deniz feneri ramazan abi kimdir / Yeşilçam'ın İbrahim Uğurlu'suydu kimsesizlerin 'Ramazan Abi'si oldu

Deniz Feneri Ramazan Abi Kimdir

deniz feneri ramazan abi kimdir

Eğer zamanı geriye &#;evirebilseydim Deniz Feneri’ndeki herkesten bir şizofren kadar ş&#;phelenirdim

LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi

İşte karşınızda Uğur Arslan. Deniz Feneri programının kurucusu, yapımcısı ve sunucusu. Bir zamanlar televizyonun yıldızıydı, muhafazakâr kesimin Tarkan’ı. Hem yakışıklı hem iyi insan. Ne var ki bir süredir, yaklaşık dört yıldır, hayatı karardı.

Haberin Devamı

Deniz Feneri’ndeki yolsuzluk iddiaları ve davaları kabus gibi üzerine çöktü. O da dondu kaldı, kendi deyimiyle ‘görünmez’ oldu. İnsanlar kendisine selam vermemeye başladı. Ve geçenlerde gözaltına alındı. Ya tutuklanacak ya salıverilecekti. Nitekim dört günün sonunda serbest bırakılınca, o birikimin sonucu ağlamaya başladı. O gözyaşları, onun için yeni bir hayatın başlangıcıydı

/images//0x0/55eae2adffbb8f89cf*Deniz Feneri’ni kurmak nereden aklınıza geldi?
- yılıydı. İbrahim Uğurlu’yla ramazan programı yapmaya niyetleniyoruz. Daha doğrusu, Kanal 7 talep ediyor. Kafeteryada kara kara düşünüyoruz, “Nasıl bir şey yapsak?” diye
*Kafanızda bir prototip yok
- Yok. İbrahim diyor ki, “Eskiden yardımlaşma çok fazlaymış. İnsanlar, fakirleri iftar sofrasında ağırlarmış!” Bir ampul yanıyor kafamızda. Soluğu Kanal 7’nin yanındaki bakkalda alıyoruz. Diyoruz ki, “Abi senden şeker, un, yağ alıp Küçük Armutlu’da ihtiyacı olanlara dağıtacağız.” O da demesin mi, “Buyurun götürün, para-mara istemiyorum.” Çok etkileniyoruz, hem o bakkalı çekiyoruz hem de Küçükarmutlu’da kapısını çaldığımız o gecekonduda yaşayanları. Ve ertesi gün, görüntüleri yayılıyoruz
*Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
- Muazzam! Arayan arayana. “Bizim bakkala da gelin” diyenler, “Bize de yardım edin” diyenler. Arı gibi çalışıyoruz. Deniz Feneri birden bire patlıyor ve çok popüler oluyor. Ramazandan sonra, büyük bir marketler zinciri, sponsorluk yapmak istediğini söylüyor ve yıllarca sürecek süreç başlıyor.
*Siz de Deniz Feneri’yle birlikte büyüyor ve herkesin sevgilisi oluyorsunuz
- Öyle. Beni programdan takip edenler, şiirlerimi albümleştirmemi istiyor. Albümler tutuyor, insanlar şiirlerimi ezberliyor, sonra dizilerde rol almam söz konusu oluyor. Hepsi paralel gidiyor, hepsi de Deniz Feneri sayesinde!
*Ve ‘muhafazakâr kesimin Tarkan’ı’ ilan ediliyorsunuz
- Başka bir kanalda başlamış olsaydım, muhtemelen tabanım farklı olacaktı. Çünkü, imam hatip mezunu değilim, kolejde okudum, sonra İTÜ Sakarya ve ABD Robert de Niro’un New York’taki film akademisinde altı ay yönetmenlik eğitimi aldım. İşin gerçeği, kafamda yardım programı yapmak yoktu. Hayata, bir yerden tutunmaya çalışıyordum. Bir taraftan Savaş Ay’ın A Takımı’na özeniyorum, bir taraftan “Komedyen olsam ne iyi olur” diyorum, çünkü ABD’de “Senden iyi komedyen olur” demişlerdi. Bir taraftan da, “Şiirlerim, İbrahim Sadri’ninkiler gibi tutsa” hayalleri kuruyorum. Kendimi göstermek istiyorum, sanatçı olmak istiyorum. Ama kapılar, Deniz Feneri’yle açıldığı için, her şey başka bir yönde gelişiyor.
*O programdaki formül şahaneydi: Hem yakışıklı hem iyi insan. Bunun karşılığını nasıl görüyorsunuz?
- Müthiş bir ilgi. Her yerde insanlar saygı gösteriyor. Tabii aktivist bir ruhum da var, hoşuma gidiyor. Programa başladığımızda bizi uyarıyorlar, “Emniyetle başınız belaya girebilir. Yardım yapıyorsunuz, dernek ya da vakıf olmanız lazım!” ’de üç-beş kişi Deniz Feneri Derneği’ni kuruyoruz. Kurucu başkanım.
*Ve Türkiye’nin en popüler yardım derneklerinden biri haline geliyor. Paralar akıyor. Bu kadar çok paraya hükmettiğinizi görünce, kendinize farklı güçler vehmetmiyor musunuz?
- Hayır, çünkü bu kadar büyümek beni mutlu etmiyor. Hayallerim farklı. Aslında Türkiye’nin en büyük komedyenlerinden olmayı hayal ederken, bir yardım programının simgesi oluyorum. Ben dernekçilikten ne anlarım. ’de işler çok büyüyor. Dernekten izin istiyorum, onursal başkan oluyorum, yönetimi devrediyorum.
*Almanya ayağı ne zaman kuruluyor?
- Tam hatırlamıyorum ya ya
*Nedeni ne? Almanya’daki hayırseverleri örgütlemek mi?
- Evet. O yıllarda yurtdışından Türkiye’ye yardım getirmek yasak. Ama Almanya’dan da yardım etmek isteyen çok kişi var. Hatırlıyorum, o yıllarda bin Mark’a yakın bir para gönderiyorlar ama İçişleri Bakanlığı müsaade etmiyor. Mevzuata aykırıymış, para geri gönderiliyor. O yüzden Almanya’da da Deniz Feneri kuruluyor. Ama ben ’den sonra yönetimde yokum, sadece sunucuyum.
*Yardım paralarının gittiği yerler hakkında ne söyleyebilirsiniz? Başka yerlerde kullanıldığına dair bir sürü iddia var
- Program ekibi olarak, daha çok çekim yapılacak ailelerle ilgileniyorduk. Parayı toplamadığımız için ne kadar yardım yapıldı, meblağ ne kadar, para nerelere gittik bilmiyorduk.
/images//0x0/55eae2adffbb8f89cf*İddialar ortaya çıkınca ne yaptınız?
- Alman polisinin açıklamalarından sonra, programı durdurma kararı alıyoruz. Olan bana oluyor. Çünkü Deniz Feneri denince akla ilk ben geliyorum. Almanya-Türkiye Deniz Feneri’ni ayrımını yapan da yok, dolayısıyla kurunun yanında yaş da yanmaya başlıyor. Bir de Deniz Feneri, 10 yaşındaki çocuğum gibiydi, baba olarak biliniyordum. Böyle bir şaibe çöreklenince tepeme, hayatım kaydı.

Haberin Devamı

OLDUĞUM YERDE TAŞ KESİLDİM

Haberin Devamı

*İyi de, dünyadaki en kötü şey, yardım eden insanların iyi duygularının istismar edilmesi. Ortada bir yolsuzluk söz konusu. Bu yüzden vicdan azabı duymuyor musunuz?
- Kendimle ilgili vicdan azabı hissetmiyorum. O programda yıllarca güzel şeyler yaptık. Ama düşünmeden de edemiyorum: “Acaba, bu işi kötüye kullanan oldu mu? Hata yapanlar oldu mu?”; “İçin içini yemedi mi?” dersen, yedi. ’den beri hem endişe hem korku bulutları üzerime çöreklendi. O tarihten beri, hayatımın üzerinde bir kara bulut gibi dolaşan bu süreç bir an evvel bitsin, her şey aydınlansın, doğrunun ne olduğu anlaşılsın diye dua edip durdum.
*İnsanların en temiz, en masum duygularıyla oynandı. Bunun telafisi olabilir mi?
- Neyin ne olduğunu bilmiyoruz. Dava süreci netleştiğinde ve ortaya suç nedir, suçlu kimdir çıktığında, resmi daha iyi göreceğiz ve daha iyi yorumlayacağız. Kim kullanıldı? Ne oldu? Kim yaptı? Kimler yapmadı? Kimin suçu var? Kimin yok? Devam ettiği ve uluslararası boyutta karmaşık bir dava olduğu için, açıkçası kimseyi suçlamak istemiyorum.
*Hayatta birinin başına gelebilecek en kötü şey, insanlarının güvenini sarsmak mıdır?
- Evet, öyledir. Bu davada, biri hata yaptıysa, en başta benim güven duygumu sarsmış olur. Daha sonra da programı izleyen milyonlarca insanın.
*Utanç duydunuz mu?
- Utanılacak bir şey yapmadım. Ama büyük bir sıkıntı duydum. Çünkü içinde bulunduğunuz şirket veya dernekle ilgili bir sorun var. Siz de, oranın ekran yüzüsünüz.
*Nasıl bir bedel ödediniz?
- Bütün meslek hayatım sekteye uğradı, hatta durdu. Dört yıldır yerimde sayıyorum, sıfır ilerleme. Olduğum yerde taş kesildim, dondum kaldım. Beni tekrar normal hayata döndüren, savcının ifademi aldıktan sonra, herhangi bir suç unsuru bulmayıp serbest bırakması. Bunu öğrenince ağlamış olmam, beni tekrar insana dönüştürdü.

Haberin Devamı

Eğer zamanı geriye çevirebilseydim Deniz Feneri’ndeki herkesten bir şizofren kadar şüphelenirdim

DENİZ FENERİ’NDEKİ SUÇUM EVLADIMA OLAN İLGİSİZLİĞİM OLDU

*Gözaltına alındığınızda ne hissettiniz?
- Bir buçuk yıl önce, ifade vermiştim. Üstelik çağırmalarını beklemeden kendim gitmiştim. altı buçuk saat sürmüştü, sonra beni bıraktılar. Geçen hafta bir sabah kapı çaldı, eşim, “İki polis var kapıda, seni istiyorlar” dedi.
*O anda aklınızdan neler geçiyor?
- “Acaba bir iftiraya uğrar mıyım? Ben de cezaevine girer miyim?” Hepsi hızla geçiyor beyninden. En zoru, karım ve çocuklarımla vedalaşmak oldu. Memurlardan biri dedi ki, “İsterseniz saatinizi bırakın, orada kaybolmasın” Saati çıkardım. “Alyansınızı da eşinize verebilirsiniz” dedi. “Yok, o kalsın, biz sonra hallederiz” dedim. Çünkü biliyorum alyansı çıkarıp verirsem, Seçil çok fena olacak.
*O ne yapıyor o anda?
- Gözleri dolu, şaşkın şaşkın bakıyor. Çocuklarla vedalaştım arabaya bindim. Emniyetten Seçil’i aradım: “Ankara’ya götürüyorlar üç uçağıyla” dedim. O da bilet almış, baktım uçakta. İzin verdiler, yanıma oturdu, elimi tuttu. Sonunda Ankara emniyetine teslim edildik. Nezarette en fazla dört gün kalınıyor zaten. Sonra mahkemeye çıkıyorsun. Ya tutuklanıyorsun ya serbest kalıyorsun. Nezarethane ancak dört adım atabileceğin bir yer. “Burada yatacaksın” diye bir yer gösterdiler, her gece girip çıkanların ter kokusu sinmiş. Mukavva istedim, üzerine yaydım. Bir gün geçti çağırmadılar, ikinci gün çağırdılar. Baktım bir buçuk yıl önceki soruların aynısı. Cevapladım. Ama bırakmadılar. İşte o zaman telaşlandım. Dördüncü gün savcı ilk beni çağırdı, içeri girdim. O an, hayatımın en önemli anıydı, karar anı. Eğer tutuklanma çıkarsa, televizyonculuğum bitiyor, sanatçılığım bitiyor, kariyerim bitiyor. Çünkü ne zaman çıkacağınız belli değil. İddianame ne zaman hazırlanır, mahkeme ne zaman başlar, siz içerideyken suçsuzluğunuz ne zaman ispatlanır da dışarı çıkarsınız. Artık işime de, eşime de, çocuklarıma da dönemeyebilirim. Bir şey demedi savcı, “Şu kağıdı imzalayın” dedi, baktım salıverilme filan yazıyor. Hemen imzaladım, sanki acele etmezsem, kağıt bile o an tutuklama kağıdına dönüşecekmiş gibi Çıktım. Dışarıda, “Bize ne olacak” der gibi bakan dört kişi. İçeride savcı, yanımdaki polise dedi ki, “Uğur Bey’i salıveriyoruz, diğer arkadaşları nöbetçi mahkemeye sevk ediyoruz, onları alıp götürün.” Ama dışarıdaki arkadaşlarıma hiçbir şey söylemedim. Onlar tutuklandı.

Haberin Devamı

/images//0x0/55eae2adffbb8f89cf36bVİCDANIM ÇOK RAHAT

*Bu işle hiç alakanız yok mu? Yani sütten çıkmış ak kaşık mısınız?
- Vicdanım inan ki çok rahat. Gerçekten alakam yok. Orada şunu düşündüm: Beni cezaevine koyarlarsa, demek ki oradaki herkes suçsuz! Bu kadar net ve emindim kendimden.
*İki saatlik sorgu için dört gün göz altında kaldınız. Peki o sırada Türkiye Cumhuriyeti’ndeki diğer tutuklular, hapistekiler ve davası sürenler için empati yapıp onların da yok yere orada tutulması söz konusu olabilir mi diye düşündünüz mü?
- Acaba, “Suçu ispatlanana kadar her insan suçsuzdur” lafı ütopik mi diye düşündüm. Çünkü tam tersine, “Suçsuzluğunuz ispatlanana kadar suçlusunuz” durumu var. Nezarete girmişim, belki cezaevine de gireceğim, mahkemeler başlayacak. Suçsuzluğumdan eminim ama suçsuzluğum ispatlanana kadar suçlu muamelesi göreceğim
*Bu sürü insan bu durumda bu ülkede
- O gece, suçu günahı olmadan özgürlüğü kısıtlanmış bütün insanlar için Allah yardımcıları olsun diye dua ettim.
*Peki orada, birtakım gazeteciler sorgusuz sualsiz tutulurken, Deniz Feneri’nde farklı uygulamalar olması, eşitlik ilkesine aykırı değil mi? Sizi dört günde bıraktılar. Aylardır yıllardır içeride olanlar var
- Ama Deniz Feneri’nden dolayı da içeride olanlar var. Onları, onlarla kıyaslamak lazım. Benimle örtüşmüyorlar. Ben ifadesi alınmış, orada bekletilmiş ve ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmışlar grubundanım. Ama iki taraftan da, suçu henüz netleşmemiş ve cezaevinde         bekletilen insanlar var. Bu gerçekten üzücü bir şey.
*Zamanı geri çevirebilseydiniz neyi farklı yapardınız?
- Deniz Feneri’ne 24 saat mesaimi verirdim. Yönetiminden ve başkanlığından ayrılmazdım ve her türlü ilişkiden, her kişiden, bir şizofren derecesinde şüphe duyarak, bu işin sağlığı ve selameti için varımı yoğumu harcardım. Burada en büyük suçum, evladıma ilgisizliğim oldu.
*Kullanıldığınızı düşünüyor musunuz?
- Kendimi şimdiden şartlamak istemiyorum ama dava sonuçlandığında bunu gözden geçireceğim.
*Gazetede kendinizi ağlarken görünce ne hissettiniz?
- Tuhaf oldum. İlk defa kendimi ağlarken gördüm, sanki başka bir insanmış gibi geldi. Aslında ağlıyor gibi değil de, haykırıyor gibiydim, “Yanlış bir şey yapmadım, adalet de bunu onayladı, görüyor musunuz” haykırışı. Dört yıllık birikimin boşalmasıydı. O ağlamayla, ikinci hayatıma başladım. ’den geçen hafta salıverildiğim ana kadar, sanki yeryüzünde olmayan bir adamdım. Kimse beni görmüyordu, yoldan geçen insanlar bana selam vermiyordu. Eşiyle ve çocuklarıyla belki bu dünyada, belki de başka bir dünyada yaşayan, var olmayan bir adamdım. Görünmez adam. Şimdi tekrar aramaya,        sormaya başladı insanlar. Selam veriyorlar, kameralar yeniden çekiyor. Bu inanılmaz bir şey. Tekrar görünür hale geldim.

Haberin Devamı

28 YAŞINDA SEÇİL’İN EVİNE YEMEĞE GİDECEKTİM ANNEM İZİN VERMEDİ

*Eşiniz Seçil’le nasıl tanıştınız?
- Seçil’den önce anne babasıyla tanıştım. Annesi beni pek beğenirmiş. Tesadüfen Kazdağları’nda otellerinde kaldım. Ormanın içinde çok güzel bir taş otel. Annesi, “Kızımla mutlaka tanışmalısın” dedi, “ABD’de okuyor”. “Tabii çok isterim” dedim ama öylesine. Sonra bir gün ben İstanbul’dayken annesi, ikimizi Ortaköy’de buluşturdu.
*Eeee?
- Esmer, uzun siyah saçlı bir kız. Güzel ama ben o dönem sarışınlardan hoşlanıyorum. Sohbet ettik ama alakam yok. Annesi yine devreye girdi. Çanakkale’ye çekime gidecektim. “Seçil’i de getirir misin?” dedi. Yolda yine sohbet Bu sefer etkilendim. Çok güçlü ve dirayetliydi. İçimden, “Öyle bir kız ki, çocuk yap, bırak, gelmesen de olur, yıllarca bakar” gibi bir duygu geçti. Hani ben arazi adamıyım ya, sürekli dağda, bayırda çekimdeyim ya, iyi anne olur diye düşündüm. O da benim için benzer şeyleri hissetmiş.
*Sonra?
- Sonra bir-iki kere daha görüştük. Baktım, içimde bir şeyler alevleniyor. Gün geçtikçe de güçleniyor. Ulus’ta tek başına oturuyordu Seçil. Bir gün yemeğe davet etti. Ben de ailemle Maltepe’de yaşıyorum. Anneme dedim ki “Seçil diye bir arkadaşıma akşam yemeğine gidiyorum. Geç gelebilirim, beni bekleme.” “Kim o?” dedi, “Yeni tanıştığım bir kız arkadaşım” dedim. “Bekar mı?” diye sordu, yüzümden anladı. “Tövbe gidemezsin!” dedi. “Niye?” dedim. “O bekar, sen bekar. Olur mu şimdi? Nasıl bazı şeyler kız kardeşine yasaksa, sana da yasak. Geç saate kadar kalmaktan söz ediyorsun. Kesinlikle izin vermiyorum” dedi.
*Siz kaç yaşındasınız?
- Ama şaşırma, ben bir kızın elini de ilk defa üniversite son sınıfta tuttum. İlk defa da bir kızın evine 28 yaşında yemeğe gideceğim ama annem “Hayır!” diyor.
*Şaka mı bu!
- Yooo, gerçekten böyle. İzin vermedi. “Bari bir yarım saat gideyim, yemeğe kalamayacağımı söyleyeyim” dedim. Seçil’in evine geldim. Daha girer girmez, “Baksana, ekstra odam var. Akşam burada kalabilirsin, Maltepe’ye dönmek zor olur. Yarın sabah işe buradan git!” demesin mi? “Bırak uyumayı, seninle yemeğe bile kalamıyorum” dedim. “Niye?” dedi, “Annem kızıyor. Evlenmeden kimsenin evinde yemek yiyemezmişim!” dedim. “Peki ne yapacağız?” dedi. “Evleneceğiz” dedim. Güldü.
*Sonra?
- Ertesi gün annemle tanıştırdım ve gerçekten de bir süre sonra evlendik. Evlendik, öyle çıkmaya başladık Seçil’le.
*O zaman kadar hiç sevgiliniz olmamış mıydı?
- Olmuştu ama ben çekingen bir sevgiliyim. Annem beni böyle yetiştirdi. “Sakın hiçbir kızın günahını alma!” diyerek. Kız kardeşime ne söylediyse, bana da benzer şeyler söyledi. Ona “Erkeklerle gezme!”; bana da, “Kızlarla gezme!” Erkek arkadaşlarım benimle dalga geçerdi ama benim de gerçeğim bu. Üniversite sonda bir kızın elini tutmaya çalıştım ama onu da beceremedim.
*İlk kez kaç yaşında biriyle yattınız?
- Onu söylemesem olur mu?
*Tabii ki
- Kızlarla flört edemediğim de oldu. Seçil’i eve getirdiğimde, annem pek temkinliydi. İlk defa birini onlarla tanıştırıyordum, babamsa çok sıcaktı. Annem muhafazakârdır. Seçil özgür, bağımsız bir kız, örtülü de değil. Seçil’e “Bana bak, ben oruç tutuyorum, namaz da kılarım. Bir sıkıntı olur mu?” dedim, “Ne münasebet niye olsun” dedi. Ve sonra, “Madem çıkamıyoruz, evlenelim” dedik. Dokuz yıldır evliyiz.
*Birlikte neler yaptınız?
- Çok seyahat ettik: Roma’ya da gittik, Hacca’da, her yeri gördük. Üçüncü yıldan sonrada iki çocuğumuz oldu. Cebimizdeki son kuruşla oğlanı ABD’de doğurdu Seçil. Bunu çok istiyordu, ben de itiraz etmedim. Fakat zor bir doğumdu, ikinciyi Türkiye’de doğurdu. Ama kızımıza da Kanada pasaportu almak istiyor. Çocuk olayından sonra müthiş bağlandık birbirimize. Biz önce evlendik, sonra aşık olduk.
*Peki kadın hayranlarınızdan rahatsızlık duymuyor mu?
- İlginçtir, kadın hayranlarım arttıkça Seçil mutlu oluyor.
*Neden?
- Çünkü üzerimde inanılmaz bir emeği var. Beni çok yönlendirmiştir: “Şöyle söyle, şöyle giyin, şöyle dur, şöyle davran” Biraz düzgün bir adamsam, sayesindedir. Beni, kendi ürünü gibi gördüğü için de, hayranlarım arttıkça mutlu oluyor. Hatta farklı kesimlerden de hayranlarım olsun istiyor. Bizde, ‘Uğur made by Seçil’ durumları var. Beni kadınların beğenmesi şu anlama geliyor: Demek ki Seçil çok güzel bir iş ortaya çıkarmış. Ama tabii her zaman söyler: “Bana yamuk yapma, yoksa seni mahvederim!” Eder valla.
*Hiç itiraz etmediniz mi?
- Bana şekil vermesine, giydirmesine mi? Hayır. Uluslararası işletme okudu ve tekstille uğraşıyor. Giysi çiziyor ve üretime geçiyor. Çok da yetenekli, ürettikleri yurtdışında kataloglarla satılıyor. Onu tanımadan önce biraz salaş ve pasaklıydım. Arazi adamıydım ya, bana bir tarz oturttu, çeki düzen verdi. Beni iyi tanıyor, fiziğimi de. Onun sayesinde daha düzgün bir adam oldum. Bunun neresi kötü?

LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi

Yazarın Tüm Yazıları

Yeşilçam'ın İbrahim Uğurlu'suydu kimsesizlerin 'Ramazan Abi'si oldu

Yıl Konya'nın Seydişehir ilçesine bağlı Kozlu köyü. İbrahim Uğurlu nasıl bir evde doğdu?

İbrahim Uğurlu Konya'nın Seydişehir ilçesinde dünyaya geldi.

Konya Seydişehir'in Çavuş Yaylası'nın Kozlu köyü. Bir dağ köyü. 'da geldim dünyaya ben. Köy, çok yoksul bir köy. Yani arazisi olmayan, taşlık kayalık arasında bir köy. Köyümüzün yakınında bir köy var. Babam, o köyden benim annemi alıp kaçırıyor. Annem, 3 çocuk sahibi olduktan sonra ekin biçerken, tarlada doğum yapıyor. En son evladı benim annemin. Doğum yapıyor, annemi köye getiriyorlar. Beni birinin eline veriyorlar, eve geldikten sonra annem rahmetli oluyor. 23 yaşında Ben o yaşta kalıyorum. Beni birileri emziriyor, yapıyor ediyor

Yiyecek yok, içecek yok, o yok bu yok. Köyün en yoksulu da babam.

Sizi kim büyüttü?

Babam 3 tane çocukla ortada kalıyor. Düşünüyor, 'ne yapayım?', 'ne yapayım?' Annemin kız kardeşini istiyor babam. Bu çocuklara anca bunlar daha iyi bakar diye. Vermiyorlar. Dedem diyor ki, “Öbür kızımı 23 yaşında öldürdün. Çalıştırarak öldürdün, bu kızımı da sana vermem” diyor. Teyzem, dağa sapanla, öküzle tarla sürmeye gidiyor. Babam da takip ediyor. O tarlayı sürerken babam birkaç kişiyle beraber oradan teyzemi alıyor tekrar köye kaçırıyor. Bizim köye getiriyor. Teyzem de razı olmuyor. Sonra yine jandarmalar, babam başka birilerini giydiriyor onu yapıyor bunu yapıyor. Korkutuyorlar teyzemi. Bu sefer teyzemi razı ediyorlar. Teyzem bize bakmak için evde kalıyor. Çünkü ben onun kardeşinin çocuğum

Aradan zaman geçiyor. Teyzemden de 2 çocuk dünyaya geliyor. Sonra teyzem de ölüyor. O da rahmetli oluyor. 24 yaşında ölüyor… Baba şaşırıyor. ‘Ne oluyor?’ ‘Birisi 23 yaşında, biri 24 yaşında. İkisi de rahmetli oldu. Hem ondan 2 tane çocuk var hem bundan 3 tane çocuk var. ‘Ben ne yapacağım?’ diye şaşırıyor adam. Yiyecek yok, içecek yok, o yok bu yok. Köyün en yoksulu da babam. Neyse, geçti zaman artık. Büyüdüm. Abim biraz büyüdü. Onu çobanlığa verdi. Beni başka yerlere verdi derken biz fazla okuyamadık orada. 3'e kadar gittik.

Çam kozalağından acı ekmek

Babanızın yokluktan ötürü size yaptığı bir ekmek var, unsuz ekmek…

Artık babam yiyecek içecek için çabalıyor. Yani ne yapar? Dağlardan, ormanlardan meşe kozalağı topluyor babam. Onları getiriyor, damda kurutuyor. Kırıyor, onları un değirmenine götürüyor, öğütüyor. İçine bir şeyler de karıştırarak bize bakmaya çalışıyor. Yani acı ekmek, ekmek bile yok o zamanlar. Yemin ediyorum. Vallahi billahi ekmek bile yok

İbrahim Uğurlu çok küçük yaşta annesiz kaldı ve teyzesi ona annelik yaptı.

Yayladaki Ana Kadın

O zor günlere dair aklınızda en çok ne kaldı?

Köy aşağı yukarı bir hane. Birkaç tane koyunu olan insan var. Onlar da yaylaya çıkıyor. Bir gün babam dedi ki, gece aç yatmışız. Hepsi açlıktan ağlıyorlar ama ağlaya ağlaya uyudular. Bir tek eşeğimiz var, başka hiçbir şeyimiz yok. O da zayıf, yani böyle zor gidip geliyor. “Oğlum” dedi, “sabahleyin eşeği al, yaylaya doğru gel” dedi. “Ben seni bulurum, alırım seni. Şu çuvalları da alırsın, oraya gelirsin” dedi. Neyse, ben çuvalları aldım, eşeğin üstüne koydum. Bizim giyecek falan bir şeyimiz yok. Yani o zamanlar biz erkekler bile etek giyerdik. Buralara kadar etek giyerdik. Kıldan etek... O eteğin de her tarafında belki tane yama var. Önüne gelen yamamış, önüne gelen yamamış Ayaklarda ayakkabı yok. Ayaklar zaten çarık gibi olmuş… Ufacık çocuk ama öyle yani.

Neyse eşeği aldık, yukarı doğru çıktık, yaylaya doğru. Giderken işte otlardan alıyorum, onlardan yapıyorum falan karnımı doyurmaya çalışıyorum. Babamın yanına vardım. Babam beni aldı ormanın içine götürdü. Şöyle düşünmüş; orada meşe kömürü yakarlar. O kömürden yakmış üstünü kapatmış. O çuvallara koyacak, eşeğe saracak. Başka bir köye götürecek, başka bir ile götürecek. Onları satacak, oradan buğday alacak, mısır alacak. Oradan değirmene gidecek, değirmende bize un yapıp bizim karnımızı doyuracak… Biz vardık kömürün başına. Bana babam soruyor, diyor ki, “Gelirken giderken köydekiler eve ekmek getirdi mi? Çocukların karnı doydu mu? Yani bir şeyler verdiler mi?” “Hiç kimse bir şey vermedi.” “Tamam” dedi. Çuvalı verdi bana. Aşağıya indim. “Kömürleri doldur oğlum sen. Ben geliyorum” dedi.

O zamanlar biz erkekler bile etek giyerdik. Kıldan etek O eteğin de her tarafında belki tane yama var.

İbrahim Uğurlu'nun hayır girişimi bir televizyon programı ile başladı.

Babam ayrıldı oradan. Gitti, yarım saat sonra geldi. Ben çuvalın yarısını doldurdum. Bir mendil getirdi, mendilin içinde böyle sanki 3 tane bir şeyler var ama ne olduğunu bilmiyorum. “Bunu al oğlum, yukarı yaylaya götür” dedi. “Yaylada ana kadın var bunu ana kadına ver” dedi. Ben aldım o mendili, yukarı yaylaya çıktım. Böyle taştan evler vardı küçük küçük. Yayla evleri. Ana kadını bulduk, “bunu babam gönderdi” dedim. Taşın üstünde onu açtı. Baktı, baktı, baktı ona. Kadın duygulandı. Bana baktı. Kadının gözünden yaşların döküldüğünü anladım… Bana baktı tekrar yine. Dedi ki, “Karnın aç mı?” dedi. Dedim, “Aç”. “Gel” dedi. Onu da aldı çıkını. Yayla evine girdik. Bana bir şeyler yaptı, sıktı böyle. Sıkma, içine peynir koymuş. Elime verdi. Yedim onu. Nasıl açım ama… Ondan sonra o bir şeyler hazırlıyor. Yanıma geldi tekrardan, “Doydun mu?” dedi. Çok acı bir şey Vallahi, aklıma geliyor şu anda da… Dedim ki, “Doymadım”… “Doymadım” dedim. Bir daha sardı. Ondan sonra o çıkını arkama getirdi. O eteğin üstüne de sardı, “Hadi” dedi, “Bunu babana götür” dedi. Ondan sonra oradaki o mendildeki çıkını da verdi. “Bunları da yerine koysun” dedi.

Geldiğimiz zaman kardeşimiz yoktu

Mendilin içinde ne varmış?

O kadın baktığı zaman oradaki yumurtaları ben de gördüm. Keklik yumurtası, küçük küçük keklik yumurtası Kekliğin altından almış babam. Yani babam şöyle söylüyor, demek istiyor ki, ‘Benim sana verecek hiçbir şeyim yok. Ne param var ne pulum var. Benim çocuklarım aç. Bana bir şeyler verebilirsen ver. Benim sana verebileceğim bunlar var…’ Güle oynaya oradan seke seke geliyorum. Babamı gördüm. Çok uzaktan gördüm babamı. Babam eşeği sarmış beni bekliyor. Çok uzaktan bana “Verdi mi?” diyor. Sırtımı döndüm babama. “Verdi” dedim. Geldim babamın yanına. Babama o çıkını verdim. “Bunu aldığın yere koyacakmışsın” dedim. Ama o arada o keklik ötüyor. Nasıl ötüyor ama. Acı acı ötüyor keklik. Yani yumurtalarını kaybetmiş. Şu kadının yaptığı iyiliğe bak. Bu unutulur mu? Sanki o kadın o iyiliği yapmasaydı bunlar benim aklıma belki de gelmeyecekti belki. O kadının bana yapmış olduğu iyilik yani öyle yerlere geldi ki… Babam keklikleri yuvasına koymuş. Keklik sesi kesti. Şu kadının yaptığı iyiliğe bak. Hem kendine iyilik yapıyor hem bana yapıyor hem babama yapıyor hem çocuklara yapıyor.

Kız kardeşim vardı, bakamadığı için evlatlık verdi baba

Neyse babam geldi. Ben zannettim ki, babam sırtımdaki çıkıntı çözecek, içinden bir şeyler alacak. Öyle zannettim. Öyle yapmadı o baba. O baba, “kardeşlerinin yanına git bunların karnını doyur” dedi. Babam orada o çıkını çözmeden, eşekle beraber çavuşa gitti. Orada onları satacak, sonra gelecek. Ondan sonra da işte hamur yapacak. Ekmeği bile babam yapardı. Sonra işte biz büyüdük. Her birimiz dağılmaya başladı. Kız kardeşim vardı, bakamadığı için evlatlık verdi babam. Abimle beraber oduna gitmiştik. Çok seviyorduk kardeşimizi. Geldiğimiz zaman kardeşimiz yoktu. Babam onu evlatlık vermiş Konya'ya. Çok üzüldük, çok acıdık. Yani aradan 15 sene geçti. Arıyoruz, bulamıyoruz falan. Babam söylemiyor. ‘Onları rahatsız edersiniz, onun rahatını bozarsınız’ diye söylemiyor. Sonra İzmir'e geldim. İzmir'den sonra da askere gittim.

İbrahim Uğurlu'nun Deniz Feneri Derneği'nde bulunan İyilik Evi'nin kapıları herkese açık.

Gece geliyorum ahırın içinde bir yatakhane var tahtadan yapmışlar. Seni ahırın içinde yatırıyorlar.

Arada bir dönem var. Çobanlık yapıyorsunuz, evlatlık veriliyorsunuz değil mi?

Evet. Çok küçüğüm daha. Beni evlatlık diye aldılar ama meğerse evlatlık değilmiş. Beni sadece koyunları güttürmek için, keçileri güttürmek için almışlar. Beni öyle kandırmışlar. Babamı da kandırmışlar. Adamın evi var. Bir de ahırı var orada. Hayvanlar falan orada kalıyor. O da çok acı, o da çok acıydı Atlar var hayvanlar var, çok zengin birisi. Ben de çocuğum daha. İşte onların koyunlarını güdüyorum, keçilerini güdüyorum. Ufacık çocuk ya. Yani olur mu öyle şey? Böyle insanlık mı olur? Yemek getiriyorlar. Beni yanlarına almazlardı. Ahır kapısı açılırdı. Onun bir sesi vardı. Bir acayip sesi vardı. Açıldığını hissederdim yukarıdan. 'Yemek getirdiler' derdim. Bir çorbayla biraz ekmek getirip bırakırlardı. Yani öyle geçti. Orada da evlatlık olmadığımı anladım. Oradan da çıktım. İzmir'e gittim. İzmir'de şeker fabrikasında çalıştım. Ondan sonra askere gittim. Askerden sonra sinemadan bir arkadaş beni zorla İstanbul’a getirdi.

Babam o benim, ben onu biliyorum

Yıllar sonra babanızı nasıl buldunuz?

Askerden sonra ben sinemada kaldım. Bir sene kaldıktan sonra burada evlendim. Evlendikten sonra babam aklıma geldi. Köyden babam göçmüş. İzmir Çırpı köyüne göçmüş. Artık babam gözümde tütüyor yani. Ayrıca tekrar evlenmiş babam. Babamı bulmaya gittim İzmir’in Çırpı köyüne. Oraya vardım. Dedim “Konyalı Sarı Mehmet, Bahçıvancı Mehmet varmış burada”. “En sondaki ev” dediler. Küçük bir bahçe. Orada marul şu bu yetiştiriyor. İzmir'e satmaya götürüyor. O şekilde geçimini sağlıyor. Yaz daha girmemiş, pırasa dikiyor.

Babamı ziyarete gittim babam beni tanıyamadı

Neyse, adam beni getirdi. Bir tane ev yapmışlar. Tahta bir kapısı var, kapıyı açtı. Adam oradan bağırdı “Mehmet” dedi. Babam döndü baktı. “Misafirin var” dedi. Çok uzaktan böyle baktı baktı. Tanıyamadı. Yine pırasa dikmeye başladı. Sonra ben o kapıdan içeriye girdim. Böyle babama doğru gidiyorum. Ama seneden beri görüşmemişiz. Yaklaştık. Bir elinde çomak, bir elinde pırasa. Böyle yanıma doğru yaklaşıyor. Ama daha hala tanıyamıyor beni. Ama ben Babam o benim, biliyorum. Yaklaştık yaklaştık. Hala daha acaba Şöyle baktı bir. Şöyle baktı yine. “İbrahim sen misin?” dedi. Elindeki o pırasalar düştü. Çomak düştü. Sarıldık ettik…

Uğurlu, Yeşilçam filmlerinde genellikle kötü karakterleri canlandırıyordu.

Dönüm noktanız askerlik oluyor herhalde. Arkadaşınız sizi İstanbul’a davet ediyor. Yeşilçam'a giriyorsunuz. Nasıl oldu?

Askerde benim hiç kimsem yoktu. Baba yok, ana yok. Mektuplarımız gelmezdi. O çocuk da beni iyi anlamıştı. Mektup gelmediği zaman, param gelmediği zaman o çocuk bana destek veriyordu. İyi arkadaş olduk orada. Sonra tezkereyi beraber aldık. ‘Ben İzmir'e gideceğim’ dedim. ‘Hayır’ dedi. ‘Sen İzmir'e gitmeyeceksin’ dedi. ‘Ben seni İstanbul’a götüreceğim’ dedi. Beni İstanbul'a getirdi. Evinde misafir etti. gün misafir etti. Ettikten sonra Yeşilçam'a götürdü beni. O kahveleri gezdirdi. Artistleri tanıttı. İşte bu Sadri Alışık diyor. Bu Ayhan Işık diyor. Böyle herkesle tanıştırıyor. Orada meğerse hem bu işin yöneticisiymiş hem de oyuncusuymuş. Bu şekilde böyle devam ettik orada. Böyle bir 3 ay kaldık. ‘Gideceğim’ diyorum. ‘Yok, hayır’ diyor. Bana o evin içinde bazı hareketler öğretiyor. ‘Şöyle yapacaksın böyle yapacaksın’ diyor. Beni orada bırakmak istiyor yani. Öyle dersler verdi ki bana. O bana çok büyük fayda sağladı. Her gittiği yere beni de götürdü. Bu şekilde kaldık.

Keşke oralarda olmasaydım

35 yıl.

35 yıl ama o 35 yılı ben saymıyorum.

film

Yani evet. Hiç saymıyorum onu. Keşke oralarda olmasaydım di̇yorum. Keşke.

Parasızlıktan vapurlardan kaçak geçiyordum

Parasızlık orada da yakanızı bırakmamış değil mi?

Orada da yoktu öyle bir şey. Biz çekime gidiyorduk. Geldiğin zaman paranı alamıyordun. Çek, senet veriyorlardı. Onlar da bir ay, bir buçuk ay, iki ay, üç ay öyle şey yapıyordu. Üsküdar'da oturuyordum. Orada yani inan ki yol parasını bile veremediğimiz için vapurlardan kaçak geçip gidiyorduk.

Yeşilçam'da hiç mi güzel anınız yok? Birçok ünlü oyuncuyla tanışmışsınız.

Hiç önemli değil. Yok be abi. Yok. Benim hiçbir anım kalmadı orada. Sevmedim şimdi de nefret de ediyorum yani.

İbrahim Uğurlu Yeşilçam'ın ünlü oyuncularından biriydi.

Kanser diyorsunuz Yeşilçam için…

Oraya giren kişi gerçekten bir kansere yakalanmıştan daha fazla kötü. Yani orası kanserin üstünde kanser. Çok insanlar ziyan oluyor orada. Yani öyle genç kızlar ziyan oluyor ki. Öyle genç çocuklar ziyan oluyor ki.. Alıştırıyorlar oraya. Artık onun hayatı bitiyor yani. O başka şeyler istemeye başlıyor. İş de alamıyor. Bir kere oynatıyorlar, iş de alamıyor. Bu sefer çocuk bunalıma giriyor. Bunalıma girdiği zaman anasına da zarar veriyor babasına da zarar veriyor. Kendine de zarar veriyor. Yani bitiyor onun işi. Onun için çok… Tamam güzel. İyi yapılsa güzel. Ama maalesef yani hem insanları kullanıyorlar hem para vermiyorlar hem de ne bileyim…

Yeşilçam, kanserin üzerinde kanserdi

İnsanların üzerinden para kazanıyorlar?

Öyle tabii, insanların üzerinden para kazanıyorlar. Bizim tane kahvemiz vardı mesela. İşler bittiği zaman orada otururduk. Prodüksiyon Amirleri gelir oraya, o kahvelerin önünde dolaşır. Yani kim var kim yok. Hangi oyuncu boşta. Hangi teknisyen boşta. Kahvede kim oturursa otursun herkes o oradan geçtiği zaman böyle Cam vardı O camın önünden geçtiği zaman herkes dönüp bakardı. Yani acaba. Beni çağıracak mı? Önce film yapanlar mesela lira alıyorsan o anda oturuyorsun çünkü boştasın. Gitmek zorunda kalıyorsun. O zaman seni 50 liraya çalıştırıyor. Onun için insanın kanının emildiği bir yer orası. Ama şimdi değil, şimdi iyi. O zamanlar öyleydi.

Bir de Yeşilçam'da bazı ideolojik şeyler sizi rahatsız etmiş. İslam'a karşı olan özellikle. Doğru mu?

Bunlar şimdi bile var kızım ya. Bence ayrım şu anda bile var yani. Eğer ki sen Müslümansan, sen namazında niyazındaysan, sana pek iyi bakmıyorlar. O zamanlar da öyleydi. Yücel Çakmaklı vardı mesela. Zor kalıyordu burada. Osman Sınav vardı. Onlar namazında niyazındaydı ama mecbur kaldıkları için en iyi yönetmenlerden birileriydi onlar… Mecbur kaldıkları için onlarla ilişki kuruyorlardı.

Devrimci ve solcuyduk

Şöyle bir not okudum. “Ben o yıllarda sosyalizme yakındım” demişsiniz. Öyle miydiniz?

Aynen öyle. Öyleydik. Solcuyduk biz. Devrimci ve Solcuyduk o zamanlar. İdamla bile yargıladılar bizi. 10 sene Selimiye'ye gittim geldim.

Darbe döneminde mi?

Tabii. O Dev-Gençlerin olduğu zamanlar, ben o zaman DİSK'e (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) üyeydim DİSK'te denetim kurulundaydım. Ankara'ya yürüdük biz. Ankara'ya yürürken bizim resimlerimizi falan çekmişler. Halbuki Ankara'ya biz sigorta için yürümüştük. Ama bazı arkadaşlar da başka niyetle yürümüşler. Biz de onların arasına karıştığımız için bizi de de suçlu ilan ettiler. Selimiye'ye çağırdılar. Selimiye'de 10 sene yargılandık. Dışarı çıkışımız yasaklandı. Yani o zaman çoluğumuza çocuğumuza bakamadık. İş yok güç yok, çok zor günler geçti o zamanlar. Çok zor günler geçti.

İşportacılık yapalım yani pazarlarda bir şeyler satalım dedik. Mahmutpaşa'ya geliyordum. Oradan çorap alıyordum, atlet alıyordum.

Ondan sonra bir içsel yolculuğa mı çıktınız? Çünkü mesleki olarak da bırakıyorsunuz Yeşilçam'ı. İşportacılığa başlıyorsunuz.

Yani evet. Yeşilçam'da o zamanlar pis filmler falan çekilmeye başlanmıştı. Onu yediremedik biz kendimize, böyle şeyler yapmak istemedik. ‘Ne yapayım?’ diye düşündüm. En iyisi işportacılık yapalım yani pazarlarda bir şeyler satalım dedik. Mahmutpaşa'ya geliyordum. Oradan çorap alıyordum, atlet alıyordum. Pazarlara gidip satıyordum onları. Ve geçimimi öyle sağlıyordum.

İşportacılık günleriniz ne kadar sürdü?

Süre olarak birkaç sene sürdü. Zor oldu benim için. Yani şöyle diyenler de olmuştu orada. Ben tam pazar yerinin içine giremiyordum. O zamanlar biraz o sinemadan tanıyorlardı ediyorlardı falan. 'Aaa bak' diyorlardı, 'aç kalmış bilmem ne yapıyor', 'ay zavallı'.. Olsun önemli değil benim için… ‘Ne derse desinler’ diyordum ben. Devam ettim işime. 2 sene falan sürdü. Ondan sonra TRT'den işler geldi. 10 sene TRT'de çalıştım anlaşmalı olarak.

Ne görev yapıyordunuz?

Orada set amirliği yapıyordum. Kurtuluş'un görsel efektlerinin hepsini ben yapıyordum. Bütün o patlamaları, işte arabaların devrilmelerini, yağmurunu, karını, fırtınasını hepsini ben yapıyordum. Nereden baksan kişi vardı çalışan etrafımızda. Bayağı bir katkımız oldu. Yeşilçam'dayken de öyleydi mesela. Biz tek iş yapmazdık. Makyajını yapardık. Dekorunu yapardık. Çayını yapardık. Bavulunu taşırdık. Yani her işi yapardık. Her işi yaptığın için orada seni bırakıyorlardı. Seni kullanıyorlardı yani. Seni hizmetçi gibi kullanıyorlardı

“Biz bir hayır işi yapalım..”

Sonrasında Kanal 7 kuruluyor. yılında da bir Ramazan Programı konuşulmaya başlıyor. Sizi nasıl buldular, nasıl dahil oldunuz bu projeye?

Özkul Eren diye bir arkadaşımız vardı. Osmancık'ı, Küçük Ağa'yı çektikten sonra orada Sanat Yönetmeniydi. Yücel Çakmaklı yönetmendi. Ben de Set Amirliği yapıyordum. Çok iyi anlaştık Yücel Çakmaklı'yla. Özkul Eren'le çok iyi anlaştık. Bunlar da Kanal 7'nin sahibi Zekeriya Karaman'ı iyi tanıyorlarmış. Zekeriya Karaman ona demiş ki, 'biz bir televizyon kuracağız, etrafınızda temiz insanlar varsa onlarla beraber yapalım bu işi'. Özkul Eren de bizi topladı. Zekeriya Karaman'la buluştuk, Reşitpaşa'ya gittik. Bir reklam ajansıydı orası.

İbrahim Uğurlu Deniz Feneri Derneği ile yoksullara yardım ediyor.

Bir tek uydusu vardı, başka hiçbir şeyi yoktu. Harabe bir yerdi. Benim set amirliğim var, dekorculuğum falan var ya ondan faydalandılar. Orasını 15, 20 gün içinde temizledik. Yaptık ettik ve canlı yayına başladık. Çok güzel gitmeye başladı. Güzel programlar başladı. Sıra geceleri başladı. Bayağı bir aldı yürüdü. Halbuki Kanal 7, 3 aylığına kurulmuştu orada. Ama bu olaylar gittikçe, güzelleştikçe kalmaya başladı. Bir de Ramazan girdi. Ramazan girdikten sonra da Zekeriya Karaman şöyle bir şey söyledi, 'biz bir hayır işi yapalım' dedi. Allah razı olsun kendisinden. Yani o eğer ki o bizim önümüzü açmasaydı bu hayır işini orada yapmamış olsaydık böyle bir şey yoktu şu anda. İşte öyle yola çıktık Uğur (Arslan) ile beraber. Bir Ramazan günü…

Ama ne yapacağınızı bilmiyorsunuz…

Hayır bilmiyoruz. Hiç ne yapacağımızı bilmiyoruz. Oradan yola çıktık. Bir hayır işi olduğunu biliyoruz ama ne olduğunu bilmiyoruz tabii ki. Kar da yağıyordu. Bayağı bir kar yağıyordu. Oradan aşağı doğru indik, bir bakkal dükkanının önüne geldik. Aşağıda Armutlu var ama hep gecekondular, hep yoksul aileler var. Bakkala girdik. Oruçluyuz. Fakat hiçbir zaman da oradaki adam o güne kadar oruçlu değil. Yani 60 yaşında var ama hiç oruç tutmamış. O gün oruçlu ama o adam.

Neyse içeri girdik. “Arkadaş bugün Ramazan.” “Eee?” “Aşağıda birkaç tane gecekondu var. Yoksul aile var. Oruç tutuyorlar. Onların sofrasına bir şey koymak ister misin?” Saat 1, falan. Adam acıkmış, oruç da tutmuş. Yani o gün anlamış Müslümanlığın ne olduğunu. Orucun ne olduğunu anlamış o gün… “Ne istiyorsanız alın” dedi. Ben bir taraftan, Uğur bir taraftan birer poşetle. Çok pahalı şeyler almıyoruz. Bulgurdur, fasulyedir. Böyle şeyler almaya başladık. Sonra onları getirdik rafın oraya koyduk. Adam onları gördü, tatmin olmadı gitti oradan tane tavuk getirdi. Sucuk getirdi, pastırma getirdi, peynir getirdi, yığdı orasını. “Bunları da koyun” dedi. Onları da koyduk. “Parası?” “Yok” dedi.

İlk defa böyle bir şey yapıyoruz. Ne söyleyelim? Birbirimize bakıyoruz. Dedik ki, 'Ramazanlık erzak getirdik'

Bakkal iyiliğin kapısını açtı, peki evi nasıl buldunuz?Aldık onları yürüdük. Çok kar yağıyordu ama. Müthiş kar yağıyordu. Oradan küçücük bir gecekondu tamamen kapanmış, kardan kapanmış. 2 tane küçük penceresi görünüyor. Yani böyle kapı tamamen kapanmış kardan. Aşağıda merdiven var. Onları çıktık. Birkaç adım attık. Kapıyı çaldık. Uğur bir tarafta ben bir tarafta. İlk defa yapıyorum böyle bir şeyi. Ne olduğunu da bilmiyoruz. Karşımıza ne çıkacağını da bilmiyoruz. Ondan sonra kapıyı çaldık. Çıkmadı kimse. Bir daha çaldık, o karlar falan dökülmeye başladı. Sonra kapı açıldı. Allah Allah. Biri çıktı, bir anne. Başörtülü bir anne. Tertemiz bir insan.

‘Hayrola oğlum’ dedi. Biz de ilk defa böyle bir şey yapıyoruz. Ne söyleyelim? Birbirimize bakıyoruz. Dedik ki, 'Ramazanlık erzak getirdik' dedik. Kadın duygulandı. Ağlamaya başlayınca arkadan iki tane daha çocuk geldi. Annesinin birisi eteğinden tuttu birisi de öbür eteğinden tuttu. Çocuklar da ağlamaya başladı. Anne ağlıyor, çocuklar ağlıyor. Küçüklüğüm aklıma geldi. Çöktüm oraya ağlamaya başladım. Anne ağlıyor, o ağlıyor, o ağlıyor, perişan olduk. Neyse sonra kendimize geldik. İçeri girdik. İçeride hiçbir şey yok. Engelli bir çocuk yatıyor yerde. Bir tane daha var, o yatıyor orada. 2 çocuk yanında Artık o bizim ailemiz oldu. O çocukları büyüttük. O çocuklara, oraya ev yaptık.

Kapısını çaldığınız ilk evde, o hanım size bir şey söylüyordu yanlış hatırlamıyorsam?

Tabii ya. Unuttum ben orasını. Doğru. İçeri girdik. Şöyle dedi, “Bunların babaları öldü. Biz de taşınmaya karar verdik. Köye gidecektik. O anda düşünürken kapıyı siz çaldınız” dedi. Evet, öyle söyledi. Sonra biz onları göndermedik. Onlara baktık, sonuna kadar baktık. Şu anda onlar delikanlı. Belki de evlendiler bilmiyorum ama buraya gelip yardım ediyorlarmış yalnız.

Kapıyı çaldınız Şehir ve Ramazan olarak. Ama bu sonra öyle bir ses getirdi ki programlıktan çıktı.

Yani evet. O anda Şehir ve Ramazan'dı. Gerçekten hakkından gelinmemeye başlandı. Sonra işte Kanal 7'deki yöneticiler dediler ki, ‘bu böyle olmaz’. ‘Biz bunu dernekleştirelim’ denildi.

Böyle insanlar da mı varmış dediler

Telefonlar susmuyordu değil mi?

İbrahim Uğurlu yoksul bir aile ile sohbet ediyor.

Tabii. Nasıl geliyor ama. Dedim ya o zamanlar hakkından gelemiyordun yani. Başka dernek yoktu, bizden başka dernek yoktu. Hiçbir yardım kuruluşu da yoktu. Hepsi bizden 4 sene sonra, 5 sene sonra kurulmaya başlandı. Şimdi binlerce dernek var. Yani köylerde bile dernek var şu anda. Mahallelerde bile dernek var. Okullarda bile dernek kuruldu. Gençler dernek kurmaya başladı. İyiliğin ne kadar güzel bir şey olduğunu onlar da anlamışlar.

Şehir ve Ramazan, bir Ramazan günü başladı ama 1 ay devam ettik. Etraf nasıl oluyor biliyor musun? Gelen paranın, eşyanın haddi hesabı yok. Yani biz artık başladık, her gün bir yerdeyiz. Her gün bir yerdeyiz. Gördükçe insanlar, ‘Ya böyle insanlar da mı varmış?’ demeye başladılar. Mustafa Kutlu, Allah ona güç kuvvet versin. O abi ismini de koydu, Deniz Feneri Derneği olarak. O şekilde Deniz Feneri kurulmuş oldu. Deniz Feneri olarak da çok güzel işler yaptık biz. Gerçekten söylüyorum.

O başladığımız zamanlar var ya, yani memleketin durumu gerçekten çok acıymış ama kimse bunu bilememiş biliyor musun? Kimse görmemiş, kimse görmek istememiş… Bu memleketin halini İşte 23 sene, 24 sene önce. Bunlar varmış aslında bunları kimse görmek istememiş. ‘Bırak böyle yaşasınlar’ demişler.’ Bırak gebersinler’ demişler. Gerçekten öyle söylemişler…

Dernek kuruldu ve siz yollara düştünüz

Artık yavaş yavaş mektuplar gelmeye başladı Deniz Feneri'ne. Telefonlar gelmeye başladı. Biz köylere çıkmaya başladık. Şehirlere gitmeye başladık. Öyle insanlarla karşılaştık ki. Öyle yoksul ailelerle karşılaştık ki. O engelli çocuklarımız var ya, onları ahırların ta dibine kadar… Dibinde onlara bakıyorlardı. Zincire vuruyorlardı onları. Ölsün diye bakıyorlardı onlara. Biz bunları yapa yapa, çıkara çıkara

Allah bin kere razı olsun. Kimden biliyor musun? Şu andaki Cumhurbaşkanımızdan. Allah bin kere razı olsun diyorum. O adam ne yaptı biliyor musun? Buna el attı, bu işe el attı. Bütün engelli kardeşlerimize maaş bağlattı. Bakana da maaş bağlattı. Şimdi onlar nerede biliyor musun? Evin en güzel köşesinde onlara bakılıyor. Bundan güzel bir şey olabilir mi? Bu yeter. Bunun sevabı yeter.

Düşün tane, tane ev yaptık teslim ettik biz insanlara. tane okul yaptık teslim ettik. Sağlık Ocağı yaptık teslim ettik. Yani nasıl anlatayım? 5 milyon insana ulaştık. Bir tek burada değil. Bütün Afrika tane ülkeye gidiyoruz. Onlara da yardım ediyoruz. Yani daha ne yapacağız kızım ya?

Biz bu Türkiye’yi nerden baksan kere tur atmışızdır. Köylerine, kış demedik yaz demedik. Bırakmıyor yani, o aileler bırakmıyor.

Derneğin gönüllüsü olarak yakinen biliyorum. Siz bu 20 yıl içinde çok kez hastalandınız, mikrop kaptınız, hastanede yattınız. Fiziki olarak şartlarınız zor aslında

Hiç durmadık. Yani biz bu Türkiye’yi nereden baksan kere tur atmışızdır. Köylerine, kış demedik yaz demedik. Bırakmıyor yani, o aileler bırakmıyor. Gece uyuyamıyorsun. Sabah olsa da kalksam gitsem diyorsun. Gerçekten gece gündüz yol yaptık. Artık onu ezberlemiştik. Mesela herhangi bir şehre gidiyorduk. Şehrin tepesine çıkıyorduk, ‘Hangi evde yoksul var? Hangi evde yoksul yok?’ Onu anlıyorduk biliyor musun? ‘Kimin bacası tütüyor, kimin bacası tütmüyor?’ Bacası tütmeyen eve gidiyorduk. Yani gerçekten söylüyorum tam dört dörtlük tam oraya da varıyorduk.

Sadece Türkiye'de değil, bütün Afrika, tane ülkeye gidiyoruz

Bu işin emekliliği var mı?

Bu işin emekliliği mi? Öldükten sonra emeklilik, öldükten sonra Ben öyle diyorum yani. Allah benim canımı diyorum, bir yoksulun kapısında alsın diyorum. Çok güzel olur. İnşallah öyle olur…

İnsanların girmeye çekindiği evlere, kokudan ya da o şartlardan… Siz hep girdiniz. İnsanların yaklaşamadığı insanlara banyo yaptırdınız, ellerinizle yemek yedirdiniz…

Bak ben bunları unuttum. Sen hatırlıyorsun. Gerçekten söylüyorum. Evet.

İbrahim Uğurlu Deniz Feneri ile çıktığı bu hayır yolculuğunun ömrünün sonuna kadar devam edeceğini söylüyor.

Bu nasıl bir duygu?

Bilmiyorum. Yaptıkça yapasın geliyor. Gördükçe daha iyi şeyler yapasın istiyorsun. Yani başkalarına da örnek olmak istiyoruz. Başkaları da yapsın istiyorsun. Yani bilmiyorum. O nasıl bir şey bilemiyorum. Kendini artık koyuveriyorsun. Yani diyorsun, ben bunu yıkayacağım diyorsun. Yıkıyorsun yani onu. Temizliyorsun, yatırıyorsun. Yediriyorsun, içiriyorsun. Altını alıyorsun. Altını aldığım çok insan oldu yani.

Ve bunu kameraları çıkarttıktan sonra yapıyorsunuz?

Tabii onlar olmaz. Onlar görüntüye girmiyor kızım.

Allah’ım beni elden ayaktan düşürme.. Canımı bir yoksulun kapısında al

Hiç iğrenmediniz mi Ramazan Abi?

Yok, öyle bir şey aklıma gelmiyor. Gelmiyor yani. Onu gördükten sonra aklına gelmiyor bir şey. Yani o hastayı o durumda gördükten sonra hiçbir şey yok Terk etmiş gitmişler. Onu bir getireceksin, bir yere oturtacaksın, onu kendine getireceksin yani. Onu yıkarsan, temizlersen, ona bir şeyler verirsen, onunla ilgilenirsen o ayağa kalkıyor.

Mesela bir yerde bir engelli çocuğumuz vardı. Onu tavuk kümesine koymuşlardı. Önünde bir tane tas koyup, böyle tavuğa koyar gibi. Tesadüfen giderken baktık, böyle tavuk kümesinin içinde, battaniyenin içinde birisi oynuyor. Uğur'a dedim ki, 'Bu ne?' Tavuk kümesinin açtık şöyle, battaniyeyi aldık. Engelli kardeşimiz, çocuğumuz… Battaniyenin altında. Onu aldık, dışarı çıkardık. Arabamız da var o zaman bizim. Her şeyimiz var arabada. Yiyeceğimiz, içeceğimiz, elbisesidir, ayakkabısıdır. Her şey var onda. Çeşme de var orada. Yaz günü de.

Çıkardık çocuğu oraya. Güzel önce bir yıkadık onu. Güzel bir traş ettik. Temizledik. Üstünü başını giydirdik. Yedirdik içirdik. Kapının önüne oturttuk. Akşam anneleri babaları geldi bahçeden. Gittiler tavuk kümesine baktılar, çocuk yok orada. Çocuk karşılarında oturuyor aslında… Yani çocuklarını bile tanıyamadılar. Böyle çok güzel şeyler yaptık. Allah razı olsun bağışçılarımızdan. Bağışçılarımız olmasaydı biz bunları yapamazdık. Biz her şeyimizi onlara borçluyuz. Gerçekten Allah onlardan razı olsun.

İbrahim Uğurlu, Nuriye Çakmak Çelik / GZT Röportaj

Son soru. En çok hangi duayı ediyorsunuz?

‘Allah’ım beni elden ayaktan düşürme’ diyorum. ‘Allah’ım beni elden ayaktan düşürme’ ‘Benim canımı bir yoksulun kapısında al’ diyorum..

En fakir zengin: Ramazan abi

Herkes onu 'Ramazan abi' olarak tanıyor. Ramazan programı için nasıl çekim yapacaklarını bile bilmeden yola düştükleri gün 'başım üşümesin' diye dekorların arasından aldığı şapka onun ayrılmaz simgesi artık. Hikayesi, yılında Konya'nın Seydişehir ilçesine bağlı dört bir yanı dağlarla çevrili bir Yörük köyünde başlıyor.

Arazisiz ve tarıma elverişsiz bu dağ köyünün en yoksul ailesinin büyük oğlu olarak doğan 'Ramazan abi', hayatın ilk zorluğuyla dünyaya gelir gelmez karşılaşmış. Tarlada gerçekleştirdiği doğumda rahatsızlanan annesi doktor imkanlarından yoksun olduğu için en fazla iki ay dayanabilmiş ve henüz 23 yaşındayken bebeğini kundakta bırakarak vefat etmiş. Ceviz bekçiliği yapan babası, nöbetçiliğini yaptığı tarlalardan kendisine ücret olarak verilen cevizleri başka sebzelerle değiş tokuş ederek karınlarını doyursa da, bu iş onların üzerlerine giyecekleri kıyafetler almalarına yetmediği için İbrahim Uğurlu'nun çocukluğuyla ilgili olarak aklında kalan en bariz şey, elbiselerindeki yamalar ve yalın ayakları..

"Biri görür de ekmek verir diye yavaş yürüyordum"
O günlere dair anılarını aktarırken, “Nasıl bir fakirlik yaşıyorduk ki, üzerimde kıldan yapılmış bir entari vardı, dizlerime kadar. Üzerinde belki elli almış tane farklı renklerden oluşan yamalar vardı. Ayakkabı ise çok lükstü. Yalın ayak geziyor, aç yatıyorduk. Dağlara kömür çıkarmaya giden babamın arkasından yürürken yollardan yavaş yavaş ilerliyordum, belki biri görür de ekmek verir düşüncesiyle" diyerek duygulanıyor.



İlkokul üçüncü sınıfa kadar gidebildiği eğitim hayatı, babasının şiddetinden kaçarak sığındığı annesinin köyünden dayısıyla birlikte ayrılmasıyla son bulmuş. Askere gidene kadar Konya ve İzmir'de çeşitli fabrikalarda çalışarak hayata tutunmuş. Askerlik günleri ise onu 40 yıl sürecek Yeşilçam macerasına sürüklemiş. Dublörlük yapan arkadaşının yanında kimi zaman dublörlük kimi zaman oyunculuk yapan Uğurlu, bazen gelmeyen aktörlerin yerine yedek oyuncu olmuş, bazen kendisine özel roller yazılmış. Sinema yaşamına dekor ve efekt hazırlayarak devam ederken kendisini Kanal 7'nin kurucu kadrosu arasında bulmuş. Ve bu vesileyle hayatının en önemli ve güzel yolu önünde açılmış..

"Programa ilk yardımı, ömründe ilk defa oruç tutan marketçi yaptı"
Ömrünün kalanını şekillendiren ve Deniz Feneri Derneği'ne dönüşerek milyonlara ışık tutan bu dönüm noktasını şöyle aktarıyor İbrahim Uğurlu; “ yılındayız, Ramazan ayı geldi. 'Bir program yapalım' dedik ama hiçbir fikrimiz yok. İstişare yaparken dedik ki, bir fakirin sofrasına iki lokma koyalım. Ama nasıl yapacağız? Kanaldan çıktık, elimizde bir mikrofon, arkamızda bir kamera.. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Kanalın yakınında alışveriş yaptığımız küçük bir market var. Uğur ile (Arslan) oraya gittik. Marketin sahibi hayatında oruç tutmamış bir adam. Tevafuk o gün oruç tutuyormuş. Açların halini mi hissetti, oruç kalbini mi yumuşattı bilemiyorum. 'Biz bu akşam bir fakirin kapısını çalıp sofrasına oturacağız. Elimiz boş gitmeyelim, destek olur musunuz' dedik. Adam ayağa kalktı ve 'Dükkan sizin' dedi. Biz öyle çekiniyoruz ki torbaya bir şeyler koymaya. Bizim elimiz neye varmıyorsa adam gelip onu torbaya atıyor, sanki bir el bizi de onu da yönlendiriyor."

Marketten ellerinde poşetlerle şaşkınlıkla çıktıktan sonraki durakları Sarıyer'de bir gecekondu mahallesi olmuş ikilinin. Ramazan ayının kış mevsimine denk geldiği o yıllarda karlara gömülmüş bir evi gözlerine kestirip çekinerek kapısını aramaya koyulmuşlar. İlk çalışlarında açılmayan kapı bir süre sonra aynı şaşkınlığı yaşayan bir kadın tarafından açılmış. İbrahim Uğurlu'yu hayatının sonuna kadar 'Ramazan abi' yapacak olan dönüm noktası da bu kapının ardında saklı..

“Evde hiçbir şey yok ne yapacağım derken siz geldiniz"
Anlatmaya devam ediyor; “Kadıncağız kapıyı açtı, ellerimizde poşetler karşısında dikiliyoruz. Ne diyeceğimizi bilmiyoruz. Aklımıza 'Ramazanlık gıda' kelimesi geldi. Biz size 'Ramazanlık gıda hediye etmek istiyoruz kabul ederseniz' dedik. O sırada kadının küçük çocukları da gelmişti içeriden, bizi görünce korkudan ağlama başlamışlardı. Söylediklerimizi duyunca kadın da başladı ağlamaya. 'Bu çocukların babası 15 gün önce öldü. Evde hiçbir şey yok. Ben şimdi ne yapacağım diye düşünürken siz geldiniz.. Böyle bir şey var mıydı Türkiye'de, kim kime yardım ediyor ki..' diye diye ağlıyor kadın. Şöyle bir içeri baktım, kadına baktım, kendi çocukluğum geldi aklıma. Çekildim bir köşeye başladım ağlamaya.. Haberim bile yok kameranın çektiğinden. O gece telefonları kilitlendi kanalın. Herkes yardım etmek istiyor. İşte Deniz Feneri'ni fişekleyen, o marketteki adamla bu çaresiz kadındır.."


'İyilik Hareketi' böyle başladı..
O geceden sonra hayatında hiçbir şey aynı olmadı İbrahim Uğurlu'nun.. O artık kimsesizlerin, yetimlerin Ramazan abisi olup yollara düştü, 81 ilde 'den fazla köy gezdi, bu yolculuklar sırasında defalarca hastalandı, arabaların çıkmadığı dağ yollarında taşıdığı koliler nedeniyle belinde fıtıklar oluştu ama hiçbir zorluk karşısında pes etmedi ve yılını tamamladığı bu iyilik yolundan asla vazgeçmedi.
Çünkü o yıl Ramazan ayı bitti ancak 'Şehir ve Ramazan' programı bitirilemedi. Gelen yoğun yardım talepleri ve bağış yapmak isteyenlerin çokluğu programın isminin 'Deniz Feneri' olarak değişerek haftalık bir program olarak devam etmesine neden oldu. Gelen yardımları koyacak yer kalmadığı ve bir televizyon programı bu yükü kaldıramayacağı için yılında Deniz Feneri Derneği kuruldu.

“İnsanlar fakirliği unutmuştu, gösterdik"
Ramazan abi, “Elimizde bir kamera ve iki poşetle düştüğümüz yolların bir derneğe dönüşüp milyonlarca mazluma dokunacak bir yardım eli olmasını asla beklemiyordum ama insanlar böyle bir şey bekliyormuş demek ki" diyor ve “Çünkü biz ekranlardan gerçek fakirliği gösterdik. İnsanlar fakirliği unutmuştu" diye devam ediyor.


“Nerede ölürsem orada bitecek"
“Çok zor şartlar altında 20 yıldır emek verdiniz hiç pişman oldunuz mu" sorusuna “Asla" diye cevap veren Ramazan abi, “Nasılsa öleceğiz, varsın bu yolda ölelim" diyor. Nereye kadar devam edecek diye sormamıza ise izin vermiyor: “Bu işin emekliliği olmaz, son nefesimi nerede verirsem bu iş orada biter." 40 yılını film setlerinde geçiren İbrahim Uğurlu, “Yeşilçam'da kalsanız ne olurdu" sorumuza, “Orada geçen otuz kırk seneme yanıyorum, keşke bu işe daha önce başlasaydım. Sinema benden çok şey aldı ama hiçbir şey vermedi. Dünyanın en güzel işini yapıyorum ben. Birini sevindirmek, bir yarasını sarmak, ona umut olmak, duasını almak. Bunlardan güzel ne olabilir" cümleleriyle karşılık veriyor.

“Son nefeslerini veren analara evlatlık yapmak nasip oldu"
Kendi yardım öyküsünü “İğrenmek nedir bilmedim, Allah bildirmedi" sözleriyle özetliyor mazlumların Ramazan abisi İbrahim Uğurlu. “Kameramanların, ekibin, hatta o mahalleden insanların kokudan giremediği yerlere girdim, o insanları kucakladım, altlarını temizledim, banyoya götürdüm yıkadım, kıyafetlerini değiştirdim. Bunları yaparken de aklıma hiçbir olumsuz şey gelmedi. Son nefesini veren analara evlatlık etmek bile nasip oldu. Harika insanlarla tanıştık, binlerce çifte yuva kurduk. Bir sürü torunum var şimdi benim.." diyerek anlattığı Deniz Feneri hikayesi, aldığı sayısız hayır duası ve bin bir umutla devam ediyor Ramazan abinin.


Abone OlGoogle News

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası