akdeniz akşamları şiirli sözleri / Akdeniz Akşamları Şiiri - Hayriye Aygül

Akdeniz Akşamları Şiirli Sözleri

akdeniz akşamları şiirli sözleri

Elfida Sözleri

Faruk Nafiz Çamlıbel'in Ömer Bedrettin Uşaklı ile beraber önemli takipçilerinden biri de Kemalettin Kamu'dur. Erzurum'un Kılcızade/Kılcıoğlu diye anılan köklü ailelerindendir. Babası, Osman Nuri Efendinin () memur olarak bulunduğu Bayburt'ta 15 Eylül 'de doğmuş olan Kemalettin Kamu'nun annesi Hayriye Hanım da () Erzurumludur. Ağabeyi Hüsnü Uluğ İstanbul Darülfunununu bitirmiş ve değişik yerlerde matematik öğretmenliği ve müdürlük görevlerinde bulunmuştur. Kemalettin Kamu çocukluğunu babasının görevlendirildiği Erzurum dolaylarındaki yerlerde geçirmiş yılında dışardan sınav vererek ortaokula (rüştiye) girmiştir. İstanbul'daki ağabeyinin gönderdiği kitapları okur.

Birinci Dünya Savaşı günlerinde Rusların Erzurum'a, kadar girmeleri, Ermenilerin vahşetinin halka büyük acılar yaşattığı günlerde Refahiye'dedirler ve Osman Nuri Efendi orada ölür. Kemalettin Kamu annesiyle birlikte Refahiye'den ayrılır. Sivas'a, Kayseri'ye giderler. "Hicret Akşamları" şiiri bu günlerin izlenimlerini taşır. Gültekin Sâmanoğlu'nun "acemice" bulduğu bu şiir, belki de iç burkan acı bir realizmden kaynaklandığı için, zaman zaman fazla duygusal (santimantal) olan ifadelerini bile yapmacık olmaktan kurtarır. O terk edilen vatan topraklarına, çekilen acılara kayıtsız değildir. Onları etkili bir şekilde dile getirir. Zira bunlar onun yaşantısını yansıtır. Bayburtlu Zihnî'nin şiiriyle kıyaslanabilecek olan "Hicret" göç, savaş şartları, sevilen yer ve kişilerden uzaklaşmanın doğurduğu hasreti çok çarpıcı şekilde dile getirir. Fert ve toplumun ıstırabı birleşmiştir:

Allahım ne bunaltıcı, ne boğucu bir gece
Gözlerimiz bulutlandı arabaya binince.
Karanlıkta kaçıyoruz; çoğalıyor korkumuz,
Umulmadık bir felâket geçiriyor ordumuz.

Zaman zaman top sesleri duyuluyor derinden,
Sarsılıyor yüreğiniz kopar gibi yerinden;
Fakirleri yalınayak, zenginleri atında,
Yollar uzun bir inilti yıldızların altında.

Gönüllerin gözyaşına inandığı bir anda,
Çok sevgili yuvamızı yâd ellere bıraktık;
Dirseğimi dayayacak bir pencerem yok artık,
Elveda ey harap olan baba evi elveda!

Bütün gece yol alırken tehlikeler içinde,
Ellerimi unutmuşum kardeşimin dizinde.
Arkamızda kayboluyor beldemizin bağları,
Arkamızda beyaz başlı Anadolu dağları,

Sanki: "Gece yolcuları gitmeyiniz" diyordu.
Arkamızda bizim gibi gurûb eden bir ordu
Arkamızda neler yok ki dokunmasın insana,
Viran bir köy önlerinde indik eski bir hana.

Gönüllerin gözyaşına inandığı bir anda,
Bin bahçeli beldemizi yâd ellere bıraktık,
Gölgesinde barınacak tek ağacım yok artık,
Dallarında bülbül öten bahçelere elveda.

Dikkat edilirse bu şiirde hem Faruk Nafiz Çamlıbel hem de Ömer Bedrettin'i andıran ifadeler bulunmaktadır. Dikkatimizi biraz daha yoğunlaştırırsak Tanpınar'ın Huzur romanındaki çocuk kahramanın babasının öldürülmesinden sonra düştükleri göç yollarını anlatışı da hatırlanabilir. Bunlar, sadece yazarların birbirlerinden etkilenmesine değil dönemin ortak havasına ve benzer yaşantılara bağlıdır. Ağabeyinin mezun olup Bursa'ya atanması üzerine, Kemalettin Kamu da annesiyle birlikte Bursa'ya gelmiş ve İstanbul Öğretmen Okuluna kaydolmuştur. Onu tanıyan arkadaşlarından Cemalettin Emrem ölümü üzerine onu şu satırlarla hatırlamıştır:

"Onu ilk defa o zaman Kadıköy Saint Josef binasında bulunan Muallim Mektebinde tanıdım. Bende derhal derin bir hassasiyet içinde eriyen, vaktinden evvel sanat heyecanıyla sarsılan bir çocuk intibaı uyandırmıştı. Hatırımda kaldığına göre elinde Mehmet Rauf'un Eylül'ü vardı. Titrek bir sesle yanındakilere kitap hakkındaki duygularını anlatıyordu. Belli idi ki o da, bütün yaşıtları gibi ilk edebi gıdasını Serveti Fünun'un o zaman hala bütün zevkleri doyurmakta devam eden romantik havasından alıyordu."

Celâlettin Emrem onun okuma alanının geniş olduğunu, kendisinin de onun bütün şiirlerini severek okuduğunu ve ezberlediğini anlatmaktadır:

" senesinin kâbuslu günlerinde, konferans salonundaki toplantılarımızda gene onun zaman zaman ayağa kalkarak, ince ve titrek bir sesle günün istilâcılarına haykırdığını görüyorduk. Musiki hocamız Musa Süreyya onun "Dua"sını bestelemişti. Her yemekten önce bütün öğrenciler, dalgalar gibi alçalan ve yükselen ağır bir melodi ile bu güfteyi hep bir ağızdan okuyorduk:"

Bu şiir, "Türkün İlâhîsi", "Türkün Duası", "Türkün Destanı" adlarıyla da anılan şiiridir:

Sarmış matem boraları,
Saz benizli ovaları,
Boynu büyük yuvaları,
Sen himaye et Yarabbi!

Ne bir yazık diyen bize,
Ne ses veren sesimize,
Huzurunda geldik dize
Senden inayet Yarabbi!

Her çehre bize yabancı,
Bari sen bir parça acı,
Süründürme altın tacı
Sen vikaye et Yarabbi!

Bir gün sabah olur diye,
Katlandık her işkenceye
Bu felâketli geceye
Ver bir nihayet Yarabbi

Söz konusu yazısında Celâlettin Emrem "Edebiyat heveslilerinin el yazısıyla Hayat adlı bir dergi çıkardıklarını da kaydeder. Ramiz' in karikatürler çizdiği, Ressam Celâl'in resimlediği "mecmuanın en güzel köşesi Kemalettin Kamu'ya aynlmıştır." Celâlettin Emrem onun şiirlerini hemen ezberlediğini ve yıllar sonra Ankara'da Taşhan'da Kemalettin Kamu'ya bu şiirleri okuyarak onu şaşırttığını da anlatır. Ancak Kamu okulu bitirememiş, ailesiyle birlikte Milli Mücadele'ye katılmak üzere Ankara'ya gitmiştir.

Kemalettin Kamu'yu "Sakin, sessiz halinden hiç umulmayan ne derin bir cesareti, cesaretinin altında da kuvvetli bir akıl ve mantığı vardı." diye niteleyen okul arkadaşı Ahmet Hamit Selgil de işgal altındaki İstanbul günleriyle ilgili olarak şunları yazmıştır:

"Mütareke'nin kötü günlerinde. İstanbul'da talebe idi. Cuma günleri Divanyolunda bir kahvenin arka tarafında toplanır, dertleşir, konuşurduk. İçimizde tıbbıyeliler, mülkiyeliler, hukukçular, darülmuallimliler vardı. Sayımız on beşi geçmezdi. Fakat her cuma büyük bir topluluk yapmış, büyük bir memleket işi halletmiş gibi ferahlık duyardık.

Bu toplantıya gelenlerden biri de ufak tefek, çelimsiz, zayıf vücudunun içinde kocaman bir gönül taşıyan Darülmuallimin talebesinden Erzurumlu Kemâlettin Kâmi idi.

Bize ilk şiirlerini o kahvede okudu. Türk edebiyatının en güzel parçalarından biri olan "Hicret"i biz o kahvede dinlemiştik.

Kahvenin camından gözüken sokakta kimi bol pelerinli, kimi kısa etekli yabancı polisler geçerken Kemal bize gözyaşları akıta akıta Erzurum'dan kağnı arabası içinde geçenlerin, yırtık yorgana sarılmış çocukların resmini çizerdi.

Bir gün bu İstanbul sokaklarını çiğneyen yabancılara bakmaya tahammülü tükendi. Anadolu'ya geçiverdi.

Daha çocuk yaşında iken Ankara'ya geldi. İzmir yurdunun müsamerelerinde yalnız Ankara'ya değil, bütün Anadolu'ya heyecan aşılayan şiirlerini yazdı.

Türkün eşsiz kahramanına bilmeceler soruyor:

"Bir çetin bilmece sorsam Paşadan
Söyler mi memleket bağışlamadan
Mutlaka İzmir'i isterim anne"

diyordu. Paşası ona İzmir'i bağışladı. Kemalettin de büyümüş, olgunlaşmış, kıymetli bir memleket çocuğu olmuştu. Anadolu ajansında çalıştı. Paris'e bir işe yolladılar. Gitti, orada hem işini yaptı, hem de tahsilini bitirdi."

Ölümünden sonra "Bir Gönüldeş Arkasından" adlı duygulu bir yazı yazmış olan Nurullah Ataç da onu bu günlerde tanımıştır.

"Korku bilmez ölümden
Her gün yeniden ölen;
Bir bâde gibi neden
Biteyim bir içimde?"

mısralarının sahibi arkadaşının böylesine genç yaşta, görünür hiçbir hastalığı yokken ölmesini ona yakıştıramamıştır. Ataç da Kemalettin Kamu hakkında yazan öteki şahıslar gibi onda bir çocukluk bulur:

"Arkadaşlarının, bizlerin çoğumuzdan küçüktün; sende bir gençlik, daha doğrusu, darılma, bir çocukluk vardı. Yıllardır tanırdım seni; benim gibi sen de geçirmiştin o uzun yılları; ben kendimde, senin de, benim de arkadaşımız olan kimselerde yaşlılığın cirnaklarını duyuyordum da seni ne gün görsem bir çocukla şakalaşır gibi şakalaşmak geliyordu içimden. Seninle, bundan yıllarca önce, geceleri ortalık ağarıncıya değin Ankara yollarında dolaşmalarımızı düşünüyorum: benim gözümde hep o Kemalettin'din sen; yaşlanmıyordun, büyümüyordun bir türlü.."

Ataç o inanılmaz açık sözlülüğüyle "senin ölümünle aramızdan belki büyük bir ozan eksilmedi, arı bir kişi, bağlandığı ilkelere gerçekten bağlanmış, iç törenin (ethique'in, usla varılan ahlâkın) yasalarından ayrılmağı bir gün bile düşünmemiş bir kişi eksildi." der. Ataç onun adını Yakup Kadri'nin bir yazısında tanıttığını da yazar ve Hilmi Ziya'nın yanında ilk defa gördüğü Kemalettin Kamu'yu şöyle anlatır:

"Kısa boylu, bir bakıma sarışın, bir bakıma yağız, gözleri düşlü bir genç" ( ) "Birkaç yırını da okumuştum, en çok tanışmak istediğim kimselerden biriydi. Birbirimizle "siz" diye konuşmağa başladık, ancak onun benim bir gönüldeşim olacağını o günden biliyordum. Birlikte çıktık Hilmi Ziya'nın yanından, akşam olmuştu, gene de uzun uzun dolaştık, uzun uzun konuştuk, bana yeni yırlarını okudu. Bugün, onun ölüm günü, yalan söyleyecek değilim, yırlarının çoğunu sonradan beğenmez olmuştum.

Ölülere de, dirilere de doğruyu söylemeğe borçluyuz, yalanı bağışlatacak bir duygu bilmiyorum. Sonradan beğenmez olmuştum ya, o günlerde öyle değildi. Kemalettin Kâmi'nin okuduğu kimi bütün, kimi yarım yırların hepsini beğeniyordum, hepsini de çok güzel diye karşılıyordum. O günden sonra kendisini İstanbul'da bir iki kez daha gördüm. Arkadaşlığımız ben Ankara'ya geldikten sonra, yılında başladı. Artık gece gündüz görüyordum onu.

Ne de severdi tartışmayı. Bir sözü kapıverir, uzun uzun tartışmaya girişirdi. Kızışır, odlanır, bağırırdı; ancak o kızışması, odlanması sırasında, bağırmaları arasında ağır bir söz söylediği olmazdı. Bugün, ölümünü duyduktan sonra, birkaç arkadaşıyla, yıllarca onunla yan yana yaşamış kimselerle. konuştum, açıkça, içimizdekileri söyleyerek konuştuk, onun kişiyi kıracak gücendirecek ağır bir sözünü ansıyan kimse olmadı. Ben bilirim kendimi, içimde yenemediğim bir esizlik (fenalık), bir türlü bir yavuzluk vardır: dilimin ucuna yaralayıcı bir söz geldi mi, tutamam onu; ben Kemalettin'i kıracak, bana darılmasına yetecek sözler söyledim; onun bana bir gün bile öyle bir sözü olmadı."

Ataç son görüşmelerinde edebiyat terimleriyle ilgili bir tartışmadan da söz eder. Günümüzde hemen hemen nesrin yerine geçmişe benzeyen "düzyazı"nın da Kemalettin Kamu'ya ait olduğu bu hatıradan anlaşılmaktadır. Ataç şöyle anlatıyor bu son görüşmelerini:

"Son görüşmemizde idi: "Ben şimdi Dil Kurumunda yazın terimlerine çalışıyorum, gel, sen de bir gör" dedi. "Nesir" karşılığı ne bulduğunu sordum: "Düzyazı" diyormuş, ben beğenmediğimi, neden beğenmediğimi anlattım; "Düzsöz bence daha uygun olur" dedim, yeri değilken orada tartışmağa başladık. Ben:

"Sizin Dil Kurumunda yaptığınız doğru değildir, birtakım yabancı sözlere karşılık arıyorsunuz; ancak onları birer yazıda kullanacağınıza, öyle yaymağa çalışacağınıza sözlük yapmağa kalkıyorsunuz. Tilcikler (kelimeler) sözlüklerde ölüdür, yazılarda dirilir" gibi sözler söyledim. O, Dil Kurumunun görüşünü, yaptıklarını savundu, belki daha çok uzayacaktı, ben kısa kestim. Birlikte çıktık oradan; ayrılmazdan önce aramızda demin anlattığım konuşma geçti: onun bir yerde, benim de başka bir yerde işimiz vardı, ayrıldık, en sevdiğim gonüldeşlerimden birini son görüşümmüş. Yazın terimlerini daha görmedim, içlerinde iyileri, çok iyileri vardır, Kemalettin'in beğenisine (zevkine) inanırdım, onlar bize kutsal bir armağan diye kaldı, onları yaymağa çalışmak artık bizlere, arkadaşlarına düşer."

Bu satırlar önemli. İşgal günlerinde üniversite gençlerinin faaliyetlerini anlatan hatıralar ve bunların yansıdığı eserler, bize o günlerin havasını veren kaynaklardır. Bu satırların benzerlerini Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Yahya Kemal adlı monografisinde olduğu kadar, Sahnenin Dışındakiler adlı romanında da görüyoruz.

Matbuat Umum Müdürlüğünde "istihbarat kâtibi" olarak çalışan Kemalettin Kamu, daha sonra Anadolu Ajansının kurucularından olacaktır ve bu tarihlerde Kami adını kullanmaktadır. Diplomasını ancak 'te sınavlara girerek almış ve sonraki yıllarda ('te) Anadolu Ajansının temsilcisi olarak Paris'e gönderilmiştir. Paris'te Siyasal Bilgiler öğrenimi görmüş olan şairin oradaki günlerinin nasıl geçtiğini bilmiyoruz. Onun Paris'te vatan hasreti çektiğini ölümü dolayısıyla yazdığı yazıda Behçet Kemal Çağlar anlatmaktadır. Geleceğini telgrafla bildirdiği Kemalettin Kamu'yu Behçet Kemal, istasyonda kendisini bekler bulmuştur:

"Onu istasyonda bekliyor görünce ne kadar sevinmiştim. Geniş alnında düşünce, mavi gözlerinde sevinç, çizgili yüzünde kaygı, tam bir sanatkâr görünüşüyle beni karşılamıştı. Paris'in ihtişamlı vitrinlerini seyrederken, 'Bana bu renkler hep memleketi hatırlatıyor' dedi.

Yeşil, bir köşedir bana Bursa'dan:
Kara, Erciyas'ın yarları gibi;
Sanda gözü var Uzunyayla'nın;
Beyaz, Erzurum'un karları gibi.

Gurbetin bir renginde yurdun bir tarafını gören ve bütün memleketi hayalde canlandıran bu mısralarla içime bir yurt hasreti döküvermişti. O, her zaman zaten böyle içli mısralarla büyük dertleri insanın içinde depreştirir, ince şiirlerde büyük davaların en iyi tercümanı olurdu."

Yukarıdaki mısralar "Gurbette Renkler"adlı şiirindendir:

Doğuda kırmızı, batıda turunç,
Yanık bir yörüğü andıran bu tunç,
Bu renk âleminde ne yok ki bizden,
Mavi: Marmarakian, mor: Akdeniz'den!
Yeşil: bir köşedir bana Bursa'dan:
Kara: Erciyas'ın yarları gibi;
Sarıda gözü var Uzunyayla'nın;
Beyaz: Erzurum'un karları gibi.

Kendisiyle yapılan bir mülâkatta

" klâsiklerin tercümesi son zamanların en güzel çalışmasıdır. Yabancı dil bilmeyenleri, dünya kültürüyle temasa getirmek için en güzel yol tercüme yoludur. Bununla beraber, telifte olduğu gibi tercümede de çok kötü örnekler görüyoruz. Maalesef birçok mütercimler bu işi bir kazanç mevzuu telâkki etmektedirler" diyen Kemalettin Kamu'nun Stephane Mallarme'den yaptığı üç de şiiri bulunmaktadır. Bu üç şiir: "Deniz Meltemi", "Ayna" ve "Özleyiş" şiirleridir. Bu çeviriler, şairin batı şiirinden aldığı örneği de göstermektedir. Bu şiirler hiç de çeviri izlenimi uyandırmaz. Tanpınar başarılı şiir çevirilerin, çevrildikleri dilde kazanılmış birer zafer olduğunu söyler ki, Kamu'nun çevirileri için bu nitelemenin kullanılabileceğini sanıyorum. Örnek olarak "Özleyiş"i alıyorum:

Bir ıssız bahçeden gök maviliğe
Beyaz bir fıskıye hıçkırır gibi;
Ruhum yükseliyor ey sessiz ana,
Kınalı bir yüzün beneklediği
Alnına ve melek bakışlarına!

Ermek ipekleşen gök maviliğe,
Ki görür göllerde süzgünlüğünü,
Ve ölü sularda esen rüzgârla
Düşen yaprakların açtığı yola
Bir ışık hâlinde sürükler günü!

Soyadı kanunu çıktığı zaman ağabeyi ile yazışmıştır:

"Ben şimdilik adsız kaldım. Bana aile adınızı bildirin. Güzel bulursam derhal benimseyeceğim. Yoksa mutabık kalacağımız bir ad için tebdil-i nam etmenizi isteyeceğim."

Ağabey'i Uluğ adını seçmiştir. Kemalettin Kamu önce Bingöl Çobanları'ndan mülhem olarak "Bingöl" adıyla anılmışsa da sonra Kamu soyadında karar kılmıştır.

'de yurda döndükten sonra Rize (6 ve 7. dönemler) ve Erzurum (8. dönem) milletvekili olarak çalışmıştır. Ayrıca Türk Dil Kurumu Terimler Kolunda görevlidir. Paris dönüşü çalışmalarını harp ekonomisine çevirmiştir. Teknik değişmelerin hayatını değiştirdiği insanları artık yeni ihtiyaçların beklediğini, makinenin tahakkümü altına girmeyi insanların kabullendikleri ve sürekli değişimlerin yaşandığını işlediği "Asrımızın Manzarası" adlı bir yazı da yayımlamıştır.

Okul dönemini, gerçek anlamda hayat okulunda yaşadıktan sonra tamamlamış bir yazardır Kemalettin Kamu. Keşke elimizde hatıraları bulunsa.. 6 Mart tarihinde Ankara'da Erzurumlu yüksek öğrenim gençliği için düzenlenen Erzurum gecesinin hazırlıkları sırasında ölen Kemalettin Kamu, Mütareke günlerinde şiire başlamışsa da asıl ününü Cumhuriyet döneminde yapmıştır. Üzerine düşen işleri büyük bir ciddiyetle yapan şair, ne yazık ki rakibe, hiç tahammül edemeyen şiire yeterince zaman ayıramamıştır. Yaptığı işi ciddiye aldığı, ülke çıkarlarını üstün tuttuğu bir arkadaşına yazdığı 10 Temmuz tarihli mektupta da görülmektedir:

"İnkılâbı propaganda için bir tek broşör neşredilmediği halde bugün eğer yeryüzünde Türk inkılâbı hakkında şöyle böyle edinilmiş fikirler ve kanaatler varsa, bu da ehil ellerde bulunmadığını ilân ettiğin ajansın eseridir. Ben ne şahsen, ne de ajans namına herhangi bir polemiğe mahal olmadığı fikrindeyim. ()

Biz yarı resmi bir telgraf ajansıyız. İnkılâbın ve inkilâp hükümetinin menfaatlerini, iyi bir telgraf ajansı olmak iddialarının daima üstünde tutmuşuzdur. Propaganda bahsinde bir telgraf ajansından beklenen şeyleri vasıtalarımızın yettiği nispette yapmaya çalışmışızdır ve çalışmaktayız. Bizi felce uğramış göstermenin insafa ve dostluğa sığar tarafını bir türlü anlayamadım

Henüz âsâr ve delâilini görmediğimiz hâlde temenni ederiz ki mensup olduğunuz müesseselere vereceğiniz haberler ve yazacağınız yazılarla Türk hukukunu memleketin istediği gibi müdafaa etmeye ve Türk inkılâbına hariçte sempati kazandırmaya muvaffak olasınız. Hiç değilse yokluğundan şikâyet ettiğiniz memleket propagandasının bir kısmı sizin elinizle tamamlanmış olur"

İlk şiiri "Şam" Bursa Mecmuası'nda (nuı. 21, 1 Kasım ) çıkmıştır. Kendisine şöhretini kazandıran yayımlanmış ikinci şiiri "Türkün İlâhîsi"dir (Büyük Mecmua, nu. 9. 5 Haziran ) çıkmıştır. Daha sonra Şebab (), Genç Yolcular (), Darülmualliminde Hayat (), Dergâh (), Anadolu Duygusu (), Anavatan Mecmuası (), Fikirler (), Türk Yurdu (), Yolların Sesi (), Ülkü () Varlık ( ), Oluş (), Kalem (), Çığır (), Ülkü (), Şadırvan (), Türk Dili () gibi çeşitli dergilerde çıkmıştır.

Milli Mücadele yıllarında Ankara'ya gelen yabancıların adını andıkları yazarlardandır. Henri Hellsenn Sakarya Savaşı günlerinde Ankara'da bulunmuş genç bir Danimarkalı gazetecidir. Genç bir şair olan ama günlerini gazetesine yazı yazmaya ve öğleden sonralannı da okullarda öğretmenliğe hasreden Nüzhet Haşim ve genç yazarların Henrik Ibsen'e hayranlığını dile getiren Kemalettin Kâmi'den söz eder. Sakarya Savaşının askerlerinin marşı ağızlarında olan bu genç yazarlar Yeni Gün idarehanesinde yazılarını yazmakta ve bağımsızlık mücadelesine katkıda bulunmaktadırlar. Onların bu çalışmaları genç Danimarkalı gazeteciyi çok heyecanlandırmıştır: Yazısını şu satırlarla bitirir:

"Bu yeri bir güç merkezi olarak düşünün. Üzerinde durduğum duvara birkaç taş daha eklenmeli.

Nüzhet Haşim, "Bizi unutmayın" diyor.

"Ankara'yı unutmak mı? -Asla!"

Yine acemi erler, belki de bu ova, dağlar Sakarya'ya bu ilâhiyi söylüyor. Ve benim yanımdaki genç adamlar ona Kemalist askerler gibi katılıyor:

"İleri ileri dönmez geri
Türkün askeri."

Kemalettin Kamu, yazdığı içli şiirleriyle 'lı yılların en sevilen şairleri arasında yer almıştır. İlk önce aruzla şiire başlamışsa da heceyi benimsemiştir. Aruzun "Arap ve Acem sözlerinin milli bir felâket gibi dilimizi istilâ etmesine" yol açtığını Ömer Seyfettin'in bir takipçisi olarak söyler. Ahengin sağlanmasında 6+5 kalıbı ile failatün mefailün, feilün kalıpları arasındaki benzerliğe işaret eder.

"Milli vezinle güzel yazmak on parmağını saymak kadar kolay değildir. Milli vezni iyi kullananlar, gündelik hayatın her saatinde bir şaka ve muhavere lisanı olarak aralarında aruzla konuşabilecek kadar o vezne de hâkimdirler ve en mütekamil aruz şiirleri onların kaleminden çıkmıştır.

Aruz, makamatlı saz musikisidir. Milli vezin meltem fısıltısından gök gürültüsüne kadar bütün sesleri toplayabilen ve insan ruhunun bütün ihtizazlarına cevap veren engin bir garp musikisidir."19

Kendisiyle yapılan bir başka mülâkatta da "milli edebiyat"tan ne anladığını şöyle ifade eder:

"Milli edebiyat tabiri, bize Türk milliyetçilik hareketinin getirdiği bir tabirdir. Kelimeleri, şekilleri, kalıpları ve içi bizim olmayan, kozmopolit bir sanat görüşüne karşı yeni zihniyetin istediği ve özlediği bir edebiyatı bu adla andık. Görüyorsunuz ki, tabir tarihi bir zaruretten doğmuştur. Yoksa bir Türk muharririnin kaleminden çıkan ve Türkçe yazılan her eser millîdir. Çünkü her muharrir mensup olduğu milletin duyuşunu görüşünü aksettirdiği için, eseri tabii olarak millîdir.

Bir eseri millî yapan en mühim vasıf dildir "

Sanat eserlerinde şekil konusunda da aynı ankete şu cevabı vermektedir:

"Sanatta şekilsizlik taraftarı geçinenlerin bile bir şekli var. Sanat eserinin bir düzeni kendisi için esas bilmesi kusur sayılamaz. Ancak, şekli ölmüş kalıplar manasında almamalıdır. Sanatkarın, yaratıcı vasfıyla bütün şekillerin üstüne çıkabileceğine inananlardanım. Mamafih asıl olan, şekil veya şekilsizlik değil, değer veya değersizliktir.

Meselâ, Nazım Hikmet; şekilsiz bir şiirinde "grev"i anlatırken "Siyah tuğla bacalarda dumanlar dona kaldı" diyor. Şimdi, şiirde şekil yok diye bu kuvvetli mısraı yabana atabilir miyiz? Bu mısra, bir iş durmasını ne kadar yeni ve kuvvetli bir ifade ile tespit ediyor. O kadar ki, yıllardan sonra, bütün şiirden hafızamda kalan bu bir tek mısra oldu. Güzel şiir, gerçek şiir daha ilk okuyuşta hafızada kalan şiirdir."

Yeni şairler hakkındaki soruya cevabı da şudur:

"Zamanın gençler arasında yapacağı zaruri tasfiyeden sonra, birkaç yüksek değer dilimize ve edebiyatımıza malolacaktır.

Gençler sanatta geçici, moda olan kıymetlerle, ebedi-olan değerleri seçebilmek hususunda bir temyiz kudretine ne kadar çabuk ererlerse, o kadar iyi ve hayırlı olur."

Gerçekten de zaman pek çok ismi ve eseri unutturmuştur, Kemalettin Kamu'dan da kalan, unutulmaz birkaç mısradan ibarettir.

Bayburt'un işgali üzerine söylediği içli hasret şiiriyle; edebiyatımızda unutulmaz bir yeri olan Bayburtlu Zihnî'nin hemşehrisi olan bu şair de tıpkı onun gibi vatan hasretiyle nice şiirler yazmış ve yazdıklarını zihinlere yerleştirmiştir.

En etkili ve unutulmaz şiirlerinden olan "Bingöl Çobanları"nı Şiir Tahlilleri adlı kitabında inceleyen Mehmet Kaplan onu "Han Duvarları" ile karşılaştırarak şu nitelikleriyle değerlendirmiştir:

1. Kemalettin Kamu, "Anadolu insanını, kendi yaşamı içinde" anlatmıştır. O bu topraklara kök salmıştır, yerlisidir. Bu özellik şiiri "Han Duvarları"ndan ayırmaktadır.

2. Anlatan şairin kendisidir. Şair çobanın ağzından ama kendi diliyle konuşur ve bu da şiire "lirik bir karakter" kazandırır. Şair, şiirin sonunda "çobanla ruhî kaynaşmasını" anlatır:

Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına

Mehmet Kaplan bu kaynaşmayı belirtirken, şairin biyografisini de dikkate alarak şöyle der:

"Kemalettin Kamu, ruhunda daima Bingöl çobanlarının hatırasını taşımıştır. Şiiri, bu bakımdan içindeki çocuğun projeksiyonu mahiyetindedir. Çoban çocukla kaynaşmasının psikolojik sebebi budur." "Kemalettin Kamu 'nun şiirinde Bingöl çobanı muhayyel bir varlık değil, yaşayan bir insandır." Obje değil süjedir. Şair ona karşı içinde samimi bir sempati duyar. Şiirini yazmaktan maksadı, bu duygusunu ortaya koymaktır"(s. 41). Şair, çobanın acıklı, fakir hâline acımakla birlikte, onunla derinden kaynaşmaktadır. Bu merhamet duygusunda küçümseme bulunmamaktadır.

3. "Han Duvarları"nda olduğu gibi burada köylü-kentli tezadı yoktur. Şiire, şairin kendi benini silerek kaynaştığı çoban hâkimdir. "Faruk Nafiz gibi, Kemalettin Kamu da Anadolu insanını dertli ve acılı gösteriyor" (s. 39) diyen Mehmet Kaplan bunu şairin "şahsi mizacı"na ve yaşadığı döneme bağlar (s. 41).

4. Şiirde anılan tabiat unsurları bir süs değildir. Her birinin çobanın hayatıyla bir ilişkisi vardır. Kendisi de tabiatın bir parçasıdır.

Kemalettin Kamu, vatanının işgaline şahit olmuş, doğduğu yer (Bayburt) gibi, okumakta olduğu şehri de terk etmek zorunda kalmıştır. Bu bakımdan o, gurbet duygusunu bizzat yaşamıştır, tıpkı hemşehrisi Bayburtlu Zihnî gibi. Bayburtlu Zihnî o emsalsiz hasret şiirinde şöyle der:

Vardım ki yurdundan ayağ çekilmiş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı.
Camlar şikest olmuş, meyler dökülmüş,
Sâkiler meclisten çekmiş ayağı.

Hengi dağda bulsam ben o meralı?
Hangi yerde görsem çeşmi gazali?
Avcılardan kaçmış ceylan misali;
Geçmiş dağdan dağa, yoktur durağı.

Lâleyi, sümbülü, gülü hâr almış;
Zevk ü şevk ehlini ah u zar almış,
Süleyman tahtını sanki mar almış,
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı,

Zihnî derd elinden her zaman ağlar,
Vardım ki bağ ağlar, bağıban ağlar,
Sümbüller perişan, güller kan ağlar
Şeyda bülbül terkedeli bu bağı.

Şiirimizi bir bütün halinde okurken, şairlerin yoğun olarak "yalnızlık" duygusunu işledikleri görülür. Özellikle halk şiiri geleneğinde yoğun olan gurbet duygusu, Cumhuriyet sonrası şairlerinde değişik şekiller gösterir. Çevresinden uzakta kalmanın ıstırabını yaşayan şair, yeni çevreyi tanımaya, tasvire veya ona uymaya çalışır. Daha karmaşık planda ise modern insan gurbette olmanın dışında, derin bir iç yalnızlığını yaşar ve büyütür, hatta bunu estetik bir mesele olarak şiirinin de temeli yapar.

Faruk Nafiz ve Kemalettin Kamu'da bol bol görülen gurbet temi sonraki şairlerde yerini çok yoğun bir yalnızlığa bırakır (Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Melih Cevdet Anday, Edip Cansever, Oktay Rifat). Bu yalnızlık iletişim eksikliği, mevcut değerlerden şüphelenme ve onları reddetme ve çevreye yabancılaşma ile de yakından ilgilidir.

Kemalettin Kamu şiire meraklı gençlerin çoğu gibi aruzla başlamış sonra heceye geçmiştir. En çok on birli kalıbı, klâsik duraklarla kullanmıştır. Türk halk edebiyatının şekil, vezin ve temlerini başarıyla işleyen, sade ve temiz dili ile Memleket Edebiyatı'nın önde gelen lirik şairleri arasında yer alan Kemalettin Kamu'nun şiirlerini iki kümede incelemek yerinde olur.

Birincisi Milli Mücadele'nin savaş havası içinde yazılan ve Türk milletinin fertlerini bu ateşten günlerde anlatan şiirler. Bunlar dönemlerinde çok etkili olmuş şiirlerdir. Ne yazık ki aradan geçen zaman ve o günlere karşı duyulan ilginin maalesef azalmış olması bu şiirleri de unutturmuştur. Şairin Milli Mücadele'yi, savaş mekânları, sembolleri, Mehmetçik ve Başkomutanı ile anlattığı şiirleri çoktur. "Polatlı" bu şiirlerden biridir.

Al bayrak altında beyaz kışlalar,
Havada bir uçak çifte kanatlı,
Yerden izbelerin yerinde şimdi,
Evler yükseliyor bir iki katlı.

Sezerek önceden alın yazını,
Atalar adını koydu Polatlı.

Yiğitlik yoğrulu dağın, taşında,
İçirdin ellere ağu, aşında,
Yendi salgınları yanı başında
"Atatürk" adını taşıyan atlı.

Şairin "Çankaya", "Büyük Gün", "Ata'ya Ağıt" Atatürk'ü; "Erzurum", "Polatlı", "İzmir", İzmir Mektubu" , "Dumlupınar", "Esir İstanbul" şiirleri savaş ıstırabını anlatan şiirlerdir. Şairin en güzel vatan şiirlerinden biri "Cumhuriyet'in yıldönümü için destan" olarak sunduğu "Zafer" başlıklı şiiridir:

Anneler dindiriniz gönlünüzün yasını,
Düşman kanıyla sildik palamızın pasını
Yeniden çizmek için vatan haritasını
Kandan ve kıyametten bir sahneye çevirdik
Gökeri çatırdayan bir vatan parçasını

Anneler ağlamayın dönmeyenlerinize,
Vatan düşmanlarını getirdik işte dize,
Dumlupınar üstünden yol ararken denize,
Çöktü savletimizden düşmanla dolu dağlar,
Gökler genişleyerek Akdeniz geldi bize!

Biz taze kanlarını hürriyetine katan
Bir nesiliz, ülkemizde biziz bir tek hükümran.
Karşımıza çıkmayın Akdeniz dalgaları;
Yolumuzu bekliyor bütün bir anavatan!

Benzer bir şiir de "Yurda Dönüş"tür.

Yolum yaklaşıyor artık yuvama,
Köyümüz neşeden öksüzdü ama,
Bu kadar kederli değildi hiç de!

Bendim buraların eski sahibi,
İşte ağladığım ağacın dibi!
Bu ağaç bir veda mendili gibi
Sallanıp durmuştu bana gidişte!

Çevreli dağların beyaz bulutla,
Kırların örtülü yabani otla,
Suların ağlıyor hep aynı notla
Tanıdım, tanıdım: Vatansın işte!

İkinci küme şiirleri ise az önce andığım mısralarıyla Tanpınar başta olmak üzere dönemin bütün sanatçılarını büyülemiş ve dilden dile gezen gurbet şiirleridir. Tanpınar, edebiyat tarihinin seyri açısından onu Faruk Nafiz Çamlıbel'in "bâriz" etkisinde saysa da, şiirlerle baş başa kaldığında Kemalettin Kamu'dan hatırladıklarıyla ondan seçtiği güzel mısralarla bu şairin kendisini nasıl duygulandırdığını belirtir. Kemalettin Kamu'yu hatırlayış hemen Faruk Nafiz'den sonradır:

"Kemalettin Kâmi, kendi kendime çektiğim bu ziyafete, ilk şiirlerinden birini bitiren ve hemen herkesin artık ezberden bildiği beytiyle geldi:

Ben gurbette değilim,
Gurbet benim içimde

Ne kadar alıştığımız bir dil ve ne munis bir güzellik. Şair, bir daha bu beytin kuvvetine erişememişse ve bu adeta irticalî güzellik şiirlerinin arasında biricik kalıyorsa, bunun kabahati kendisinde değil, belki beytin kurduğu yüksekliktedir" der ve öteki "manzumeleri"nden de seçmeler yapar.

Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın,
Kulaklarım komşuların ayak sesinde,
Varsın gene bir yudum su veren olmasın,
Baş ucumda biri bana "Su yok" desin de.

iyilerinden biri sayılabilir. Ve şüphesiz ki, ilk mısra yalnız başına alınırsa çok güzeldir. Bununla beraber bir nesir sayfasında genişletilse, çok mükemmel tesirler yapabilecek bir duygu realitesini taşıyan:

Kulaklarım komşuların ayak sesinde

mısraı tek başına alınınca hiçbir zaman bizi yakalayamaz. Niçin? Belki de bu, şiirin kendisine mahsus bir sırdır. Doğrusunu istersek, şiir hüzünden ziyade ruhun kanatlandığı anları benimser. Güzel şiirler, hislerimizin bizi yendiği veyahut yener gibi göründükleri anların değil, bizim onları yenerek efendisi olduğumuz zamanlarındır. Eski şairlerimiz, bu hakikati bizden çok iyi biliyorlardı. Şiirimizde 'şevk' kelimesi, başlı başına bir estetik ifade ederdi. Bunu söylemekle, ham bir neşeyi, acının asil şarabına tercih ediyorum gibi bir netice çıkmasın. Maksadım, sadece, insanlığın dilini kendimizde konuşturabilmek için, geçici şeylerin üstünde durmanın yanlış bir usul olduğunu tekrarlamaktır. Nihayet unutmayalım ki, en büyük mânâsında olsa bile, ıstırap dediğimiz şey, insanlığın gündelik ekmeğidir. Bizi şaire koşturan, kendimizde olanlardan ziyade, yalnız onda bulabileceğimiz şey, yani güzelliktir."

Tanpınar'ın zikrettiğim bu satırları onun kendi şiir anlamını da ifade eder. Tıpkı Kemalettin Kamu gibi 'de yine kendi ifadesiyle "asrın kapısında doğan" Tanpınar, Kemalettin Kamu ile benzer sıkıntıları, acıları yaşamıştır. Fakat şiirlerini bugün bile şiir tarihimizde tam anlamıyla yerli yerine konulamamış, çok farklı bir güzellik anlayışıyla söylemiştir. Bu satırlar Tanpınar'ın şiirin ve nesrin sınırlarını ayırırken şiirin nesne kaymasına asla razı olmadığını da açıklar. Nitekim Huzur romanında nice sayfa, Kemalettin Kamu ve o dönem şairlerinin şiirlerini dolduran duyguları anlatır. Tanpınar, şiir hakkındaki kendi görüşlerini naklettikten sonra tekrar aynı dörtlüğe döner ve şunları yazar:

"Bu kıt'anın zayıf tarafını - birinci mısraın ufkumuzda geçirdiği serap parıltısı müstesna- onu tekrarladıkça, anlar gibi oluyorum. Şiir bu kadar mazlûmluğa, bu kadar az şeyle kanaate gelmiyor.

Bu düzgün kıt'anın yanına, şimdi aynı değilse bile, hemen hemen ona yakın bir şey söyleyen Fuzulî'nin şu kekeleyen mısraını koyalım:

Susuzum bir kez bu sahrâda benim için are su

Şiir hakikaten garip bir sır

Aşağıdaki kıt'a, hâfızamın demin yaptığı seçme hatasını tashih edecek ve Kemalettin Kâmi"yi şiirimizdeki mevkiinde gösterecektir:

Geçip karşısına sönen ateşin,
Boynunu bükmüşsün yok diye eşin.
Sakın bu gözyaşın, bu âh edişin,
Hıyanet olmasın andına yiğit!

Gene aynı manzumedeki

Beka membaından içerken atın,
Yüzüne bakmadın âb-ı hayatın.

beyti ve nihayet jestindeki cömertlikle güzel olan:

Gönlümü yayla yaptım, Bingöl çobanlarına

mısraı unutulması güç olan şeylerdendir."

Kemalettin Kamu'yu "yaradılışına uygun olmayan bir döneme rastlamış bir şair" sayan Turgut Uyar "Kimsesizlik" şiiri hakkında şöyle der:

"Bir bakıma içinde hazır bulunan, doğuştan taşıdığı birtakım duyguları bir duruma uygular, savaşa ve barışa uygular. Şiirdeki titreklik, ürkeklik biraz da bu yüzdendir, kendisi bir durum yaratacak, bir tavır alacak değildir." () "İncedir, kırık gönüllüdür, hüzünlerin ve gurbetin şairidir, kenarlara kuytulara çekilmenin, silinip acı çekmenin ve bunları en güzel söylemenin şairidir aslında. Ne var ki bir savaş dönemine rastlamıştır yaşamı."

Kemalettin Kamu'nun ilk yazılarından biri "Bursa"dır.

" Burada, Sinan 'in lâyemut zevkini, Süleyman Dede'nin ebedi heyecanlanyla birleşmiş buldum. Beyaz minareli mabetlerinde günahlarımdan silkindim: hakan türbelerinde uzun uzun ağladım, sayısız bahçelerin sayısız darbukalarını dinlerken eski günlerimin ne kadar boş ve zavallı geçtiğini anladım.

Keşiş'in dolgun ve dalgalı yamaçları karşısında, açık penceremden muattar akşamlarına meze olduğum dakikalar, on sekiz senemin en şiirli incileridir. Anbean kararan inhinalı bahçelerde bir güvercin göğsü kadar cazibeli yuvaların lambaları parıldar. Kademe kademe yükselen ve yükseldikçe uzaklaşan ışıklar, helecanlı yapraklar arasından ateş böcekleri gibi canlı ve oynak görünür. Beyaz ve uzun minareler, servilerden güç fark olunur. Sanılır ki, muhit, hayali bir elin füsunlu rüzgârıyla kendinden geçmiştir.

Bursa, çılgın bir sevdalıdır. Bursa üryan bir şiirdir; tıpkı narin kızların gözleri gibi

Anadolu'yu baştan başa dolaştım. Her köşesinden ruhuma bir parça ıstırap, bir damla sevgi sindi. Fakat Bursa beni bütün bütün doldurdu. Artık aşkım ikileşti; kalbim iki mihraplı bir mabet oldu: Birinde annem var, ötekinde Bursa!"

Bu mensur şiir parçasına dikkat edersek Tanpınar'ın "Bursa'da Zaman" şiiri başta olmak üzere, Beş Şehir ve bazı hikâyelerindeki ortak hayallerle karşılaşırız. Sanıyorum edebiyatımızda Bursa'nın da İstanbul gibi, incelenmesinde yarar bulunmaktadır. Bursa, mimarisi, tarihi ve tabiati ile sanatçılarımızı zabtetmişe benzer. Hele Milli Mücadele'yi yaşayan sanatçılarda bu özellik kendisini daha çok hissettirmektedir.

Kemalettin Kamu'nun şiirleri döneminde sevilip ezberlenmiş, defterlere yazılmış şiirlerdir: Kendisinden önceki yazarlara ve arkadaşlarına vefasıyla dikkati çeken Behçet Necatigil "Bendeki Sabri Esat" adlı yazısında ortaokul öğrencisiyken yaptığı antoloji dolayısiyla Kemalettin Kami [Kamu]'yu da anar:

" ortaokul şiir defterime baştan sona yeşil galibarda mürekkebiyle özene bezene yazdığım bu şiirler, şimdi bakıyorum da hâlâ güzel ve isabetli şiirler! Ben o şairlerin kitaplarını; söyleyenim hatırlatanım olmadan, yani Türkçe hocalarımın, kör değneği ve donmuş `kıraat parçaları' ve 'gramer tatbikatı' dışında, bizi yeni eser ve yönelişlerden haberdar etmemelerine rağmen, nasıl da bulmuş, okumuşum; işte bunu hatırlamıyorum, nasıl olmuş da o şiirleri seçmişim.

Defterimdeki şiirlerin çoğu Cevdet Kudret, Yaşar Nabi, Ziya Osman ve Sabri Esat'ın şiirleri. Sonra Necip Fazıl, Kemalettin Kamu, Ömer Bedrettin ve Necmettin Halil'den örnekler ve tek tük, arada Cahit Sıtkı, Ahmet Muhip; yani en yeni iki şair."

Necatigil, Sabri Esat'ın yazılarının kitap halinde toplanmamış olmasının onun unutulmasındaki rolüne işaret eder ki bu tespit, adını andığı öteki şairler için de geçerlidir.

Kemalettin Kamu da hakkında yapılacak araştırmaları bekleyen nice şairimizden biridir. Memleket edebiyatının önde gelen şahsiyetlerinden olan bu lirik şair memleket edebiyatını propaganda malzemesi olmaktan kurtaranların başında gelir. Şiirlerinde kullandığı kelime sayısı 'dır. Tekrarlar çıkınca bu sayı 'ye düşmektedir. Doğrusu az şiir yazdığı için bu sayıya az denilemez. Göz 32, gün 27, baş 26, yol 26, gönül 23, anne 18 kere kullanılan isimlerdendir. Kalmak fiilinin 21, ağlamak fiilinin 19 kere geçtiği görülür. Şair yardımcı fiillerden olmak 47, demek 20, etmek 20, kelimelerini kullanmıştır ki, bunların sıfat ve isim olarak yer alan kelimelerle birlikte kullanılmış olmaları gerekmektedir.

Sözlerimi şairin unutulmaz mısralarının yer aldığı "Gurbet" şiiriyle bitiriyorum. Bu halk şiir geleneğinin şairlerimiz üzerindeki derin etkisini gösteren güzel örneklerindendir.

Gurbet e kadar acı
Ki ne varsa içimde;
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde!

Eriyorum git gide
Elveda her ümide
Gurbet benliğimi de
Bitirdi bir içimde.

Ne arzum, ne emelim
Yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde.

kaynağı değiştir]

  • Am G F E
  • Akdeniz akşamları bir başka oluyor
  • Am G F E
  • Hele bir de aylardan temmuz ise bambaşka
  • Am G F E
  • Sahilde insanlar kolkola sımsıcak
  • Am G F E
  • Coşmamak elde mi böyle bir akşamda
  • Am G F E
  • İşte ben böyle bir akşamda aşık oldum
  • Am G F E
  • İşte ben böyle bir akşamda aşık oldum
  • Am G F E
  • Aşık oldum

Nota[değiştir

Haluk LEvent-Akdeniz Akşamları Şarkısının şiiri

G&#;n Doğmadan Deniz
Deniz Daha Bembeyazken &#;ıkacaksın Yola
K&#;rekelri Tutmanın Şehveti Avu&#;larında İ&#;inde
Bir İş Yapmanın Saadeti
Gideceksin Astı Kırıkların &#;alkantısında
Balıkalr Balıklar Yoluna &#;ıkacak Karşıcı Sevineceksin
Dağları Silkeledik&#;e Deniz Gelecek Eline Pul Pul
Ruhları Sustuğu Vakit Martıların
Kayalıklarda ki Mezar Taşlarından Birden Bir Kıyamettir Kopacak
Deniz Kızlarımı Dersin Bayramlar Seyranlarmı
Gelin Alayları Teller Duvaklar Akasyalarmı
Hey Ne Duruyorsun Be At Kendini Denize Geride Bekleyinin Mi Var Aldırma G&#;rm&#;yormusun Her Yanda H&#;riiyet Yelken Ol Duman Ol Balık Ol Su Ol
Git Gidebildiğin Yere

Bu şiiri buldum fakat hi&#; biyerde lı yer yazılmamış.Ama HL orda bişey s&#;ly&#;funduszeue.infoımcı olursanız sevinirm



nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası