektiği konusunca çok güçlü bir kanıt öne sürüyorlar. Onlara göre, akıl, çeşitli, zengin içerikli ve her biri Pleisto­ cene avcılarının karşılaştığı özel sorunları çözmek için uyarlanmış akılsal modüllerden oluşmaktadır. İnsan, evrim psikologlarımrvmantığında bir hata bulamıyor. Ben de bu mantığı inandırıcı buluyorum. Butlunla birlik­ te, Cambridge öğretim üyelerini, Avustralya yerlilerini ya da küçük çocuklan aklıma getirir getirmez de bu fikir bana neredeyse saçma gözükîneye başlıyor. Bana göre, Cosmides ve Tooby’nin akılla ilgili görüşlerine en büyük meydan okuma insanın analoji ve metafora olan düşkünlüğünden kaynaklanmaktadır. Yalnızca akim İsviçre ordu çakısına benzediği konu­ sundaki analojiyi kullanabilmekle Leda Cosmides, öne sürülen bu iddiayı yanlışlamışa benziyor. Bu çatışkıyı nasıl çözümleyebiliriz? Sanırım işe yine çocukların aklını inceleyerek başlamamız ama bu defa bir başka uzman grubundan yardım istememiz gerekecek: Bu defakiler evrim psikologları değil, gelişim psiko­ logları olacak. . Çocuk gelişimi ve sezgisel bilginin dört alanı C &amp; T ’nin inanmamızı isteyececeği gibi, çocuklar hakikaten gerçek (Pleisto­ cene) dünyanın oluşumunu yansıtan, zengin içerikli akılsal modüllerle mi doğuyorlar? Gelişim psikolojisinin bu soruya verdiği yanıt ağırlıklı biçimde C &amp; T lehinedir. Küçük çocukların en az dört davranış alanında


6 0 AKLIN TARİHÖNCESİ

sezgisel bilgiye sahip oldukları anlaşılıyor: Dil, psikoloji, fizik ve biyoloji. Ve çocukların bu alanlarda sahip oldukları sezgisel bilgilerin de, direkt olarak, tarihöncesi devrin çok, çok uzun yıllar ötesinde kalmış olan avcılık ve toplayıcılık tarzı yaşam biçimiyle ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. Dil konusunu gözden geçirdiğimize göre, şimdi diğer sezgisel bilgi tiple­ riyle ilgili kanıtlara dönelim ve işe psikolojiyle başlayalım. SEZGİSEL PSİKOLOJİ Çocuklar üç yaşına geldiklerinde, diğer insanlann hareketlerini anlatmaya çalışırken bu insanlara akılsal durumlar yakıştırırlar. Özellikle, diğer insanların inanç ve isteklere sahip olduklarını ve bunların davranışlarda nedensel rol oynadıklarını anlarlar. Andrew W hiten’m Natural Theories of^Mind (Aklın Doğal Kuramları) adlı kitabının düzeltilmiş baskısının (19M

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası