TÜRK DIL BILGISI
Muharrem Ergin
Prof. Dr. Muharrem Ergin (d. , Ahıska - ö. 6 Ocak , İstanbul) Yazar ve Türkolog.
yılında Azerbaycan'ın Ahıska bölgesinde doğdu. yılında Balıkesir Lisesini ve yılında İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Bir süre öğretmenlikyaptıktan sonra mezun olduğu bölüme asistan oldu (). 'te doçent, 'de profesör oldu. Bölüm başkanlığı yaptı. Dil sahasındaki araştırmaları yanında, Ortadoğugazetesinde fikir yazıları da yazdı. Aydınlar Ocağı yöneticiliği yapmıştır. 6 Ocak tarihinde öldü.
Kitaplar: Araştırma-İnceleme
Makaleler
Muharrem Ergin, Haydar Ergin ile Naime (nüfus kaydında Hanım) Ergin'in oğlu olarak 'te Ahıska vilâyetinin Ahılkelek kazasına bağlı Gögye köyünde doğdu. 'li yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin sınırları içerisinde kalan bu bölgede yaşayan Türkler kendilerine Terekeme veya Karapapak adını vermişlerdir. Ancak Türkiye'de "Mesket Türkleri" adı ile tanınmaktadırlar.
Timur devrinde Semerkand'dan göçen bu Türkler iki yüzyıl kadar İran'da Sulu düz > Sulduz bölgesinde yaşamışlar sonra Ahıska vilâyetine gelmişlerdir. İşte Muharrem Ergin bu Terekeme Türklerinin beylerini teşkil eden Kemaloğulları adlı bir aileye mensuptur. Osmanlı idaresi bu beyler ailesine fermanla beylik de vermiştir.
Terekeme Türkleri yüzyılın sonlarında kendilerini Türk-Ermeni mücadelesinin içerisinde buldular. Birinci Dünya Savaşı esnasında bu Türk-Ermeni mücadelesi en had safhaya ulaştı ve savaştan sonra sınırlar belirlendiğinde sınırın Sovyet tarafında kalan Terekemeler artık bu topraklarda kalmanın güvenilir ve doğru olmadığını görerek Türkiye'ye göç etmeye karar verdiler.
Daha önceleri kışın Türkiye'de Kars civarında, yazın Ahıska vilâyetinde yaşayan ve hayvancılıkla geçinen Kemaloğulları, küçük Muharrem'in doğumundan üç yıl sonra Türkiye'ye temelli göçü gerçekleştirmişlerdir. Devlet bu beyler ve reayasına Türkiye'de yerleşim bölgesi olarak Muş vilâyetinin Bulanık kazasını seçmiştir. Muharrem Ergin'in sülâlesinin Gögye'den Bulanık'a göçleri bir buçuk yıl kadar sürmüş ve yılında tamamlanmıştır. Göç eden dört kabile mensubudur. Altı kabilenin mensupları ise orada kalmıştır.
Muharrem Ergin'in aile arasındaki adı Behram-'dır. Yaşlılar onun kendi aralarında Behram diye çağırırlar. Ancak nüfus kaydında adı Muharrem Ergin-'dir.
Ergin ailesi 11 çocuklu kalabalık bir ailedir. Babası Haydar'ın ilk eşi Zöhre'den İbrahim, Mah-yıldız, Celîl, Kamil ve Enver adlı beş çocuğu olmuştur. İbrahim ve kız kardeşi Mahyıldız ailenin Gürcistan'da kalan tarafında yaşadılar. İbrahim Veteriner Profesör oldu. İbrahim ağabeyi ve Mahvılchz ablası vefat etmişlerdir.
Annesi Naime'nin ilk eşi Ali'den Bahri ve Mihriban adlı iki çocuğu vardı. Sonra babası Haydar ile annesi Naime evlendiler ve bu evlilikten de Bahri, Yıldız, Muharrem ve Fahrettin doğdu.
Muharrem Ergin ilk tahsilini Bulanık îlk Okulu'nda yapmıştır. İlk okulu bitirince en yakın yer olan Muş vilâyeti merkezinde orta okul açılmış, böylece Muharrem Ergin orta tahsiline devam etmek fırsatını bulmuştur. Orta okul sıralarında bu sefer lise ihtiyacı hasıl olmuş, Muharrem Ergin bu ihtiyacını da devlet parasız yatılı sınavına girerek karşılamıştır. Sınavı kazanan Muharrem Ergin kendisini Balıkesir Lisesi'nde bulmuştur.
İlk ve orta okulda çok parlak bir öğrencilik hayatı olan Muharrem Ergin Balıkesir Lisesi'nde de kendisini göstermiş ve o zamanlar Millî Eğitim Bakanlığı tarafından bütün Türkiye ölçüsünde hazırlanan İftihar Listesi kitabına girmiştir.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydolan Ergin, Reşid Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu, İsmail Hikmet Ertaylan, Ali Nihat Tarlan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mecdut Mansuroğlu, Janos Eckmann, Ahmet Ateş, Abdülkadir Karahan, Mehmet Kaplan gibi hocaların öğretiminde başarılı bir yüksek tahsil hayatı sürdürerek ders yılında mezun oldu. Bir yıl kadar Boğaziçi Lisesi'nde Türkçe öğretmenliği yaptı. yılında açılan asistanlık sınavını kazanarak Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne asistan oldu.
Muharrem Ergin Türk Dili Kürsüsü'nde Ord. Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat'ın asistanı olarak o sıralarda Vatikan Kütüphanesinde ikinci yazması bulunan Dede Korkut Destanları'nın karşılaştırmalı metni üzerinde doktora çalışmasına başladı. Doktora tezini yılında tamamladı. İki yıllık askerlik görevinden sonra da doçentlik çalışması olarak Dede Korkut Destanlarının hazırlamış olduğu karşılaştırmalı metninin gramerini ve sözlüğünü hazırladı ve bu çalışması ile yılında doçent unvanını aldı.
yılının sonlarında Ord. Prof. Dr. Reşid Rahmeti Arat vefat edince Doçent Dr. Muharrem Ergin Eski Türk Dili Kürsüsü'nün başkanı oldu ve bu görevi yaş haddinden emekli olduğu Temmuz 'a kadar devam etti.
yılında Özden Ergin ile evlendi. yılında Ergin çiftinin tek çocukları olan Çağrı dünyaya geldi. Muharrem Ergin yılında profesörlüğe yükseltildi. Profesörlüğe yükseltilirken biri Orhun Âbideleri diğeri Azeri Türkçesi adlı iki profesörlük takdim tezi sundu.
yılından Temmuz 'a kadar Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün başkanlığını da yürüten Ergin başarılı ve parlak bir akademik hayat geçirmiştir. Türkiye Millî Kültür Vakfı'nın, Boğaziçi Yayın-evi'nin, Aydınlar Ocağı'nın ve Milletler Arası Türkoloji Kongresi'nin üstün hizmet ve şeref armağanları ile taltif edilmiştir.
Prof. Dr. Muharrem Ergin Türkçeyi çok iyi konuşan bir hatiptir. Vurgulaması, tonlaması ve telaffuzu çok iyidir. Muharrem Ergin eser vermiş olan velud bir hocadır. Eserleri Türk dilinin ve kültürünün çeşitli sahalarına aittir. Başta meslekî eserleri gelir.
Meslekî eserlerinin en önde geleni Türk Dil Bilgisi adlı kitabıdır. İlk baskısı yılında Edebiyat Fakültesi yayınları arasında yapılan bu eserin genişletilmiş ikinci baskısı yılında yapıldı. Bu ikinci baskıdan yapılan üçüncü baskı ise özellikle SSCB'ye bağlı doğu bloku hocalarının ihtiyaçları için Bulgaristan'da Sofya'da 'de "Narodna Prosveta" olarak yayımlanan baskıdır. Yine genişletilen eserin yılında dördüncü baskısı yapılmıştır.
Türk Dil Bilgisi üniversitelerde yazılan ve okutulan ilk Türk Dil Bilgisi'dir. Bu güne kadar Türkiye üniversitelerinin tümünde okutulan temel kitap olarak yılına kadar 20'nin üzerinde yayımlanmıştır. Ergin'in bu eseri çeşitli ölçü ve hacimlerde Eğitim Enstitüleri, Yüksek Okullar ve Temel Bilimler Fakülteleri için yine Türk Dil Bilgisi başlığı ile, Lise 1 ve II için Türk Dili başlığı ile, Yaygın Yüksek Öğretim'in kuruluşundan sonra Türkiye Üniversiteleri'nin her bölümünün öğrencilerinin okumaları için Üniversiteler İçin Türk Dili başlığı ile, yayımlanmıştır. Bu sonuncusunun 8. baskısı yapılmıştır.
Ergin'in ikinci meslekî eseri Osmanlıca Dersleri adlı ders kitabıdır. Eski yazının ve Osmanlıcanın üniversitelerde kapısını açan ve mükemmel bir antolojisi de olan Osmanlıca Dersleri, ilk baskısı yılında olan ve bu güne kadar 8 baskısı yapılan orijinal bir eserdir.
Muharrem Ergin'in ilmî araştırmaları ise Türk dilinin çeşitli saha ve devrelerini inceleyen eserler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Eski Türkçe sahasında hazırladığı eseri Orhun Âbideleri adını taşır. 'te Temel Eser serisinde ilk baskısı yapılan bu kitapta Köl Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk yazıtlarının metinleri, tercümeleri, sözlüğü ve tıpkıbasımları yer almaktadır. 27 yıldan beri üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulan bu eserin 20 baskısı yapılmıştır.
Çağatay Türkçesi sahasında hazırladığı eseri Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Terâkime adlı eseridir. Bu eser Tercüman Temel Eser serisinin kitabı olarak yılında Türklerin Soy Kütüğü başlığı ile yayımlanmıştır.
Azeri Türkçesi sahasındaki ilk eseri Şehriyâr'ın Haydar Baha'ya Selâm I-II adlı iki şiirinin esas alınarak Şehriyâr'a yapılan nazireler ile birlikte Şehriyâr'ın şiirlerinin dil özelliklerinin gösterildiği Azeri Türkçesi adlı kitabıdır. İlk () ve ikinci () baskısı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınları arasında yapılan bu eserin üçüncü baskısı 'da Ebru Yayınevi tarafından yapılmıştır. Bu sahada hazırladığı diğer eseri de İstanbul Edebiyat Fakültesi yayınları arasında yayımlanan Kadı Burhaneddin Divanı'nın transkripsiyonlu metnidir.
Türkiye Türkçesi sahasında hazırladığı eseri Dede Korkut Kitabı'dır. Ergin Dede Korkut destanlarının karşılaştırmalı metni ile indeksini doktora tezi olarak, gramerini ise doçentlik tezi olarak hazırlamış ve bu eserlerin ilk baskıları Türk Dil Kurumu Yayınları arasında ve yıllarında yayımlanmıştır.
Muharrem Ergin hocalığının dışında bir düşünür, bir fikir adamıdır. Türkiye'nin Bugünkü Meseleleri adlı dört baskısı yapılan eseri Ziya Gökalp'ten sonra bu sahada yazılmış en muhı eserdir.
Ergin'in diğer fikir eserleri arasında Sovyet Emperyalizmi, Balkanlar ve Türkiye (İstanbul ) ve Türkiye'yi Bu Güne Getiren Tarihi Seyir (Ankara, ) adlı eserlerini zikredebiliriz.
Onun gözlerden uzak kalan bir büyük eseri de ile yılları arasında yazdığı 'den fazla ilmî ve siyasî makaledir. Çeşitli dergiler ile Orta Doğu gazetesindeki yorumları Milliyetçiler Korkmayınız, Birleşiniz (Ankara ) adı ile yayımlanmıştır.
Ergin'in ilmî yorumları genellikle üniversite dergileri dışında Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü'nün aylık organı olan Türk Kültürü dergisinde görülür. İlim politikasını genellikle Aydınlar Ocağı'ndaki çalışmalarında yapmış, siyasî yorumlarını ise Orta Doğu gazetesinde yayımlamıştır.
45 yılı aşan ilim hayatında bir çok üniversite hocası yetiştiren Ergin'in büyük bir hizmeti de Türkiye liselerindeki dil ve edebiyat öğretmenleridir. Bu gruba onun yazı, konferans, panel, seminer, sempozyum, kollokyum ve kongrelerdeki görüşlerinden faydalanan, başka bir söyleyişle Muharrem Ergin pınarından doyasıya, kana kana bilgi içen her yaştaki bir milliyetçiler ordusunu da ilâve etmek gerekiyor.
Ergin Türk milliyetçisi, Türk kültürcüsüdür. Türklüğü daima bölünmez bir bütün olarak görmüştür. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü'nün kuruluşunda ve gelişmesinde büyük emeği geçmiştir. Ergin teşkilatçıdır, yönlendiricidir, idarecidir, liderdir. Bulunduğu grupta derhal fark edilen bir şahsiyete, müthiş bir ikna kabiliyetine sahiptir. Demirel hükümetine Temel Eser serisini kabul ettiren kişilerin başında gelir. Zaten Temel Eser serisi Ergin'in Dede Korkut hikayelerinin Türkiye Türkçesi tercümesi cildi ile başlamıştır.
Yine onun Türk Mûsikisi Devlet Konservatuarının kuruluşunda devrin siyasî ekibine yaptığı olumlu telkinler ile bu müstesna müessese Türk milletine kazandırılmıştır.
Ergin Milletler Arası ve Millî kongreleri, kol-lokyumları ile Türkoloji ilminin bir ilim disiplini olarak Türkiye'de ve dünyada tanınmasında çok gayret göstermiş, bu müesseseler onun Genel Sekreterliği zamanında kökleşmiş ve gelenekleşmiştir.
Muharrem Ergin 6 Ocak Cuma günü öğleden sonra dört civarında evinde vefat etti. 9 Ocak Pazartesi günü saat 'de İstanbul Üniversitesi Merkez Binası'nda akademik tören yapıldı ve Muharrem Ergin'in eller üzerinde Beyazıt Camii'ne taşınan cenazesi kılınan öğle namazından sonra Hasdal Mezarlığında toprağa verildi.
Kaynak: Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA, Hocam Prof. Dr. Muharrem Ergin'in Ardından.
1. Dil, insanlar arasında anlaĢmayı sağlayan tabiî bir vasıta, kendisine mahsus kanunları
Dil insanlar arasında anlaĢmayı sağlayan tabiî bir vasıtadır. Ġnsanlar duygularını,
birbirlerine anlatmak için dil denilen vasıtaya baĢ vururlar. Fakat dil insanların
kullandığı her hangi bir vasıtaya benzemez. Onun vasıtalığı sadece anlaĢmayı
iĢ görür. Fakat bu iĢi görürken daima müstakil bir hüviyete sahiptir. Ġnsanlar ona
istedikleri gibi hükmedemezler. Onu olduğu gibi kabul etmeğe, onu bir vasıta
uymağa mecburdurlar. Çünkü dil sun‘î bir vasıta, maddî bir vasıta, bir âlet
değildir. O tabiî bir vasıtadır. Vasıta vazifesi görür, fakat tabiî bir varlığı vardır.
Dil bu bakımdan canlı bir vasıtaya benzer. Meselâ at da bir vasıtadır, otomobil
karĢısında ise ancak onun tabiatına uygun hareket etmek zorundadır. Otomobile
istediği Ģekli verir, onun biçimini istediği Ģekle sokar, onu istediği gibi kullanır,
isterse uçuruma sevk edebilir. Fakat atın biçimini değiĢtiremez, onu istediği gibi
kullanamaz, istediği yere sevk edemez. BaĢını kesseniz ata korktuğu yerde bir
adım attıramazsınız. ĠĢte dilin vasıtalığı böyle bir vasıtalıktır, atın vasıtalığı
gibidir. AnlaĢmayı sağlamak bakımından bir vasıta gibi iĢ görür, fakat tabiî bir
varlığa sahiptir.
1
Canlı bir varlık
Tabiî bir varlık olan dilin kendisine mahsus birtakım kanunları vardır. Bunlar dil
ve zaman içinde akıp gelen bir manzara verirler. Bu yüzden dilin tarihinde
cemiyetlere tâbi olmayan bir nizamı vardır. Bu nizamı meydana getiren Ģey
kendi kanunları, kendi kaideleridir. Bu kaideler dıĢına çıkacak bir müdahale dile
hiçbir Ģey kazandırmaz. Dil ancak kendi bünyesine uygun normal bir
müdahaleyi kabul eder. Normal bir müdahale ise sadece dilin tabiî geliĢme
yolunu açık tutmaktır. Yani dıĢarıdan dile, ancak, dilin tabiî geliĢmesini önleyen
bir durum varsa, müdahale edilmelidir. Zira bazen bünyesini saran yabancı
unsurlar, zararlı otlar gibi, dilin tabiî geliĢmesine engel olurlar. Böyle
durumlarda dilin tabiî geliĢme yolunu açık tutmak için yabancı unsurları
bir yardım ise ancak dile kendi kaideleri içinde kalarak yanaĢmak Ģartı ile
2
faydalı olabilir. Çünkü dil kendi kanunları, kendi kaideleri içinde geliĢen canlı
bir varlıktır.
Dil bir gizli antlaĢmalar sistemidir. Canlı ve cansız varlıkları, mefhumları, hareketleri
anlatmak için yapılan kelime sırası üzerinde bir cemiyetin, bir kavmin, bir
Bu suretle bir cemiyetin bütün fertleri bir varlığı hep ayni kelime ile karĢılarlar.
Meselâ bütün Türkler bildiğimiz sert cisme taş, suya su, ıĢığa ışık demek için
ayrı bir Ģekilde yapmıĢ, böylece her kavmin ayrı bir dili olmuĢtur. Ayni bir
varlığa Türkler taş, Farslar seng, Araplar hacer demiĢlerdir. Ayni duygu ve
baĢka baĢkadır. Çünkü her kavmin ayrı bir gizli antlaĢmalar sistemi vardır. Bir
temeli bilinmeyen zamanlarda atılmıĢtır. Dil insanla birlikte var ola geldiğine
göre bu gizli anlaĢmaların kökleri ilk insanlara kadar gider. Yalnız, bu gizli
Bugün her dilde ses taklidinden doğdukları açık olan bazı kelimeler de
mevcuttur. Fakat böyle bir kaç istisna dıĢında büyük kelime kütlelerinin her
3
Dil içtimaî bir müessesedir. Fertlerin üstünde, bütün bir cemiyetin malı olan ve bütün
dayanağı dildir. Bir cemiyeti ayakta tutan, bir cemiyetin varlığını sağlayan,
devam ettiren, bir cemiyette sarsılmaz bir birlik yaratan müessese olarak dilin
oynadığı rol çok büyüktür. Bu bakımdan dil milleti teĢkil eden unsurların
baĢında gelir. Bir milleti, bir kavmi bazen tek baĢına ayakta tutar, millî benliği
malzemecisi ise seslerdir, yapısı seslerden örülmüĢtür. Sesler yan yana gelerek
bir bina, seslerden kurulmuĢ bir yapı, büyük bir sesler sistemi, seslerden
2. Her kavmin ayrı bir gizli antlaĢmalar sistemi olduğuna göre yer yüzündeki kavimler
kadar da dil var demektir. Her kavmin dili kendi kavim ismi ile ilgili bir kelime
ile adlandırılır. Bizim dilimizde dil isimleri yapmak için kavim isimlerinin
sonuna -ca, -ce, -ça, -çe ekleri getirilir: Türkçe, Ġngilizce, Arapça gibi. Yer
Yer yüzündeki diller arasında mevcut bulunan yakınlık ve benzerlikler iki nokta
Dil âileleri
4
3. MenĢe bakımından birbirlerine yakın olan diller ayni kaynaktan çıkmıĢ bulunan
akraba dillerdir. Bu diller bir dil âilesi teĢkil ederler. Dünya dilleri bu Ģekilde
muhtelif dil âilelerine ayrılırlar. Bir dil âilesi bir ana dilden geliĢme yolu ile
ayrılmıĢ bulunan dillerin teĢkil ettiği topluluktur. Gerçi bir âiledeki dillerin
menĢei olarak kabul edilen ve ana dil sayılan bir dile ait metinlerin mevcudiyeti
pek enderdir. Fakat diller arasındaki benzerlikler, eskiden böyle bir dilin mevcut
bulunmuĢ olduğunu göstermekte; bir âile teĢkil eden ve bugün çok defa pek
edilemeyen bir arazide konuĢulmuĢ bulunan bir ana dilden çıkmıĢ oldukları
bile mümkündür.
Bu dil âilesinin içine Macarca, Fince ve diğer bazı küçük memleketlerde konuĢulan
diller dıĢında kalan bütün Avrupa dilleri ile Asya dillerinden Farsça ve
Hindistan‘da mevcut birçok diller girer. Yani, adından da anlaĢılacağı gibi, Hind
- Avrupa dil âilesi biri Avrupa‘da, diğeri Asya‘da olmak üzere iki büyük kola
ayrılır.
Avrupa kolunun içinde Germen dilleri, Roman dilleri, Ġslâv dilleri olmak üzere üç
5
Roman dilleri kolunun ana dili Lâtince‘dir. Bugün yaĢayan baĢlıca dilleri ise Fransızca,
Ġslâv dilleri kolunu ise Rusça, Bulgarca, Sırpça, Lehçe gibi diller teĢkil eder.
Avrupa dillerindendir.
Yine tarihî bir dil olan Hititçe de Hint - Avrupa âilesinin Avrupa koluna girer.
Hint - Avrupa dil âilesinin Asya kolunda ise baĢlıca Hint - Ġran dilleri vardır. Bunlar
tarihî Sanskritçe ile bugünkü baĢlıca Hint dilleri ve tarihî Avestçe ile eski, orta
ve yeni Farsça‘dır.
Afrikadaki en büyük dil âilesi olan bu âileyi orta ve güney Afrika‘da konuĢulan Bantu
Dil gurupları
6
1. Tek heceli diller
Tek heceli dillerde her kelime tek hecelidir. Kelimelerin çekimli hâlleri yoktur. Cümle
bir çekimsiz ve tek heceli kelimeler sırasından ibarettir. Cümlenin ifade ettiği
veya ekle ifade edilen hâlleri ya hiç ifade edilmez veya ayrı bir kelime ile ifade
edilir. Tek heceli oldukları için Ģeklen birbirine çok benzeyen kelimeleri ayırt
etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi vardır. Birçok mefhumları karĢılamak
Eklemeli diller
Eklemeli dillerde ise tek veya çok heceli kelime kökleri ile ekler vardır. Kelimelerden
yeni kelimeler veya kelimelerin geçici hâlleri yapılırken köklere ekler eklenir.
Bu ekleme sırasında kökler değiĢmez, köklerle ekler açık Ģekilde ayırt edilebilir.
Bu diller ön ekli veya son ekli olabilirler. Yani ekler bazen baĢa, bazen sona
getirilir. Türkçe, Macarca gibi diller eklemeli dillerdendir. Türkçe son ekli
Çekimli diller
Çekimli dillerde de tek ve çok heceli kökler ve birtakım ekler vardır. Fakat yeni kelime
yaparken ve çekim sırasında çok defa, köklerde bir değiĢiklik olur. Yani bazen
7
içten kırılma ile aldığı değiĢik Ģekillerle karĢılanır. Bazı dillerde bu değiĢiklik
çok defa kökü tanınmaz bir hâle getirir, yeni kelimede veya kelime hâlinde kökü
hatırlatacak hiçbir iz, hiçbir ses kalmaz. Hint - Avrupa dilleri böyledir. Bazı
dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime hâli arasında daima açık bir
bağ, ilgiyi gösteren belirli bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni
kelimede veya kelime hâlinde hep ayni kalırlar, değiĢmezler. Sâmi dilleri,
5. Yer yüzündeki diller arasında Türkçe‘nin içine girdiği gurup Ural - Altay dilleri
gurubudur. Ural - Altay dilleri yukarıda gördüğümüz diğer âileler gibi sağlam
bir âile teĢkil etmezler. Meselâ Hint - Avrupa dilleri arasındaki yakınlık bu
dillerde yoktur. Ural - Altay dilleri arasındaki yakınlık bir menĢe birliğinden çok
bir yapı birliği Ģeklindedir. Onun için bu dillere Ģimdilik bir dil âilesi değil, bir
dil gurubu olarak bakmak lâzımdır. Bir âile olmak, yani, bir menĢeden çıkmıĢ
bulunmak Ural - Altay dilleri için kuvvetli bir ihtimal olmakla beraber henüz
benzerlik vardır. Zira Ural - Altay dilleri eklemeli dillerdir. Ayrıca, birbirinden
benzeyen bir vokal uyumu vardır. Bunlardan baĢka Hint - Avrupa dillerinin
tesirinde kalanlar hariç olmak üzere, bu dillerde kelime sırası da aĢağı yukarı
aynidir.
ĠĢte baĢlıca hususiyetleri bu Ģekilde olan Ural - Altay dilleri, adından da anlaĢılacağı
Ural kolu da yine Fin - Ugur ve Samoyed olmak üzere ikiye ayrılır.
8
Fin - Ugur kolunda ise muhtelif dalları ile Fince, Macarca‘yı da içine alan Ugurca ve
Permce vardır.
Ural - Altay dillerinin Altay kolunda ise Ģu diller vardır: Mançuca, Moğolca, Türkçe.
Demek ki Türkçe Ural - Altay dillerinin Altay koluna bağlı bir dildir. Bu diller içinde
6. Bir dilin iki cephesi vardır. Biri insanların karĢı karĢıya sesli olarak görüĢürken, yani
KonuĢma dili evde, sokakta, günlük hayatta kullanılan tabiî dildir. KonuĢma dili içtimaî
muhitlere bağlı olarak bir dil sahası içinde farklı Ģekiller gösterir. Bu farklar esas
itibariyle kelimeleri söyleyiĢ ile bazı ses ve Ģekil ayrılıkları etrafında toplanır.
Bir dil sahası içinde bir kavmin muhtelif kabileleri, bir ülke içinde muhtelif
bölge ve Ģehirler ayrı konuĢma dillerine sahip olabilirler. Bu Ģekilde bir dilin
muhtelif lehçeleri, Ģiveleri ve ağızları bulunur. Bunlardan lehçe bir dilin bilinen
olup çok büyük ayrılıklar gösteren kollarına denir. Şive bir dilin, bilinen tarihî
seyri içinde ayrılmıĢ olup bazı ses ve Ģekil ayrılıkları gösteren kolları, bir
kavmin ayrı kabilelerinin birbirinden farklı konuĢmalarıdır. Ağız ise bir Ģive
9
birbirinden ayrı olan konuĢmalarına verdiğimiz addır. Ağız‘larda ses (söyleyiĢ),
şive‘lerde ses ve Ģekil, lehçe‘lerde ise ses ve Ģekilden baĢka kelime ayrılıkları,
Yazı dili
Yazı dili eserlerde, kitaplarda, tek kelime ile, yazıda kullanılan dildir. Yazı dili bir
kavimlerin yazı dilleri olmuĢtur. Yazı dili bir kavmin kültür dili, edebiyat dili
olduğu için ona edebî dil de denir. Bir dil sahası içinde veya bir memlekette,
Ģive ve ağızlar çeĢitli olduğu hâlde, bir tek yazı dili bulunur. Bu bakımdan yazı
bölgeleri bulunan bütün bir ülkeyi içine alır. Her bölgenin tabiî dili konuĢma
dilidir. Fakat o dil yalnız kendi bölgesinde geçer ve yazıda kullanılmaz. Yazıda
bütün bölgeler tabiî konuĢma dillerinden baĢka, müĢterek bir dil kullanırlar.
söylenir, fakat bir Trabzonlu da, bir Konyalı da bu kelimeyi geliyorum Ģeklinde
gibi konuĢulmaz. Bu sebeple yazı dili sun‘î bir dildir. Fakat bu sun‘îlik onun
tabiî konuĢma dilinden ayrı olmasındandır. Yoksa yazı dili uydurma bir dil
değildir, aslında yine bir konuĢma diline dayanır. Her yazı dili bir konuĢma
dilinden doğmuĢtur. Bir dil sahası içindeki muhtelif konuĢmalardan bir tanesi,
çeĢitli sebeplerle yazı dili hâline gelir. Bu bakımdan yazı dili bir memleketin
diğer bütün konuĢma bölgeleri için sun‘î olduğu hâlde, bir konuĢma bölgesi için
10
bir dereceye kadar tabiî bir dildir. Bir dereceye kadar diyoruz, çünkü yazı dili,
dayandığı konuĢma diline bile yüzde yüz uymaz. Onun içine, bağlı olduğu
Bu suretle yazı dili, yalnız bir konuĢma ile kalmayıp, bütün bir dil sahasının
çeĢitli kaynakları ile beslenir. Hattâ bazen yabancı dillerin çeĢitli unsurlarının
istilâsına uğrayarak büsbütün sun‘î bir dil hâline bile gelebilir. Sonra, yazı dili
dolayıdır ki yazı dili bağlı olduğu konuĢma diline bile hiçbir zaman yüzde yüz
uymaz. Aralarında daima bir ayrılık, bir farklılık vardır. Yalnız bu ayrılığın
derecesi dillere göre değiĢir. Bazı dillerde aradaki açıklık çok, bazılarında ise
yazı dilimizle onun bağlı olduğu Ġstanbul Türkçe‘si arasındaki ayrılık yok
bilhassa okumuĢlar çevresini içine almak üzere, bütün Türkiye çapında bir
Yazı dili ile konuĢma dili arasında bir ayrılık daha vardır ki, esas yapı bakımından
birbirlerine ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, bu ayrılık onları her dilde ve her
bakımından gösterdiği ayrılıktır. Yukarıda konuĢma dilinin tabiî, yazı dilinin ise
tabiî, yazı dili sun‘îdir. KonuĢma dili günlük hayatta kullanılan canlı dildir.
SöyleniĢ hâlinde vazife görür, seslidir. Anlatmak istenilen Ģeyi ifade için çeĢitli
vurgulardan ve ses tonundan geniĢ ölçüde istifade edilir. Ayrıca yüz yüze veya
11
iĢaretlerinden her an faydalanmak imkânları mevcuttur. Yine karĢılıklı olması
açıklamak daima mümkün olduğu için, söylenecek sözlerin bir kısmı dinleyenin
için eni boyu fazla ölçülmez, söylenenlerin sağına soluna fazla dikkat edilmez.
ĠĢte bütün bunlardan dolayı konuĢma dili geliĢigüzel dildir. Onda dilin
ölçülerine yüzde yüz uyulmaz, dil kaidelerine, kelime sırasına dikkat edilmez.
ifadeler hâlinde anlarlar, benimserler. Yani, konuĢma dili günlük dil olduğu için,
sesli ve canlı olduğu için, kısacası, olduğu gibi olduğu için tabiîdir. Fakat bu
sırasına dikkat bakımından konuĢma dili tabiî dil değildir. Dilin tabiî
Yazı dilinde ise dilin ifade vasıtası sadece yazıdır. Ortada sesli dil yoktur, seslenmeğe
hazır bir dil vardır. Sonra, tek taraflıdır, onda yüz yüzelik değil, bir gıyabîlik
vardır. Bu sebeplerle anlatmak islenilenlerin tam olarak anlaĢılması için yazı dili
hususî bir dikkat ister. Dilin bütün icaplarını göz önünde bulundurmak, dil
lâzımdır. DüĢünce geliĢigüzel olmadığı, dilin mantığına uygun bir sıra içinde
aktığı için düĢüncelere uygun bir Ģekil ve sıra içinde ortaya çıkan yazı dili de
dilin yapısına tam bir bağlılık gösterir. Demek ki bir dilin tam bir ifade
kabiliyetine sahip olan cephesi yazı dilidir. Dil kaidelerine uygunluk onu ifade
bakımından tam mânâsiyle efrâdını câmi ağyârını mâni hâle getirir. Yazı dili
12
olduğu gibi, geldiği gibi olmadığı için, düĢünülerek ve muayyen esaslara dikkat
sun‘îlikten doğan gerçek bir tabiîliği vardır. Dilin tabiî yapısına uygun, o tabiî
yapıyı en iyi ortaya koyan dil olarak aslında konuĢma dilinden daha sağlam ve
KonuĢma dili canlı bir dil olarak nesillere, fertlere bağlıdır. GeliĢme seyri içinde çeĢitli
safhaları nesillerle beraber ortadan kalkar. Ancak yaĢayan Ģekli tesbit edilebilir.
Onun için dillerin, uzun tarihleri boyunca, Ģivelerini takip imkânı yoktur. Bu
son derece mahduttur. KonuĢma dillerinin takibi ancak son devirde, Ģiveleri
Buna karĢılık yazı dili yazılı olduğu için dillerin tarihî geliĢmesi yazı dilinden takip
Yazı dili de dilin en gerçek aynası olduğu için onda bir dilin asırlar içinde akıp
yazı dili olarak takip etmekteyiz. Tarihî Ģiveler hakkında ise elimizde sadece
KâĢgarlı Mahmud‘un asırda temas imkânını bulduğu Ģiveler için verdiği
bilgiler vardır.
Eski Türkçe
7. Türk yazı dilinin ele geçen ilk örnekleri Orhun âbidelerinin metinleridir. Fakat bu
metinler Ģüphesiz Türk yazı dilinin ilk örnekleri değildir. Çünkü Orhun
âbidelerindeki dil yeni teĢekkül etmiĢ bir yazı dili olarak değil, çok iĢlenmiĢ bir
13
yazı dili olarak karĢımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan, Türk yazı dilinin
baĢlangıcını ele geçen bu ilk metinlerden çok daha öncelere çıkarmak gerekir.
Türk yazı dilinin sekizinci asırdan sonraki geliĢmesi ile mukayese edilerek bir
tahmin yürütülürse, Orhun abidelerindeki yazı dilinde hiç değilse bir kaç asırlık
bir geliĢme mevcut olduğuna kolaylıkla hükmolunabilir. Buna göre Türk yazı
dilinin baĢlangıcını Milâdın ilk asırlarına, hiç olmazsa Orhun âbidelerinden bir
kaç asır önceye çıkarmak doğru olur. Fakat Orhun kitabelerinden daha eski bir
metin ele geçmediği için bu yazı dilini ancak sekizinci asırdan itibaren takip
edebilmekteyiz.
ĠĢte nazarî olarak Milâdın ilk asırlarında baĢladığını kabul ettiğimiz ve ilk ele geçen
metinleri sekizinci asra ait olan bu yazı dili 12 - asra kadar devam etmiĢ
olup, bu devre Türk yazı dilinin ilk devresini teĢkil etmektedir. Bu ilk yazı dili
devresi ayni zamanda müĢterek bir yazı dili devresidir. Yani bu yazı dili bütün
Türklüğün tek yazı dili olarak kullanılmıĢ, Orta Asya‘da geniĢ bir sahayı
kaplayan Türklük âlemi asırlar boyunca hep ayni dille okuyup yazmıĢtır. O
devirden kalma eserlerde görülen ufak tefek farklar ise saha ve zaman
farklarından ileri gelen normal ayrılıklar olup tek bir yazı dilinin hudutlarını
eserlerde KâĢgar dili, KâĢgar Türkçe‘si adı ile anılan dil hep bu ilk Türk yazı
dilidir. Bu yazı dili devresinden gelen eserlerin büyük bir kısmı Uygur yazısı ile
14
devrede bulunmakta, kısacası, Türkçe‘nin bütün yapısı bu devre ile izah
eski devresidir. Onun için bu devreyi ―Eski Türkçe‖ diye adlandırmak çok
O hâlde Türk yazı dilinin ilk devresi Eski Türkçe‘dir. Eski Türkçeden daha önceki devir
Türkçe tarih boyunca iki gramer yapısına sahip olmuĢtur. Eski Türkçe devresi
Türkçe‘nin eski gramer yapısını temsil eder. Ondan sonraki devreler Türkçe‘nin
8. Eski Türkçeden sonraki devre gelince, bu devirde Türkçe karĢımıza birden fazla yazı
yerleĢmesi, yeni mefhumlarla birlikte yeni bir yazının kabulü gibi çeĢitli dıĢ
tabiî geliĢmeler neticesinde ortaya çıkan büyük değiĢiklikler yazı dili birliğini
yeni kültür merkezleri etrafında kendi Ģivelerine dayanan yazı dilleri meydana
sebep olmuĢtur. Böylece asırdan sonra biri Kuzey-doğu Türkçe’si, diğeri
Batı Türkçe’si olmak üzere iki Türk yazı dili meydana geldiğini görmekteyiz.
15
Kuzey Türkçe’si, Doğu Türkçe’si
Türkçe‘nin tabiî ve yeni bir devamı olarak eski ve yeni arasında köprü vazifesi
gören bir geçiĢ devresi hâlinde devam etmiĢ, sonra asırdan itibaren Kuzey
Türkçe‘si ve Doğu Türkçe‘si olarak iki yeni yazı diline ayrılmıĢtır. Son
Türkçe‘sidir. Doğu Türkçe‘si ise Çağatayca gibi yanlıĢ bir isimle anılan ve
Timur devrinde baĢlayarak ve asırlarda kuvvetli bir edebiyat meydana
getirmek suretiyle en parlak çağını yaĢadıktan sonra son zamanda yerini modern
Batı Türkçe’si
Batı Türkçesi‘ne gelince, bu yazı dili asrın ikinci yarısı ile asrın ilk yarısında
günümüze kadar aralıksız bir Ģekilde takip ettiğimiz yazı dilidir. Selçuklulardan
baĢlayarak bugüne kadar gelen ve devam etmekte olan bu yazı dili, Türklüğün
Ģivesi teĢkil eder. Onun için bu yazı diline Oğuz Türkçe‘si de denilebilir. Oğuz
Türkçe‘dir. Bu saha ise batı Türklerinin yaĢadığı sahadır. Onun için Oğuz yazı
Türkolojide Batı Türkçe‘si için bazen Cenup Türkçe‘si veya Cenup ġivesi adı
16
Batı Türkçesinin içinde saha bakımından zamanla iki daire meydana gelmiĢtir.
Bunlardan biri Azeri ve Doğu Anadolu sahasını içine alan doğu Oğuzcası, diğeri
Osmanlı sahasını içine alan batı Oğuzcasıdır. Doğu ve batı Oğuzcaları arasında
ilk asırlarda çok küçük saha farkları dıĢında bir ayrılık mevcut olmamıĢ, bu saha
farkları yavaĢ yavaĢ geniĢleyerek ancak asırdan sonra doğu ve batı Oğuzca
dairelerini meydana getirmiĢtir. Bununla beraber arada yine iki yazı dili olacak
kadar fark mevcut değildir ve her ikisi de ayni Ģiveye, yani Oğuz Ģivesine
dayandıkları için Azeri ve Osmanlı Türkçeleri ancak tek bir yazı dilinin kardeĢ
iki dairesi sayılabilirler. Esasen doğu ve batı Oğuzcası arasındaki farklar daha
çok Ģivede yani konuĢma dilinde kalmıĢ, devamlı olarak Osmanlı kültür ve
ayrılık göstermiĢtir.
Azeri ve Osmanlı Türkçeleri arasında, daha çok Ģivede kalan bu ayrılığın sebeplerini
doğu Oğuzcasına Oğuz dıĢı Türk Ģivelerinin, bilhassa zaman zaman kuzeyden
gelen Kıpçak unsurlarının yaptığı tesir ile Ġlhanlılardan kalan bazı Moğol
Oğuzcasından bazı Ģekiller bakımından biraz farklı yapmıĢ, ikincisi ise Azeri
baĢlıca ayrılıklar, kelime baĢındaki b-m, kelime içindeki q-ġ, h, ilk hecedeki e-i,
kelime baĢındaki t-d ile akkuzatif ve bazı fiil çekim Ģekilleri etrafında toplanır.
Bu ayrılıklar daha çok konuĢma dilinde kaldığı, yazı diline aksedenlerin ise
17
Oğuzcaları arasında kayda değer bir ayrılık bulunmadığı için bu iki Oğuz
Türkçe‘si yazı dili olarak Batı Türkçe‘si adı altında bir bütün teĢkil ederler.
Batı Türkçesinin yedi asırlık uzun hayatında bazı merhaleler vardır. Bu merhaleler
onun iç ve dıĢ geliĢme seyri içinde görülen çeĢitli safhalardır. Gerçekten Batı
Türkçe‘si uzun geliĢme seyri içinde bugüne kadar iç ve dıĢ yapısı bakımından
değiĢiklikler, Türkçe kök ve eklerde görülen bazı ses ve Ģekil değiĢiklikleri olup,
doğrudan doğruya Türkçe‘nin tabiî geliĢmesi ile ilgilidir. DıĢ yapı bakımından
Batı Türkçe‘sinde görülen çeĢitli safhalar ise, Türkçe‘nin bünyesi ile ilgili
görünüĢlerden ibarettir.
Türkçe‘yi Eski Türkçeden sonra, yeni yazı dilleri devresinde istilâya baĢlamıĢ,
bu istilâ bilhassa Batı Türkçe‘sinde korkunç bir geliĢme göstererek bir kaç asır
Arapça ve Farsça unsurların Batı Türkçe‘si içindeki durumu yedi asır boyunca hep ayni
ĠĢte asırdan günümüze kadar Batı Türklerinin yazı dili ola gelmiĢ bulunan Batı
18
1. Eski Anadolu Türkçe’si
2. Osmanlıca
3. Türkiye Türkçe’si
Eski Anadolu Türkçe’si 13, 14 ve asırlardaki Türkçe‘dir. Batı Türkçesinin ilk
kendisinden sonraki iki devreden çok farklıdır. Bu devreye Batı Türkçesinin bir
oluĢ, bir kuruluĢ devresi olarak bakmak yerinde olur. Batı Türkçesini Eski
izlerini taĢırken diğer taraftan köklerde ve eklerde bazı ses ve Ģekil ayrılıkları
Anadolu Türkçe‘sinden Osmanlıcanın ilk devirlerine taĢan bir kaç Ģekil dıĢında,
19
devrenin sonlarında geniĢ bir istilâ baĢlangıcı hâlini alarak Osmanlıcanın
kelimeler henüz çok fazla olmadığı gibi devrenin sonlarına doğru artan terkipler
yabancı kelime ve terkipler daha çok nazım dilinde görülür. Nesir dili ise çok
temiz ve duru bir Türkçe olarak devrenin sonunda bile Arapça ve Farsça
asrın ortalarına doğru ikinci Murat devrinde geniĢ bir kültür hamlesinin ifadesi
olarak meydana getirilen telif ve tercüme pek çok Türkçe eserin dili bunu açıkça
teĢkil eden bir devir olmuĢ, Eski Anadolu Türkçe‘si Türkçe hususiyetleri
Eski Anadolu Türkçesinin cümle yapısı ise Türkçe‘nin baĢlangıçtan bugüne kadar hep
ayni kalan normal cümle yapısı dıĢına çıkmamıĢtır. Gerek nesirde, gerek Ģiirde
doğru cümle olarak kalmıĢ, tercüme sadakati yüzünden nadir olarak kırıldığı
girmiĢtir.
20
Osmanlıca
Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup asrın sonlarından asrın
baĢlarına kadar devam etmiĢ olan yazı dilidir. Dört asırdan fazla bir ömrü olan
Türkçe bakımından, Osmanlıca‘da aĢağı yukarı mühim hiçbir değiĢiklik olmamıĢ, Eski
hemen hemen hep ayni kalmıĢtır. Yani gramer Ģekilleri bakımından Osmanlıca
söylediğimiz gibi Türkçe bakımından ancak bu son iki devre ile Eski Anadolu
arasında çok küçük Ģekil farklarına rastlansa bile bunlar zaman ayrılıklarına
Türkçe‘si ise Batı Türkçesinin yeni gramer Ģekillerini ihtiva eden devrelerdir.
Yani, gramer Ģekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçe‘si arasında bir
Devrelerin birbirine geçiĢi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu Türkçe‘si
baĢlangıcını teĢkil eden ve asrın ikinci yarısı ile asrın ilk yarısını içine
alan devirde eski gramer Ģekilleri, yerlerini henüz tamamıyla yeni Ģekillere
21
Türkçe‘sine geçenler bile olmuĢtur. Bazı yeni Ģekiller ise oluĢunu ancak
geçiĢ devrindeki normal geliĢmeler, ondan sonraki küçük sızıntılar ve bazı yeni
sonuna kadar bir durgunluk hâkim olmuĢ, asırdan günümüze kadar Türkçe
Osmanlıca‘yı batı Türkçe‘si içinde bilhassa Türkiye Türkçe‘sinden ayrı bir devre
hâlinde tutan Ģey onun dıĢ yapısıdır. Ġç yapı, yani Türkçe bakımından yalnız
Eski Anadolu Türkçe‘sinden farklı bulunan Osmanlıca, dıĢ yapı, yani yabancı
çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası gösterir. Bu devre Türkçe‘nin
Farsça kelime ve terkipler olup esas itibariyle isim sahası içinde kalmıĢtır. Fakat
Türkçe, bugün de yaĢamakta olan sayısız yabancı köklü birleĢik fiil ile
dolmuĢtur. Fiil dıĢında kalan isim cinsinden bütün kelimeler ve isim muamelesi
izafet terkiplerine kaptıran yazı dilinde umumiyetle Türkçe olarak isim ve fiil
çekimi ile cümle yapısı kalmıĢtır. Fakat cümle yapısı da, Türkçe kalmakla
22
beraber, ağır darbeler yemekten kendisini kurtaramamıĢ, birçok defa esas
bünyesi yıkılarak bozuk bir kelime yığınından ibaret olmuĢtur. Hülâsa, Türk
yazı dili Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve
Farsça‘dan meydana gelen üçüzlü, karıĢık ve son derece sun‘î bir dil manzarası
göstermiĢtir.
Osmanlıca’nın devreleri
Osmanlıca‘nın asrın sonu ile asrın büyük bir kısmını içine alan ilk
edebiyatının nüfuzu altına girmesi Türk yazı diline bambaĢka bir istikamet
kaybetmiĢ, yabancı unsurların kesafeti iyiden iyiye artmıĢtır. Fakat daha sonraki
asırlara göre henüz nisbî bir sadelik göze çarpar gibidir. Yabancı kelime ve
terkiplerin sayısı ve çeĢitleri çok artmakla beraber terkip zincirleri henüz son
haddine varmıĢ değildir. Fakat iyice karıĢık dil yolunda çok sür‘atli bir gidiĢ,
çok kesif bir hazırlık vardır. Öyle ki devrenin sonu, yani asrın sonları artık
koyu Osmanlıca‘nın tam bir baĢlangıcı hâline gelmiĢtir. Böylelikle ilk devir
Osmanlıca‘nın ikinci devresi olup asrın sonundan asrın ortalarına kadar
süren devredir ki baĢlıca asrın sonu ile ve asırları içine alır. Bu
devrede karıĢık dil, koyuluğunun son haddine varmıĢ, yapısı güç halle
23
unsurlar âdeta görünmez olmuĢtur. Osmanlıca böylece Türkçelikten çıkmıĢ bir
hâle geldikten sonra nihayet üçüzlü sun‘î dilin en yüksek noktasından aĢağıya
zamanda son devresi olan bu üçüncü devre, asrın ortalarından baĢlayıp
asrın baĢlarına kadar gelen, yani Tanzimattan meĢrutiyetine kadar olan
kadar, sür‘atle ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında, gittikçe zayıflayarak bir
nıüddet daha devam etmiĢtir. Bu üçüncü devre karıĢık dilin koyuluğunu yavaĢ
yavaĢ kaybettiği devredir. Osmanlıca bu devirde zaman zaman çok sun‘î bir
Osmanlıca‘nın bu son devrini eskisinden ayıran mühim bir fark da batıdan gelen
olmuĢ, lügat kitaplarına bakarak yazı yazanlar bile çıkmıĢtır. Fakat umumiyetle
umumî yazı dilinin yanı sıra sayılarını çok arttırmıĢlardır. Bu devrenin sonları
ise Türkçe‘nin aydınlığa çıkıĢının açık müjdeleri ile doludur. Öyle ki bu devir
eserlerinin bir eli Osmanlıca‘da, bir eli Türkiye Türkçe‘sindedir. DeğiĢiklik bir
neslin hayatı içinde ortaya çıktığı, daha doğrusu meyvelerini verdiği için, artık
dili bazen Osmanlıca, bazen Türkiye Türkçe‘si, veya önce Osmanlıca, sonra
24
baĢlarında terkipli karıĢık dil tarihe karıĢarak yerini Türkiye Türkçe‘sine
bırakmıĢtır.
Bu fark, bir yabancı unsurlar, bir de cümle yapısı bakımından nazım ve nesir dili
Osmanlıca‘da umumiyetle tek bir çeĢit nazım dili oluĢmuĢtur. Buna karĢılık
Osmanlıca içinde ilmi ve didaktik eserlerde ayrı edebi eserlerde ayrı bir nesir
dili kullanılmıĢtır. ilmî nesir dili bir dereceye kadar sade ve basit bir dil, edebî
nesir dili ise çok aĢırı ve sun‘î bir Ģekilde yabancı unsurlarla dolu, secili ve
kelime gurubu silsilelerinden örülmüĢ bir dildi. Bu iki çeĢit nesir dili
nesirde edebî nesre göre bir sadelik ve basitlik vardı, yoksa umumî olarak o da
yabancı unsurlarla dolu karıĢık bir dil, bir Osmanlıca idi. ĠĢte umumiyetle bir
çeşit olan nazım dili ile iki çeĢit olan nesir dili yabancı unsurlar ve cümle yapısı
Yabancı unsurlar bakımından Osmanlıca‘nın ilk devresinde nazım ve nesir dili aĢağı
yukarı birbirine yakındır. yabancı unsurlar her ikisinde de çoğalmıĢtır. Daha çok
devirde henüz fazla zincirleme hâlinde değildir. Umumiyetle nesir dili, nazım
diline göre daha sade bir durumdadır. Fakat nazım dili pek değiĢmediği hâlde
nesir dili nazım diline göre çok ağır bir dil hâline gelmiĢtir. Osmanlıca‘nın en
25
koyu devri olan ikinci devrede ise bu koyuluk hem nazımda, hem nesirde
görülür. Fakat nesirde çok aĢırı bir durumdadır. Nazım dili ise eskiye göre o
dilinde eski basit terkipler yerini üçüzlü. dördüzlü ve daha geniĢ zincirleme
terkiplere bırakmıĢ nesirde ise ağırlık ve koyuluk içinden çıkılmaz bir hâle
devrede ise nazım ve nesir dili birbirine yine yakındır ve her ikisinde de nisbî
bir sadeliğe gidiĢ vardır. Bu gidiĢ devre boyunca nesirde daha süratli olmuĢ,
nazımda ise, koyu Osmanlıca devrinde divan Ģiirinde de tek tük olarak
terkipli dilden kurtulmak daha güç olmuĢtur Devre bittikten sonra sonra da
Osmanlıca‘nın Türkiye Türkçe‘si içine taĢmaları daha çok nazım dilinde olmuĢ
ve daha sonra tarihî hatıra olarak verilen tek tük Osmanlıca örnekler de hep
tamamıyla kurtaramamıĢtır. Fakat bu, adî nesrin her devirde ağır olan çok hususî
bir koludur ve umumî nesir diline ayak uyduramamasının fazla bir kıymeti
yoktur.
Osmanlıcanın nazım ve nesir dili asıl, yabancı unsurlar bakımından değil, cümle yapısı
bakımından birbirinden çok farklı bir durumdadır. Divan Ģiirinde mânânın bir
yapısı için çok hayırlı olmuĢtur. Zira mânânın bir beyitle tamamlanması demek,
bir beytin hiç değilse bir cümle olması, bir cümlenin en çok bir beyit
uzunluğunda bulunması demektir. Gerçekten divan Ģiirinde her beyit en çok bir
26
Osmanlı Ģiirinde cümleler daima kısa, unsurları sade ve yerli yerinde Türk
cümleleri olarak kalmıĢ, nazım dilinde Türkçe cümle yapısı Türkçe‘nin bütün
sağlam olarak çıkar. Buna karĢılık Osmanlı nesrinde Türk cümlesi tam bir
olmasına karĢılık nesir dili çok az Türkçe olabilmiĢtir Çünkü nesirde Ģiirdeki
gibi belirli bir ölçüye sığmak mecburiyeti yoktur. Nesir, cümle unsurlarının tam
bir serbestliğe kavuĢtuğu sahadır. Cümlenin bir bütün teĢkil eden yapısını
içinde cümle unsurları, aralarında çok defa yanlıĢ bağlar kurulmuĢ olarak bir
umumiyetle bozulmuĢ ve cümleler çok defa büyük bir kelime yığınından ibaret
Cümle büyüyünce hâkimiyeti elden kaçırmamak için dili iyi bilmek, onun
kaidelerini iyice hazmetmiĢ olmak, onun yapısını teĢkil eden örgü karĢısında
tam bir hassasiyete sahip bulunmak lâzımdır. Üç dilli bir dil olan Osmanlıca‘da
olamamıĢlardır. Bunda Osmanlıca‘nın karıĢık dil olmasının çok büyük bir rolü
vardır. Bu karıĢık dilin öğretimi sırasında esas emek ve dikkat daima Arapça ve
Farsça üzerinde toplanarak Türkçe ihmal edildiği gibi, yazı yazarken de Arapça
27
Bu hususla, Türkçe‘ye çevrilirken cümle unsurları Türk cümlesine uygun bir
cümlelerle bozuk düzen bir yazı dili manzarası göstermiĢtir. Bu bozuk düzenliği
cümle yapısı oldukça sağlamdır. Fakat ikinci devrede bu yapının Türkçe olan
unsurları fazla ve cümleleri uzun olan yazılarda bozukluk çok olmuĢ, oldukça
sade ve kısa cümleli olan yazılarda ise daha az olmuĢtur, Osmanlıca‘nın son
devrine gelince, bu devrede nesir dilinin kısa zamanda Türkçe cümle yapısına
sağlam bir yapıya sahip olmuĢtur. Bu devir cümleleri, eskisi kadar olmamakla
beraber, yine bir hayli uzun olmuĢlar, fakat yapılan Türkçe‘ye aykırı
nesir dilinde cümle yapısının büyük bir selâmetle çıktığı açıkça görülmektedir.
Bu devrede nazım dilinde ise cümleler eskisinden daha fazla uzun olmak yoluna
mecburiyeti ortadan kalkınca bir cümle icabında bir kaç mısra içine yayılmıĢ,
umumî olarak nazım dilinin cümle yapısı her zamanki gibi sağlam kalmıĢ
28
böylece Osmanlıca‘nın ömrü tamamlandığı zaman Türk cümlesi hem nazım
dilinde, hem nesir dilinde Türkiye Türkçe‘sine sağlam bir yapı ile girmiĢtir.
Türkiye Türkçe’si
Türkiye Türkçe’si Batı Türkçesinin üçüncü devresidir. Bugün de devam etmekte
bir Ģekilde ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında Osmanlıca henüz tamamıyla
son örnekleri ile Türkiye Türkçesinin ilk örneklerinin yan yana bulunduğu
gibi, yeni dilin ilk örneklerinde de bazı Osmanlıca unsurlar, eskimiĢ bazı
değiĢiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı için Osmanlıca‘dan yeni dilin ilk
örneklerine bu Ģekilde ufak tefek taĢmalar olmuĢtur. Fakat yeni dil bu küçük
Öyle ki Cumhuriyet deri baĢlarken Osmanlıca artık çoktan ölü bir dil hâline
Türkçesinin bu iki devresi arasında bir devre farkı olmadığını, bu iki devrenin
29
açıklamıĢtık. Yabancı unsurlar bakımından bu iki devre arasında gerçekten çok
büyük bir fark vardır. Bu farkın en ehemmiyetli tarafı terkipler bakımından olan
Türkçe‘si ise Türk yazı dilinin bu Arapça, Farsça terkiplerden kurtulmuĢ olduğu
mesut devridir. Bir dil, yabancı bir dilin tesirinde kalabilir, Bu tesir, lügat
hazinesinde. yani kelime sahasında kaldığı müddetçe ne kadar aĢırı olursa olsun
dil için bir tehlike teĢkil etmez. Fakat kelime sahasını aĢar ve kelime
guruplarına, cümle sahasına el atarsa dilin yapısı tehlikeye girer. dilin gidiĢi
edebilmesi için çok sağlam bir bünyeye sahip bulunması lâzımdır. Osmanlıca‘da
edebilmiĢ ve zamanı gelince onlardan kolaylıkla silkinerek kendi yapısı ile baĢ
baĢa kalmıĢtır. Fakat bu yabancı unsurlar onun ifade kabiliyeti için çok zararlı
30
kurtulmuĢtur. Sonra yabancı kelime sayısı büyük ölçüde azalmıĢ ve
azalmaktadır. Fakat, bir kısmı konuĢma diline de yerleĢmiĢ olduğu için, Türkiye
Türkçe‘sinde bugün hâlâ pek çok Arapça ve Farsça kelime vardır. Bu hususta
Türkiye Türkçe‘sinde yabancı unsur olarak yalnız çok sayıda Arapça, Farsça
kelimeler kalmıĢtır. Bu arada bazı terkipler de görülür, fakat bunlar tek kelime
bir yazı dili idi. Türk yazı dilini daima temiz kalan konuĢma diline yaklaĢtırınca
Esasen Türkçe‘ye sokulmuĢ olan yabancı unsurlar Arapça, Farsça gibi gerek
menĢe, gerek yapı bakımından Türkçe ile hiç ilgisi bulunmayan bir Sâmi, bir
içinde daima yabancı kalmıĢ ve büyük sun‘iliğe dayanan iğreti durumlar, yazı
dili konuĢma dili kaynağına dönünce çabucak sarsılarak üçüzlü sun‘î dil en kısa
zamanda yıkılıp gitmiĢtir. Yazı dili konuĢma diline yaklaĢtırılırken tabiî öteden
beri kültür merkezi olarak Türkçe bakımından esasen yazı dilinin dayandığı
31
konuĢma diline sahip bulunan muhitin dili, yani Ġstanbul Türkçe‘si esas
alınmıĢtır. Bu sebeple bu gün Türk yazı dili yani Türkiye Türkçe‘si hemen
Hülâsa, ana çizgileri ile baĢlıca vasıflarını belirttiğimiz Türkiye Türkçe‘si bugün tam bir
özleĢme, güzelleĢme geliĢme hâlindedir. Batı Türkçe‘si bu son devre ile çok
hayırlı bir yola girmiĢ ve Türk yazı dilinin bütün geliĢme ufukları açılmıĢtır.
Kuvvetli bir yazı dili olmak üzere geliĢme yoluna giren Türkiye Türkçesinin
yürüyüĢ hızı devre boyunca memnunluk verici bir seyir göstermiĢ. ‘de eski
Fakat ölü dille yazılmıĢ olan bu bir kaç Ģiir Ģüphesiz ancak tarihi birer hatıradan
ibarettir.
Netice
devreye ayrılmaktadır. Bu devrelerin birincisi olan ve iki asır devam eden Eski
kadar imparatorluğun yazı dili olarak beĢ asra yakın bir Ömür sürmüĢ bulunan
Osmanlıcadır. Üçüncü devreyi teĢkil eden Türkiye Türkçesinin hayatı ise henüz
Bu uzun devre Batı Türkçesinin ayni zamanda en güç devresidir de. Bu devir
metinlerin üzerine eğilirken üçüzlü yazı dilinde Türkçe‘den baĢka iki yabancı
32
girmiĢ bulunan bu yabancı unsurlar, bir taraftan Eski Anadolu Türkçe‘sinde
Türkiye Türkçe‘si ile Eski Anadolu Türkçesini de ele almıĢ oluruz. Hülâsa, Batı
incelerken yalnız onun hudutları içinde kalmayarak bütün Batı Türkçesini göz
Bu kitap, Batı Türkçesinin gramerini içine almaktadır Gramer tabirini burada geniĢ
mânâsı ile alıyor ve dil bilgisi karĢılığı olarak kullanıyoruz. Dar mânâsı ile
gramer, dil bilgisi‘nin fonetik ve sentaks kısımlarının dıĢında kalan bahisleri için
kullanılır.
Dil bilgisi bir dili bütün cepheleriyle inceleyen bilgi koludur, dil bilgisi‘nin dilin
cümle bilgisi (sentaks) adı verilir. Fakat dil bilgisi‘nin bu bölümlerine müstakil
33
olarak ayrı ayrı ele almak doğru değildir. Bunların daima bir birlerine karıĢan
geniĢ cümleye kadar bir bütündür bu sebeple onun bütün cepheleri ile bir bütün
olarak ele alınması icap eder. Yani, dil gibi dil bilgisi de bir bütün hâlinde
bulunmalıdır.
vazifeleri vardır. O hâlde seslerden cümleye kadar bütün bir dil, mânâsı veya
vazifesi olan sesli Ģekillerden ibarettir. ġekil kelimesini burada morfolojik Ģekil
değil; sesten cümleye kadar müstakil gramer hüviyeti olan her türlü dil
cümle gibi çeĢitli birlikleri karĢılamak üzere geniĢ mânâsı ile kullanıyoruz. ĠĢte
bir dili incelemek demek bu dil birliklerini, gramer birliklerini, Ģekilleri mânâ ve
seslerden cümleye kadar bütün dil birliklerini yapı, mânâ ve vazife bakımından
incelemektir. Bu sebeple bir dili incelerken, bir dilin gramerini ortaya koymağa
dili bütün hâlinde yapı, mânâ ve vazife bakımından ele almak daha doğrudur.
ĠĢte bu kitapta Batı Türkçesini incelerken bizde bu Ģekilde hareket edecek ve dil
bütün dil birliklerini, mânâ ve vazife bakımından ele alarak gözden geçireceğiz.
Batı Türkçesinin gramerini içine ele alan bu kitabın baĢına Türk dil bilgisi ismini
koyduk. Kitap içindede Batı Türkçesi yerine çok defa kısaca Türkçe tâbirini
34
anlaĢılmamalı ve konumuzun Batı Türkçesi olduğu unutulmamalıdır. Batı
için çıkılacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
SESLER
SES NEDİR
Tarifi ve mahiyeti
En küçük gramer birliklerinden en büyük birlik olan cümleye kadar dili meydana
getiren bütün Ģekillerin bünyesinde ses adını verdiğimiz en küçük ve en basit dil
unsurları bulunur. Bu unsurlar bazen tek baĢlarına, çok defa da yan yana gelerek
veya vazifeli ses veya sesler topluluğudur. Tek sesten ibaret olmadığı zaman,
veya ses toplulukları bulunur. Kök ve ekleri ile kelimeler muayyen sıralar içinde
büyüğüne kadar bütün dil birlikleri seslerden yapılır. Yani, sesler dilin
malzemesidir. Gramer birliklerinin en küçüğü tek sesli olur. Sesten daha küçük
35
bir gramer birliği yoktur. Ses parçalanamayan en küçük gramer birliğidir. O
Seslerin tek baĢlarına mânâları yoktur. Dilin bu küçük unsurları diğer gramer birliklerini
vücuda getirmek üzere sedaları ile vazife görürler. Yani, sesler mânâsı olmayan,
fakat mânâlı veya vazifeli gramer birlikleri yapmağa yarayan dil birlikleridir.
Şekilli seda
Dilin en küçük parçası, dilin malzemesi olan ses alelâde ses, ses kelimesinin umumî
mânâsıyla seda karĢılığı olan ses demek değildir. Tabiatta canlı cansız
varlıkların çıkardıkları çeĢitli sesler, seda ve gürültüler vardır. Dildeki ses seda
ve gürültüden baĢka bir Ģeydir. Dil sesinde de gerçi seda vardır. Fakat bu seda
geliĢi güzel bir seda, ham ve basit bir seda değil; kalıptan çıkmıĢ, iĢlenmiĢ bir
sedadır. Yani her sedada dildeki mânâsıyla bir ses yoktur, fakat her dil sesinde
Ses dediğimiz bu Ģekilli sedaları insanlar hususi ve sun‘î bir gayretle meydana getirirler.
Ġnsanın ses organları doğuĢtan sadece Ģekilsiz sesler, tabiî sesler çıkarma
hassasına maliktir. Çocuk dünyaya geldikten sonra bir müddet sadece bu tabiî
sesleri çıkarır. Sonra zamanla, muhitinden duya duya, ses organları Ģekilli
tabiî bir hâle gelir. ġekilli sedaları çıkarmada ve konuĢmadaki tabiîlik Ģüphesiz
alıĢkanlığa dayanan ve daha çok görünüĢte olan bir tabiîliktir. Aslında insan
sun‘î bir gayret sarf eder. Çünkü ses organları Ģekilli seda yapma kabiliyetini
36
sonradan kazanmıĢlardır ve sesleri çıkarmak için normal durumlarının dıĢına
seslerden baĢka olan sesleri, kendi dilinde bulunmayan sesleri çıkarmakta çok
güçlük çeker.
Dillerdeki sesler
Ġnsan oğlunun çıkarabileceği sesler mahdut olduğu için, bütün dillerdeki sesler dillerin
çeĢitliliğine uygun düĢecek kadar çok değildir. Seslerin büyük bir kısmı umumî
olarak dillerde müĢterektir. Dilleri birbirinden ayıran Ģey esas itibariyle sesler
seslerden her dilde baĢka Ģekiller, baĢka birlikler yapılır. Seslerin büyük bir
kısmı böylece dillerde ayni olmakla beraber her dilin kendisine mahsus sesleri
de yok değildir. Bir dilde bulunan bazı sesler bir diğerinde bulunmayabilir, ayni
Ģekilde diğer birçoklarında bulunan bazı sesler bir dilde hiç kullanılmayabilir.
Hülâsa, seslerin çoğu dillerde ayni olmakla beraber diller tek tek veya gurup
gurup birbirinden aynı sesler de ihtiva ederler. Bu yüzden, bir dile kendisinde
bulunmayan bir ses taĢıyan yabancı bir kelime girerse, o kelimedeki yabancı ses
Ses geçidi
Sesler akciğerden baĢlayıp ağız ve burunda sona eren teneffüs yolları ile bu yollar
burun yolu bir ses geçidi olarak vazife görürler. Bu ses geçidinin muhtelif
37
Bu organların da yardımı ile ses geçidi açılıp kapanmak, daralıp geniĢlemek
teĢekkül eder. SıkıĢıp açılan geçitte hava cereyanı kendisine yol bulmak için
karĢısına dikilen organları zorlar, onlara çarpar, sürtünür, böylece seda hâline
geldikten sonra son olarak bir noktada karĢısına çıkan bir kalıptan, bir engelden
geçer ve ses hâline gelerek dıĢarı çıkar. DıĢarı çıkmak isteyen havanın ses
boĢlukları ile ses telleri, küçük dil, damak, dil, diĢler ve dudaklardır.
Ses telleri
Demek ki seslerin teĢekkülü için her Ģeyden önce ciğerlerden bir hava akımının
mühim noktaya, seslerin teĢekkülünde çok büyük rolü olan bir noktaya gelir. Bu
noktada ses telleri bulunur. Ses telleri adını verdiğimiz organ karĢıdan karĢıya
atılmıĢ teller hâlinde olmayıp, hançerenin sonunda karĢı karĢıya gelen yarım
sırasında aralıklı bulunurlar. Yani bir kısım seslerin teĢekkülüne ses telleri
iĢtirak etmez, hava akımı arkadaki aralıktan geçerek yoluna devam eder. Diğer
bir kısım seslerin teĢekkülüne ise ses telleri büyük ölçüde iĢtirak ederler. Ses
bir yol açmak üzere onları iter. Bu itme neticesinde hava akımının karĢısına
38
çıkmıĢ olun ses telleri titrer, hava akımı onları titreterek aralarından geçer. Bu
titreĢimden bir kısım seslerin teĢekkülü için zaruri olan seda meydana gelir. Ses
telleri bazen de kapandıktan sonra titreĢmez ve hava akımına hiç yol vermezler.
Seslerin teĢekkülünde ciğerlerden yükselen hava akımının ses geçidinde ses tellerinden
sonra uğradığı ikinci mühim nokta ağız ve burun yollarının birleĢtiği noktadır.
Bu noktada küçük dil bulunur. Küçük dil damağın arka tarafına, yumuĢak
damağın sonuna asılı bulunan ve hava akımı karĢısında çok kolay hareket
edebilen bir organdır. Küçük dil, gelen hava akımı karĢısında, teĢekkül edecek
sese göre vaziyet alır. Gelen havaya ağız yolunu açık tutması gerekince
seslerde ise, aĢağıya sarkarak arka tarafı yükselen dil ile birlikte ağız yolunu
kapatır ve havayı geniz yoluna sevk eder. Geniz seslerinin sayısı çok azdır.
Seslerin asıl büyük kısmı ağız yolu açık olduğu zaman teĢekkül eder. Ağız
yolunda seslerin teĢekkülü için baĢlıca rolü oynıyan organ dildir. Dil, gelen hava
ve seda akımı karĢında, teĢekkül edecek sese göre çeĢitli hareketler yapar, türlü
Ģekillere girer. Kabarır, yayılır, damak ve diĢlerle temasa gelir. böylece gelen
hava veya seda akımını çeĢitli noktalarda çeĢitli kalıplardan geçirerek Ģekilli
seda, yani ses hâline getirir. Bu suretle hava veya seda akımı ses tellerinden
diĢlerin dıĢına çıkıncaya kadar birçok sesler teĢekkül etmiĢ olur. Bazı seslerde
ise hava veya seda akımı diĢleri geçtikten sonra bile henüz ses hâline gelmiĢ
kadar karĢısına bir engel çıkmamıĢ olan akımı dudaklar kalıptan geçirerek ses
hâline getirirler.
39
Teşekkül noktası
Demek ki hançere ve gırtlaktan dudaklara kadar olan geçitle hava veya seda
akımının ses hâline gelmek için kalıptan geçtiği, boğumlandığı çeĢitli noktalar
vardır. Bu noktalara seslerin teĢekkül noktaları denilir. Bir sesi ses hâline
getiren, onu seda ve gürültüden farklı, Ģekilli bir seda yapan Ģey teĢekkül
noktasıdır. Hava ve seda akımının önüne teĢekkül noktasından sonra artık hiçbir
engel çıkmaz. Ses önündeki açık yoldan rahatlıkla dıĢarı çıkar ve duyulur.
anlaĢılacağı gibi, bir kısım seslerde ses telleri meydana getirir. TeĢekküllerinde
ses telleri titreĢmeyen sesleri duyuran seda ise hava akımının hançerden
sürtünmesinden ileri gelir, böyle olduğu için, sedanın ses tellerinin titreĢiminden
alan seslerinin teĢekkülü sırasında hem hava akımı hafif, hem de ses geçidinin
havanın karĢısına çıkardığı engeller zayıf olur; buna karĢılık, sedasını çarpma ve
sürtünmeden alan seslerin teĢekkülünde hem hava akımı, hem de ses geçidinin
bu akım karĢısına çıkardığı engeller kuvvetli olur. Engellerin zayıf veya kuvvetli
olması demek ses yolunun az veya çok kapalı olması, hava akımı için rahat veya
durumlarından az veya çok farklı hâle geçmeleri, gergin veya gevĢek olmaları
demektir. ġüphesiz sedalarını ses tellerinden alan sesler de, çarpma veya
teĢekküllerinde ses telleri titreĢen seslerde ise çok fazladır. Öyle ki titreĢimli
seslerin bir kısmı diler kısmından çok büyük ölçüde ayrılarak, organların gergin
40
veya gevĢek olması bakımından aralarında çok fark olduğu hâlde, çarpma ve
Böylece sesler her Ģeyden önce. titreĢimli veya titreĢimsiz olarak değil, geçidinin açıklık
gevĢek bulunmalarına göre ikiye ayrılır. Yani, sedasını ses tellerinden alan
seslerin bir kısmının teĢekkülünde hava ve seda akımının önüne hiçbir engel
çıkmaz. Seda, iyice açık olan yolun noktasında boğumlandıktan sonra ses
hâlinde dıĢarı çıkar. Sedasını ses tellerinden alan seslerin diğer kısmı ile sedasını
sürtünme ve çarpmadan alan seslerde ise hava ve seda akımının önüne belirli
engeller çıkar, ses geçidindeki organlar türlü hareketler yaparak geçidi çeĢitli
ikincilerde ise gergindir. Birincilerde seda ses tellerinde temin edildiği için
kuvvetli bir enerjiye ihtiyaç vardır. Bu yüzden birincilerde hava akımı zayıf,
organların teması gevĢek; ikincilerde ise hava akımı kuvvetli, organların teması
Demek ki seslerin bir kısmı teĢekkülleri sırasında belirli hiçbir engele takılmadan, hiçbir
zorluğa uğramadan çıkan sesler; diğerleri ise teĢekkülleri sırasında zayıf veya
kuvvetli fakat belirli bir engele takılarak belirli bir takıntıya uğrayarak çıkan
seslerdir. Takıntıya uğrayarak çıkan seslerinin bir kısmı ile takıntıya uğramadan
çıkan sesler sedalarını ses tellerinden, takıntıya uğrayarak çıkan seslerin geri
41
Sesler için hakiki seda ses tellerinden çıkan sedadır. Ancak bu çeĢit sedanın değiĢik ses
perdeleri bulunur, konuĢmada veya melodide ses perdesi ancak bu seda ile
uğramadan çıkan bütün seslerle takıntıya uğrayarak çıkan seslerin bir kısmı
göreceğiz.
Vokal
TeĢekkülleri sırasında ses geçidinde belirli hiçbir takıntıya uğramayan, hiçbir
engelle karĢılaĢmayan seslere vokal adı verilir. Vokaller teĢekkül ederken ses
yolu tamamıyla açık bulunur. Gelen hava ve seda akımı rahat bir seyirle dıĢarı
noktalarına göre dilin arkası, ortası veya ucu kabarır. Fakat bu kabarmalar hiçbir
zaman geçidi kapatacak Ģekilde olmaz ve ortada rahat bir yol kalır. Vokallerin
organlar, dil, damak, diĢler, dudaklar vb. zayıf veya kuvvetli olarak birbirleriyle
42
zirveleridir. Vokallerin teĢekkülünde ise organların teması yoktur. Boğumlanma
dilin çeĢitli kısımlarının kabarması ile temin edilir. Vokallerin teĢekkül noktaları
açık olan dudaklar ise düz veya yuvarlak Ģekiller alır. Bu düzlük ve yuvarlaklık
da vokallere göre dar veya geniĢ olur, sonra, vokaller sedalı seslerdir. Yani,
dudakcıklar vokal için gelen havanın karĢısında, normal durumda aralık bulunan
arka taraflarından da birleĢerek yolu gevĢek bir Ģekilde kapatırlar. Gelen hava
ses tellerinde kapanır. Ondan sonra artık dıĢarı çıkıncaya kadar ses yolunda
tabiî, geniz yolu açık tutulur. Geniz yolunu açık tutmak için, yukarıda
gördüğümüz gibi, küçük dil aĢağı sarkarak dilin kabaran kökü ile birleĢir, geniz
yolunu kapayarak ağız yolunu açık tutmak için de küçük dilin kökü yükselir ve
hep dil üzerinde olduğu hâlde, bilhassa ağız yolundaki organlar normale,
onları diğer seslerden daha üstün bir duruma sokar, onlara diğer seslerin yanında
daha önemli vazifeler yükler. Vokaller tek baĢlarına hece, kelime, kök ve ek
43
olabilirler. Böylece bir vokal bazen bir taraftan bir ses, diğer taraftan mânâsı
veya vazifesi olan bir gramer birliği olarak çifte hüviyete sahip olur. Vokal
dıĢında kalan seslerde ise bu kabiliyet yoktur. Onlar tek baĢlarına sadece ek
olabilirler. Tek baĢlarına kelime olmadıkları gibi hece olamazlar. Bir heceye
veya kelimeye bitiĢik oldukları zaman bile hece teĢkil edemezler. Kelime içinde
bazı dillerde nadir olarak bir kaçı ancak yarım hece taĢıyabilir, tek vokalli bir
kelimeye bir buçuk hecelik bir kıymet kazandırabilirler. Vokal dıĢında kalan
seslerin bir hecede yan yana gelmeleri de güçtür, nadir veya mahduttur. Bu
Vokallerin, teĢekküllerindeki rahatlık yüzünden, diğer seslerden farklı bir tarafı daha
bir geçitte rahat bir Ģekilde teĢekkül ettikleri için istenilen uzunlukta
söylenebilirler. Onun için bazı dillerde bir vokalin uzunluk kısalık itibariyle
birden fazla Ģekli vardır. Diğer seslerde ise bu hususiyet yoktur. Gerçi diğer
Konsonant
Vokaller dıĢında kalan diğer seslere konsonant adı verilir. Konsonantların
teĢekkülünde hava ve seda akımı ses geçidinde belirli bir takıntıya uğrar. Ses
yolunda belirli bir darlık, gevĢek veya gergin bir kapantı olur. Konsonantların
44
bir kısmı sedalı, bir kısmı sedasızdır. Sedalı ve sedasız konsonantlar arasındaki
fark sadece bir seda farkı değil, aynı zamanda bir kuvvet farkıdır. Yukarıda da
söylediğimiz gibi, sedalı konsonantlarda ses tellerinin titreĢimi için sarf edilen
lâzım gelen sesi çıkarmak üzere daha fazla bir kuvvet sarf etmek icap eder.
daha sıkı olur. Sedasız konsonantların sedalılar içinde birer karĢılıkları vardır.
Bu karĢılıklı durumu teĢekkül noktalarının ayni olması temin eder. Ayni noktada
teĢekkül eden iki konsonanttan biri sedalı, biri sedasız olursa bunlar karĢılıklı
umumiyetle bir aspirasyon, sürtünmeden doğan bir yelenme husule gelir. Fakat
konsonantlar çok nadirdir ve ancak bazı dillerde vardır. Ses tellerinden sonra
büyük rolü oynayan uzuv, dildir. Konsonantların çoğu onun çeĢitli hareketleri
45
ile, ağız boĢluğunda çeĢitli noktalara yaklaĢması ve teması ile meydana gelirler.
teĢekkül noktaları bazen aynı yerde, bazen de gurup gurup muayyen bölgelerde
Konsonantların teĢekkülünde uzuvların temas derecesi her zaman aynı olmaz. Temasa
gelen, hava akımına engel çıkaran uzuvlar bazı konsonantlarda tam bir kapantı
meydana getirirler, bazılarında dar, bazılarında ise da geniĢ bir geçit bırakırlar.
Konsonantların çoğunda hava ağız yolundan, bir ikisinde ise geniz yolundan dıĢarı
Her dilde konsonantların sayısı vokallerinkinden çok fazladır. Fakat konsonantlar ses
daha zayıf bir durumda bulunmaktadır. Sesten baĢka sadece, ek olarak bir
kelime teĢkil edemezler, kök olamazlar. Ancak bir kaçı bazı dillerde bir kelime
46
içinde bir nevi heceyi taĢıma kabiliyeti göstererek yarım hece teĢkil edebilir ve
kazandırabilirler. Tek baĢlarına veya vokalsiz yan yana gelerek hece teĢkil
edemezler. Tek baĢlarına söylenince baĢlarına veya sonlarına daima bir vokal
bağlamak için onların vokallere mahsus olan sükûn hâlinden geçmeleri, sükûn
hâli ile baĢlamaları veya bilmeleri icap eder. Kelime içinde tek hecede yan yana
kelimelerde arka arkaya gelmesi kulağı Ģiddetle tırmalayan bir ses çirkinliği
meydana getirir.
Konsonantların vokaller gibi çeĢitli uzunlukları da yoktur. Gerçi teĢekküllerinde tam bir
bunlar da ses taklidi bazı sözler dıĢında, normal kelime bünyesinde sürekli
Ģekilleri ile değil, bir defada çıkan normal süreksiz Ģekilleri ile kullanılırlar.
TÜRKÇEDEKĠ SESLER
Sesler, adından da anlaĢılacağı gibi, söylenilen, ağızdan çıkan, iĢitilen küçük dil
karĢılanır. Bu iĢaretlere harf denir. Demek ki harf sesin yazıdaki iĢaretidir. Bir
47
sıralı topluluğa alfabe denir. Bir dil için ayrı ayrı zaman ve sahalarda çeĢitli
alfabeler kullanılabilir. Çünkü harf denen iĢaretler itibarîdir; ayni ses ayrı ayrı
umumî alfabesi vardır. Millî alfabeler ufak tefek ayrılıklarla gurup gurup
birbirlerine benzerler; ayrı ayrı milletlerin alfabeleri gurup gurup ayni asıllıdır.
Umumiyetle bir millî alfabe bağlı olduğu dildeki seslerin hepsi için ayrı ayrı
harfler ihtiva etmez. Harf kalabalığı olmasın diye birbirine yakın sesler ayni
harfle gösterilir, alfabedeki bir iki harf bir den fazla ses için kullanılır. Bu
yüzden her dilin, bilhassa metin tespit ederken, bütün seslerini ayrı ayrı
bir dilin bütün sesleri için ayrı ayrı iĢaretler taĢıyan hususî, ilmî bir alfabedir.
ĠĢte biz de burada Türkçe‘deki sesleri gözden geçirirken onları bugünkü umumî
Ģunlardır:
abcçdefgğġhhıijkqlmnñoöprsştuüvyz
Vokaller
aeıioöuü
Türkçe, vokal bakımından çok zengin bir dildir. Belli baĢlı dillerde umumiyetle
48
çünkü Türkçe‘de bilhassa konuĢma dilinde açık e‘nin yanında bir de e ile i
Türkçedeki vokallerden a vokali at, taş, ana, yayla kelimelerindeki vokal; e vokali et,
sen, evet, dede kelimelerindeki vokal; ı vokali yıl, sıkı, kırıntı, ılık
vokali o, yol, ot, çok kelimelerindeki vokal; ö vokali ön, söz, göç çöl
vokali ise üç, türk, gülünç, yüzük kelimelerindeki vokaldir. Bilhassa konuĢma
diğer konuĢmalardan geçen kapalı e de, el ―il‖, geç, ver, et kelimelerindeki e ile
i arasında olan vokaldir. Asıl Ġstanbul Türkçesinde bu kapalı e‘ler ya i veya açık
e Ģekline geçmiĢtir. Kapalı e i‘den e‘ye yahut e‘den i‘ye geçiĢin bir safhası
Vokallerin sınıflandırılması
ĠĢte her birine bir kaç misal vererek renklerini belirttiğimiz Türkçe‘deki vokaller
TeĢekkül noktalarına göre vokaller art ve ön vokaller yahut kalın ve ince vokaller
olmak üzere ikiye ayrılır. Art vokaller dil ve damağın arka tarafında, ön vokaller
49
yarım bölgelerinde birbirinden ayrı yerlerde bulunur. Vokallerin teĢekkülünde
çeĢitli noktaları kabararak arka yani yumuĢak damağa yaklaĢtığı zaman teĢekkül
eden vokaller art vokaller, dilin ön yarısının çeĢitli noktalarda kabararak ön yani
daha çok kullanılan tâbirleri ile art vokallere kalın vokaller, ön vokallere de ince
vokaller adı verilir. Sekiz vokalimizin dördü art yahut kalın vokal, dördü ise ön
yahut ince vokaldir. Art yahut kalın vokaller a, ı, o, u‘dur. e, i, ö, ü ise ön yahut
eden vokal i‘dir, a vokali art vokallerin en önde teĢekkül edenidir; hemen hemen
sükûn hâline en yakın bir durumda bulunurlar. Kalın vokallerin arkadan öne
doğru teĢekkül noktaları Ģöyle sıralanır: u, o, ı, a. Ġnce vokaller ise ikiĢer ikiĢer
Açıklık kapalılık derecelerine göre vokaller yine ikiye ayrılırlar. Bir kısmının
teĢekkülünde ağızdaki yolun yüksekliği daha çok, bir kısmımın teĢekkülünde ise
50
veya çok yaklaĢmasından ileri gelir. Çenelerin birbirine az veya çok yaklaĢması
neticesinde dilin kabaran kısmı ile damak arasındaki açıklık dar veya geniĢ olur.
yüksekliği az veya çok, ağız geçidindeki yol dar veya geniĢ olur. Açıklık fazla
iken teĢekkül eden vokallere geniş vokaller, açıklık az iken teĢekkül eden
vokallere de dar vokaller denir. Türkçe‘deki sekiz vokalin dördü geniĢ, dördü
Türkçedeki kapalı e, adından da anlaĢılacağı gibi, açık e‘den dar bir vokal olup e ile i
Teşekkülleri sırasında dudakların aldığı duruma göre de vokaller iki kısma ayrılır.
ise yuvarlak bir durum alır. TeĢekküllerinde dudaklar düz olan vokallere düz
yuvarlaklaĢması artar.
Uzunluk kısalıklarına göre vokaller sınıflara ayrılmazlar. Her vokalin uzun ve kısa
51
Vokallerin kısalık ve uzunluğu boğumlanma müddetinin kısa veya uzun
müddet onun kısalık ve uzunluğunu gösterir. Ayni vokal bir darbe hâlinde
çıkarılırsa onun kısa Ģekli, süreklice çıkarılırsa onun uzun Ģekli elde edilmiĢ
olur. Bazı dillerde bir vokalin hem kısa Ģekli, hem de uzun Ģekli kelime
normalden uzun ve normalden kısa olmak üzere üç Ģekli olabilir. Normal Ģekil
bu uzunluk orta bir ses uzunluğu olup, sadece sesi kulakta canlandırır, geçer.
Yani bir süreklilik, tek sesinkinden fazla bir uzunluk duyulmaz. Vokallerin bu
kısa vokaller diyoruz. Normalden uzun olan, darbe ile değil süreklilikle
Ģekillerinden baĢka bir de normal bir ses uzunluğunu bile taĢımayan normalden
kısa Ģekilleri vardır. ĠĢte Türkçe‘de bu üç çeĢit vokalden kısa vokal ile
sekiz vokalin yedisi normal uzunlukta vokal, yani kısa vokaldir. Bir tanesi ise
vokali ise normalden daha kısadır. Türkçedeki diğer yedi vokalin, tek baĢlarına
hece olmalarına, bir hece sonunda veya içinde bulunmalarına göre, normal,
Onun için Türkçedeki yedi vokal normal ses uzunluğundadır diyoruz. Yedi
Ģekli vardır. ı vokalinin uzunluğu diğer vokaller gibi normal değildir. Bu yüzden
müstakil bir ses olma kabiliyeti diğer vokallerden biraz eksiktir. Diğer vokaller
52
kadar tek baĢına heceyi taĢıma kabiliyeti göstermez. Bu zayıflığı dolayısıyla, tek
görülür. Bazı Türk Ģivelerinde ise ı vokalinin bu normalden kısa Ģekli de yoktur,
Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerde ise çok miktarda uzun vokal vardır. Bu
yabancı uzun vokaller Türk ses organlarının sun‘î ve hususî bir gayreti ile
söylenmekte, bu gayret tam bir Ģekilde ancak aydın çevrelerde görünmekte, halk
dilinde ise uzun vokaller çok defa kısalmaktadır. Çok kullanılan bazı yabancı
Hülâsa, Türkçe‘de uzun vokal yoktur. Bazı ses düĢmeleri ve birleĢmelerinde ortaya
çıkan uzun vokaller de geçicidirler. Yalnız bazı nidalarda ve ses taklidi sözlerde
uzun vokal kullanılabilir. Fakat bu vokaller ölçülü bir uzun vokal karakterinde
her zaman mümkündür. Fakat bu çeĢit sözlerde vokalin uzunluğu taklit edilen
sese bağlı olduğu için ölçülü uzun bir vokal yerine sürekli çıkarılan bir vokalle
karĢılaĢabiliriz. Sonra, tabiat taklidi kelimeler zaten her zaman dilin yapısına ve
Netice
Yukarıdan beri söylediklerimizi Ģöyle toparlayabiliriz: Demek ki, hepsi kısa olan
53
a, e, ı, i düz; o, ö, u, ü yuvarlak; ayni zamanda a, e, o, ö geniĢ; ı, i, u, ü dar
yuvarlak vokallerdir.
Vokaller teĢekkül noktaları, açıklık kapalılık, düzlük yuvarlaklık ve uzunluk kısalık
Konsonantlar
Yukarıda sırayla kaydettiğimiz Türkçe‘deki sesleri biraz önce geçirdiğimiz sekiz
bcçdfgğġhhjkqlmnñprsştvyz
Bu sesler tek baĢlarına söylenirken sonlarına ğ, ġ ve h‘da bir ı vokali, q‘da bir a vokali,
ñ hariç olmak üzere diğerlerinde de bir e vokali getirilir: be, de, ġı, qa gibi. ñ
konsonantı ise Ġstanbul Türkçesinde yoktur. Onun için bu ses edebî dilde
sadece sağır kef veya sağır nun gibi eski harf ismiyle anılır. Bununla beraber
sonuna bir e getirerek onu da diğer konsonantlar gibi ñe diye telâffuz edebiliriz.
54
b: boş, ebe, bol; c: gece, sıcak, acı: ç: çok, geçit, aç d: dağ, dil, oda; f: fısıltı, üflemek,
ufak; g: göz, bilgi, geniş; ğ: dağ, ağrı, oğul; ġ:gaga, gıcırtı, olgun; h: hey,
hangi, hele; k: küçük, iki, bekçi; q:kaş, kız, kucak; l: al, el, gönül; m: yem,
damla, gümüş; n:ben, anne, inanmak; p: tepe, parlak, köprü; r: duru, yaprak,
demir; s: sevgi, ıslak, üst; ş: taş, şırıltı, düşüş; t: türk, atış, geçit v: var, sivri,
h hafif bir hırıltı ile teĢekkül eden arka damak konsonantı olup bugün Ġstanbul
Türkçesinde yerini tamamıyla h‘ye bırakmıĢtır. Onun için edebî dilde ses olarak
Anadolu ağızlarında bugün de kullanılan h sesi han, hatun, hanım gibi Eski
Türkçede q‘li olan bazı kelimelerde ve hırıltı gibi ses taklidi sözlerde bulunan
çevrilmiĢlerdir.
j ise Türkçe asıllı olmayan ve Türkçe‘deki bir kaç yabancı kelimede kullanılan bir
ñ sesine gelince, dilin arka tarafının yumuĢak damağa teması ile ve genizden söylenen
bu ses nazal n olup ñg sesi verir. Eskiden beri bütün Türkçe‘de bulunan bu ses
bulunmayan ñ sesi deñiz, seniñ, diñlemek gibi kelimelerdeki sestir. Ebedî dilden
55
k ile birlikte ikiĢer ikiĢer ayni harfle gösterilen seslerdir. Yazıda g ve k harfleri
alfabede bunların ikiĢer ikiĢer ayni harfle gösterilmiĢ olması Türkçe kelimeler
doğurmaktadır. Fakat bir milli alfabe yabancı seslere göre tertip edilemeyeceği
ikiĢer ikiĢer dört sesin iĢaretleri olduğu hiçbir zaman unutulmamalı, iki sesin bir
ğ harfi ile de bugün iki konsonant iĢaret edilmektedir. Bunlardan biri yukarıda
bulunan ve g ile k‘nin iki vokal arasında yumuĢamasından meydana gelip y sesi
veren fakat ğ harfi ile gösterilen konsonanttır. yumuşak g adı verilen ve y‘den
Buradaki ses ğı‘dır ve yumuĢak g‘den çok farklıdır. Fakat aralarındaki paralellik
bu iki sesin ayni harflerle iĢaretlenmesine sebep olmuĢtur. Eski alfabede ise bu
56
Türkçe‘de iki çeĢit l vardır. Bunlardan biri ince vokalli kelimelerde bulunan ince l,
diğeri kalın vokalli kelimelerde bulunan kalın l‘dir. Fakat bu iki çeĢit l
Konsonantların sınıflandırılması
karĢılığı olan konsonantlar Ģunlardır: b—p, c—ç, d—t, g—k, ġ—q, ğ—h, j—ş,
v—f, z—s. Sedasız karĢılığı olmayan sedalı konsonantlar da l (ince ve kalın l), m,
n, ñ, r, y sesleridir.
57
hareket eden uzuvlar birbirlerine yaklaĢır veya temas ederler. Önden arkaya
Dudak konsonantları: b, p, m. Bunlar iki dudağın teması ile dudaklarda teĢekkül eden
konsonantlardır.
DiĢ-dudak konsonantları: f, v. Bunlar alt dudağın üst ön diĢlere teması ile teĢekkül eden
konsonantlardır.
arkasına veya diĢ yuvalarına teması veya yaklaĢması ile teĢekkül eden
konsonantlardır. t, d, n‘de yolu kapatacak Ģekilde bir temas; s, z‘de ortada açık
bir yol kalacak Ģekilde bir yaklaĢma vuku bulur. n’de geniz yolu açık tutulur.
sert damağa teması veya yaklaĢması ile teĢekkül eden konsonantlardır. c, ç‘de
yolu kapatan bir temas olup teĢekkül noktası biraz önde; j, Ģ‘de yaklaĢma olup
Ön damak konsonantları:g, k, l, r, y. Bunlar dilin ucunun veya orta tarafının sert yani ön
dilin orta tarafı kabarır; r‘de ise dilin ucu kalkar. l ince ve kalın olmak üzere iki
tanedir. Ġnce l‘de dilin ön tarafı ince vokallerdeki gibi kabarır ve ucu kalkar.
Kalın l‘de ise dilin arka tarafı arka vokallerdeki gibi kabarır ve ön tarafı temas
için kalkar. Kalın l‘nin teĢekkül noktası daha arkada ve arka damak seslerine
yakındır. g, k‘de temas, yolu kapatır ve kuvvetli bir yelenme duyulur; I‘de dilin
yanlarında yol açık kalır. y ve r‘de yolu açık tutan bir yaklaĢma olur. y’de dilin
kendisine yarı vokal de denir. r’nin teĢekkülünde yukarı kalkan dilin ucu titrer.
58
Onun için r titrek bir konsonanttır. Dil ucunun kalkıp titremesiyle teĢekkül eden
dillerde ise bir de küçük dilin titremesiyle vokal sahasının arkasında teĢekkül
eden bir r vardır. r‘nin titrek olması onu diğer konsonantlar kadar sağlam
göstermektedir.
kapatan bir temas; ğ, h‘da ise kuvvetli bir sürtünmeye sebep olan bir yaklaĢma
olur. ñ‘de geniz yolu açık tutulur. Bu konsonantlar arka damağın boğaza yakın
denilebilir.
temasa gelen uzuvlar yolu tamamıyla kapatarak hava için hiçbir geçit
bırakmazlar. Hava akımı önüne çıkan engele çarparak onu bir darbe ile açar ve
59
patlayıcı konsonantlar da denir. Patlama bu konsonantların sedalılarında hafif
kuvvetli bir Ģekilde meydana gelerek açık surette iĢitilir. Onların duyulan sesleri
darbe ile teĢekkül ettikleri için, havanın önüne tam bir kapantı dikildiği için
ancak bir darbe Ģeklinde söylenebilirler; sürekli bir Ģekilde çıkarılamazlar. Onun
teĢekkül ederler.
3. TeĢekküllerinde hava için geniĢ bir yol bulunan konsonantlar: l (kalın ve ince), m, n,
için rahat bir yol kalır. Temas derecesi en az olan konsonantlar bunlardır.
Bunlardan daha az temas derecesine sahip olan sesler ise vokallerdir. Temas
konsonantlardır.
TeĢekküllerinde hava için dar bir geçit bulunan konsonantlarla geniĢ bir geçit bulunan
60
Geniz konsonantı, ağız konsonantı
teĢekkülünde hava geniz yolundan çıkar. Nezle olunca insanın bu sesleri iyi
SESLERİN BİRLEŞMELERİ
ĠĢte yukarıdan beri vokal ve konsonant olarak çeĢitli vasıfları ile gözden
iĢi tek baĢlarına bile görebilirler. Fakat sesten daha büyük birlikleri umumiyetle
Daha büyük birlikleri meydana getirmek üzere yan yana gelen seslerin birleĢmeleri
onların müstakil olarak, birbirinden ayrı olarak arkaya gelmeleri Ģeklinde olmaz;
bir kenetlenme, bir zincirleme hâlinde ortaya çıkar. Bu zincirlemeyi temin için
bir gramer birliğinde yan yana gelen sesler teĢekküllerini birbirlerine bağlarlar.
Her ses teĢekkülünü tek baĢına söyleniyormuĢ gibi yapmaz. Birlikteki bir sesi
çıkartmak için harekete geçen uzuvlar sesi meydana getirdikten sonra normal
61
esas itibariyle vokal etrafında toplanır. Bir vokalle birleĢen bir ses veya bir
vokal etrafında toplanan sesler birbirlerine sıkı bir kaynaĢma ile bağlanırlar. Bu
çıkıĢsız olarak birleĢtirirler. Böylece bir vokal etrafında kurulan ses topluluğu
için uzuvlar bütün hâlinde bir hareket, tek istikametli bir hareket yaparlar.
Meydana gelen ses terkibinde de, bu terkibi ortaya çıkaran harekette de hiçbir
kesinti ve kırılma olmaz. Bir vokal etrafında meydana gelen bu ses terkibine
hece denir. Hece tek vokalden ibaret olmadığı zaman bir vokalle bir veya birden
fazla konsonantın meydana getirdiği ses topluluğudur. ĠĢte sesten büyük gramer
birleĢmeleri hece içinde vuku bulur. Gramer birliği tek heceden ibaretse içindeki
sesler tam bir kaynaĢma ile birleĢmiĢ demektir. Birden fazla heceli gramer
birliklerinde ise her hecede ayrı bir ses kaynaĢması olur; fakat heceler arasında
hece içindekinden çok zayıf bir bağlantı ile karĢılaĢırız. Yani birden fazla heceli
bir kelimede veya baĢka bir gramer birliğinde hece içinde bir kaynaĢma, heceler
arasında bir eklenti vardır. Heceler arasındaki bu eklenti sağlam bir birleĢmeden
çok arka arkaya bir söyleyiĢten ibarettir. Ek yerinde fasıla verilse bile kelime
veya baĢka gramer birliğinin bünyesi yıkılmaz. Hâlbuki hece içindeki bir fasıla
heceyi de, hecenin dahil bulunduğu gramer birliğini de yıkar. Heceler arasındaki
değil, arada sırada fasılalar verilir. Kelimeler arka arkaya tek tek söylenmez,
eklenmeler gibi olur. Onun içindir ki insan bilmediği dilde yapılan bir
önce gelen hece veya kelimedeki son sesler teĢekkül ettikten sonra hareket
62
hâlindeki uzuvlar yerlerine gelmeden arkadaki hece veya kelimenin ilk sesinin
teĢekkülüne geçilmesi temin eder. Birbirine bağlanan iki sesi meydana getiren
uzuvların hareketleri ayni istikamette bulunmaz. Arada dâima kırılma olur. Bir
hece içinde birbirine bağlanan sesler de ayni Ģekilde önce gelen sesi meydana
hareketleri ayni istikamette olur. Arka arkaya gelen hareketler birbirinin devamı
bulunur, ayni istikameti takip ederler. Ses organları ve hava akımı, içinde bir
vokal bulunan bir ses topluluğunu bir hamlede meydana getirebilir. Fakat bir ses
topluluğu içinde iki vokal olunca iki hamle yapmak icap eder. Çünkü bir
hamlede iki vokal çıkarılamaz; ancak bir vokal veya yanına bir iki konsonant
alan bir vokal çıkarılabilir. Bu sebeple iki hecenin veya kelimenin bağlantı
noktasında yan yana gelen sesler ayrı iki hamleye, bir hecede yan yana gelen
sesler ise tek bir hamleye bağlı bulunurlar. Onun için hecenin sesleri arasında
ayni istikametli bir birleĢme, hecelerin veya kelimelerin yan yana düĢen sesleri
arasında ise ayrı istikametli bir birleĢme olur. Bu birleĢmelerden biri kaynaĢma
Ses hadiseleri
Demek ki sesler kendilerinden büyük gramer birliklerini meydana getirmek üzere
yan yana gelirken tek tek arka arkaya dizilmezler; kuvvetli veya zayıf, fakat
sesler dil birliklerinde keyfî bir Ģekilde yan yana gelmezler. Bazı sesler bazı
63
seslerle birleĢmez, bazı sesler gramer birliğinin bazı yerlerinde kendilerini
yanlarındaki sese tesir eder; bazıları birbirine karıĢır; bazıları değiĢir; hülâsa, bir
gramer birliğinde bir araya gelen sesler muayyen bir nizam dahilinde
birtakım ses hadiseleri meydana gelir. Kelimeler diğer gramer birlikleri bu ses
Ses türemesi: Sesler gramer birlikleri içinde yan yana düĢerken bazen birbirleriyle
alırlar. Bu hadiseye ses türemesi denir. Meselâ at ve ı gibi iki gramer birliği bir
kelime, bir tek birlik hâlinde yan yana gelince atı olur; fakat sıra ve -ı gramer
birlikleri tek kelime, tek birlik hâlinde bir araya gelince aralarına bir y sesi
alarak sırayı Ģekline geçerler. ĠĢte bu sesi ilâve ses, türemiĢ sestir. Ġleride
aradaki k konsonantı düĢerek yeni birlik büyücek Ģeklini alır. Ayni Ģekilde
64
küçük-cük küçücük, ufaq-raq ufaraq Ģekline geçer. ermek, imek değiĢikliğinde
de r konsonantı düĢmüĢtür.
Orta hece vokalinin düĢmesi: Ġkiden fazla hece gramer birliklerinde sonunda
konsonant olmayan orta hece vokalinin çok defa düĢtüğü görülür. Meselâ gönül
ve -üm birlikleri yan yana gelince gönülüm yerine gönlüm Ģeklini alırlar. Yani
Orta hece vokalinin değiĢmesi: Ġkiden fazla heceli birliklerin orta hecesindeki vokal
hadisesi denir. Meselâ başla- ve -yor gibi iki gramer birliği birbirine bağlanınca
başlıyor Ģeklini alarak ortadaki a vokali ı‘ya çevrilir. ĠĢte bu, orta hece vokalinin
değiĢmesidir.
Vokal birleĢmesi (kontraksiyon): Gramer birliklerin de bazen yan yana gelen
ortaya çıkan vokal bazen önceki, bazen de sonraki gibi olur. ĠĢte bu hadiseye
bir kısılma, bir büzülme göze çarpar. Meselâ gele + umadım bu Ģekilde yan yana
Yer değiĢtirme (metatez): Bir gramer birliğinde yan yana gelen iki sesin bazen yer
BaĢta konsonant türemesi (protez): Vokalle baĢlayan bir gramer birliğinin baĢına
65
Hece düĢmesi (haploloji): Bir gramer birliğinde arka arkaya gelen ve ses
görülür. Böylece o iki hece bir hece hâline gelir. Meselâ: durur -dur, yorır- yor,
hadiseye, bir hecenin, bir ses topluluğunun düĢmesi hadisesine hece düĢmesi
adını veriyoruz.
Ġki vokalin yan yana gelemesi (hiatus): Bir gramer birliğinde iki vokalin yan yana
gelmesi demek olan bu hadise Türkçe‘de çok nadir olup aradaki konsonantın
Konsonant ikileĢmesi: Bir gramer birliğinde bir konsonantın iki defa söylenmesi
hadisesi olan konsonant ikileĢmesi de Türkçe‘de çok nadirdir. yedi - yeddi, seki
49 BenzeĢme (asimilâsyon): Bir gramer birliğinde bir kelimede bazen yan yana gelen
veya biraz aralıklı olarak bir arada bulunan iki sesten birinin diğerine tesir
ederek onu kendisine benzettiği, böylece iki sesin birbirine benzeĢtiği görülür.
ĠĢte bu hadiseye benzeĢme denir. BaĢka bir sese tesir eden bir ses onu beĢ
Seda bakımından benzeĢme bir sesin diğer bir sesi sedalılık sedasızlık bakımından
kendisine benzetmesidir. Mesalâ ağaç ve -da gramer birlikleri yan yana gelince
sedasız ç sesi sedalı d sesini t yapar. t ise d‘nin sedasızıdır. Demek ki ç d‘yi seda
66
TeĢekkül noktası bakımından benzeĢme bir sesin diğer bir sesi teĢekkül noktası
bakımından kendisine benzetmesidir. Meselâ yaz- gibi bir gramer birliği -dı ve -
di gibi ayni iki gramer birliğinden ancak -dı‘yı yanına alabilir. Çünkü yaz-‘daki
a vokali, önde teĢekkül eden i vokali yerine kendisi gibi arkada teĢekkül eden ı
birlikte yan yana gelince bir‘ın vokali o‘yu ö yapmak suretiyle teĢekkül noktası
Temas derecesi bakımından benzeĢme bir sesin diğer bir sesi kendi temas derecesine
g‘ya döner. Burada ayni zamanda bir seda benzeĢmesi vardır. Fakat yalnız seda
benzeĢmesi olsaydı k‘nin kendi sedası olan g‘ya dönmesi gerekirdi. Hâlbuki
burada ayni zamanda bir temas derecesi benzeĢmesi vardır. Ġki taraftaki a vokali
Nazal olma bakımından benzeĢme bir geniz sesinin bir ağız sesini nazal yaparak
ve ñ seslerinin baĢtaki dudak konsonantı b‘yi bazen nazal dudak konsonantı olan
m‘ye çevirdikleri görülür ve böylece men ve miñ kelimeleri ile karĢılaĢırız. ĠĢte
Düzlük yuvarlaklık bakımından benzeĢme aralıklı olarak bir araya gelen düz ve
67
kelimesinde gördüğümüz ü‘yü ortaya çıkarmıĢtır. ĠĢte bu iki hadise düzlük
yuvarlaklık benzeĢmesidir.
Böylece bir sesin diğer bir sesi bu beĢ bakımdan kendisine benzetmesi demek olan
ayrılır: Yakın benzeĢme, uzak benzeĢme. Yakın benzeĢme yan yana düĢen iki
ses arasındaki benzeĢmedir. Uzak benzeĢme ise aralıklı bir Ģekilde bu arada
AykırılaĢma (disimilâsyon): Bazen bir kelimede yan yana gelmiĢ bulunan ayni
cinsten iki sesin birbirinden ayrıldıkları, bir sesin baĢkalaĢarak ikizlikten kaçtığı
hadise Türkçe‘de çok nadir olarak ve Türkçe‘ye girmiĢ bir kaç yabancı kelimede
temayülünden değil, yabancı dilden gelme bir dıĢ tesirden doğmuĢtur. Onun için
68
Yukarıdan beri gördüğümüz bu ses hadiseleri Türkçe‘de daha önce ve daha çok
Bunlardan bazıları yazı dilinde de tam mânâsiyle hâkim bulunmakta, bazıları ise
ĠĢte bu ses hadiseleri muvacehanesinde birbirleriyle birleĢen sesler sesten büyük gramer
kelimelerde bazı ses nizamları olduğu göze çarpar. Bu nizamlar dilin ses
sebeple bir dile girmiĢ bulunan yabancı kelimeler o dilin ses hususiyetlerine
edilebilirler. Bir dildeki ses hususiyetlerinin bazıları her devirde, bazıları devir
devir kendilerini gösterirler. Ayni Ģekilde bir kısmının dilde çok kesin olarak
hüküm süren sağlam bir durumu, bir kısmının ise baĢka ses hadiselerine karĢı
Türkçe kelimelerde kendiliğinden uzun vokal yoktur. Yukarıda da gördüğümüz gibi
Türkçe‘de her vokalin, hecede tek baĢına olması, baĢına veya sonuna bir
konsonant alması hâlinde normal, normalden biraz uzun veya kısa Ģekilleri
69
hissedilemeyecek kadar az ve ehemmiyetsizdir. Bu arada yalnız ı vokali hususî
bir durum arz eder. ı vokalinin Türkçe‘de yalnız normalden kısa Ģekli vardır. Bu
yüzden o diğer vokaller kadar tek baĢına hece olma kabiliyeti göstermez ve
bulunan i‘ye bırakır: ınanmak > inanmak misalinde olduğu gibi. Bu hususta Batı
Türkçesinin doğu kolu yani Azeri Türkçesi çok ileri gitmiĢ ve ı vokali ile
baĢlayan bütün kelimelerin ilk vokalini bugün i yapmıĢtır: işıh (ışık), ildız
(yıldız), ilân (yılan) gibi. ı vokalini kelime baĢında tek hece olmaktan kurtarmak
için bazen de Türkçe‘de y proteze baĢ vurulur: ınanç > yınanç gibi. Bazı Türk
Ģivelerinde, meselâ Tarançi Ģivesinde ise ı sesi hiç yoktur; onun yerine i
olmak üzere, hepsi kısa vokaldir. Türkçe kelimelerde uzun vokale ancak iki
sesin birleĢmesi, bir sesin düĢmesi gibi hâllerde rastlamak mümkündür. Çok
nadir olan bu hâllerde birleĢen veya düĢen ses bir iz bırakmak üzere yanındaki
vokali biraz uzatabilir: pekî (< pekiyi), Ahmet â (< Ahmet ağa) misallerinde
olduğu gibi. Fakat bu uzatma da geçici olup bir müddet sonra düĢmenin ve
birleĢmenin bütün izleri silinerek vokal yine normal kısa hâline döner: pekiyi >
pekî > peki misalinde olduğu gibi. Demek ki Türkçe‘de kendiliğinden uzun
mevcuttur. Türk ses organları bu yabancı sesleri çıkarmak için hususî bir gayret
sarf eder. Böyle bir gayret sarf edilmediği zaman bu uzun vokaller kısa telâffuz
edilirler. Halk dilinde uzun vokalli yabancı kelimelerinin çok defa kısa
70
TürkçeleĢmiĢ bulunmasıdır. Hülâsa, demek ki Türkçe‘de uzun vokal bulunan
2. o, ö vokalleri
Türkçe kelimelerde o, ö vokalleri yalnız ilk hecede bulunur, birinci heceden sonraki
hecelerde bulunmazlar. Onun içindir ki hususî bir gayret sarf edilmediği zaman
konuĢma dilinde horoz, doktor gibi yabancı kelimeler ikinci vokalleri u‘ya
dıĢında bulunmaması eskiden beri Türkçe‘nin her devrinde görülen bir kaidedir.
vokalinin yeri Türkçe‘de dâima birinci hecede kalmıĢtır. Hattâ ilk hecesinde o, ö
o, iĢte» kelimelerinde olduğu gibi. Yalnız -yor eki bu kaidede bir istisna olarak
kalmaktadır. Zira, ileride de göreceğimiz gibi, -yor ekinin aslı yorır kelimesidir;
bu kelime haploloji ile tek heceye inip ekleĢmiĢ ve -yor Ģekline geçmiĢtir; fakat
dilde böyle bir değiĢiklik görülmemekte ve -yor eki istisna teĢkil eden
71
karıĢmaktan alıkoymak bakımından hayırlı olmaktadır. ĠĢte bu istisnalar dıĢında
yabancıdır.
3. İnce a
Türkçe‘de bir çeĢit a vardır. O da uzuvlarının sükûn hâline en yakın bulunmaları
sırasında teĢekkül eden kalın a‘dır. Türkçe‘de bunun dıĢında ve a ile e arasında
teĢekkül eden bir a vokali yoktur. Türkçe‘ye girmiĢ bazı yabancı kelimelerde ise
noktası a ile e arasında olan bir ince a bulunmaktadır. Türk ağzında ancak
hususî bir gayretle söylenen bu vokalin inceliği kendisinden sonra gelen Türkçe
ince a‘dır. Tabiî hususî bir gayret sarfedilmediği zaman bu ince a‘lar hemen
4. Kapalı e
Türkçe‘de bilhassa konuĢma dilinde açık e yanında bir de kapalı e vardır. Yalnız
gibi kapalı e, i - e değiĢikliğinin bir safhası olup açık e ile i arasında bir
sonradan e‘ye çevrilmiĢ bulunan vokaller bugün her bölgede kapalı e ile
yahut da kapalı e‘de durmadan diğer sese atlamıĢtır. el «memleket», yer, beş,
ver- gibi aslında i‘li olan kelimeler bütün ağızlarda bugün kapalı e ile
72
söylenmekte; Ġstanbul Türkçesinde ise birincisi il Ģeklinde i ile, diğerleri açık e
ile kullanılmaktadır. Diğer taraftan ağızlarda gey-, eğri, er-, gibi eskiden e‘li
Ġstanbul Türkçesi onu yine atlamaktadır. Meselâ piş kelimesi ağızlarda kapalı e
ile peş, Ġstanbul Türkçesinde ise açık e ile peş Ģeklinde kullanılmaktadır.
Türkçe‘ye giren yabancı kelimelerde böyle bir iki TürkçeleĢme dıĢında, aslında
ise ağızların Ġstanbul Türkçesinin rağmine yazı diline yaptığı baĢlıca tesirlerden
biridir.
Türkçe kelimelerde orta hecenin, sonunda konsonant olmayan vokali düĢme veya
değiĢme temayülü gösterir: ötürü > ötrü, yaşayan > yaşıyan misallerinde olduğu
orta hece vokali kendisini her zaman muhafaza edemez ve birçok defa düĢer
veya değiĢir.
6. j sesi
Türkçe kelimelerde j sesi yoktur. j sesi ancak Türkçe‘ye sonradan girmiĢ bir kaç
bazıları j yerine c ile söylenir: candarma, capon gibi. Türkçe‘de kelime baĢında
73
Türkçesinde olduğu gibi Eski Türkçede de bir kaç yabancı kelimede
görülmektedir: ajun ―acun, dünya‖ gibi. Bu ses Türkçe‘de ancak ses taklidi
7. f sesi
Türkçe kelimelerde esas itibariyle f sesi de yoktur. f sesi Türkçe‘de ancak tabiat
taklidi bazı kelimelerle aslında v‘li olan bir kaç kelimede görülür: fısıltı, fırıldaq,
fosur fosur, üflemek, üfürmek, öfke (< övke < öbke), ufaq (< uvaq), yufqa (<
O hâlde ses taklidi veya sonradan türemiĢ olan bir kaç istisna dıĢında Türkçe‘de
8. h sesi
Türkçe kelimelerde aslî olarak h sesi yoktur. Bugün bir kaç kelimede görülen h sesi
eskiden q Ģeklinde idi. Eski Turkçede hiçbir türlü h yoktu. Eski Türkçeden Batı
geçiĢ Ģeklinde olmuĢ, h ise bir kaç kelimede ve daha sonra meydana gelmiĢtir.
Batı Türkçesinin ilk devresinde Eski Türkçede q‘Iı olan pek çok kelimenin h‘ya
tekrar q Ģekline geçerek asıl Ģekli ile günümüze kadar gelmiĢ, bazılan da son
Türkçesi içinde bilhassa Azeri sahasında çok yaygın bir Ģekil almıĢ, Osmanlı
sahasında ise, dediğimiz gibi, ancak Eski Anadolu Türkçesindeki bazı h‘lar
muhafaza edilmiĢtir. Bugün ağızlarda q’lar çok geniĢ ölçüde h‘ya çevrilmiĢ bir
74
durumdadır. Buna karĢılık yazı dilinde; q‘nın yeri çok sağlam bir hâldedir. Yazı
dilinde h bugün h’ye çevrilmiĢ olarak sadece bir kaç kelimede mevcuttur. Yani
bugün yazı dilinde bir iki kelimede sadece h vardır, h hiç yoktur. Çünkü
Ġstanbtıl Türkçesi h‘ları tamamıyla atmıĢ ve onun yerine yalnız h‘yi tutmuĢtur.
q‘ların h olmasında h sesi en son ortaya çıkmıĢ bulunan bir konsonanttır. q‘lar
Batı Türkçesinde önce h olmuĢ ve daha sonraları da h sesi yaygın bir Ģekilde
sesi Batı Türkçesinin son zamanlarında ve ancak bir iki kelimede ortaya
çıkmıĢtır. Öyle ki bu bir iki kelime, Batı Türkçesinde h‘lı kelimelerin yanında
uzun müddet q‘lı olarak kalmıĢtır. Bugün ise ağızlarda çok yaygın olan h‘nın
yanında ancak bir iki kelimede h sesi vardır. Ġstanbul Türkçesi ise bir hırıltı ile
sesi ihtiva eden Türkçe kelimeler de Ġstanbul Türkçesinde zaten bir kaç taneden
Bugün edebî dilde, Ġstanbul Türkçesinde gördüğümüz h‘li Türkçe kelimeler han,
hanım, hatun, hani, hangi, dahi, daha gibi kelimelerdir. Bunların hepsi Batı
Türkçesinden önce q‘lı idi. Batı Türkçesinde bunlardan han, hanım, hatun, dahi
kullanılmaktadır; hani ve hangi kelimeleri ise uzun zaman qanı ve qangı hâlinde
kullanmıĢlardır; daha kelimesine gelince, bu, dahi ile ilgili olarak çok sonraları
ortaya çıkmıĢ yeni bir kelimedir ve h‘lidir. Bugün Ġstanbul Türkçesi iĢte bu
hay, hey, hışırtı, horlamak, hırıltı gibi bazı nida ve tabiat taklidi kelimelerinde
de h sesi vardır. Bunlardan da hay, hey h‘lidir; hışırtı, horlamak, hırıltı eskiden
75
h‘lı idi ve bugünkü ağızlarda da h‘lıdır. Ġstanbul Türkçesinde ise hepsi h‘li
söylenir.
eskiden q‘lı olan bir kaç kelime ile bazı ses taklitlerinde vardır. Bunların dıĢında
c sesi Türkçe‘de ancak tabiat taklidi bir kaç kelimenin baĢında bulunur: cayır cayır,
cırlaq, cırtlaq, cıvıl cıvıl, cıvıltı, cıvıldamaq, cızırtı, cıyaq cıyaq, cız, civciv
kelimelerinde olduğu gibi. caymak, çocuk dilinden gelme cici gibi kelimelerin
baĢında da c sesi vardır. ĠĢte bu gibi istisnalar dıĢında Türkçe‘de kelime baĢında
ortaya çıkmıĢ bir sestir. ç sesinin sedalılaĢması ile meydana gelen bu c sesi
bugün kelime içinde bol bol kullanılmaktadır. Fakat Eski Türkçede önceleri bu
c‘ler ç hâlinde idi ve ancak sonraları c‘ler görülmeğe baĢlamıĢtır. Öyle ki, bugün
c‘li olan ekler, ileride de göreceğimiz gibi, Eskj Anadolu Türkçesinde bile
henüz tamamıyla c olmuĢ değildi ve daha çok ç‘li idi. Bugün bile, bilhassa Azerî
muhafaza edilmektedir. Hülâsa, c sesi Türkçe‘de diğer seslere göre oldukça yeni
76
bir sestir. Bilhassa son zamanlarda çoğalmıĢtır. Fakat yukarıda kaydettiğimiz
dıĢındaki bazı Türk Ģivelerinde, meselâ Kazakça‘da ise kelime baĢında da geniĢ
ölçüde kullanılmaktadır. Kazakça kelime baĢındaki y‘leri c yapan bir Ģivedir: yıl
> cıl, yigit > cigit gibi. Fakat Batı Türkçesinde yukarıdaki bir kaç istisna dıĢında
ğ sesi Türkçe‘de kelime baĢında hiç bulunmaz. Aslında baĢında ğ bulunan yabancı
kullanılan bir sestir. ġ‘nin daha yumuĢak Ģekli olan, daha geride ve açık bir
ortaya çıkmıĢ oldukça yeni bir sese benzemektedir. Bugün kelime sonundaki
q‘lar iki vokal arasında kalınca, ğ‘ya çevrilmektedirler. Fakat q‘nın asıl sedalısı
bugün bile sondaki q‘lar iki vokal arasında kalınca, ġ Ģeklini almakta ve ğ
olduğunu belirttiğimiz h‘nın sedalısıdır. Ġki vokal arasında kalan sondaki h‘lar
yeni bir sestir ve sadece kelime içinde bulunur. Kelime baĢında hiç kullanılmaz.
l sesi de Türkçe‘de kelime baĢında hiç bulunmaz. lıq lıq, loqur loqur, lopur lopur, löp
löp gibi baĢında l taĢıyan ses taklidi kelimeler de çok azdır. Türkçe‘de kelime
77
m sesi Türkçe‘de umumiyetle kelime baĢında bulunmaz. Eski Türkçede m ile baĢlayan
bazı kelimeler vardı. Fakat bunların baĢındaki m‘ler umumiyetle b‘den türemiĢ
m‘lerdir. Eski Anadolu Türkçesinde de böyle m‘ler vardı: men ―ben‖‘de olduğu
gibi. Azeri ve Doğu Anadolu sahasında bu m‘ler çok artmıĢ olarak bugün de
gibi. Misallerde de görüldüğü üzere bu m’ler b‘nin uzak nazal benzeĢmeye tabiî
masmavi, mosmor, ev mev, yol mol gibi m‘li tekrarlarda görülmektedir. ĠĢte bu
n sesi Türkçe‘de kelime baĢında eskiden beri ancak ne ve ne ile yapılmıĢ birleĢik
kelimelerde görülür: ne, niçin, nasıl gibi. Ayrıca nene, nine, ninni gibi tabiat
r sesi Türkçe‘de kelime baĢında hiç bulunmaz. Ses taklidi sözlerin baĢında bulunması
da çok nadirdir: rap rap gibi. Türkçe‘nin kelime baĢında r‘yi sevmemesi
yüzünden halk dilinde r ile baĢlayan yabancı asıllı kelimelerin baĢına bir vokal
getirilir: iramazan, irecep, irahat, urus, urum misallerinde olduğu gibi. Demek
v sesi aslında Türkçe‘de kelime baĢında hiç yoktu. Kelime baĢındaki bazı b‘lerin v
olması ile sonradan ortaya çıkmıĢtır. Yani Batı Türkçesinde baĢında v bulunan
az sayıdaki kelimeler Eski Türkçede b‘li idi; var < bar, varmaq < barmaq,
78
vermek < virmek < birmek gibi. vurmaq‘taki v ise sonradan ortaya çıkmıĢtır;
eskiden bu kelime urmaq Ģeklinde idi. ĠĢte v aslında v‘li olmayan bu bir kaç
olduğu gibi, tabiat taklidi kelimelerin baĢında v sesi görülür: vız, vızıltı,
z sesi Türkçe‘de ancak tabiat taklidi bir iki kelimenin baĢında bulunur: zır, zırıltı, zınq,
Bunlardan g Eski Türkçe‘de, diğer Türk Ģivelerinin bazılarında, Batı Türkçesinin ilk
(yumuĢak g, yani y) ve v sesine dönmüĢtür: ögmek > öğmek, övmek; dögmek >
döğmek, dövmek; beg > bey; egmek > eğmek misallerinde olduğu gibi.
d de Eski Türkçede bazı hece ve kelimelerin sonunda vardı: qutadmaq «mes‘ut olmak»,
öd «zaman», ked «pek, çok» misallerinde olduğu gibi. Fakat Batı Türkçesinde
bu d‘ler ked > key, qodmaq > qoymaq misallerinde olduğu gibi y olmamıĢlarsa
bazı hece ve kelime sonlarında d yazılması bir imlâ meselesidir. Bugün bile bir
hayvan ismi olan at ile karıĢmasın diye isim karĢılığı olan kelime ad Ģeklinde
79
d‘ile yazılmaktadır. Bu da bir imlâ meselesi olup isim karĢılığı olan kelime
b sesi Türkçe‘de kelime ve hece sonunda hiç bulunmaz. Gerçi bu ses Eski Türkçenin
baĢlarında bir iki kelimenin sonunda mevcuttu: eb «ev», sab «sav, söz»
misallerinde olduğu gibi. Fakat bu b‘ler bir müddet sonra, daha Eski Türkçe
gelüb, gidüb gibi. Bu tamamıyla bir imlâ meselesi olup hece ve kelime sonunda
b harfi ile yazılan ses p‘den ibarettir. Yani hece ve kelime sonunda p sesini
karıĢtırılmamalıdır.
c sesi Türkçe‘de hiçbir devirde hiçbir Ģekilde hece ve kelime sonunda bulunmamıĢtır.
Batı Türkçesinde eski yazıda sondaki ç‘lerin çok defa c harfi ile iĢaretlenmiĢ
meselesinden baĢka bir Ģey değildir ve Türkçe‘de hece ve kelime sonunda hiçbir
ġ sesi Eski Türkçede hece ve kelime sonunda kullanılmakta idi. Fakat sonradan bu ġ‘ler
80
temas derecelisi olan ğ vardır: dağ, ağlamak, otağ misallerinde olduğu gibi. Batı
Fakat bugün bilhassa edebî dilde bu sesler hiçbir Ģekilde hece ve kelime sonuna
sedasızlaĢması da bundandır: kitab > kitap, ilâc > ilâç, derd > dert, aheng >
sedalılarına bırakırlar: ağaç-ı > ağacı, dip-e > dibe, geçit-i > geçidi gibi. Bu
olur. Ġki vokal arasında kalan k ve q önce sedalılaĢarak yerlerini kendi sedalıları
yumuĢak g (ğ yani y) ve ğ Ģekline geçerler: bilek-i > bilegi > bileği, ayaq-a >
ayaġa > ayağa gibi. Böylece iki yanlarındaki vokaller k ve q‘yı hem seda
81
ve q‘nın yalnız sedalılaĢma ile kalmayıp ayni zamanda yumuĢamaları Türkçe‘de
oldukça yeni bir geliĢmeye benzemektedir. Bu hususta bugün kesin bir hudut
çizmek imkânına sahip değiliz. Fakat bu geliĢme her hâlde Eski Anadolu
bugün bile hâlâ böyle bir geliĢme yoktur ve k ile q sadece sedalılaĢırlar: ayaġı,
çürüge gibi.
yumulamaları fiil dıĢında Türkçe için umumîdir. Türkçe‘de ancak bazı tek
sondaki bu konsonantlar değiĢtirilmez: at-a > ata, aç-ı > açı, turġut-a >
turġuta, turġuda gibi. Fiil köklerinin sonunda ise bu konsonantlar nadir olarak
ve ancak fiil kökü unutulursa veya yapılan yeni kelime fiil kökünün mânâsından
çok uzaklaĢırsa sedalılaĢır ve yumuĢarlar: quç-aq > qucaq, geç-e > gece gibi.
Fakat istisna teĢkil ederek konsonantı sedalılaĢan bazı fiil kökleri de vardır: git-
en > giden, dit-ik > didik, güt-er > gü-der misallerinde olduğu gibi.
yarat-an > yaradan, qurut-ur > qurudur misallerinde olduğu gibi. Fakat
82
görülür. Tabiî bu hususta yabancı kelimenin Türkçe‘de kullanılma derecesine ve
olmaktayız.
Diftong
Türkçe‘de bir hecede veya bir kelimede iki vokal yan yana gelemez. Ġki vokalin bir
hecede yan yana gelmesine diftong denir. Diftongda yan yana gelen iki vokalin
birinci vokalin, bitiĢinde ikinci vokalin sesi çıkarılır. Onun için diftong iki vokal
sesi veren bir vokal durumundadır ve bünyesindeki iki vokal iki ayrı hece
meydana getirmeden tek bir hece içinde bir arada bulunurlar. Türkçe‘de diftong
yoktur. Türkçe‘de bazı ses değiĢmeleri ve düĢmeleri ile yan yana gelen vokaller
birbirleri ile kaynaĢarak tek bir vokal meydana getirirler; ortaya iki sesli bir
vokal, bir birleĢik vokal değil, tek sesli tek bir vokal çıkar. Bu kaynaĢmanın bir
safhasında düĢen veya değiĢen sesin izi mahiyetinde olmak üzere bazı Türk
hem de tam bir diftong karakterinde değillerdir. Bugünkü küçük bir iki Türk
görülmez. Bilhassa Batı Türkçesinde böyle bir Ģey hiçbir Ģekilde mevcut
diyebiliriz.
Türkçe‘de bir hecede iki vokal bulunmadığı gibi bir kelimenin iki hecesinde de yan
yana iki vokal bulunmaz. Yani, Türkçe‘de bir gramer birliğinde hiçbir zaman iki
vokal bir araya gelmez. ğ sesinin temas derecesi iki vokal arasında çok azalarak
83
bu sesi bazen çok zayıf bir hâle getirir ve âdeta erimiĢ bir duruma düĢürür. O
zaman erimiĢ gibi olan sesin iki yanındaki vokaller yan yana gelmiĢ gibi
görünebilirler. Fakat hakikatte ğ sesi tamamıyla erimiĢ ve iki vokal bir araya
kadar zayıflamıĢ bir hâle gelir. Yani, ortada iki vokal oldukça arada iki vokali
zayıf konsonantın tamamıyla eriyip kaybolması hâlinde ise yan yana düĢen iki
vokal en kısa zamanda birleĢerek tek bir vokal hâline gelirler ve böylece iki
vokal bir vokale, iki hece de bir heceye çevrilmiĢ olur. Türkçe iki vokalin yan
yana gelmesinden hiçbir zaman hoĢlanmaz. Onun içindir ki büyük küçük gramer
birliklerinin, köklerle eklerin birleĢmeleri sırasında iki vokal yan yana düĢünce
araya derhal yardımcı bir konsonant getirilir. iki vokalin yan yana gelmesinden
bu derece Ģiddetle kaçınan Türkçe‘de, Ģu veya bu Ģekilde, iki vokalin bir arada
bulunması elbette beklenemez. Onun için Türkçe‘de bir kelimede iki vokalin
meselâ soğuq kelimesindeki ğ‘nın, ortada iki vokal bulundukça, daima mevcut
kelimede dahi ğ ya hiçbir zaman tam bir Ģekilde erimemiĢ veya tam bir Ģekilde
erimiĢse yerini baĢka bir konsonanta bırakmıĢtır ve tam bir hiatus mevcut
benzer bir durum vardır denilebilir. ğ‘yı tamamıyla eriten ağızlarda ise onun
kelimenin iki vokali arasında konsonantın yeri hiç boĢ kalmamakta, ğ düĢer
düĢmez yerine y geçmektedir. Yani y ortaya çıkmamıĢsa iki vokal arasında çok
84
ortasındaki konsonantın bazen çok hafif söylendiğine bakılarak soğuq
yazılmamalıdır. Dediğimiz gibi Türkçe‘de hiçbir zaman bir kelimede iki vokal
yan yana bulunmaz. Türkçe‘de kullanılan ve yan yana iki vokal taĢıyan her
kelime yabancıdır.
Türkçe‘de kelime köklerinde ayni cinsten iki konsonant yan yana bulunmaz. Ġkiz
Azeri Türkçesi (, )
Dede Korkut Hikayeleri-Dede Korkut kitabı (, , , , , , , )
Dede Korkut kitabı : (inceleme) (, , , )
Dede Korkut kitabı : Metin-sözlük (?)
Ebülgazi Bahadır Han:Türklerin Soy Kütüğü (?)
Edebiyat ve Eğitim Fakültelerinin Türk Dili ve Edebiyatı (, )
Kadı Burhaneddin Divanı (Hazırlayan) ()
Oğuz Kağan Destanı (Yayına hazırlayan) ()
Orhan Şaik'e cevap- : Biz şaşmadık ()
Orhun Abideleri (,,,,,,,, )
Osmanlıca Dersleri (, , , ,,, , )
Sovyet emperyalizmi, Balkanlar ve Türkiye (?)
Türk Dil Bilgisi (, , , , , , , , , , )
Türk Dili (, )
Türk Dili : Lise I ()
Ahmet ve dedesi ()
Türk Dili Kompozisyon : lise I,II,III,IV.dönemler (, )
Türk Dili ve Edebiyatı : Edebiyat-kompozisyon-Türkdili,
Türk Dili: lise 1 ()
Türk Dili, Lise II. Dönem (?)
Türkiye'nin Bu Günkü Meseleleri ()
Türkoloji Tezleri, ()
Üniversiteler için Türk Dili (, , , , , )
Makaleleri
Bursa Kitaplıklarındaki Türkçe Yazmalar Arasında, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. IV Sayı 4, (İstanbul ), s
Cami-ül-Meâni'deki Türkçe Şiirler, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi c. III Sayı , s
Dede Korkut Kitabı Üzerinde I, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. V, (İstanbul ), s
Dede Korkut Kitabı Üzerinde II, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. VI, (İstanbul ), s
Kadı Burhaneddin Divanı Üzerinde Bir Gramer Denemesi, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi c. IV Sayı 4, (İstanbul ),
Melihî, İ.Ü. Edebiyyat Fakültesi Türk Dili Ve Edebiyatı Dergisi c. II Sayı (İstanbul ), s
R. Rahmeti Arat'ın Eserleri, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XI, (İstanbul ), s
Türk Dili ve Edebiyatını İlgilendiren Neşriyat, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi c. II Sayı (İstanbul ), s
Türkçe ve Dil Bilgisi Öğretimi (), Türk Kültürü 33() , s
Türkoloji Bölümü Çalışmaları II. Tez Çalışmaları, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. X, (İstanbul ), s
Türkoloji Bölümü Çalışmaları II-Tez Çalışmaları, İ.o. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XI, (İstanbul ), s
Yaptırdığı Tezler
Ceval Kaya (), Altun Yaruk (Suvarnaprabhasottama-Sutra) giriş-metin-dizin (2 cilt) Doktora Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası: ).
Gülşen Seyhan (), Köroğlu Destanı (Azerbaycan varyantı) inceleme-metin, Doktora Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası: ).
Mustafa S. Kaçalin (), Çinggis Kağan Tarihi çevirisi, Doktora Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası).
funduszeue.info Alışık (), Çağdaş Azeri Türkçesi hikâyeleri, Doktora Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası: ).
Nilüfer Akgür(), Kadı Burhaneddin divanı (s)`nın gramatikal indeksi, Yüksek Lisans Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası).
Ümit Tokatlı (), Elvan Çelebi'nin Menâkıb-Nâme'si (metin-indeks-gramer) , Doktora Tezi, sayfa (YÖK Tez Numarası)
Muharrem Ergin'in Ardından Yazılanlar[değiştir
Bu kitap İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde okutulan Türk dil bilgisi derslerini içine almaktadır. İlk baskısı ’de yapılmıştı. İkinci baskısı ’de İstanbul’da, üçüncü baskısı ’de Sofya’da yapılmıştır. Dördüncü baskıda eser yeniden gözden geçirilmiş ve genişletilmiştir. Bu gramer umumî Türk dilinin grameri değil, Batı Türkçesinin grameridir.
Bu kitapta Batı Türkçesinin grameri verilirken Türkçe oldukça yeni bir gramer şeması içinde incelenmiştir. Bu şemanın dayandığı esasları şu iki nokta etrafında toplayabiliriz: Türkçeyi çok defa olduğu gibi doğu veya batı gramerleri çerçevesi içinde değil, kendi bünyesine göre ele almak; Türkçenin geniş ve dağınık gibi görünen gramer şekillerini bir sisteme bağlamak. Türkçeye kendi bünyesi içinde yanaşmak ve Türkçenin yapısının gerçek sistemini yakalamak şeklinde hülâsa edebileceğimiz bu iki esasa bir yandan umumî gramer mefhumlarının dışına çıkmamak, öte yandan fazla zorlamaya kaçmamak şartıyla mümkün olduğu kadar bağlı kalınmağa çalışılmış, böylece teklif ettiğimiz şema ortaya çıkmıştır.
Üniversite seviyesinde okutulan bir gramerin pratik gramer olmayacağı tabiîdir. Onun için bu kitapta da gramer şekilleri klişeler, ezberlenecek kalıplar şeklinde verilip geçilmemiş, Türkçenin problemlerine göre ele alınarak çeşitli yönlerden etraflıca incelenmiş, münakaşa süzgecinden geçirilmiştir. Eserin üslûbu gibi, büyük ve göz alıcı başlıklardan, klişe ve cetvel hâlindeki tertiplerden uzak şekli de bundan ileri gelmekte ve ezber yerine muhakemeye dayanan bir dil bilgisi öğretimi hedefini gütmektedir.
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası