Allah (c.c.) Kur’ân-ı Kerîm’i Hz. Muhammed (s.a.v)’e göndererek karanlıklarda yüzen insanoğlunu aydınlığa çıkarmıştır. O günden bu güne milyarlarca insan Kur’ân’dan nasibini almıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in indirilişinden günümüze kadar her âlim ondan muradı ilahiyi anlamaya çalışmıştır. Bu âlimlerden biri de XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın birinci yarısında Siirt ili ve çevresinde yaşamış olan Molla Halil es-Siirdî’dir. Molla Halil, son dönemde te’lifât geleneğinin az olduğu memleketimizde yetişen ender âlimlerden biri olması, Kur’ân-ı Kerîm’i baştan sona kadar tefsir etmesi vb. özellikler ile dikkatleri çeken önemli dinî ve ilmî bir şahsiyettir. Bu değerli âlim birçok eser yazmıştır. Yazdığı eserlerden birisi de dil yönü ağır basan Basîretu’l-kulûb fî kelâmi ‘allâmi’l-ğuyûb adlı tefsirdir. Bildiğimiz kadarıyla daha önce dil açısından bu eserin üzerinde hiçbir çalışmanın yapılmamıştır. Çalışmamız giriş, dört bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş kısmında Basîretu’l-kulûb’un müellifi Molla Halil es-Siirdî’nin yaşadığı dönemin siyasî, ictimaî ve ilmî durumuyla onun hayatı, eserleri ve ilmî kişiliği ele alınmaktadır. Bu bağlamda bir taraftan doğu medreseleri ve buralarda yetişen âlimler hakkında bilgi verilirken; öbür taraftan Molla Halil’in gerek halka yönelik olsun gerekse medrese talebelerine yönelik olsun alet ilimleriyle ilgili ve dinî ilimlerle ilgili kaleme aldığı eserlere kısaca değinilmiştir. Birinci bölüme gelince Basîretu’l-kulûb ana hatlarıyla tanıtılmıştır. Bu amaçla Basîretu’l-kulûb; yazılış gayesi, üslubu, önemi, temel kaynakları, istişhâd olarak kullanılan şâhidler vb. açılardan incelenmiştir. İkinci bölümde ise Basîretu’l-kulûb lügat ve sarf açısından incelenmiştir. Basîretu’l-kulûb’da yer alan ezdâd, mu‘arreb, furûk, naht, kelimelerin iştikâkı vb. konular lügat açısından ele alınmıştır. Başta fiillerin yapısı ve anlamları olmak üzere, mastarlar, sıfat-ı muşebbehe, ism-i tafdîl, ism-i mensûb, ism-i zaman, ism-i mekân, i‘lâl, ibdâl, idgâm vb. sarf konuları açısından tahlîl edilmiştir. Üçüncü bölümde Basîretu’l-kulûb nahiv açısından değerlendirilmiştir. Bu bağlamda Basîretu’l-kulûb’da yer alan hemen hemen bütün nahiv konuları tespit edilmiştir. Bu konular başta isim, fiil ve harf olan âmiller olmak üzere; merfu, mensûb ve mecrûr ma‘mûller, mu‘rab, mebni, edatlar vb. başlıklar altında ele alınmıştır. Dördüncü bölümde Basîretu’l-kulûb belâgat ilmi açısından incelenmiştir. Bu bölümde eser ilk önce meânî ilminin; ardından da beyân ilminin temel konuları açısından ele alınmıştır. Bu bölümün sonunda ise eser bedii ilminin temel iki konusu olan muhassinât-i lâfzîyye ile muhassinât-i maneviyye ve bunların alt başlıkları açısından tahlîl edilmiştir. Sonuç'da ise bu çalışmada varılan sonuçlar ve öneriler ana hatlarıyla belirtilmiştir. Bu çerçevede Basîretu’l-kulûb üzerinde yapılabilecek çalışmalar ve ondan daha iyi istifade edebilme yolları gösterilmiştir.
“BAZI KELİMELER ÇOK GÜZEL” YA DA OSMANLICA SEVİSİNE HİZMET Merve YILMAZ1 1. Giriş Onur ve Banu Ertuğrul çifti ’te, kendilerinin güzel olarak nitelendirdikleri kimi sözcükleri gün yüzüne çıkarmak adına bir tasarı geliştiriyor. Tasarı 1 Ocak ’te sosyal medya üzerinden hayata geçiyor. Çift twitter, instagram gibi en çok kullanılan sosyal medya hesapları üzerinden her gün bir sözcük paylaşıyor. Paylaştıkları sözcükleri güncel olaylara göre de seçen çift, toplumsal konulara ilişkin duyarlı(!) olduklarını da takipçilerine sezdiriyorlar. Takipçileri günden güne artıyor, yüz binlere ulaşıyor. Durum böyle olunca bu işten para kazanmanın yollarına başvuruyorlar. Güzel buldukları sözcükleri bez çantalara, defterlere, bardak altlıklarına, bardaklara vs. basıyorlar ve ederi en çok 3 lira olan bir bardağı 29,50 liraya satabiliyorlar. Bkz. funduszeue.info guzel. Hatta kendilerine Galata’da “Güzel Kelimeler Dükkânı” diye bir mağaza bile açıyorlar. Sonunda Can Yayınları “Lügat Bazı Kelimeler Çok Güzel” kitabını basıyor. Kitap 4. baskısını adet yapıyor. “Lügat”te yer alan sözcükler, sözcüğün hemen altında yer alan anlamları ve kaynaklarını yansıtan sayfalar ise “Ankaray” banliyölerinin duvarlarında bile yansıtılıyor ve tren bekleyen insanların belleğine işleniyor. Ertuğrul çifti “Lügat”lerinin ön sözünde kendilerini şöyle tanımlıyor: “Biz, Banu ve Onur Ertuğrul. Öğretmen değiliz. Yazar değiliz. Çevirmen bile değiliz. Dilbilimci hiç değiliz.” (). Bu söylemlerinde çevirmenleri niçin aşağıladıkları anlaşılmasa da kendilerinin dil konusunda hiçbir birikim ve uzmanlıklarının olmadıklarını daha başından kabul eden çiftin söylemleri şöyle devam ediyor: “Kelimelerin ne kadar güzel şeyler olduğunu insanlara hatırlatmak, güzelliklerini popüler bir dille gösterebilmek, yeniden gündelik hayata karışıp görünür olmalarını sağlamak umuduyla çıktık bu yola.” (). Kişilerin söz varlığını geliştirmeye, sözcükleri belletmeye çalışmak; dil konusunda insanlarda duyarlık oluşturmaya çalışmak elbette güzel bir amaç ancak adı geçen yazarların, gündelik yaşama katılmasını dilediği sözcükler bambaşka. Çağdaş Türk Dili yazarlarından Örs de derginin sayısında bu kitaba yer veren Aydınlık Kitap Eki’ni eleştirmiştir ( 87). Bu yazıda ise “Lügat Bazı Kelimeler Çok Güzel” kitabı detaylıca incelenecek ve Ertuğrul çiftinin asıl amacı ortaya konmaya çalışılacaktır. 2. Bazı “Kelimeler” Çok mu Güzel? “Dil anlaşma aracıdır. Ama, bütün insanlar bir tek dil kullanmazlar. Dünyada dil kullanılmaktadır. Her ulusun bireyleri; aralarında kendilerine özgü bir dil kullanarak 1 Ankara Üniversitesi Türkçe Eğitimi Doktora Programı Öğrencisi. Elmek: [email protected] anlaşırlar. Buna ulusal dil diyoruz. Türkler Türk dili ile, Araplar Arap dili ile, Fransızlar Fransız dili ile… görüşürler.” (Aksoy, ). Ne var ki Türk dilinin ulusallığını zedeleme çabaları yıllardır devam etmektedir. Dil devriminin ardından özleşen ve sadeleşen dilimiz, bir dönem çoğunlukla İngilizcenin baskısıyla, son dönemlerde de yaşamını yitirmiş olan Osmanlıcanın diriltilmesi çabalarıyla karşı karşıyadır. “Osmanlıca yapmacık bir dildir. Günlük dilden, konuşma dilinden iyice uzaklaşmıştır. Halkın dili olmaktan çıkmıştır.” (Özdemir, ). “Osmanlıcanın en olgun sözlüğü sayılan Şemsettin Sami’nin Kamus’ı Türki’sinde sözcük vardır. Bunun en az ’i ölü, yani dilimizde kullanılmayan, Arapça ve Farsça metinleri çözmeye yarayan sözcüklerdir.” (Aksoy, ). İncelediğimiz “Lügat ” adlı kitabın günlük dilde konuşulmasının amaçlandığı, kişilere belletilmeye çalışılan sözcükler de Özdemir ve Aksoy’un dile getirdiği gibi çoğunluğu yaşamını yitirmiş, günlük dilde konuşulmayan hatta çoğu kimsenin ilk kez duyacağı Arapça, Farsça kökenli ve Osmanlıcacılık sevisine hizmet eden sözcüklerdir. Şimdi kitabın sayısal verilerine bir göz atalım: Kitap her güne bir sözcük ilkesinden yola çıktığından sözcük içermektedir. Bu sözcüğün ’sı Arapça, 67’si Farsça, 25’i Arapça-Farsça bireşiminden olmuşmuş, 2’si Farsça-Türkçe bireşiminden oluşmuş, 5’i Fransızca, 4’ü Yunanca, 4’ünün kökeni belirsiz, 1’i Ermenice, 1’i Rumca, 1’i İspanyolca, 1’i İtalyancadır. Türkçe sözcük sayısı da yalnızca 18’dir. yılının Türkiye’sinde ortaya çıkarılmış bir “Lügat”(!) in içerisinde yer alan Türkçe sözcük sayısının yalnızca 18 olması, içler acısı bir durum değildir de nedir? Çok güzel diye belirtilen sözcüklerin neredeyse tümü niçin Arapçadır? Niçin Türkçe sözcükler, bu yazarlara göre, güzel değildir? Bu kitabı okuyan bir kişi, doğal olarak, “Biz zaten Arapça konuşuyormuşuz, Türkçe sözcük yok ki!” demez mi? Türkçeyi hor görüp okullarda Arapça, Osmanlıca derslerinin okutulmasını onaylamaz mı? ’da Arapça ve Farsça dersleri okul programlarından kaldırılmıştır (Aksoy). ’da Arapça ve Osmanlıca dersleri okullarımızda okutulmaktadır. Atatürk’ün kurmuş olduğu cumhuriyet ve eğitim ilkeleri, ileriye gideceğine 87 yıl gerilemiştir. “Lügat”in takipçileri acaba bu gizil amaçların farkında mıdır? Öte yandan “Lügat” te Nazım Hikmet, Sabahattin Ali gibi yazarlardan da alıntılara yer vererek toplumun hemen her kesiminin sempatisini kazanma amaçlanmıştır ki amaçlarına ulaştıklarını söylemek olasıdır. Herhangi bir özelliği olmayan cam rakı bardaklarına “şikemperver”, “kalender meşrep” sözcüklerini yazıp liraya satabilme başarısı da hemen her kesime seslenme amacının gerçekleştiğini göstermektedir. Şimdi, Ertuğrul çiftinin günlük konuşma dilinde özellikle gençler arasında yaygınlaşmasını istediği “güzel” olarak nitelendirdiği bazı sözcüklere bir bakalım. Çoğu genç okurun kimi sözcükleri ilk kez duyacağı kanısındayız: şapparig, merdümgiriz, mülhem, layetezelzel, derakap, hudayinabit, bilâkaydüşart, harfendaz, ilânihaye, sairfilmenam, istiskal, mezbele, mugalâta, teşrikimesai, kıtıpiyoz, mihaniki, lalüebkem, cürmümeşhut, alelekser, pestenkerani, keenlemyekün, vardakosta, mübrem, tufeyli, perdebirun, ehvenişer… ve daha fazlası. Sesletimi bile zor olan, anlamını çoğunluğun bilmediği, günlük dilde ve yazı dilinde kullanılmayan bu sözcüklerin güzel(!) olduğu çıkarsaması hangi usun ürünüdür? Bu sözcüklerin güzel(!) olduğu kanısına ne gibi dayanaklarla varılmıştır? Kitabın adının “sözlük” değil de “lügat” konması, zaten yaklaşımın özünü göstermektedir. Dilde özleşmeye ve sadeleşmeye karşı çıkanlar yeni sözcüklerin çirkin oldukları savını ortaya atmışlardır. “Lügat”çiler de böyle düşünüyor olmalı ki kitaplarının neredeyse bütününü bu eski sözcüklerden seçmişler ve bu sözcükleri “güzel” olmaya değer bulmuşlar. “Sözcüğün çirkin, ya da güzel sayılmasında ölçü nedir? Gerçek şudur ki sözcükler çirkin diye damgalanamazlar.” (Aksoy, ). Bir de güzel olarak nitelenen yalnızca 18 adet olan Türkçe sözcüklerin neler olduklarına bir bakalım: sızı, gönül, sürünceme, biteviye, emek, anne, kuytu, utanç, kekre, yas, ikircikli, mızmız, kurtuluş, aylak, dilek, sallapati, hayhuy, yuva. Türkçenin yüz binlerce olan söz varlığından, nedense, bu sözcükler uygun görülmüş. Belirtmekte yarar var ki örneğin, “emek” sözcüğü 1 Mayıs’ta paylaşılıyor. Bu da yine halkın işçi, emekçi kesiminin sempatisini kazanmak için güzel bir yol. Görülüyor ki “Lügat”çiler kimseyi öksüz bırakmıyor, herkese sesleniyor. Yine güzel bir sözcük olarak verilen kadın sözcüğünün açıklaması şu şekilde yapılmıştır: bayan değil kadın. Böylelikle feminist gibi aykırı ve azınlık olarak görülen grupların da gönlü alınmış oluyor. Kitapta kimi sözcüklerin sözlük karşılıklarının verilmediği de görülmektedir. Yukarıdaki “kadın” sözcüğü bunlardan biridir. Aynı durum “aşk” ve “baba” sözcükleri için de geçerlidir. Örneğin, Baba: Kızan, karışan, sinirlendiren. Koruyan, sarılan, özlenen; manası yokluğunda daha iyi anlaşılan kişi (Ertuğrul, ). Bu baba tanımı tamamen kişisel değerlendirmeler içermektedir. Biz buradan Ertuğrul çiftinin babalarının nasıl insanlar olduğunu öngörebiliriz, bunun haricinde böyle bir baba tanımı yapılamaz. Anlaşıldığı üzere Ertuğrul çifti Arapça sözcükleri pek beğeniyor. Oysa Türkçenin en anlamlı ve kulağa hoş gelen sözcüklerinden biridir: “barış”. Niçin “barış” yerine sesletimi zor olan “sulh” sözcüğü kitapta yerini almıştır? Yahut Türkçenin işlerliğini ve duruluğunu sezinleten “yazgı” sözcüğü yerine niçin “mukadderat” verilmiştir? Aynı şekilde niçin “uyumlu” değil de “mütenasip”? Soruyu tam tersi yönde sormak da olasıdır. “6 yüzyıllık bir süreci kapsayan Osmanlıca döneminde “anne”, “baba” demeyi bile kaba sayan bir anlayış ortaya çıkmıştır” (Özdemir, ). Durum böyle iken “güzel kelimeler” arasında “valide” değil de “anne”nin verilmiş olması da şaşırtıcıdır. “Lügat ” yazarlarının, son dönemlerdeki Osmanlıcayı diriltmeye hizmet ettiği açıktır. Peki, bu çok değerli gördükleri Osmanlıca nereden doğmuştur? “Osmanlı atalarımızda kültürlü sayılmanın yolu, Arapça ve Farsça bilmekten geçerdi. Osmanlı “münevverleri” ne kadar kültürlü olduklarını kanıtlamak için bildikleri ve hayran oldukları bu dilleri şiirlerine, düzyazılarına, tarihlerine, çevirilerine yansıttıkları gibi, konuşmalarına bile yansıttılar. “Osmanlıca” dediğimiz yapay ve melez bir dil bu yolla doğdu.” (Hepçilingirler, ). Artık ne Osmanlı kaldı ne de Osmanlıca. Görünen o ki, bazı kesimlerce, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşadığımızı ve Türkçe konuştuğumuzu kabul etmek gerçekten çok zor. “İmparatorluk döneminin bilginleri, sanatçıları, yüzyıllar boyunca Türk dilini kaba, çirkin görmüşler, aşağılamışlar, hep Arapça ve Farsçayı soylu, güzel olarak nitelendirmişlerdi. Atatürk bu kanının yıkılmasını, Türkçenin çirkin değil, güzel bir dil olduğu bilincinin canlanmasını ilk amaçlardan saymıştır. Yoğun ve süreli yayınlarla, verilen örneklerle, kısa zamanda, eski olumsuz kanı silinmiş, Türkçenin utanılacak bir dil olmak şöyle dursun övünülecek güzel bir dil olduğu kanısı ağırlık kazanmıştır.” (Aksoy, ). Demek, Ertuğrul çifti Atatürk’ün bu söylemlerini kulak ardı ediyor ki “Lügat”lerine övünülecek dil olan güzel Türkçemizin yalnızca 18 sözcüğünü koymayı uygun görüyor. “Türkçenin Arapça ve Farsçaya göre yetersizliği, yoksulluğu düşünülemez. Daha yüzyılda kaşgarlı Mahmut bu soruları ele almış, yanıtlamıştır. Türkçenin Arapça ile boy ölçüşebilecek bir zenginlikte ve yeterlikte olduğu ünlü sözlüğü Divanü Lügat-it Türk’te gösterilmiştir. yüzyılda da Ali Şir Nevai, Muhakemetü’l Lügateyn adlı yapıtında Türkçeyi Farsça ile karşılaştırmıştır. Nevai’ye göre Farsçanın Türkçeden üstün bir yanı yoktur.” (Özdemir, ). Daha yüzyılda ispatlanmış bu gerçekliğe, bugün hala karşıt kitaplar yazanların niyetlerinin sorgulanmaması olası değildir. Peki, Türkçe sözcükleri önceleyen kişiler bunu niçin yapıyor? Niçin “Lügat”çiler gibi ısrarla “kelime” değil de “sözcük” diyor. Çünkü ““kelime” sözcüğünü kullanırsanız anadilini öğrenen çocuk, “kelime” olarak öğrenir ve orada kalır. Ama çocuk, sözcüğü öğrenirse söz, sözcük, sözlü, sözel, sözsüz, sözlük, sözlükçü, sözlükçülük gibi bir salkımı öğrenir. Böylece düşünme gücü gelişir; çünkü sözcükler düşünmenin temel taşlarıdır. Ünlü Alman düşünürü ve dilbilimcisi Alexander von Humbold diyor ki: “İnsan bir tek dilde açık seçik düşünebilir; kendi öz dilinde, anadilinde.” (Özdemir, ). Arapça bizim anadilimiz mi? Tabi, “Lügat ” gibi tasarıların sahipleri ve destekçileri toplumu; düşünmeyen, sorgulamayan kişiler yapmaya niyetliyse gerçekten, durup düşünmek gerekir. Bu noktada, Osmanlıcacılık sevisine hizmet edenlerin düşüncelerine de yer vermek yerinde olur. “Kimileri İngilizce sözcük kullanmaya meraklıdır, kimileri Arapça, Farsça. Çünkü seçtikleri sözcükler, insanların yalnız düşüncelerini, kişiliklerini değil, dünya görüşlerini de açıklar.” (Hepçilingirler, ). Hacıeminoğlu, “Okullarda “öz Türkçe” öğretim yaptırmak sevdasından vazgeçmelidir. Çünkü bu, hiçbir medeni ülkede görülmeyen yanlış, sakat, iptidai ve son derece zararlı bir tutumdur. Milli kültürü yıkıcı, kökünden kurutucu bir durumdur.” demiştir (). Yazarın ulusal kültür dediği kültür hangisidir? Eğer Türk kültürünü kast ediyorsa Türkçe sözcükler onları niçin bu kadar rahatsız etmektedir? Dil-kültür ilişkisinin önemi burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan yurttaşların Türkçe konuşmak ve yazmak istemesi son derece doğaldır. Banarlı da bazı Türkçe sözcüklerin “çirkin” olduğunu şu sözlerle dile getirir: “Havuç, şalgam, patlıcan, ıspanak, pırasa hatta lahana ve karnabahar, pek de güzel adlar değildir. Türk mutfağı, bunların güzelliklerini galiba o çirkin adlardan o güzel lezzeti çıkarmaktaki san’ata bırakmıştır.” (). Burada, zavallı ıspanağın, lahananın ne suçu var, anlamak olası değil. Yine Banarlı, bugün halkın diline yerleşmiş olan ve dil devrimi sonucunda kazandığımız sözcükleri ve bu sözcükleri bizlere kazandıranları şöyle eleştirir: “Sözcük, özne, eleştirme, ilginç, ilişki, koşul, yapıt, yaşantı, aşama, doğal ve benzeri kelimeleri piyasaya sürecek kadar zevksiz ve bilgisiz olamasalardı da halkımız kadar arif olabilselerdi.” (). ’da Banarlı’nın zevksiz olarak nitelendirdiği sözcükler dilimizin artık vazgeçilmezi olmuşlardır. Görünen o ki dil devrimi için savaşım verenler yine Banarlı’nın söylediği gibi halkımız kadar “arif”lerdir. Devrim karşıtları ne derse desin, Osmanlıcanın bu topraklarda tutunamayacağının iletisini 1. Türk Dil Kurultayında Hüseyin Cahit de vermiştir: “Son yirmi beş sene içinde gittikçe kuvvetlenen sade lisan cereyanı bugün Arapça ve Acemce terkipleri dilimizden söküp götürmüştür denilebilir. Yakın bir zamanda, ecnebi dillere ait kaidelerin tamamen maziye karışacağından şüphe edilemez. Bunun için bir şey yapmağa da lüzum yoktur. Çünkü zaten kendiliğinden olmaktadır ve olacaktır. Cereyan o kadar kuvvetli ve tabiidir ki koca bir akademi olsa ve aksini temin için uğraşsa bile muvaffak olamaz.” (akt. Levend, ). 3. Sonuç Sözlük hazırlamak başta dil uzmanlarınca yapılması gereken bir iştir. “Lügat ” gibi sözde sözlükler haricinde diğer sözlüklerin de Türkçeye duyarlı hazırlanması gereklidir. Özdemir, sözlüklerde Arapça ve Farsçanın varlığından şöyle yakınmaktadır: “ Sözlük hazırlayanlar bunu hep yapıyorlar: Arapçadan, Farsçadan, batı dillerinden alınan sözcükleri hiç çekinmeden sözlüklerine koyarken Türk dilinin, Türkçenin yarattığı sözcükleri hep görmezden geliyorlar. Bunun da nedeni yüzyıllarca medrese ve medrese artıkları başta olmak üzere çeşitli çevrelerin baskılarıdır. Ne var ki Arapçadan, Farsçadan ve batı dillerinden dilimize giren sözcükler söylene söylene, yazıla yazıla belleklerimize yerleşirken beri tarafta bu halkın yarattığı Türkçe sözcükler öksüz çocuk gibi geride kaldı. Mademki dili halk yaratıyor, öyleyse halkın yarattığı, kullandığı Türkçe sözcüklerin, sözlüklerde bulunmasında bir sakınca yoktur.” (). Çotuksöken de Osmanlıca sözcüklerin sürekli vurgulanmasının nedenini şöyle açıklar: “Nedeni kimilerinin, Türkiye Cumhuriyeti’ni içselleştiremeyenlerin Osmanlı ve Osmanlıca merakı, eğilimi.” (). “Bunca sorun dururken dille uğraşmayı gereksiz bulanlar var mıdır, bilmiyorum. Gereksiz değildir; çünkü dildeki bozulma, hem o sorunların göstergesidir hem de dolaylı olarak nedeni. Türkçenin bu kadar kötü kullanılıyor olması, bütün işlerin kötüye gidiyor olmasından bağımsız mı? Üstüne titrediğimiz bir anadilimiz olsaydı, başkaca sahip olduklarımızın da üstüne titremez miydik?” diye soruyor Hepçilingirler (). Anadilimiz Türkçeye sahip çıkmazsak “Lügat ” ve daha nice Osmanlıca diriltmesi tasarılarla dilimiz örselenmeye çalışılacaktır. Bu tip oyunlara karşı uyanık olmalı ve sevimli görünen maskelerinin altındaki asıl tehdidi görmeliyiz. Türkçe pek çok dilci ve hatta tarihçinin hayranlık duyduğu bir dildir. ’de 32 dil bildiği için Babil Dünya Ödülü’nü alan John Vandewalle, Türkçenin ne kadar büyülü bir dil olduğunu vurgular. Yine tarihçi “Jean-Paul Roux, “Türklerin Tarihi” adlı yapıtında “Türklerin dili çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğundan ilişkide bulundukları birçok insan topluluğu tarafından benimsenmiştir.” der.”(funduszeue.info, ). Dilimiz pek çok insan topluluğu tarafından rahatlıkla benimsenebildiği halde, bu dili konuşan anadili konuşucularının Arapça, Farsça sözcükleri halka zorla benimsetmeye çalışması şaşılacak iştir. Ne ki bu işin altındaki temel neden yukarıda zaten verilmiştir. Dilci olmadıklarını kabul eden, kendi halinde bir kitap yazmaya heveslenmiş bir çiftin yalnızca bir yıl içerisinde gelmiş olduğu bu nokta şaşırtıcı ve düşündürücüdür. Arkalarında güçlü bir destek olmadan bu kadar kısa süre içinde, bu işin uzmanı bile olmayan bir çiftin, başarılı(!) olabilmesi olası değildir. Yazıyı şu soyla bitirmek istiyoruz: Biz, Ankara Üniversitesi Türkçe Eğitimi programında doktora yapan bir Türkçe öğretmeni olarak bizim gibi bir arkadaşımızın desteğiyle her gün, sosyal medyada bir öz Türkçe sözcük paylaşmaya başlasak yılın sonunda Ertuğrul çiftinin ulaştığı noktayı yakalayabilir miyiz, buna olasılık var mıdır? Kaynakça Aksoy, Ö. A. (). Özleştirme Durdurulamaz. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Aksoy, Ö.A. (). Gelişen ve Özleşen Dilimiz, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Aksoy, Ö.A. (). Dil Gerçeği, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Atalay, K. (). Alo Türkçe Neredesin?, İstanbul: bky Yayınları. Banarlı, N.S. (). Türkçenin Sırları, İstanbul: Kubbealtı Neşriyatı. Çotuksöken, Y. (, Eylül). “İstikşafi” Ne Demek? Ya da Osmanlıcaya Dönüş mü?, Çağdaş Türk Dili, , Ertuğrul, B., Ertuğrul, O. (). Lügat Bazı Kelimeler Çok Güzel, İstanbul: Can Yayınları. Hacıeminoğlu, N. (). Türkçenin Karanlık Günleri, İstanbul: İrfan Yayınevi. Hepçilingirler, F. (). Türkçe “Off”, İstanbul: Everest Yayınları. Levend, A. (). Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara: Dil Derneği Yayını. Örs, Y. (, Nisan). Aydınlık Kitap Ekinde “Osmanlıca” Övgüsü, Çağdaş Türk Dili, , Özdemir, A. (, Eylül). “Müsait Namüsait”, Çağdaş Türk Dili, , Özdemir, E. (). Dil Devrimimiz, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Özdemir, E. (, Mayıs). “Türkçenin En Önemli Sorunlarından Biri Dil Kirlenmesidir”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, 27,
Osmanlı Türkçesine
3 Arapçadan Geçen Unsurlar
Yrd. Doç. Dr. Abdülmecit İslamoğlu
4. Osmanlı Türkçesine
Farsçadan Geçen Unsurlar
Yrd. Doç. Dr. Abdülmecit İslamoğlu
6. Seçme Metinler
Prof. Dr. Mehmet Akkuş
Ünitede Ele Al›nan Konular
• Kelimeler
> İsim
> Fiil
> Harf
• Arapçada İsim Çeşitleri
> Masdar
> İsm-i Fâ‘il
> İsm-i Mef‘ûl
> Sıfat-ı Müşebbehe
> Mübalağalı İsm-i Fâ‘il
> İsm-i Tafdîl
> İsm-i Mekân
> İsm-i Zamân
> İsm-i Mensûb
> İsm-i Âlet
> İsm-i Tasgîr
• Tür Bakımından İsimler: Müzekker (Eril) - Müennes (Dişil)
• Sayı Bakımından İsimler
> Müfred (Tekil)
> Tesniye (İkil)
> Cem‘ (Çoğul)
- Kurallı Çoğul
- Kuralsız Çoğul
• Belirlilik Bakımından İsimler:
Nekre (Belirsiz) ve Marife (Belirli) İsimler
• Arapçada Tamlamalar
> İsim Tamlaması
> Sıfat Tamlaması
• Arapça Gün-Ay Adları ve İlgili Bazı Tabirler
• Arapça Sayı İsimleri ve Sıra Sayılar
• Osmanlı Türkçesinde Kullanılan
Arapça Bazı Söz Kalıpları ve Cümleler
• Arapçadan Türkçeye Geçen Kelime
ve Kelime Gruplarında Anlam Değişmesi
74
Ünite Hakk›nda
75
Ö¤renme Hedefleri
Bu üniteyi tamamladığınızda;
76
Üniteyi Çal›ş›rken
77
Osmanlı Türkçesine Arapçadan Geçen Unsurlar
Dil, insanla birlikte var olan ve insanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlayan
tabiî ve canlı bir vasıtadır. Dilin canlı bir varlık oluşu diğer tüm canlılar gibi
bir değişim ve gelişim içerisinde bulunmasını gerekli kılmaktadır. Dilde,
gerek sesle ilgili, gerekse anlama dayalı oluşan değişikliklerin başta gelen
etkenlerinden birisi, diğer dillerle olan etkileşimi; kelime alış verişidir. Dilde
meydana gelen bu değişiklikler, toplumların birbirleriyle olan ticarî, sosyal,
siyasî ve kültürel ilişkilerinin yanında, din gibi insan hayatını önemli ölçüde
etkileyen bazı unsurlarla da hız ve yoğunluk kazanmıştır. Bu açıdan
bakıldığında Türklerin İslâmiyet‟i kabulünden sonra, Arapça kelime ve
tabirlerin Türkçeye yoğun bir şekilde girmeye başladığı görülür. Bunun pek
çok nedeni vardır. Her şeyden önce, kabul edilen dinin kutsal kitabı olan
Kur‟ân-ı Kerîm‟in dili ve İslâmiyet‟in tebliğcisi olan Hz. Peygamber‟in
hadisleri Arapçadır. Bu nedenle de Türkler tarafından -özellikle belirli
dönemlerde- başta dinî ve ilmî eserler olmak üzere ağırlıklı olarak Arapçanın
tercih edildiği görülür.
Arapçanın Türkçe üzerindeki tesirine paralel olarak meydana gelen bir başka
gelişme ise Arap alfabesinin kullanılmaya başlanmasıdır. Türkler tarafından
bin seneye yakın bir süre kullanılan bu alfabe, hem süre hem de kullanım
alanı bakımından “umûmî alfabe” olarak nitelendirilmiş, Cumhuriyet‟in
ilanından sonra ‟deki alfabe değişikliğine kadar varlığını sürdürmüştür.
78
geçen unsurların tamamını dilin “söz varlığı” içerisinde bir zenginlik olarak
değerlendirmek uygun olacaktır. Nitekim Nihad Sâmî Banarlı “Bir milletin
ataları, asırlarca o kelimelerle duymuş, onlarla düşünmüş; birbirlerini ve
evlatlarını o kelimelerle sevmiş; bu kelimeleri tamâmıyle millî bir sanatla
işleyip güzelleştirmiş ve kendi millî mûsıkîsiyle seslendirmişse…” şeklinde
nitelendirdiği bu kelimeleri “Asırlarca Türkün malı olmuş, Türk sesiyle ve
Türk sanatıyla işlenmiş; ev, aile, köy Türkçesine, aşk ve îmân Türkçesine
girmiş; Türkün heyecanına işlenip vicdanına yerleşmiş” kelimeler olarak
tanımlamıştır. (Banarlı, , 15, )
Kelimeler
Osmanlı Türkçesine geçmiş Arapça unsurların başında kelimeler gelir.
Arapçada kelimeler
1. İsim
2. Fiil
3. Harf
olmak üzere üç kısma ayrılır. Osmanlı Türkçesinde her tür Arapça kelimeye
yer verildiği görülür. Tekil, ikil ve çoğul isimler, sıfatlar, bazı edatlar,
özellikle masdarlar sıkça karşılaşılan unsurlardır. Çekim hâlinde bulunan
fiiller genelde kullanılmamakla beraber dua cümleciklerinde, ara cümle diye
tabir edilen bazı ifadelerde veya tümüyle Arapça yazılan ibarelerde bu tür
fiillere de rastlanır. Ancak burada bizi özellikle ilgilendiren kısmın isimler
olduğu ifade edilmelidir. Zira Arapçadan Osmanlı Türkçesine genellikle isim
ve sıfatlar geçmiştir. Bununla birlikte bu kısımda fiil ve harfler hakkında da
özet bilgiler verilecektir.
İsim
İsim, zamana bağlı olmadan kendi başına bir anlamı olan kelimedir.
Arapçada isimler köklerine göre câmid ( )الجامدve müştak (ق
ّ )المشتolmak
üzere ikiye ayrılır:
Bir varlığa isim olarak verilen ve hiçbir kelimeden türememiş olan isimlere
“câmid isim/asıl isim” denilir. Osmanlı Türkçesi metinlerinde yer alan câmid
isimleri doğru olarak okuyabilmek, bu kelimelerin telaffuzunu daha önceden
79
duymuş olmakla mümkündür. Semâî olan/başkalarından işitilerek öğrenilen
bu tür kelimelerin doğru okunuşları için sözlüklerden yararlanılmalıdır.
Bir fiilden veya bir isimden türemiş olan isimlere ise “müştak isim/türemiş
isim” denilir:
Kâtib: كاتب, mu„allim: معلِّم, müstahdem: مستخ َدـ, sefîl: سفيل, cesûr: جسور,
müsrif: ( مس ِرؼisraf eden), tezevvüc: تزكج
ّ (evlenme), isrâf: إسراؼ, tasdîk:
( تصديقdoğrulama, onaylama), temâyül: ( تمايلmeyletme, eğilme).
Fiil
Fiil, bir iş veya oluş bildiren kelimedir. Arapçada fiiller biçim bakımından;
1. Mücerred (Yalın) fiiller
2. Mezîd (Artırılmış) fiiller olmak üzere iki grupta ele alınır.
Mücerred (Yalın) fiiller, bütün harfleri aslî olan fiillerdir. Bunlar genellikle
üç harften oluşmaktadır. Bu çeşit fiillere “sülâsî mücerred: المجردّ ”الثّالثي
ّ
denilir. Dört harften oluşanlarına ise “rubâî mücerred: المجرد باعي
ّ ّ الرّ ” adı
verilir. Üç harften oluşan mücerred fiillerin altı kalıbı vardır. Ancak burada
amacımız Arapça öğretmek olmadığı için bunlar üzerinde durmayacağız. Bu
konudaki eksikliklerin Arapça kitaplarına müracaat edilerek giderilmesi
gerekmektedir.
Dört harften oluşan mücerred fiilerin ise sadece bir kalıbı vardır: Fa„lele: فعللة
.Mezîd (Artırılmış) fiiller ise mücerred fiillere bir ya da daha fazla harf ilave
edilerek elde edilir. Eklenen her harf, fiili anlam bakımından zenginleştirir.
Mezîd fiiller sülâsî mezîd ve rubâî mezîd olmak üzere ikiye ayrılır:
1. Sülâsî mezîd fiiller: Aslî harfler üzerine bir, iki ya da üç harf eklemek
suretiyle elde edilen fiillerdir. Üç ana gruba ayrılır:
a. Bir Harfle Artırılmış Fiiller (Rubâî: الرباعي
ّ )
ّ
Bir harf ilave edilerek meydana gelen sülâsî mezîd fiillerin üç bâbı
vardır:
80
İf„âl ()إفعاؿ, Tef„îl ()تفعيل, Mufâ„ale ()مفاعلة.
b. İki Harfle Artırılmış Fiiller (Humâsî: الخماسي
ّ )
İki harf ilave edilerek meydana gelen sülâsî mezîd fiiller beş bâbdan
gelir:
İnfi„âl ()انفعاؿ, İfti„âl ()افتعاؿ, İf„ilâl ()افعالؿ, Tefe„„ul (تفعل
ّ ), Tefâ„ul
()تفاعل.
c. Üç Harfle Artırılmış Fiiller (Südâsî: داسي
ّ السّ )
Üç harf ilave edilerek meydana gelen sülâsî mezîd fiillerin ise dört
bâbı vardır:
İstif„âl ()استفعاؿ, İf„îlâl ()افعيالؿ, İf„î„âl ()افعيعاؿ, İf„ivvâl (افعواؿ
ّ ).
2. Rubâî Mezîd Fiiller: Aslî harfler üzerine bir ya da iki harf eklemek
suretiyle yapılır. İki gruba ayrılır:
a. Bir harf eklenerek elde edilen rubâî mezîdler ()الخماسي
ّ
Bir bâbı vardır: Tefe„lül ( )تفعلل.
İki harf eklenerek elde edilen rubâî mezîdler (السداسي
ّ )
b.
ّ
İki bâbı vardır: İf„illâl ()افعالّؿ, İf„inlâl ()افعنالؿ.
Harf
Harf, yalnız başına bir anlam ifade etmeyen, isim ve fiillerle birlikte
bulunduğunda bir anlam ifade eden lafızdır:
Fî: ( في-de, -da, içinde), bi: ( بile), alâ: ( علىüzerine); vâv, tâ ve bâ (yemin
ّ إ- ;غيرyâ, vâ (nidâ harfleri): ; كا – ياve,
harfleri); illâ, gayr (istisnâ harfleri): لا
lâkin (atıf harfleri): ك- لكنvb.
Masdar
Masdarlar, hareket isimleridir; yani bir kılış, bir durum veya oluşun adıdır.
Türkçede “-mak, -mek, -ma, -me, -ış, -iş, -uş, -üş” ekleriyle yapılan
masdarlara, “fiil isim” denilmektedir.
Cereyân: جرياف, cinâyet: جنايت, da„vet: دعوت, emr: أمر, fazîlet: فضيلت, ferah:
فرح, fikr: فكر, gaybûbet: ( غيبوبتkaybolma, göz önünde olmayış), gurbet:
غربت, hezeyân: ( ىذيافsayıklama, saçma sapan konuşma), hıfz: حفظ, hükm:
حكم, irfân: عرفاف, isyân: عصياف, kabûl: قبوؿ, kıdem: قدـ, kitâbet: ( كتابتyazı
yazma, kâtiplik), kusûr: قصور, medh: مدح, nisyân: ( نسيافunutma), sa„âdet:
سعادت, sefer: سفر, selâmet: سالمت, seyâhat: سياحت, sıdk: ( صدؽdoğruluk), şi„r:
شعر, şirket: شركت, sohbet: صحبت, sulh: صلح, sultân: سلطاف, sükût: سكوت, şükr:
81
شكر, şükrân: شكراف, taleb: طلب, vakâr: كقار, vicdân: كجداف, vukû„: كقوع, vusûl:
( كصوؿulaşma), vücûd: كجود, zarar: ضرر.
82
( تكفينkefenleme), tekmîl: ( تكميلkemâle erdirme, tamamlama), tertîb:
ترتيب, tesbît: تثبيت, teslîm: تسليم, teşbîh: تشبيو, teşkîl: تشكيل, teşrîf: تشريف
(şereflendirme, şeref verme), teşvîk: تشويق.
c. Müfâ„ale ()مفاعلة → Mu„âmele: معاملو, muhâbere: مخابره, muhâkeme:
محاكمو, mukâbele: مقابلو, mücâdele: مجادلو, müdâhale: مداخلو, mükâleme:
( مكالموkonuşma), mükâtebe: ( مكاتبوyazışma), münâkaşa: مناقشو,
münâzara: مناظره, müsâbaka: مسابقو, müsâmaha: مسامحو, müşâhede:
مشاىده, müşâvere: مشاكره.
d. İnfi„âl ()انفعاؿ → İncizâb: ( انجذابçekme, çekilme), infi„âl: انفعاؿ,
infirâd: ( انفرادyalnız olma), infisâh: ( انفساخbozulma), inkılâb: انقالب,
inkıtâ„: ( انقطاعkesilme), inkisâr: ( انكسارkırılma), inkişâf: انكشاؼ,
insicâm: انسجاـ.
e. İfti„âl ()افتعاؿ → İctihâd: اجتهاد, ictimâ„: اجتماع, iftirâk: ( افتراؽayrılma,
dağılma), ihtidâ: ( اىتداءdoğru yola girme, İslâm dinini kabul etme),
ihtimâl: احتماؿ, ihtiyâr: اختيار, iktidâr: اقتدار, iktisâb: ( اكتسابkazanma,
edinme), intikâl: انتقاؿ, intişâr: انتشار, intizâr: ( انتظارbekleme, gözleme),
i„tikâd: اعتقاد, i„tinâ: اعتناء, iştiyâk: ( اشتياؽşevklenme, özleme).
f. İf„ilâl ()افعالؿ → İğbirâr: ( اغبرارtozlanma; kırılma, gücenme), ihmirâr:
( احمرارkızarma, kızıllık), isvidâd: ( اسودادkararma, kara olma). [Osmanlı
Türkçesindeki kullanım alanı çok dardır.]
g. Tefa„„ul (تفعل
ّ ) → Ta„allüm: ( تعلّمöğrenme), tahakkuk: تح ّقق, tahammül:
تحمل
ّ , takaddüm: ( تق ّدـönce gelme, ileride bulunma), tarassud: ترصد
ّ
(gözleme, bekleme), tasarruf: تصرؼ
ّ , teceddüd: ( تج ّددyenilenme),
tefehhüm: تفهم
ّ (yavaş yavaş anlama, farkına varma), tekebbür: ( تكبّرkibir
gösterme, büyüklenme), tekemmül: تكملّ (kemâl bulma, olgunlaşma),
tenezzül: تنزؿ
ّ , teşekkül: تش ّكل.
h. Tefâ„ul ()تفاعل → Te„âvün: ( تعاكفyardımlaşma), tecâhül: تجاىل
(bilmezlikten gelme), tefâhur: ( تفاخرövünme), tekâmül: ( تكاملkemâl
bulma, olgunlaşma), temâyül: ( تمايلmeyletme, eğilme), tenâkuz: تناقض
(çelişki), tenâzur: ( تناظرbirbirine bakma), tevâfuk: ( توافقuyma, uygun
gelme), tevârüs: ( توارثbir kimseden miras kalma), tezâhür: تظاىر.
i. İstif„âl ()استفعاؿ → İsti„câl: ( استعجاؿacele etme), isticvâb: استجواب
(sorgu, sorguya çekme), istifsâr: ( استفسارbir şeyin açıklanmasını isteme,
anlamaya çalışma, sorma), istiğfâr: ( استغفارAllah‟tan günahın
bağışlanmasını isteme), istihlâk: ( استهالؾtüketme), istihrâc: استخراج
(çıkarma), istihsân: ( استحسافbeğenme, güzel bulma), istihzâ: استهزاء
83
(alay etme), istikbâl: استقباؿ, istikrâr: استقرار, istintâk: ( استنطاؽsorgu,
sorguya çekme), istiskâl: ( استثقاؿsoğuk davranışlarla hoşlanmadığını
belli etme).
İsm-i Fâ„il
Osmanlı Türkçesi metinlerinde en çok kullanılan kalıplardan birisi de ism-i
fâ„ildir. İsm-i fâ„il, fiilin ifade ettiği iş ve hareketi yapanı gösteren, fiilden
türemiş bir kelimedir. Türkçedeki karşılığı “etken sıfat-fiil”dir. Sülâsî
ِ vezninde gelir: „âdil: عادؿ
mücerred fiillerin ism-i fâ„ili, fâ„il: فاعل ِ , „âkil: عاقِل
, „âlim: عالِم, „ârif: عا ِرؼ, bâyi„: ِ , gâib: غائِب, Hâlık: خالِق, kâmil:
بائِع, câhil: جاىل
ِ , kâtib: كاتِب, kâtil: قاتِل, mâ‟il: مائِل, nâzır: ناظر
كامل ِ , tâlib: طالِب, şâkir: شاكِر,
ِ , zâyi„: ضائِع.
zâhir: ظاىر
مفعلِلveznindedir: mütercim:
Rubâî mücerredlerin ism-i fâ„ili ise müfa„lil:
ِ , müzelzil: مزل ِزؿ.
ِ , müvesvis: موس ِوس, müzebzib: مذبذب
مترجم
Sülâsî mezîd fiillerin ism-i fâ„illeri ise -bâblara göre- Osmanlı Türkçesine
geçmiş örnekleriyle birlikte aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:
İsm-i Fâ„il
Bâb Vezin Örnekler
İf„âl Müf„il ِ (acze düşüren), muhbir: ( مخبِرhaber
mu„ciz: معجز
ِ
()مفعل
()إفعاؿ ِ (ihsân eden, iyilikte
veren, haberci), muhsin: محسن
bulunan), muslih: ( مصلِحıslah eden, düzelten),
müdrik: ( مد ِرؾidrâk eden, anlayan), müfrit: مف ِرط
(ifrat eden, aşırı), mükrim: ( مك ِرـikram eden),
ِ (inkâr eden), müslim: مسلِم, müsrif:
münkir: منكر
مس ِرؼ.
Tef„îl Müfa„„il mu„allim: معلِّم, muharrir: محرر
ِّ (yazı yazan, yazar),
()تفعيل ()مفعل
ِّ
ِّ (tasvir, resim yapan), mübelliğ: مبلِّغ
musavvir: مصور
(tebliğ eden, bildiren), müceddid: ( مجدِّدtecdîd eden,
yenileyici), müderris: مدرس
ِّ , müfessir:مفسر
ِّ (tefsîr
eden, açıklayan), müneccim: منجم
ِّ (yıldızların durum
ve hareketlerinden anlam çıkaran kimse, yıldız
falcısı), mürettib: ( مرتِّبdüzenleyen, sıraya koyan;
dizgici), müsekkin: ِّ (teskin edici, yatıştırıcı).
مسكن
84
Müfâ„al Müfâ„il mu„âvin: معا ِكف, muhâfız: محافِظ, muhârib: مخا ِرب
e ِ
()مفاعل ِ
(savaşan, savaşçı), muhâsım: مخاصم (birbirine
()مفاعلة
ِ ,
düşman olanlardan her biri), mücâhid: مجاىد
mücâvir: ( مجا ِكرkomşu), müdâvim: مدا ِكـ, münâfık:
منافِق, münâsib: مناسب ِ .
ِ , müsâ„id: مساعد
İnfi„âl Münfa„il mündemic: مندمجِ (bir şeyin içinde var olan,
()انفعاؿ ِ
()منفعل
bulunan), münderic: ( مندرِجiçinde bulunan, bir şeyin
ِ (bozulan,
منفسخ
içinde yer almış), münfesih:
bozulmuş, dağılmış), münharif: ( منح ِرؼsapan, doğru
ِ
gitmeyen), münhasır: منحصر (mahsus, sınırlanmış,
sınırlı), münhezim: ( منه ِزـbozguna uğrayan,
uğramış), münkalib: ( منقلِبdeğişmiş, dönüşmüş
olan), münkarız: ( منق ِرضbiten, arkası gelmeyen),
ِ (kısım kısım bölünen, bölünmüş).
münkasım: منقسم
İfti„âl Müfta„il muhtelif: ( مختلِفçeşitli, türlü), muhtelit: مختلِط
()افتعاؿ ِ
()مفتعل
(karma, karışık), muhterik: ( مخت ِرؽtutuşup yanan,
ِ , muktesid: مقتصد
yanmış), muktedir: مقتدر ِ (tutumlu),
ِ , müctehid: ( مجت ِهدictihâd eden),
mu„tedil: معتدؿ
ِ (toplanan, toplanmış), münteşir:
müctemi„: مجتمع
ِ (yaygın, yayılmış), mürteci„: تجع
منتشر ِ ( مرgeriye
dönen, gerici).
İf„ilâl Müf„al muğber: مغبر
ّ (tozlu, tozlanmış; gücenmiş, küskün),
()افعالؿ ()مفع ّل
َ mu„vec: معوج
ّ (dalgalı, dolambaçlı).
Tefa„„ul Mütefa„„il mütebessim: متبسم
ِّ (gülümseyen), müte‟essif: متأسف
ِّ
()تفعل
ّ ()متفعل
ِّ ِّ (tefekkür eden,
(üzülen), mütefekkir: متفكر
düşünür), mütegayyir: ( متغيِّرdeğişen, başkalaşan),
müteharrik: متحرؾ
ِّ (hareket eden, hareketli),
mütehassıs: متخصص
ِّ (uzman), mütereddid: متردِّد
(tereddüt eden, kararsız), müteşebbis: متشبِّث
(teşebbüs eden, bir işe girişen), müteveccih: متوجو
ِّ
ِّ
(bir tarafa dönen, yönelen), müteyakkız: متيقظ
(uyanık, tetikte).
Tefâ„ul Mütefâ„il ِ (uzaklaşan, birbirinden uzak
mütebâ„id: متباعد
()تفاعل ِ
()متفاعل
bulunan), mütecânis: ( متجانِسbir cinsten olan),
mütehâlif: ( متخالِفbirbirine uymayan), mütekâbil:
( متقابِلbiri ötekinin karşısında olan, karşılıklı),
ِ (emekliye ayrılmış, emekli),
mütekâ„id: متقاعد
85
mütekârib: ( متقا ِربyakın, yaklaşan), mütekâsil:
ِ
متكاسل (üşenen, tembelce davranan), mütenâsib:
ِ
( متناسبuygun), mütenâvil: ( متنا ِكؿalıp yiyen),
ِ
mütesâdif: متصادؼ (tesadüf eden, rast gelen).
İstif„âl Müstef„il ِ
müsta„cil: مستعجل ِ
(acele eden), müstağfir: مستغفر
()استفعاؿ ِ
()مستفعل (Allah‟tan günahlarının bağışlanmasını dileyen),
müstahric: ( مستخرِجistihrâc eden, çıkaran),
müstakil: ل ِ
ّ ( مستقbağımsız, kendi başına), müstantık:
ِ
مستنطق (söyletmek isteyen, sorgu hâkimi),
müstehlik: ( مستهلِكtüketici), müstehzî: مستهزم
ِ
(alaycı), müstenkif: مستنكف (kabul etmeyen, geri
ِ
duran, çekimser), müstensih: مستنسخ (istinsah eden,
kitap vb. eserleri yazarak kopya eden kimse),
müsteşrik: ( مستش ِرؽdoğu bilimci, şarkiyatçı).
İsm-i Mef„ûl
İsm-i mef „ûl, fiilin ifade ettiği iş ve hareketten etkilenen kimse ya da nesneyi
gösteren “edilgen sıfat-fiil”dir. Sülâsî mücerred fiillerin ism-i mef„ûlleri,
mef„ûl: مفعوؿveznindedir: Ma„bûd: ( معبودkendisine ibadet olunan), ma„dûd:
( معدكدsayılı, sayılmış; belli), mahkûm: محكوـ, mansûr: ( منصورAllah‟ın
yardımıyla gâlib, üstün gelmiş), ma„rûf: ( معركؼherkesçe bilinen, tanınmış,
belli), ma„sûm: ( معصوـgünahsız, suçsuz, kabahatsiz), matlûb: مطلوب
(istenilen, aranılan şey), meb„ûs: ( مبعوثgönderilen; öldükten sonra diriltilmiş
olan; milletvekili), mechûl: مجهوؿ, medyûn: ( مديوفborçlu), mektûb: مكتوب
(yazılmış, mektup), mesrûr: مسركر, meşhûr: مشهور, mevcûd: موجود, mev„ûd:
( موعودva„d edilmiş, söz verilmiş), mevzûn: ( موزكفölçülü; biçimli, düzgün),
mezkûr: ( مذكورzikrolunmuş, adı geçmiş, anılmış).
Sülâsî mezîd fiillerin ism-i mef„ûlleri ise -bâblara göre- Osmanlı Türkçesinde
kullanılan bazı örnekleriyle birlikte şu şekildedir:
86
İsm-i Mef„ûl
Bâb Vezin Örnekler
İf„âl Müf„al muhrec: مخرج
َ (ihrâc olunmuş, dışarı çıkarılmış),
()إفعاؿ ()مفعل
َ مبرـ
mübrem:َ (kaçınılmaz, vazgeçilmez), mücmel:
مجمل
َ (kısa ve özlü), mükrem: مكرـ
َ (ikrâm olunmuş,
ağırlanmış), münker: كر
َ ( منinkâr edilen, kabul ve
tasdik edilmeyen), müsbet: ( مثبَتtesbit edilmiş,
olumlu, pozitif), müsned: ( مسنَدisnâd edilmiş,
nisbet edilmiş), müşâr: ( مشارişaret olunan, işaretle
gösterilen).
Tef„îl Müfa„„al َّ (azab içinde bulunan), mukaddem:
mu„azzeb: معذب
()تفعيل ()مفعل
َّ
( مقدَّـtakdim edilen; önde olan, önce gelen),
mukadder: ( مقدَّرtakdîr olunmuş, yazgıda var olan),
muvazzaf: ( موظَّفbir görev ve hizmetle yükümlü
olan), mü‟eddeb: ( مؤدَّبte‟dîb edilmiş, edepli),
mü‟ekked: ( مؤَّكدte‟kîd edilmiş, sağlamlaştırılmış),
mü‟esses: مؤسس
َّ (tesis edilmiş, kurulmuş), müreffeh:
( مرفَّحrahata, bolluğa kavuşturulmuş), mürekkeb:
( مرَّكبterkîb edilmiş, iki veya daha çok şeyin
karışmasından meydana gelen, birleşik), müsellem:
( مسلَّمteslîm edilmiş; doğruluğu, gerçekliği herkesçe
kabul edilmiş olan).
Müfâ„ale Müfâ„al mu‟âhez: خذ
َ ( مؤاmuâhaze olunan, tenkîd edilen),
()مفاعلة ()مفاعل
َ mu„âteb: ( معاتَبazarlanan), muhâtab: ( مخاطَبhitâb
olunan, kendisine söz söylenilen), muzâ„af: مضاعف
َ
(iki kat, kat kat, katmerli), mübârek: مبارؾ
َ (bereketli,
hayırlı, kutlu), müşâhed: مشاىد
َ (görülmüş, görülen).
İfti„âl Müfta„al muhtasar: مختصر
َ (kısaltılmış, kısa), murtazâ: مرتضى
()افتعاؿ ()مفتعل
َ (razı olunmuş, memnun olunmuş), muztar: مضطَّر
(çaresiz kalmış, zorunda kalmış), mükteseb: مكتسب
َ
(kazanılmış, elde edilmiş), müntahab: خب
َ منت
(seçilmiş), müntehâ: ( منتهىnihayet bulmuş, son
derece), mürted: ( مرتَ ّدİslâm dininden dönen kimse),
müşterek: مشترؾ
َ (iştirâk eden, ortak, birlik),
müttehem: ( متّػ َهمkabahatli, suçlu).
Tefa„„ul Mütefa„„ mütecesses: متجسس
َّ (takibe uğramış, şüpheli),
()تفعل
ّ al ()متفعل
َّ
müteessef: متأسف
َّ (teessüf olunmuş), müteşebbes:
( متشبَّثteşebbüs edilmiş), mütevecceh: متوجو
َّ
87
(yönelinmiş), mütevehhem: ( متوىَّمvehm olunmuş),
müteyemmen: متيمن
َّ (meymenetli, uğurlu).
Sıfat-ı Müşebbehe
Devamlı, değişmeyen durum ve nitelikleri anlatan, ism-i fâ„il nev„inden
sıfatlara “sıfat-ı müşebbehe” adı verilmektedir. Güzellik-çirkinlik, açlık-
tokluk, sakatlık ve kusurluluk gibi sıfatlar ile bazı duygulardaki sürekliliği,
kalıcılığı ifade eden kelimelerdir. Sıfat-ı müşebbehenin çeşitli vezinleri
vardır. Osmanlı Türkçesinde en çok kullanılan vezinleri şunlardır:
Ef„al (أفعل
َ ) → ebkem: ( أب َكمdilsiz), ebleh: ( أبلَوaptal, alık), ebyaz: ( أبيضpek
ak, pek beyaz), esmer: أسمر
َ , eşhel: ( أشهلela), eşkar: ( أشقرal renkli).
ِ )
Fey„il (فيعل → leyyin: ( ليّنyumuşak), meyyit: ( ميّتölü), seyyid: سيّد
(efendi), tayyib: ( طيّبiyi, güzel, hoş).
88
Mübalağalı İsm-i Fâ„il
Fa„„âl (فعاؿ
ّ) → cevvâl: جواؿ ّ (çok hareketli), devvâr: دكار
ّ (devreden, çok
dönen), fettâh: ( فتّاحzafer kazanmış, üstün gelmiş, fetheden, açan), kezzâb:
( ك ّذابçok yalan söyleyen), meddâh: ( م ّداحaşırı övgüde bulunan kimse;
taklitler yaparak, hoş hikâye anlatarak halkı eğlendiren sanatçı), seyyâh: سيّاح,
seyyâr: ( سيّارgezici, gezen, dolaşan).
Fa„„âle (فعالة
ّ ) → allâme: ( عالّموçok bilgili), fehhâme: فهامو
ّ (çok anlayışlı, pek
zeki).
Diğer bazı vezinlerde gelen mübalağalı ism-i fâ„iller: alîm: ( عليمçok bilen),
rahîm: ( رحيمçok merhametli, acıyan), şerîf: ( شريفşerefli, soylu), sıddîk: ص ّديق
(pek doğru, sözünün eri), miskîn: ( مسكينâciz, zavallı), farûk: ( فاركؽdoğruyu
yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırmakta pek mâhir olan).
İsm-i Tafdîl
Karşılaştırma yapmak ya da üstünlük belirtmek amacıyla kullanılan
sıfatlardır. İsm-i tafdîlin bir tek vezni vardır: Ef„al ( )أفعل: ahlâ: ( أحلىdaha, en,
pek tatlı), ahsen: ( أحسنdaha, en, pek güzel), akvâ: ( أقولdaha, en, çok
kuvvetli), a„lâ: ( أعلىdaha, en, pek yüksek), a„lem: ( أعلمdaha, en, pek bilgili),
a„zam: ( أعظمdaha, en, pek büyük), efdal: ( أفضلdaha, en, pek faziletli, üstün),
ehven: ( أىوفen zararsız; daha hafif, kolay, ucuz), ekber: ( أكبرdaha, en, pek
büyük), elyak: ( أليقdaha, en, pek lâyık), elzem: ( ألزـdaha, en, pek lâzım,
lüzumlu), ender: ( أندرdaha, en, pek nâdir; çok seyrek ve az bulunan), enfes:
( أنفسdaha, en, pek nefis), esah: أصح
ّ (daha, en, pek sahih, doğru), esfel: أسفل
(en sefil, pek aşağı), eşed: ( أش ّدdaha, en, pek şiddetli, çetin), evlâ: ( أكلىdaha
uygun, daha lâyık, daha iyi).
89
İsm-i Mekân
İsm-i mekân, eylemin gerçekleştiği yeri bildiren isimdir. Sülâsî mücerred
fiillerde “Mef„al: مفعل
َ ” ve -muzârî fiilin sondan bir önceki harfinin meksûr
(kesreli) olması durumunda- “Mef„il: ِ ” kalıbında gelir. Ayrıca “Mef„alet:
مفعل
مفعلت ِ
َ ve Mef„ilet: ”مفعلتkalıpları da vardır.
Mef„al (مفعل
َ ) → ma„bed: معبَد, matbah: ( مطبَخmutfak), mekteb: مكتَب,
menfez: ( من َفذgirecek veya geçecek yer, delik, açma), merkad: ( مرقَدyatacak,
uyuyacak yer, mezar, kabir), mesken: كن َ مس, meşreb: مشرب
َ (yaradılış, mizaç,
karakter, huy).
ِ )
Mef„il (مفعل ِ (oturulacak, görüşülecek yer, toplantı yeri;
→ mahfil: محفل
câmilerde parmaklıkla ayrılmış yüksek yer), meclis: مجلِس, menzil: من ِزؿ
(yolculukta dinlenmek amacıyla durulan yer, ev, bir günlük yol, mesafe),
ِ
ِ , mevkıf: ( موقِفdurak, duracak yer), mevki„: موقِع, mevtın: موطن
mescid: مسجد
(yerleşilip oturulan, yurt edinilen yer).
Mef„alet (مفعلت
َ ) → mahfaza: ( مح َفظوiçinde öteberi saklanan küçük kutu),
mahkeme: مح َكمو, manzara: منظَره, ma„reke: معركو
َ (savaş meydanı), matba„a:
مطبَعو, medrese: مدرسو
َ , merhale: مرحلو
َ .
ِ )
Mef„ilet (مفعلت → maşrıka: ( مش ِرقوkışın güneşe karşı oturulan yer),
mazınne: ِ (hakkında zan ve şüphe olan, şüpheli; ermiş sanılan), mehlike:
مظنّو
( مهلِكوhelâk olacak yer, tehlikeli yer), menzile: ( من ِزلوinecek yer, konak yeri,
ev), mesîre: ( مسيرهgezilecek yer, gezinti yeri).
Mezîd fiillerin ism-i mef„ûlleri, ayrıca ism-i mekân ve ism-i zamân anlamını
ifade etmekteyse de, Osmanlı Türkçesinde kullanılmamıştır.
İsm-i Zamân
Eylemin gerçekleşme zamanını bildiren kelimelere ism-i zamân denilir. İsm-i
zamân, ism-i mekân ile ortak iki kalıba sahiptir. Bunlar “Mef„al: مفعل
َ ” ve
“Mef„il: ِ ” kalıplarıdır. Aynı kelime hem mekân hem zamana işaret
مفعل
edebileceğinden, anlam kelimenin cümle içerisindeki yerine göre
değişecektir. Örneğin “mevlid-i Nebî” denildiğinde, bu hem Hz.
Peygamber‟in doğduğu yere hem de doğum zamanına işaret etmektedir. Bu
ve benzeri ibareler, geçtiği yerlerdeki anlam örgüsü çerçevesinde
değerlendirilecek ve ona göre anlam verilecektir.
90
İsm-i Mensûb
İsm-i mensûblar; bir yere, aileye, mesleğe, dine yahut herhangi bir şeye
mensûb/ait olmayı ifade eden kelimelerdir. İsm-i mensûbların herhangi bir
vezni yoktur. Kelimenin sonuna getirilen “yâ-yı nisbet” eki ile elde edilir. Bu
ek Arapçada “-iyyun” şeklinde okunan şeddeli bir “ye”dir. Osmanlı
Türkçesinde ise bu harften şedde ve tenvin kaldırılır ve harf, “î” şekline
dönüşür. “Yâ-yı nisbet” Türkçedeki “-lı, -li, -cı, -ci, -ça, -çe” gibi eklere
karşılıktır. İsm-i mensûbun yapılışıyla ilgili dikkat edilmesi gereken bazı
hususlar vardır:
a. Nisbet eki olan “-ye: ”يsessizle biten kelimelere doğrudan getirilir:
asker-askerî (عسكر-)عسكرم, cebr-cebrî (جبر-)جبرم, ilm-ilmî (علم-)علمي,
mâl-mâlî (ماؿ-)مالي, mülk-mülkî (ملك-)ملكي.
b. İsmin sonunda t : تveya e : قvarsa bu harfler atılırak nisbet eki, sonda
bulunan harfe eklenir: âdet-âdî (عادت-)عادم, siyâset-siyâsî (سياست-
)سياسي, tabî„at-tabî„î (طبيعت-)طبيعي, tecrübe-tecrübî (تجربو-)تجربي.
c. Sonunda elif-i maksûre ( ل
َ - ) ﺎbulunan isimlerde, elif-i maksûre vâv
(‟)كa çevrilir: ma„nâ-ma„nevî (معنى-معنوم
ّ ), dünyâ-dünyevî (دنيا-دنيوم
ّ ).
d. Sonunda elif-i memdûde ( )اءbulunan isimlerde kelimenin sonundaki
hemze düşürülür, bunun yerine “ ”كمya da “ ”ئيgetirilir: semâ-semâî
(سماء-)سمائي, sahrâ-sahrâvî/sahrâî (صحراء - صحراكم/)صحرائي.
İsm-i Âlet
Âlet ve edevâta isim olan kelimelerdir. Osmanlı Türkçesinde en çok
kullanılan ism-i âlet vezinleri örnekleriyle beraber şu şekildedir:
Mif„al () ِمفعل → mıkleb: ( ِمقلبciltli kitapların sol cilt kapağında bulunan ve
okunmakta olan yeri belli eden, ucu üçgenimsi, katlanabilir parça), mıkta„:
( ِمقطعüzerinde kamış kalemin ucu kesilen âlet), mıstar: ( ِمسطرsatırları doğru
gösterebilmek için gerekli çizgileri yapmaya yarayan âlet), mıtbah: ِمطبخ
(yemek pişirme âleti), miğfer: ِمغفر, mihver: ِمحور, minber: ِمنبر, mirkam: ِمرقم
(kalem, yazacak âlet).
İsm-i Tasgîr
Bir şeyin küçüklüğünü ya da azlığını gösteren isimlerdir. Kimi zaman
hakaret, kimi zaman ise sevgi ve merhamet manalarını içerir. İsm-i tasgîr
Osmanlı Türkçesinde az kullanılmıştır. Üç vezni vardır:
Fu„ayl (عيل
ْ ُ → )فcüneyd: ( ُج ْنيدaskercik, küçük asker), hüseyn: سين
ْ ُح, kuleym:
( قُ ْليمküçük kalem), ubeyd: ( ُعبيْدkulcağız, kölecik).
91
Fu„ay„il (عي ِعل→ düfeytir: ( ُد ْفيتِرküçük defter), müneyzil: ( ُم ْني ِزؿküçük ev),
ْ ُ)ف
müseycid: سي ِجد ِ
ْ ( ُمküçük mescid), uveylim: ( ُعويْلمküçük âlim, âlimcik).
Fu„ay„îl (عيعيل
ْ ُ)ف
→ kunaydîl: ( قُ ْنيديلküçük kandil), müfeytîh: ( ُمفيْتيحküçük
anahtar), mükeytîb: كيتيب
ْ ( ُمküçük mektep, okul), useyfîr: صيفير
ْ ( ُعserçecik).
Müennes isimler: Cinsiyet olarak dişi olan ya da tür itibariyle bu sınıfa dâhil
edilen/müennes kabul edilen isimlerdir.
1. Bitişik te ()ﺔ: Buna “tâ-i merbûta” veya “yuvarlak te” de denir. Osmanlı
Türkçesinde genellikle “hâ-i resmiyye ) ”(قşeklinde yazılır ve “-a, -e”
olarak okunur: cemîl-cemîle (جميل-)جميلو, edîb-edîbe (أديب-)أديبو, kâtib-
kâtibe (كاتِب-)كاتِبو, melîh-melîha (مليح-)مليحو, me‟mûr-me‟mûre (مأمور-
)مأموره, merhûm-merhûme (مرحوـ-)مرحومو, mu„allim-mu„allime (معلِّم-)معلِّمو,
mü‟min-mü‟mine (مؤمن-)مؤمنو, mürebbî-mürebbiye (مربي-)مربيّو, nazîf-
ّ
ِ
nazîfe (نظيف-)نظيفو, şâir-şâire (شاعر-ره ِ ).
شاع
2. Elif-i memdûde ()اء: Ef„al ( )أفعلvezninde gelen ve renk bildiren
kelimelerin, fa„lâ‟ ( )فعالءvezninde müennesini yapar: ahdar-hadrâ (أخضر-
)خضراء, ahmer-hamrâ (أحمر-)حمراء, ebyaz-beyzâ (أبيض-)بيضاء, esmer-semrâ
(أسمر-)سمراء, esved-sevdâ (أسود-)سوداء.
3. Elif-i maksûre ()ل: Kelimenin sonunda bulunan ve ( )لşeklinde yazılan
eliftir: fetvâ: فتول, hüsnâ: حسنى, kübrâ: كبرل, suğrâ: صغرل, şûrâ: شورل,
uzmâ: عظمى.
92
1. Kadınlara verilen özel isimler: Ayşe: عائشو, Hatice: خديجو, Gülsüm: كلثوـ,
Meryem: مريم, Zeyneb: زينب.
2. Dişi varlıkları işaret eden cins isimler: Bint: ( بنتkız), uht: ( أختkız
kardeş), ümm: أـ
ّ (anne).
3. Ülke, şehir ve kabile isimleri: Mısır: مصر, Ankara: أنقره, Bağdat: بغداد,
Bursa: بركسو, Haleb: حلب, Şam: الشاـ, Kureyş: قريش, Gatafan: غطفاف.
4. Vücudun çift organlarının isimleri: Yed: ( يدel), ayn: ( عينgöz), üzün: أذف
(kulak), ricl: ( رجلayak).
5. Gayr-ı âkil (aklı olmayan) canlı veya cansız bütün çokluklar, müfred-
müennes kabul edilir: aklâm: ( أقالـkalemler), kütüb: ( كتبkitaplar),
eşcâr: ( أشجارağaçlar), tuyûr ( طيورkuşlar), şühûr ( شهورaylar).
6. Müennes kabul edilmeleri semâ„î olan; yani duyularak öğrenilen, öyle
kabul edilen kelimeler: nefs: نفس, harb: حرب, nâr: ( نارateş), شمس
(güneş), cehennem: جهنَّم, firdevs: ( فردكسcennet), rîh: ( ريحrüzgâr), dâr:
(دارev).
Müfred (Tekil)
معلِّم, tabîb: طبيب, recül: رجل
Bir tek varlığa işaret eden kelimelerdir: mu„allim:
(adam), kalem: قلم, kitap: كتاب, mekteb: مكتب, mescid: مسجد ِ , dâr: ( دارev,
yurt).
Tesniye (İkil)
Arapçada Türkçe, Farsça ve pek çok dünya dilinden farklı olarak iki varlığa
işaret eden isimler bulunmaktadır. Bu tür isimlere “müsennâ” denilir.
Kelimenin müsennâ yapılması, cümle içerisindeki konumuna göre farklılık
arz etmektedir. İkil yapılacak kelimeye, raf hâlinde elif ve nûn (+an: اف-),
diğer durumlarda (nasb ve cer hallerinde) ise yâ ve nûn (+eyn / يْن-) getirilir.
Osmanlı Türkçesinde ikil kelimelerin esas olarak (يْن-) şekli kullanılmıştır:
93
Memleket: → مملكتMemleketeyn: مملكتين
ْ (İki memleket / Eflak ve
Boğdan)
Cem„ (Çoğul)
Arapçada sayı bakımından üç ve üçten fazla olan isimlere cem„ (çoğul) denir.
Çoğul isimler kurallı ve kuralsız olmak üzere iki kısma ayrılır:
Kurallı Çoğul
a. Cem‘-i müzekker-i sâlim: Kurallı eril çoğullardır. Müfred (tekil) bir
ismin sonuna raf hâlinde vâv-nûn (+ûn: )كف, nasb ve cer hâlinde ise yâ-
nûn (+în: )يِنgetirilmek sûretiyle elde edilir. Osmanlı Türkçesinde
genellikle (+în: )يِنşekli kullanılmıştır:
Mu„allim: → معلِّمmu„allimûn: معلِّموف/ mu„allimîn: ( معلِّمينÖğretmenler)
Kâtib: → كاتِبkâtibûn: كاتِبوف/ kâtibîn: ( كاتِبينYazıcılar)
Me‟mûr: → مأمورme‟mûrûn: مأموركف/ me‟mûrîn: ( مأمورينMemurlar)
ِ → mü‟minûn: مؤمنوف
Mü‟min: مؤمن ِ / mü‟minîn: مؤمنين
ِ (Müminler)
94
Bazı masdarlar müennes kabul edildiği için çoğulları (+ât: )اتeklenerek
elde edilir:
95
Kuralsız Çoğul
Müfred isimlerin yapıları değiştirilerek elde edilen çoğullardır. Bu çeşit
isimlere “cem„-i mükesser/kırık çoğul” da denilmektedir. Bunlar semâ„îdir;
işitilerek ya da sözlüğe bakılarak öğrenilebilir. Kuralsız çoğulların pek çok
kalıbı vardır:
1. Ef‘âl ( )افعاؿKalıbı
„aded: عدد- a„dâd: ( اعدادsayılar)
„ayn: عين- a„yân: ( أعيافgözler)
gayr: غير- ağyâr: ( أغيارyabancılar, başkaları)
hüküm: حكم- ahkâm: ( أحكاـhükümler)
hür: حر
ّ - ahrâr: ( أحرارhür olanlar)
kavl: قوؿ- akvâl: ( أقواؿsözler)
kavm: قوـ- akvâm: ( أقواـkavimler)
kısm: قسم- aksâm: ( أقساـkısımlar)
levn: لوف- elvân: ( ألوافrenkler)
mesel: مثل- emsâl: ( أمثاؿhikâyeler; benzerler)
nev„: نوع- envâ„: ( أنواعçeşitler)
nûr: نور- envâr: ( أنوارnûrlar)
şi„r: شعر- eş„âr: ( أشعارşiirler)
Türk: ترؾ- etrâk: ( أتراؾTürkler)
varak: كرؽ- evrâk: ( أكراؽyapraklar, kâğıtlar)
vasf: كصف- evsâf: ( أكصاؼvasıflar)
veled: كلد- evlâd: ( أكالدçocuklar)
2. Fi‘âl ( )فِعاؿKalıbı
„abd: عبد- „ibâd: ( عبادkullar)
„azm: عظم- „ızâm: ( عظاـkemikler; büyükler)
belde: بلده- bilâd: ( بالدbeldeler, şehirler)
cebel: جبل- cibâl: ( جباؿdağlar)
cemel: جمل- cimâl: ( جماؿdeveler)
cennet: جنّت- cinân: ( ِجنافcennetler, bahçeler)
fi„l: فِعل- fi„âl: ( فِعاؿişler)
kebîr: كبير- kibâr: ( كبارbüyükler)
kerîm: كريم- kirâm: ( كِراـcömertler, şerefliler)
96
3. Fu‘‘âl ( )فُػ ّعاؿKalıbı
ِ - cühhâl: جهاؿ
câhil: جاىل ّ
ِ - füccâr: ( فجارgünahkârlar)
fâcir: فاجر ّ
hâc: حاج
ّ - huccâc: حجاج
ّ (hacılar)
ِ - huccâb: ( حجابkapıcılar, perdeciler)
hâcib: حاجب ّ
hâkim: حاكِم- hükkâm: كاـ
ّح
ِ - hussâd: ( حسادhased edenler)
hâsid: حاسد ّ
kâfir: كافِر- küffâr: ك ّفار
kâtib: كاتِب- küttâb: كتّاب
ِ - nussâh: نصاح
nâsih: ناصح ّ (nasihatçılar)
ِ - tüccâr: تجار
tâcir: تاجر ّ
tâlib: طالِب- tullâb: طالّب
4. Fu‘âl ( )فُعاؿKalıbı
„âsî: عاصي- „usât: ُعصاة
kâdî: قاضي- kudât: ( قُضاةkadılar)
vâlî: كالي- vulât: ُكالة
5. Fu‘alâ’ ( )فعالءKalıbı
ِ - cühelâ: جهالء
câhil: جاىل
edîb: أديب- üdebâ: أدباء
fakîr: فقير- fukarâ: فقراء
garîb: غريب- gurebâ: غرباء
garîm: غريم- guremâ: ( غرماءborçlular, düşmanlar)
halîfe: خليفو- hulefâ: خلفاء
hatîb: خطيب- hutebâ‟: خطباء
kadîm: قديم- kudemâ: ( قدماءeskiler)
kebîr: كبير- küberâ: كبراء
nakîb: نقيب- nükabâ: ( نقباءönderler)
nasîr: نصير- nusarâ: ( نصراءyardımcılar)
sefîr: سفير- süferâ: سفراء
ِ - şu„arâ‟:
şâ„ir: شاعر شعراء
şehîd: شهيد- şühedâ: شهداء
sâlih: صالِح- sulehâ: صلحاء
şerîk: شريك- şürekâ: ( شركاءortaklar)
sefîh: سفيو- süfehâ: سفهاء
vekîl: ككيل- vükelâ: ككالء
97
ِ ) Kalıbı
6. Ef‘ile (افعلة
ِ (dumanlar)
duhân: دخاف- edhıne: ادخنو
gışâ‟: ِغشاء- ağşiye: اغشيو
ِ (örtüler)
kamîs: قميص- akmisa: اقمصو ِ (gömlekler)
libâs: لباس- elbise:ّ ( البِسوelbiseler)
ِ ( أdiller)
lisân: لساف- elsine: لسنو
misâl: مثاؿ- emsile: ( أمثِلوmisaller)
silâh:ّسالح- esliha: ( أسلِحوsilahlar)
şarâb: شراب- eşribe: ( أش ِربوiçecekler)
şirâ„: شراع- eşri„a: ( أش ِرعوyelkenler)
ِ ( أyemekler)
ta„âm: طعاـ- et„ıme: طعمو
ِ ( أzamanlar)
zamân: زماف- ezmine: زمنو
7. Fe‘ale ( )فعلوKalıbı
ِ - aceze: ( عجزهâcizler, düşkünler)
âciz: عاجز
âkil: آكِل- ekele: ( أكلوyiyenler)
âmil: ِ - amele: عملو
عامل
ِ - fecere: ( فجرهgünahkârlar)
fâcir: فاجر
ِ - hacebe: ( حجبوkapıcılar, perdeciler)
hâcib: حاجب
hâdim: ِ - hademe: ( خدموhizmetçiler)
خادـ
hâfız: حافِظ- hafeza: ( حفظوyazıcı melekler, bekçiler)
kâfir: كافِر- kefere: كفره
kâtib: كاتِب- ketebe: كتبو
ِ - mehere: مهره
mâhir: ماىر
tâbi„: تابِع- teba„a: تبعو
tâlib: طالِب- talebe: طلبو
vâris: كا ِرث- verese: كرثو
98
minnet: منّت- minen: منن
ni„met: نعمت- ni„am: نعم
ِ ) Kalıbı
9. Efâ‘il (افاعل
ِ - evâhir: كاخر
âhir: آخر ِ ( أsonlar)
ahsen: أحسن- ehâsin: حاسن ِ ( أçok güzel olan şeyler)
akreb: أقرب- akârib: ( أقا ِربen yakınlar)
ِ ( أen uzak [yerler])
eb„ad: أبعاد- ebâ„id: باعد
efdal: ِ ( أüstün olanlar)
أفضل- efâdıl: فاضل
ekber: أكبر- ekâbir: ( أكابِرen büyükler)
ِ ( أرreziller)
erzel: أرذؿ- erâzil: اذؿ
esfel: أسفل- esâfil: ( أسافِلpek aşağı ve bayağı olanlar)
etyâb: أطيب- etâyib: ( أطايِبçok hoş şeyler)
99
dehr: دىر- dühûr: ( دىورzamanlar, devirler)
dem‟: دمع- dümû‟: ( دموعgözyaşları)
deyn: دين- düyûn: ( ديوفborçlar)
emr: أمر- umûr: أمور
fazl: فضل- fuzûl: فضوؿ
fen: فن
ّ - fünûn: ( فنوفsanatlar, bilimler)
fer„: فرع- fürû„: ( فركعdallar, şubeler)
feth: فتح- fütûh: فتوح
feyz: فيض- füyûz: فيوض
had: ح ّد- hudûd: ( حدكدsınırlar)
hak: ح ّق- hukûk: حقوؽ
şehr: شهر- şühûr: ( شهورaylar)
tayr: طير- tuyûr: ( طيورkuşlar)
ِ ) Kalıbı
Ef‘ilâ’ (افعالء
ganî: غني- ağniyâ: ( أغنياءzenginler)
habîb: حبيب- ehıbbâ: ( أحباءdostlar)
karîb: قريب- akribâ: ( أقرباءyakınlar, akrabalar)
kavî: قوم- akviyâ: ( أقوياءgüçlüler, kuvvetliler)
nebî: نبي
ّ - enbiyâ: ( أنبياءpeygamberler)
sadîk: صديق- asdikâ: ( أصدقاءarkadaşlar)
safî: صفي- asfiyâ: ( أصفياءiçi temiz olanlar, saf ve samimi olanlar)
sahîh: صحيح- esıhhâ: ( أصحاءsağlıklı olanlar, özürsüz olanlar)
şakî: شقي- eşkıyâ: ( أشقياءhaydutlar)
tabîb: طبيب- etıbbâ: ( أطبّاءdoktorlar)
velî: كلي- evliyâ: ( أكلياءAllah dostları)
hakîkat: حقيقت- hakâ‟ik: حقائِق
netîce: نتيجو- netâ‟ic: نتائِج
risâle: رسالو- resâ‟il: ( رسائِلmektuplar, küçük kitaplar)
vazîfe: كظيفو- vazâ‟if: كظائِف
ِ ) Kalıbı
Fevâ‘il (فواعل
âlem: عالم- avâlim: عوالِم
ِ (sınır şehirleri, başkentler)
âsıme: عاصمو- avâsım: عواصم
ِ بو
bâtıl: باطل- bevâtıl: اطل
ِ ( بوgizli, kapalı şeyler)
bâtın: باطن- bevâtın: اطن
câ‟ize: جائزه- cevâiz: ( جوائِزödüller)
ِ
câmi‟: جامع- cevâmi‟: جوامع
ِ (cansızlar)
câmid: جامد- cevâmid: جوامد
cânib: جانب- cevânib: ( جوانِبtaraflar, yanlar)
dâ‟ire: دائره- devâ‟ir: دكائِر
fâ‟ide: فائِده- fevâ‟id: ( فوائِدfaydalar)
lâzıme: الزمو- levâzım: ( لوا ِزـgerekli, lüzumlu şeyler)
ِ
şâhid: شاىد- şevâhid: شواىد
ِ
سلسلو- selâsil: سالسل
silsile:
ِ
unsur: عنصر- anâsır: عناصر
Fu‘ul ( )فُػ ُعلKalıbı
hicâb: حجاب- hucub: ( حجبperdeler)
kitâb: كتاب- kütüb: كتب
resûl: رسوؿ- rusül: رسل
sebîl: سبيل- sübül: ( سبلyollar)
sefîne: سفينو- süfün: ( سفنgemiler)
tarîk: طريق- turuk: ( طرؽyollar)
ِ ) Kalıbı
Efâ‘ile (افاعلو
iblîs: ابليس- ebâlise: ابالسو
kisrâ: كسرل- ekâsire: ( أكاسرهPers hükümdarlarına verilen lakap)
üstâz: أستاذ- esâtize: ( أساتذهöğretmenler, üstatlar)
ِ )مKalıbı
Mefâ‘il (فاعل َ
mahrec: مخرج- mahâric: ( مخارجçıkış yerleri)
mahrem: محرـ- mahârim: ( محارـmahrem olan şeyler)
maksad: مقصد- makâsıd: مقاصد
ma„rifet: معرفت- ma„ârif: معارؼ
masdar: مصدر- masâdır: ( مصادرçıkış yerleri, isim-fiiller)
mat„am: مطعم- matâ„im: ( مطاعمyemek yenen yerler)
medrese: مدرسو- medâris: مدارس
memleket: مملكت- memâlik: ممالك
mekteb: مكتب- mekâtib: مكاتب
menkıbe: منقبو- menâkıb: مناقب
merhale: مرحلو- merâhil: مراحل
mertebe: مرتبو- merâtib: مراتب
mesken: مسكن- mesâkin: مساكن
merkez: مركز- merâkiz: مراكز
Ef‘ul (ْعل
ُ )اَفػKalıbı
„ayn: عين- a„yün: ( أعيُنgözler, menbalar)
bürd: برد- ebrüd: ( أبردçizgili kumaşlar)
necm: نجم- encüm: ( أنجمyıldızlar)
nefs: نفس- enfüs: ( أنفسnefisler)
ni„met: نعمت- en„um: ( أنعمnimetler)
hirre: ىره
ّ - hirere: ( ىررهkediler)
kırd: قرد- kırede: ( قردهmaymunlar)
ِ ) Kalıbı
Fâ‘ile (فاعلو
evân: أكاف- âvine: ( آ ِكنوanlar, zamanlar)
İlâh: الو- âlihe: ( آلِهوilahlar)
tâlib: طالِب talebe: ( طلبوöğrenci)
veled: كلد evlâd: ( أكالدçocuk: oğul/kız)
Arapçada Tamlamalar
İsim Tamlaması
Arapçada muzâf (tamlanan) ve muzâfun ileyh (tamlayan) adı verilen
unsurlardan meydana gelen yapıya “izâfet terkîbi/isim tamlaması”
denilmektedir. Arapçada Türkçe tamlamaların aksine önce tamlanan, sonra
tamlayan gelir. İzâfet terkîbinde ikinci unsur olan muzâfun
ileyhin/tamlayanın başına اؿtakısı getirilir. Tamlama yapılırken harf-i
ta„rîfin başındaki “elif” okunmaz; “lâm”ın okunuşu ise bitiştiği kelimenin ilk
harfinin cinsine göre (kamerî/şemsî) değişmektedir. Bu aşamada şemsî ve
kamerî harfler hakkında bilgi vermemiz yerinde olacaktır.
Hurûf-ı kameriye (Kamerî harfler); أ ب ج ح خ ع غ ؼ ؽ ؾ ـ ك ى م
harflerinden oluşmaktadır. Arapçada isimler kamerî harflerden biri ile
başlıyorsa, başlarına gelen harf-i ta„rîfteki “lâm” okunur:
Eş-şems: شمس
ّ ال, ed-dünyâ: ال ّدنيا, es-selâm: السالـ
ّ , en-nâs: النّاس, en-necât:
النّجات.
Buna göre, aşağıda verilen isim tamlamaları -kamerî ve şemsî harfler dikkate
alınarak- şu şekilde okunur:
ِ
Erbâbü‟l-irfâni: العرفاف باب ِ ( أرİrfan sahipleri)
ُ → أرerbâb-ı irfân: باب عرفاف
ِ
İlmü‟l-hadîsi:الحديث علم ِ (Hadis ilmi)
→ ilm-i hadîs: علم حديث
ُ
Zümretü‟l-hükemâi: ِ
الحكماء ُ → زمرةzümre-i hükemâ: زمرۀِ حكماء
(Hâkimler topluluğu)
İnkıyâdü‟l-emri: → انقياد األم ِرinkıyâd-ı emr: ( انقياد أمرEmre boyun
eğme)
Mahzenü‟l-esrâri: ِ
→ مخز ُف األسرا ِرmahzen-i esrâr: مخزف أسرار (Sırların
saklı bulunduğu yer)
ِ
Envârü‟t-tevhîdi: التوحيد أنوار → envâr-ı tevhîd: ( أنوا ِر توحيدTevhîd nurları)
ُ
Ervâhu‟l-evliyâi: ِ
األكلياء أركاح → ervâh-ı evliyâ: أركاح أكلياء
ِ
ُ (Allah
dostlarının ruhları)
Seyyidü‟l-memâliki: ِ ِ → سيِّ ُد الممالseyyid-i memâlik: سيِّ ِد ممالِك
ك
(Memleketlerin/ülkelerin efendisi)
Dâ‟iretü‟l-vahdeti: ِ → دائِرةُ الوحدةdâ‟ire-i vahdet: ( دائِرۀ كحدتVahdet
dâiresi)
Mübeyyinü‟l-evâmiri: ِ
األكام ِر → مبيّ ُنmübeyyin-i evâmir: مبيِّ ِن أك ِامر
(Emirleri açıklayan)
kable‟l-İslâm: قبل اإلسالـ
َ (İslâm‟dan önce)
kable‟l-vukû„: الوقوع قبل
َ (meydana gelmeden önce)
kable‟t-tarîh: قبل التّاريخ
َ (tarih öncesi)
ma„a‟l-esef: ( مع األسفne yazık ki)
tahte‟l-arz: تحت األرض
َ (yer altı)
tahte‟ş-şu„ûr: تحت الّشعور
َ (bilinç altı)
ulu‟l-elbâb: ( اكلو األلبابsağduyu, akıl sahibi olanlar)
ulûmu‟d-dîn: علوـ ال ّدين
ُ (din ilimleri)
ulu‟l-emr: ( اكلو األمرbuyruk sahibi, hükümdar)
yevmü‟l-cezâ: يوـ الجزاء
ُ (kıyâmet günü)
d. Dilimize geçen Arapça isim tamlamalarının bir başka örneği “dîn”
kelimesinin muzâfun ileyh (tamlayan) olduğu şahıs isimleridir. Bu
isimlerin Arapça asıllarından tek farkı muzâfın/tamlananın merfû (ötreli)
değil, genellikle mansûb (fethalı) okunmasıdır:
Arapça sıfat tamlamalarında mevsûf ve sıfat arasında; belirlilik-belirsizlik,
keyfiyet, kemiyet ve hareke şekli (i„râb) bakımlarından uygunluk aranır.
Buna göre;
a. Mevsûf ma„rife ise; yani belirli bir varlığa işaret ediyorsa, sıfat da
ma„rife olmalıdır. Bu durum tersi için de söz konusudur. Nitelenen isim
nekre (belirsiz) ise sıfat da buna uymalı ve nekre gelmelidir.
b. Nitelenen ve niteleyen arasında müzekkerlik-müenneslik konusunda
uyum olmalıdır.
c. Mevsûf, tekil ise sıfat da tekil; ikil ise ikil, çoğul ise çoğul gelmelidir.
d. Mevsûfun son harekesi ne ise sıfatın son harekesi de aynı olmalıdır.
Arapça yapılı sıfat tamlamaları Osmanlı Türkçesi metinlerinde pek
kullanılmamıştır. Metinlerde yer alan bazı kullanımlar ise Arapça sıfat yapım
kurallarına tam olarak uymamaktadır: Kitâbu‟l-mübîn: المبين ُ كتاب
ُ (Kur‟ân-ı
Kerîm), felekü‟l-a„zam: لك األعظم
ُ ( فdokuzuncu kat gök), düvelü‟l-
mu„azzama: المعظّمو
ُ دكؿ
ُ (büyük devletler).
ِ
bürhân-ı sâtı„: ساطع ِ (apaçık delil)
برىاف
dâire-i resmiyye: ( دائِرۀ رسميّوresmî dâire, hükûmet dâiresi)
ِ (terkedilmiş, bırakılmış mallar)
emvâl-i metrûke: أمواؿ مترككو
ِ (sağlam ip)
habl-i metîn: حبل متين
ِ ( اuzak bir ihtimal)
ihtimâl-i ba„îd: حتماؿ بعيد
imâm-ı a„zam: ِ (en büyük imam)
إماـ أعظم
ِ (yüce makam)
makâm-ı „âlî: مقاـ عالي
meşâyıh-ı „izâm: ( مشايِ ِخ عظاـbüyük şeyhler)
ِ (dört mezhep)
ِ مذاى
mezâhib-i erba„a: ب أربعو
Kesîrü‟t-taksîr: كثير التّقصير
ُ (kusuru çok olan)
ُ ِ( سالzikri, bahsi geçen)
Sâlifü‟z-zikr: ف الذّكر
Serî„ü‟l-hazm: يع الحضم ُ ( سرhazmı çabuk)
ِ (temiz kalpli)
Tâhirü‟l-kalb: طاى ُر القلب
Tavîlü‟l-kad: طويل الق ّد
ُ (uzun boylu)
Zü‟l-ka„de ve Zü‟l-hicce ayları da küçük bir farkla “Zi‟l-ka„de” ve “Zi‟l-
hicce”ye dönüşmüştür.
Onun katları olan sayılar ise şu şekilde devam eder:
Onluk sayılar (20, 30, 40…) ile , ve katlarında müzekkerlik-
müenneslik yoktur. Bu sayılar hem müzekker (eril) hem de müennes (dişil)
için ortak kullanılır.
34, , , … gibi sayılar birbirlerine atıf harfi olan vâv ( )وile
bağlanır:
(ٖٗ) Erba‟atün ve selâsûn: كثالثوف أربعة.
ِ مائة.
(ٕٔٔ) Mi‟etün ve vâhidün ve „işrûn: ككاحد كعشركف
(ٚٙٛ) Seb„u mi‟etin ve semâniyetün ve sittûn: سبعمائة كثمانية كستّوف.
(ٜٜٔٙ) Elfün ve tis„u mi‟etin ve sittetün ve tis„ûn: ألف كتسعمائة ك ستّة
كتسعوف.
Evvel (أكؿ
ّ )‟in müennesi ûlâ ( )اوىلşeklinde gelmektedir. Diğer sıra sayıları ise
sonlarına getirilen müenneslik eki ( )هile dişil yapılmaktadır: sâniye ( )ثانِيو,
sâlise ()ثالِثو, râbi„a ( )رابِعوvb.
Sayılarla ilgili olarak Arapçadan Osmanlı Türkçesine geçen başka bir unsur
da “kesir sayılar”dır. Kesir sayılar -yarım anlamına gelen “nısf: نصف
ْ ” hariç-
orta harfleri harekeli ya da sâkin olmak üzere iki farklı şekilde okunabilir:
Nısf: نصف
ْ (1/2: Yarım), Sülüs/Süls: ثلُث/ ( ثلْث1/3: Üçte biri), Rubu„/Rub„:
ربُع/ ( ربْع1/4: Dörtte biri), Humus/Hums: خمس ُ / خمس ْ (1/5: Beşte biri),
Südüs/Süds: س ُدس/( س ْدس1/6: Altıda biri), Sübu„/Süb„: سبُع/ ( سبْع1/7:
Yedide biri), Sümün/Sümn: ثمن ُ / ( ْثمن1/8: Sekizde biri), Tüsu„/Tüs„: تسع
ُ /
تسع
ْ (1/9: Dokuzda biri), Öşür/Öşr: شر
ُ ع/ ( ع ْشر1/ Onda biri).
ba„de zâlike: ( بعد ذلكbundan sonra)
beyne‟n-nâs: ( بين النّاسinsanlar/halk arasında)
bi-„avnihî te„âlâ: ( بعونو تعالىYüce Allah‟ın yardımı ile)
bi-izni‟llah: ( بإذف اهللAllah‟ın izni ile)
bi-kadri‟l-imkân: ( بقدر اإلمكافimkânlar ölçüsünde, güç yettiğince)
bilâ-kasd: ( بال قصدistemeyerek, kasıt olmadan)
bilâ-sebeb: ( بال سببsebepsiz)
bilâ-şekk: شك
ّ ( بالşüphesiz)
bilâ-teşbîh: ( بال تشبيوbenzetmeksizin, benzetmek gibi olmasın)
bi‟l-müşâhede: ( بالمشاىدهgörerek)
bi-mennihî: ( بمنّوAllah‟ın lütfuyla)
binâen „aleyh: بناء عليو
( نbunun üzerine)
bi‟t-tesâdüf: ( بالتّصادؼtesadüfen)
fi‟l-vâki„: ( في الواقِعvâkıa, hakikaten, gerçekten)
fî-nefsi‟l-emr: ( في نفس األمرhakikatte, gerçekte)
fî-zamâninâ: ( في زمانناgünümüzde)
fî-zamâninâ hazâ: ( في زماننا ىذاbu zamanımızda)
ilâ-yevmi‟l-kıyâme: ( الى يوـ القياموkıyamet gününe kadar)
inda‟llâh: ( عند اهللAllah katında, nezdinde)
inde‟l-hâce: ( عند الحاجوihtiyaç anında, zamanında)
ke-en-lem yekün: ( كأف لم يكنhiç yokmuş gibi)
ke‟l-evvel: كاألكؿ
ّ (evvelki gibi, eskisi gibi)
kemâ fi‟l-evvel: األكؿ
ّ ( كما فيilkinde olduğu gibi, önceki gibi)
kemâ fi‟s-sâbık: السابِق
ّ ( كما فيeskiden olduğu gibi)
lede‟l-hâce: ( لدل الحاجوihtiyaç anında, lüzûm görüldüğü zaman)
min-ba„d: ( من بعدbundan sonra)
min-cihetin: ( من جهةbir yönden, bir açıdan)
mine‟l-kadîm: ( من القديمeskiden beri, çok evvelden)
mine‟l-evvel ile‟l-âhir: ( من األ ّكؿ إلى اآل ِخرbaşından sonuna kadar)
min-gayri haddin: ( من غير حدhaddim olmayarak)
min-„indi‟llâh: ( من عند اهللAllah tarafından, katından)
min-külli‟l-vücûh: كل الوجوه
ّ ( منher cihetle, her yönden)
tahte‟l-hıfz: ( تحت الحفظkoruma altında)
tahte‟ş-şu„ûr: شعور
ّ ( تحت الşuur altı)
Söz kalıpları
ِ (sonunda, nihayet)
âhirü‟l-emr: آخر األمر
ânifü‟l-beyân: ( آنِف البيافaz önce açıklanan, bildirilen)
ba„sü ba„de‟l-mevt: ( بعث بعد الموتöldükten sonra dirilme)
bi‟l-hâssa: بالخاصو
ّ (özellikle)
binâen „alâ-zâlik: بناء على ذلك
( نbunun üzerine, bundan dolayı)
el-hâletü hâzihî: ( الحالة ىذهhâlâ, şimdi, şimdiki zamanda, şimdiye kadar)
hasbeten li‟llâh: ( حسبةن هللAllah rızası için)
hebâ‟en mensûra: ىباء منثورا
( نboşuna harcanarak)
ihda‟l-ciheteyn:الجهتين
ْ ( إحدلiki cihetten biri)
kenzün lâ-yefnâ: ( كنز ال يفنىtükenmez bir hazine)
keyfe mâ-yeşâ‟: ( كيف ما يشاءistediği gibi, nasıl isterse)
lâ-„akall: أقل
ّ ( الen azından)
lâ-büdd: ( ال ب ّدmutlaka, kaçınılmaz)
lâ-cerem: ( ال جرـşüphesiz, şüphe yok ki)
lâ-yüs‟el: ( ال يسأؿsorulmaz, mesul olmaz)
ma„a‟t-te‟essüf: أسف
ّ ّ( مع التüzülerek, yazık ki)
mâ-dâme‟l-hayât: ( ما داـ الحياتyaşadıkça, hayat devam ettikçe)
mâ-melek: ( ما ملكnesi varsa, olanca şey)
mâ-siva‟llâh: ( ما سول اهللYüce Allah‟ın dışındaki bütün varlıklar)
müşârün ileyh: ( مشار إليوadı geçen, adı anılan)
rahmeten li‟l-„âlemîn: ( رحمةن للعالمينâlemlere rahmet ola[rak gönderile]n: Hz.
Peygamber)
sırran ve „alâniyyeten: سران ك عالنيّةن
ّ (gizli ve açık olarak)
yevmen fe-yevmen: ( يومان فيومانgünden güne, gün geçtikçe)
zevi‟l-„ukûl: ( ذكل العقوؿakıl sahipleri; insanlar)
Cümleler
Afa‟llâhu anh: ( عفى اهلل عنوAllah onu affetsin.)
Aleyhi‟r-rahme: الرحمو
ّ ( عليوAllah‟ın rahmeti üzerine olsun.)
Aleyhi‟s-selâm: السالـ
ّ ( عليوOna/Hz. Peygamber‟e selâm olsun.)
Allâhu a„lemu bi‟s-savâb: بالصواب
ّ ( اهلل أعلمDoğrusunu Allah bilir.)
Amennâ ve saddaknâ: ( آمنّا ك ص ّدقناİnandık ve tasdik ettik.)
Celle celâluhû: جل جاللو
ّ (Allah‟ın şânı; yüceliği artsın.)
Cezâke‟llâhu hayran: خيران ( جزاؾ اهللAllah mükâfâtını versin.)
El-hamdü li‟llâh: ( الحمد هللHamd Allah‟a mahsustur. / Allah‟a hamd olsun.)
El-hükmü li‟llâh: ( الحكم هللHüküm Allah‟ındır.)
Er-rızku ala‟llâh: الرزؽ على اهلل
ّ (Rızkı veren Allah‟tır.)
Estağfiru‟llâh: ( أستغفر اهللAllah‟tan mağfiret dilerim.)
Hafizana‟llâh: ( حفظنا اهللAllah bizi saklasın, korusun.)
Halleda‟llâhu mülkehû: ( خلّد اهلل ملكوAllah başımızdan eksik etmesin, Allah
zeval vermesin.)
Hasbüna‟llâh: ( حسبنا اهللAllah bize yeter.)
Kuddise sırruhû: سره
ّ ( قدِّسSırrı kutsansın, sırrı mukaddes olsun.)
La„netu‟llâhi aleyh: ( لعنة اهلل عليوAllah‟ın laneti onun üzerine olsun.)
La„netu‟llâhi ale‟l-kâzibîn: ( لعنة اهلل على الكاذبينAllah‟ın laneti yalancıların
üzerine olsun.)
Lehü‟l-hamd: ( لو الحمدAllah‟a hamd olsun.)
Ne„ûzü bi‟llâh: ( نعوذ باهللAllah‟a sığınırız.)
Radıya‟llâhu anh: ( رضي اهلل عنوAllah ondan razı olsun.)
Rahimehu‟llâh: ( رحمو اهللAllah ona rahmet etsin.)
Rıdvanu‟llâhi „aleyh: ( رضواف اهلل عليوAllah ondan razı olsun.)
Salla‟llâhu „aleyhi ve sellem: ( صلّى اهلل عليو كسلّمAllah‟ın salât ve selâmı Hz.
Peygamber‟in üzerine olsun.)
Sellemehu‟llâh: ( سلّمو اهللAllah selamet versin.)
Semi„nâ ve ata„nâ: ( سمعنا وأطعناİşittik ve itaat ettik.)
Yerhamuka‟llâh: ( يرحمك اهللAllah sana merhamet etsin.)
Zâda‟llâhu: ( زاد اهللAllah arttırsın.)
“Emniyet: ”أمنيّتve “kurbiyet: ”قربيّت, kök itibariyle Arapça olan ve Arapça
kâidelere göre türetilen kelimelerdir. Ancak bu kelimeler Arapçada
kullanılmamaktadır. Zira Arapçada bunların yerine zaten masdar olan ve aynı
anlama gelen “emn: ”أمنve “kurb: ”قربkelimeleri kullanılmaktadır. Osmanlı
Türkçesinde ise mevcut masdarları, Arapça kurallara göre yeniden
masdarlaştırma yoluna gidilmiş; sonuçta “güvenlik; güven, inanma, itimat”
anlamlarına gelen “emniyet: ”أمنيّتve “yakınlık” anlamına gelen “kurbiyet:
”قربيّتkelimeleri türetilmiştir.
“Dâü‟s-sıla” tamlaması ise “Dâ‟: hastalık, dert” ve “Sıla: bağ, ilişki; ulaşma,
erişme” anlamına gelen kelimelerden oluşmuştur; ancak Arapçada bu şekilde
bir kullanım bulunmamaktadır. “Dâü‟s-sıla: الصلو ّ ”داءibaresi Arapça
kelimelerden oluşan bir tamlama olarak Osmanlı Türkçesine geçmiş ve “yurt
özlemi” anlamını kazanarak, ait olduğu dilden çok farklı bir anlam
değişikliğine uğramıştır. (Arapçada “yurt özlemi” için “el-iştiyâk ile‟l-vatan:
”اإلشتياؽ الى الوطنtabiri kullanılmaktadır.)
“Ayyâş: عيّاش, cezâ: جزاء, garaz: غرض, cülûsiye: جلوسيو, dâ‟ir: دائِر, edâ: أداء,
gâlibâ: غالِبا, ihtişâm: احتشاـ, misâfir: مسافِر, müsâmere: مسامره, ukalâ: عقالءvb.”
kelimeler Arapça asıllı kelimelerdir. Bu kelimelerin Osmanlı Türkçesindeki
kullanımlarında da anlam daralması-genişlemesi ya da anlam
kayması/değişmesi gibi durumlar söz konusu olmuştur:
kin, kötü niyet” gibi başka bir mana da kazanmış; anlamı genişleyen
kelimelerden olmuştur.
Özet
Türklerin İslâmiyet‟i kabulüyle birlikte, Arapça kelime ve tabirlerin
Türkçeye yoğun bir şekilde girmeye başladığı görülür. Özellikle isimler,
sıfatlar, masdarlar ve bazı edatlar Osmanlı Türkçesine geçen Arapça
unsurların başında gelir. Osmanlı Türkçesinde, çekim hâlinde bulunan
Arapça fiiller genelde kullanılmamıştır. Bununla birlikte ara cümle diye tabir
edilen bazı ifadelerde veya tümüyle Arapça yazılan ibarelerde bu tür fiillere
de rastlanır. Bu itibarla Osmanlı Türkçesinde her tür Arapça kelimeye yer
verilmiştir denilebilir.
İşler, Emrullah; Yıldız, Musa, Arapça Çeviri Kılavuzu, Bizim Büro, Ankara,
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası