1915 soykırımı kim yaptı / Ermeni Soykırımı gerçekten gerçekleşti mi? | Soru & Cevap - Evrim Ağacı

1915 Soykırımı Kim Yaptı

1915 soykırımı kim yaptı

1915: Soykırım mı tehcir mi?

  • Beril Eski
  • Hatay, BBC Türkçe
Der Zor çölünden toplanan Ermeni yetimler, ortada David Adamyan, 1919

Kaynak, Ermeni Soykirimi Arsivi

24 Nisan Ermeniler için özel bir gün. Her yıl bu tarihte, 1915’te hayatını kaybeden Ermenileri anıyorlar. Bu sene 1915’in 100. yılı olması sebebiyle ayrı bir önem taşıyor.

Ancak yaşananların soykırım olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı tartışması yıllardır sürüyor. Bazıları bunun hukuki bir tartışma olduğunu ileri sürerken, bazıları da tartışmanın tarihçilere bırakılması gerektiğini savunuyor.

Biz de 1915’le ilgili bu tartışmayı insan hakları avukatı Geoffrey Robertson, Clark Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Taner Akçam ve TOBB Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Yard. Doç. Dr. Mustafa Serdar Palabıyık ile konuştuk.

1915’de yaşananları soykırım kapsamında gören avukat Geoffrey Robertson, 2009 yılında bu konuda “Ermeni soykırımı var mıydı?” (Was There An Armenian Genocide?) başlıklı bir rapor kaleme almıştı.

Hukukçu, 2014 yılında ise "Uygunsuz Bir Soykırım: Bugün Ermenileri kim hatırlıyor?" (An Inconvenient Genocide: Who now remembers the Armenians) başlıklı kitabını yayımladı. Robertson, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülen (AİHM) Doğu Perinçek ile İsviçre arasındaki “Ermeni soykırımının inkarı” davasında, üçüncü taraf olan Ermenistan’ı temsil ediyor.

Robertson, 1915 olaylarının hukukçular tarafından yeterince dikkate alınmadığını, hep tarihçiler tarafından konuşulduğunu söylüyor. Avukat, bu konuda asıl sorulması gereken sorunun “Eğer (1948 tarihinde BM Genel Kurulu'nda kabul edilip 1951'de yürürlüğe giren) BM Soykırımın Önlenmesi Sözleşmesi o dönemde yürürlükte olsaydı, 1915’te yaşananlar soykırım tanımına girer miydi?” olduğunu söylüyor ve “Benim vardığım sonuç, tarihi veriler çerçevesinde soykırım tanımını karşıladığıdır” diyor.

‘Talat Paşa Osmanlı’nın Hitler'iydi’

İnsan hakları hukukçusu Robertson, soykırımın “Bir ırka mensup grubun önemli bir kısmını ortadan kaldırmaya yönelik fiiller” olarak tanımlandığını, 1915’te Osmanlı İmparatorluğu’nun da Ermeni nüfusunun önemli bir kısmını öldürme niyetiyle hareket ettiğini savunuyor. Robertson’a göre 1915’te işlenen filler sonucunda Ermeni nüfusunun en az yarısı öldü.

Doğu Perinçek'in İsviçre tarafından "Ermeni soykırımını inkar" etmekle suçlandığı davada yaptığı konuşmada, Talat Paşa için “Osmanlı’nın Hitler’i” diyen Robertson, bu ifadesini şöyle açıklıyor: “Talat Paşa ‘Ermeni sorunu’ dediği meseleyi Ermenileri ortadan kaldırarak çözme kararını veren kişidir. Emirleri veren odur, kanunları çıkaran odur. Talat Paşa ve hükümeti, Ermenilerin Anadolu’dan tehcir edilmesini emretmiş, sonra buna ‘iskan’ demiştir. Ancak insanları yiyecek, tıbbi malzeme vermeksizin yüzlerce kilometre ötedeki çöllere göndermiştir.”

Robertson’ın bahsettiği bölge, bugün kendisini İslam Devleti diye adlandıran IŞİD’in elinde olan, Suriye sınırları içindeki Rakka ve Der Zor bölgeleri.

Ankara'daki TOBB Üniversitesi’nden Yardımcı Doçent Dr. Mustafa Serdar Palabıyık, söz konusu bölgede yaşam koşullarının zor olduğunu kabul ediyor. Ancak Palabıyık’a göre, bu bölgenin tercih edilmesindeki asıl sebep “nispeten tüm savaş cephelerinden uzak olması” idi.

‘Ermenilere yönelik ırksal bir nefret yoktu’

Yard. Doç. Dr. Palabıyık, 1915’te yaşananları değerlendirdiği “1915 Olaylarını Anlamak - Türkler ve Ermeniler” (Understanding the Turkish-Armenian Controversy over 1915) adlı, aynı isimle kitaplaştırdığı araştırmasında, yaşananların soykırım tanımına uymadığı sonucuna varıyor.

Palabıyık, konunun tarihi veriler ışığında, hukuki olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor ve “Soykırım olduğunu söyleyebilmek için Osmanlı döneminde Ermenilere yönelik ırksal bir nefretin izlerini aramalıyız” diyor.

Palabıyık’a göre 1915 sırasındaki uygulamalara soykırım diyebilmek için iki önemli kavram değerlendirilmeli: Birincisi, o fiillerin sadece o gruba mensup oldukları için uygulanması saiki; ikincisi ise o grubun varlığını ortadan kaldırmaya yönelik kasıt. Akademisyen, “1915’e tehcir diyorum. Orada yaşanan trajediyi tartışamam” diyor, ancak Osmanlı Devleti’nde Ermenileri imha etmeye yönelik bir hükümet politikasına evrilebilecek ırksal bir nefretin bulunmadığını savunuyor.

Palabıyık bu görüşüne kanıt olarak da, 1821’deki Yunan bağımsızlık hareketi sonrası, devlet bürokrasisi ve diplomasisinde tasfiye edilen Rumların yerini Ermenilerin almasını gösteriyor ve 1910’lardaki Balkan savaşlarına değin bürokraside yoğun olarak Ermenilerin istihdam edildiğini söylüyor.

Palabıyık, İttihat ve Terakki’nin padişah 2. Abdülhamit’i devirme planlarının en büyük destekçilerinden birinin de Ermeni devrimci örgütü Taşnaklar olduğunu hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor:

“1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ermeni parlamenterler meclise giriyor, birtakım haklar elde ediyorlar. Tabiri caizse ilişkiler Balkan savaşlarına dek nispeten sakin ilerliyor.”

“Ağustos 1914'te İttihak Terakki yönetimi ile Taşnaklar bir araya geliyor. İttihat ve Terakki ‘Bir savaş geliyor, biz muhtemelen Rusya’ya karşı ittifakta olacağız, böyle bir durumda sizin tercihiniz ne olacak?’ diye soruyor ve Taşnaklar oldukça temkinli bir yanıt veriyorlar. Osmanlı idaresi Taşnakların Rusya’yı destekleyeceğini anlıyor.”

Hamidiye katliamları ve kırılma noktası

Palabıyık, Sarıkamış yenilgisinin ardından içinde Ermeni birliklerin de bulunduğu Rus güçlerinin Doğu Anadolu’yu işgal etmeye başladığını; ardından 1915’te Van’ın işgal edilmesinin son nokta olduğunu belirtiyor.

Öğretim üyesi “tehcir” olarak tanımladığı kararın alınmasında, Balkan savaşlarının kaybedilmesi ve kaybedilen topraklarda çok sayıda Müslüman’ın katledilmesi, kalanların ise Osmanlı topraklarına sürülmesinden kaynaklanan travmanın etkili olduğunu ifade ediyor.

Palabıyık, Batı’daki bu büyük yenilgiler karşısında Osmanlı yönetiminin “Hristiyan tebaamız bizi Batı’da yenecek güce eriştiyse, Doğu’da da bu gerçekleşebilir” diye düşündüğünü belirtiyor.

Kaynak, Ermeni Soykirimi Arsivi

Palabıyık, taraflar arasında asıl kırılmanın bu olaylar sırasında yaşandığını söylüyor:

“1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonrası, İstanbul’daki Ermeni Patriği Varjabedyan ile Rusya'nın Kafkasya Valisi Grandük Nikola Nikolayiç arasında bir temas oluyor, Patrik, Doğu Anadolu bölgesinin Rusya işgalinde kalmasını ve bu çerçevede bir Ermenistan yurdu oluşturulmasını; bu yapılamazsa, Rusya desteği altında bağımsız bir Ermeni devleti kurulmasını talep ediyor.”

Palabıyık, aslında Berlin Anlaşması çerçevesinde (13 Haziran 1878), Osmanlı'ya Doğu illerinde reform şartının getirildiğini ancak 2. Abdülhamit’in bu kelimeye temkinli yaklaştığını aktarıyor:

“2. Abdülhamit için reform demek, önce oradaki Gayrimüslimlere geniş haklar tanıma, daha sonra Batılı devletlerin işin içine girmesi, bu hakların özerkliğe doğru evrilmesi ve bağımsızlığa doğru gidilmesi.”

Berlin anlaşmasında öngörülen reformların gerçekleşmemesi üzerine Ermeni devrimci örgütlerinin isyan hareketleri örgütlediğini kaydeden Palabıyık, bu isyanların çok sert bastırıldığını ve birçok sivilin öldürüldüğünü söylüyor.

Bugün pek çok tarihçi, Hamidiye katliamlarını “soykırımın başlangıcı” olarak ele alıyor. Fakat öğretim üyesi Palabıyık, büyük bir sivil can kaybı yaşandığını kabul etmekle birlikte; yapılan müdahalenin "sırf Ermeni oldukları için ve onların fiziksel varlığını ortadan kaldırmak için" değil, isyanı bastırmaya yönelik olduğunu dolayısıyla bu kavramın kullanılamayacağını savunuyor.

24 Nisan’da başlayan süreç

"Tehcir"in başlangıcı olarak kabul edilen olay, 24 Nisan 1915’te Ermeni devrimci örgütlerinin kapatılması ve örgütün ileri gelen üyelerinin tutuklanması kararı oluyor.

Palabıyık bu esnada çok sayıda kişinin kamplara gönderildiğini, bazılarının yollarda öldürüldüğünü, bazılarının masum olduklarının anlaşılarak geri gönderildiklerini, “daha az tehlikeli görülen” kişilerin ise nüfusun çoğunun Ermeni olmadığı yerlere gönderildiğini aktarıyor.

Akademisyen, Mayıs ayı sonlarında ise Tehcir Kanunu’nun devreye girdiğini belirtiyor.

Hukukçu Geoffrey Robertson, “ölüm yürüyüşleri” olarak tanımladığı "tehcir"de yani zorla sürgünde, çoğu kişinin öleceğinin çok iyi bilindiğini savunuyor. Robertson, Ermenilerin toplama kamplarına gönderildiklerini ve buralarda tifüse yakalanarak öldüklerini söylüyor ve “Bu nedenle Talat Paşa’ya Osmanlı’nın Hitler'i demek yerindedir. Neticede Hitler de insanları toplama kamplarına gönderdiği ve önemli sayıda Yahudi’yi öldürdüğü için sorumlu tutulmuştu” diyor.

Bu bağlamda Robertson, 1915’te yaşananların Soykırım Sözleşmesi’ndeki tanımlamada yer alan “Fiziki varlığını tümüyle ya da kısmen sona erdirecek yaşam koşullarıyla yüz yüze bırakılması” hükmüne uyduğunu düşünüyor.

ABD’deki Clark Üniversitesi’nde öğretim üyesi Prof. Dr. Taner Akçam da, özellikle "Jön Türklerin İnsanlık Suçları: Ermeni Soykırımı ve Osmanlı İmparatorluğunda Etnik Temizlik" (The Young Turks’ Crime Against Humanity: The Armenian Genocide and Ethnic Cleansing in Ottoman Empire) adlı kitabında kullandığı Dahiliye Nezareti’nin şifreli telgraflarında “soykırım kastının açıkça ortaya konduğunu” söylüyor.

Dahiliye Nezareti’nin 1913 yılında İstanbul’dan acil emirler göndermek amacıyla telgraf merkezi olarak kurulduğunu kaydeden Akçam, bu emirlerin şifreli olduğunu; kendi içlerinde de acil, gizli ve kişisel olarak sınıflandırıldıklarını kaydediyor.

Belgelerde soykırım niyetinin açık olduğunu savunan Akçam, şunları söylüyor:

“Örneğin bir belgede ‘Ermeni meselesi hallolunmuştur, fuzuli şiddetle milleti lekelemeyin’ deniyor. Diyelim ki bir telgraf çekiyor, ‘Bu adam öldü mü yoksa hala sağ mı, bana bildirin’ diyor. Yollarda adamların öldüğünü biliyor, ölüp ölmediğini soruyor. Diyarbakır’a çektiği telgrafta ‘Ermeniler için uygulanan tedbirleri sakın ötekilerine uygulamayın’ diyor. Hastalık haberleri geldiğinde ‘Konvoyları uzaklaştırın yoksa askerlere bulaştıracaklar’ diyor. Oysa aynı durum Müslüman göçmenlerin başına geldiğinde hemen doktor, ilaç gönderiliyor. Bu tür ifadelerden Ermenilerin hayatıyla ilgili olmadıkları anlaşılıyor.”

'Demografik plan var'

Palabıyık ise bu iddialara “tehcirin tek bir kanunla yürütülmediği” yanıtını veriyor. "Tehcir" sırasında çok sayıda kararname çıktığını belirten akademisyen, bunların tehcirin güvenliğinin sağlanması, yeme içme temini, gidilen yerde iskan edilmeleri konularını içerdiğini belirtiyor.

Ayrıca tehcir kanununun geçici olarak çıkarıldığını belirten Palabıyık, kanun metninde imha gibi bir fiilden hiç söz edilmediğini kaydediyor.

Buna karşılık Taner Akçam en mühim kastın, “Tehcir edilen bölgelerde Ermeniler Müslümanların nüfusunun yüzde 10’unu geçmeyecek” ifadelerinden anlaşıldığını belirtiyor. Tehcir edilenlerin yerleştirildiği bölgede, Müslüman nüfusun 1,8 milyonu bulduğunu kaydeden profesör, resmi rakamlara göre gönderilen Ermenilerin sayısının 1,3 milyon olduğunu kaydediyor. Akçam, “1.3 milyon Ermeni'yi 1,8 milyon Müslüman'ın yüzde onu haline nasıl getireceksin? Yollarda imha ederek getiriyorsun” diyor.

Kaynak, Ermeni Soykirimi Arsivi

Profesör Akçam ayrıca "tehcir"den sonra da, şimdi Suriye topraklarında olan Der Zor bölgesine yerleştirilen Ermenilerin, Mart 1916 itibariyle 250 bininin katledildiğini kaydederek, “Başka nedenler de rol oynamış olabilir ama 250 bin insan Aralık 1916’ya kadar fiziken imha ediliyor. O zaman anlıyorsun ki belli bir demografik nüfus planı var” yorumunu yapıyor.

Askeri zorunluluk tehciri meşru kılar mı?

Palabıyık, "tehcir"in askeri bir tercih olduğunu ileri sürüyor ve şunları söylüyor:

“İmparatorluk bir tercih yapmak zorunda. Ya Doğu Anadolu’da Ermenilerin Ruslarla birleşerek bölgeyi işgal etmesine göz yumacak ya da bu tehdidi bertaraf edecek. O dönemde bertaraf edebilmenin, tırnak içinde söylüyorum, 'en insancıl yolu' tehcir etmek.”

Avukat Robertson ise, sivillere yönelik bu uygulamanın nasıl bir askeri gerekliliği olabileceğini sorguluyor, “Kadınların, çocukların ve erkeklerin 400 mil boyunca çöllere doğru yürütülmesinin askeri gerekçeleri vardı demek saçmalık” yorumunu yapıyor.

Palabıyık bu yoruma karşılık, askeri nedenlerle tehcirin tarihte pek çok örneği olduğunu ve bu nedenle büyük can kayıpları yaşandığını söylüyor.

Örnek olarak da 2. Dünya Savaşı sırasında, Japon uçaklarının Pearl Harbour saldırısından sonra, Batı sahillerinde yaşayan Japon asıllı ABD vatandaşlarının iç bölgelere sürülmesini veriyor, “ABD, millerce uzaklıktaki Japonya’nın bir hayali tehdidi nedeniyle bu tehciri yapıyor” diyor.

Ancak ABD'deki tehcirden kaç kişi etkilendi, ölen oldu mu? Palabıyık, bu sürgünden yaklaşık 117 bin kişinin etkilendiğini ancak çok düzenli gittiğinden “kimsenin burnunun bile kanamadığını” belirtiyor.

Fakat savaştan sonra dönüş izni verildiğinde, herkesin eski evlerine dönemediğini de ekliyor. Palabıyık “Bu örnekte önemli olan, bu tehcirin amacının, Ermeni tehcirinin amacıyla neredeyse birebir örtüşmesi” diyor.

'Sebep organizasyonsuzluktu'

Tehcir Osmanlı Devleti’nde yaygın bir yöntem miydi? Bu soruya Palabıyık’ın yanıtı “Hayır, istisnai bir yöntemdi” oluyor.

Peki “işgal tehdidi” Doğu Anadolu’da olmasına rağmen, neden İstanbul dışındaki tüm bölgelerden Ermeniler tehcir ediliyor? Palabıyık, özellikle Doğu Anadolu bölgesi Ermenilerinin tehciri öncelikliyken, zaman içerisinde tehdit yaratabileceği düşünülen her bölgeye uygulamanın sirayet ettiğini belirtiyor ve belli noktalarda aşırılıkların olduğunu söylüyor.

Yaşananların bir insanlık trajedisi olduğunu belirten akademisyen, “Tehcirler iyi organize edilmedi. Soykırım olabilmesi için organize bir planın varlığı gerekiyor. Ermenilerin bu kadar kayıp yaşamasının sebebi de bu organizasyonsuzluktu” diyor.

Rakamlar önemli mi?

1915’te hayatını kaybeden Ermenilerle ilgili farklı rakamlar telaffuz ediliyor. Bu rakamlar, 350 bin ile 1,5 milyon arasında değişiyor. Bir katliamın soykırım olarak tanımlanıp tanımlanmamasında rakamlar ne derece önemli ya da belirleyici?

Avukat Geoffrey Robertson, en düşük tahmin alınsa dahi, çoğu kadın ve çocuk 350 bin kişinin öldürülmesinin bile oldukça korkunç bir şey olduğunu kaydediyor. Robertson, çoğu tarihçinin, 1915 sırasında en az 600 bin Ermeni’nin öldüğü konusunda uzlaştığını belirtiyor ve şöyle devam ediyor:

“Bence buradaki asıl önemli olan, o sırada Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermeni nüfusunun büyüklüğü. Türkiye rakamları 1,1 milyon olarak veriyor. Bu kişilerin 600-800 bininin öldürülmüş olması, nüfusun önemli bir çoğunluğunun yok edildiğini ortaya koyuyor. Ermeni kiliselerinin kayıtlarına göre ise 2 milyondan fazla Ermeni bulunuyordu. Ben bu kayıtları daha güvenilir buluyorum. Bu nüfusun 1,5 milyonu katliamlarda ve çöllerdeki tehcirde kaybedildi, bu da o dönem o topraklarda yaşayan Ermenilerin önemli bir kısmının yok edildiğini açıkça ortaya koyuyor.”

Kaynak, Ermeni Soykirimi Arsivi

Robertson, rakamlar açısından asıl önemli olanın, rakamın büyüklüğü değil, nüfusun çok önemli bir oranına tekabül etmesi olduğunu vurguluyor. TOBB Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Palabıyık da benzer şekilde, sayıların önemli olmadığını düşünüyor. Ama ona göre aslolan olanların soykırım sözleşmesindeki tanıma uyup uymadığı.

“Sözleşmedeki tanıma uyduğu sürece kuramsal olarak 100 kişinin ölümü bile soykırım olarak nitelendirilebilirken, eğer sözleşmedeki tanıma uymuyorsa yine kuramsal olarak milyonlarca kişinin ölümü soykırım olarak değerlendirilmeyebiliyor. Bunun en önemli örneği Kamboçya'daki Pol Pot rejiminin yaptığı ve yüzbinlerce insanın hayatına mal olan katliamlar. Bunlar hukuki olarak Soykırım Sözleşmesi'ndeki tanıma uymadığından, soykırım olarak kabul edilemiyor” yanıtını veriyor.

Hitler ‘Ermenileri bugün kim hatırlıyor?’ dedi mi?

Robertson’ın 1915’i ele aldığı kitabına Hitler’in söylediği ileri sürülen bir cümleden yola çıkarak “Bugün Ermenileri kim hatırlıyor?” adını vermişti.

Ancak Hitler’in bu cümleyi sarf edip etmediği konusu hala tartışmalı.

Robertson, Hitler’in bu cümleyi Polonya işgali öncesinde generallerine, sert ve zalim olmaktan çekinmemelerini öğütlerken sarfettiğini söylüyor. Avukat, “Bence bu cümleyi hatırlamak çok önemli, çünkü Hitler Ermeni örneğini, bu tür suçların cezası olmadığını göstermek için kullanıyor” diyor.

Hukukçu, Hitler’in bu sözleri 1931’de bir gazeteye verdiği röportajda sarf ettiğini kaydediyor ve “Toplantıda tutulan notlardan, bu sözleri sarf ettiği çok açık” diyor.

Palabıyık ise bu sözlerin Hitler’in ağzından değil, sözlerini aktaran gazetecinin ağzından yazıldığının kanıtlandığını belirtiyor ve “Tarihçiler o ifadeyi kullanmamayı tercih ediyorlar” şeklinde konuşuyor.

Clark Üniversitesi’nden Taner Akçam ise, herşeyden önce, Hitler’e atfedilen bu sözlerin Yahudilerin imhasına ilişkin değil, Polonyalılar kast edilerek söylendiğini kaydediyor.

Kimin sözleri tartışmasına ilişkin olarak ise, “Bu sözler Hitler’in konuştuğu toplantının tutanaklarından birinde var, diğer üçünde yok. Savcı, Nürnberg’de Nazilerin yargılandığı davada, başka nedenlerde dolayı, içinde bu sözün geçtiği tutanağı delil olarak kullanmadı. Hitler söylemiş de olabilir söylememiş de olabilir ama Almanların bu bakımdan Türkleri örnek almaları sembolik anlamda kullanılan bir şey” değerlendirmesinde bulunuyor.

Arşivler açık mı? Hangi arşivlerin açılması isteniyor?

1915’te ne olduğuyla ilgili araştırmalar söz konusu olduğunda en çok tartışılan konulardan biri de arşivlere erişim.

Son olarak Başbakan Ahmet Davutoğlu da arşivlerin açılmasıyla ilgili olarak “Gönülleri açık olmayana arşivleri açsak ne olur?” cümlesini sarf etmişti.

Peki açılması beklenen bu arşivler hangileri? Mustafa Serdar Palabıyık’ın buna yanıtı, Osmanlı arşivlerinin açık olduğu.

Dışişleri Bakanlığı’nın arşivlerinin tasnif edilmesi için kurulan Akademik Çalışma Grubu içinde yer alan Palabıyık, “Bugüne kadar biriken 65 milyon belge, gerçekten de dijitalize edilip tasnifi tamamlanmamış. Ancak iki yıl içinde (2017 sonu itibariyle) tamamının tasnifi tamamlanıp açılacak” diyor.

Prof. Dr. Taner Akçam da, Dışişleri Bakanlığı arşivinin açık olduğunu doğruluyor ancak sunulan belge sayısının sınırlı olmasının sıkıntı yarattığını belirtiyor: “Dünyadaki tüm ülkeler ellerindeki belgeleri sınırlar, diyelim İngilizler yüzde 96’sını koyarlar arşive, bizim İstanbul’daki özellikle Ermeni sorununa ilişkin belgelerin, ben yüzde 30-40’ının bile konduğundan şüpheliyim.”

Akçam henüz açılmayan en önemli arşivin, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde bulunan arşiv olduğunu söylüyor. Bu arşivin esas olarak araştırmacılara kapalı olduğunu belirten Akçam, “Bir yıldır yeni arşiv başvuru formu çıkardılar, daha önce o da yoktu. Şimdi de başvuruları alıyorlar ama insanlara istedikleri belgeleri vermiyorlar” diyor.

Genelkurmay arşivlerinin kısmen açık olduğunu söyleyen Palabıyık da, “Tasnifi tamamlanmış belgeler üzerinde çalışma yapılabiliyor. Ancak maalesef bazen çalışma konusunun Ermeni meselesi gibi hassas olduğu durumlarda, istenen her belge temin edilmeyebiliyor. Bu konuda 2005 sonrası bir ilerleme mevcut olsa da henüz yeterli düzeye gelmediğini söyleyebilirim” diyor.

'Tapu kayıtları açılmalı'

Akçam’a göre açılması gereken ikinci önemli arşiv ise tapu kayıtları.

Profesör Akçam, tapu kayıtlarının Arşiv Genel Müdürlüğü’ne aktarılmasının söz konusu olduğunu ancak Milli Güvenlik Konseyi’nin “ulusal güvenliğe aykırı olduğu” kararını vererek yasakladığını aktarıyor.

Akçam, 1915’te hangi köydeki hangi evin, tarlanın kime ait olduğunu araştıran bir kişinin bunu bulamayacağına dikkat çekiyor ve “Kanunların Ruhu kitabımda yazmıştım; 1983 ve 2001 yılında Tapu Genel Müdürlüğü’nün bütün bölgelere yolladığı ‘1915 hakkında bilgi isterlerse vermeyin’ diyen bir talimat var” diyor.

Palabıyık, arşiv konusunda Türk tarafına çok yüklenilmekle birlikte, Boston’daki Taşnak Partisi’nin arşivleri ve de nüfus anlamında çok değerli bilgiler içeren Kudüs’teki Ermeni Patrikhanesi'nin arşivlerinin hala kapalı olduğunu hatırlatıyor.

Öğretim görevlisi, ayrıca Ermenistan devlet arşivlerinin Türkiye’den çalışan akademisyenlere kapalı olduğunu belirterek, “Bu konuda şikayet etmesi gereken taraf Türk tarafı olmalı” diyor.

İletişim Başkanı Altun: “Sözde ‘Ermeni soykırımı’ iddiası, sadece siyasi hesaplardan beslenen bir iftiradır”

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Sözde ‘Ermeni soykırımı’ iddiası, gerçeklerle hiçbir bağı olmayan, sadece siyasi hesaplardan beslenen bir iftiradır.” dedi.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından 1915 olaylarının tarihsel arka planı, hukuki boyutu ve günümüze yansımalarını ele almak amacıyla “1915 Olayları Uluslararası Konferansı” düzenlendi.

Çevrimiçi olarak gerçekleştirilen konferansın açılış konuşmasını Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun ile Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Birol Çetin yaptı.

İletişim Başkanı Altun, bu programda ortaya konacak fikirlerin gerçeklerin ortaya çıkmasına katkı sağlayacağını; zira tarihin, mütevazı ancak bir o kadar da cesur insanların hakikate olan inançları sayesinde doğru okunabildiğini dile getirdi.

Geçen yüzyılı, tarihin önemli kırılma anlarına sahne olan müstesna bir dönem olarak tanımlayan Altun, “Dünya savaşları, yıkılan imparatorluklar, değişen sınırlar ve gelişen demokrasi 20. yüzyılın kilometre taşları oldu. Dünya, tıpkı kabuk değiştirir gibi siyasal açıdan devasa bir dönüşüm yaşadı. Yüzyıllara sari alışkanlıklar, sınırlar ve yönetim biçimleri değişirken büyük sancılar da yaşandı. Hemen her coğrafyada yaşanan acılar, günümüze sadece tarih kitaplarıyla değil, anne-babalardan çocuklarına masallar ve anılarla da taşındı. Kimi olaylar mitleşip gerçekle bağını koparırken kimi hadiseler hak ettiği gerçeklikten payını alamadı.” diye konuştu.

20. yüzyılın bu anlamda çok önemli bir olaya tanıklık ettiğini ve Birinci Dünya Savaşı sonunda üç büyük imparatorluğun dağıldığını anlatan Altun, “Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Çarlık Rusya’sı, etkileri günümüze kadar gelen zorlu dönüşümlere uğradı. Kayıtlara göre 65 milyon askerin seferber edildiği bu ilk küresel savaşta 38 milyon sivil ve asker hayatını kaybetti. Dönemin düşük nüfus rakamlarını da hesaba kattığımızda böylesine yüksek bir kayıp, savaşa katılan tüm ülkelerde kuşkusuz büyük travmalar yarattı.” ifadelerini kullandı.

“Tehcirde yaşanan acıları derinden hissediyoruz"

Fahrettin Altun, birçok cephede kahramanlıklar sergileyen Türk milletinin, milyonlarca insanın hayatına mal olan bu savaştan çok ciddi şekilde etkilendiğini belirterek, şunları kaydetti:

“Osmanlı milleti bir bütün olarak, İmparatorluğun son döneminde olağanüstü zorluklarla mücadele etti. Çanakkale’de, Kafkasya’da, Hicaz’da Filistin’de ve Irak’ta büyük mücadeleler verdik. Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere savaşın bütün cephelerini tarif edilemez bir kargaşaya sürükleyen Birinci Dünya Savaşı esnasında, ne yazık ki, Anadolu insanını büyük acılara gark eden hadiseler yaşandı. Aynı dönemde Sarıkamış’ta binlerce askerimiz donarak şehit oldu; Kafkasya cephesinde Osmanlı topraklarına saldıran Rus ordularıyla çarpışan kuvvetlerimizi, düşmanla işbirliği yapan Ermeni çeteleri arkadan vurdu. Osmanlı milletine mensup farklı kesimler vatan davası için güç birliği yaparken; kimi yerlerde dönemin düşmanlarıyla iş birliği yapan bazı yapılar ortaya çıktı.

Doğu Anadolu’da yaşanan çatışmalar sonucu Türk ve Ermeni on binlerce insan hayatını kaybetti. Bu olaylar üzerine ordunun hareketlerini zorlaştırıcı davranışlarda bulunan, halka saldıran ve düşman ordusu ile işbirliği yapan çetelere yataklık eden Doğu Vilayetleri'ndeki Ermeni kökenli kimi Osmanlı vatandaşları Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisindeki Suriye topraklarına gönderilmek üzere 1915 Tehciri'ne tabi tutuldu. Savaş koşullarında, sivillerin korunması ve vatan savunması amacıyla belirli bölgelerde yaşayan Ermeniler tehcir edildi. Bu emniyet tedbiri uygulanırken, bütün şiddetiyle süren savaş şartları altında, ne yazık ki, istenmeyen olaylar da meydana geldi; Türklerden de Ermenilerden de can kayıpları oldu; acılar yaşandı. Bu yaşananlar günümüze kadar gelen tartışmaların da temelini oluşturdu.”

Altun, “Türkiye Cumhuriyeti olarak, Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1915 yılında kabul edilen Tehcir Yasası’nın uygulanması aşamasında yaşanan acıları tüm kalbimizle, derinden hissediyoruz. Ermeni vatandaşlarımızın geçen yüzyılda yaşadığı acılara ortak olmayı vicdani ve ahlaki duruşumuzun bir gereği olarak görüyoruz. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi ‘hep birlikte Türkiye olmanın’ da acıda ve sevinçte birlik olmaktan geçtiğine inanıyoruz.” ifadelerini kullandı.

“Bu topraklarda yaşanan acıları birbirinden ayırmıyoruz”

Fahrettin Altun, “Bununla birlikte, bugün asırlar boyunca barış içinde beraber yaşamış Türk ve Ermeni halklarının ortak geçmişini çarpıtarak, tarihten husumet çıkarmaya tevessül eden bir anlatıyla karşı karşıyayız. Ve bu anlatıya karşı çıkıyoruz. Zira biz bu toprakların her köşesinde yaşanan acıları birbirinden ayırmıyoruz. Geçmişi, dini, etnik kökeni, mezhebi ne olursa olsun, insanların bu topraklarda yüzyıllarca kardeşçe yaşadığını çok iyi biliyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

“Birileri meseleyi emperyal amaçlar için kullanışlı hale getirmeye çalışıyor”

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun, 1915’te ne olduğuna dair tartışmaların 100 yıldan fazla bir zaman sonra hala devam etmesinin nedeninin, 1915 olaylarının tümüyle siyasal ve ideolojik bir konu olarak ele alınmasına yönelik ısrar ve inat olduğunu vurguladı.

Birilerinin hadiseyi siyasal zemine taşıyarak, onu emperyal amaçlar için kullanışlı hale getirmeye çalıştığına işaret eden Altun, “Sürekli değişen aktüel siyasal yaklaşımların, 100 yıllık tarihi meselelere sağlıklı bakamayacağı çok açıktır. Siyasallaştığında, bu gibi tarihi konuların günlük kısır tartışmalara alet olması kaçınılmazdır. Dolayısıyla farklı parlamentoların tartışmalı tarihsel meselelerde verdikleri kararlar onları demokrat yapmaz ancak dayatmacı ve zorba yapar. Tarihte yaşanılan acılar da bugünün siyasetçileri için birer çıkar unsuru haline gelir. Bu da mağdurlara ve yaşadıkları acılara karşı yapılabilecek en büyük saygısızlıktır.” diye konuştu.

“Cumhurbaşkanımızın hakikat çağrısı, samimiyetimizin göstergesidir”

Türkiye Cumhuriyeti’nin her alanda temel gayesinin hakikat ve adalete hizmet olduğunu vurgulayan Altun, “Bu temel perspektif, yalnızca bugün yaşanan haksızlıklara karşı çıkmayı değil, tarihte yaşanmış olaylara da adil bir şekilde yaklaşmayı gerektirir. İşte bu yüzden bizim hakikat mücadelemiz pür hakikat içindir. Hakikate ulaşma isteğimiz siyasal bir kazanım için değil, hakikatin kendisi içindir. Sayın Cumhurbaşkanımızın 1915 olayları için arşivlerin ortaya konması ve bilimsel yaklaşım çağrısı da buna yöneliktir. Bu bir hakikat çağrısıdır. Dolayısıyla sonuçtan çekinmeden hakikat çağrısında bulunmamız, bu konudaki samimiyetimizin de bir göstergesidir.” ifadelerini kullandı.

“Tarihe adil hafıza perspektifinden bakılmalı”

Fahrettin Altun, mağdurlara saygı göstermenin en güzel yolunun tarihe adil hafıza perspektifinden bakmak olduğunu belirterek, “Bunun yolu da geçtiğimiz yüzyılda bu topraklarda tam olarak ne yaşandığını şeffaf, dürüst ve bilimsel bir biçimde ortaya koymaktır.” dedi.

Bu hedefe yönelik en kapsamlı ve samimi adımların Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde atıldığını ifade eden Altun, nitekim 2005 yılından bu yana hayatını kaybeden Ermeniler için taziyelerin en üst düzeyde açıklandığına dikkati çekti.

Altun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen yıl Türkiye Ermenileri Patriği Maşalyan’a gönderdiği mektubunda ifade ettiği “Anadolu'nun bağrından doğmuş birlikteliğimizi görmezden gelerek tarihten husumet çıkarmaya çalışan çevreler hepimizin malumudur. Biz birlik, refah ve huzur dolu bir gelecek isterken ve bunun için çalışırken, niyeti başka olan çevrelere fırsat verilmemesi en önemli dileğimizdir.” sözlerini hatırlattı.

“Hangi parlamentonun ne karar verdiğinin nazarımızda hiçbir itibarı yoktur”

Sözde Ermeni soykırımı iddiasının bugün “post-truth” (gerçek sonrası) olarak bilinen olgunun öncülü olduğunu belirten Altun, “Bu, gerçeklerle hiçbir bağı olmayan, sadece siyasi hesaplardan beslenen bir iftiradır. Duygulara hitap eden, irrasyonel ve gayrimeşru bir ithamdır.” dedi.

Kullanışlı bir yalan üzerinden Türkiye’ye saldıranların derdinin Osmanlı Ermenileri veya tarihi mağduriyetler olmadığını çok iyi bildiklerini belirten Altun, şöyle devam etti:

“Bunu da en iyi bu toprakların yiğit evladı Hrant Dink şöyle izah etmişti; ‘Kim bizim dostumuz, kim tedavi edecek geçmişte yaşananları? Fransız senatosunun kararı mı? Amerikan senatosunun kararı mı? Bunlar mı bizim dostumuz?’ Hrant’ın bu sözleri, yaşanan acıların emperyalist dürtüler için nasıl kullanışlı bir araç haline getirildiğini özetlemektedir. Kendisi bunun farkındaydı. Biz de bunun farkındayız.

Hangi parlamentonun ne karar verdiğinin, hangi yabancı devlet başkanının ne cümle kurduğunun nazarımızda hiçbir itibarı yoktur. Bizim için aslolan şey, geçmişten bugüne bu toprakların evlatlarının kalbinde adil bir şekilde yer alabilmektir. Bu yüzden de hakikatin peşinde koşmaktan bir an olsun yorulmayacağız.”

“Tarihin yağmalanmasının önüne geçilmeli”

İletişim Başkanı Altun, bu konferansın tarihin yağmalanmasının önüne geçmek, 1915’in meydana geldiği tarihsel arka planı unutturmamak ve sözde “Ermeni soykırımı” iftirası üzerinden Türkiye’ye diz çöktürme girişimlerine engel olmak adına önemli bir işlev göreceğine inandıklarını ifade etti.

1915 olaylarının bilimsel bir şekilde incelenerek tarihin doğru anlaşılması, ulusal ve uluslararası kamuoyuna doğru şekilde yansıtılmasını arzu ettiklerini belirten Altun, bu bağlamda İletişim Başkanlığı ve bütün kurumlar olarak ellerinden geleni yapacaklarını söyledi.

Bu süreçte bugüne kadar önemli çalışmalar yapan Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığına, Türk Tarih Kurumuna, üniversitelere ve diğer tüm kurumlara teşekkür eden Altun, “Hakikât ve vicdanın yaralarımızı sarmasını, Kafkasya başta olmak üzere, tüm dünyada, barış ve istikrara katkı sunmasını temenni ediyorum.” dedi.

Konferansın açılışında konuşan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Birol Çetin ise, 1915 Olayları'nın yeniden anlatılması ve gerçeklerin ortaya çıkarılmasının çok kıymetli olduğunu belirtti.

Birol Çetin, bugün gerçeklerin çok fazla kıymetinin bulunmadığına, algıların hep ön planda tutulduğuna işaret ederek, şöyle konuştu:

"Ne kadar haklı olsanız da haklılığınızı sürekli yüksek sesle dile getirmeniz lazım. Bugüne kadar pek çok çalışma yapıldı. Biz elbette haklı olduğumuz bu davayı sürekli savunacağız ve yeni nesillere daha güçlü şekilde anlatacağız. Haklıyız, devam etmemiz de gerekiyor. Bu tezler, 1940'lı, 1950'li yıllarda daha çok gündeme getirildi. Bizim akademimiz, bilim dünyamız, hariciyemiz, diplomatlarımız çok esaslı cevaplar verdiler. Kendilerine söylediğimiz, 'Gelin bunu tarihçiler tartışsın, bilimsel olarak bu konular gündeme gelsin.' şeklindeydi. Maalesef bu sahadan kaçtılar ve teröre sığındılar. Bildiğiniz üzere pek çok diplomatımız şehit oldu. Bu vesileyle şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum, ruhları şad olsun. Onların mücadelelerini devam ettireceğiz."

"Haksızlığa uğranıldığını söyleyip sonra terörden medet ummanın yaman bir çelişki" olduğunu belirten Çetin, bugün bu sürecin, başka terör gruplarıyla iş birliği şeklinde devam ettiğini dile getirdi.

Çetin, Türkiye'nin sesinin kısılmaya çalışıldığını ancak vazgeçmeyeceklerini vurguladı.

"Parlamentoları ikna etmeye çalışıyorlar"

Türkiye'nin son yıllarda diplomasi alanında büyük mesafeler katettiğini, coğrafi ve stratejik konumu gereği, bilgi birikimi ve büyük bir devlet olmasıyla önemli bir noktada bulunduğunu ifade eden Çetin, şunları kaydetti:

"Afrika açılımından tutun, hariciyemizin, diplomasimizin gücünü çok çok artırması, birçok ülkede temsiliyet kazanmamız, TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Maarif Vakıf gibi kuruluşlarımızın yurt dışında ülkemizi temsil etmesiyle, uluslararası alanda sesimizin tekrar yükseldiği bir alanda, bu sefer de siyasete sığınmak mecburiyetinde kaldılar ve birçok ülkede Ermeni tezlerinin gerçek olduğu noktasında parlamentoları ikna etmeye çalışıyorlar. Biz bunlarla da mücadele ediyoruz.

Bu çevrelere yıllardır vermek istediğimiz bir mesaj var, 'Gelin bu işi tarihçiler yapsın. Arşivlerimizi açalım karşılıklı, tarihçiler konuşsun. Bu işi siyasete konu yapmayalım.' Bir de bu işin gelecek boyutu var. Ama gelecekte ne olacak, şu anda Ermenistan'ın içinde bulunduğu durumu da biliyoruz. Bunun kendi milletine ve kendi halkına bir faydası yok maalesef. Bu çağrılarımız hep karşılıksız kaldı. Tabii onlar çağrılarımıza icabet etmediler ama biz çalışmalarımızı sürekli devam ettirdik."

Türk Tarih Kurumu envanterinde, Ermeni olayları konusunda yaklaşık 117 kitap bulunduğunu belirten Çetin, Devlet Arşivleri Başkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ATASE ve üniversitelerin çalışmalarının da kütüphanelerinde yer aldığını söyledi.

Çetin, arşiv belgelerine dayandığı için çok zahmetli olan bu çalışmalarda görev alan eski Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Prof. Dr. Hikmet Özdemir'e teşekkür etti.

Ankara Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Atatürk Araştırma Merkezinin de Ermeni meselesiyle ilgili ciddi çalışmaları olduğunu kaydeden Birol Çetin, YÖK'ten aldığı rakamlara göre, bugüne kadar Ermeni meselesi üzerine 118 doktora tezi, 443 yüksek lisans tez çalışması olduğunu aktardı.

Birol Çetin, tarih konusunda konuşulacaksa, her cümlenin bir referansının olması, bir dipnota, kaynağa dayanması gerektiğinin altını çizerek, bu konuda bugüne kadar ciddi mesailer verildiğini anlattı. Bu konuda emeği geçenlere teşekkür eden Çetin, şöyle konuştu:

"Biz bu meseleyi tarih alanına çekmeye çalıştıkça, bu alandan bir kaçış var siyasete. Elbette siyasi alanda da ne yapmak istediklerini gayet iyi biliyoruz. Arka plandakilerin de kim olduklarını gayet iyi biliyoruz. Bugüne kadar karşımıza doğrudan çıkamadılar. Onları aslında davet ediyoruz, madem siyaset alanında bu işler hallolacaksa, bizim çok kıymetli diplomatlarımız var, çok tecrübeli siyasetçilerimiz var. Bu alanda da mücadele ederiz ama onlardan ricamız kimsenin arkasına sığınmadan gelsinler karşımıza. Çünkü bunun mazlum insanlara zararı dokunuyor, dokundu."

"Artık tartışılmadık, araştırılmadık detay da kalmadı"

Osmanlı'nın çekildiği coğrafyalardaki olayları tarihin kaydettiğini, olayların milyonlarca insanın canına mal olduğunu belirten Çetin, "Hala oralarda huzur sağlanamadı, o boşluk henüz dolmadı. Kafkaslar'a, Orta Doğu'ya bakın, sürekli problem var. Biz diyoruz ki 'Bunu tarihçiler konuşsun ve gelecekle bağlantılı olarak konuşalım.' Sürekli geçmişe takılıp kalıyoruz. Artık tartışılmadık, araştırılmadık detay da kalmadı, bakacak belge de kalmadı." dedi.

İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve emeği geçen akademisyenlere teşekkürlerini sunan Prof. Dr. Birol Çetin, "Gerçeklerin yanındaysanız, bütün dünya bir araya da gelse her zaman gerçek kazanacaktır." diye konuştu.

Konferans, açılış konuşmalarının ardından “Tarihsel Süreçte 1915 Olayları ve Ermeni Meselesi”, “Uluslararası Hukuk Açısından 1915 Olayları” ve “1915 Olaylarının Günümüze Yansımaları ve Gelecek Perspektifi” başlıklı oturumlarla devam etti.

Fotoğraflar

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası