osmanlıca kelimeler ve anlamları pdf / (PDF) Osmanlı TÜrkçesi Grameri | Burak Bilgiç - funduszeue.info

Osmanlıca Kelimeler Ve Anlamları Pdf

osmanlıca kelimeler ve anlamları pdf

Osmanlı TÜrkçesi Grameri

Allah (c.c.) Kur’ân-ı Kerîm’i Hz. Muhammed (s.a.v)’e göndererek karanlıklarda yüzen insanoğlunu aydınlığa çıkarmıştır. O günden bu güne milyarlarca insan Kur’ân’dan nasibini almıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in indirilişinden günümüze kadar her âlim ondan muradı ilahiyi anlamaya çalışmıştır. Bu âlimlerden biri de XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın birinci yarısında Siirt ili ve çevresinde yaşamış olan Molla Halil es-Siirdî’dir. Molla Halil, son dönemde te’lifât geleneğinin az olduğu memleketimizde yetişen ender âlimlerden biri olması, Kur’ân-ı Kerîm’i baştan sona kadar tefsir etmesi vb. özellikler ile dikkatleri çeken önemli dinî ve ilmî bir şahsiyettir. Bu değerli âlim birçok eser yazmıştır. Yazdığı eserlerden birisi de dil yönü ağır basan Basîretu’l-kulûb fî kelâmi ‘allâmi’l-ğuyûb adlı tefsirdir. Bildiğimiz kadarıyla daha önce dil açısından bu eserin üzerinde hiçbir çalışmanın yapılmamıştır. Çalışmamız giriş, dört bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş kısmında Basîretu’l-kulûb’un müellifi Molla Halil es-Siirdî’nin yaşadığı dönemin siyasî, ictimaî ve ilmî durumuyla onun hayatı, eserleri ve ilmî kişiliği ele alınmaktadır. Bu bağlamda bir taraftan doğu medreseleri ve buralarda yetişen âlimler hakkında bilgi verilirken; öbür taraftan Molla Halil’in gerek halka yönelik olsun gerekse medrese talebelerine yönelik olsun alet ilimleriyle ilgili ve dinî ilimlerle ilgili kaleme aldığı eserlere kısaca değinilmiştir. Birinci bölüme gelince Basîretu’l-kulûb ana hatlarıyla tanıtılmıştır. Bu amaçla Basîretu’l-kulûb; yazılış gayesi, üslubu, önemi, temel kaynakları, istişhâd olarak kullanılan şâhidler vb. açılardan incelenmiştir. İkinci bölümde ise Basîretu’l-kulûb lügat ve sarf açısından incelenmiştir. Basîretu’l-kulûb’da yer alan ezdâd, mu‘arreb, furûk, naht, kelimelerin iştikâkı vb. konular lügat açısından ele alınmıştır. Başta fiillerin yapısı ve anlamları olmak üzere, mastarlar, sıfat-ı muşebbehe, ism-i tafdîl, ism-i mensûb, ism-i zaman, ism-i mekân, i‘lâl, ibdâl, idgâm vb. sarf konuları açısından tahlîl edilmiştir. Üçüncü bölümde Basîretu’l-kulûb nahiv açısından değerlendirilmiştir. Bu bağlamda Basîretu’l-kulûb’da yer alan hemen hemen bütün nahiv konuları tespit edilmiştir. Bu konular başta isim, fiil ve harf olan âmiller olmak üzere; merfu, mensûb ve mecrûr ma‘mûller, mu‘rab, mebni, edatlar vb. başlıklar altında ele alınmıştır. Dördüncü bölümde Basîretu’l-kulûb belâgat ilmi açısından incelenmiştir. Bu bölümde eser ilk önce meânî ilminin; ardından da beyân ilminin temel konuları açısından ele alınmıştır. Bu bölümün sonunda ise eser bedii ilminin temel iki konusu olan muhassinât-i lâfzîyye ile muhassinât-i maneviyye ve bunların alt başlıkları açısından tahlîl edilmiştir. Sonuç'da ise bu çalışmada varılan sonuçlar ve öneriler ana hatlarıyla belirtilmiştir. Bu çerçevede Basîretu’l-kulûb üzerinde yapılabilecek çalışmalar ve ondan daha iyi istifade edebilme yolları gösterilmiştir.

“BAZI KELİMELER ÇOK GÜZEL” YA DA OSMANLICA SEVİSİNE HİZMET Merve YILMAZ1 1. Giriş Onur ve Banu Ertuğrul çifti ’te, kendilerinin güzel olarak nitelendirdikleri kimi sözcükleri gün yüzüne çıkarmak adına bir tasarı geliştiriyor. Tasarı 1 Ocak ’te sosyal medya üzerinden hayata geçiyor. Çift twitter, instagram gibi en çok kullanılan sosyal medya hesapları üzerinden her gün bir sözcük paylaşıyor. Paylaştıkları sözcükleri güncel olaylara göre de seçen çift, toplumsal konulara ilişkin duyarlı(!) olduklarını da takipçilerine sezdiriyorlar. Takipçileri günden güne artıyor, yüz binlere ulaşıyor. Durum böyle olunca bu işten para kazanmanın yollarına başvuruyorlar. Güzel buldukları sözcükleri bez çantalara, defterlere, bardak altlıklarına, bardaklara vs. basıyorlar ve ederi en çok 3 lira olan bir bardağı 29,50 liraya satabiliyorlar. Bkz. funduszeue.info guzel. Hatta kendilerine Galata’da “Güzel Kelimeler Dükkânı” diye bir mağaza bile açıyorlar. Sonunda Can Yayınları “Lügat Bazı Kelimeler Çok Güzel” kitabını basıyor. Kitap 4. baskısını adet yapıyor. “Lügat”te yer alan sözcükler, sözcüğün hemen altında yer alan anlamları ve kaynaklarını yansıtan sayfalar ise “Ankaray” banliyölerinin duvarlarında bile yansıtılıyor ve tren bekleyen insanların belleğine işleniyor. Ertuğrul çifti “Lügat”lerinin ön sözünde kendilerini şöyle tanımlıyor: “Biz, Banu ve Onur Ertuğrul. Öğretmen değiliz. Yazar değiliz. Çevirmen bile değiliz. Dilbilimci hiç değiliz.” (). Bu söylemlerinde çevirmenleri niçin aşağıladıkları anlaşılmasa da kendilerinin dil konusunda hiçbir birikim ve uzmanlıklarının olmadıklarını daha başından kabul eden çiftin söylemleri şöyle devam ediyor: “Kelimelerin ne kadar güzel şeyler olduğunu insanlara hatırlatmak, güzelliklerini popüler bir dille gösterebilmek, yeniden gündelik hayata karışıp görünür olmalarını sağlamak umuduyla çıktık bu yola.” (). Kişilerin söz varlığını geliştirmeye, sözcükleri belletmeye çalışmak; dil konusunda insanlarda duyarlık oluşturmaya çalışmak elbette güzel bir amaç ancak adı geçen yazarların, gündelik yaşama katılmasını dilediği sözcükler bambaşka. Çağdaş Türk Dili yazarlarından Örs de derginin sayısında bu kitaba yer veren Aydınlık Kitap Eki’ni eleştirmiştir ( 87). Bu yazıda ise “Lügat Bazı Kelimeler Çok Güzel” kitabı detaylıca incelenecek ve Ertuğrul çiftinin asıl amacı ortaya konmaya çalışılacaktır. 2. Bazı “Kelimeler” Çok mu Güzel? “Dil anlaşma aracıdır. Ama, bütün insanlar bir tek dil kullanmazlar. Dünyada dil kullanılmaktadır. Her ulusun bireyleri; aralarında kendilerine özgü bir dil kullanarak 1 Ankara Üniversitesi Türkçe Eğitimi Doktora Programı Öğrencisi. Elmek: [email protected] anlaşırlar. Buna ulusal dil diyoruz. Türkler Türk dili ile, Araplar Arap dili ile, Fransızlar Fransız dili ile… görüşürler.” (Aksoy, ). Ne var ki Türk dilinin ulusallığını zedeleme çabaları yıllardır devam etmektedir. Dil devriminin ardından özleşen ve sadeleşen dilimiz, bir dönem çoğunlukla İngilizcenin baskısıyla, son dönemlerde de yaşamını yitirmiş olan Osmanlıcanın diriltilmesi çabalarıyla karşı karşıyadır. “Osmanlıca yapmacık bir dildir. Günlük dilden, konuşma dilinden iyice uzaklaşmıştır. Halkın dili olmaktan çıkmıştır.” (Özdemir, ). “Osmanlıcanın en olgun sözlüğü sayılan Şemsettin Sami’nin Kamus’ı Türki’sinde sözcük vardır. Bunun en az ’i ölü, yani dilimizde kullanılmayan, Arapça ve Farsça metinleri çözmeye yarayan sözcüklerdir.” (Aksoy, ). İncelediğimiz “Lügat ” adlı kitabın günlük dilde konuşulmasının amaçlandığı, kişilere belletilmeye çalışılan sözcükler de Özdemir ve Aksoy’un dile getirdiği gibi çoğunluğu yaşamını yitirmiş, günlük dilde konuşulmayan hatta çoğu kimsenin ilk kez duyacağı Arapça, Farsça kökenli ve Osmanlıcacılık sevisine hizmet eden sözcüklerdir. Şimdi kitabın sayısal verilerine bir göz atalım: Kitap her güne bir sözcük ilkesinden yola çıktığından sözcük içermektedir. Bu sözcüğün ’sı Arapça, 67’si Farsça, 25’i Arapça-Farsça bireşiminden olmuşmuş, 2’si Farsça-Türkçe bireşiminden oluşmuş, 5’i Fransızca, 4’ü Yunanca, 4’ünün kökeni belirsiz, 1’i Ermenice, 1’i Rumca, 1’i İspanyolca, 1’i İtalyancadır. Türkçe sözcük sayısı da yalnızca 18’dir. yılının Türkiye’sinde ortaya çıkarılmış bir “Lügat”(!) in içerisinde yer alan Türkçe sözcük sayısının yalnızca 18 olması, içler acısı bir durum değildir de nedir? Çok güzel diye belirtilen sözcüklerin neredeyse tümü niçin Arapçadır? Niçin Türkçe sözcükler, bu yazarlara göre, güzel değildir? Bu kitabı okuyan bir kişi, doğal olarak, “Biz zaten Arapça konuşuyormuşuz, Türkçe sözcük yok ki!” demez mi? Türkçeyi hor görüp okullarda Arapça, Osmanlıca derslerinin okutulmasını onaylamaz mı? ’da Arapça ve Farsça dersleri okul programlarından kaldırılmıştır (Aksoy). ’da Arapça ve Osmanlıca dersleri okullarımızda okutulmaktadır. Atatürk’ün kurmuş olduğu cumhuriyet ve eğitim ilkeleri, ileriye gideceğine 87 yıl gerilemiştir. “Lügat”in takipçileri acaba bu gizil amaçların farkında mıdır? Öte yandan “Lügat” te Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi yazarlardan da alıntılara yer vererek toplumun hemen her kesiminin sempatisini kazanma amaçlanmıştır ki amaçlarına ulaştıklarını söylemek olasıdır. Herhangi bir özelliği olmayan cam rakı bardaklarına “şikemperver”, “kalender meşrep” sözcüklerini yazıp liraya satabilme başarısı da hemen her kesime seslenme amacının gerçekleştiğini göstermektedir. Şimdi, Ertuğrul çiftinin günlük konuşma dilinde özellikle gençler arasında yaygınlaşmasını istediği “güzel” olarak nitelendirdiği bazı sözcüklere bir bakalım. Çoğu genç okurun kimi sözcükleri ilk kez duyacağı kanısındayız: şapparig, merdümgiriz, mülhem, layetezelzel, derakap, hudayinabit, bilâkaydüşart, harfendaz, ilânihaye, sairfilmenam, istiskal, mezbele, mugalâta, teşrikimesai, kıtıpiyoz, mihaniki, lalüebkem, cürmümeşhut, alelekser, pestenkerani, keenlemyekün, vardakosta, mübrem, tufeyli, perdebirun, ehvenişer… ve daha fazlası. Sesletimi bile zor olan, anlamını çoğunluğun bilmediği, günlük dilde ve yazı dilinde kullanılmayan bu sözcüklerin güzel(!) olduğu çıkarsaması hangi usun ürünüdür? Bu sözcüklerin güzel(!) olduğu kanısına ne gibi dayanaklarla varılmıştır? Kitabın adının “sözlük” değil de “lügat” konması, zaten yaklaşımın özünü göstermektedir. Dilde özleşmeye ve sadeleşmeye karşı çıkanlar yeni sözcüklerin çirkin oldukları savını ortaya atmışlardır. “Lügat”çiler de böyle düşünüyor olmalı ki kitaplarının neredeyse bütününü bu eski sözcüklerden seçmişler ve bu sözcükleri “güzel” olmaya değer bulmuşlar. “Sözcüğün çirkin, ya da güzel sayılmasında ölçü nedir? Gerçek şudur ki sözcükler çirkin diye damgalanamazlar.” (Aksoy, ). Bir de güzel olarak nitelenen yalnızca 18 adet olan Türkçe sözcüklerin neler olduklarına bir bakalım: sızı, gönül, sürünceme, biteviye, emek, anne, kuytu, utanç, kekre, yas, ikircikli, mızmız, kurtuluş, aylak, dilek, sallapati, hayhuy, yuva. Türkçenin yüz binlerce olan söz varlığından, nedense, bu sözcükler uygun görülmüş. Belirtmekte yarar var ki örneğin, “emek” sözcüğü 1 Mayıs’ta paylaşılıyor. Bu da yine halkın işçi, emekçi kesiminin sempatisini kazanmak için güzel bir yol. Görülüyor ki “Lügat”çiler kimseyi öksüz bırakmıyor, herkese sesleniyor. Yine güzel bir sözcük olarak verilen kadın sözcüğünün açıklaması şu şekilde yapılmıştır: bayan değil kadın. Böylelikle feminist gibi aykırı ve azınlık olarak görülen grupların da gönlü alınmış oluyor. Kitapta kimi sözcüklerin sözlük karşılıklarının verilmediği de görülmektedir. Yukarıdaki “kadın” sözcüğü bunlardan biridir. Aynı durum “aşk” ve “baba” sözcükleri için de geçerlidir. Örneğin, Baba: Kızan, karışan, sinirlendiren. Koruyan, sarılan, özlenen; manası yokluğunda daha iyi anlaşılan kişi (Ertuğrul, ). Bu baba tanımı tamamen kişisel değerlendirmeler içermektedir. Biz buradan Ertuğrul çiftinin babalarının nasıl insanlar olduğunu öngörebiliriz, bunun haricinde böyle bir baba tanımı yapılamaz. Anlaşıldığı üzere Ertuğrul çifti Arapça sözcükleri pek beğeniyor. Oysa Türkçenin en anlamlı ve kulağa hoş gelen sözcüklerinden biridir: “barış”. Niçin “barış” yerine sesletimi zor olan “sulh” sözcüğü kitapta yerini almıştır? Yahut Türkçenin işlerliğini ve duruluğunu sezinleten “yazgı” sözcüğü yerine niçin “mukadderat” verilmiştir? Aynı şekilde niçin “uyumlu” değil de “mütenasip”? Soruyu tam tersi yönde sormak da olasıdır. “6 yüzyıllık bir süreci kapsayan Osmanlıca döneminde “anne”, “baba” demeyi bile kaba sayan bir anlayış ortaya çıkmıştır” (Özdemir, ). Durum böyle iken “güzel kelimeler” arasında “valide” değil de “anne”nin verilmiş olması da şaşırtıcıdır. “Lügat ” yazarlarının, son dönemlerdeki Osmanlıcayı diriltmeye hizmet ettiği açıktır. Peki, bu çok değerli gördükleri Osmanlıca nereden doğmuştur? “Osmanlı atalarımızda kültürlü sayılmanın yolu, Arapça ve Farsça bilmekten geçerdi. Osmanlı “münevverleri” ne kadar kültürlü olduklarını kanıtlamak için bildikleri ve hayran oldukları bu dilleri şiirlerine, düzyazılarına, tarihlerine, çevirilerine yansıttıkları gibi, konuşmalarına bile yansıttılar. “Osmanlıca” dediğimiz yapay ve melez bir dil bu yolla doğdu.” (Hepçilingirler, ). Artık ne Osmanlı kaldı ne de Osmanlıca. Görünen o ki, bazı kesimlerce, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşadığımızı ve Türkçe konuştuğumuzu kabul etmek gerçekten çok zor. “İmparatorluk döneminin bilginleri, sanatçıları, yüzyıllar boyunca Türk dilini kaba, çirkin görmüşler, aşağılamışlar, hep Arapça ve Farsçayı soylu, güzel olarak nitelendirmişlerdi. Atatürk bu kanının yıkılmasını, Türkçenin çirkin değil, güzel bir dil olduğu bilincinin canlanmasını ilk amaçlardan saymıştır. Yoğun ve süreli yayınlarla, verilen örneklerle, kısa zamanda, eski olumsuz kanı silinmiş, Türkçenin utanılacak bir dil olmak şöyle dursun övünülecek güzel bir dil olduğu kanısı ağırlık kazanmıştır.” (Aksoy, ). Demek, Ertuğrul çifti Atatürk’ün bu söylemlerini kulak ardı ediyor ki “Lügat”lerine övünülecek dil olan güzel Türkçemizin yalnızca 18 sözcüğünü koymayı uygun görüyor. “Türkçenin Arapça ve Farsçaya göre yetersizliği, yoksulluğu düşünülemez. Daha yüzyılda kaşgarlı Mahmut bu soruları ele almış, yanıtlamıştır. Türkçenin Arapça ile boy ölçüşebilecek bir zenginlikte ve yeterlikte olduğu ünlü sözlüğü Divanü Lügat-it Türk’te gösterilmiştir. yüzyılda da Ali Şir Nevai, Muhakemetü’l Lügateyn adlı yapıtında Türkçeyi Farsça ile karşılaştırmıştır. Nevai’ye göre Farsçanın Türkçeden üstün bir yanı yoktur.” (Özdemir, ). Daha yüzyılda ispatlanmış bu gerçekliğe, bugün hala karşıt kitaplar yazanların niyetlerinin sorgulanmaması olası değildir. Peki, Türkçe sözcükleri önceleyen kişiler bunu niçin yapıyor? Niçin “Lügat”çiler gibi ısrarla “kelime” değil de “sözcük” diyor. Çünkü ““kelime” sözcüğünü kullanırsanız anadilini öğrenen çocuk, “kelime” olarak öğrenir ve orada kalır. Ama çocuk, sözcüğü öğrenirse söz, sözcük, sözlü, sözel, sözsüz, sözlük, sözlükçü, sözlükçülük gibi bir salkımı öğrenir. Böylece düşünme gücü gelişir; çünkü sözcükler düşünmenin temel taşlarıdır. Ünlü Alman düşünürü ve dilbilimcisi Alexander von Humbold diyor ki: “İnsan bir tek dilde açık seçik düşünebilir; kendi öz dilinde, anadilinde.” (Özdemir, ). Arapça bizim anadilimiz mi? Tabi, “Lügat ” gibi tasarıların sahipleri ve destekçileri toplumu; düşünmeyen, sorgulamayan kişiler yapmaya niyetliyse gerçekten, durup düşünmek gerekir. Bu noktada, Osmanlıcacılık sevisine hizmet edenlerin düşüncelerine de yer vermek yerinde olur. “Kimileri İngilizce sözcük kullanmaya meraklıdır, kimileri Arapça, Farsça. Çünkü seçtikleri sözcükler, insanların yalnız düşüncelerini, kişiliklerini değil, dünya görüşlerini de açıklar.” (Hepçilingirler, ). Hacıeminoğlu, “Okullarda “öz Türkçe” öğretim yaptırmak sevdasından vazgeçmelidir. Çünkü bu, hiçbir medeni ülkede görülmeyen yanlış, sakat, iptidai ve son derece zararlı bir tutumdur. Milli kültürü yıkıcı, kökünden kurutucu bir durumdur.” demiştir (). Yazarın ulusal kültür dediği kültür hangisidir? Eğer Türk kültürünü kast ediyorsa Türkçe sözcükler onları niçin bu kadar rahatsız etmektedir? Dil-kültür ilişkisinin önemi burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan yurttaşların Türkçe konuşmak ve yazmak istemesi son derece doğaldır. Banarlı da bazı Türkçe sözcüklerin “çirkin” olduğunu şu sözlerle dile getirir: “Havuç, şalgam, patlıcan, ıspanak, pırasa hatta lahana ve karnabahar, pek de güzel adlar değildir. Türk mutfağı, bunların güzelliklerini galiba o çirkin adlardan o güzel lezzeti çıkarmaktaki san’ata bırakmıştır.” (). Burada, zavallı ıspanağın, lahananın ne suçu var, anlamak olası değil. Yine Banarlı, bugün halkın diline yerleşmiş olan ve dil devrimi sonucunda kazandığımız sözcükleri ve bu sözcükleri bizlere kazandıranları şöyle eleştirir: “Sözcük, özne, eleştirme, ilginç, ilişki, koşul, yapıt, yaşantı, aşama, doğal ve benzeri kelimeleri piyasaya sürecek kadar zevksiz ve bilgisiz olamasalardı da halkımız kadar arif olabilselerdi.” (). ’da Banarlı’nın zevksiz olarak nitelendirdiği sözcükler dilimizin artık vazgeçilmezi olmuşlardır. Görünen o ki dil devrimi için savaşım verenler yine Banarlı’nın söylediği gibi halkımız kadar “arif”lerdir. Devrim karşıtları ne derse desin, Osmanlıcanın bu topraklarda tutunamayacağının iletisini 1. Türk Dil Kurultayında Hüseyin Cahit de vermiştir: “Son yirmi beş sene içinde gittikçe kuvvetlenen sade lisan cereyanı bugün Arapça ve Acemce terkipleri dilimizden söküp götürmüştür denilebilir. Yakın bir zamanda, ecnebi dillere ait kaidelerin tamamen maziye karışacağından şüphe edilemez. Bunun için bir şey yapmağa da lüzum yoktur. Çünkü zaten kendiliğinden olmaktadır ve olacaktır. Cereyan o kadar kuvvetli ve tabiidir ki koca bir akademi olsa ve aksini temin için uğraşsa bile muvaffak olamaz.” (akt. Levend, ). 3. Sonuç Sözlük hazırlamak başta dil uzmanlarınca yapılması gereken bir iştir. “Lügat ” gibi sözde sözlükler haricinde diğer sözlüklerin de Türkçeye duyarlı hazırlanması gereklidir. Özdemir, sözlüklerde Arapça ve Farsçanın varlığından şöyle yakınmaktadır: “ Sözlük hazırlayanlar bunu hep yapıyorlar: Arapçadan, Farsçadan, batı dillerinden alınan sözcükleri hiç çekinmeden sözlüklerine koyarken Türk dilinin, Türkçenin yarattığı sözcükleri hep görmezden geliyorlar. Bunun da nedeni yüzyıllarca medrese ve medrese artıkları başta olmak üzere çeşitli çevrelerin baskılarıdır. Ne var ki Arapçadan, Farsçadan ve batı dillerinden dilimize giren sözcükler söylene söylene, yazıla yazıla belleklerimize yerleşirken beri tarafta bu halkın yarattığı Türkçe sözcükler öksüz çocuk gibi geride kaldı. Mademki dili halk yaratıyor, öyleyse halkın yarattığı, kullandığı Türkçe sözcüklerin, sözlüklerde bulunmasında bir sakınca yoktur.” (). Çotuksöken de Osmanlıca sözcüklerin sürekli vurgulanmasının nedenini şöyle açıklar: “Nedeni kimilerinin, Türkiye Cumhuriyeti’ni içselleştiremeyenlerin Osmanlı ve Osmanlıca merakı, eğilimi.” (). “Bunca sorun dururken dille uğraşmayı gereksiz bulanlar var mıdır, bilmiyorum. Gereksiz değildir; çünkü dildeki bozulma, hem o sorunların göstergesidir hem de dolaylı olarak nedeni. Türkçenin bu kadar kötü kullanılıyor olması, bütün işlerin kötüye gidiyor olmasından bağımsız mı? Üstüne titrediğimiz bir anadilimiz olsaydı, başkaca sahip olduklarımızın da üstüne titremez miydik?” diye soruyor Hepçilingirler (). Anadilimiz Türkçeye sahip çıkmazsak “Lügat ” ve daha nice Osmanlıca diriltmesi tasarılarla dilimiz örselenmeye çalışılacaktır. Bu tip oyunlara karşı uyanık olmalı ve sevimli görünen maskelerinin altındaki asıl tehdidi görmeliyiz. Türkçe pek çok dilci ve hatta tarihçinin hayranlık duyduğu bir dildir. ’de 32 dil bildiği için Babil Dünya Ödülü’nü alan John Vandewalle, Türkçenin ne kadar büyülü bir dil olduğunu vurgular. Yine tarihçi “Jean-Paul Roux, “Türklerin Tarihi” adlı yapıtında “Türklerin dili çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğundan ilişkide bulundukları birçok insan topluluğu tarafından benimsenmiştir.” der.”(funduszeue.info, ). Dilimiz pek çok insan topluluğu tarafından rahatlıkla benimsenebildiği halde, bu dili konuşan anadili konuşucularının Arapça, Farsça sözcükleri halka zorla benimsetmeye çalışması şaşılacak iştir. Ne ki bu işin altındaki temel neden yukarıda zaten verilmiştir. Dilci olmadıklarını kabul eden, kendi halinde bir kitap yazmaya heveslenmiş bir çiftin yalnızca bir yıl içerisinde gelmiş olduğu bu nokta şaşırtıcı ve düşündürücüdür. Arkalarında güçlü bir destek olmadan bu kadar kısa süre içinde, bu işin uzmanı bile olmayan bir çiftin, başarılı(!) olabilmesi olası değildir. Yazıyı şu soyla bitirmek istiyoruz: Biz, Ankara Üniversitesi Türkçe Eğitimi programında doktora yapan bir Türkçe öğretmeni olarak bizim gibi bir arkadaşımızın desteğiyle her gün, sosyal medyada bir öz Türkçe sözcük paylaşmaya başlasak yılın sonunda Ertuğrul çiftinin ulaştığı noktayı yakalayabilir miyiz, buna olasılık var mıdır? Kaynakça Aksoy, Ö. A. (). Özleştirme Durdurulamaz. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Aksoy, Ö.A. (). Gelişen ve Özleşen Dilimiz, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Aksoy, Ö.A. (). Dil Gerçeği, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Atalay, K. (). Alo Türkçe Neredesin?, İstanbul: bky Yayınları. Banarlı, N.S. (). Türkçenin Sırları, İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı. Çotuksöken, Y. (, Eylül). “İstikşafi” Ne Demek? Ya da Osmanlıcaya Dönüş mü?, Çağdaş Türk Dili, , Ertuğrul, B., Ertuğrul, O. (). Lügat Bazı Kelimeler Çok Güzel, İstanbul: Can Yayınları. Hacıeminoğlu, N. (). Türkçenin Karanlık Günleri, İstanbul: İrfan Yayınevi. Hepçilingirler, F. (). Türkçe “Off”, İstanbul: Everest Yayınları. Levend, A. (). Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara: Dil Derneği Yayını. Örs, Y. (, Nisan). Aydınlık Kitap Ekinde “Osmanlıca” Övgüsü, Çağdaş Türk Dili, , Özdemir, A. (, Eylül). “Müsait Namüsait”, Çağdaş Türk Dili, , Özdemir, E. (). Dil Devrimimiz, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Özdemir, E. (, Mayıs). “Türkçenin En Önemli Sorunlarından Biri Dil Kirlenmesidir”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, 27,

OSMANLI TÜRKÇESİ

0 ratings0% found this document useful (0 votes)
views50 pages

Original Title

Copyright

Available Formats

PDF, TXT or read online from Scribd

Share this document

Share or Embed Document

Did you find this document useful?

0 ratings0% found this document useful (0 votes)
views50 pages

Original Title:

1. Osmanlı Türkçesine Giriş


Doç. Dr. Zülfikar Güngör

2. Osmanlı Türkçesi Yazım Kuralları


Prof. Dr. Ali Yılmaz

Osmanlı Türkçesine
3 Arapçadan Geçen Unsurlar
Yrd. Doç. Dr. Abdülmecit İslamoğlu

4. Osmanlı Türkçesine
Farsçadan Geçen Unsurlar
Yrd. Doç. Dr. Abdülmecit İslamoğlu

5. Transkripsiyon ve Ebced Hesabı


Prof. Dr. Ali Yılmaz

6. Seçme Metinler
Prof. Dr. Mehmet Akkuş
Ünitede Ele Al›nan Konular

• Kelimeler
> İsim
> Fiil
> Harf
• Arapçada İsim Çeşitleri
> Masdar
> İsm-i Fâ‘il
> İsm-i Mef‘ûl
> Sıfat-ı Müşebbehe
> Mübalağalı İsm-i Fâ‘il
> İsm-i Tafdîl
> İsm-i Mekân
> İsm-i Zamân
> İsm-i Mensûb
> İsm-i Âlet
> İsm-i Tasgîr
• Tür Bakımından İsimler: Müzekker (Eril) - Müennes (Dişil)
• Sayı Bakımından İsimler
> Müfred (Tekil)
> Tesniye (İkil)
> Cem‘ (Çoğul)
- Kurallı Çoğul
- Kuralsız Çoğul
• Belirlilik Bakımından İsimler:
Nekre (Belirsiz) ve Marife (Belirli) İsimler
• Arapçada Tamlamalar
> İsim Tamlaması
> Sıfat Tamlaması
• Arapça Gün-Ay Adları ve İlgili Bazı Tabirler
• Arapça Sayı İsimleri ve Sıra Sayılar
• Osmanlı Türkçesinde Kullanılan
Arapça Bazı Söz Kalıpları ve Cümleler
• Arapçadan Türkçeye Geçen Kelime
ve Kelime Gruplarında Anlam Değişmesi

74
Ünite Hakk›nda

Bu ünitede Osmanlı Türkçesine Arapçadan geçen unsurlar ana


hatlarıyla anlatılmaya çalışılmıştır.

Bu çerçevede ilk olarak, Arapça kelimelerin “isim, fiil ve harf”


olmak üzere üçe kısma ayrıldığı belirtilmiş, daha sonra “isim
çeşitleri” bahsi ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Buna göre
Arapçada isim çeşitleri; “masdar, ism-i fâ‘il, ism-i mef‘ûl, sıfat-ı
müşebbehe, mübalağalı ism-i fâ‘il, ism-i tafdîl, ism-i mekân,
ism-i zamân, ism-i mensûb, ism-i âlet ve ism-i tasgîr”
şeklindedir.

Ünitede, adı geçen bu isim çeşitlerinin öncelikle tanımları/


anlamları verilmiş, daha sonra ise Osmanlı Türkçesinde en çok
kullanılan kalıpları göz önünde bulundurularak, ilgili isim
çeşitleri örnekleriyle anlatılmıştır. Ünite boyunca verilen
örnekler hem günümüz alfabesi hem de Osmanlı dönemi
alfabesiyle yazılmış, parantez içerisinde ise kelimelerin/
yapıların anlamları belirtilmiştir.

Arapçada isimler tür bakımından müzekker (eril) ve müennes


(dişil); kemiyet bakımından müfred (tekil), tesniye (ikil) ve
cem‘ (çoğul); belirlilik açısından ise marife (belirli) ve nekre
(belirsiz) olmak üzere çeşitli kısımlara ayrılır. Ünitede bunlar
hakkında da yeterli bilgiler verilmiştir.

Arapçada isim ve sıfat tamlamaları, bunlarla ilgili dikkat


edilmesi gereken önemli hususular; Arapça gün-ay adları ve
ilgili bazı tabirler; sayı isimleri ve sıra sayılar; Osmanlı
Türkçesinde kullanılan Arapça bazı kalıp ifadeler ve cümleler
ünitede ele alınan diğer konulardır.

Osmanlı Türkçesi metinlerini okuyan birisinin bilmesi gereken


önemli hususlardan birisi de Arapçadan Osmanlı Türkçesine
geçen bazı kelime ve yapılar üzerinde anlam değişikliklerinin
meydana geldiğidir. Ünitede bu husus da çeşitleri ve
örnekleriyle beraber ele alınmıştır.

75
Ö¤renme Hedefleri

Bu üniteyi tamamladığınızda;

• Arapçanın Osmanlı Türkçesi üzerindeki tesiri hakkında bilgi


sahibi olabileceksiniz.

• Osmanlı Türkçesi metinlerinde geçen Arapça isim çeşitlerini


tanıyabilecek ve kelimelere buna göre anlam
verebileceksiniz.

• Kelimelerin Arapça hangi bâbdan/kalıptan geldiğini tespit


edebileceksiniz.

• Arapçada kelimelerin müzekker ve müennes şeklinde ikiye


ayrıldığını; müennes kelimelerin hangi yönleriyle müzekker
kelimelerden ayrıldığını öğrenebileceksiniz.

• Arapçada kelimelerin sayı bakımından müfred, tesniye ve


cem‘ olmak üzere üçe; belirlilik açısından ise marife ve
nekre olmak üzere ikiye ayrıldığını, bunların alâmetlerini/
kalıplarını öğrenebileceksiniz.

• Arapça tamlama çeşitleri ve tamlamayı oluşturan unsurlar


arasında dikkat edilmesi gereken hususlar hakkında bilgi
sahibi olabileceksiniz.

• Osmanlı Türkçesi metinlerinde geçen Arapça gün-ay


adlarını; sayı isimleri ve sıra sayılarını öğrenebileceksiniz.

• Arapçadan Osmanlı Türkçesine kelime ve tamlamaların


dışında -Arapça şekil ve kurallar çerçevesinde- geçen
başlıca söz kalıpları ve cümleleri öğrenebilecek; böylece bu
tür ibarelerin geçtiği metinleri rahatlıkla okuyabilecek/
anlayabileceksiniz.

• Arapçadan Osmanlı Türkçesine geçen kelime/kelime


gruplarının bazılarında anlam daralması, bazılarında anlam
genişlemesi, bazılarında ise anlam kayması gibi
değişikliklerin olduğunu öğrenebilecek ve okuduğunuz
metinlerdeki bu tür ifadeleri, edindiğiniz bilgiler
çerçevesinde değerlendirebilecek/anlamlandırabileceksiniz.

76
Üniteyi Çal›ş›rken

• Ünitede yer alan tanımları öğrenmeye ve verilen örneklerle


konuları kavramaya çalışınız.

• Arapça kalıpları, gün-ay adlarını, sayı isimlerini ve bazı söz


kalıpları/cümleleri ezberleyiniz.

• Üniteyi okurken Arapça derslerinde öğrendiğiniz bilgileri


de göz önünde bulundurunuz. Bu derslerde öğrendiğiniz
Arapça kelime/kelime gruplarından hangilerinin Osmanlı
Türkçesi metinlerinde yer aldığı hususunu inceleyiniz.

• Kitabınızın 6. ünitesinde yer alan metinleri Osmanlı


Türkçesine Arapçadan geçen unsurları göz önünde
bulundurarak okuyunuz. Bu metinlerde yer alan Arapça
isim çeşitlerini tespit etmeye çalışınız.

• Arapça isimlerin tür, sayı ve belirlilik bakımından kaça


ayrıldığını, kitabınızın son ünitesindeki metinler üzerinde
tespit etmeye ve pekiştirmeye çalışınız.

• Üniteyi çalışırken yanınızda bir Osmanlı Türkçesi sözlüğü


bulundurunuz. Bu sözlükte bulamadığınız kelimeler için
Arapça lügatlerden de faydalanabilirsiniz.

• Ünitenin sonunda yer alan Kaynakça’daki kitaplardan


faydalanınız.

77
Osmanlı Türkçesine Arapçadan Geçen Unsurlar
Dil, insanla birlikte var olan ve insanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlayan
tabiî ve canlı bir vasıtadır. Dilin canlı bir varlık oluşu diğer tüm canlılar gibi
bir değişim ve gelişim içerisinde bulunmasını gerekli kılmaktadır. Dilde,
gerek sesle ilgili, gerekse anlama dayalı oluşan değişikliklerin başta gelen
etkenlerinden birisi, diğer dillerle olan etkileşimi; kelime alış verişidir. Dilde
meydana gelen bu değişiklikler, toplumların birbirleriyle olan ticarî, sosyal,
siyasî ve kültürel ilişkilerinin yanında, din gibi insan hayatını önemli ölçüde
etkileyen bazı unsurlarla da hız ve yoğunluk kazanmıştır. Bu açıdan
bakıldığında Türklerin İslâmiyet‟i kabulünden sonra, Arapça kelime ve
tabirlerin Türkçeye yoğun bir şekilde girmeye başladığı görülür. Bunun pek
çok nedeni vardır. Her şeyden önce, kabul edilen dinin kutsal kitabı olan
Kur‟ân-ı Kerîm‟in dili ve İslâmiyet‟in tebliğcisi olan Hz. Peygamber‟in
hadisleri Arapçadır. Bu nedenle de Türkler tarafından -özellikle belirli
dönemlerde- başta dinî ve ilmî eserler olmak üzere ağırlıklı olarak Arapçanın
tercih edildiği görülür.

Türkçeye giren Arapça unsurlar (kelime ve yapılar) sadece yazı dilinde


kalmamış halk tarafından da -dinin getirdiği yeni hayat tarzının bir gereği
olarak- benimsenmiştir. İbadet adlarından hüküm ifade eden tabirlere kadar
uzanan yelpazede Arapça kelimeler, yeni bir kültür ve medeniyete kapı
aralayan Türklerin artık gündelik hayatlarında kullandıkları, kendilerine ait
bir zenginlik unsuru olarak görülmüştür.

Arapçanın Türkçe üzerindeki etkisi sadece dinî kavramlarla da sınırlı


kalmamıştır. Kelime hazinesi ve edebî sanatlar bakımından pek çok dilden
daha zengin olan Arapça, bu yönleriyle başta Türkçe olmak üzere İslâmla
tanışan Fars ve Hint Müslümanlarının dilleri üzerinde de etkili olmuştur.

Arapçanın Türkçe üzerindeki tesirine paralel olarak meydana gelen bir başka
gelişme ise Arap alfabesinin kullanılmaya başlanmasıdır. Türkler tarafından
bin seneye yakın bir süre kullanılan bu alfabe, hem süre hem de kullanım
alanı bakımından “umûmî alfabe” olarak nitelendirilmiş, Cumhuriyet‟in
ilanından sonra ‟deki alfabe değişikliğine kadar varlığını sürdürmüştür.

Türkler, dinin etkisiyle yalnızca Arapça ve Farsçadan etkilenmemiş, diğer


pek çok dilden de kelime almışlardır. Özellikle batı dillerinden denizcilik,
ticaret ve gündelik hayatla ilgili pek çok kelimenin Osmanlı Türkçesine
geçtiği görülür. Bu durum aslında kültürler ve medeniyetler arası etkileşimin
doğal bir sonucudur. Milletler kendilerinde olmayan bir nesneyi ya da
üretemedikleri bir ürünü başkalarından alırken, bu nesne ve ürünlerle birlikte,
doğal olarak dile yeni kelime ve kavramlar da girmiştir. Hâdiseye bu açıdan
bakıldığında Osmanlının pek çok dilden faydalanarak Türkçeyi
zenginleştirdiği; Osmanlı Türkçesini bir imparatorluk dili hâline getirdiği
görülür.

Bu ünitede Osmanlı Türkçesinde yer alan Arapça unsurların başlıcaları


örnekleriyle anlatılacaktır. Ancak burada bir hususu belirtmemiz gerekir.
Osmanlı Türkçesi, Türkçe esas olmak üzere Arapça ve Farsça pek çok kelime
ve tabiri içinde barındıran Türk dilinin tarihî süreç içerisindeki bir dönemini
ifade etmektedir. Dilde yoğun bir şekilde yer alan Arapça-Farsça kelime ve
söz kalıpları, bazılarınca “Osmanlıca” tabir edilen Osmanlı Türkçesinin,
Türkçe, Arapça ve Farsçanın karışımından oluşmuş yapay bir dil olduğu
sonucuna götürmemelidir. Zira dilde yer alan Arapça ve Farsça bu unsurlar,
belirli bir ölçü ve şekil çerçevesinde kendisine yer bulabilmektedir. Bu
itibarla başta bu iki dil olmak üzere diğer dillerden Osmanlı Türkçesine

78
geçen unsurların tamamını dilin “söz varlığı” içerisinde bir zenginlik olarak
değerlendirmek uygun olacaktır. Nitekim Nihad Sâmî Banarlı “Bir milletin
ataları, asırlarca o kelimelerle duymuş, onlarla düşünmüş; birbirlerini ve
evlatlarını o kelimelerle sevmiş; bu kelimeleri tamâmıyle millî bir sanatla
işleyip güzelleştirmiş ve kendi millî mûsıkîsiyle seslendirmişse…” şeklinde
nitelendirdiği bu kelimeleri “Asırlarca Türkün malı olmuş, Türk sesiyle ve
Türk sanatıyla işlenmiş; ev, aile, köy Türkçesine, aşk ve îmân Türkçesine
girmiş; Türkün heyecanına işlenip vicdanına yerleşmiş” kelimeler olarak
tanımlamıştır. (Banarlı, , 15, )

Kelimeler
Osmanlı Türkçesine geçmiş Arapça unsurların başında kelimeler gelir.
Arapçada kelimeler
1. İsim
2. Fiil
3. Harf
olmak üzere üç kısma ayrılır. Osmanlı Türkçesinde her tür Arapça kelimeye
yer verildiği görülür. Tekil, ikil ve çoğul isimler, sıfatlar, bazı edatlar,
özellikle masdarlar sıkça karşılaşılan unsurlardır. Çekim hâlinde bulunan
fiiller genelde kullanılmamakla beraber dua cümleciklerinde, ara cümle diye
tabir edilen bazı ifadelerde veya tümüyle Arapça yazılan ibarelerde bu tür
fiillere de rastlanır. Ancak burada bizi özellikle ilgilendiren kısmın isimler
olduğu ifade edilmelidir. Zira Arapçadan Osmanlı Türkçesine genellikle isim
ve sıfatlar geçmiştir. Bununla birlikte bu kısımda fiil ve harfler hakkında da
özet bilgiler verilecektir.

Kelime çeşitlerine geçmeden önce Arap dilinin kendine has bazı


özelliklerinden bahsetmek yerinde olacaktır. Her şeyden önce Arapça
Türkçeden farklı olarak tasrifli/çekimli bir dildir. Çekimli dillerde bir kökten
yeni kelimeler türetilirken başa veya sona ekler getirilmez. Değişim
kelimenin başına, ortasına veya sonuna sesler getirmek suretiyle gerçekleşir.
Böylece kök, farklı şekillere girerek değişir; dolayısıyla yeni manalar
kazanır; belli harflerin ilavesiyle yeni kelimeler elde edilmiş olur.

Arapçada kelime kökleri en az üç harften oluşmaktadır. Bunlara “aslî harfler”


denilir. Yeni kelimeler türetilirken bu aslî harflere ilave edilenlere ise “zâid
harfler” denilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, yeni kelimeler
yapılırken aslî harflerin değişmediği; değişimin köke gelen ziyade harflerle
sağlandığıdır. Buna “bilmek” anlamına gelen ve ‫ ـ‬- ‫ ع – ؿ‬aslî harflerinden
oluşan ‫ علم‬maddesi misal olarak verilebilir. Bu kökten türeyen ve Türkçede
de kullanılan bazı kelimeler şu şekildedir: âlim: ‫( عالِم‬bilgin), mu„allim: ‫معلِّم‬
(ta„lîm eden, öğreten), allâme: ‫( عالّمو‬çok bilgili), ma„lûm: ‫( معلوـ‬bilinen),
ta„lîm: ‫( تعليم‬öğretme, öğretim), i„lâm: ‫( إعالـ‬bildirme), isti„lâm: ‫( استعالـ‬bilgi
isteme).

İsim
İsim, zamana bağlı olmadan kendi başına bir anlamı olan kelimedir.
Arapçada isimler köklerine göre câmid (‫ )الجامد‬ve müştak (‫ق‬
ّ ‫ )المشت‬olmak
üzere ikiye ayrılır:

Bir varlığa isim olarak verilen ve hiçbir kelimeden türememiş olan isimlere
“câmid isim/asıl isim” denilir. Osmanlı Türkçesi metinlerinde yer alan câmid
isimleri doğru olarak okuyabilmek, bu kelimelerin telaffuzunu daha önceden

79
duymuş olmakla mümkündür. Semâî olan/başkalarından işitilerek öğrenilen
bu tür kelimelerin doğru okunuşları için sözlüklerden yararlanılmalıdır.

Cins isimler, özel isimler ve sayı isimleri câmid isimlerdir:


Nehir: ‫نهر‬, bahr: ‫( بحر‬deniz), dâr: ‫( دار‬ev), felek: ‫( فلك‬gökyüzü; âlem, dünya;
talih, kader), dirhem: ‫درىم‬, şehr: ‫شهر‬, berzah: ‫برزخ‬, kamer: ‫( قمر‬ay), bülbül:
‫بلبل‬, bâb: ‫( باب‬kapı; bölüm), kalem: ‫قلم‬, ins: ‫إنس‬, ırz: ‫عرض‬, Ömer: ‫عمر‬,
Zeyneb: ‫زينب‬, Dımaşk: ‫دمشق‬, vâhid: ‫( كاحد‬bir), tâsi„: ‫( تاسع‬dokuzuncu), hamse:
‫( خمسة‬beş).

Bir fiilden veya bir isimden türemiş olan isimlere ise “müştak isim/türemiş
isim” denilir:
Kâtib: ‫كاتب‬, mu„allim: ‫معلِّم‬, müstahdem: ‫مستخ َدـ‬, sefîl: ‫سفيل‬, cesûr: ‫جسور‬,
müsrif: ‫( مس ِرؼ‬israf eden), tezevvüc: ‫تزكج‬
ّ (evlenme), isrâf: ‫إسراؼ‬, tasdîk:
‫( تصديق‬doğrulama, onaylama), temâyül: ‫( تمايل‬meyletme, eğilme).

On kısımdan oluşan müştak isimlerin sekizi fiilden, ikisi ise isimden


ِ ‫اسم‬, ism-i
türetilmiştir. Fiilden türetilen müştak isimler: İsm-i fâ„il: ‫الفاعل‬
mef„ûl: ‫اسم المفعوؿ‬, sıfat-ı müşebbehe: ‫الصفة المشبّهة‬ّ , mübalağalı ism-i fâ„il:
ِ ‫مبالغة اسم ال‬, ism-i tafdîl: ‫اسم التفضيل‬, ism-i mekân: ‫اسم المكاف‬, ism-i zaman:
‫فاعل‬ ّ
‫الزماف‬
ّ ‫ اسم‬ve ism-i âlet: ‫‟اسم اآللة‬tir. İsimden türetilen müştak isimler ise: İsm-i
mensûb: ‫ اسم المنسوب‬ve ism-i tasgîr: ‫‟اسم التّصغير‬dir.

Müştak isimler, ünitemizin “Arapçada İsim Çeşitleri” başlığı altında ayrıntılı


olarak ele alınacaktır.

Fiil
Fiil, bir iş veya oluş bildiren kelimedir. Arapçada fiiller biçim bakımından;
1. Mücerred (Yalın) fiiller
2. Mezîd (Artırılmış) fiiller olmak üzere iki grupta ele alınır.

Mücerred (Yalın) fiiller, bütün harfleri aslî olan fiillerdir. Bunlar genellikle
üç harften oluşmaktadır. Bu çeşit fiillere “sülâsî mücerred: ‫المجرد‬ّ ‫”الثّالثي‬
ّ
denilir. Dört harften oluşanlarına ise “rubâî mücerred: ‫المجرد‬ ‫باعي‬
ّ ّ ‫الر‬ّ ” adı
verilir. Üç harften oluşan mücerred fiillerin altı kalıbı vardır. Ancak burada
amacımız Arapça öğretmek olmadığı için bunlar üzerinde durmayacağız. Bu
konudaki eksikliklerin Arapça kitaplarına müracaat edilerek giderilmesi
gerekmektedir.
Dört harften oluşan mücerred fiilerin ise sadece bir kalıbı vardır: Fa„lele: ‫فعللة‬
.Mezîd (Artırılmış) fiiller ise mücerred fiillere bir ya da daha fazla harf ilave
edilerek elde edilir. Eklenen her harf, fiili anlam bakımından zenginleştirir.
Mezîd fiiller sülâsî mezîd ve rubâî mezîd olmak üzere ikiye ayrılır:

1. Sülâsî mezîd fiiller: Aslî harfler üzerine bir, iki ya da üç harf eklemek
suretiyle elde edilen fiillerdir. Üç ana gruba ayrılır:
a. Bir Harfle Artırılmış Fiiller (Rubâî: ‫الرباعي‬
ّ )
ّ
Bir harf ilave edilerek meydana gelen sülâsî mezîd fiillerin üç bâbı
vardır:

80
İf„âl (‫)إفعاؿ‬, Tef„îl (‫)تفعيل‬, Mufâ„ale (‫)مفاعلة‬.
b. İki Harfle Artırılmış Fiiller (Humâsî: ‫الخماسي‬
ّ )
İki harf ilave edilerek meydana gelen sülâsî mezîd fiiller beş bâbdan
gelir:
İnfi„âl (‫)انفعاؿ‬, İfti„âl (‫)افتعاؿ‬, İf„ilâl (‫)افعالؿ‬, Tefe„„ul (‫تفعل‬
ّ ), Tefâ„ul
(‫)تفاعل‬.
c. Üç Harfle Artırılmış Fiiller (Südâsî: ‫داسي‬
ّ ‫الس‬ّ )
Üç harf ilave edilerek meydana gelen sülâsî mezîd fiillerin ise dört
bâbı vardır:
İstif„âl (‫)استفعاؿ‬, İf„îlâl (‫)افعيالؿ‬, İf„î„âl (‫)افعيعاؿ‬, İf„ivvâl (‫افعواؿ‬
ّ ).
2. Rubâî Mezîd Fiiller: Aslî harfler üzerine bir ya da iki harf eklemek
suretiyle yapılır. İki gruba ayrılır:
a. Bir harf eklenerek elde edilen rubâî mezîdler (‫)الخماسي‬
ّ
Bir bâbı vardır: Tefe„lül ( ‫)تفعلل‬.
İki harf eklenerek elde edilen rubâî mezîdler (‫السداسي‬
ّ )
b.
ّ
İki bâbı vardır: İf„illâl (‫)افعالّؿ‬, İf„inlâl (‫)افعنالؿ‬.

Harf
Harf, yalnız başına bir anlam ifade etmeyen, isim ve fiillerle birlikte
bulunduğunda bir anlam ifade eden lafızdır:

Fî: ‫( في‬-de, -da, içinde), bi: ‫( ب‬ile), alâ: ‫( على‬üzerine); vâv, tâ ve bâ (yemin
ّ ‫ إ‬-‫ ;غير‬yâ, vâ (nidâ harfleri): ‫ ; كا – يا‬ve,
harfleri); illâ, gayr (istisnâ harfleri): ‫لا‬
lâkin (atıf harfleri): ‫ ك‬- ‫ لكن‬vb.

Arapçada İsim Çeşitleri

Masdar
Masdarlar, hareket isimleridir; yani bir kılış, bir durum veya oluşun adıdır.
Türkçede “-mak, -mek, -ma, -me, -ış, -iş, -uş, -üş” ekleriyle yapılan
masdarlara, “fiil isim” denilmektedir.

Arapçada mücerred sülâsî fiillerin masdar kalıpları kurallı değildir; işitilerek


ya da lügatlara bakılarak öğrenilebilir. Bu nedenle bunlara “semâî masdarlar”
da denilir. Arapçadan Osmanlı Türkçesine bu türde pek çok masdar
geçmiştir:

Cereyân: ‫جرياف‬, cinâyet: ‫جنايت‬, da„vet: ‫دعوت‬, emr: ‫أمر‬, fazîlet: ‫فضيلت‬, ferah:
‫فرح‬, fikr: ‫فكر‬, gaybûbet: ‫( غيبوبت‬kaybolma, göz önünde olmayış), gurbet:
‫غربت‬, hezeyân: ‫( ىذياف‬sayıklama, saçma sapan konuşma), hıfz: ‫حفظ‬, hükm:
‫حكم‬, irfân: ‫عرفاف‬, isyân: ‫عصياف‬, kabûl: ‫قبوؿ‬, kıdem: ‫قدـ‬, kitâbet: ‫( كتابت‬yazı
yazma, kâtiplik), kusûr: ‫قصور‬, medh: ‫مدح‬, nisyân: ‫( نسياف‬unutma), sa„âdet:
‫سعادت‬, sefer: ‫سفر‬, selâmet: ‫سالمت‬, seyâhat: ‫سياحت‬, sıdk: ‫( صدؽ‬doğruluk), şi„r:
‫شعر‬, şirket: ‫شركت‬, sohbet: ‫صحبت‬, sulh: ‫صلح‬, sultân: ‫سلطاف‬, sükût: ‫سكوت‬, şükr:

81
‫شكر‬, şükrân: ‫شكراف‬, taleb: ‫طلب‬, vakâr: ‫كقار‬, vicdân: ‫كجداف‬, vukû„: ‫كقوع‬, vusûl:
‫( كصوؿ‬ulaşma), vücûd: ‫كجود‬, zarar: ‫ضرر‬.

Dört harften oluşan mücerred masdarların ise “Fiil” bahsinde de değinildiği


üzere sadece bir kalıbı vardır. Fa„lele: ‫ فعللة‬kalıbındaki bu tür masdarlar için
şu örnekler verilebilir: an„ane: ‫عنعنو‬, cerbeze: ‫( جربزه‬güzel konuşma;
beceriklilik; kurnazlık), felsefe: ‫فلسفو‬, fezleke: ‫فذلكو‬, şa„şa„a: ‫شعشعو‬
(gösteriş), tantana: ‫طنطنو‬, terceme: ‫ترجمو‬, vesvese: ‫كسوسو‬, zelzele: ‫زلزلو‬.

Osmanlı Türkçesi metinlerinde bazı cümlelerin “fa„lele: ‫ ”فعللة‬vezninde


kısaltılmış şekilleri de bulunmaktadır. Arap dilinde “Naht” adı verilen bu
olguya dâir dilimize geçen kısaltmalardan bazıları şunlardır:

Besmele: ‫( بسملو‬Bismi‟llâhi‟r-Rahmâni‟r-Rahîm: Rahmân ve Rahîm olan


Allah‟ın adıyla.)

Hamdele: ‫( حمدلو‬el-Hamdü li‟llâh: Hamd Allah‟a mahsustur.)

Havleka: ‫( حولقو‬Lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ bi‟llâh: Güç ve kuvvet ancak


Allah‟a mahsustur.)

Heylele: ‫( ىيللو‬Lâ-ilâhe illa‟llâh: Allah‟tan başka ilâh yoktur.)

Salvele: ‫( صلولو‬Salla‟llâhu aleyhi ve sellem: Salât ve selâm Hz. Peygamber‟in


üzerine olsun.)

Arapçada aslî harflerden müteşekkil olan kelimelere, belirli kâidelere göre


harf ilave edilerek meydana getirilen masdarlara ise “mezîdün fîh” denilir.
Bu tür masdarların Osmanlı Türkçesiyle yazılmış metinleri okuyup anlamada
ayrı bir yeri ve önemi vardır. Zira mücerred masdarlar, belirli bir kuralı
olmayıp ancak başkalarından duyularak öğrenilebilirken, mezîdün fîh
masdarlar belirli kural ve kalıplar çerçevesinde meydana gelmektedir.
Kalıplar anlamla doğrudan ilişkili olduğundan, bu yapıların bilinmesi,
türetilen kelimelerin doğru/anlamlı okunması hususunda büyük katkı
sağlayacaktır.

Mezîdün fîh masdarlardan Osmanlı Türkçesinde en çok kullanılanları şu


şekildedir:

a. İf„âl (‫)إفعاؿ‬ → İbtâl: ‫إبطاؿ‬, icbâr: ‫( إجبار‬zorlama), idrâk: ‫( إدراؾ‬anlayış,


akıl erdirme), ihbâr: ‫( إخبار‬haber verme, bildirme), ihlâs: ‫إخالص‬, ihmâl:
‫إىماؿ‬, ikmâl: ‫( إكماؿ‬tamamlama), ikrâm: ‫إكراـ‬, imsâk: ‫إمساؾ‬, in„am: ‫إنعاـ‬
(nimet verme), insâf: ‫إنصاؼ‬, inzâl: ‫( إنزاؿ‬indirme, indirilme), irsâl: ‫إرساؿ‬
(gönderme), irşâd: ‫( إرشاد‬doğru yolu gösterme).
b. Tef„îl (‫)تفعيل‬ → Ta„dîl: ‫تعديل‬, ta„lîm: ‫تعليم‬, tanzîm: ‫تنظيم‬, tasdîk: ‫تصديق‬,
ta„zîm: ‫( تعظيم‬büyükleme), tedrîs: ‫( تدريس‬ders verme, okutma), tekfîn:

82
‫( تكفين‬kefenleme), tekmîl: ‫( تكميل‬kemâle erdirme, tamamlama), tertîb:
‫ترتيب‬, tesbît: ‫تثبيت‬, teslîm: ‫تسليم‬, teşbîh: ‫تشبيو‬, teşkîl: ‫تشكيل‬, teşrîf: ‫تشريف‬
(şereflendirme, şeref verme), teşvîk: ‫تشويق‬.
c. Müfâ„ale (‫)مفاعلة‬ → Mu„âmele: ‫معاملو‬, muhâbere: ‫مخابره‬, muhâkeme:
‫محاكمو‬, mukâbele: ‫مقابلو‬, mücâdele: ‫مجادلو‬, müdâhale: ‫مداخلو‬, mükâleme:
‫( مكالمو‬konuşma), mükâtebe: ‫( مكاتبو‬yazışma), münâkaşa: ‫مناقشو‬,
münâzara: ‫مناظره‬, müsâbaka: ‫مسابقو‬, müsâmaha: ‫مسامحو‬, müşâhede:
‫مشاىده‬, müşâvere: ‫مشاكره‬.
d. İnfi„âl (‫)انفعاؿ‬ → İncizâb: ‫( انجذاب‬çekme, çekilme), infi„âl: ‫انفعاؿ‬,
infirâd: ‫( انفراد‬yalnız olma), infisâh: ‫( انفساخ‬bozulma), inkılâb: ‫انقالب‬,
inkıtâ„: ‫( انقطاع‬kesilme), inkisâr: ‫( انكسار‬kırılma), inkişâf: ‫انكشاؼ‬,
insicâm: ‫انسجاـ‬.
e. İfti„âl (‫)افتعاؿ‬ → İctihâd: ‫اجتهاد‬, ictimâ„: ‫اجتماع‬, iftirâk: ‫( افتراؽ‬ayrılma,
dağılma), ihtidâ: ‫( اىتداء‬doğru yola girme, İslâm dinini kabul etme),
ihtimâl: ‫احتماؿ‬, ihtiyâr: ‫اختيار‬, iktidâr: ‫اقتدار‬, iktisâb: ‫( اكتساب‬kazanma,
edinme), intikâl: ‫انتقاؿ‬, intişâr: ‫انتشار‬, intizâr: ‫( انتظار‬bekleme, gözleme),
i„tikâd: ‫اعتقاد‬, i„tinâ: ‫اعتناء‬, iştiyâk: ‫( اشتياؽ‬şevklenme, özleme).
f. İf„ilâl (‫)افعالؿ‬ → İğbirâr: ‫( اغبرار‬tozlanma; kırılma, gücenme), ihmirâr:
‫( احمرار‬kızarma, kızıllık), isvidâd: ‫( اسوداد‬kararma, kara olma). [Osmanlı
Türkçesindeki kullanım alanı çok dardır.]
g. Tefa„„ul (‫تفعل‬
ّ ) → Ta„allüm: ‫( تعلّم‬öğrenme), tahakkuk: ‫تح ّقق‬, tahammül:
‫تحمل‬
ّ , takaddüm: ‫( تق ّدـ‬önce gelme, ileride bulunma), tarassud: ‫ترصد‬
ّ
(gözleme, bekleme), tasarruf: ‫تصرؼ‬
ّ , teceddüd: ‫( تج ّدد‬yenilenme),
tefehhüm: ‫تفهم‬
ّ (yavaş yavaş anlama, farkına varma), tekebbür: ‫( تكبّر‬kibir
gösterme, büyüklenme), tekemmül: ‫تكمل‬ّ (kemâl bulma, olgunlaşma),
tenezzül: ‫تنزؿ‬
ّ , teşekkül: ‫تش ّكل‬.
h. Tefâ„ul (‫)تفاعل‬ → Te„âvün: ‫( تعاكف‬yardımlaşma), tecâhül: ‫تجاىل‬
(bilmezlikten gelme), tefâhur: ‫( تفاخر‬övünme), tekâmül: ‫( تكامل‬kemâl
bulma, olgunlaşma), temâyül: ‫( تمايل‬meyletme, eğilme), tenâkuz: ‫تناقض‬
(çelişki), tenâzur: ‫( تناظر‬birbirine bakma), tevâfuk: ‫( توافق‬uyma, uygun
gelme), tevârüs: ‫( توارث‬bir kimseden miras kalma), tezâhür: ‫تظاىر‬.
i. İstif„âl (‫)استفعاؿ‬ → İsti„câl: ‫( استعجاؿ‬acele etme), isticvâb: ‫استجواب‬
(sorgu, sorguya çekme), istifsâr: ‫( استفسار‬bir şeyin açıklanmasını isteme,
anlamaya çalışma, sorma), istiğfâr: ‫( استغفار‬Allah‟tan günahın
bağışlanmasını isteme), istihlâk: ‫( استهالؾ‬tüketme), istihrâc: ‫استخراج‬
(çıkarma), istihsân: ‫( استحساف‬beğenme, güzel bulma), istihzâ: ‫استهزاء‬

83
(alay etme), istikbâl: ‫استقباؿ‬, istikrâr: ‫استقرار‬, istintâk: ‫( استنطاؽ‬sorgu,
sorguya çekme), istiskâl: ‫( استثقاؿ‬soğuk davranışlarla hoşlanmadığını
belli etme).

İsm-i Fâ„il
Osmanlı Türkçesi metinlerinde en çok kullanılan kalıplardan birisi de ism-i
fâ„ildir. İsm-i fâ„il, fiilin ifade ettiği iş ve hareketi yapanı gösteren, fiilden
türemiş bir kelimedir. Türkçedeki karşılığı “etken sıfat-fiil”dir. Sülâsî
ِ vezninde gelir: „âdil: ‫عادؿ‬
mücerred fiillerin ism-i fâ„ili, fâ„il: ‫فاعل‬ ِ , „âkil: ‫عاقِل‬
, „âlim: ‫عالِم‬, „ârif: ‫عا ِرؼ‬, bâyi„: ِ , gâib: ‫غائِب‬, Hâlık: ‫خالِق‬, kâmil:
‫بائِع‬, câhil: ‫جاىل‬
ِ , kâtib: ‫كاتِب‬, kâtil: ‫قاتِل‬, mâ‟il: ‫مائِل‬, nâzır: ‫ناظر‬
‫كامل‬ ِ , tâlib: ‫طالِب‬, şâkir: ‫شاكِر‬,
ِ , zâyi„: ‫ضائِع‬.
zâhir: ‫ظاىر‬

‫ مفعلِل‬veznindedir: mütercim:
Rubâî mücerredlerin ism-i fâ„ili ise müfa„lil:
ِ , müzelzil: ‫مزل ِزؿ‬.
ِ , müvesvis: ‫موس ِوس‬, müzebzib: ‫مذبذب‬
‫مترجم‬

Rubâî mezîdlerden tefe„lül (‫ )تفعلل‬kalıbında olanların ism-i failleri mütefa„lil:


‫ متفعلِل‬şeklinde gelir: mütebasbıs: ‫متبصبِص‬, mütemerkiz: ‫متمركِز‬, müteselsil:
ِ
‫متسلسل‬ ِ , mütezelzil: ‫متزل ِزؿ‬.
, mütezebzib: ‫متذبذب‬

Sülâsî mezîd fiillerin ism-i fâ„illeri ise -bâblara göre- Osmanlı Türkçesine
geçmiş örnekleriyle birlikte aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:

İsm-i Fâ„il
Bâb Vezin Örnekler
İf„âl Müf„il ِ (acze düşüren), muhbir: ‫( مخبِر‬haber
mu„ciz: ‫معجز‬
ِ
(‫)مفعل‬
(‫)إفعاؿ‬ ِ (ihsân eden, iyilikte
veren, haberci), muhsin: ‫محسن‬
bulunan), muslih: ‫( مصلِح‬ıslah eden, düzelten),
müdrik: ‫( مد ِرؾ‬idrâk eden, anlayan), müfrit: ‫مف ِرط‬
(ifrat eden, aşırı), mükrim: ‫( مك ِرـ‬ikram eden),
ِ (inkâr eden), müslim: ‫مسلِم‬, müsrif:
münkir: ‫منكر‬
‫مس ِرؼ‬.
Tef„îl Müfa„„il mu„allim: ‫معلِّم‬, muharrir: ‫محرر‬
ِّ (yazı yazan, yazar),
(‫)تفعيل‬ (‫)مفعل‬
ِّ
ِّ (tasvir, resim yapan), mübelliğ: ‫مبلِّغ‬
musavvir: ‫مصور‬
(tebliğ eden, bildiren), müceddid: ‫( مجدِّد‬tecdîd eden,
yenileyici), müderris: ‫مدرس‬
ِّ , müfessir:‫مفسر‬
ِّ (tefsîr
eden, açıklayan), müneccim: ‫منجم‬
ِّ (yıldızların durum
ve hareketlerinden anlam çıkaran kimse, yıldız
falcısı), mürettib: ‫( مرتِّب‬düzenleyen, sıraya koyan;
dizgici), müsekkin: ِّ (teskin edici, yatıştırıcı).
‫مسكن‬

84
Müfâ„al Müfâ„il mu„âvin: ‫معا ِكف‬, muhâfız: ‫محافِظ‬, muhârib: ‫مخا ِرب‬
e ِ
(‫)مفاعل‬ ِ
(savaşan, savaşçı), muhâsım: ‫مخاصم‬ (birbirine
(‫)مفاعلة‬
ِ ,
düşman olanlardan her biri), mücâhid: ‫مجاىد‬
mücâvir: ‫( مجا ِكر‬komşu), müdâvim: ‫مدا ِكـ‬, münâfık:
‫منافِق‬, münâsib: ‫مناسب‬ ِ .
ِ , müsâ„id: ‫مساعد‬
İnfi„âl Münfa„il mündemic: ‫مندمج‬ِ (bir şeyin içinde var olan,
(‫)انفعاؿ‬ ِ
(‫)منفعل‬
bulunan), münderic: ‫( مندرِج‬içinde bulunan, bir şeyin
ِ (bozulan,
‫منفسخ‬
içinde yer almış), münfesih:
bozulmuş, dağılmış), münharif: ‫( منح ِرؼ‬sapan, doğru
ِ
gitmeyen), münhasır: ‫منحصر‬ (mahsus, sınırlanmış,
sınırlı), münhezim: ‫( منه ِزـ‬bozguna uğrayan,
uğramış), münkalib: ‫( منقلِب‬değişmiş, dönüşmüş
olan), münkarız: ‫( منق ِرض‬biten, arkası gelmeyen),
ِ (kısım kısım bölünen, bölünmüş).
münkasım: ‫منقسم‬
İfti„âl Müfta„il muhtelif: ‫( مختلِف‬çeşitli, türlü), muhtelit: ‫مختلِط‬
(‫)افتعاؿ‬ ِ
(‫)مفتعل‬
(karma, karışık), muhterik: ‫( مخت ِرؽ‬tutuşup yanan,
ِ , muktesid: ‫مقتصد‬
yanmış), muktedir: ‫مقتدر‬ ِ (tutumlu),
ِ , müctehid: ‫( مجت ِهد‬ictihâd eden),
mu„tedil: ‫معتدؿ‬
ِ (toplanan, toplanmış), münteşir:
müctemi„: ‫مجتمع‬
ِ (yaygın, yayılmış), mürteci„: ‫تجع‬
‫منتشر‬ ِ ‫( مر‬geriye
dönen, gerici).
İf„ilâl Müf„al muğber: ‫مغبر‬
ّ (tozlu, tozlanmış; gücenmiş, küskün),
(‫)افعالؿ‬ (‫)مفع ّل‬
َ mu„vec: ‫معوج‬
ّ (dalgalı, dolambaçlı).
Tefa„„ul Mütefa„„il mütebessim: ‫متبسم‬
ِّ (gülümseyen), müte‟essif: ‫متأسف‬
ِّ
(‫)تفعل‬
ّ (‫)متفعل‬
ِّ ِّ (tefekkür eden,
(üzülen), mütefekkir: ‫متفكر‬
düşünür), mütegayyir: ‫( متغيِّر‬değişen, başkalaşan),
müteharrik: ‫متحرؾ‬
ِّ (hareket eden, hareketli),
mütehassıs: ‫متخصص‬
ِّ (uzman), mütereddid: ‫متردِّد‬
(tereddüt eden, kararsız), müteşebbis: ‫متشبِّث‬
(teşebbüs eden, bir işe girişen), müteveccih: ‫متوجو‬
ِّ
ِّ
(bir tarafa dönen, yönelen), müteyakkız: ‫متيقظ‬
(uyanık, tetikte).
Tefâ„ul Mütefâ„il ِ (uzaklaşan, birbirinden uzak
mütebâ„id: ‫متباعد‬
(‫)تفاعل‬ ِ
(‫)متفاعل‬
bulunan), mütecânis: ‫( متجانِس‬bir cinsten olan),
mütehâlif: ‫( متخالِف‬birbirine uymayan), mütekâbil:
‫( متقابِل‬biri ötekinin karşısında olan, karşılıklı),
ِ (emekliye ayrılmış, emekli),
mütekâ„id: ‫متقاعد‬

85
mütekârib: ‫( متقا ِرب‬yakın, yaklaşan), mütekâsil:
ِ
‫متكاسل‬ (üşenen, tembelce davranan), mütenâsib:
ِ
‫( متناسب‬uygun), mütenâvil: ‫( متنا ِكؿ‬alıp yiyen),
ِ
mütesâdif: ‫متصادؼ‬ (tesadüf eden, rast gelen).
İstif„âl Müstef„il ِ
müsta„cil: ‫مستعجل‬ ِ
(acele eden), müstağfir: ‫مستغفر‬
(‫)استفعاؿ‬ ِ
(‫)مستفعل‬ (Allah‟tan günahlarının bağışlanmasını dileyen),
müstahric: ‫( مستخرِج‬istihrâc eden, çıkaran),
müstakil: ‫ل‬ ِ
ّ ‫( مستق‬bağımsız, kendi başına), müstantık:
ِ
‫مستنطق‬ (söyletmek isteyen, sorgu hâkimi),
müstehlik: ‫( مستهلِك‬tüketici), müstehzî: ‫مستهزم‬
ِ
(alaycı), müstenkif: ‫مستنكف‬ (kabul etmeyen, geri
ِ
duran, çekimser), müstensih: ‫مستنسخ‬ (istinsah eden,
kitap vb. eserleri yazarak kopya eden kimse),
müsteşrik: ‫( مستش ِرؽ‬doğu bilimci, şarkiyatçı).

İsm-i Mef„ûl
İsm-i mef „ûl, fiilin ifade ettiği iş ve hareketten etkilenen kimse ya da nesneyi
gösteren “edilgen sıfat-fiil”dir. Sülâsî mücerred fiillerin ism-i mef„ûlleri,
mef„ûl: ‫ مفعوؿ‬veznindedir: Ma„bûd: ‫( معبود‬kendisine ibadet olunan), ma„dûd:
‫( معدكد‬sayılı, sayılmış; belli), mahkûm: ‫محكوـ‬, mansûr: ‫( منصور‬Allah‟ın
yardımıyla gâlib, üstün gelmiş), ma„rûf: ‫( معركؼ‬herkesçe bilinen, tanınmış,
belli), ma„sûm: ‫( معصوـ‬günahsız, suçsuz, kabahatsiz), matlûb: ‫مطلوب‬
(istenilen, aranılan şey), meb„ûs: ‫( مبعوث‬gönderilen; öldükten sonra diriltilmiş
olan; milletvekili), mechûl: ‫مجهوؿ‬, medyûn: ‫( مديوف‬borçlu), mektûb: ‫مكتوب‬
(yazılmış, mektup), mesrûr: ‫مسركر‬, meşhûr: ‫مشهور‬, mevcûd: ‫موجود‬, mev„ûd:
‫( موعود‬va„d edilmiş, söz verilmiş), mevzûn: ‫( موزكف‬ölçülü; biçimli, düzgün),
mezkûr: ‫( مذكور‬zikrolunmuş, adı geçmiş, anılmış).

Rubâî mücerredlerin ism-i mef„ûlü müfa„lel: ‫ مفعلَل‬vezninde gelir: mutantan:


‫(مطنطَن‬tantanalı, şatafatlı, gösterişli), muşa„şa„: ‫شع‬َ ‫( مشع‬ışıldayan, ışık saçan;
çakırkeyf), müdebdeb: ‫( مدب َدب‬debdebeli, gösterişli), müselsel: ‫مسلسل‬
َ
(teselsül eden, zincirleme, ardı ardına), mütercem: ‫مترجم‬
َ (tercüme olunmuş),
müzebzeb: ‫( مذب َذب‬bir şeye karar veremeyen; çok karışık).

Sülâsî mezîd fiillerin ism-i mef„ûlleri ise -bâblara göre- Osmanlı Türkçesinde
kullanılan bazı örnekleriyle birlikte şu şekildedir:

86
İsm-i Mef„ûl
Bâb Vezin Örnekler
İf„âl Müf„al muhrec: ‫مخرج‬
َ (ihrâc olunmuş, dışarı çıkarılmış),
(‫)إفعاؿ‬ (‫)مفعل‬
َ ‫مبرـ‬
mübrem:َ (kaçınılmaz, vazgeçilmez), mücmel:
‫مجمل‬
َ (kısa ve özlü), mükrem: ‫مكرـ‬
َ (ikrâm olunmuş,
ağırlanmış), münker: ‫كر‬
َ ‫( من‬inkâr edilen, kabul ve
tasdik edilmeyen), müsbet: ‫( مثبَت‬tesbit edilmiş,
olumlu, pozitif), müsned: ‫( مسنَد‬isnâd edilmiş,
nisbet edilmiş), müşâr: ‫( مشار‬işaret olunan, işaretle
gösterilen).
Tef„îl Müfa„„al َّ (azab içinde bulunan), mukaddem:
mu„azzeb: ‫معذب‬
(‫)تفعيل‬ (‫)مفعل‬
َّ
‫( مقدَّـ‬takdim edilen; önde olan, önce gelen),
mukadder: ‫( مقدَّر‬takdîr olunmuş, yazgıda var olan),
muvazzaf: ‫( موظَّف‬bir görev ve hizmetle yükümlü
olan), mü‟eddeb: ‫( مؤدَّب‬te‟dîb edilmiş, edepli),
mü‟ekked: ‫( مؤَّكد‬te‟kîd edilmiş, sağlamlaştırılmış),
mü‟esses: ‫مؤسس‬
َّ (tesis edilmiş, kurulmuş), müreffeh:
‫( مرفَّح‬rahata, bolluğa kavuşturulmuş), mürekkeb:
‫( مرَّكب‬terkîb edilmiş, iki veya daha çok şeyin
karışmasından meydana gelen, birleşik), müsellem:
‫( مسلَّم‬teslîm edilmiş; doğruluğu, gerçekliği herkesçe
kabul edilmiş olan).
Müfâ„ale Müfâ„al mu‟âhez: ‫خذ‬
َ ‫( مؤا‬muâhaze olunan, tenkîd edilen),
(‫)مفاعلة‬ (‫)مفاعل‬
َ mu„âteb: ‫( معاتَب‬azarlanan), muhâtab: ‫( مخاطَب‬hitâb
olunan, kendisine söz söylenilen), muzâ„af: ‫مضاعف‬
َ
(iki kat, kat kat, katmerli), mübârek: ‫مبارؾ‬
َ (bereketli,
hayırlı, kutlu), müşâhed: ‫مشاىد‬
َ (görülmüş, görülen).
İfti„âl Müfta„al muhtasar: ‫مختصر‬
َ (kısaltılmış, kısa), murtazâ: ‫مرتضى‬
(‫)افتعاؿ‬ (‫)مفتعل‬
َ (razı olunmuş, memnun olunmuş), muztar: ‫مضطَّر‬
(çaresiz kalmış, zorunda kalmış), mükteseb: ‫مكتسب‬
َ
(kazanılmış, elde edilmiş), müntahab: ‫خب‬
َ ‫منت‬
(seçilmiş), müntehâ: ‫( منتهى‬nihayet bulmuş, son
derece), mürted: ‫( مرتَ ّد‬İslâm dininden dönen kimse),
müşterek: ‫مشترؾ‬
َ (iştirâk eden, ortak, birlik),
müttehem: ‫( متّػ َهم‬kabahatli, suçlu).
Tefa„„ul Mütefa„„ mütecesses: ‫متجسس‬
َّ (takibe uğramış, şüpheli),
(‫)تفعل‬
ّ al (‫)متفعل‬
َّ
müteessef: ‫متأسف‬
َّ (teessüf olunmuş), müteşebbes:
‫( متشبَّث‬teşebbüs edilmiş), mütevecceh: ‫متوجو‬
َّ

87
(yönelinmiş), mütevehhem: ‫( متوىَّم‬vehm olunmuş),
müteyemmen: ‫متيمن‬
َّ (meymenetli, uğurlu).

Tefâ„ul Mütefâ„a müte„âref: ‫متعارؼ‬


َ (herkesin bildiği, ünlü),
(‫)تفاعل‬ l (‫)متفاعل‬
َ mütecâvez: ‫متجاكز‬
َ (tecavüze uğramış, gasbedilmiş),
mütecâzeb: ‫( متجاذَب‬cezbedilen, çekilen),
mütedâvel: ‫متداكؿ‬
َ (elden ele gezen, kullanılan),
mütesâned: ‫( متسانَد‬dayanılan), mütevâsâ: ‫متواصى‬
(birbirine tavsiye edilen, karşılıklı vasi kılınmış).
İstif„âl Müstef„a müstahdem: ‫( مستخ َدـ‬hizmette bulunan),
(‫)استفعاؿ‬ l
(‫)مستفعل‬ müstahkem: ‫كم‬
َ ‫( مستح‬sağlamlaştırılmış), müstahrec:
َ
‫مستخرج‬
َ (çıkarılmış, alınmış), müstahsal: ‫مستحصل‬
َ
(istihsâl edilmiş, yetiştirilmiş, üretilmiş),
müstahsen: ‫مستحسن‬
َ (güzel sayılmış, beğenilmiş),
müstakbel: ‫( مستقبَل‬karşılanan; önde, ileride
bulunan; gelecek), müstehlek: ‫( مستهلَك‬yiyip
içilerek tüketilmiş, bitirilen), müste‟men: ‫مستأمن‬
َ
(kendisine eman verilmiş olan), müstenbat: ‫مستنبَط‬
(istinbât olunan, zımnen anlaşılan), müsteşhed:
‫مستشهد‬
َ (şâhit tutulan, şâhit olarak gösterilen).

Sıfat-ı Müşebbehe
Devamlı, değişmeyen durum ve nitelikleri anlatan, ism-i fâ„il nev„inden
sıfatlara “sıfat-ı müşebbehe” adı verilmektedir. Güzellik-çirkinlik, açlık-
tokluk, sakatlık ve kusurluluk gibi sıfatlar ile bazı duygulardaki sürekliliği,
kalıcılığı ifade eden kelimelerdir. Sıfat-ı müşebbehenin çeşitli vezinleri
vardır. Osmanlı Türkçesinde en çok kullanılan vezinleri şunlardır:

Ef„al (‫أفعل‬
َ ) → ebkem: ‫( أب َكم‬dilsiz), ebleh: ‫( أبلَو‬aptal, alık), ebyaz: ‫( أبيض‬pek
ak, pek beyaz), esmer: ‫أسمر‬
َ , eşhel: ‫( أشهل‬ela), eşkar: ‫( أشقر‬al renkli).

Fa„îl (‫ → )فعيل‬akîm: ‫( عقيم‬kısır, neticesiz), cemîl: ‫( جميل‬güzel), hakîm: ‫حكيم‬,


kerîm: ‫كريم‬, kesîr: ‫( كثير‬çok, bol), latîf: ‫لطيف‬, rezîl: ‫رذيل‬, sahîh: ‫صحيح‬.

Fa„lân (‫)فعالف‬ → atşân: ‫( عطشاف‬susuz, susamış), keslân: ‫( كسالف‬tembel),


nedmân: ‫( ندماف‬pişman), sekrân: ‫( سكراف‬sarhoş), şeb„ân: ‫( شبعاف‬tok, doymuş).

Fe„ûl (‫)فعوؿ‬ → acûl: ‫( عجوؿ‬aceleci), sabûr: ‫( صبور‬çok sabırlı), tahûr: ‫طهور‬


(temizleyici, arıtıcı), vakûr: ‫كقور‬.

ِ )
Fey„il (‫فيعل‬ → leyyin: ‫( ليّن‬yumuşak), meyyit: ‫( ميّت‬ölü), seyyid: ‫سيّد‬
(efendi), tayyib: ‫( طيّب‬iyi, güzel, hoş).

88
Mübalağalı İsm-i Fâ„il

Çokluk ve mübalağa manası ifade eden sıfat cinsinden isimlerdir. Türkçede


ism-i fâ„illerin başına “çok, gayet, pek, fazla, dâimâ” gibi zarfların
getirilmesiyle elde edilir. En çok kullanılan mübalağa vezinleri, örnekleriyle
birlikte şu şekildedir:

Fa„„âl (‫فعاؿ‬
ّ) → cevvâl: ‫جواؿ‬ ّ (çok hareketli), devvâr: ‫دكار‬
ّ (devreden, çok
dönen), fettâh: ‫( فتّاح‬zafer kazanmış, üstün gelmiş, fetheden, açan), kezzâb:
‫( ك ّذاب‬çok yalan söyleyen), meddâh: ‫( م ّداح‬aşırı övgüde bulunan kimse;
taklitler yaparak, hoş hikâye anlatarak halkı eğlendiren sanatçı), seyyâh: ‫سيّاح‬,
seyyâr: ‫( سيّار‬gezici, gezen, dolaşan).

Fa„„âle (‫فعالة‬
ّ ) → allâme: ‫( عالّمو‬çok bilgili), fehhâme: ‫فهامو‬
ّ (çok anlayışlı, pek
zeki).

Mif„âl (‫ → ) ِمفعاؿ‬midrâr: ‫( ِمدرار‬bol yağmurlu, sağanak yağmuru taşıyan [gök,


bulut]), mikdâm: ‫( ِمقداـ‬çok çabalayan), miksâr: ‫( ِمكثار‬çok konuşan; teksir
eden, çoğaltan), mit„âm: ‫( ِمطعاـ‬yemeği bol olan; çok yemek yiyen).

Fa„ûl (‫)فعوؿ‬ → anûd: ‫( عنود‬inatçı), cehûl: ‫( جهوؿ‬pek câhil), cesûr: ‫جسور‬,


hasûd: ‫( حسود‬kıskanç, çekemeyen), sabûr: ‫( صبور‬çok sabreden, sabırlı), şekûr:
‫( شكور‬çok şükreden), velûd: ‫( كلود‬doğurgan; çok eser veren).

Diğer bazı vezinlerde gelen mübalağalı ism-i fâ„iller: alîm: ‫( عليم‬çok bilen),
rahîm: ‫( رحيم‬çok merhametli, acıyan), şerîf: ‫( شريف‬şerefli, soylu), sıddîk: ‫ص ّديق‬
(pek doğru, sözünün eri), miskîn: ‫( مسكين‬âciz, zavallı), farûk: ‫( فاركؽ‬doğruyu
yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırmakta pek mâhir olan).

İsm-i Tafdîl
Karşılaştırma yapmak ya da üstünlük belirtmek amacıyla kullanılan
sıfatlardır. İsm-i tafdîlin bir tek vezni vardır: Ef„al ( ‫)أفعل‬: ahlâ: ‫( أحلى‬daha, en,
pek tatlı), ahsen: ‫( أحسن‬daha, en, pek güzel), akvâ: ‫( أقول‬daha, en, çok
kuvvetli), a„lâ: ‫( أعلى‬daha, en, pek yüksek), a„lem: ‫( أعلم‬daha, en, pek bilgili),
a„zam: ‫( أعظم‬daha, en, pek büyük), efdal: ‫( أفضل‬daha, en, pek faziletli, üstün),
ehven: ‫( أىوف‬en zararsız; daha hafif, kolay, ucuz), ekber: ‫( أكبر‬daha, en, pek
büyük), elyak: ‫( أليق‬daha, en, pek lâyık), elzem: ‫( ألزـ‬daha, en, pek lâzım,
lüzumlu), ender: ‫( أندر‬daha, en, pek nâdir; çok seyrek ve az bulunan), enfes:
‫( أنفس‬daha, en, pek nefis), esah: ‫أصح‬
ّ (daha, en, pek sahih, doğru), esfel: ‫أسفل‬
(en sefil, pek aşağı), eşed: ‫( أش ّد‬daha, en, pek şiddetli, çetin), evlâ: ‫( أكلى‬daha
uygun, daha lâyık, daha iyi).

89
İsm-i Mekân
İsm-i mekân, eylemin gerçekleştiği yeri bildiren isimdir. Sülâsî mücerred
fiillerde “Mef„al: ‫مفعل‬
َ ” ve -muzârî fiilin sondan bir önceki harfinin meksûr
(kesreli) olması durumunda- “Mef„il: ِ ” kalıbında gelir. Ayrıca “Mef„alet:
‫مفعل‬
‫مفعلت‬ ِ
َ ve Mef„ilet: ‫ ”مفعلت‬kalıpları da vardır.

Mef„al (‫مفعل‬
َ ) → ma„bed: ‫معبَد‬, matbah: ‫( مطبَخ‬mutfak), mekteb: ‫مكتَب‬,
menfez: ‫( من َفذ‬girecek veya geçecek yer, delik, açma), merkad: ‫( مرقَد‬yatacak,
uyuyacak yer, mezar, kabir), mesken: ‫كن‬ َ ‫مس‬, meşreb: ‫مشرب‬
َ (yaradılış, mizaç,
karakter, huy).

ِ )
Mef„il (‫مفعل‬ ِ (oturulacak, görüşülecek yer, toplantı yeri;
→ mahfil: ‫محفل‬
câmilerde parmaklıkla ayrılmış yüksek yer), meclis: ‫مجلِس‬, menzil: ‫من ِزؿ‬
(yolculukta dinlenmek amacıyla durulan yer, ev, bir günlük yol, mesafe),
ِ
ِ , mevkıf: ‫( موقِف‬durak, duracak yer), mevki„: ‫موقِع‬, mevtın: ‫موطن‬
mescid: ‫مسجد‬
(yerleşilip oturulan, yurt edinilen yer).

Mef„alet (‫مفعلت‬
َ ) → mahfaza: ‫( مح َفظو‬içinde öteberi saklanan küçük kutu),
mahkeme: ‫مح َكمو‬, manzara: ‫منظَره‬, ma„reke: ‫معركو‬
َ (savaş meydanı), matba„a:
‫مطبَعو‬, medrese: ‫مدرسو‬
َ , merhale: ‫مرحلو‬
َ .
ِ )
Mef„ilet (‫مفعلت‬ → maşrıka: ‫( مش ِرقو‬kışın güneşe karşı oturulan yer),
mazınne: ِ (hakkında zan ve şüphe olan, şüpheli; ermiş sanılan), mehlike:
‫مظنّو‬
‫( مهلِكو‬helâk olacak yer, tehlikeli yer), menzile: ‫( من ِزلو‬inecek yer, konak yeri,
ev), mesîre: ‫( مسيره‬gezilecek yer, gezinti yeri).

Mezîd fiillerin ism-i mef„ûlleri, ayrıca ism-i mekân ve ism-i zamân anlamını
ifade etmekteyse de, Osmanlı Türkçesinde kullanılmamıştır.

İsm-i Zamân
Eylemin gerçekleşme zamanını bildiren kelimelere ism-i zamân denilir. İsm-i
zamân, ism-i mekân ile ortak iki kalıba sahiptir. Bunlar “Mef„al: ‫مفعل‬
َ ” ve
“Mef„il: ِ ” kalıplarıdır. Aynı kelime hem mekân hem zamana işaret
‫مفعل‬
edebileceğinden, anlam kelimenin cümle içerisindeki yerine göre
değişecektir. Örneğin “mevlid-i Nebî” denildiğinde, bu hem Hz.
Peygamber‟in doğduğu yere hem de doğum zamanına işaret etmektedir. Bu
ve benzeri ibareler, geçtiği yerlerdeki anlam örgüsü çerçevesinde
değerlendirilecek ve ona göre anlam verilecektir.

İsm-i zamânın, Osmanlı Türkçesinde az kullanıldığını belirtmemiz gerekir.


Mef„al (‫مفعل‬
َ ) → mahbel: ‫محبَل‬, mebde‟: ‫مب َدأ‬.
ِ ) → mevlid: ‫مولِد‬, mevsim: ‫موسم‬
Mef„il (‫مفعل‬ ِ .

90
İsm-i Mensûb
İsm-i mensûblar; bir yere, aileye, mesleğe, dine yahut herhangi bir şeye
mensûb/ait olmayı ifade eden kelimelerdir. İsm-i mensûbların herhangi bir
vezni yoktur. Kelimenin sonuna getirilen “yâ-yı nisbet” eki ile elde edilir. Bu
ek Arapçada “-iyyun” şeklinde okunan şeddeli bir “ye”dir. Osmanlı
Türkçesinde ise bu harften şedde ve tenvin kaldırılır ve harf, “î” şekline
dönüşür. “Yâ-yı nisbet” Türkçedeki “-lı, -li, -cı, -ci, -ça, -çe” gibi eklere
karşılıktır. İsm-i mensûbun yapılışıyla ilgili dikkat edilmesi gereken bazı
hususlar vardır:
a. Nisbet eki olan “-ye: ‫ ”ي‬sessizle biten kelimelere doğrudan getirilir:
asker-askerî (‫عسكر‬-‫)عسكرم‬, cebr-cebrî (‫جبر‬-‫)جبرم‬, ilm-ilmî (‫علم‬-‫)علمي‬,
mâl-mâlî (‫ماؿ‬-‫)مالي‬, mülk-mülkî (‫ملك‬-‫)ملكي‬.
b. İsmin sonunda t : ‫ ت‬veya e : ‫ ق‬varsa bu harfler atılırak nisbet eki, sonda
bulunan harfe eklenir: âdet-âdî (‫عادت‬-‫)عادم‬, siyâset-siyâsî (‫سياست‬-
‫)سياسي‬, tabî„at-tabî„î (‫طبيعت‬-‫)طبيعي‬, tecrübe-tecrübî (‫تجربو‬-‫)تجربي‬.
c. Sonunda elif-i maksûre ( ‫ل‬
َ - ‫ ) ﺎ‬bulunan isimlerde, elif-i maksûre vâv
(‫‟)ك‬a çevrilir: ma„nâ-ma„nevî (‫معنى‬-‫معنوم‬
ّ ), dünyâ-dünyevî (‫دنيا‬-‫دنيوم‬
ّ ).
d. Sonunda elif-i memdûde (‫ )اء‬bulunan isimlerde kelimenin sonundaki
hemze düşürülür, bunun yerine “‫ ”كم‬ya da “‫ ”ئي‬getirilir: semâ-semâî
(‫سماء‬-‫)سمائي‬, sahrâ-sahrâvî/sahrâî (‫صحراء‬ - ‫ صحراكم‬/‫)صحرائي‬.

İsm-i Âlet
Âlet ve edevâta isim olan kelimelerdir. Osmanlı Türkçesinde en çok
kullanılan ism-i âlet vezinleri örnekleriyle beraber şu şekildedir:

Mif„âl (‫) ِمفعاؿ‬


→ mısbâh: ‫( ِمصباح‬kandil, çıra, meşale), mızrâb: ‫( ِمضراب‬telli
çalgıları çalmaya yarayan âlet, çalgıç, tezene), miftâh: ‫( ِمفتاح‬anahtar),
mikyâs: ‫( ِمقياس‬ölçek, ölçü âleti), mi„râc: ‫ ِمعراج‬, mi„sâr: ‫( ِمعصار‬mengene),
mi„yâr: ‫( ِمعيار‬ölçü; ayıraç), mîzân: ‫ميزاف‬.

Mif„al (‫) ِمفعل‬ → mıkleb: ‫( ِمقلب‬ciltli kitapların sol cilt kapağında bulunan ve
okunmakta olan yeri belli eden, ucu üçgenimsi, katlanabilir parça), mıkta„:
‫( ِمقطع‬üzerinde kamış kalemin ucu kesilen âlet), mıstar: ‫( ِمسطر‬satırları doğru
gösterebilmek için gerekli çizgileri yapmaya yarayan âlet), mıtbah: ‫ِمطبخ‬
(yemek pişirme âleti), miğfer: ‫ ِمغفر‬, mihver: ‫ ِمحور‬, minber: ‫ ِمنبر‬, mirkam: ‫ِمرقم‬
(kalem, yazacak âlet).

İsm-i Tasgîr
Bir şeyin küçüklüğünü ya da azlığını gösteren isimlerdir. Kimi zaman
hakaret, kimi zaman ise sevgi ve merhamet manalarını içerir. İsm-i tasgîr
Osmanlı Türkçesinde az kullanılmıştır. Üç vezni vardır:

Fu„ayl (‫عيل‬
ْ ُ‫ → )ف‬cüneyd: ‫( ُج ْنيد‬askercik, küçük asker), hüseyn: ‫سين‬
ْ ‫ ُح‬, kuleym:
‫( قُ ْليم‬küçük kalem), ubeyd: ‫( ُعبيْد‬kulcağız, kölecik).

91
Fu„ay„il (‫عي ِعل‬→ düfeytir: ‫( ُد ْفيتِر‬küçük defter), müneyzil: ‫( ُم ْني ِزؿ‬küçük ev),
ْ ُ‫)ف‬
müseycid: ‫سي ِجد‬ ِ
ْ ‫( ُم‬küçük mescid), uveylim: ‫( ُعويْلم‬küçük âlim, âlimcik).

Fu„ay„îl (‫عيعيل‬
ْ ُ‫)ف‬
→ kunaydîl: ‫( قُ ْنيديل‬küçük kandil), müfeytîh: ‫( ُمفيْتيح‬küçük
anahtar), mükeytîb: ‫كيتيب‬
ْ ‫( ُم‬küçük mektep, okul), useyfîr: ‫صيفير‬
ْ ‫( ُع‬serçecik).

Tür Bakımından İsimler: Müzekker (Eril) - Müennes (Dişil)


Arapçada isimler tür bakımından müzekker (eril) ve müennes (dişil) olmak
üzere ikiye ayrılır. Türkçe ve Farsçada böyle bir ayırım bulunmamaktadır.

Müzekker isimler: Cinsiyet bakımından erkek olan ya da tür itibariyle bu


sınıfa dâhil edilen/müzekker kabul edilen isimlerdir.

Müennes isimler: Cinsiyet olarak dişi olan ya da tür itibariyle bu sınıfa dâhil
edilen/müennes kabul edilen isimlerdir.

Bir kelimenin keyfiyet (müzekkerlik-müenneslik) açısından hangi kategoride


değerlendirileceği, özellikle sıfat tamlamaları açısından önem arz etmektedir.
Zira doğru bir sıfat tamlaması oluşturabilmek için hem kemiyet hem de
keyfiyet açısından kelimeler hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.

Müennes kelimeler, şekil ve anlama dayalı bazı yönleriyle müzekker


kelimelerden ayrılır. Bu itibarla müennes kelimeler “müennes-i lafzî” ve
“müennes-i ma„nevî” olmak üzere ikiye ayrılır:

Müennes-i lafzî: Şekilsel özelliklerine bakılarak dişil kabul edilen isimlerdir.


Te‟nîs/dişilik alâmeti üçtür:

1. Bitişik te (‫)ﺔ‬: Buna “tâ-i merbûta” veya “yuvarlak te” de denir. Osmanlı
Türkçesinde genellikle “hâ-i resmiyye )‫ ”(ق‬şeklinde yazılır ve “-a, -e”
olarak okunur: cemîl-cemîle (‫جميل‬-‫)جميلو‬, edîb-edîbe (‫أديب‬-‫)أديبو‬, kâtib-
kâtibe (‫كاتِب‬-‫)كاتِبو‬, melîh-melîha (‫مليح‬-‫)مليحو‬, me‟mûr-me‟mûre (‫مأمور‬-
‫)مأموره‬, merhûm-merhûme (‫مرحوـ‬-‫)مرحومو‬, mu„allim-mu„allime (‫معلِّم‬-‫)معلِّمو‬,
mü‟min-mü‟mine (‫مؤمن‬-‫)مؤمنو‬, mürebbî-mürebbiye (‫مربي‬-‫)مربيّو‬, nazîf-
ّ
ِ
nazîfe (‫نظيف‬-‫)نظيفو‬, şâir-şâire (‫شاعر‬-‫ره‬ ِ ).
‫شاع‬
2. Elif-i memdûde (‫)اء‬: Ef„al (‫ )أفعل‬vezninde gelen ve renk bildiren
kelimelerin, fa„lâ‟ (‫ )فعالء‬vezninde müennesini yapar: ahdar-hadrâ (‫أخضر‬-
‫)خضراء‬, ahmer-hamrâ (‫أحمر‬-‫)حمراء‬, ebyaz-beyzâ (‫أبيض‬-‫)بيضاء‬, esmer-semrâ
(‫أسمر‬-‫)سمراء‬, esved-sevdâ (‫أسود‬-‫)سوداء‬.
3. Elif-i maksûre (‫)ل‬: Kelimenin sonunda bulunan ve (‫ )ل‬şeklinde yazılan
eliftir: fetvâ: ‫فتول‬, hüsnâ: ‫حسنى‬, kübrâ: ‫كبرل‬, suğrâ: ‫صغرل‬, şûrâ: ‫شورل‬,
uzmâ: ‫عظمى‬.

Müennes-i ma„nevî: Anlam bakımından dişil kabul edilen kelimelerdir:

92
1. Kadınlara verilen özel isimler: Ayşe: ‫عائشو‬, Hatice: ‫خديجو‬, Gülsüm: ‫كلثوـ‬,
Meryem: ‫مريم‬, Zeyneb: ‫زينب‬.
2. Dişi varlıkları işaret eden cins isimler: Bint: ‫( بنت‬kız), uht: ‫( أخت‬kız
kardeş), ümm: ‫أـ‬
ّ (anne).
3. Ülke, şehir ve kabile isimleri: Mısır: ‫مصر‬, Ankara: ‫أنقره‬, Bağdat: ‫بغداد‬,
Bursa: ‫بركسو‬, Haleb: ‫حلب‬, Şam: ‫الشاـ‬, Kureyş: ‫قريش‬, Gatafan: ‫غطفاف‬.
4. Vücudun çift organlarının isimleri: Yed: ‫( يد‬el), ayn: ‫( عين‬göz), üzün: ‫أذف‬
(kulak), ricl: ‫( رجل‬ayak).
5. Gayr-ı âkil (aklı olmayan) canlı veya cansız bütün çokluklar, müfred-
müennes kabul edilir: aklâm: ‫( أقالـ‬kalemler), kütüb: ‫( كتب‬kitaplar),
eşcâr: ‫( أشجار‬ağaçlar), tuyûr ‫( طيور‬kuşlar), şühûr ‫( شهور‬aylar).
6. Müennes kabul edilmeleri semâ„î olan; yani duyularak öğrenilen, öyle
kabul edilen kelimeler: nefs: ‫نفس‬, harb: ‫حرب‬, nâr: ‫( نار‬ateş), ‫شمس‬
(güneş), cehennem: ‫جهنَّم‬, firdevs: ‫( فردكس‬cennet), rîh: ‫( ريح‬rüzgâr), dâr:
‫(دار‬ev).

Sayı Bakımından İsimler


Arapçada isimler ve isim cinsinden olan kelimeler kemiyet bakımından;
müfred (tekil), tesniye (ikil) ve cem„ (çoğul) olmak üzere üçe ayrılır:

Müfred (Tekil)
‫معلِّم‬, tabîb: ‫طبيب‬, recül: ‫رجل‬
Bir tek varlığa işaret eden kelimelerdir: mu„allim:
(adam), kalem: ‫قلم‬, kitap: ‫كتاب‬, mekteb: ‫مكتب‬, mescid: ‫مسجد‬ ِ , dâr: ‫( دار‬ev,
yurt).

Tesniye (İkil)
Arapçada Türkçe, Farsça ve pek çok dünya dilinden farklı olarak iki varlığa
işaret eden isimler bulunmaktadır. Bu tür isimlere “müsennâ” denilir.
Kelimenin müsennâ yapılması, cümle içerisindeki konumuna göre farklılık
arz etmektedir. İkil yapılacak kelimeye, raf hâlinde elif ve nûn (+an: ‫اف‬-),
diğer durumlarda (nasb ve cer hallerinde) ise yâ ve nûn (+eyn / ‫ يْن‬-) getirilir.
Osmanlı Türkçesinde ikil kelimelerin esas olarak (‫يْن‬-) şekli kullanılmıştır:

Kalem: ‫ → قلم‬kalemeyn: ‫قلمين‬


ْ (İki kalem)
Harf: ‫ → حرؼ‬harfeyn: ‫حرفين‬
ْ (İki harf)
Kelime: ‫كلمو‬ → kelimeteyn: ‫( كلمتيْن‬İki kelime)
Taraf: ‫طرؼ‬ → tarafeyn: ‫طرفين‬
ْ (İki taraf)
Vâlid: ‫ → كالِد‬vâlideyn: ‫( كالِديْن‬Anne ve baba)
Hasan: ‫ → حسن‬Hasaneyn: ‫حسنين‬ ْ (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin)
Harem: ‫ → حرـ‬Haremeyn: ‫حرمين‬
ْ (Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî)
Eb: ‫ → أب‬ebeveyn: ‫( أبويْن‬Anne ve baba)
Îd: ‫ → عيد‬îdeyn: ‫( عيديْن‬Ramazan ve Kurban bayramları)

93
Memleket: ‫ → مملكت‬Memleketeyn: ‫مملكتين‬
ْ (İki memleket / Eflak ve
Boğdan)

Cem„ (Çoğul)
Arapçada sayı bakımından üç ve üçten fazla olan isimlere cem„ (çoğul) denir.
Çoğul isimler kurallı ve kuralsız olmak üzere iki kısma ayrılır:

Kurallı Çoğul
a. Cem‘-i müzekker-i sâlim: Kurallı eril çoğullardır. Müfred (tekil) bir
ismin sonuna raf hâlinde vâv-nûn (+ûn: ‫)كف‬, nasb ve cer hâlinde ise yâ-
nûn (+în: ‫ )يِن‬getirilmek sûretiyle elde edilir. Osmanlı Türkçesinde
genellikle (+în: ‫ )يِن‬şekli kullanılmıştır:
Mu„allim: ‫ → معلِّم‬mu„allimûn: ‫ معلِّموف‬/ mu„allimîn: ‫( معلِّمين‬Öğretmenler)
Kâtib: ‫ → كاتِب‬kâtibûn: ‫ كاتِبوف‬/ kâtibîn: ‫( كاتِبين‬Yazıcılar)
Me‟mûr: ‫ → مأمور‬me‟mûrûn: ‫ مأموركف‬/ me‟mûrîn: ‫( مأمورين‬Memurlar)
ِ → mü‟minûn: ‫مؤمنوف‬
Mü‟min: ‫مؤمن‬ ِ / mü‟minîn: ‫مؤمنين‬
ِ (Müminler)

Müslim: ‫ → مسلِم‬müslimûn: ‫ مسلِموف‬/ müslimîn: ‫( مسلِمين‬Müslümanlar)


ِ → hâzırûn: ‫حاضركف‬
Hâzır: ‫حاضر‬ ِ / hâzırîn: ‫حاضرين‬
ِ (Hazır bulunanlar)
Muhakkık: ِّ
‫محقق‬ → muhakkıkûn: ِّ
‫محققوف‬ / muhakkıkîn: ِّ
‫محققين‬ (Tahkîk
edenler)
Sâdık: ِ → sâdıkûn: ‫صادقوف‬
‫صادؽ‬ ِ / sâdıkîn: ‫صادقين‬
ِ (Sâdıklar)
Münâfık: ‫ → منافِق‬münâfıkûn: ‫ منافِقوف‬/ münâfıkîn: ‫( منافِقين‬Münâfıklar)
Müsrif: ‫ → مس ِرؼ‬müsrifûn: ‫ مس ِرفوف‬/ müsrifîn: ‫( مس ِرفين‬İsraf edenler)

b. Cem‘-i müennes-i sâlim: Kurallı dişil çoğullardır. Müfred (tekil) bir


ismin sonuna elif ve tâ (+ât: ‫ )ات‬getirilerek elde edilir. Bu eki alan
kelimeler (‫ ﺔ‬, ‫ )ة‬ile sona eriyorsa -ki bunlar Osmanlı Türkçesi
metinlerinde hâ-i resmiyye (‫ )ق‬veya açık tâ (‫ )ت‬şeklindedir- bu harfler
düşer, yerine (‫ )ات‬getirilir:

hikâye: ‫ حكايو‬- hikâyât: ‫حكايات‬


inâyet:‫ عنايت‬- inâyât: ‫عنايات‬
mu„allime: ‫ معلِّمو‬- mu„allimât: ‫معلِّمات‬
muhâbere: ‫ مخابره‬- muhâberât: ‫مخابرات‬
muhâkeme: ‫ محاكمو‬- muhâkemât: ‫محاكمات‬
muhâsebe: ‫ محاسبو‬- muhâsebât: ‫محاسبات‬
mükâtebe: ‫ مكاتبو‬- mükâtebât: ‫مكاتبات‬
mülâhaza: ‫ مالحظو‬- mülâhazât: ‫مالحظات‬
risâle: ‫ رسالو‬- risâlât: ‫رساالت‬
şikâyet: ‫ شكايت‬- şikâyât: ‫شكايات‬

94
Bazı masdarlar müennes kabul edildiği için çoğulları (+ât: ‫ )ات‬eklenerek
elde edilir:

idhâl: ‫ إدخاؿ‬- idhâlât: ‫إدخاالت‬


ihrâc: ‫ إخراج‬- ihrâcât: ‫إخراجات‬
inkılâb: ‫ انقالب‬- inkılâbât: ‫انقالبات‬
istihsâl: ‫ استحصاؿ‬- istihsâlât: ‫استحصاالت‬
kemâl: ‫ كماؿ‬- kemâlât: ‫كماالت‬
ta„lîm: ‫ تعليم‬- ta„lîmât: ‫تعليمات‬
tebeddül: ‫ تبدُّؿ‬- tebeddülât: ‫تبدُّالت‬
tedrîs: ‫ تدريس‬- tedrîsât: ‫تدريسات‬
teşkîl: ‫ تشكيل‬- teşkîlât: ‫تشكيالت‬
tezâhür: ‫ تظاىر‬- tezâhürât: ‫تظاىرات‬
tulû„: ‫ طلوع‬- tulû„ât: ‫طلوعات‬
vukû„: ‫ كقوع‬- vukû„ât: ‫كقوعات‬

İnsana delâlet etmeyen ism-i fâ„il ve ism-i mef„ûllerin çoğulları da bu


şekilde yapılır:

kâ‟in: ‫كائن‬- kâ‟inât: ‫كائنات‬


ma„lûm: ‫ معلوـ‬- ma„lûmât: ‫معلومات‬
mechûl: ‫ مجهوؿ‬- mechûlât: ‫مجهوالت‬
mektûb: ‫ مكتوب‬- mektûbât: ‫مكتوبات‬
mevcûd: ‫ موجود‬- mevcûdât: ‫موجودات‬
meşrûb: ‫ مشركب‬- meşrûbât: ‫مشركبات‬
mümkin: ‫ ممكن‬- mümkinât: ‫ممكنات‬
müşkil: ‫ مشكل‬- müşkilât: ‫مشكالت‬
münderic: ‫ مندرج‬- mündericât: ‫مندرجات‬
vârid: ‫ كارد‬- vâridât: ‫كاردات‬

İsm-i mensûb kelimelerin çoğulları da cem„-i müennes-i sâlim kuralına


göre yapılır:

edebî: ‫ أدبي‬- edebiyyât: ‫أدبيّات‬


cüz‟î: ‫ جزئي‬- cüz‟iyyât: ‫جزئيّات‬
fi„lî: ‫ فعلي‬- fi„liyyât: ‫فعليّات‬
hezelî: ‫ ىزلي‬- hezeliyyât: ‫ىزليّات‬
hikemî: ‫ حكمي‬- hikemiyyât: ‫حكميّات‬
hissî: ‫حسي‬
ّ - hissiyyât: ‫حسيّات‬
ّ

95
Kuralsız Çoğul
Müfred isimlerin yapıları değiştirilerek elde edilen çoğullardır. Bu çeşit
isimlere “cem„-i mükesser/kırık çoğul” da denilmektedir. Bunlar semâ„îdir;
işitilerek ya da sözlüğe bakılarak öğrenilebilir. Kuralsız çoğulların pek çok
kalıbı vardır:

1. Ef‘âl (‫ )افعاؿ‬Kalıbı
„aded: ‫ عدد‬- a„dâd: ‫( اعداد‬sayılar)
„ayn: ‫ عين‬- a„yân: ‫( أعياف‬gözler)
gayr: ‫ غير‬- ağyâr: ‫( أغيار‬yabancılar, başkaları)
hüküm: ‫ حكم‬- ahkâm: ‫( أحكاـ‬hükümler)
hür: ‫حر‬
ّ - ahrâr: ‫( أحرار‬hür olanlar)
kavl: ‫ قوؿ‬- akvâl: ‫( أقواؿ‬sözler)
kavm: ‫ قوـ‬- akvâm: ‫( أقواـ‬kavimler)
kısm: ‫ قسم‬- aksâm: ‫( أقساـ‬kısımlar)
levn: ‫ لوف‬- elvân: ‫( ألواف‬renkler)
mesel: ‫ مثل‬- emsâl: ‫( أمثاؿ‬hikâyeler; benzerler)
nev„: ‫ نوع‬- envâ„: ‫( أنواع‬çeşitler)
nûr: ‫ نور‬- envâr: ‫( أنوار‬nûrlar)
şi„r: ‫ شعر‬- eş„âr: ‫( أشعار‬şiirler)
Türk: ‫ ترؾ‬- etrâk: ‫( أتراؾ‬Türkler)
varak: ‫ كرؽ‬- evrâk: ‫( أكراؽ‬yapraklar, kâğıtlar)
vasf: ‫ كصف‬- evsâf: ‫( أكصاؼ‬vasıflar)
veled: ‫ كلد‬- evlâd: ‫( أكالد‬çocuklar)

2. Fi‘âl (‫ )فِعاؿ‬Kalıbı
„abd: ‫ عبد‬- „ibâd: ‫( عباد‬kullar)
„azm: ‫ عظم‬- „ızâm: ‫( عظاـ‬kemikler; büyükler)
belde: ‫ بلده‬- bilâd: ‫( بالد‬beldeler, şehirler)
cebel: ‫ جبل‬- cibâl: ‫( جباؿ‬dağlar)
cemel: ‫ جمل‬- cimâl: ‫( جماؿ‬develer)
cennet: ‫ جنّت‬- cinân: ‫( ِجناف‬cennetler, bahçeler)
fi„l: ‫ فِعل‬- fi„âl: ‫( فِعاؿ‬işler)
kebîr: ‫كبير‬- kibâr: ‫( كبار‬büyükler)
kerîm: ‫ كريم‬- kirâm: ‫( كِراـ‬cömertler, şerefliler)

96
3. Fu‘‘âl (‫ )فُػ ّعاؿ‬Kalıbı
ِ - cühhâl: ‫جهاؿ‬
câhil: ‫جاىل‬ ّ
ِ - füccâr: ‫( فجار‬günahkârlar)
fâcir: ‫فاجر‬ ّ
hâc: ‫حاج‬
ّ - huccâc: ‫حجاج‬
ّ (hacılar)
ِ - huccâb: ‫( حجاب‬kapıcılar, perdeciler)
hâcib: ‫حاجب‬ ّ
hâkim: ‫ حاكِم‬- hükkâm: ‫كاـ‬
ّ‫ح‬
ِ - hussâd: ‫( حساد‬hased edenler)
hâsid: ‫حاسد‬ ّ
kâfir: ‫ كافِر‬- küffâr: ‫ك ّفار‬
kâtib: ‫ كاتِب‬- küttâb: ‫كتّاب‬
ِ - nussâh: ‫نصاح‬
nâsih: ‫ناصح‬ ّ (nasihatçılar)
ِ - tüccâr: ‫تجار‬
tâcir: ‫تاجر‬ ّ
tâlib: ‫ طالِب‬- tullâb: ‫طالّب‬

4. Fu‘âl (‫ )فُعاؿ‬Kalıbı
„âsî: ‫ عاصي‬- „usât: ‫ُعصاة‬
kâdî: ‫ قاضي‬- kudât: ‫( قُضاة‬kadılar)
vâlî: ‫ كالي‬- vulât: ‫ُكالة‬

5. Fu‘alâ’ (‫ )فعالء‬Kalıbı
ِ - cühelâ: ‫جهالء‬
câhil: ‫جاىل‬
edîb: ‫ أديب‬- üdebâ: ‫أدباء‬
fakîr: ‫ فقير‬- fukarâ: ‫فقراء‬
garîb: ‫ غريب‬- gurebâ: ‫غرباء‬
garîm: ‫ غريم‬- guremâ: ‫( غرماء‬borçlular, düşmanlar)
halîfe: ‫ خليفو‬- hulefâ: ‫خلفاء‬
hatîb: ‫ خطيب‬- hutebâ‟: ‫خطباء‬
kadîm: ‫ قديم‬- kudemâ: ‫( قدماء‬eskiler)
kebîr: ‫كبير‬- küberâ: ‫كبراء‬
nakîb: ‫ نقيب‬- nükabâ: ‫( نقباء‬önderler)
nasîr: ‫ نصير‬- nusarâ: ‫( نصراء‬yardımcılar)
sefîr: ‫ سفير‬- süferâ: ‫سفراء‬
ِ - şu„arâ‟:
şâ„ir: ‫شاعر‬ ‫شعراء‬
şehîd: ‫ شهيد‬- şühedâ: ‫شهداء‬
sâlih: ‫ صالِح‬- sulehâ: ‫صلحاء‬
şerîk: ‫ شريك‬- şürekâ: ‫( شركاء‬ortaklar)
sefîh: ‫ سفيو‬- süfehâ: ‫سفهاء‬
vekîl: ‫ ككيل‬- vükelâ: ‫ككالء‬

97
ِ ) Kalıbı
6. Ef‘ile (‫افعلة‬
ِ (dumanlar)
duhân: ‫ دخاف‬- edhıne: ‫ادخنو‬
gışâ‟:‫ ِغشاء‬- ağşiye: ‫اغشيو‬
ِ (örtüler)
kamîs: ‫ قميص‬- akmisa: ‫اقمصو‬ ِ (gömlekler)
libâs: ‫ لباس‬- elbise:ّ ‫( البِسو‬elbiseler)
ِ ‫( أ‬diller)
lisân: ‫ لساف‬- elsine: ‫لسنو‬
misâl: ‫ مثاؿ‬- emsile: ‫( أمثِلو‬misaller)
silâh:‫ّسالح‬- esliha: ‫( أسلِحو‬silahlar)
şarâb: ‫ شراب‬- eşribe: ‫( أش ِربو‬içecekler)
şirâ„: ‫ شراع‬- eşri„a: ‫( أش ِرعو‬yelkenler)
ِ ‫( أ‬yemekler)
ta„âm: ‫ طعاـ‬- et„ıme: ‫طعمو‬
ِ ‫( أ‬zamanlar)
zamân: ‫ زماف‬- ezmine: ‫زمنو‬

7. Fe‘ale (‫ )فعلو‬Kalıbı
ِ - aceze: ‫( عجزه‬âcizler, düşkünler)
âciz: ‫عاجز‬
âkil: ‫ آكِل‬- ekele: ‫( أكلو‬yiyenler)
âmil: ِ - amele: ‫عملو‬
‫عامل‬
ِ - fecere: ‫( فجره‬günahkârlar)
fâcir: ‫فاجر‬
ِ - hacebe: ‫( حجبو‬kapıcılar, perdeciler)
hâcib: ‫حاجب‬
hâdim: ِ - hademe: ‫( خدمو‬hizmetçiler)
‫خادـ‬
hâfız: ‫ حافِظ‬- hafeza: ‫( حفظو‬yazıcı melekler, bekçiler)
kâfir: ‫ كافِر‬- kefere: ‫كفره‬
kâtib:‫ كاتِب‬- ketebe: ‫كتبو‬
ِ - mehere: ‫مهره‬
mâhir: ‫ماىر‬
tâbi„: ‫ تابِع‬- teba„a: ‫تبعو‬
tâlib: ‫ طالِب‬- talebe: ‫طلبو‬
vâris: ‫ كا ِرث‬- verese: ‫كرثو‬

8. Fi‘al (‫ )فِ َعل‬Kalıbı


fitne: ‫ فِتنو‬- fiten: ‫فتن‬
hikmet: ‫ حكمت‬- hikem: ‫حكم‬
hîle: ‫ حيلو‬- hıyel: ‫( حيل‬hileler)
illet: ‫ علّت‬- ilel: ‫( علل‬hastalıklar, etkenler)
kıymet: ‫ قيمت‬- kıyem: ‫قيم‬
mihnet: ‫ مهنت‬- mihen: ‫( مهن‬meslekler, işler)
millet: ‫ ملّت‬- milel: ‫ملل‬

98
minnet: ‫ منّت‬- minen: ‫منن‬
ni„met: ‫ نعمت‬- ni„am: ‫نعم‬

ِ ) Kalıbı
9. Efâ‘il (‫افاعل‬
ِ - evâhir: ‫كاخر‬
âhir: ‫آخر‬ ِ ‫( أ‬sonlar)
ahsen: ‫ أحسن‬- ehâsin: ‫حاسن‬ ِ ‫( أ‬çok güzel olan şeyler)
akreb: ‫ أقرب‬- akârib: ‫( أقا ِرب‬en yakınlar)
ِ ‫( أ‬en uzak [yerler])
eb„ad: ‫ أبعاد‬- ebâ„id: ‫باعد‬
efdal: ِ ‫( أ‬üstün olanlar)
‫ أفضل‬- efâdıl: ‫فاضل‬
ekber: ‫ أكبر‬- ekâbir: ‫( أكابِر‬en büyükler)
ِ ‫( أر‬reziller)
erzel: ‫ أرذؿ‬- erâzil: ‫اذؿ‬
esfel: ‫ أسفل‬- esâfil: ‫( أسافِل‬pek aşağı ve bayağı olanlar)
etyâb: ‫ أطيب‬- etâyib: ‫( أطايِب‬çok hoş şeyler)

Efâ‘îl (‫ )افاعيل‬Kalıbı


arûz: ‫ عركض‬- e„ârîz: ‫( أعاريض‬aruzlar)
ِ - ebâtîl: ‫أباطيل‬
bâtıl: ‫باطل‬
hadîs: ‫ حديث‬- ehâdîs: ‫أحاديث‬
iblîs: ‫ ابليس‬- ebâlîs: ‫أباليس‬
ibrîk: ‫ إبريق‬- ebârîk: ‫( أباريق‬ibrikler, su kapları)
iklîm: ‫ اقليم‬- ekâlîm: ‫( أقاليم‬memleketler)
isnâd: ‫ اسناد‬- esânîd: ‫أسانيد‬
u„cûbe: ‫ اعجوبو‬- e„âcîb: ‫( أعاجيب‬şaşılacak şeyler)
ustûre: ‫ أسطوره‬- esâtîr: ‫( أساطير‬uydurma hikâyeler)
üslûb: ‫ أسلوب‬- esâlîb: ‫أساليب‬

Fu‘ûl (‫ )فُعوؿ‬Kalıbı


„akl: ‫ عقل‬- „ukûl: ‫عقوؿ‬
asl: ‫ أصل‬- usûl: ‫أصوؿ‬
batn: ‫ بطن‬- butûn: ‫( بطوف‬karınlar)
beyt: ‫ بيت‬- buyût: ‫( بيوت‬evler)
burc: ‫ برج‬- burûc: ‫( بركج‬hisarlar, kuleler)
ceyb: ‫ جيب‬- cüyûb: ‫( جيوب‬cepler)
ceyş: ‫ جيش‬- cüyûş: ‫( جيوش‬ordular)
cild: ‫ جلد‬- cülûd: ‫( جلود‬deriler)
cisr: ‫ جسر‬- cüsûr: ‫( جسور‬köprüler)
cünd: ‫ جند‬- cünûd: ‫( جنود‬askerler)

99
dehr: ‫ دىر‬- dühûr: ‫( دىور‬zamanlar, devirler)
dem‟: ‫ دمع‬- dümû‟: ‫( دموع‬gözyaşları)
deyn: ‫ دين‬- düyûn: ‫( ديوف‬borçlar)
emr: ‫ أمر‬- umûr: ‫أمور‬
fazl: ‫ فضل‬- fuzûl: ‫فضوؿ‬
fen: ‫فن‬
ّ - fünûn: ‫( فنوف‬sanatlar, bilimler)
fer„: ‫ فرع‬- fürû„: ‫( فركع‬dallar, şubeler)
feth: ‫ فتح‬- fütûh: ‫فتوح‬
feyz: ‫ فيض‬- füyûz: ‫فيوض‬
had: ‫ ح ّد‬- hudûd: ‫( حدكد‬sınırlar)
hak: ‫ ح ّق‬- hukûk: ‫حقوؽ‬
şehr: ‫ شهر‬- şühûr: ‫( شهور‬aylar)
tayr: ‫ طير‬- tuyûr: ‫( طيور‬kuşlar)

ِ ) Kalıbı
Ef‘ilâ’ (‫افعالء‬
ganî: ‫ غني‬- ağniyâ: ‫( أغنياء‬zenginler)
habîb: ‫ حبيب‬- ehıbbâ: ‫( أحباء‬dostlar)
karîb: ‫ قريب‬- akribâ: ‫( أقرباء‬yakınlar, akrabalar)
kavî: ‫ قوم‬- akviyâ: ‫( أقوياء‬güçlüler, kuvvetliler)
nebî: ‫نبي‬
ّ - enbiyâ: ‫( أنبياء‬peygamberler)
sadîk: ‫ صديق‬- asdikâ: ‫( أصدقاء‬arkadaşlar)
safî: ‫ صفي‬- asfiyâ: ‫( أصفياء‬içi temiz olanlar, saf ve samimi olanlar)
sahîh: ‫ صحيح‬- esıhhâ: ‫( أصحاء‬sağlıklı olanlar, özürsüz olanlar)
şakî: ‫ شقي‬- eşkıyâ: ‫( أشقياء‬haydutlar)
tabîb: ‫ طبيب‬- etıbbâ: ‫( أطبّاء‬doktorlar)
velî: ‫ كلي‬- evliyâ: ‫( أكلياء‬Allah dostları)

Fe‘âil (‫ )فعائِل‬Kalıbı


acîb: ‫ عجيب‬- acâ‟ib: ‫( عجائِب‬tuhaf olan, şaşılan şeyler)
akîde: ‫ عقيده‬- akâ‟id: ‫( عقائِد‬inançlar)
akîm: ‫ عقيم‬- akâ‟im: ‫( عقائِم‬sonuçsuz şeyler)
alâka:‫ عالقو‬- alâ‟ik: ‫( عالئِق‬bağlar)
alâmet: ‫ عالمت‬- alâ‟im: ‫( عالئِم‬belirtiler, izler)
celîle: ‫ جليلو‬- celâ‟il: ‫( جالئِل‬büyük olanlar, yüceler)
fazîlet: ‫ فضيلت‬- fezâ‟il: ‫( فضائِل‬güzel vasıflar, erdemler)
delîl: ‫ دليل‬- delâ‟il: ‫دالئِل‬
garîb: ‫ – غريب‬garâ‟ib: ‫غرائِب‬


hakîkat: ‫ حقيقت‬- hakâ‟ik: ‫حقائِق‬
netîce: ‫ نتيجو‬- netâ‟ic: ‫نتائِج‬
risâle: ‫ رسالو‬- resâ‟il: ‫( رسائِل‬mektuplar, küçük kitaplar)
vazîfe: ‫ كظيفو‬- vazâ‟if: ‫كظائِف‬

ِ ) Kalıbı
Fevâ‘il (‫فواعل‬
âlem: ‫ عالم‬- avâlim: ‫عوالِم‬
ِ (sınır şehirleri, başkentler)
âsıme: ‫ عاصمو‬- avâsım: ‫عواصم‬
ِ ‫بو‬
bâtıl: ‫ باطل‬- bevâtıl: ‫اطل‬
ِ ‫( بو‬gizli, kapalı şeyler)
bâtın: ‫ باطن‬- bevâtın: ‫اطن‬
câ‟ize: ‫ جائزه‬- cevâiz: ‫( جوائِز‬ödüller)
ِ
câmi‟: ‫ جامع‬- cevâmi‟: ‫جوامع‬
ِ (cansızlar)
câmid: ‫ جامد‬- cevâmid: ‫جوامد‬
cânib: ‫ جانب‬- cevânib: ‫( جوانِب‬taraflar, yanlar)
dâ‟ire: ‫ دائره‬- devâ‟ir: ‫دكائِر‬
fâ‟ide: ‫ فائِده‬- fevâ‟id: ‫( فوائِد‬faydalar)
lâzıme: ‫ الزمو‬- levâzım: ‫( لوا ِزـ‬gerekli, lüzumlu şeyler)
ِ
şâhid: ‫ شاىد‬- şevâhid: ‫شواىد‬

Fevâ‘îl (‫ )فواعيل‬Kalıbı


dîvân: ‫ ديواف‬- devâvîn: ‫دكاكين‬
dûlâb: ‫ دكالب‬- devâlîb: ‫( دكاليب‬dolaplar)
fânûs: ‫ فانوس‬- fevânîs: ‫فوانيس‬
hâkân: ‫ خاقاف‬- havâkîn: ‫خواقين‬
kânûn: ‫ قانوف‬- kavânîn: ‫قوانين‬
târîh: ‫ تاريخ‬- tevârîh: ‫تواريخ‬
tûmâr: ‫ طومار‬- tevâmîr: ‫( طوامير‬tomarlar, dürülmüş nesneler)

Fe‘âlil (‫ )فعالِل‬Kalıbı


asker: ‫ عسكر‬- asâkir: ‫عساكِر‬
bülbül: ‫ بلبل‬- belâbil: ‫بالبِل‬
cevher: ‫ جوىر‬- cevâhir: ‫جواىر‬ِ
defter: ‫ دفتر‬- defâtir: ‫دفاتِر‬
dirhem: ‫ درىم‬- derâhim: ‫در ِاىم‬
heykel: ‫ ىيكل‬- heyâkil: ‫ىياكِل‬
kevkeb: ‫ كوكب‬- kevâkib: ‫( كواكِب‬yıldızlar)


ِ
‫ سلسلو‬- selâsil: ‫سالسل‬
silsile:
ِ
unsur: ‫ عنصر‬- anâsır: ‫عناصر‬

Fe‘âlîl (‫ )فعاليل‬Kalıbı


bûstan: ‫ بوستاف‬- besâtîn: ‫( بساتين‬bostanlar)
dehlîz: ‫ دىليز‬- dehâlîz: ‫( دىاليز‬koridorlar)
dînâr: ‫ دينار‬- denânîr: ‫دنانير‬
dükkân: ‫ ُدّكاف‬- dekâkîn: ‫دكاكين‬
kandîl: ‫ قنديل‬- kanâdîl: ‫قناديل‬
reyhân: ‫ ريحاف‬- reyâhîn: ‫( رياحين‬fesleğenler)
sultân: ‫ سلطاف‬- selâtîn: ‫سالطين‬
şeytân: ‫ شيطاف‬- şeyâtîn: ‫شياطين‬
usfûr: ‫ عصفور‬- asâfir: ‫( عصافير‬serçeler)

Tefâ‘îl (‫ )تفاعيل‬Kalıbı


tafsîl: ‫ تفصيل‬- tefâsîl: ‫( تفاصيل‬ayrıntılar)
takrîr: ‫ تقرير‬- tekârîr: ‫( تقارير‬teklifler, önergeler)
tasnîf: ‫ تصنيف‬- tesânîf: ‫( تصانيف‬kitaplar, sınıflamalar)
tedbîr: ‫ تدبير‬- tedâbîr: ‫تدابير‬
tefsîr: ‫ تفسير‬- tefâsîr: ‫تفاسير‬
teklîf: ‫ تكليف‬- tekâlîf: ‫تكاليف‬
terkîb: ‫ تركيب‬- terâkîb: ‫تراكيب‬
timsâl: ‫ تمثاؿ‬- temâsîl: ‫( تماثيل‬heykeller, sûretler)

Fu‘al (‫ )فُػ َعل‬Kalıbı


cümle: ‫ جملو‬- cümel: ‫جمل‬
devlet: ‫ دكلت‬- düvel: ‫دكؿ‬
dürr: ‫در‬
ّ - dürer: ‫( درر‬inciler)
huccet: ‫حجت‬
ّ - hucec: ‫( حجج‬deliller)
hulle: ‫ حلّو‬- hulel: ‫( حلل‬elbiseler)
hutbe: ‫ خطبو‬- hutab: ‫خطب‬
kubbe: ‫ قبّو‬- kubeb: ‫قبب‬
nokta: ‫ نقطو‬- nukat: ‫نقط‬
nükte: ‫ نكتو‬- nüket: ‫نكت‬
ümmet: ‫امت‬
ّ - ümem: ‫امم‬
zümre: ‫ زمره‬- zümer: ‫( زمر‬gruplar, bölükler)


Fu‘ul (‫ )فُػ ُعل‬Kalıbı
hicâb: ‫ حجاب‬- hucub: ‫( حجب‬perdeler)
kitâb: ‫ كتاب‬- kütüb: ‫كتب‬
resûl: ‫ رسوؿ‬- rusül: ‫رسل‬
sebîl: ‫ سبيل‬- sübül: ‫( سبل‬yollar)
sefîne: ‫ سفينو‬- süfün: ‫( سفن‬gemiler)
tarîk: ‫ طريق‬- turuk: ‫( طرؽ‬yollar)

ِ ) Kalıbı
Efâ‘ile (‫افاعلو‬
iblîs: ‫ ابليس‬- ebâlise: ‫ابالسو‬
kisrâ: ‫ كسرل‬- ekâsire: ‫( أكاسره‬Pers hükümdarlarına verilen lakap)
üstâz: ‫ أستاذ‬- esâtize: ‫( أساتذه‬öğretmenler, üstatlar)

ِ ‫ )م‬Kalıbı
Mefâ‘il (‫فاعل‬ َ
mahrec: ‫ مخرج‬- mahâric: ‫( مخارج‬çıkış yerleri)
mahrem: ‫ محرـ‬- mahârim: ‫( محارـ‬mahrem olan şeyler)
maksad: ‫ مقصد‬- makâsıd: ‫مقاصد‬
ma„rifet: ‫ معرفت‬- ma„ârif: ‫معارؼ‬
masdar: ‫ مصدر‬- masâdır: ‫( مصادر‬çıkış yerleri, isim-fiiller)
mat„am: ‫ مطعم‬- matâ„im: ‫( مطاعم‬yemek yenen yerler)
medrese: ‫ مدرسو‬- medâris: ‫مدارس‬
memleket: ‫ مملكت‬- memâlik: ‫ممالك‬
mekteb: ‫ مكتب‬- mekâtib: ‫مكاتب‬
menkıbe: ‫ منقبو‬- menâkıb: ‫مناقب‬
merhale: ‫ مرحلو‬- merâhil: ‫مراحل‬
mertebe: ‫ مرتبو‬- merâtib: ‫مراتب‬
mesken: ‫ مسكن‬- mesâkin: ‫مساكن‬
merkez: ‫ مركز‬- merâkiz: ‫مراكز‬

Mefâ‘îl (‫ ) َمفاعيل‬Kalıbı


mahdûm: ‫ مخدكـ‬- mehâdîm: ‫( مخاديم‬oğullar)
me‟haz: ‫ مأخذ‬- meâhîz: ‫( مآخيذ‬kaynaklar)
meşhûr: ‫ مشهور‬- meşâhîr: ‫مشاىير‬
miftâh: ‫ مفتاح‬- mefâtîh: ‫( مفاتيح‬anahtarlar)
mihrâb: ‫ محراب‬- mehârîb: ‫محاريب‬
mikdâr: ‫ مقدار‬- mekâdîr: ‫مقادير‬
muharrem: ‫محرـ‬
ّ - mehârîm: ‫( محاريم‬haram kılınanlar)


Ef‘ul (‫ْعل‬
ُ ‫ )اَفػ‬Kalıbı
„ayn: ‫ عين‬- a„yün: ‫( أعيُن‬gözler, menbalar)
bürd: ‫ برد‬- ebrüd: ‫( أبرد‬çizgili kumaşlar)
necm: ‫ نجم‬- encüm: ‫( أنجم‬yıldızlar)
nefs: ‫ نفس‬- enfüs: ‫( أنفس‬nefisler)
ni„met: ‫ نعمت‬- en„um: ‫( أنعم‬nimetler)

Fe‘lâ (‫ )فَػ ْعلى‬Kalıbı


marîd: ‫ مريض‬- merdâ: ‫( مرضى‬hastalar)
katîl: ‫ قتيل‬- katlâ: ‫( قتلى‬öldürülenler, maktuller)

Fe‘âlâ (‫ ) فَعالى‬Kalıbı


beriyye: ‫ بريّو‬- berâyâ: ‫( برايا‬insanlar, halklar)
meziyye: ‫ مزيّو‬- mezâyâ: ‫( مزايا‬ayrıcalıklar, meziyetler)

Fi‘lân (‫ )فِ ْعالف‬Kalıbı


ah: ‫ أخ‬- ihvân: ‫( اخواف‬kardeşler)
gûl: ‫ غوؿ‬- gıylân: ‫( غيالف‬hayâletler)
gulâm: ‫ غالـ‬- gılmân: ‫( غلماف‬delikanlılar)
nâr: ‫ نار‬- nîrân: ‫( نيراف‬ateşler)
sabî: ‫ صبي‬- sıbyân: ‫( صبياف‬çocuklar)
ّ

Fu‘lân (‫ )فُػ ْعالف‬Kalıbı


a„mâ: ‫ أعمى‬- umyân: ‫( عمياف‬körler)
a„rec: ‫ أعرج‬- „urcân: ‫( عرجاف‬topallar)
belde: ‫ بلده‬- buldân: ‫( بلداف‬şehirler)
ِ ‫ ر‬- ruhbân: ‫رىباف‬
râhib: ‫اىب‬
râkib: ‫ راكِب‬- rükbân: ‫( ركباف‬biniciler, süvariler)
şecî„: ‫ شجيع‬- şüc„ân: ‫( شجعاف‬cesurlar)

Fe‘al (‫ل‬


ْ ‫ )فَػ َع‬Kalıbı
ِ - hadem: ‫( خدـ‬hizmetçiler)
hâdim: ‫خادـ‬
halka: ‫ حلقو‬- halak: ‫( حلَق‬halkalar)
„imâd: ‫ عماد‬- „amed: ‫( عمد‬destekler, payandalar)

Fi‘ale (‫ )فِ َعلَة‬Kalıbı


dübb: ‫دب‬
ّ - dibebe: ‫( دببو‬ayılar)


hirre: ‫ىره‬
ّ - hirere: ‫( ىرره‬kediler)
kırd: ‫ قرد‬- kırede: ‫( قرده‬maymunlar)

Fi‘âle (‫ )فِعالة‬Kalıbı


hacer: ‫ حجر‬- hicâre: ‫( حجاره‬taşlar)

Fa‘îl (‫ )فعيِل‬Kalıbı


„abd: ‫ عبد‬- „abîd: ‫( عبيد‬kullar)
hâc: ‫حاج‬
ّ - hacîc: ‫( حجيج‬hacılar)
nahl: ‫ نحل‬- nahîl: ‫( نحيل‬hurma ağaçları)

Fu‘‘al (‫ )فُػ َّعل‬Kalıbı


ِ - kümmel: ‫كمل‬
kâmil: ‫كامل‬ ّ
râki„: ‫ راكِع‬- rükka„: ‫( رّكع‬rükû edenler)
ِ - sücced: ‫( سجد‬secde edenler)
sâcid: ‫ساجد‬ ّ

Fi‘le (ّ‫ ) فِ ْعلَة‬Kalıbı


ah: ‫ أخ‬- ihve: ‫( اخوه‬kardeşler)
fetâ: ‫ فتى‬- fitye: ‫( فتيو‬delikanlılar)
gulâm: ‫ غالـ‬- ğılme: ‫( غلمو‬genç çocuklar)

ِ ) Kalıbı
Fâ‘ile (‫فاعلو‬
evân: ‫ أكاف‬- âvine: ‫( آ ِكنو‬anlar, zamanlar)
İlâh: ‫ الو‬- âlihe: ‫( آلِهو‬ilahlar)

Çoğul kelimeler bahsini bitirmeden önce bir hususu daha belirtmemiz


gerekir. Arapçada cem„ (çoğul) oldukları ve bu anlamlarıyla kullanıldıkları
hâlde, Osmanlı Türkçesinde müfred (tekil) olarak kabul edilen ve öyle
kullanılan kelimeler bulunmaktadır. Günümüz Türkçesinde de -tekil
anlamıyla- kullandığımız söz konusu Arapça çoğullardan bazıları -müfred
halleriyle birlikte- şu şekildedir (Avcı, , ):

Arapça Müfred (Tekil)ّ Türkçede Müfred (Tekil) Anlamı Verilen


Kelimeler Arapça Cem„ (Çoğul) Kelimeler
„acîbe: ‫عجيبو‬ acâ‟ib: ‫( عجائِب‬görülmemiş, duyulmamış, tuhaf)
ِ
âmil: ‫عامل‬ amele: ‫( عملو‬işçi)
habîb: ‫حبيب‬ ahbâb: ‫( أحباب‬dost, tanıdık)
hul(u)k: ‫خلق‬ ahlâk: ‫( أخالؽ‬ahlâk)
kırn: ‫قِ ْرف‬ akrân: ‫( أقراف‬denk, akran, benzer)
libâs: ‫لباس‬ elbise: ‫( ألبسو‬giysi)
sınf: ‫صنف‬ esnâf: ‫( أصناؼ‬zanaat sahibi)
şakiy: ‫شقي‬ eşkıyâ: ‫( أشقياء‬haydut, yol kesen)
ّ


tâlib: ‫طالِب‬ talebe: ‫( طلبو‬öğrenci)
veled: ‫كلد‬ evlâd: ‫( أكالد‬çocuk: oğul/kız)

Belirlilik Bakımından İsimler: Marife (Belirli)


ve Nekre (Belirsiz) İsimler
Arapçada isimler belirlilik açısından marife ve nekre olmak üzere ikiye
ayrılır. Belirli bir şeyi gösteren ve genellikle başında “harf-i ta„rîf: ‫ ”اؿ‬adı
verilen belirtme edatı bulunan isimlere “marife (belirli) isim” denilir. (‫اؿ‬
takısı; İngilizcedeki “the”, Fransızcadaki “le/la”, Almancadaki “das” edatının
görevini yapmaktadır.) Arapçada ayrıca zamirler, özel isimler, ism-i
mevsûller, işaret sıfatları ve tamlamayla belirlenen isimler de marifedir.

Yukarıda sıralanan isimler dışında, belirli bir şeyi göstermeyen ve başında


“elif-lâm: ‫ ”اؿ‬bulunmayan isimlere ise “nekre (belirsiz) isim” adı verilir.

Osmanlı Türkçesine Arapçadan geçen isimlerde -Arapça tamlamaların


dışında- harf-i ta„rîf kullanılmaz. Ancak bunun istisnaları da vardır. Osmanlı
Türkçesinde başına “elif-lâm: ‫ ”اؿ‬getirilerek kullanılan bazı Arapça kelimeler
şunlardır:

Amân: ‫أماف‬ → el-amân: ‫( األماف‬Yardım ve şikayet edatı: aman, medet)


Ân: ‫ → آف‬el-ân: ‫( اآلف‬Şimdi)
Firâk: ‫ → فِراؽ‬el-firâk: ‫الفراؽ‬
ِ (Ayrılık sözü)
Garaz: ‫ → غرض‬el-garaz: ‫( الغرض‬Sözün kısası, maksadım şu ki)
Hâc: ‫حاج‬
ّ → el-hâc: ‫( الحاج‬Hacı)
Hak: ‫ → ح ّق‬el-hak: ‫ق‬
ّ ‫( الح‬Hakikaten, doğrusu)
Hâl: ‫ → حاؿ‬el-hâl: ‫( الحاؿ‬Şimdi, şimdiki hâlde)
ِ → el-hâsıl: ‫الحاصل‬
Hâsıl: ‫حاصل‬ ِ (Sonuç olarak, hâsılı, sözün kısası)
İnsâf: ‫ → إنصاؼ‬el-insâf: ‫( اإلنصاؼ‬İnsaf edelim)
Vedâ„: ‫ → كداع‬el-vedâ„: ‫( الوداع‬Elveda, hoşçakal)
Yevm: ‫ → يوـ‬el-yevm: ‫( اليوـ‬Bugün, şimdi)

Arapçada Tamlamalar

İsim Tamlaması
Arapçada muzâf (tamlanan) ve muzâfun ileyh (tamlayan) adı verilen
unsurlardan meydana gelen yapıya “izâfet terkîbi/isim tamlaması”
denilmektedir. Arapçada Türkçe tamlamaların aksine önce tamlanan, sonra
tamlayan gelir. İzâfet terkîbinde ikinci unsur olan muzâfun
ileyhin/tamlayanın başına ‫ اؿ‬takısı getirilir. Tamlama yapılırken harf-i
ta„rîfin başındaki “elif” okunmaz; “lâm”ın okunuşu ise bitiştiği kelimenin ilk
harfinin cinsine göre (kamerî/şemsî) değişmektedir. Bu aşamada şemsî ve
kamerî harfler hakkında bilgi vermemiz yerinde olacaktır.


Hurûf-ı kameriye (Kamerî harfler); ‫أ ب ج ح خ ع غ ؼ ؽ ؾ ـ ك ى م‬
harflerinden oluşmaktadır. Arapçada isimler kamerî harflerden biri ile
başlıyorsa, başlarına gelen harf-i ta„rîfteki “lâm” okunur:

El-kamer: ‫الْقمر‬, el-kitâb: ‫الْكتاب‬, el-„âlim: ‫الْعالِم‬, el-mescid: ‫ْمسجد‬


ِ ‫ال‬, el-hayr:
‫الْخير‬.

Hurûf-ı şemsiye (Şemsî harfler); ‫ت ث د ذ ر ز س ش ص ض ط ظ ؿ ف‬


harflerinden oluşmaktadır. ‫ اؿ‬takısı bu harflerden biriyle başlayan bir
kelimenin başında bulunuyorsa, harf-i ta„rîfteki “lâm” okunmaz; başına
geldiği kelimenin ilk harfi şeddeli okunur. Yani şemsî harfler ‫ اؿ‬takısındaki
“lâm”ı kendisine benzeştirir:

Eş-şems: ‫شمس‬
ّ ‫ال‬, ed-dünyâ: ‫ال ّدنيا‬, es-selâm: ‫السالـ‬
ّ , en-nâs: ‫النّاس‬, en-necât:
‫النّجات‬.

Buna göre, aşağıda verilen isim tamlamaları -kamerî ve şemsî harfler dikkate
alınarak- şu şekilde okunur:

Mâlikü‟l-mülk: ‫مالك الملك‬


ُ (Mülkün sahibi)
Hayrü‟l-beşer: ‫خير الْبشر‬
ُ (İnsanların en hayırlısı)
Emîrü‟l-mü‟minîn: ‫المؤمنين‬
ْ ‫أمير‬
ُ (Mü‟minlerin emiri)
Dârü‟l-aceze: ‫دار الْعجزه‬
ُ (Düşkünler yurdu)
Resûlü‟s-sakaleyn: ‫رسوؿ الثَّقلين‬
ُ (İns ve cinnin Peygamberi)
ُّ ‫( سيِّ ُد‬Şehitlerin efendisi)
Seyyidü‟ş-şühedâ: ‫الشهداء‬
Bâbü‟s-selâm: ‫السالـ‬
َّ ‫باب‬
ُ (Selâm kapısı)
İzâfet terkîbiyle ilgili önemli hususlar
a. Arapçada muzâf isimler harf-i ta„rîf ve tenvin almazlar. Muzâfun ileyh
ise daima mecrur (kesreli) olur: ulûmü‟d-dîni: ‫علوـ الدي ِن‬
ُ , reîsü‟d-devleti:
ِ
‫الدكلة‬ ‫ئيس‬ ِ ِ
ُ ‫ر‬, beytü‟l-mâli: ‫بيت الماؿ‬ُ , sâhibü‟l-kemâli: ‫الكماؿ‬ ‫صاحب‬
ُ ,
hâdimü‟l-Haremeyni: ‫خادـ الحرمي ِن‬
ُ .
b. Osmanlı Türkçesi metinlerinde Arapça yapılı isim tamlamaları az
kullanılmıştır. Bunun yerine aynı anlama gelecek sûrette, yine Arapça
kelimelerle Farsça yapılı tamlamalar (“Farsça yapılı tamlamalar” ile ilgili
geniş bilgi kitabımızın “Osmanlı Türkçesine Farsçadan Geçen Unsurlar”
ünitesinin “Tamlamalar” başlığı altında yer almaktadır.) tercih edilmiştir:

ِ
Erbâbü‟l-irfâni: ‫العرفاف‬ ‫باب‬ ِ ‫( أر‬İrfan sahipleri)
ُ ‫ → أر‬erbâb-ı irfân: ‫باب عرفاف‬

ِ
İlmü‟l-hadîsi:‫الحديث‬ ‫علم‬ ِ (Hadis ilmi)
→ ilm-i hadîs: ‫علم حديث‬
ُ
Zümretü‟l-hükemâi: ِ
‫الحكماء‬ ُ‫ → زمرة‬zümre-i hükemâ: ‫زمرۀِ حكماء‬
(Hâkimler topluluğu)


İnkıyâdü‟l-emri: ‫ → انقياد األم ِر‬inkıyâd-ı emr: ‫( انقياد أمر‬Emre boyun
eğme)
Mahzenü‟l-esrâri: ِ
‫ → مخز ُف األسرا ِر‬mahzen-i esrâr: ‫مخزف أسرار‬ (Sırların
saklı bulunduğu yer)
ِ
Envârü‟t-tevhîdi: ‫التوحيد‬ ‫أنوار‬ → envâr-ı tevhîd: ‫( أنوا ِر توحيد‬Tevhîd nurları)
ُ
Ervâhu‟l-evliyâi: ِ
‫األكلياء‬ ‫أركاح‬ → ervâh-ı evliyâ: ‫أركاح أكلياء‬
ِ
ُ (Allah
dostlarının ruhları)
Seyyidü‟l-memâliki: ِ ِ‫ → سيِّ ُد الممال‬seyyid-i memâlik: ‫سيِّ ِد ممالِك‬
‫ك‬
(Memleketlerin/ülkelerin efendisi)
Dâ‟iretü‟l-vahdeti: ِ‫ → دائِرةُ الوحدة‬dâ‟ire-i vahdet: ‫( دائِرۀ كحدت‬Vahdet
dâiresi)
Mübeyyinü‟l-evâmiri: ِ
‫األكام ِر‬ ‫ → مبيّ ُن‬mübeyyin-i evâmir: ‫مبيِّ ِن أك ِامر‬
(Emirleri açıklayan)

c. Osmanlı Türkçesinde genellikle Farsça yapılı tamlamalar kullanılmakla


birlikte, bazı isim tamlamaları aynen Arapçadaki şekliyle -muzâfun
ileyhin/tamlayanın sonundaki hareke (kesre) belirtilmeden- alınmıştır:

ale‟l-„acele: ‫( على العجلو‬çabucak, çok acele ederek)


ale‟l-ekser: ‫( على األكثر‬çoğunlukla)
ale‟l-husûs: ‫( على الخصوص‬husûsiyle)
ale‟l-usûl: ‫( على األصوؿ‬usûlü üzere/yol yordam gereğince)
ba„de‟l-İslâm: ‫( بع َد اإلسالـ‬İslâm‟dan sonra)
berdü‟l-„acûz: ‫برد العجوز‬
ُ (kocakarı soğukları)
beyne‟l-akrân: ‫بين األقراف‬
َ (yaşıtlar arasında)
beyne‟l-milel: ‫بين الملل‬
َ (milletler arası)
beyne‟n-nâs: ‫بين النّاس‬
َ (insanlar arasında)
Beytu‟llâh: ‫بيت اهلل‬
ُ (Allah‟ın evi: Ka„be)
beytü‟l-mâl: ‫بيت الماؿ‬
ُ (devlet hazinesi)
ِ ‫( دار‬hilâfet merkezi)
dâru‟l-hilâfe: ‫الخالفة‬ ُ
dâru‟l-İslâm: ‫دار اإلسالـ‬
ُ (İslâm ülkesi)
dâru‟ş-şifâ: ‫دار الشِّفاء‬
ُ (şifa yurdu, hastahane)
emîrü‟l-mü‟minîn: ‫أمير المؤمنين‬
ُ (Mü‟minlerin emîri)
Fahrü‟r-rusül: ‫الرسل‬
ّ ‫فخر‬
ُ (Peygamberlerin övüncü: Hz. Muhammed s.a.v.)
fevka‟l-„âde: ‫ؽ العاده‬
َ ‫( فو‬olağanüstü)
fevka‟l-beşer: ‫ؽ البشر‬
َ ‫( فو‬insanüstü)
ُ ‫( خا ِر‬olağanüstü)
hariku‟l-„âde: ‫ؽ العاده‬
hasbe‟l-kader: ‫( حسب القدر‬kaderin gerektirdiği üzere)
hıfzu‟s-sıhha: ‫الصحو‬
ِّ ‫( حفظ‬sağlığı koruma)
ile‟l-ebed: ‫( الى األبد‬sonsuza kadar)


kable‟l-İslâm: ‫قبل اإلسالـ‬
َ (İslâm‟dan önce)
kable‟l-vukû„: ‫الوقوع‬ ‫قبل‬
َ (meydana gelmeden önce)
kable‟t-tarîh: ‫قبل التّاريخ‬
َ (tarih öncesi)
ma„a‟l-esef: ‫( مع األسف‬ne yazık ki)
tahte‟l-arz: ‫تحت األرض‬
َ (yer altı)
tahte‟ş-şu„ûr: ‫تحت الّشعور‬
َ (bilinç altı)
ulu‟l-elbâb: ‫( اكلو األلباب‬sağduyu, akıl sahibi olanlar)
ulûmu‟d-dîn: ‫علوـ ال ّدين‬
ُ (din ilimleri)
ulu‟l-emr: ‫( اكلو األمر‬buyruk sahibi, hükümdar)
yevmü‟l-cezâ: ‫يوـ الجزاء‬
ُ (kıyâmet günü)
d. Dilimize geçen Arapça isim tamlamalarının bir başka örneği “dîn”
kelimesinin muzâfun ileyh (tamlayan) olduğu şahıs isimleridir. Bu
isimlerin Arapça asıllarından tek farkı muzâfın/tamlananın merfû (ötreli)
değil, genellikle mansûb (fethalı) okunmasıdır:

Burhâneddîn: ‫برىا َف ال ّدين‬ Necmeddîn: ‫نجم ال ّدين‬


َ
Celâleddîn: ‫جالؿ ال ّدين‬
َ Nizâmeddîn: ‫نظاـ ال ّدين‬
َ
Fahreddîn: ‫فخر ال ّدين‬
َ Nûreddîn: ‫نور ال ّدين‬
َ
Hayreddîn: ‫خير ال ّدين‬
َ Sadreddîn: ‫صدر ال ّدين‬
َ
Kutbeddîn: ‫قطب ال ّدين‬
َ Seyfeddîn: ‫سيف ال ّدين‬
َ
Nasreddîn: ‫نصر ال ّدين‬
َ Şemseddîn: ‫شمس ال ّدين‬
َ
e. Arapça tamlama kuralları çerçevesinde, Cenâb-ı Hakk‟ın isim ve
sıfatlarıyla yapılan özel isimler, Osmanlı döneminde ve günümüzde
tercih edilen adlardan olmuştur:

Abdullâh: ‫عب ُد اهلل‬ Abdurrahîm: ‫الرحيم‬


ّ ‫عب ُد‬
Fethullâh: ‫فتح اهلل‬
ُ Abdülazîz: ‫عب ُد العزيز‬
Hamdullâh: ‫حم ُد اهلل‬ Abdülhamîd: ‫عب ُد الحميد‬
Lütfullâh: ‫لطف اهلل‬
ُ ِ ‫عب ُد‬
Abdülkâdir: ‫القادر‬
Ni„metullâh: ‫نعمةُ اهلل‬ Abdülmecîd: ‫عب ُد المجيد‬
Seyfullâh: ‫سيف اهلل‬
ُ Abdürrezzâk: ‫الرّزاؽ‬
ّ ‫عب ُد‬
Abdurrahmân: ‫الرحمن‬
ّ ‫عب ُد‬ Abdüsselâm: ‫السالـ‬
ّ ‫عب ُد‬
Sıfat Tamlaması
Arapça sıfat tamlamasının izâfet terkîbinden/isim tamlamasından en önemli
farkı, tamlamadaki ikinci kelimenin/unsurun sıfat olmasıdır. “Terkîb-i
tavsîfî” adı verilen sıfat tamlamasındaki ilk unsur “mevsûf: nitelenen”, ikinci
unsur ise “sıfat: niteleyen”dir. Nitelenen ismin önce, niteleyenin ise sonra
gelmesi, Türkçedeki ilgili yapının aksine bir durumdur.


Arapça sıfat tamlamalarında mevsûf ve sıfat arasında; belirlilik-belirsizlik,
keyfiyet, kemiyet ve hareke şekli (i„râb) bakımlarından uygunluk aranır.
Buna göre;
a. Mevsûf ma„rife ise; yani belirli bir varlığa işaret ediyorsa, sıfat da
ma„rife olmalıdır. Bu durum tersi için de söz konusudur. Nitelenen isim
nekre (belirsiz) ise sıfat da buna uymalı ve nekre gelmelidir.
b. Nitelenen ve niteleyen arasında müzekkerlik-müenneslik konusunda
uyum olmalıdır.
c. Mevsûf, tekil ise sıfat da tekil; ikil ise ikil, çoğul ise çoğul gelmelidir.
d. Mevsûfun son harekesi ne ise sıfatın son harekesi de aynı olmalıdır.
Arapça yapılı sıfat tamlamaları Osmanlı Türkçesi metinlerinde pek
kullanılmamıştır. Metinlerde yer alan bazı kullanımlar ise Arapça sıfat yapım
kurallarına tam olarak uymamaktadır: Kitâbu‟l-mübîn: ‫المبين‬ ُ ‫كتاب‬
ُ (Kur‟ân-ı
Kerîm), felekü‟l-a„zam: ‫لك األعظم‬
ُ ‫( ف‬dokuzuncu kat gök), düvelü‟l-
mu„azzama: ‫المعظّمو‬
ُ ‫دكؿ‬
ُ (büyük devletler).

Osmanlı Türkçesinde genellikle Arapça kelimelerden oluşan Farsça yapılı


sıfat tamlamaları tercih edilmiştir. Bu tür tamlamalarda yukarıda sıralanan
kurallardan kemiyet (tekil-ikil-çoğul) ile keyfiyet (müzekkerlik-müenneslik)
konusundaki uyuma dikkat edilmiştir:

ِ
bürhân-ı sâtı„: ‫ساطع‬ ِ (apaçık delil)
‫برىاف‬
dâire-i resmiyye: ‫( دائِرۀ رسميّو‬resmî dâire, hükûmet dâiresi)
ِ (terkedilmiş, bırakılmış mallar)
emvâl-i metrûke: ‫أمواؿ مترككو‬
ِ (sağlam ip)
habl-i metîn: ‫حبل متين‬
ِ ‫( ا‬uzak bir ihtimal)
ihtimâl-i ba„îd: ‫حتماؿ بعيد‬
imâm-ı a„zam: ِ (en büyük imam)
‫إماـ أعظم‬
ِ (yüce makam)
makâm-ı „âlî: ‫مقاـ عالي‬
meşâyıh-ı „izâm: ‫( مشايِ ِخ عظاـ‬büyük şeyhler)
ِ (dört mezhep)
ِ ‫مذاى‬
mezâhib-i erba„a: ‫ب أربعو‬

Arapçada isim ve sıfat tamlamalarının yanında, “izâfet-i lafzıyye” denilen


bir tamlama türü daha vardır. “İzâfet-i lafzıyye”, şekil ve anlam bakımından
diğer tamlamalardan ayrılarak farklı bir grup oluşturur. Bu yapıda muzâf
(tamlanan); sıfat cinsinden (ism-i fâ„il, ism-i mef„ûl, sıfat-ı müşebbehe, ism-i
mensûb veya mübalağalı ism-i fâ„il) bir kelimedir. Ancak bu sıfat
kendisinden sonra gelen ismi değil; terkîbi oluşturan iki isim birlikte,
kendilerinden sonra gelen başka bir özneyi nitelemektedir. Şekil açısından
Arapça isim tamlamasına benzeyen bu izâfet çeşidini, anlamdan yola çıkarak
“birleşik sıfat” kabul etmek mümkündür. Lafzî izâfetler, Osmanlı Türkçesi
metinlerinde çok kullanılmıştır:

Adîmü‟l-ihtimâl: ‫عديم اإلحتماؿ‬


ُ (ihtimâli olmayan)
Azîmü‟ş-şân: ‫شاف‬
ّ ‫عظيم ال‬
ُ (şânı yüce)
Batî‟ü‟l-hareke: ‫( بطيءُ الحركو‬davranışı ağır, yavaş)
Ganiyyü‟l-kalb: ‫غني القلب‬
ُّ (kalbi zengin)
Kasîrü‟l-kâme: ‫قصير القامو‬
ُ (kısa boylu)


Kesîrü‟t-taksîr: ‫كثير التّقصير‬
ُ (kusuru çok olan)
ُ ِ‫( سال‬zikri, bahsi geçen)
Sâlifü‟z-zikr: ‫ف الذّكر‬
Serî„ü‟l-hazm: ‫يع الحضم‬ ُ ‫( سر‬hazmı çabuk)
ِ (temiz kalpli)
Tâhirü‟l-kalb: ‫طاى ُر القلب‬
Tavîlü‟l-kad: ‫طويل الق ّد‬
ُ (uzun boylu)

Arapça Gün-Ay Adları ve İlgili Bazı Tabirler


Arapça haftanın günleri Pazar gününden başlar ve şu şekilde devam eder:
El-ahad: ‫( األحد‬Pazar)
El-isneyn: ‫( اإلثنين‬Pazartesi)
Es-sülâsâ‟: ‫( الثّالثاء‬Salı)
El-erbiâ‟: ‫( األربعاء‬Çarşamba)
El-hamîs: ‫( الخميس‬Perşembe)
El-cum„a: ‫( الجمعو‬Cuma)
Es-sebt: ‫السبت‬
ّ (Cumartesi)
Yukarıda sadece adları verilen haftanın günleri, Arapçadaki asılları itibariyle
“yevmü‟l-ahad: ‫( يوـ األحد‬Pazar günü), yevmü‟l-isneyn: ‫يوـ اإلثنين‬, yevmü‟s-
sülâsâ‟: ‫ ”يوـ الثّالثاء‬vb. şeklinde gelmektedir.

Osmanlı Devleti‟nde Hz. Peygamber‟in m. yılında Mekke‟den


Medîne‟ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya etrafındaki
dolanımını esas alan “hicrî-kamerî takvim” kullanılmıştır. Hicrî-kamerî
takvimin ilk ayı Muharrem‟dir.

Arapça ay adları ve bunların arşiv belgeleri başta olmak üzere, el yazması


eserlerin tarih ibarelerinde kullanılan kısaltmaları şu şekildedir:
Muharrem: ‫محرـ‬ّ →‫ـ‬
Safer: ‫ص → صفر‬
Rebî„ü‟l-evvel: ‫األكؿ‬
ّ ‫را → ربيع‬
ِ ‫ر→ ربيع‬
Rebî„ü‟l-âhir: ‫اآلخر‬
Cumâde‟l-ûlâ: ‫جا → جمادل األكلى‬
ِ ‫ج → جمادل‬
Cumâde‟l-âhire: ‫اآلخره‬
Receb: ‫ب → رجب‬
Şa„bân: ‫ش → شعباف‬
Ramazân: ‫ف → رمضاف‬
Şevvâl: ‫شواؿ‬
ّ →‫ؿ‬
Zü‟l-ka„de: ‫ذا → ذك القعده‬
Zü‟l-hicce: ‫جو‬ ِ
ّ ‫ذ → ذك الح‬
Arapça ay adlarından Cumâde‟l-ûlâ, Osmanlı Türkçesinde “Cemâziye‟l-
evvel”; Cumâde‟l-âhire ise “Cemâziye‟l-âhir” şeklinde telaffuz edilmiştir.


Zü‟l-ka„de ve Zü‟l-hicce ayları da küçük bir farkla “Zi‟l-ka„de” ve “Zi‟l-
hicce”ye dönüşmüştür.

Arapçada ayın belirleyici/ayırıcı bazı günlerine özel adlar verilmiştir.


Osmanlı Türkçesi metinlerinde, tarih belirtilen kısımlarda bu tür ibarelere çok
rastlanır. Buna göre;
Ayın ilk günü anlamında “gurre: ‫غره‬
ّ ”
Ayın son günü için ise “selh: ‫ ”سلخ‬tabirleri kullanılmıştır:
Gurre-i Muharrem: ‫محرـ‬
ّ ‫غرﮤ‬
ّ (Muharrem ayının ilk günü)
Selh-i Zi‟l-ka„de: ‫( سلخ ذم القعده‬Zi‟l-ka„de ayının son günü)

Bazen de belirtilmek istenen tarih tam/açık olarak verilmemekte, bunun


yerine belirli bir zaman aralığını ifade eden kalıplar kullanılmaktadır:

Evâ‟il: ‫( أكائِل‬Ayın günleri) → Evâ‟il-i Ramazân: ‫( أكائِل رمضاف‬Ramazan


ayının ilk on günü)
ِ (Ayın günleri)
Evâsıt: ‫أكاسط‬ → Evâsıt-ı şehr-i Şevvâl: ‫شواؿ‬ ِ
ّ ‫أكاسط شهر‬
(Şevvâl ayının ortaları)
ِ (Ayın günleri)
Evâhir: ‫أكاخر‬ → Rebî„ü‟l-evvelin evâhiri: ‫األكلك‬
ّ ‫ربيع‬
ِ ‫( أ‬Rebî„ü‟l-evvel ayının sonları).
‫كاخرل‬

Arapça Sayı İsimleri ve Sıra Sayılar


Osmanlı Türkçesinde, Türkçe sayı isimlerinin yanında Arapça sayı isimleri
de kullanılmıştır. Bunlar daha çok eserlerin telif (yazılma) ya da istinsah
(kopya edilme, çoğaltılma) tarihlerini belirten ibarelerde görülür. “Ketebe
kaydı” denilen kısımda yer alan bu bilgiler, genellikle yazma eserlerin
sonunda bulunur. Arapça sayı isimleri müzekker ve müennes şekilleriyle
birlikte şöyledir:

Müzekker (Eril) Sayılar Müennes (Dişil)


ِ / Ahad: ‫أحد‬
Vâhid: ‫كاحد‬ ٔ (Bir) ِ / İhdâ:
Vâhide: ‫كاحدة‬
َ
‫إحدل‬
İsnân: ‫اِثناف‬ ٕ (İki) İsnetân: ‫اِثنَتاف‬
Selâse: ‫ثالثة‬ ٖ (Üç) Selâs: ‫ثالث‬
Erba„a: ‫أربعة‬ ٗ (Dört) Erba„: ‫أربع‬
Hamse: ‫خمسة‬ ٘ (Beş) Hams: ‫خمس‬
Sitte: ‫ستّة‬ ٙ (Altı) ّ ‫ِس‬
Sitt: ‫ت‬
Seb„a: ‫سبعة‬ ٚ (Yedi) Seb„: ‫سبْع‬
Semâniye: ‫ثمانِية‬ ٛ (Sekiz) Semân: ‫ثماف‬
Tis„a: ‫تِسعة‬ ٜ (Dokuz) Tis„: ‫سع‬ِ
ْ‫ت‬
„Aşere: ‫شرة‬
َ‫ع‬ ٔٓ (On) „Aşr: ‫شر‬
ْ‫ع‬


Onun katları olan sayılar ise şu şekilde devam eder:

Ref„ Hâli Sayılar Nasb ve Cer Hâli


„İşrûn: ‫عشركف‬ ٕٓ (Yirmi) İşrîn: ‫عشرين‬
Selâsûn: ‫ثالثوف‬ ٖٓ (Otuz) Selâsîn: ‫ثالثين‬
Erba„ûn: ‫أربعوف‬ ٗٓ (Kırk) Erbaîn: ‫أربعين‬
Hamsûn: ‫خمسوف‬ ٘ٓ (Elli) Hamsîn: ‫خمسين‬
Sittûn: ‫ستّوف‬ ٙٓ (Altmış) Sittîn: ‫ستّين‬
Seb„ûn: ‫سبعوف‬ ٚٓ (Yetmiş) Seb„în: ‫سبعين‬
Semânûn: ‫ثمانوف‬ ٛٓ (Seksen) Semânîn: ‫ثمانين‬
Tis„ûn: ‫تسعوف‬ ٜٓ (Doksan) Tis„în: ‫تسعين‬

Yüz: ‫( مائو‬mi‟e), bin: ‫( ألف‬elf)‟dir.

Onluk sayılar (20, 30, 40…) ile , ve katlarında müzekkerlik-
müenneslik yoktur. Bu sayılar hem müzekker (eril) hem de müennes (dişil)
için ortak kullanılır.

34, , , … gibi sayılar birbirlerine atıf harfi olan vâv ( ‫ )و‬ile
bağlanır:
(ٖٗ) Erba‟atün ve selâsûn: ‫كثالثوف‬ ‫أربعة‬.
ِ ‫مائة‬.
(ٕٔٔ) Mi‟etün ve vâhidün ve „işrûn: ‫ككاحد كعشركف‬
(ٚٙٛ) Seb„u mi‟etin ve semâniyetün ve sittûn: ‫سبعمائة كثمانية كستّوف‬.
(ٜٜٔٙ) Elfün ve tis„u mi‟etin ve sittetün ve tis„ûn: ‫ألف كتسعمائة ك ستّة‬
‫كتسعوف‬.

Arapça sıra sayıları da Osmanlı Türkçesi metinlerinde sıklıkla karşımıza


çıkan unsurlardandır:
Evvel: ‫أكؿ‬
ّ (Birinci)
Sânî: ‫( ثانى‬İkinci)
Sâlis: ‫( ثالِث‬Üçüncü)
Râbi„:‫( رابِع‬Dördüncü)
Hâmis: ‫خامس‬ِ (Beşinci)
Sâdis: ‫سادس‬ِ (Altıncı)
Sâbi„: ‫( سابِع‬Yedinci)
Sâmin: ‫ثامن‬ ِ (Sekizinci)
Tâsi„: ِ (Dokuzuncu)
‫تاسع‬
ِ (Onuncu)
„Âşir: ‫عاشر‬


Evvel (‫أكؿ‬
ّ )‟in müennesi ûlâ (‫ )اوىل‬şeklinde gelmektedir. Diğer sıra sayıları ise
sonlarına getirilen müenneslik eki ( ‫ )ه‬ile dişil yapılmaktadır: sâniye ( ‫)ثانِيو‬,
sâlise (‫)ثالِثو‬, râbi„a (‫ )رابِعو‬vb.

Derece-i ûlâ: ‫( درجﮥ اكلى‬Birinci derece)


Bâb-ı sâlis: ‫باب ثالِث‬
ِ (Üçüncü bâb)
Sultân Mustafâ Hân-ı Râbi„: ِ ‫( سلطاف مصطفى‬Sultan Dördüncü Mustafa
‫خاف رابِع‬
Han)
Cild-i sâbi„: ِ (Yedinci cilt)
‫جلد سابِع‬
Def„a-i „âşire: ‫( دفعﮥ عاشره‬Onuncu defa)

Sayılarla ilgili olarak Arapçadan Osmanlı Türkçesine geçen başka bir unsur
da “kesir sayılar”dır. Kesir sayılar -yarım anlamına gelen “nısf: ‫نصف‬
ْ ” hariç-
orta harfleri harekeli ya da sâkin olmak üzere iki farklı şekilde okunabilir:

Nısf: ‫نصف‬
ْ (1/2: Yarım), Sülüs/Süls: ‫ ثلُث‬/ ‫( ثلْث‬1/3: Üçte biri), Rubu„/Rub„:
‫ ربُع‬/ ‫( ربْع‬1/4: Dörtte biri), Humus/Hums: ‫خمس‬ ُ / ‫خمس‬ ْ (1/5: Beşte biri),
Südüs/Süds: ‫ س ُدس‬/‫( س ْدس‬1/6: Altıda biri), Sübu„/Süb„: ‫ سبُع‬/ ‫( سبْع‬1/7:
Yedide biri), Sümün/Sümn: ‫ثمن‬ ُ / ‫( ْثمن‬1/8: Sekizde biri), Tüsu„/Tüs„: ‫تسع‬
ُ /
‫تسع‬
ْ (1/9: Dokuzda biri), Öşür/Öşr: ‫شر‬
ُ ‫ ع‬/ ‫( ع ْشر‬1/ Onda biri).

Osmanlı Türkçesinde Kullanılan Arapça


Bazı Söz Kalıpları ve Cümleler
Ünitemizde buraya kadar ele aldığımız konulara bakıldığında, Arapçadan
Osmanlı Türkçesine geçen unsurların genel anlamda kelimeler/tamlamalar
olduğu görülecektir. Bununla birlikte bazı kalıp ifadelerin ve cümlelerin de -
Arapça şekil ve kurallar çerçevesinde- Osmanlı Türkçesinde kullanıldığı
görülür. Bu ibarelerin bazılarında -genelde Osmanlı Türkçesinde
kullanılmayan- Arapça fiillerin çekimli halleri de bulunmaktadır.

Bu tür ibareler genel anlamda âyet ve hadîslerden yapılan iktibaslar, dua-


beddua cümlecikleri, deyimler, atasözleri ve vecizelerdir. Bunları edat ve
zarflarla kurulan ibareler, söz kalıpları ve cümleler şeklinde ele alabiliriz:

Edat ve zarflarla kurulan ibareler:


„ale‟l-„acele: ‫( على العجلو‬çabucak, çok acele ederek)
„ale‟l-ekser: ‫( على األكثر‬çoğunlukla, çok defa)
„ale‟l-husûs: ‫( على الخصوص‬husûsiyle, en çok)
„ale‟l-ıtlâk: ‫( على اإلطالؽ‬umûmiyetle, genel olarak)
„ale‟l-„umûm: ‫( على العموـ‬umûmiyet üzere, genel olarak)
„ale‟t-tertîb: ‫( على التّرتيب‬sırasıyla, düzen içerisinde)
„an-kasdin: ‫( عن قصد‬bile bile, kasıtlı bir şekilde)
„an-samîmi‟l-kalb: ‫( عن صميم القلب‬cân u gönülden, içten)
ba„dehû: ‫( بعده‬ondan sonra)


ba„de zâlike: ‫( بعد ذلك‬bundan sonra)
beyne‟n-nâs: ‫( بين النّاس‬insanlar/halk arasında)
bi-„avnihî te„âlâ: ‫( بعونو تعالى‬Yüce Allah‟ın yardımı ile)
bi-izni‟llah: ‫( بإذف اهلل‬Allah‟ın izni ile)
bi-kadri‟l-imkân: ‫( بقدر اإلمكاف‬imkânlar ölçüsünde, güç yettiğince)
bilâ-kasd: ‫( بال قصد‬istemeyerek, kasıt olmadan)
bilâ-sebeb: ‫( بال سبب‬sebepsiz)
bilâ-şekk: ‫شك‬
ّ ‫( بال‬şüphesiz)
bilâ-teşbîh: ‫( بال تشبيو‬benzetmeksizin, benzetmek gibi olmasın)
bi‟l-müşâhede: ‫( بالمشاىده‬görerek)
bi-mennihî: ‫( بمنّو‬Allah‟ın lütfuyla)
binâen „aleyh: ‫بناء عليو‬
‫( ن‬bunun üzerine)
bi‟t-tesâdüf: ‫( بالتّصادؼ‬tesadüfen)
fi‟l-vâki„: ‫( في الواقِع‬vâkıa, hakikaten, gerçekten)
fî-nefsi‟l-emr: ‫( في نفس األمر‬hakikatte, gerçekte)
fî-zamâninâ: ‫( في زماننا‬günümüzde)
fî-zamâninâ hazâ: ‫( في زماننا ىذا‬bu zamanımızda)
ilâ-yevmi‟l-kıyâme: ‫( الى يوـ القيامو‬kıyamet gününe kadar)
inda‟llâh: ‫( عند اهلل‬Allah katında, nezdinde)
inde‟l-hâce: ‫( عند الحاجو‬ihtiyaç anında, zamanında)
ke-en-lem yekün: ‫( كأف لم يكن‬hiç yokmuş gibi)
ke‟l-evvel: ‫كاألكؿ‬
ّ (evvelki gibi, eskisi gibi)
kemâ fi‟l-evvel: ‫األكؿ‬
ّ ‫( كما في‬ilkinde olduğu gibi, önceki gibi)
kemâ fi‟s-sâbık: ‫السابِق‬
ّ ‫( كما في‬eskiden olduğu gibi)
lede‟l-hâce: ‫( لدل الحاجو‬ihtiyaç anında, lüzûm görüldüğü zaman)
min-ba„d: ‫( من بعد‬bundan sonra)
min-cihetin: ‫( من جهة‬bir yönden, bir açıdan)
mine‟l-kadîm: ‫( من القديم‬eskiden beri, çok evvelden)
mine‟l-evvel ile‟l-âhir: ‫( من األ ّكؿ إلى اآل ِخر‬başından sonuna kadar)
min-gayri haddin: ‫( من غير حد‬haddim olmayarak)
min-„indi‟llâh: ‫( من عند اهلل‬Allah tarafından, katından)
min-külli‟l-vücûh: ‫كل الوجوه‬
ّ ‫( من‬her cihetle, her yönden)
tahte‟l-hıfz: ‫( تحت الحفظ‬koruma altında)
tahte‟ş-şu„ûr: ‫شعور‬
ّ ‫( تحت ال‬şuur altı)

Söz kalıpları
ِ (sonunda, nihayet)
âhirü‟l-emr: ‫آخر األمر‬


ânifü‟l-beyân: ‫( آنِف البياف‬az önce açıklanan, bildirilen)
ba„sü ba„de‟l-mevt: ‫( بعث بعد الموت‬öldükten sonra dirilme)
bi‟l-hâssa: ‫بالخاصو‬
ّ (özellikle)
binâen „alâ-zâlik: ‫بناء على ذلك‬
‫( ن‬bunun üzerine, bundan dolayı)
el-hâletü hâzihî: ‫( الحالة ىذه‬hâlâ, şimdi, şimdiki zamanda, şimdiye kadar)
hasbeten li‟llâh: ‫( حسبةن هلل‬Allah rızası için)
hebâ‟en mensûra: ‫ىباء منثورا‬
‫( ن‬boşuna harcanarak)
ihda‟l-ciheteyn:‫الجهتين‬
ْ ‫( إحدل‬iki cihetten biri)
kenzün lâ-yefnâ: ‫( كنز ال يفنى‬tükenmez bir hazine)
keyfe mâ-yeşâ‟: ‫( كيف ما يشاء‬istediği gibi, nasıl isterse)
lâ-„akall: ‫أقل‬
ّ ‫( ال‬en azından)
lâ-büdd: ‫( ال ب ّد‬mutlaka, kaçınılmaz)
lâ-cerem: ‫( ال جرـ‬şüphesiz, şüphe yok ki)
lâ-yüs‟el: ‫( ال يسأؿ‬sorulmaz, mesul olmaz)
ma„a‟t-te‟essüf: ‫أسف‬
ّ ّ‫( مع الت‬üzülerek, yazık ki)
mâ-dâme‟l-hayât: ‫( ما داـ الحيات‬yaşadıkça, hayat devam ettikçe)
mâ-melek: ‫( ما ملك‬nesi varsa, olanca şey)
mâ-siva‟llâh: ‫( ما سول اهلل‬Yüce Allah‟ın dışındaki bütün varlıklar)
müşârün ileyh: ‫( مشار إليو‬adı geçen, adı anılan)
rahmeten li‟l-„âlemîn: ‫( رحمةن للعالمين‬âlemlere rahmet ola[rak gönderile]n: Hz.
Peygamber)
sırran ve „alâniyyeten: ‫سران ك عالنيّةن‬
ّ (gizli ve açık olarak)
yevmen fe-yevmen: ‫( يومان فيومان‬günden güne, gün geçtikçe)
zevi‟l-„ukûl: ‫( ذكل العقوؿ‬akıl sahipleri; insanlar)

Cümleler
Afa‟llâhu anh: ‫( عفى اهلل عنو‬Allah onu affetsin.)
Aleyhi‟r-rahme: ‫الرحمو‬
ّ ‫( عليو‬Allah‟ın rahmeti üzerine olsun.)
Aleyhi‟s-selâm: ‫السالـ‬
ّ ‫( عليو‬Ona/Hz. Peygamber‟e selâm olsun.)
Allâhu a„lemu bi‟s-savâb: ‫بالصواب‬
ّ ‫( اهلل أعلم‬Doğrusunu Allah bilir.)
Amennâ ve saddaknâ: ‫( آمنّا ك ص ّدقنا‬İnandık ve tasdik ettik.)
Celle celâluhû: ‫جل جاللو‬
ّ (Allah‟ın şânı; yüceliği artsın.)
Cezâke‟llâhu hayran: ‫خيران‬ ‫( جزاؾ اهلل‬Allah mükâfâtını versin.)
El-hamdü li‟llâh: ‫( الحمد هلل‬Hamd Allah‟a mahsustur. / Allah‟a hamd olsun.)
El-hükmü li‟llâh: ‫( الحكم هلل‬Hüküm Allah‟ındır.)
Er-rızku ala‟llâh: ‫الرزؽ على اهلل‬
ّ (Rızkı veren Allah‟tır.)
Estağfiru‟llâh: ‫( أستغفر اهلل‬Allah‟tan mağfiret dilerim.)


Hafizana‟llâh: ‫( حفظنا اهلل‬Allah bizi saklasın, korusun.)
Halleda‟llâhu mülkehû: ‫( خلّد اهلل ملكو‬Allah başımızdan eksik etmesin, Allah
zeval vermesin.)
Hasbüna‟llâh: ‫( حسبنا اهلل‬Allah bize yeter.)
Kuddise sırruhû: ‫سره‬
ّ ‫( قدِّس‬Sırrı kutsansın, sırrı mukaddes olsun.)
La„netu‟llâhi aleyh: ‫( لعنة اهلل عليو‬Allah‟ın laneti onun üzerine olsun.)
La„netu‟llâhi ale‟l-kâzibîn: ‫( لعنة اهلل على الكاذبين‬Allah‟ın laneti yalancıların
üzerine olsun.)
Lehü‟l-hamd: ‫( لو الحمد‬Allah‟a hamd olsun.)
Ne„ûzü bi‟llâh: ‫( نعوذ باهلل‬Allah‟a sığınırız.)
Radıya‟llâhu anh: ‫( رضي اهلل عنو‬Allah ondan razı olsun.)
Rahimehu‟llâh: ‫( رحمو اهلل‬Allah ona rahmet etsin.)
Rıdvanu‟llâhi „aleyh: ‫( رضواف اهلل عليو‬Allah ondan razı olsun.)
Salla‟llâhu „aleyhi ve sellem: ‫( صلّى اهلل عليو كسلّم‬Allah‟ın salât ve selâmı Hz.
Peygamber‟in üzerine olsun.)
Sellemehu‟llâh: ‫( سلّمو اهلل‬Allah selamet versin.)
Semi„nâ ve ata„nâ: ‫( سمعنا وأطعنا‬İşittik ve itaat ettik.)
Yerhamuka‟llâh: ‫( يرحمك اهلل‬Allah sana merhamet etsin.)
Zâda‟llâhu: ‫( زاد اهلل‬Allah arttırsın.)

Arapçadan Türkçeye Geçen Kelime ve Kelime Gruplarında


Anlam Değişmesi
Arapçadan Osmanlı Türkçesine geçen kelime ve yapıların bir kısmı hiçbir
değişikliğe uğramadan kabul edilmiş, bir kısmı ise şekil ve anlam itibariyle
bazı değişikliklere uğramıştır. Bu değişiklikler kimi zaman Arapça kelime
köklerinden -Arapçada olmayan/kullanılmayan- yeni kelimeler türetme
yoluyla gerçekleşmiş, kimi zaman ise kelime/kelime grupları aynen/şeklen
alınmakla beraber, anlam değişiklikleri meydana gelmiştir. Arapçadan
Türkçeye geçen unsurlar üzerinde meydana gelen bu durum; “anlam
daralması”, “anlam genişlemesi” ve “anlam kayması/değişimi” olarak
karşımıza çıkar. Konuyla ilgili örneklere geçmeden önce bu kavramlarla ne
kastedildiği üzerinde kısaca durmamız yerinde olacaktır.

Bir kelimenin karşıladığı anlamlardan bir kısmını zamanla kaybetmesine


“anlam daralması” denilmektedir. Böylece kelime, söz konusu
nesnenin/durumun sadece bir bölümünü, bir türünü anlatır duruma gelmiştir.
Anlam genişlemesi ise bu durumun tam tersine, kelimenin/kelime grubunun
bir nesnenin/işin/durumun bir bölümünü ya da bir türünü gösterirken zamanla
bütününü, bütün türlerini anlatır hâle gelmesidir. Anlam kayması/değişimi ile
de kelimenin/kelime grubunun eski anlamından tamamen farklı, yeni bir
kavramı yansıtır hâle gelmesi; yani başka bir anlam ifade eder duruma
gelmesi kastedilmektedir. (Aksan, , )

Aşağıda vereceğimiz örneklerle konuyu daha anlaşılır hâle getirmeye


çalışacağız.


“Emniyet: ‫ ”أمنيّت‬ve “kurbiyet: ‫”قربيّت‬, kök itibariyle Arapça olan ve Arapça
kâidelere göre türetilen kelimelerdir. Ancak bu kelimeler Arapçada
kullanılmamaktadır. Zira Arapçada bunların yerine zaten masdar olan ve aynı
anlama gelen “emn: ‫ ”أمن‬ve “kurb: ‫ ”قرب‬kelimeleri kullanılmaktadır. Osmanlı
Türkçesinde ise mevcut masdarları, Arapça kurallara göre yeniden
masdarlaştırma yoluna gidilmiş; sonuçta “güvenlik; güven, inanma, itimat”
anlamlarına gelen “emniyet: ‫ ”أمنيّت‬ve “yakınlık” anlamına gelen “kurbiyet:
‫ ”قربيّت‬kelimeleri türetilmiştir.

“Tahte‟l-bahr: ‫تحت البحر‬, dâü‟s-sıla: ‫الصلو‬


ّ ‫ ”داء‬tamlamaları da yukarıdaki
örnekler gibi Arapça unsurlarla ve Arapça dil bilgisi kurallarına uygun bir
şekilde meydana getirilmiştir. Ancak bu ibarelerin yukarıda verilen iki
örnekten bir farkı bulunmaktadır. Bu ve benzeri ibareler Arapçada şekil
itibariyle aynen bulunmakla beraber, Osmanlı Türkçesinde farklı anlamlar
kazanmıştır. “Tahte‟l-bahr: ‫ ;”تحت البحر‬Arapça “denizin altı” anlamına gelir.
Osmanlı Türkçesinde ise bu anlamın yanında “Deniz yüzeyinin altında ve
üstünde yol alabilen savaş veya araştırma gemisi: denizaltı” anlamını da
kazanmıştır. (Arapçada “denizaltı” için “gavvâse: ‫غواصة‬ ّ ” kelimesi
kullanılmaktadır.)

“Dâü‟s-sıla” tamlaması ise “Dâ‟: hastalık, dert” ve “Sıla: bağ, ilişki; ulaşma,
erişme” anlamına gelen kelimelerden oluşmuştur; ancak Arapçada bu şekilde
bir kullanım bulunmamaktadır. “Dâü‟s-sıla: ‫الصلو‬ ّ ‫ ”داء‬ibaresi Arapça
kelimelerden oluşan bir tamlama olarak Osmanlı Türkçesine geçmiş ve “yurt
özlemi” anlamını kazanarak, ait olduğu dilden çok farklı bir anlam
değişikliğine uğramıştır. (Arapçada “yurt özlemi” için “el-iştiyâk ile‟l-vatan:
‫ ”اإلشتياؽ الى الوطن‬tabiri kullanılmaktadır.)

“Ayyâş: ‫عيّاش‬, cezâ: ‫جزاء‬, garaz: ‫غرض‬, cülûsiye: ‫جلوسيو‬, dâ‟ir: ‫دائِر‬, edâ: ‫أداء‬,
gâlibâ: ‫غالِبا‬, ihtişâm: ‫احتشاـ‬, misâfir: ‫مسافِر‬, müsâmere: ‫مسامره‬, ukalâ: ‫ عقالء‬vb.”
kelimeler Arapça asıllı kelimelerdir. Bu kelimelerin Osmanlı Türkçesindeki
kullanımlarında da anlam daralması-genişlemesi ya da anlam
kayması/değişmesi gibi durumlar söz konusu olmuştur:

“Ayyaş: ‫ ”عيّاش‬kelimesi Arapça “Güzel yaşayan, iyi durumda olan; ekmek


satıcısı” gibi anlamlara gelirken, Osmanlı Türkçesinde “İçkiye düşkün,
içkici” anlamlarında kullanılmıştır. Kelime böylece bir değişime uğramış ve
Arapça aslından tamamen farklı bir anlam kazanmıştır.

“Cezâ: ‫ ”جزاء‬kelimesi ise anlam daralmasına uğrayan kelimelerdendir.


Arapçada “Karşılık, bir şeyin karşılığı” gibi genel bir anlama sahipken,
Türkçeye geçtiğinde “Cürm ü kabahat ü cinâyet sahibine gerek dünyada ve
gerek âhirette edilen mukâbele; uygunsuz davranışlarda bulunanlara
uygulanan üzüntü, sıkıntı, acı verici işlem veya yaptırım” gibi olumsuz bir
mana verilerek anlam daralmasına uğramıştır.

“Garaz: ‫ ”غرض‬kelimesi anlam genişlemesine uğrayan bir kelime olarak


karşımıza çıkar. Arapçada “Hedef, amaç, gâye” anlamına gelen kelime,
Osmanlı Türkçesinde bu anlamları da taşımakla beraber “Gizli düşmanlık,


kin, kötü niyet” gibi başka bir mana da kazanmış; anlamı genişleyen
kelimelerden olmuştur.

Yukarıda verilen diğer kelimelerin Arapçadaki anlamları ve Osmanlı


Türkçesinde kazandıkları yeni anlamlar şu şekildedir:

“Cülûsiye: ‫ → ”جلوسيو‬Arapçada: “Oturma, belirli bir yere sağlamca oturma;


hükümdarın tahta çıkması”; Osmanlı Türkçesinde: “Tahta çıkanlar için
söylenmiş veya yazılmış yazı; hükümdârın tahta çıktığı ilk gün verdiği
bahşiş.”

“Dâ‟ir: ‫ → ”دائِر‬Arapçada: “Dönmek, dolaşmak”; Osmanlı Türkçesinde “Bir


konu üzerine olan, üzerine, konusunda, … ile ilgili.”

“Edâ: ‫ → ”أداء‬Arapçada “(Hizmet) sunma; yerine getirme, icrâ etme;


ödeme”; Osmanlı Türkçesinde “Davranış, tavır; naz, işve; anlatım biçimi,
tarzı.”

“Gâlibâ: ‫ → ”غالِبا‬Arapçada “Yenmek, galip gelmek, üstünlük sağlamak”;


Osmanlı Türkçesinde “Görünüşe göre, anlaşılan.”

“İhtişâm: ‫ → ”احتشاـ‬Arapçada “Utangaçlık, mahcubiyet, hayâ sahibi olma”;


Osmanlı Türkçesinde “Büyüklük, görkem.”

“Misâfir: ‫ → ”مسافِر‬Arapçada “Seyahat eden, yolcu”; Osmanlı Türkçesinde


“Konuk.”

“Müsâmere: ‫ → ”مسامره‬Arapçada “Gece sohbeti, sohbet, muhabbet”;


Osmanlı Türkçesinde “Okullarda talebeler tarafından oynanan piyes,
öğrencilerin sunduğu eğlence.”

“Ukalâ: ‫ → ”عقالء‬Arapçada “Akıl sahipleri, idrâk sahibleri, anlayabilenler”;


Osmanlı Türkçesinde “Kendini akıllı ve bilgili sanan, akıllı geçinmek
isteyen, bilgiçlik taslayan (kimse).” (Geniş bilgi için bkz.: İşler, , ;
Avcı, , )


Özet
Türklerin İslâmiyet‟i kabulüyle birlikte, Arapça kelime ve tabirlerin
Türkçeye yoğun bir şekilde girmeye başladığı görülür. Özellikle isimler,
sıfatlar, masdarlar ve bazı edatlar Osmanlı Türkçesine geçen Arapça
unsurların başında gelir. Osmanlı Türkçesinde, çekim hâlinde bulunan
Arapça fiiller genelde kullanılmamıştır. Bununla birlikte ara cümle diye tabir
edilen bazı ifadelerde veya tümüyle Arapça yazılan ibarelerde bu tür fiillere
de rastlanır. Bu itibarla Osmanlı Türkçesinde her tür Arapça kelimeye yer
verilmiştir denilebilir.

Arapçada isimler; “masdar, ism-i fâ„il, ism-i mef„ûl, sıfat-ı müşebbehe,


mübalağalı ism-i fâ„il, ism-i tafdîl, ism-i mekân, ism-i zamân, ism-i mensûb,
ism-i âlet ve ism-i tasgîr” şeklinde çeşitli kısımlara ayrılır. Bunların
kendilerine özgü kalıpları/vezinleri vardır.
Arapçada isimler tür bakımından müzekker (eril) ve müennes (dişil) olmak
üzere ikiye ayrılır. Müennes kelimeler, şekil ve anlama dayalı bazı yönleriyle
müzekker kelimelerden ayrılır. Arapçada isimler kemiyet bakımından ise;
müfred (tekil), tesniye (ikil) ve cem„ (çoğul) olmak üzere üçe ayrılır. Çoğul
kelimeler kurallı ve kuralsız şeklinde ikiye ayrılır. Kuralsız çoğulların pek
çok kalıbı vardır; ancak bunlar semâîdir; yani işitilerek ya da sözlüğe
bakılarak öğrenilebilir.

Arapçada isim tamlaması/izâfet terkîbi, muzâf (tamlanan) ve muzâfun ileyh


(tamlayan) adı verilen unsurlardan meydana gelir. Tamlamadaki ikinci
kelimenin/unsurun sıfat olması durumunda ise buna; “terkîb-i tavsîfî/sıfat
tamlaması” adı verilir. Arapçada Türkçe tamlamaların aksine önce tamlanan,
sonra tamlayan/önce nitelenen sonra niteleyen gelir.

Arapça haftanın günleri; “El-ahad: ‫( األحد‬Pazar), El-isneyn: ‫( اإلثنين‬Pazartesi),


Es-sülâsâ‟: ‫( الثّالثاء‬Salı), El-erbiâ‟: ‫( األربعاء‬Çarşamba), El-hamîs: ‫الخميس‬
(Perşembe), El-cum„a: ‫( الجمعو‬Cuma), Es-sebt: ‫السبت‬ ّ (Cumartesi)” şeklinde
gelir. Ay adları ise; “Muharrem: ‫محرـ‬
ّ , Safer: ‫صفر‬, Rebî„ü‟l-evvel: ‫األكؿ‬
ّ ّ ‫ربيع‬,
ِ
Rebî„ü‟l-âhir: ‫ربيع اآلخر‬, Cumâde‟l-ûlâ: ‫جمادل األكلى‬, Cumâde‟l-âhire: ‫جمادل‬
ِ , Receb: ‫رجب‬, Şa„bân: ‫شعباف‬, Ramazân: ‫رمضاف‬, Şevvâl: ‫شواؿ‬, Zü‟l-ka„de:
‫اآلخره‬ ّ
ِ
‫ذك القعده‬, Zü‟l-hicce: ‫ ”ذك الح ّجو‬şeklindedir. Arapça gün-ay adları, sayı isimleri
ve sıra sayılar, çeşitli Osmanlı Türkçesi metinlerinde; arşiv belgelerinde, el
yazması eserlerin tarih bildiren kısımlarında vs. sıklıkla karşımıza çıkar.

Arapçadan Osmanlı Türkçesine geçen unsurlar genel anlamda kelime ve


tamlamalar olmakla beraber Arapça bazı kalıp ifadelerin ve cümlelerin de
Osmanlı Türkçesinde kullanıldığı görülür. Bu tür ifadeler metinlerde; edat ve
zarflarla kurulan ibareler, söz kalıpları ve cümleler şeklinde yer almaktadır.

Arapçadan Osmanlı Türkçesine geçen kelime ve yapıların bir kısmı


Arapçadaki anlamıyla kullanılırken bir kısmında ise şekil ve anlam itibariyle
bazı değişiklikler meydana gelmiştir. Bu anlamda kimi zaman Arapça kelime
köklerinden -Arapçada kullanılmayan- yeni kelimeler türetilmiş, kimi zaman
ise kelime/kelime grupları şeklen alınmakla beraber, anlam değişiklikleri
meydana gelmiştir. Osmanlı Türkçesi metinlerinde yer alan Arapça unsurlar
bu açıdan değerlendirildiğinde; “anlam daralması”, “anlam genişlemesi” ve
“anlam kayması”nın çeşitli örnekleriyle karşılaşılacaktır.
Gözden Geçir
 Osmanlı Türkçesi‟nin Arapçadan etkilenme nedenleri nelerdir?
 Arapça isim çeşitleri hakkında bilgi veriniz.
 Arapçada fiiller kaça ayrılır?
 Arapça sıfat tamlamalarında sıfat-mevsûf arasında hangi açılardan
uygunluk aranır?
 “İzâfet-i lafzıyye” nedir? Bu yapıyı diğer tamlama türlerinden şekil
ve anlam bakımından ayıran yönler nelerdir?
 Anlam bakımından dişil kabul edilen (müennes-i ma„nevî) kelimeler
hakkında bilgi veriniz.
 Arapça ay ve gün adlarını sıralayınız.
 Arapça sayı isimleri hakkında (müzekker-müennes ve ref„-nasb/cer
hallerini göz önünde bulundurarak) bilgi veriniz.
 Osmanlı Türkçesinde kullanılarak kalıplaşmış hâle gelen Arapça söz
kalıpları ve cümlelerden örnekler veriniz.
 Arapçadan Osmanlı Türkçesine geçen kelime ve yapıların bir kısmı
üzerinde meydana gelen “anlam daralması”, “anlam genişlemesi” ve
“anlam kayması/değişimi” ile ilgili örnekler veriniz.
Kaynaklar
Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil-Ana Çizgileriyle Dilbilim, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara,

Avcı, Yaşar, Arapça Kökenli Osmanlıca Sözcükler, Yüzüncü Yıl Üniversitesi


Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yüksek Lisans Tezi), Van,

Banguoğlu, Tahsin, Türkçenin Grameri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,


Çörtü, Mustafa Meral, Sarf-Nahiv-Edatlar, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı


Yayınları, İstanbul,

Develi, Hayati, Osmanlı Türkçesi Kılavuzu (I-II), Kitabevi, İstanbul,

Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi


Yayınları, Ankara,

Duman, Musa, Yapıları ve Kullanılışları Bakımından Arapça ve Farsça


Tamlamalar, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yüksek Lisans
Tezi), İstanbul,

Ergin, Muharrem, Osmanlıca Dersleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat


Fakültesi Yayınları, İstanbul,

İşler, Emrullah, Türkçede Anlam Kaymasına Uğrayan Arapça Kelime ve


Kelime Grupları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul,

İşler, Emrullah; Yıldız, Musa, Arapça Çeviri Kılavuzu, Bizim Büro, Ankara,

Karslı, İlyas, Osmanlı Türkçesini Okuma ve Anlamada Arapçanın Yeri, Ensar


Neşriyat, İstanbul,

Kurt, Yılmaz, Osmanlıca Dersleri (I-II), Akçağ Yayınları, Ankara,

Mutçalı, Serdar, Arapça-Türkçe Sözlük, Dağarcık, İstanbul,

Şemseddîn Sâmî, Kâmûs-ı Türkî, İkdâm Matbaası, Dersaâdet,

Timurtaş, Faruk Kadri, Osmanlı Türkçesi Grameri, Alfa Yayınları, İstanbul,


Türkçe Sözlük, (Komisyon), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,

Yılmaz, Ali; Güngör, Zülfikar, Türk Dili ve Edebiyatı Tarihi, (Editör:


Mehmet Akkuş) Ankara Üniversitesi Uzaktan Eğitim Yayınları, Ankara,

Footer menu

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası