birine verecek sevgin yoksa ona umut dolu gözlerle bakma / Birine verilecek sevgin yoksa, ona ümit dolu gözlerle bakma! - Ca...

Birine Verecek Sevgin Yoksa Ona Umut Dolu Gözlerle Bakma

birine verecek sevgin yoksa ona umut dolu gözlerle bakma

CAN YÜCEL SÖZLERİNE ELEŞTİRİ: YÜKSEL YILMAZ

CAN YÜCEL SÖZLERİNE ELEŞTİRİ

 

“Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık; çalınan birinin kalbiyse eğer.” Hoş bir ifade şekli.

 

“İnsanların da yan etkileri olabiliyor. Kimileri başını döndürürken. Kimileri mideni bulandırıyor…” Çok genç olanlar için ilginç gelebilir.

 

“Gitmek istiyorsa, bırakacaksın.. Gitsin! Aklı seninle olmayanın bedeni yanında olsun ister misin?” Yücel ağabey haklı. Ama ısrar ya iyi sonuç verirse…

 

“Benim halim memleketin hali.” Ya tek başına mutlu olamayacak kadar vicdanlı ya da halini beğenmeyip memleketi hatırlamış olmalı.

 

“Birine verilecek sevgin yoksa ona ümit dolu gözlerle bakma!” Yoksa çapkın ve aşağılık olursun.

 

“Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış. Kendi yolumu çizdiğimde anladım.” Böyle umut verici ifadeler kullanılması çok hoş.

 

“Seni seviyorum demek değil ki marifet, önemli olan o kelimenin tüm sorumluluklarını alabilmek.” Doğru.

 

“Sevdiğin kadar sevilirsin.” Yok be mesela karşılıksız sevgiler tarih kadar eski.

 

“Eğer çok konuşmak faydalı olsaydı, Allah iki ağız, bir kulak verirdi. Onun için, çok dinleyip az konuşmak gerek.” Bunu herkesten duyuyoruz.

 

“Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. ‘O olmazsa yaşayamam’ demeyeceksin, demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.” Aynen öyle.

 

“Bir insana zorla sevdiremezsin kendini, ‘bana güven’ diyemezsin. O bunu hissetmiyorsa, tek bir söz söyleyebilirsin: Sen bilirsin.” Hani sevdiğin kadar sevilirdin? Neyse karşılıksız sevenlerin kulağına küpe olacak bir söz.

 

“Acılara bakıp da küsme sevdalara, gâvura kızıp da oruç bozulmaz. Sök at kafandan acabaları, kemik aynı yerden iki defa kırılmaz.” Bedbaht âşıkların dikkatine.

 

“Aşkta önemli olan aynı elleri tutmak değil, bi ömür hiç bırakmamaktır.” Evet, aldatmamak yetmez; yanında olmak da lazım.

 

“Bir hayli kırgınım. Beni anlamadığın kelimelerin, aslında her şeyi anlatıyor oluşlarına kırgınım.” Yaşayarak ifade edilmiş bir söz.

 

“Ülkenin, farklı şehirleriydik. Ben sürgün yeri, sen başkent. İlk isyan hep sende başlardı. Cezasını çekmek hep bana kalırdı.” Bu ilham bana gelseydi bunu yazmazdım.

 

“Ağlayanı güldürebilmek; ağlayanla, ağlamaktan daha değerliymiş.” Herhalde yani.

 

“Can Yücel e sorarlar; ‘Neden hep babanıza olan sevginizi anlatan şiirler yazıyorsunuz da, annenize olan sevginizi anlatan şiirler yazmıyorsunuz?’ Can Yücel cevap verir; ‘Anneme olan sevgimi anlatacak kadar şair değilim’.” Şu ana-baba ayrımı küçük çocuklarda geçici olarak görülebilir. Ana-baba eşit görülmüyorsa ya ebeveynde yahut evlatta psikolojik bir problem vardır.

 

“Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun? ‘Seni seviyorum’ sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.” Mmm, duygusal.

 

“Bu tarafta çok kişiyle yatarsan diğer tarafta yatıcak yer bulamazsın.” Var var Yücel ağabey, yer problemi yok.

 

“En uzak mesafe ne Afrika’dır, ne Çin, ne Hindistan, ne seyyareler ne de geceleri… ışıldayan yıldızlar.. En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan.” Aynen öyledir.

 

“Gidene söylenecek söz yok, sevse zaten gitmezdi; ama gelene de pek sevinmemek gerek, çünkü o da başkasından geldi.” Nasıl başkasından geldi? Her kız için söylenir mi bu?

 

“Yalnızım.. Çünkü herhangi biriyle değil, Beklediğime değecek kişiyle devam etmeliyim bu yola.” Bu düşünceye ‘daha çok beklersin’ diyen bir fısıltı geliyor kulağıma.

 

“Birini seveceksen, onu her şeyinle sevme. Çünkü bittiğinde; onu unutamamana değil, unutamayacak kadar çok sevdiğine yanarsın.” ‘Unutamamaya yanmak’ ile ‘unutamayacak kadar çok sevdiğine yanmak’ arasında fark yok ki, çelişki bu.

 

“Körfezdeki dalgın suya bir bak; göreceksin Nato’nun kablosu durmakta derinde.” Çok realist.

 

“Üzülme değmez sözünü duymaktan sıkıldım. Değmeyenlere zaten üzülmem. Üzüldüğüm şey, değmeyenlere yüreğimin değmiş olmasıdır.” Edebiyat için matematik de gerekiyor anlaşılan. Yücel ağabey, ‘değmeyenlere yüreğinin değmiş olmasına üzülmen’ yine ‘değmeyenlere üzülmen’ oluyor zaten; bu da çelişki.

 

“Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet.” Eh, eğer ille de baktığın açıdan bakmak zorundaysak haklısın.

 

“Unutma; Onu artık unuttum demek, bir kez daha hatırlamaktır aslında.” Aynen öyle; basit ama hoşuma gitti nedense.

 

“Gerçekten seviyorsan hiçbişeyi mazeret etmeyeceksin. Gerçekten seviyorsan eğer sonuna’ kadar değil, ‘sonsuza’ kadar seveceksin.” Burada da bir çelişki var: ‘Kadar’ sözcüğü miktar ve son belirtir, ‘sonsuza kadar’ denemez çünkü sonsuzda son bulunmaz. Ancak sonu olan için ‘şu kadar’ denebilir ve hatta ‘sonuna kadar’ denebilir; ‘kadar’ sözcüğü geçebilir. Eğer ille sonsuz geçecekse ‘sonsuz seveceksin’ de. ‘Kadar’ sözcüğü ‘sonsuz’ sözcüğü yanında fazla.

 

“Bir insanı herhangi biri kırabilir; ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş. Çok acıttığında anladım.” Aynen de öyledir.

 

“Bilmelisin ki, yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.” Güzeeeel. Böyle umutlandırıcı cümleler kullanmalıyız.

 

“Ağzıyla kuş tutsa da sevemediğim insanlar var benim! Bir de canıma okusa bile sevmekten vazgeçemediğim..” Çok sıradan olan bu gibi cümleleri sildim ama hadi bunu numune olarak bırakıyorum.

 

“Karakaşlı bir bulut geldi… Gürledi ama yağmadı değil yağmadı ama gürledi gitti.” ‘Gürledi ama yağmadı’ demek ile ‘yağmadı ama gürledi’ aynı şey değil mi? Çelişki bu.

 

“Geldiğin kadar değil, göründüğün kadar mutlusun. Ve sakın unutma; Gittiğin kadar değil, Hak ettiğin kadar unutulursun.” Yok be böyle bir kural yok. Mutluluk göründüğünden az da çok da olabilir ve insan unutulmayı hak etmediği halde unutulabilir hatta hak ettiği halde unutulmayabilir.

 

“Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.” Ama yetmez tabi ki.

 

“Memnun olan yok hayatından! Kiminle konuşsam aynı şey.. Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.” Böyle karamsar ifadeler erdemli adamlara yakışmaz.

 

“Kimileri ‘Seviyorum’ der, çünkü ezberlemiştir. Kimileri diyemez, çünkü gerçekten sevmiştir.” Çok güzel.

 

“Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.” ‘Göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi’ kısmı harikaydı.

 

“Aşk; kelime değil bir cümledir. Kurmak içinse, özneyle yüklem değil, iki yürek gerekir.” Gayet edebi bir ifade olmuş; bu cümlede zekâ var.

 

“İçin yanarken üşümek, Yüreğin kan ağlarken gülmek, Özleyip de sevdiğini görememek.. İşte aşk bu olsa gerek!” Bu da Can Yücel’in aşk tanımı.

 

“Öyle bir seveceksin ki, yüreğinden kimse ayıramayacak. Ve öyle birini seveceksin ki, seni gözleriyle bile aldatmayacak.” Harika bir sevgi ve sevgili ölçüsü.

 

“Bilinmedik bir hüzün var içimde, bir gariplik. Anladım ki, ya ben fazlayım bu şehirde ya da biri eksik.” Güzel olmuş.

 

“Her şeyin kadar değil, değeri kadar seveceksin. Çünkü beklentin ne kadar çok olursa, o kadar kırılırsın.” Ne kadar seveceğini ve değerinin miktarını önceden nasıl bileceksin?

 

“Kural bu: En çok seven, hep en önce terk edilir. Unutma; Vedalar acıtsa da, bazen gitmek gerekir.” Bu kuraldaki ‘hep’ sözcüğü fazla.

 

“Hayattan aldığım en büyük ders: Sevgisiyle karşında sapasağlam duramayan birine, asla yaslanmayacaksın.” Ders ama benim için en büyük ders bu olamaz.

 

“Çok sahiplenmeden seveceksin mesela. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem de hep senin kalacakmış gibi.” Burada da şöyle bir çelişki gözden kaçmış: ‘Her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi’ sahiplenmeden sevebilirsin ama ‘hep senin kalacakmış gibi’ sahiplenmeden sevemezsin.

 

“Küçükken annem, yerde ekmek görünce: yükseğe koy kuşlar yer derdi. Sevdiklerimizi hep yüksekte tuttuk, acaba kuşlar mı yedi ?” Çok hoş.

 

(NOT: Bu sözleri kaynaklarından değil paket halinde hazır olarak bularak değerlendirdiğimi itiraf etmeliyim. Bu yüzden değerlendirme yazarın orijinal yazılarından ziyade servis edilene olduğunu nazar-ı dikkate alınız. Yazı içinde adaba aykırı olanları sansürlediğimi de belirtmeliyim.)

 

 

“Öyle İnsanların Yanında Ol ki !...“ Geri


"Radikal Blog'da ki Denemelerimden...(6)"12.05.2013

 

"Öyle insanların yanında ol ki onlarla aynı fotoğraf karesinde olduğun

için şükredesin

Ve öyle insanlara da karşı dur ki o fotoğraf karesinde olmadığına şükredesin...

Öyle bir zaman gelir ki 

O gün birlikte çektirdiğin fotoğraf karesinde, keşke olmasaydım dersin" oe

"Konuşmaya değer insanlarla konuşmazsan insanları,

konuşmaya değmez insanlarla konuşursan kelimeleri yitirirsin.

Sen öyle biri ol ki,

ne insanları,

ne de kelimeleri yitir.” 

"Bazı insanlar dua gibidir:

Görünmez ama dokunur sana, duyulmaz ama bırakmaz seni....".

 

Her Balon Sönmeye Mahkum!...

 

27.11.2012 21:04:05

İlk söz: Hayat bana  hiçbir olguyu görünen üzerinden değerlendirmemeyi öğretti, kötülük hariç!...

“Güzel davrananlara (Salih amel) taşıyanlar

/ iyilik yapanlara

daha güzel karşılık,

de fazlası var.

Onların yüzlerine ne bir toz (kara leke) 

bulaşır ne de bir horluk (gelir)..”

Yüce Yaradanın kaleminden dökülmüş bu kelamlar... 

İçimiz her neresiyse...

Titreyebilen bir yer.

İnsan işte: "...

sonsuz bir uçurumun üzerinde

durmaktadır da bilmez

onun üzerinde durduğunu ..

"Bizler hiçbir şeyiz,

aradığımız ise her şeydir."

"Bilsem de pek çok şeyi,

Bilmeliyim her bir şeyi."

Hayat, Kendiliğinden ne iyi ne kötü...

Ona iyiliği, kötülüğü katan sizsiniz.

Ahlakın özü çok basit:

Tüm insanlara birer insan gibi davranmak.”.

Bu arada adil olan, iyi olana öncelikli..

Kanaat başka, doğru bambaşka..

Yanlış, yanlışla düzeltilir mi ?

."... ancak bilmiyor bildiğini

ve bu yüzden inanıyor bilmediğine."

İnanıyorsun diye öyle olması

inanmıyorsun diye

öyle olmaması gerekmiyor gerçeğin...

Hiç doğmamış gibiyiz.

Hiç ölmeyecek gibi...

Vakit başka,

süre daha başka,

zaman ise bambaşka..

Bırak aynı şeyi görmeyi,

aynı şeye bile bakmıyoruz...

Ömür biter ama hayat tamamlanmaz...

Varoluş tamamlanamazlık...

Bir ağacın tek tek yiten yaprakları gibiyiz.

Hangimiz önce düşecek belli değil

ama hepimiz döküleceğiz...

Ölümdür eli kulağında olan...

Ölüm geride kalanlar için...

Geride kalanlara keder miras kalır:

Elem bırakır ölenler hayatta kalanlara...

Ölümden korkmayan ölümü bilmeyendir...

"Gördü ki varoluş,

mumun ışığı gibiymiş:

ışığının yanması ile

ışığının sönmesi aynı şeymiş."

Onlar sahiden geride kalmışlar.

:birbirine-ait-olanın bir daha-birarada-

olmayışıdır noksanlık...

Varoluş teşrih, tevil ve tâbir....

Varoluş yorumlama,

açık hale getirme ve anlam çözme..

Sevgi göstermek başka, sevgi görmek bambaşka.

Kaybetmek başka, yitirmek bambaşka.

Biri gözden, diğeri gönülden gider sanki...

Gerçeklerden vazgeçtiğimizde hakikatlerden de

feragat etme....

"Nerede utanç varsa orada korku  var."

Doğru yitirilince her şey kaybedilir..

“İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil,

kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demek”

Semeresiz iyi niyet değersizdir...

Alışkın değilsin diye yanlış olması gerekmiyor...

Kim ki çehresi ışıldamıyorsa Olamaz asla bir yıldız....

Soru şu: İnsanlar arasındaki asli düşmanlığa delalet eden

(kötülük olarak) ilk şey haset midir,

yoksa riya mı?"

İç dünyamız çok dinamik:

Çelişik, karşıt, kayıtsız, t

tutarsız, devingen his, düşünce

ve edimlerle dolu.

Ama hepsi de bizim, hepsi de içimiz...

Erdemlerimiz içimizdedir.

Onları dışımızda icra ederiz.

Bu yüzden lafa değil işe bakılır.

Vasatlık mecburidir.

onu düzeltmeye çalışmamak gerekir.

Çünkü, cezalandırılmıştır.

En sert olarak da kendi zavallılığını bilmemesi

ve kendi zati yasası yüzünden bunu bilemeyecek

olmasıyla cezalandırılmıştır.

Neyi yaptığımız ne olduğumuzla ilgilidir...

Gerekli başka, zorunlu bambaşka.

Bilmek başka, anlatabilmek bambaşka.

Bu arada: "Malum" ilam edilir.

İlan değil...

Basit başka, yalın bambaşka.

Biri düz, diğeri katışıksız...

Var olmayanı varmış, var olanı yokmuş gibi

gösterendir "sofist".

Onun yaptıkları bu yüzden "safsata" ...

“Ben böyle düşünüyorum!” demekle olmuyor.

Akıl yürütme yetisinin hatalı kullanımıdır"safsata" .

"boş, asılsız, temelsiz ..."

Bu bağlamda "Keyfiyet" başka "keyfilik" bambaşka.....

Nefret Söylemi, düşünme ve ifade etme özgürlüğü mü?

Yoksa ilkel bir dürtünün dışa vurumu mu?

İçimizdeki aydınlık ve karanlığın hangisini

beslersek o büyüyor.

İkisi de içimizde.

Hangisini beslediğimiz önemli...

"Kalbimizde Allah'ın nuru vardır,

onun adı da vicdandır.

Vicdansız olunca, 

orada bir boşluk mu oluyor?

Yoksa nefretle mi dolu orası da vicdan sığmıyor?

Vicdan kaskatı olunca neyin üzerine inşa ediyorsun dini ?"

Neler yapıp ettiğini seninle birlikte bilen,

mahremini gören, iç şahit

Gözleri hep açık.

Asla uyumayandır vicdan..

Bilinmese de haddizatında mevcut kalandır vicdan...

İşaret edene bakmaktan işaret edileni göremez olduk...

"Hiçbir şey gözyaşı kadar çabuk kurumaz..."

.Gerçi ne kadar sinsi bir söz..

Canımızın sıkılması başka,

içimizin daralması bambaşka..

Uyanma umudumuz olmasa, uyumazdık...

Yıkmak kolay ve çabucak. Yapmak çok zor.

Yeniden yapmak çok daha zor.

Yapmak zorunda olmak başka,

yapmamayı tercih etmek bambaşka.

Hatta olanaksız.

Neyi yıktığına dikkat etmeli insan...

Küçük düşünecek kadar büyümek...

Güven esas.

Yok ise,

her şey boş...

Mesele çürük elmalar değil,

elmaları neyin çürüttüğüdür.

Eski başka, eskimiş bambaşka.

Birini saklar, diğerini atarsın.

Atmalısın hatta...

Bir insanın sana neler verebileceği değil,

senin için nelereden vazgeçeceği önemli...

Kalp kırılınca içinden hayaller dökülür..

Tahrip edenin, inşa etme mükellefiyet

ve mesuliyeti daha büyüktür.

Bu etik olduğu kadar ahlaki de bir meseledir...

Yara kabuk bağlar, kimlik olur.

"Eksik olma," diye bir dilek var dilimizde.

Tıpkı "var ol" gibi o da ince ve duru bir dilek.

Varoluşumuzu anlamlı kılanlara

söylenebilecek ne hoş sözler ...

Bir de "Meftun" sözcüğü ne kadar hoş...

Yanmış anlamına geliyormuş.

Yanarak, aydınlığa doğru...

Birlikte sevinmek başka, birlikte üzülmek bambaşka.

Hüzün, kendi başına müthiş bir deryadır.

Hüzünlenemeyen insan gelişmemiş bir insandır.

Kendinden kopukluğunun,

içindeki öze olan özlemin farkında değildir..

Vazgeçtin mi başka,

vaz mı geçtin bambaşka...

Bütün güzel ise parçaları da güzel midir?

Çirkin parçalar güzel bir bütün oluşturabilir mi?..

Bazen düşünüyorum da dünyayı değiştirmek için sarsılmaz

bir istekle çalışmak mı mutlu eder bizi

yoksa konforun sakin sularında kulaç atmak mı?

Bir şeye sahip olmak değil, layık olmak önemli...

Uçtuğunu düşünmek ile uçmak arasında devasa bir fark var....

Yolunu bilmeyen için yol fark etmez.

Her yol yanlış, her yol doğrudur.

Hepsi yoldur ve hiçbiri yol değildir.

Yolda olmak başka, yolculuk bambaşka....

Arzularının yangınları içinde yürür insan...

Yolda olmak yetmez. "Varış" da gerek..

"Her şey yoldur."

Kimileri gelecekten bahsediyor ama kastettikleri

geçmiş aslında.

Ebedi rücu....

Geçmişin önümüze geçmesi...

Geçmişi anlama ile geçmişte anlam bulma farklı hâller:

Biri geleceğe açılma, diğeri gelecekten kaçınmadır...

Geçmiş hiçbir zaman ölmüş değildir.

Geçmiş bile değildir."

Anlamı olmamak başka,

anlamsız olmak bambaşka...

İki tür gelecek var....  

Birincisi gelen gelecek,

İkincisi gidilen gelecek.

İkincisi umut...

Umut etme başka,

dileme bambaşka...

Haddizatında yalnızdır insan.

"Hakikatin haddi vardır da

Yanılgı’nın yoktur..."

Ölesiye yaşıyoruz ama öylesine değil..

Kimse tok kalkmaz hayat sofrasından.

."Kulak dilsizdir,

ağız sağır.

Göz ise hem duyar hem konuşur.

Dışarıdan dünya, içeriden insan yansır onda....

 

"göz gözü görmemek" deyimi ne hoş.

Mesele gözün gözü görmesi çünkü...

Göz daha fazlasını görür, Kalbin bildiğinden...

Bir kimseyi anlamak demek,

o kimsenin bir şeyi nasıl

anladığını anlamak demek..

Anlama ne çok söz söylemeyle,

ne de hararetle kulak kabartmayla olur.

Anlamak anlamayı anlamak...

Anlamak anlayış göstermek demek değil...

Anlamak affetmek demek de değil...

Anlamak varoluşun özü.

Zordur üstelik...

Sağduyu ne sağ ne duyu.

Düpedüz ön yargı.

Üstelik hiç de sağın değil.

Gayrisahih...

Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil,

muhafaza ettiklerimiz.

Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil,

özümseyebildiklerimiz...

Önem değerli olmuş

değer önemli olmalıydı oysa...

Ateş ile alev başka.

Nur ile ziya başka.

Işık ile karanlık bambaşka.

Düşünmek başka, düşlemek bambaşka...

Kasabalılık başka şehirlilik bambaşka..

kendisi hiçbir iş yapmayan,

iş yapanda da mutlaka kusurlar bulan anlayışın

egemen olduğu kültürdür "kasabalılık"...

Yaptığından pişman olmak başka,

yapmadığından pişman olmak bambaşka.

Birinde imkânsızlıktan,

diğerinde imkândan azap duyulur...

Birikimlerim ve ulaştığım bilinç bana sürekli

“konuşmak  birbirimizi anlamanın en etkin yolu”

Anlamak sanıya da müsait.

Anladığını sanarsın, oysa yalandır.

Çünkü insan hayatta hiç yaşamadığı güzellikteki

şeyleri anlamakta zorlanır."

Soru Şu :

İkisi arasında büyük bir özgürlük asimetrisi varsa?

Bir kişinin özgürlüğü, başkasının özgürlüğünün

başladığı yerde biter mi?,

Dengesizliği korur bu ilke...

Mavi gökyüzü dediğin gökyüzü bile değil.

Işıyan atmosfer o sadece.

Göğün mavisi, ışımasıdır atmosferin.

Yoksa gök kapkara...

Gökyüzünün sonsuzluğu gecenin kör

karanlığında görülür.

Güneş bizi ışıkla örtüp kapatır aslında.

Gece, dünyanın gölgesidir.

Gece geçer, ışık ışır ardından.

Ve insan daha "Bak!" diyemeden

Karanlığın çeneleri açılıp yutuveriyor her şeyi.

Parlak ne varsa yok oluyor bir anda....

Nasıl ki olmayan bir şey hakkında konuşmak

onu var etmeyecekse, olan bir şey hakkında

konuşmamak da onu yok etmez.

Susmak daha kötü;

susulan bütün hakikatlerde zehir var .

"Sözün bitim yerini olay

ya da

konu seçmez,

söz seçer.

Bir şeye karşı çıkarken

başka bir şeye destek veriyor olabilirsin,

hem de farkında olmadan.

İzan şart...

Başlangıcını da olduğu gibi."

Yalan anlaşıldığında yalan olur...

Gerçekle bağımız kopunca,

geriye yalan kalır.. 

yalan üç tür : 

bencil duygularla söylenen,

Siyah yalan;

diğerkâm duygularla söylenen

Beyaz yalan...

ve en fenası

ortaya çıksa bile kimsenin

umurunda olmayan.

  grup çıkarı

ve aidiyet duygularıyla söylenen

 mavi yalan ...

Yalan olduğunu bilsen dahi inanacaksın

insan oğluna, yani dinleyeceksin onu,

niçin yalan söylediğini anlamaya çalışacaksın.

Bazen yalan, insanın özünü gerçeklerden

daha çok açığa vurduğunu unutmayacaksın...

Görmek ne hoş.

Ama siz yine de her gördüğünüze kanmayın.

Vefa kalbin hafızası...

Gönüllere dokunacaksa gönülden gelmeli......

kural çok basit: ...

Sana yapılmasını 

istemediğin bir şeyi başkasına yapmayacaksın..

İstediğini söyleyen istemediğni işitir derler....

Her erdem ruhun güzelliği...

“Sevgi his meselesi, istem değil.

Sevgi istemekle olmaz, zorunda olmakla

(sevmeye mecbur edilmeyle) hiç olmaz.

Sevme ödevi ise zaten abes.” 

Sevgi;

Kendisine önem vermeyen yürekleri

 terk eder...

insan nerede artık sevemiyorsa,

oradan - geçip gitmeli! -

Her kişi,

ölümüyle de yaşar.

Ölüm de yaşar,

her kişiyle.

Ölüm kişiyle yaşar.

Zamansallık yitimidir ölüm...

Her insan kendi zatî ölümünü ölür.

Noksanlık ne fena:

yeri var ama orada değil...

Yok'sunluk.

Kayıp birikmez, büyür.

Devcileyin boşluk kalır..

Ölüm amansız bir hırsız.

Boş bırakıcı, yer çelici...

Geride kalanlar içindir ölüm.

Acılı bir son,

sonsuz bir acıdan iyidir.

Silmek yazmaktan zor..

Bitince tamamlanmış olmuyor

maalesef...

Özlem, bahar başında esip geçer

gibi görünen kar fırtınasıdır;

ama,

sanki, her bir tanesi donup kalacak,

hiçbir zaman erimeyecek gibi

gelip kalır...

Özlemek öz-leyememektir.

Değil başkası, kendisi bile yol gösteremez,

özlem çekene....

Kaybetmek başka, yitirmek bambaşka.

Biri gözden, diğeri gönülden gider sanki...

Ölene kadar sorumlusun gönül

bağı kurduğun her şeyden...

Kendini başkasının göz bebeğinde görürsün,

Yıldızları vardır insanların...

Geceleyin gökyüzüne baktığında,

ben bunlardan birinde olacağım,

bunlardan birinde güleceğim için,

sanki tüm yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek sana.

Gülmesini bilen yıldızların olacak.”

"Yarın" ne kadar umut dolu bir sözcük:

sabah olma, aydınlanma, ışıma,

karanlık sonrası anlama sahip.

Sonrasal olan insan, hep yarında yurt tutar

bu yüzden: umutla, heyecanla ve elbette kaygıyla...

Filizlenir, açar ve solarız.

Zamanda varlık buluruz.

Hem aklın hem de gönlün varsa,

açmalısın onlardan yalnızca birini.

Açarsan şayet ikisini birden,

yazık olur her birini.

Kaygı, yuvalanır derin yüreğimizde,

Gizli acılar doğuruverir orada,

Huzursuzca devinir, bozar heves ve rahatı,

Her defasında yeni maskelerle örterek kendini...

"Kendi huzurum onun huzuruna bağlı,

Onu mutlu eden bana hayat verir,

Onu üzen kalbimi yaralar..."

Bu arada mutluluk nedir?

Mutuluk,  bir insanın hayatını ne kadar anlamlı ve

değerli görüp görmediği ile ilgili.

Ramaktayızdır hep.

Ne herhangi bir göz

görmüştür güneşi,

güneş gibi olmadıkça;

ne de güzeli görebilir bir ruh,

güzel olmadıkça.

Ömür denir buna..

Yağmur sözcüğü ne kadar isabetli.

Hem yağarak kendi oluyor

hem kendi olduğu için yağıyor.

Ölçüt şudur:

Yeniden aynı hayatı yaşamak ister miydin?

İlgiyle Okuduğum bir makaleden :

İzninizle paylaşıyorum.....

Dört  temel Yaşam kuralı:

İlk kural :

” Karşına çıkan kişiler her kimse, doğru kişilerdir. 

Bunun anlamı şudur, hayatımızda kimse tesadüfen karşımıza çıkmaz.

Karşımıza çıkan, etrafımızda olan herkesin bir nedeni vardır, 

ya bizi bir yere götürürler ya da bize bir şey öğretirler.”
 

İkinci kural :

Yaşanmış olan her ne ise, sadece yaşanabilecek olandır. 

Hiç bir şey, hem de hiç bir şey yaşadığımız şeyi değiştiremezdi.

Yaşadığımızın içindeki en önemsiz saydığımız ayrıntıyı bile değiştiremeyiz. ‘

Şöyle yapsaydım, böyle olacaktı’ gibi bir cümle yoktur.

Hayır, ne yaşandıysa, yaşanması gereken, yaşanabilecek olandır,

dersimizi alalım ve ilerleyelim diye. 

Her ne kadar zihnimiz ve egomuz bunu kabul etmek istemese de,

hayatımızda karşılaştığımız her olay, mükemmeldir.”
 

Üçüncü kural :

” İçinde başlangıç yapılan her an, doğru andır. 

Her şey doğru anda başlar, ne erken ne geç. 

Hayatımızda yeni bir şeyler olmasına hazırsak, o da başlamaya hazırdır.
 

Dördüncü kural:

“Bitmiş olan bir şey bitmiştir. 

Bu kadar basittir.

Hayatımızda bir şey sona ererse, bu bizim gelişimimize hizmet eder. 

Bu yüzden serbest bırakmak, gitmesine izin vermek

ve elde etmiş olduğun bu tecrübeyle yola devam etmek gerekir.”

Bir Anekdot...

Geçenlerde Üniversitemiz de düzenlenen

"Kütahya'da kariyer ve İstihdam Günleri"ne katıldım.

"Balık denizi gökyüzü sanır," demiş ya üstat.

Bu deyişi teyit edercesine yaşanmış bir hikaye....

Öğrencilere rol model olması düşünülen ilin en büyük 

Nevi şahsına münhasır​ kerameti kendinden menkul Mülkü  Âmir....

Hayatında ticari bir faaliyette bulunmamış

iflas etmemiş başarısız olmamış.

Gemiyi  azgın dalgalarda liman ‘a getirmemiş

Sözüm ona  girişimcilik dersleri / konferansı veriyor açılış konuşmasında.

Öğrencileri motivasyon sağlamak, geleceklerine rehberlik için

bir anısını anlatıyor......

"on üç yaşında iken, kendi inşaatlarında  yaz ayında yeni atılan betonu sabah

ve akşam saatlerinde hortumla sularken ayağına batan çiviyi nasıl

kahramanca çıkartığını, tarihi bir kişi  ile  özleştirerek anlatıyor..

İşin ilginç  yanı  özdeşleştirdiği tarihi anekdot  vatan bölünmesin,bayrak inmesin ,

ezanlar susmasın,ocaklar sönmesin diye savaşan  çok ünlü

bir  komutanla kendisini özdeşleştirmesi  ...  

Bu arada unutmadan: 

Onu dinleyen protokolde  Özdilek firmasının sahibi  Hüseyin Özdilek ve

Kütahya!nın en büyük işadamlarından

Tavşanlı Meslek Yüksek okulu'nun kuruluşunda  ve sonrasında

maddi ve manevi yardımlarını esirgemeyen

saygı duyduğum Nafi Bey'de var... 

Birden nereden geldiyse aklıma uçan balonlarr 

ve Küçük adamın sözleri geldi.  

Berkehan bey,

Karagöz'e "Neden dondurma yemeye gitmiyoruz Hacivat?"

Hacivat'a da "Sabah da yedik, babam olmaz der"

dedirterek ...

subliminal mesajlar verirken....

Aklımı ve sağduyumu bir tarafa bırakıp içimdeki 

hisleri yazıya dökmeye başlarsam hiç arzu etmediğim

bir seviyeye inebileceğimden endişe ediyorum.

Bu sebeple, en iyisi, bu yazıyı burada noktalamak…

Yazıyı noktalarkende İnsanın aklına neler gelmiyor/ neler geçmiyor ki!...

Uçan balonu bilmeyen yoktur.

 Genellikle havadan daha hafif olan helyum gazıyla dolu olduğundan  .

helyum gazının kaldırma kuvvetinin, balonun ağırlığından

fazla olmasından  balon uçabilmekte.

Balon şişirildiğinde ince bir zar haline gelmekte.

Balonun içindeki hava, bu zarda bulunan küçük deliklerden dışarı kaçmakta.

Helyum molekülleri, oksijen ya da azot gazı moleküllerine göre

daha küçük olduklarından, daha çabuk dışarı kaçmakta.

ve içerideki helyum gazı miktarı azaldığında,

artık balonun ağırlığını taşıyamaz olmakta

ve balon artık uçmaz hale gelmekte!...

Konunun uzmanlar böyle söylüyor ...

kitaplar böyle yazıyor...Özetle ...

Balon zamanla sönmekte.

Hani ya !..

Balon gibi şişirilmiş insanlar gibi!..

Kâşgarlı  Mahmut" İnsan şişirilmiş tulum gibi, ağzı açılınca sönmekte." diyor...  

Ne kadar doğru bir söz.

Bu sözü teyit edercesine ,

"Testinin içinde ne varsa, dışarıya o sızar..."diyor

ya Rûmî.tıpkı onun gibi...

Hayat, haksız parlatılanların yaldızlarını günü gelince  mutlaka dökmekte...

Sözü fazla uzatmadan;  yakın zaman içinde yaşadığım

bir olayı izninizle paylaşmak istiyorum. Geçenlerde Berkehan'la,

 yeni açılan AVM' ye gezmeye gittik. Onu elinden tutup dolaştırırken,

Berkehan 'ı mutlu etme çabasındayım.

Ona şekerler, oyuncaklar, pastalar teklif ediyorum .

Ancak nafile!..

 Birden sevinçle; rengarenk uçan balonları elinde tutan

baloncunun yanında buluyoruz kendimizi.

Gerçi AVM'de balondan geçilmiyor.

Çoğu mağaza çocuklara balon vermek suretiyle müşteri çekme çabasında.

 Balonların çoğu , büyüklerin elinde!...  

 Berkehan'a"sana balon alayım mı?"

diye soruyorum;

biraz kaygılı, biraz mahzun yanıt veriyori.

-"Ne yapayım balonu, sönüverir!"  .

 Üç yaşında ki bir çocuğun sönebileceği için balonu reddetmesi.

  Ne kadar ilginç!..

  Ne kadar düşündürücü!...

   Nutkum tutuluyor!..

   "Her balon sönmeye mahkum!..."

   "Kifayetsiz muhterisler gibi!...

   Bu tipleri; 

bilim adamları, 

      i-    Beceri/bilgi düzeylerinin gerçekte olduğundan daha iyi olduğunu düşünmeleri... 
      ii-   Başkalarının becerilerini/bilgi düzeylerini değerlendirme yeteneğinden yoksunluk,,
      iii-   Ne kadar beceri(k)siz/ bilgisiz olduklarının farkında olmamaları....

       iv-   Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler...


diye tanımlıyor....

Ne yazık ki ülkemizde  bu tiplerin yetersizliklerine karşın 

hızlıca çevresindekilerin ,yandaşların uçurması ile

o mevkiye gelebilmekte!...

Hani "şeyh uçmaz mürit uçurur "aforizmasını teyit edercesine ...

 Bir garip Orhan Veli "Kitabe i seng i mezar" şiirinde şöyle diyor:

 "öyle bir ruzigâr ki, kendi gitti, ismi bile kalmadı yadigâr....."

Kendilerini, makam verilince,
Zübde*i âlem sanan…
Kendini o kurum için bir şans
olarak gören…
Hesaptaki parası kendini satın alan,...
Erke selam edip, kula ram olan,
Nafakası,
Nifak olan…
Bir ben varım deme, yoksan da olur..

   ve

  üç kişiye acırım diyor Şeyh Edebâli:

 "Zenginken fakir düşene,

cahiller arasındaki alim ,

bilmiş geçinenlere

ve en önemlisi hatırlı iken itibarını kaybedene."...

Altın gibi görünseler bile deneyimi aşan

ilkelerden hareket edilince, onları değerlendirebilecek

hiçbir şey elde kalmıyor

maalesef...

  Kifayetsiz insanlar gibi!..

 "Buraya nasıl gelmiş," diye şaştığımız, insanlar gibi!...

Dünya kifayetsiz muhterislerle, riyakarla

ve nankörlerle dolu ve bunlar her yerde hak etmedikleri

konum da / her mevkide..

Ama er ya da geç "her balon gibi sönmeye mahkum!....".

Dün olduğu gibi bugünde...

Tamamlanmadan bitiverecekler

Hitam işte; kapanıp mühürlenecekler......

Eski olanlar gitti, yeni olanlar henüz gelmedi....

Son Söz:“Herkesten, her şeyden kaçabilirsin.

Geçmişten, gerçeklerden, kafanın içindekilerden.

Kaçtıklarının, hayatın boyunca gölge gibi adım adım peşinden geleceğini,

en mutlu, en zayıf anını kollayacağını,

mutlaka en olmadık anda karşına çıkacağını

bile bile yine de kaçabilirsin.

Çünkü kaçmaya devam edersek geçmişin gölgesi bizi kovalar.

O beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkıp

bizi köşeye sıkıştırmadan biz onun karşısına çıkmalıyız.

Çünkü değişim cesaret ister.

Ya korkularımız bize sahip olur,

ya da biz korkularımıza hükmederiz.”

Bu özgün düşünsel deneme yazısının sonuna

yaklaşırken yaşanan burukluk......

Saygılarımla.

Sağlıcakla kalın!

Günleriniz hep aydınlık olsun!

Yüreğinizde sevgi daim olsun!

Yüreği "Berkehan ve Bilgehan Deniz" kadar temiz olanların!

-------------------------------------

Not: 

şöhret: halkın sana verdiği değer

itibar: seçkinlerin sana verdiği değer

haysiyet: senin sana verdiğin değer

şöhret ve itibarını sana verenler başkaları, isterlerse verdikleri gibi geri de alırlar.

haysiyetine gelince, kimse onu senden alamaz, onu ancak sen kendin yitirirsin.

(*)“Bazen kelimeler kifayetsiz kalır” ve "Sözün bittiği yer" söylemlerin sığlaştığı "söylenen laf mıdır, söyleyen adam mıdır? sorusunun karşılığı olarak Kendilerini, makam verilince, Zübde*i âlem sanan…Erke selam edip, kula ram olan, Nafakası, Nifak olan…kerameti kendinden menkul zat-ı muhteremler için çok sevdiğim üç  kıssadan hisse. Birlikte okuyalım:

  Birinci kıssadan hisse:  

Mülazahat hanesini açık bırakarak hayatın üç kuralı var... başka bir deyişle"hayatın motto" su var. yani tam karşılığı o işin amentüsü, temeli, en genel ve kısa özeti!... Her neyse!.. Lafı fazla uzatmadan... Birinci kural ; Kulun işine , ikincisi Yüce yaradan'ın işine ve üçüncüsü de ne olursa olsun hangi koşulda olursa olsun "yalan" söylememek..

İkindi vakti öncesi abdest almak için avluya çıkan şeyh;dervişin birinden bir ibrik su ister.Derviş getirir.Yere çömelmiş abdest almaya çalışan şeyh bir yandan da bahçedeki dervişleri gözetlemektedir.Su döken derviş bakar ki şeyh elini yıkarken bazı yerleri kuru kalır. İçinden;

-Bir de bize mürşit olacak doğru dürüst abdest almayı bile beceremiyor diye geçirir.Bakışları alaycı ve suizandır.Şeyh kafasını kaldırır dervişin bakışlarını yakalar aklından geçenleri okur;

-Evlat sen bize yaramazsın akşama kalmadan dergahımızı terk et,der.

Derviş şeyhi için böyle düşündüğü için bin pişman olmuştur ama nafile kovulmuştur artık.Akşam arkadaşları ile helalleşerek ıssız bir dağ yamacındaki dergahtan ayrılır.Ne ailesi vardır ne gidecek yeri.Deli divane dağ tepe yürür,yorulmuştur,acıkmıştır.Nereye gideceğim ne yapacağım diye düşünürken uzakta bir ışık görür.Işığa doğru yürür;ağaçların altında çoban ateşin üzerinde yemek pişirmektedir.

-Selamün aleyküm

-Aleyküm selam

-Allah misafirine aşın ekmeğin var mıdır?

-Vardır hele otur şöyle,der çoban.

Çoban gelen yabancıyı süzer,gece vakti ormandan gelen yabancı kimdir necidir?Üzerinde derviş kıyafeti var.İyi de bir derviş bu vakitte ne geziyor dağ başında,dervişler dergahtan akşamları dışarı çıkmazlar ki,diye düşünür.Derviş olan biteni anlatınca çoban onun haline acır ve:

-Şu karşıdaki dağın arkasında bir şehir var,ismi 'Eyvallah'şehridir oraya git ne alırsan al 'eyvallah'dedikten sonra ücretsiz bedava.

-Ne yani para pul istemiyorlar mı?

-Eyvallah diyene herşey bedava.Derviş kendisi ile dalga geçildiğini düşünür.Çoban devam eder;

-Yalnız Eyvallah şehrinin üç kuralı var.İhlal edersen şehirden atılırsın!

-Nedir bu kurallar?

-Bir 'Kulun işine karışmayacaksın' .

İki 'Allah ın işine karışmayacaksın' .

Üç 'Asla yalan konuşmayacaksın' .

-Kolaymış ben zaten dergahta eğitim aldım der derviş.Sabah çekine çekine şehre giren derviş çobanın doğru söyleyip söylemediğini anlamak için hamama gider yıkanır kasaya gelir 'eyvallah'der kasa başındaki de 'eyvallah' der.

-Borcum ne?der çoban hamamcı;Eyvallah kardeş borcun yok eyvallah dedin ya.

Derviş şaşırır.Bir yandan sevinir fırına girer yine aynı muamele'eyvallah' diyenden para alınmıyor.Derviş 'iyi ki dergahtan kovulmuşum burda herşey bedava padişah gibi yaşarım' diye düşünmüş...Aradan bir ay geçmiş aile kurmaya karar vermiş arkadaşına danışmış.Arkadaşı köle pazarına git beğendiğini seç satıcıya eyvallah de yeter demiş..Derviş denileni yapmış evlenmiş.Aradan bir hafta geçmiş derviş çarşıda dolaşmaktadır.Karşısından biri genç biri yaşlı iki kadın gelmektedir.Genç olanın saçı başı heryeri açıktır.Diğer kadın çarşaflı sadece gözleri görünen bir kadındır. Derviş;

-Şuna bak ya diye bağırır.Şuna bak örtünmesi gerekenin her yeri açık saçık;örtünmese de olur yaşlı kadının her yeri kapalı.Bu nasıl iştir,niye böyle açık giyindin be kadın der.

-İmdat zaptiye!diye bağırır genç kız.Zaptiyeler gelir.

-Ne vardı?

-Bu adam kulun işine karıştı.

Bizim dervişe karakolda on dayak atılır karakoldan çıkınca yediği dayağın acısından çok bir kulun hatasını uyardığından dolayı şikayet edilmesi ve dayak yemesi içine dokunmuştur.Karakolun avlusunda yüksek sesle;

-Allah'ım bu nasıl iş?Kullarını uyardım dayak yedim.Ey Rabbim bu ne biçim iş?Dervişin söylediklerini duyan birisi;

-Zaptiye zaptiye diye seslenir.

-Ne oldu?

-Şu derviş Allah'ın işine karıştı.Tekrar karakol on değnek daha yer derviş.Yorgun argın eve gelir içeri girip yatağa uzanır.Yarım saat sonra kapı çalınır.Eşi kapıyı açar.Av arkadaşları gelmiştir eşinden evde olup ava gidip gitmeyeceğini sorarlar.Eşi odaya girer;

-Arkadaşların geldi birlikte ava çıkacakmışsınız.

-Beyim evde yok de.

-Zaptiye zaptiye!!

-Ne vardı?

-Eşim yalan konuşmamı istiyor.Yalan söylüyor.Derviş zaptiyecilerce şehirden atılır.Üstü başı toz toprak içinde şehre doğru bakar dizine vurarak;

-Eyvallah'ın ayarını bilmeyen eyvah eyvah diye inler....

 

İkinci kıssadan hisse:  

"Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı”, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:

“Her kula helâl, Müslüman’a haram!..”

Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…

Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzûra getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dîni İslâm, ahâlisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla!.. Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?..” diye çıkışmışlar adama. Adam:

- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…”dedikçe kadı kızmış:

- “Ne delili, ne ispatı?.. Sen fitne çıkardın, Müslüman ahâlinin huzurunu kaçırdın, katlin vâciptir!” demiş. Demiş ama, bir yandan da merak edermiş:

- “Nedir gerekçen?..” diye sormuş. Adam:

- “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş… Padişah da sinirlenmiş ama, diğer yandan o da meraklanırmış:

- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın,hem de her kula helâl,Müslüman’a haram yazarsın?..” Adam, başı önünde konuşur:

- “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”

- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?..”

- “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultânım…”

- “Eeee?!..”-

“Sultânım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Mûsevîler, “ne oluyor, bu ne zulüm?.. Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş… Bir hafta dolunca, adam:

- “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler… Az zaman geçmiş ki, adam:

- “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:

- “Bitti mi?..” demiş adama.

- “Sultânım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.

- “Şimdi nedir isteğin?..”

- “Efendim, pâyitahtımız Bursa’nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucâmi imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler…Ve ne olmuş bilin bakalım?.. Bir ALLAH’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz?.. Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok!.. Aptal ve cahil bir imam tayin edilmiş yerine, ne konuştuğunu kendi kulağı duymayan tam yobaz cinsinden biri… Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta derdest edilen koca âlim için:

- “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”

- “Kim bilir ne halt etti de tevkif edildi!..”

- “Vah vaah!.. Acırım arkasında kıldığım namazlara…”

- “Sorma, sorma…”

Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:

- “Eee, ne olacak şimdi?.. Adam:

- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:

- “Ey büyük Sultânım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?..”

Sultan acı acı tebessüm etmiş:

- “Hava bile haram, hava bile!..” demiş…

"Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diyenlere...

"Sap döner, keser döner; gün gelir, hesap döner."

"yarına kalır ama yanına kalmaz..."

Üçüncü kıssadan hisse:  

Padişah, özel dalkavuğuyla vakit öldürürken: -Ben demiş; “hünkarbeğendi”yi çok seviyorum, sen ne düşünüyorsun patlıcan hakkında?
Dalkavuk da:
-Patlıcan mı, demiş; sultanımın ağzına layık muhteşem bir sebzedir, hele “hünkarbeğendi”. Hâk-i pâyiniz kulunuz bendeniz de bayılırım ona...
Padişah:
-”Patlıcan musakka” da öyle, demiş; onu da çok seviyorum.
-Sultanımın hakkı alileri var elbet; Allah’ın bir lütfudur patlıcan.
Padişah bu kez:
-”Patlıcan oturtma” ile “patlıcanlı kebap” da fena değil ama, eh işte, demiş.
Dalkavuk da:
-Hâk-i pâyini kulunuz bendeniz de, demiş; patlıcanlı bir yemek söylendiğinde, biraz tereddüde düşerim, hele “oturtma” ile “kebap”sa...
Ve Padişah:
-Ama, demiş; “patlıcan karnıyarık”tan hiç hoşlanmıyorum...
-Alt tarafı patlıcan işte, nesinden hoşlanacaksınız ki?...
-”İmambayıldı”dan ise nefret...
-Tam bir rezalet sultanım, tam bir rezalet bu patlıcan...
Padişahın birden tepesi atmış:
-Bre, demiş; sen ne hınzır mel’unsun; demincek patlıcanı öve öve yere göğe koyamıyordun, şimdi de yerin dibine batırmaya başladın, yıkıl hemen karşımdan...
Dalkavuk, yerlere kapanarak, ayaklarını öpmeye başlamış padişahın:
-Hâk-i pâyiniz bendeniz kulunuz, patlıcanın dalkavuğu değilim ki, demiş; sadece sultanımın dalkavuğuyum.

Çevir kazı yanmasın...

Kim ne kadar çevirirse çevirsin, yine de bazen yanıyor galiba; çünkü burunlara sık sık yanık kokuları da geliyor.

(*)"İnsanların mutluluğu nesnel koşullardan ziyade beklentilerine bağlı. Beklentilerse koşullara göre şekillenme eğiliminde; buna başka insanların koşulları da dahil. İşler düzelince beklentiler de kabarıyor ve koşullar ciddi ölçüde düzelse bile memnuniyetsizliğimiz aynı şekilde devam edebiliyor."

(**)yalana dair:dair bir hikaye  .Birlikte okuyalınm: 

  “Birinin yalan söylediğini hissetmek kadar hiç bir şey tiksindirmedi beni bu hayatta.”

Çok eskiden Ateş, Su, Gerçek ve Yalan büyük bir evde beraber yaşarlarmış. Her ne kadar birbirlerine nazik davransalar da aralarına mümkün olduğu kadar çok mesafe koymaya çalışırlarmış.

Gerçek odanın bir yanında oturursa, Yalan diğer yanında otururmuş. Su, Ateş’in ayaklarının altında dolaşmamaya sürekli özen gösterirmiş.

Bir gün birlikte ava gitmişler. Büyük bir sığır sürüsüyle karşılaşmışlar ve elbirliğiyle hayvanları çevirip köylerine sürmeye başlamışlar. Otlaklarda ilerlerken, Gerçek, “Hayvanları eşit paylaşalım. En hakça olanı bu” demiş. Yalan dışında herkes Gerçek’e katılmış. O, payının diğerlerinden fazla olmasını istiyormuş ama şimdilik ağzını açmamaya karar vermiş.

Köye doğru yollarına devam ederken Yalan gizlice Su’ya yaklaşmış ve fısıldamış. “Sen ateşten güçlüsün. Onu ortadan kaldır, geriye kalanların payına daha çok sığır düşsün.”

Su köpürerek, fokurdayarak ateşin üzerinden akmış ve onu söndürünceye kadar durmamış. Payına daha çok sığır düşeceğini düşünerek keyifle kıvrılıp dolanarak akmasına devam etmiş. Bu arada Yalan Gerçek’e şu şekilde fısıldıyormuş. “Bak! Gördün mü?! Su Ateş’i öldürdü! Sıcak yürekli arkadaşımızı gaddarca söndüren Su’yu arkada bırakalım. Sığırları dağın zirvesinde otlatmaya çıkaralım.”

Gerçek ve Yalan dağa tırmanmaya başlamışlar. Su onlara yetişmeye çalışmış. Ama dağ çok dikmiş ve Su yukarı doğru akamıyormuş.

Sıçraya kıvrıla, kendi kendinin üzerinden geçerek aşağıya doğru akmaya başlamış.

Bakın! Görüyor musunuz?! Su hâlâ bugün bile kıvrılarak dağdan aşağı akmakta.

Gerçek ve Yalan dağın zirvesine varmışlar. Yalan, Gerçek’e dönerek, yüksek sesle, “Ben senden güçlüyüm! Sen benim hizmetkârım olacaksın! Ben de senin efendin! Sığırların hepsi benim!” demiş.

Kavgaya tutuşmuşlar

Gerçek ayağa kalkmış ve sesini yükseltmiş. “Senin hizmetkârın olmayacağım!”

Kavgaya tutuşmuşlar. Savaşmışlar savaşmışlar, savaşmışlar. Sonunda Rüzgâr’ı çağırmışlar. “Hangimiz efendi, sen karar ver” demişler. Rüzgâr karar verememiş. Esip gürleyerek bütün dünyayı dolaşmış ve insanlara “Yalan mı güçlü, Gerçek mi?” diye sormuş. Kimisi “Yalan bir kelimeyle Gerçek’i yok eder,” demiş. Kimisi “Gerçek, karanlıkta yanan küçük bir mum gibi, her durumu değiştirir” demiş.

Sonunda Rüzgâr dağın zirvesine dönmüş. “Yalanın çok güçlü olduğunu gördüm. Ama hükmü sadece Gerçek’in duyulmaya çalışmaktan vazgeçtiği yerlerde geçer” demiş.

Ve o gün bu gündür bu hep böyledir.

Bu bir Afrika masalı. Türkçeye çevirdim.

Türkiye masalı oldu. Artık yalanın hükmünün

geçmemesi için ne yapılması gerektiğini bilmiyorum

diyemezsiniz.

Sağlıcakla kalın!

BU MAKALEYİ İLK OYLAYAN SİZ OLUN! Makaleyi oylamak için oturum açınız.

Geri

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası