yolum aşka düştü pdf / Aşkın İstilası Yol - Metin Hara | PDF

Yolum Aşka Düştü Pdf

yolum aşka düştü pdf

Güçlü Sancaktar ailesinin ağabeyi Mehmet Sancaktar’ın aşka giden hikâyesinde yaşananların hızına yetişemeyecek, temponun hiç düşmediği bu kitapta adrenaline ve aşka doyacaksınız.
Kurallarından ödün vermeyen kararlı bir insanın kişiliğine ve
tüm yöneticilik vasıflarına sahip olan Mehmet Sancaktar’ın hayatındaki her şey
bir düzenin parçasıydı. Ta ki işi ve sorumluluklarından oluşan hayatına ansızın giren Komiser Esmer, ona bildiği her şeyi unutturana kadar
Huysuz, rahat ve biraz da dağınık olan Komiser Esmer’in hayatta herhangi
bir ilkesi yoktu. İstediği tek şey, intihar eden babasını o sona götüren gerçeği bulup intikamını almaktı. Ancak ulaştığı her gerçek, anıları arasında kaybolmuş sırları ve ihanetleri de ortaya çıkaracaktı.
Sığınacak hiç kimsesi kalmadığında ve her şeyden vazgeçmeye hazır olduğunda Esmer’e kaybettiği umudu veren Mehmet’e önce hayatını, sonra da kalbini teslim edecekti. Çünkü aşktan daha büyük bir duygu varsa o da güvendi ve
Esmer her ikisini de Mehmet’te bulmuştu.
Sancaktar ailesine veda ettiğimiz bu final kitabında, aşkın tutkuyla harmanlanıp tüm olmazlara rağmen mutluluğa teslim olduğuna şahitlik edeceksiniz.
Ve bu hikâyede, birbirinden farklı dünyaları olan iki yabancının
bir oluşunu okuyacaksınız.


Soluksuz okuyacağınız bir macera ve her satırında size kendini hissettirecek amansız bir aşk hikâyesi

Aşkın İstilası Yol - Metin Hara

%(1)% found this document useful (1 vote)
2K views pages

Description:

Aşkın İstilası Yol - Metin Hara

Original Title

Aşkın İstilası Yol - Metin Hara ( funduszeue.info )

Copyright

Share this document

Share or Embed Document

Did you find this document useful?

%(1)% found this document useful (1 vote)
2K views pages

Original Title:

Aşkın İstilası Yol - Metin Hara ( funduszeue.info )

HARA

AŞKIN İSTİLASI
DESTEK YAYINLARI:
KİŞİSEL GELİŞİM: 34

‘‘AŞKIN İSTİLASI’’ YOL / METİN HARA


Yayına Hazırlayan: Özlem Esmergül

Her hakkı saklıdır. Bu eserin aynen ya da özet


olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı
izni alınmadan kullanılamaz.

Genel Yayın Yönetmeni: Ertürk Akşun


Editör: Özlem Esmergül
Son Okuma: Devrim Yalkut
Kapak Tasarım: İlknur Muştu
Sayfa Düzeni: Cansu Poroy

Destek Yayınları: Mayıs ( Adet)


Baskı: Haziran
Yayıncı Sertifika No:

ISBN
© Destek Yayınları
İnönü Cad. 33/4 Gümüşsuyu Beyoğlu / İstanbul
Tel:() 22 42
Fax:() 22 43
funduszeue.info
[email protected]
funduszeue.info DestekYayinevi
funduszeue.info

İnkılap Kitabevi Baskı Tesisleri


Matbaa Sertifika No:
Çobançeşme Mah. Altay Sk. No: 8
Yenibosna – Bahçelievler / İstanbul
Tel: () 11 11
METİN HARA

AŞKIN İSTİLASI

YENİÇAĞIN DERVİŞİ’NDEN
AŞKIN, YENİDEN DOĞUŞUN,
FARKINDALIĞIN,
SINIRSIZLIĞIN, DEĞİŞİMİN VE ŞİFANIN
YOL REHBERİ

İllüzyonu Aşmak ®
Bu Kitap
TEK’e İthafen
Bütün İçin Yazılmıştır
Bir süre önce bir can üflenmiş bana
Bir hamur yoğrulmuş evrenin bir köşesinde
İsmi de “Metin” konmuş
Hep borçlu hissetmiş kendini bu dünyaya
Sazlıktan kopan bir ney olmuş
Ödünç aldığı bir “can”la
Anlam üflemeye çalışırmış yaşamına
İşte o hamuru yoğuran
Kanseri yenen, beni yetiştiren,
Kahramanım anneme

Sana söz veriyorum anne!


Başka bir dünya yaratılacak

Oğlun Metin
Bu Kitap
TEK’e İthafen
Bütün İçin Yazılmıştır
RUHPARÇASI

Bu kitapta “yol” boyunca insanın ruhsal


yolculuğu konu ediliyor Bu nedenle
günümüzde var olan dinlerden, doğanın
dilinden, evrensel kanunlardan, fizik
yasalarından ve ezoterik bilgilerden birçoğu
kitabın içerisinde yer almaktadır.
Kitapta herhangi bir inanç sisteminin
yaratıcısının adının geçmiyor olması bilinçlice
verilmiş bir karardır. İçeriğin evrenselliğinin
korunması açısından, kitabı okurken herhangi
bir tarafta olmadığımı, sadece ve sadece
hakikatin elçisi olduğumu belirtmek isterim.
“Varoluş” insan yaratımı kelimelere
sığmayacak kadar evrensel bir olgudur. Okurken
kendi dinini, kültürünü ve doğrularını bu
kelimelerin yerine koyabilir ve burada
yazılanları kendi kalbine yerleştirebilirsin.
Lütfen “Benim inandığım doğrudur, gerisi
yanlıştır!” gibi önyargılı bir üslup takınma. Bu
tutumla asla bütüne hizmet edemezsin. Bütün
yaşam formlarının aynı uyanış yolculuğunda
olduğunu hissetmen; din, dil, ırk, renk, yaş ve
kültür ayrımı yapmadan, her yolun aynı hakikate
vardığını hatırlamanı rica ederim.
Herkesin aslında senin de ruhparçan
olduğunu hatırlaman dileğiyle

Hoşgörüyle, aşkla, uyanışla


“BİR”lik bilinci yayılıyor!
METİN HARA

yılında İstanbul’da genetik bir


hastalıkla dünyaya geldim. Faktör 8 proteinin
eksikliğinden kaynaklanan kan pıhtılaşmaması
sorunum vardı. Babamdan genetik bir miras
olarak aldığım bu hastalık bütün çocukluğumu
istila etmiş, yaşam kalitemi hayli düşürmüştü.
Bunun yanı sıra ’ün üzerinde uyarana karşı
yüksek alerjik reaksiyon gösteriyordum. Ailem
için ağır mesai ve özel bakıma ihtiyacı olan
hastalıklı bir çocuktum. Güneşe, bahara, güneş
kremine, sabuna ve polene maruz kaldığımda
hastanelik olur, ağır kortizonlu iğneler
vurulurdum.
Zaman içinde hastalıklarımı kendi başıma
iyileştirebildiğimi ve kontrol altına alabildiğimi
fark ettim. Henüz 12 yaşındayken ellerimi hasta
olan bölgelerimin üzerine koyduğumda,
bedenimdeki ağrıları azaltabiliyordum.
Kontrolü zor ve yaramaz bir çocuk olarak
hemen her gün düşer yaralanırdım ya da
hassasiyetimden dolayı yediğim pek çok şeyden
dolayı karın ağrıları çekerdim. Hastalanan
bölgelerimin üzerine ellerimi koyduğumda kısa
sürede acılarımı dindirebildiğimi fark ettim.
Deneyimlerim arttıkça hislerim ve iyileştirici
yeteneğim de artmaya başladı.
İyileştirici becerimden aileme söz ettiğimde
tabii ki bana inanmadılar. 15 yaşındayken, bir
arkadaşımın annesi, kendi hastalıklarımı
iyileştirebildiğimi keşfettiğinde bana bu konuda
eğitim almam gerektiğini salık verip konuyla
ilgili profesyonel uygulamalara beni yönlendirdi.
Spiritüel eğitimim süresince öğrendiğim her
şeyi kendi üzerimde deneyerek çalıştım ve
zaman içinde bütün alerjilerim geçti, kanımdaki
8 faktör sentezlendi ve deneyimlerim giderek
somut veriler ortaya koymaya başladı.
Üsküdar Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra
18 yaşındayken başka insanların tedavilerine de
destek olup onların hayatlarına yardımcı
olabilecek bazı uygulamalar yapmaya başladım.
Hastaları dinleyip, problemlerinin zihinsel
nedenlerine ulaşarak, bunları nasıl
çözebileceklerini anlatıyordum.
O dönemde gelen bir telefon, ailece bütün
hayatımızı değiştirecek olan trajik olayı haber
verdi. Babam trafik kazası geçirmişti, bedeninde
kırkın üzerinde kırık vardı ve ölüm döşeğinde
yoğun bakımda yatıyordu. Yaklaşık bir yıl
boyunca hastanede kaldı. Yatalak olmuştu Ben
ve ailem hem uzun hem de maddi-manevi hayli
sancılı bir döneme girmiştik. Öğrencilik
yıllarımda hedefim mühendis olmakken,
babamın fizik tedaviciler tarafından ayağa
kaldırıldığını gördüğümde İstanbul Üniversitesi
Çapa Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve
Rehabilitasyon Bölümü’ne girmeye ve insanların
hayatlarına dokunmaya karar verdim.
Amerikan Hastanesi’nde babamı her ziyarete
gittiğimde, yoğun bakım odasına girdiğim
sırada, onun bütün grafikleri alçalmaya başlar,
bana gayet olumlu reaksiyonlar verirdi. Normal
şartlarda sadece sabah ve akşam 10’ar dakika
yoğun bakım odasına girme iznimiz olduğu
halde, benim babam üzerindeki etkimin farkında
olan doktorlar, gece yarısı bile yoğun bakım
odasına girmeme izin verirlerdi.
Çapa’da okuduğum bu yıllarda, yoğun
bakımdaki başka hastaların da yanlarına gittim.
Yoğun bakım ünitelerindeki hastaların
bilinçleriyle iletişime geçebiliyor, reaksiyon
vermelerini sağlıyordum. Elbette bunun sadece
bana özel bir yetenek olmadığını biliyorum.
Aslında her insan, gayet aktif kullandığı beş
duyusunun ötesindeki pek çok algılamalara da
sahiptir. Yazık ki pek çok insan bu
yeteneklerinin farkında bile olmadıklarından,
yapabilecekleri çok şeyi yok saymaya devam
ediyorlar.
Babam, bir buçuk yıl sonra iyileşti. Sadece
benim şifalarımla iyileştiğini tabii ki
söyleyemem. “İyileşmek” tamamen babamın
kendi seçimiydi. O artık sağlıklı olmak istediğine
karar vermişti ve nihayetinde ayağa kalktı.
Çapa’da Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
Bölümü’nde okurken ilk iki sene içerisinde
küçük seminerler vermeye de başladım. “İnsan
sağlığına nasıl daha bütüncül bakılır, nasıl
koruyucu hekimlik yapılabilir, nasıl kendi
kendimizin doktoru olabiliriz?” konularıyla ilgili
kişisel eğitimler veriyordum.
İyileşmesine destek olduğum kanser
hastalarıyla birlikte giderek eğitimlerime karşı
talep de artmaya başladı. Başarılarım kulaktan
kulağa yayılır olmuştu. İlk hastam Türkiye’de
yaşayan ve kanser hastası olan bir kadın
misyonerdi. Birlikte çalışmaya başladıktan kısa
süre sonra iyileşme gösterdi. Onun iyileşmesinin
ardından, uyguladığım tedavi yöntemi çok daha
fazla insan tarafından bilinir hale geldi. Sessiz
sedasızca başlayan ilgi dalgası giderek yükseldi.
Tıbbi eğitimimin yanı sıra Uzakdoğu,
Avustralya, Hindistan, Mısır, Fas, Çek
Cumhuriyeti, Amerika, Nepal, Sırbistan,
Romanya ve daha dünyanın pek çok ülkesinde
değerli hocalardan Spiritüel eğitimler aldım. 19
yıl boyunca bu eğitimlerde farklı teknikler
öğrendim ve bunları geliştirmek için çok ciddi
zamanlar harcadım. Günde sekiz saat kitap
okuyup, beş saat boyunca meditatif egzersizler
yaparak kendimi eğittiğim, tam mesaili bir süreç
yaşadım.
Seneler içerisinde “beden-zihin-ruh tıbbı”
olarak tanımladığım birçok tekniğin de eğitimini
aldıktan sonra enerji tıbbı uzmanı olarak, enerji
tekniği bilgimi modern tıp bilgisiyle
sentezleyerek etkin bir tedavi ekolü
benimsemeye çalıştım. İçimdeki sonsuz aşka
tam güven ve teslimiyet duyarak geliştirdiğim
tekniklerle, profesyonel olarak bütüncül tıp ile
tedavi çalışmaları yapmaya başladım.
Çalışmalarım kısa sürede Türkiye’de ve dünyada
tıp camiasında büyük yankı uyandırdı.
Bu uzun yolculuk sırasında öğrendiğim en
önemli bilgi; insanın kendine ve içindeki ustaya
güvenmesi gerektiğiydi.

“İnsan hayatındaki her problem ve her hastalık


onun zihninde yaratılır”

Eğitimlerime katılan öğrencilerimle ve


iyileşmesine yardımcı olduğum hastalarımla
birlikte pek çok kişinin mucize dediği, aslında
mucize değil, sadece hakikat olduğunu
deneyimlediğimiz sayısız olaylar yaşadık.
Tıbben iyileşmesi mümkün olmayan çok
insanın, onulmaz hastalıklarının nasıl şifa
bulduğuna şahit olduk. Böylece eğitimlerime
olan ilgi ve talep de yükselmeye devam etti.
yılında beni yetiştiren hocalarımın da
teklifiyle Çapa Devlet Hastanesi Fizik Tedavi ve
Rehabilitasyon Bölümü’nde doktora
öğrencilerine “Tamamlayıcı Tıp” konulu dersler
verdim.
Bundan beş yıl kadar evvel, insanlığın
aydınlanmasını hedefleyen “Trust Human-
İnsanagüven” projesini başlattım. Bu projeyle
beraber yurtiçi ve yurtdışında birçok hastanın
tedavisine de yardımcı oldum. “İnsanagüven”i
kurduğum ilk zamanlar birçok astroloğun,
şifacının, yaşam koçu ve kişisel gelişimcinin
şimşeklerini üzerime çektim. Sahip olduğum
bilgiyi ve yeteneği 8 haftalık eğitim
programlarıyla başka insanlara da öğretmeye
başlamam, bazı Spiritüel hocaları rahatsız
etmişti. Çok eğitimci ve mastır bana “Bizim
yıllardır uğraşıp yapamadıklarımızı sen sadece 8
hafta içinde başka insanlara nasıl öğretebilirsin?
Bu imkânsız!” dediler. Bütün bu eleştirel
yaklaşımlara verdiğim sadece tek bir cevabım
vardı benim: “Sizin çırak olarak gördüğünüz bu
insanlarda, ben birer usta görüyorum”
“İnsanagüven” çatısı altında bugüne kadar 50
binden fazla öğrenci mezun edip onları bu gönül
yolculuğuma da ortak ettim. Mezunlarımızla her
yıl kendimizin organize ettiği bir yardım festivali
kapsamında bir araya gelmeye devam ediyoruz.
Bu faaliyetlerimizle birlikte bunca zaman sonra
birbirine yardım etmeye hazır insanlardan oluşan
kocaman bir “İnsanagüven” ekibi çıktı ortaya.
Kendi kalbimizden başlayarak her defasında
yeni bir kalple büyümeye, iyileşmeye ve
iyileştirmeye inandık. Festival programlarında
15 bin kişinin aynı anda meditasyona oturduğu,
on binlerce sevgi dolu dosta sahip olan
“İnsanagüven”in bugünkü hedefi bütün bu
çalışmaları Amerika’ya ve Avrupa Birliği’ne de
taşımak.
12 yıldır verdiğim eğitimlerin sekiz haftalık
program kapsamındaki ilk dersi “İllüzyonu
Aşmak” insanın kendisine doğru attığı ilk
adımdır. Eğitim üçlemesinin ilk kitabı olan
“İllüzyonu Aşmak”ta, beyin dalgalarını
düşürmeyi, stresi azaltmayı, enerjiyi
yönlendirmeyi, blokajları çözmeyi, şifayı, enerji
bedenlerine dokunmayı ve düşünce gücüyle
maddeye hükmetmeyi anlatıyorum.
Sen bu kitabı satın alarak kendin için yeni bir
adım attın. Ben de sana yürüyeceğin “yol”u
sunuyorum.

funduszeue.info
“Hayalperestler olmasaydı;
Hiçbir realist yerden ayrılamazdı.
Ben de bir hayalperestim işte!
Sonsuz bir yolda, sonlu adımlar atarak
sonsuzluğa varmaya çalışıyorum”
ÇÖLDE ORMAN

Bir zamanlar kurak toprakların ortasında


yetişmiş, yalnız ve görkemli bir ağaç varmış. Bu
ıssız çöl sarılığına nereden geldiğini düşünüp
durur, kuraklıkta nasıl var olduğunu bir türlü
anlayamazmış
Gölgesinde dinlenen seyyahlara masal
anlatır, bedevilere ve yolunu şaşmış bahtsız çöl
kaçkınlarına uçsuz bucaksız yeşil ormanların
masalını anlatırmış Susuzluğun içinde, kendini
bile güçlükle beslerken, gıdasının büyükçe bir
payını meyvelerini büyütmek ve geliştirmek için
ayırırmış. Gelen geçen yolcular, onun bu yersiz
çabasına güler, bedbinliğiyle eğlenirlermiş. “Ey
zavallı ağaç; bu koca çöl kumunda senin kıtlıkta
beslenen meyvelerinin içindeki o âciz tohumlar
yeşermezler. Hadi diyelim yeşerdi, onların
filizlenmesi mümkün değildir. Hadi diyelim
filizlendi de. Bu iklimde çölün ortasında meyveli
ağaç yetişmeyecektir” diyen yolcuların,
hayalperest ağacın haline gülmekten karınlarına
ağrılar saplanırmış.
İnsanlar; dünyanın her köşesinde ve her
ikliminde yine her zamanki gibi çok bilmeye,
lakin daha az anlamaya inatla devam edip
durmuş. Çölün ortasında yeşermiş ve şimdi
kendilerinin de gölgesine çekilip dinlendikleri şu
ağacın hakikatini görmeyip, ahkâm kesmekte hiç
beis görmemişler.
Çöl ağacı; insanların kendisine bakıp da
göremediği umudu, o tohumlarda görürmüş.
Zaman böylece akıp gitmiş, mevsimler
defalarca değişmiş Tohumlar nihayetinde
toprağa kavuşmuş. Kabuk kırılmış, karanlık çöl
kumunun derinliklerinden ışığa doğru bir
yolculuk başlamış. Yalnız bir ağacın hayali,
milyonlarca insanın gerçeğine isyan etmiş.
Seneler sonra yaşlı bir adam, yanında
torunuyla aynı bölgede dolanırken, seçtikleri
büyük bir ağacın altına oturup soluklanmışlar.
Yaşlı adam torununa kendi çocukluğunu
anlatmaya başlamış ve “Biliyor musun evladım;
ben daha senin gibi bir çocukken buralar uçsuz
bucaksız çöldü” demiş. Torun etrafa şaşkınlıkla
bakarak “İyi de dedeciğim, kocaman bir çölün
ortasında nasıl bu kadar büyük bir orman
oluşabilmiş?” diye sormuş. Dede hayranlıkla
etrafına bakıp, gölgesinde dinlendikleri ağaca
dokunmuş ve gözleri dolarak şöyle demiş:

“Asla bir tohumun potansiyelini küçümseme


evlat!
Bir gönül, bir hayalle birleştiğinde dünyada
cennet yaratılır”
“AŞKIN İSTİLASI” BAŞLIYOR

Artık “AŞKIN İSTİLASI” başlıyor sevgili


ruhparçam!
Biliyorum; şu an cehennemin ateşleri seni
yeterince sarmış yakarken buna inanman hayli
zor. Bence inanma zaten Çünkü sen “O”nun
suretisin ve senin görevin inanmak değil,
“YARATMAK”
“An” içinde bambaşka bir dünya yaratılıyor
ruhparçam!
Biliyorum zihnin giderek daha da karşı
çıkıyor sana. Her şey daha kötüye gidiyor.
Karamsarlık kaplıyor içini bütünüyle Ama sen
karanlığın, öfkenin, nefretin içine doğdun. Senin
görevin düşünmek değil, “YANMAK”
Bambaşka bir hakikat var ruhparçam!
Biliyorum çok geliştin zaman içinde. Çok
fazla bilgi depoladın. Bir sürü diplomalar aldın.
Çok çalıştın. Bunlara rağmen yine de mutlu
olamadın değil mi?
Şunu bilmelisin ki:
“Bilgeliğin anahtarı bildiklerini unutmakta
yatar.”

Senin görevin öğrenmek değil,


“ANLAMAK”
Bambaşka bir aşk var ruhparçam!
Biliyorum canın çok yandı. Biliyorum
insanlara çok kez kırıldın. Günlerce ağladın.
Defalarca bir daha âşık olmayacağına yemin
ettin. Tutabildin mi peki sözünü ruhparçam?
Kalbindeki o ufacık kıvılcımı söndürebildin mi
yalan gerçeklerinle? Senin görevin âşık olmak
değil, “AŞK” olmak
Bambaşka bir “yol” var ruhparçam!
Bu bizim seninle olan hac yolculuğumuz,
kendi benliğinden içeriye giden. Cehennemde
başlayıp, cennette biten Senin görevin kutsal
toprakları bulmak değil, bastığın her karış
toprağın kutsal olduğunu anlamak
Bambaşka bir hikâye var ruhparçam!
Gözlerini kapattığında hayalini kurduğun,
içinde hep hissettiğin, vazgeçmiş gibi gözüksen
de asla vazgeçmediğin
İnsanoğlunun hikâyesi henüz tamamlanmadı
ruhparçam! AŞK’ın mısraları dökülmeden
tamamlanmayacak da
Bizim görevimiz bu hikâyeyi okumak değil,
“YAZMAK”

“Tohum toprağa düştüğünde, ışık karanlığa


indiğinde, hakikat yanılsamaya vardığında,
cennet cehennemde yandığında, birkaç damla
mürekkep bir kâğıda düşecek İşte o zaman
aşkın istilası başlayacak Bir kitapla bir gönül
birleştiğinde AŞK kâinatı kuşatacak!
Ve şunu bil ki:
Zamanı gelince aşk bedeni istila edecek! İşte
o zaman, iki kişi bir olacak. Aşk, toplumları istila
ettiğinde, ülkeler bir olacak ve bütün AŞK’la
kuşatıldığında; din, dil, renk ve bütün ekonomik
farklar eriyecek. Herkes varoluş aşkında
buluşacak! Ayrımlar eriyecek, sınırlar tamamen
yok olacak”

Her kitabın bir kahramanı vardır ruhparçam!


Bu kitabın kahramanı sadece sensin.
Cehennemden başlayıp cennete doğru uzanan
bir yol üzerinde yürüyeceğiz seninle.
Bu yolda kaybolmaktan korkma Her an
kaybolmak da mümkün zira. Yolunu
bulamadığın an, elini kalbine koy ve şunu sor
sadece:
ŞİMDİ “AŞK” NE YAPARDI?

– Metin! Keşke bizlerin de sonunda


mutluluk duyacağımız kararları nasıl
almamız gerektiğini gösteren bir
pusulamız olsaydı! Hayat ne de güzel
olurdu o zaman
– O pusuladan bir tane var
Göğüskafesinde saklı.

Elinde tuttuğun kitap, sıradan bir kitap değil


sevgili ruhparçam. Yolculuğumuz boyunca
dediklerimi yapar ve zihnini susturmayı
başarırsan, bu sayfaların seninle konuşmaya
başladığını da işiteceksin.
Seninle buluşmak üzere aslında benim de
sana doğru yola çıktığımı anlayacaksın
Sesimi duyamadığın zamanlarda kulaklarını
tıka ve kalbini aç: Hakikat belki kulaklarına
değil ama muhakkak kalbine fısıldanacaktır.
“AŞKIN İSTİLASI” seni bulduğuna göre, o
halde artık ölümünden uyanmayı seçmişsin
demektir. Şimdi gözlerini kapat ve sadece 30
saniye boyunca kalp atımlarını dinle.
Kalbinin sesini duyabiliyor musun?
Güzel
O halde umut var demektir.
Şimdi sayfayı çevir:
İşte bu istilanın ayak sesleri

– Metin senin mesleğin nedir?


– Ben müzisyenim ruhparçam! Benim
enstrümanım gönül, tınım da AŞK’tır
AŞKIN İSTİLASI’NA HAZIR MISIN?

Her adımda, kendinden bir parçayı geride


bırakmaya hazır mısın?
Bu yol sende başlayıp yine sende bitecek.
Zihinden başlayıp, kalbe doğru uzanan bir
yolculuk yapacağız kitap boyunca
Hakikati duymaya hazırsan artık başlıyoruz!
Sana, duyduğun en büyük yalanları aslında
gözlerinin anlattığını söylesem ve gözlerini açık
tutma çabanın, seni körleştirdiğini hatırlatsam
bana ne dersin?
İnanmazsın değil mi?
Güzel

“Hiçbir şeye inanma İnanç seni tutsak eder


Seni ancak hakikat özgürleştirebilir!”

Şimdi bir kez daha gözlerini kapatmanı


istiyorum senden.
Hadi bunu yap lütfen!
Bir konuda anlaşalım Dediklerimi
yapmadığın takdirde, bu kitap eğlenceli bir
masal kitabından daha fazla şey ifade
etmeyecektir senin için. Söylediklerimi
uyguladığında, giderek gerçek bir masalın
kahramanına dönüşmeye başladığına tanık
olacaksın!

“Kader denen şey, sana çizilen yol değil, senin


seçtiğin yoldur”

Her zaman olduğu gibi, şu an da seçim yine


senin!
Hadi şimdi gözlerini gerçekten kapat
Her yer bir anda karanlık oldu mu?
Güzel
Sence neden karanlıktasın?
Her yer günlük güneşlik ışık içindeyken ve
senin gözlerin kapalı olduğu halde bile güneş
tepende durup seni aydınlatmaya devam ettiği
halde sen yine de karanlıktasın. İşte senin hayatı
yaşama biçimin bu Karanlığı yaşamak, senin
kendi tercihin Hayatın boyunca gözlerin hep
kapalı kaldığından, kendi güneşini
göremiyorsun!
“Gözünü açana ışık çok yeryüzünde
Gönül gözünü kapatana, yazık ki aşk yok bu
âlemde”

O halde, karanlıkta kaldığın için, ışığın


yokluğunu suçlayamazsın!

“Gerçek, algıların tarafından hapsedilir”

Sen de böylece algılarının hapishanesinde


yaşar durursun. Gözlerini kapatıp karanlığına
mahkûm olanlara güneş bile doğmuyordur
aslında
Düşünsene! Koskoca güneş bile senin o
ufacık kafatasındaki algında bir “var” olup bir
“yok” olabiliyor!
Ne tuhaf değil mi?

“Bedeninin uyanışı gözlerini açtığında, ruhunun


ayılışı ise ancak gözlerini kapattığında
mümkündür”
“Zihnin parmaklıkları AŞK’ı tutsak edemez”

– Metin ben gözlerimi kapatsam bile


orada ışık olduğunu biliyorum zaten
– Peki ya gözlerini hiç açmamış
olsaydın? Ya sana hiç uyanmadığın bir
uykuda olduğunu söylesem? O zaman
rüyalarının gerçek olduğunu iddia etmez
miydin?

Unutma:
“İllüzyon ona inananın gerçeğidir.”

Şimdi bu serüvende benimle misin?


Peki
O halde devam ediyoruz:

“Gerçek ve tek hakiki ışık, gözlerin ve zihnin


sana yalan söylemeyi bıraktığında belirecek.”

Işığını fark edebilmek istiyorsan, karanlığın


kalbine inmelisin. Hayır Ben seni daha da
derin bir karanlığa çekmeye çalışmıyorum. Sen
zaten oradasın, yeter ki artık bunu fark et ve
yola çıkabilelim.
Başlangıç noktanı yanlış belirlersen rotayı
doğru çizemezsin!

“En derin karanlık, en güçlü ışığa gebedir.”

Bu yolculuk için asırlardır sana anlatılan


yalanlardan sıyrılmalısın.
Elindeki kitabı doğru zihin yapısıyla okursan,
seninle karşılıklı konuştuğumuzu
deneyimleyeceksin. Dinlemeyi bilirsen, bütün
hakikat kalbine fısıldanacaktır, onu duyacaksın!
Bana güven
“AŞKIN İSTİLASI”nı hızlıca okuyup
bitirmeni önermem! Eminim bu kitaptan önce de
çok değerli bilgiler edinmişsindir.
Ben de bir zamanlar bütün değerli bilgilere
sahip olduğum yanılgısına düştüm. Bir “Batı
dünyası insanı” gibi bilginin her şeyi çözeceğine
çok inandım. Binlerce teknik, kitap ve çoğu gizli
olmak üzere özel eğitimler hatmettim. Spiritüel
âlemde “usta” olduğuma dair dünyanın pek çok
ülkesinden yüzlerce diploma aldım. Artık gerçek
bir “usta” olduğuma inandım.
Yanılmışım
Kendimi evde, mermerin üzerinde üç gün
boyunca ağlarken bulduğum vakit, hakkımda ne
kadar yanıldığımla yüzleştim
Sana küçük bir tavsiye:
Bu kitapta yazılanları zihninle analiz et, ama
kesinlikle kalbine göm! AŞK tohumları sadece
kalpte yeşerme şansı bulabilir

Duyguların yoksa zaten ölüsündür ve ben ölü


biriyle bu yolculuğu yapamam ruhparçam.
Bu sayfalar duygularına tanıklık etmeli.
Kahkahalarına şahit olmalı, gözyaşlarınla
ıslanmalı,
gözlerin parladıkça, kalbin açıldıkça yazılar
netleşmeli

Yazılanları hızlıca okuyup sadece bilgileri


almaya bakarsan, buna rağmen eğlenceli
zamanlar geçirebileceğini vaat edebilirim
Ancak ödevlerini yapıp uygulamaları yerine
getirdiğinde acının ve fiziksel bütün
sınırlamaların ötesine geçen, gerçek bir masal
kahramanı olabileceğinin de garantisini
veriyorum.
Dilersen konuyu biraz daha açarak
anlatayım:
Hayatın boyunca sadece “AŞK” diye bir
telaffuzda bulunmayı mı tercih edersin?
“AŞK” olmak ve “AŞK”ı bizzat yaşamayı mı
istersin?

Şimdi kim olmak istediğine karar vermelisin:


Civciv misin, kabuk mu?
Ama şunu anla ki:
Biri özgürleşir, diğeri kırılır
Seçim yine senin

Günün birinde çırak, ustasına sorar:


– Ustam “aşk” nedir?
– Bir kalp dolusu cennettir. Cenneti kalbine
sığdırabildiğin sürece
Buraya kadar anlattıklarımdan sonra kendini
“AŞKIN İSTİLASI”na hazır hissediyor musun?
Çok güzel
Hadi derin bir nefes al! Yol boyunca yanına
alman gereken başka bir şey yok!
Hayatının yolculuğu başlıyor

Her yolculuk sadece tek bir adımla başlar


ve her “AŞK” tek bir kalp atımıyla

– Metin binlerce silahlı asker


karşısında ne yapabilirsin ki?
– En derin karanlık, tek bir mum
aleviyle aydınlanır.
CEHENNEMİN KAPILARI ARALANIYOR

Cehenneminle yüzleşmekten korkuyor


musun? Hiç problem değil
Zaten bu nedenle yolculuğa çıkıyoruz
seninle Vardığımız yerde “korku” olmayacak.
Yeterince ustalaştığında, cehenneme adım
atacak ve ayaklarının dibindeki alevlerin
dindiğini fark edeceksin.
Seninle yolculuğumuz adım adım
ilerleyecek! Her yolculuk küçük bir ilk adımla
başlar demiştim ya sana:
İşte bizim ilk adımımız da, cehennemin
başladığı yer:
Yani senin algın!
Lütfen:

Düşmekten korkup yürümeyi unutma.

– Cehennem nedir Metin?


– Cehennem senin kafatasının içidir.
– Peki ya cennet nedir?
– O da göğüskafesinin içidir.
ADIM I: ALGI

CENNETE YAKIN,
CEHENNEMİN KALBİNDE

Ya sana cennetin istila altında olduğunu


söylesem? Bak etrafına! Öfke, vahşet, yıkım
Alevleri hisset Şimdi cenneti yaratmanın
zamanı Hem de cehennemin kalbinde

Dünyada var olan her şey, algından


ibarettir
İşe önce algınla, hakikat arasındaki uçurumu
azaltmakla başlayacağız!

Kurban olduğun yanılsamasından, Yaradan


olduğun hakikatine ancak beyin dalgalarını
kontrol ederek ulaşabilirsin.

Unutma:
Tek cehennem var; o da zihin!

– Hayatım boyunca bu kadar acı çektikten


sonra, şimdi senin bu söylediklerine nasıl
inanayım?
– Bana inanmana gerek yok. İnandığın her
şeyi unut da gel Toprağı ayağının altında
hissettiğinde inanca ihtiyacın kalmaz. Sana aşka
inanmak yerine, AŞK olmayı vaat ediyorum.
İnanç deneyimlenemeyenin ürünüdür. Deneyim
olduğunda, inanç hakikate dönüşür.
ZİHİNDE USTALAŞMAK

Sana “O”nun sureti olduğunu söylesem,


bana inanmazsın değil mi?
Doğduğun günden beri günahkâr olduğuna
inandın ama!
Öfkeyle dolu bir dünyaya da seve seve
inanırsın değil mi?
Hatta insanoğlunun doğasının kötü olduğuna
bile inandın!
Şimdi bu inançlarını yıkmanın zamanı
ruhparçam!
Zihninin tutsaklığından özgürleşmeye
başladığında, inançlarının ötesindeki hakikat
seni bekliyor olacak

BEYİN DALGALARI: Dört farklı beyin


dalgası vardır. Bunlar; Beta, Alfa, Teta ve Delta
beyin dalgalarıdır

1- BETA BEYİN DALGASI: Beta beyin


dalgası, korkuyla tetiklenen bir dalgadır. Başka
bir deyişle stres beyin dalgasıdır! Saniyede 15
Hz ila 40 Hz devir yapar.
Tehlike söz konusu olduğunda devreye girer
ve tek amacı kişinin o an için işe yaramayan
fiziksel ve zihinsel bazı sistemlerini kapatarak,
onun sadece tehlikeye konsantre olup
geliştireceği ani hamlelerle riski bertaraf ederek
yaşamda kalmasını sağlamaktır.
Mesela saldırmaya hazır bir kaplanın sana
doğru geldiğini düşün. Tehlikeyi hissettiğin an,
beyin dalgan yükselmeye başlayacak, sempatik
sinir sistemin uyarılarak kasların gerilecek ve
tansiyonun yükselecektir.
Tehlike anında korkuyla tetiklenen beta
beyin dalgasıyla, beyne ve kaslara daha fazla
kan ve oksijen pompalanmaya başlar.
Beyin bu şekilde, içinde bulunduğun
tehlikeye karşı seni savaşmaya hazır hale getirir.
Şu aşamadan sonra ya kaplanla savaşacaksın ya
da en yakın güvenli alanı hesaplayarak oraya
doğru kaçacaksındır.
Beta beyin dalgası; haz, keyif ve yaşamdan
lezzet alma fırsatını yaratmak için değil, sadece
seni hayatta tutabilmek için dizayn edilmiş bir
dalga boyudur. Yaşamının kalitesinden ziyade,
hayatta kalmanı sağlamakla ilgilidir.
Nasıl mı?
Kendi hikâyelerimden örnekler vererek işini
kolaylaştırayım:
Liseye gittiğim yıllarda adadayken, babam
kapağı açık unutulan bir tekne motorunun
üzerine düşerek yaralandı. Gittiğimiz hastane bir
iki küçük ezilme dışında problem olmadığını
söylediğinde, gönül rahatlığıyla babamla akşam
yemeği için toplandık.
Babam, yemek sırasında morarmaya
başlayıp, yüzü yemek tabağının içine
kapaklandığında, masada duran bir sürahi
dolusu soğuk suyu onun başından aşağıya boca
ettiğimi ve birinci katın balkonundan atlayarak
caddeye çıktığımı hatırlıyorum.
Yoldan geçen ambulansın önüne kendimi
atıp görevlilere babamın durumunu anlattıktan
kısa bir süre sonra, adadan güçlükle hastaneye
yetiştik. Meğer babam motorun üzerine düştüğü
sırada kırılan kaburgası ciğerini delmiş ve
içeride kanama başlatmış.
Bütün bu olan biteni nasıl yaşadığımı ve neyi
hesaplayarak böyle davrandığımı hiç
bilmiyorum. Bu deneyimdeki en güçlü faktör;
beta beyin dalgasının bana yaptırttığı ani
hamlelerdi. Babamı yaşamda tutmak için neler
yapmam gerektiği konusunda etraflıca düşünüp
karar vermeye zamanım yoktu, saniyelerle
yarışıyordum ve babam dışında etraftaki her
şeyle temasım kesilmişti.
Çanakkale’nin efsane kahramanlarından
Seyit Onbaşı’yı, sırtında kiloluk top mermisi
taşıdığı o meşhur heykeliyle hatırlıyorsundur
mutlaka.
Savaş sırasında dev mermileri yerinden
kaldırıp topun ağzına süren kaldıraçların düşman
toplarıyla bombalanıp kırılması üzerine Seyit
Onbaşı, can havliyle kucakladığı kiloluk
mermiyi topun ağzına yerleştirmiş ve o ateşlenen
topla İngilizlerin ilk gemisini batırarak tarihe
adını unutulmaz kahramanlardan biri olarak
yazdırmayı başarmıştır.
Bu değerli anıyı resmetmek üzere
kendisinden aynı top mermisini bir kez daha
kucaklaması istendiğinde, Seyit Onbaşı mermiyi
ikinci kez kaldıramamıştır. Savaş sırasında ve
çaresizlik anında korkuyla tetiklenen beta beyin
dalgası, normal şartlarda bir insanın
yapamayacağı tepkiyi yaratmıştı. Tehlike
ortadan kalktığındaysa Seyit Onbaşı doğal
olarak mermiyi bir kez daha kucaklayamamıştı.
Burada yaşanan şey de, beta beyin dalgasının
yarattığı bir deneyimdir.

BETA BEYİN DALGASININ GENEL


ÖZELLİKLERİ:

Beta, sürekli geçmişe gider: Yırtıcı bir


hayvanla karşılaşan av sürüleri, zihnen geçmişe
giderek o yırtıcının daha önce hangi sürülere
saldırdığını, nasıl bir yöntemle bunu yaptığını,
taktiğinin ne olduğunu, geçmiş deneyimlerinden
bulup çıkarır ve ona göre bir savunma
geliştirmeyi planlar.
Zihin, yaşam tehdidi söz konusu olduğu
anlarda, geçmişe giderek, var olan tehlikeyle
ilgili, işe yarayabilecek, kurtulma planına fayda
sağlayabilecek verilerin peşine düşer ve onları
bulup ortaya çıkarmaya çalışır. Bütün olasılıkları
sorgulayarak, ölmemek için bir savunma ya da
kurtuluş planı geliştirir.
Örneğin hiçbir zebra sürüsünün timsahtan
kaçarken toprak zeminden ayrılıp suya atladığını
görmezsin. Çünkü büyük olasılıkla o sürü daha
önce timsah saldırısına uğramıştır ve timsahların
suda daha yetenekli olduklarını deneyimlemiştir.
Yırtıcı kuşlardan kaçan kemirgenler de ağaca
tırmanmazlar.
Tehlikenin ve ölüm tehdidinin olduğu
durumlarda, AN’ın tadını çıkarmak hiçbir canlı
için söz konusu değildir. Bu yüzden de zihnin
her geçmişe gittiğinde, betada olduğunu
bilmelisin çünkü AN’ı kaçırdığın her zaman
stres beyin dalgasının etkisindesindir. Yani
korkuyla tetiklenen “acil durum” beyin dalgasını
yaşıyorsundur.
Beta, sürekli geleceğe gider: Yırtıcı
hayvanın tehdidiyle, ölüm riski altına giren av
sürüleri zihnen geleceğe de giderler ve olası
kaçıp kurtulma planları üreterek, bunları
uygulayabilme zemini ararlar.
O sırada sürüdeki hayvanlar için önemli olan
tek şey, yırtıcı hayvanın nereden ve nasıl
saldıracağı, kendilerinin bu saldırı karşısında ne
yaparak hayatta kalmayı başarabilecekleridir.
Yırtıcı soldan gelecekse sağdaki mağaraya
kaçacak, sağdan saldırırsa soldaki ormanlık
alana kaçacak, üzerine atlarsa yırtıcıyla
savaşacaktır.
Senin de günlük hayatında, “Maaşım
zamanında yatarsa evin taksitini öderim, yok
eğer maaş yatmazsa bu kez kredi kartından bir
miktar çekerim, karttan çektiğim paranın bir
kısmını aidat için ayırırım, çocuğun okulunu bu
ay borç alarak öderim, ay sonunda bütçe açık
verirse alışveriş masraflarından kısarım,
alacağım ayakkabıyı birkaç ay ertelersem kredi
kartının asgari ödemesini yaparım” diyerek
kendi yazıp oynadığın bütün senaryolar silsilesi
de, yüksek beta beyin dalgasından yaptığın
yayınlardır.
Bu esnada bedenine verdiğin tek mesaj;
aslında öyle olmadığı halde hayati tehlike içinde
bulunduğun ve bir yırtıcı hayvan tarafından her
an saldırıya uğrayıp öldürülebileceğindir.
Dolayısıyla; beta beyin dalgası AN’ı
doyasıya yaşayabileceğin, rahat, huzurlu,
güvende ve sağlıkta olduğun bir dalga boyutu
değildir!
Beta, bedensel algıları kapatır: Betadayken
çok zaman bedensel formunun bile farkında
olamayabilirsin. Yükselen adrenal hormonlar
tehlike sırasında, vücudumuza neler olduğunu
bile bize anlatmaz.
İstanbul’da uğradığı kapkaç saldırısının
ardından yaralandığının bile farkında olmadan
eve yürüyerek gelen arkadaşımın, bacağındaki
bıçağı henüz hissetmediğini anladığımda, başına
ne geldiğini sordum ve bana, “Saldırıya uğradım
ama bir şeyim yok. Sadece bacağıma sert
yumruk yedim galiba” dedi. Arkadaşıma
kanaması olduğunu ve onu hastaneye
götürmemiz gerektiğini söylediğimdeyse,
vücuduna saplı duran bıçağı görüp baygınlık
geçirdi.
Yaklaşık bir kilometrelik yolu bacağında
bıçakla yürüyerek geldiği halde hiçbir şey
hissetmemiş, hatta ben onu kanamayla ilgili
uyarıncaya dek sadece sert bir yumruk ya da
tekme darbesi aldığını düşünmüştü.
Algılarını körelten ve kendinde olan biteni
anlayamayacak düzeye seni çeken beta beyin
dalgası, doğal olarak karnında büyüyen tümörün
farkına varmanı da güçleştirecektir. İnsanlar
yüzleştikleri hastalıkların hep birdenbire ortaya
çıktığını düşünürler. Oysa hiçbir hastalık öyle
şimşek çakması gibi bir anda insanın bedeninde
belirivermez. Doktorunun onu bir anda görüp
tespit etmesi, tümörünün de aynı hızla oluştuğu
anlamına gelmez.
Kanserli hücrelerin sebep olduğu
hastalıkların genellikle yıllar süren oluşum
evreleri vardır ve muhakkak çok önceden beri
bir şeylerin yolunda gitmediğiyle ilgili seni
defalarca uyarırlar. Bu arada sen de, yüksek
adrenal hormonlarından dolayı bacağındaki saplı
bıçağı hissedemediğin gibi içeriden gelen seslere
karşı da sağır kalmışsındır.
Bana kanser ya da tümörle gelen hastalarım,
genelde o güne kadar her şeyin çok yolunda
gittiğini ve ne olduysa sağlıklarının birdenbire
bozulduğunu, yazık ki durup dururken hasta
olduklarını anlatıp yakınılar.
Bense onlara sadece şu örneği veririm:
Sen öğlen 12’de uyanıp güneşin doğduğunu
fark ettiysen, bu güneşin öğlen vaktinde
doğduğu anlamına gelmez. O yine her zamanki
gibi; doğması gereken zamanda, gökyüzündeki
yerini almıştır. Güneşi geç görmen, onun geç
doğduğunu kanıtlamaz. Sadece sen hakikate
gözlerini kapatmışsındır!
Beta beyin dalgası bedensel algıları
körelttiğinden, içeride olan bitenin farkına
varmak, çok zaman iş işten geçmek üzereyken
mümkün olabiliyor.
Betadayken, bağışıklık sistemi çöker:
Betadaki bir bedende bağışıklık sistemi
düştüğünden dolayı, iyileşme de neredeyse sıfır
noktasındadır
Beta dalgaları, beyne senin tehlikede olduğun
ve dolayısıyla öncelikli hedefin senin hayatta
kalman gerektiği mesajını verdiğinden, o an
iyileştirici hücrelerini, içerideki bir rahatsızlığı
tedavi etmek üzere kullanmak yerine, bütün
gücünü senin kaslarına ve beynine yollamak
zorunda kalır.
Bu dalga boyundaki bir beyinde amaç; içinde
bulunduğun tehlikeye karşı seni hayatta tutmak
olduğundan, beyin doğal olarak hastalıkları
tedavi etme işlemini daha sonra düşünmeyi
tercih edecektir.
Streste olduğun sürece, beden kendini
iyileştirmeyecektir!
birim enerjin olduğunu düşün. Bunun
yüzde 40’ı iyileşmeye, yüzde 60’ı da tehlikeden
kaçmaya harcanıyor olsun. Doğada yüzde 1’in
bile yaşamla ölüm arasındaki farkı belirlediğini
hatırlayacak olursan yüzde 40’ın çok ciddi bir
oran olduğunu anlayabilirsin.
Memleket topyekûn bir savaş tehdidiyle karşı
karşıyayken, içerideki ufak bir sorunu
iyileştirmek için zaman ve güç harcamak tabii ki
yersiz ve anlamsızdır.
İşte bedeninin de sana yaptığı şey budur!
Stres beyin dalgası içinde kaldığın sürece,
beynine verdiğin mesaj, hayati tehlike içinde
olduğun, bedenindeki bütün iyileşme
faaliyetlerinin acilen durdurulup, bütün gücün
seni yaşamda tutacak ani hamlelere odaklanması
gerektiğidir.

Beta beyin dalgası; bedenin doğal tedavi


faaliyetlerini durdurur!

Günde ortalama 15 dakikayla 30 dakika arası


(buna tıpta “pozitif stres” denir) kullanılması
gereken betayı, sen günde kaç saat kullandığının
farkında mısın?
Üzülerek söylemek zorundayım ki, konuyla
ilgili hiç de iyimser bir tablo yok elimizde!
Maalesef, farkında bile olmadan ortalama 15
saat boyunca stres beyin dalgasının etkisi altında
kalıyorsun. Böylece her gün kendini biraz daha
öldürerek yaşamına devam ediyorsun.
Anlık tehlikeler karşısında bedeni yaşamda
tutmak üzere dizayn edilmiş olan bu sistemi,
30 dakikalık günlük dozu aşarak kullanmaya
başladığın vakit, intihar ediyorsun demektir.
Ben sana ani tepkiler vermenin doğru
olmadığını söylemiyorum. Ortada herhangi bir
tehlike yokken bile stresle, korkuyla hareket
etmenin ve tepki vermenin yanlış olduğunu
hatırlatıyorum sadece
Şunu hiç unutma:
Ne zaman ki ortada bir tehdit yokken bile sen
beta beyin dalgasındasın ve ne zaman ki onu,
günde ortalama 15 saat boyunca kullanıyorsun,
işte o vakit seni yaşatmak için var olan bir
mekanizmayı, bu kez kendini öldürmek üzere
devreye sokuyorsun.

Stres; tehlike varken seni yaşatır, yokken seni


öldürür!

Beta beyin dalgası, sakin ve mutlu


olabileceğin bir yer değildir çünkü sana
saldırmaya hazır bir kaplanın yanında kendini
rahat hissedersen ölürsün!
Burası ölüm kalım savaşının yaşandığı
noktadır! Kaliteli, sağlıklı ve mutlu yaşam
betada yeşermez. Tehdit karşısında sükûnet
sağlamak, bütün sürülerin ölümü demektir.
Korkunun tetiklediği ve tehlikenin yakınında
olduğu bu bölgedeyken elbette keyifsiz ve
mutsuzsundur. Psikiyatrik hastalıklar dışında
sana zarar veren hiçbir şeyle “uzun vade”de
mutlu olamazsın.
Gün boyu şunları yaşadığını hatırlıyor
musun?
“Yine geç kaldım, acele etmeliyim”
“Çocuğu okuldan almayı unutmayayım.”
“Yemeğin altını açık mı bıraktım?”
“Apartman aidatını ödemeliyim.”
“Faturaları yatırmalıyım.”
“Posta kutusunu kontrol etmeliyim.”
“Müşteriyi aramayı unutmamalıyım.”
“Akşam dizi saatinde evde olmalıyım.”
“Uçak biletlerini kontrol etmeliyim rötar
olabilir.”
Biliyorum
Çoğu aynı olmak üzere bunlara benzer
sayısız talimatlar gelip geçiyor zihninden.
Kendinde teselli bulmak ve her şeyin
yolunda gittiğine inanmak istediğinden dolayı,
belki sen de artık tüm bu yaşadığın şeylere,
“günlük hayatın tatlı telaşları” demeyi tercih
ediyorsundur.
Sana bu konuda bir sır vereyim ister misin?

Telaşın ve acelenin tatlısı yoktur!

Emin ol:

Kabullendikten sonra en büyük yanlış bile


sıradan bir doğruya dönüşür.

Doğada acele eden bir hayvan varsa seni


temin ederim ki ya “ölmemek” için kovalıyordur
ya da “ölmemek” için kaçıyordur. Mesela
dünyanın en hızlı hayvanlarından biri sayılan
çitayı; kesintisiz altı saat boyunca geyik
kovalarken görmek mümkün değildir, çünkü en
fazla 90 saniye koşabilir ve bu sürenin sonunda
kasları fazla gerilip ısındığından gölgeye
çekilmek zorunda kalır.
Her ne için olursa olsun, eğer acele ediyorsan
bil ki betadasındır ve doğal olarak bedeninde
huzur, mutluluk, güven ve iyileşme durmuştur!
Nasıl mı?
Şöyle ki:
Sabah uyandın haberleri izledin; keyfin kaçtı,
gerildin!
Saatin durmuş, meğer işe geç kalmışsın strese
girdin!
Trafik tıkalıymış yandın!
İşyerinde çok yoğundun, bıktın!
Çocuğun okulundan aradılar, patladın!
Beklediğin mail gelmedi, işlerini
halledemedin ve artık kendini kafayı yemek
üzere hissetin Derken faturaları ödemeyi de
unuttun, telefonunu kaybettin, yolda metrobüs
bozuldu, akşam yemeğine yetişemedin Yine
sinir, stres ve kızgınlıkla koca bir günü geride
bıraktın.
Sen bütün bunları hayatının sağlıklı akışı için
çok önemli işlermiş gibi görsen de, aslında
gerçekte hiçbiri senin ölüm kalım savaşın değil.
Gün boyu olmayan bir tehlikeye karşı bedenine
tepki göstermesi için emirler verip durmaktan
başka bir şey yapmadın.
Şunu lütfen hatırla:

Sadece senin stresin seni hasta eder, işinin stresi


değil.

Kendi yaşamın için bugüne kadar tek bir işini


bile iptal etmezken, günlük rutin keşmekeşin
için hayatını iptal etmeyi tercih etmek; seni her
ne kadar iyi bir işadamı yapsa da mutsuz bir
insan olmana da neden olur

“Çalışmama lüksün yok madem, hastalanma


lüksün var mı?”

“Sorunu kendi sorunlarını görmezden gelmek


olan birine,
kimse yardım edemez”

– Metin çok mutsuzum ve artık ölmeyi


diliyorum
– Dileklerini boş yere harcama çünkü zaten
öleceksin. Sen bence aşkla yaşamayı
dilemelisin
STRES

Stres, her şekilde yaşadığın hayatı zehir


etmeyi başaracaktır. Burada önemli olan stresin
miktarı ya da işlevi değildir.
Psikoloji eğitimi alan bir grup öğrenci, ders
sırasında hocalarına stresin etikleriyle ilgili bir
dizi soru sorar. Hoca, “stres” konusunu yeterli
ve doğru anlatamadığı takdirde yeni bir konuya
geçemeyeceklerini anlayınca, öğrencilerin
kafalarındaki karmaşayı vereceği bir örnekle
çözmek ister.
Hoca masasında duran yarısı dolu su
bardağını sınıfa göstererek “Sizce bu bardağın
ağırlığı ne kadardır?” diye sorar. Öğrenciler
sürekli dinledikleri “yarısı dolu/yarısı boş
bardak” teorisini bir kez daha dinleyeceklerini
düşünerek verilen örnekten yana çok da
heyecanlanmazlar. Her biri sırası geldikçe
bardağın ağırlığı hakkında tahminde bulunup
yerine oturur.
Sonunda hoca bardağı eline alır ve kolunu
kaldırarak onu yukarıda tutmaya başlar. “Şu an
için bardağın ağırlığı, benim kas gücümün
yanında gayet önemsizdir çünkü çok hafif. Fakat
birkaç dakika daha bardağı tutmaya devam
edersem, giderek ağırlığın arttığını hissetmeye
başlayacağım. Hatta bardağı birkaç saat
havada tutacak olursam kolumun hissettiği
ağırlık benim için dayanılmaz bir hal alacaktır”
diyen hoca, öğrencilerinin ilgisini çekmeyi
başarır ve öğrencilerin şu bilgiyi not etmelerini
ister: “Önemli olan, yaşadığınız stresin
büyüklüğünden ziyade onu ne kadar zihninizde
tuttuğunuzdur. Betadan çıkmadığınız sürece,
yaşayacağınız ufacık bir stres faktörü dahi koca
bir hayatı zehir etmeye yetecektir.”
Beta, yaşadığın stresin doğal olduğuna seni
adapte eder: Beta beyin dalgasının şeytanlaştığı
nokta “adaptasyon”dur İncil’in Şeytan’dan
bahsederken “Onun en büyük gücü kendinin var
olmadığına, seni inandırmasıdır” dediği gibi,
beta beyin dalgasının da insana karşı kullandığı
en büyük hilesi, onu yaşadığı strese ve
mutsuzluğa adapte etmesidir.
En büyük dostun ve düşmanın
“adaptasyon”dur. Yakının ölür adapte olursun.
Sakatlanırsın, adapte olursun. Zenginliğin sona
erer, yeni durumuna adapte olursun. Yaşam
koşullarına alışırsın ve giderek bütün bu
değişimleri kafanda normalleştirirsin.
Belki ilk zamanlarda betada olmaktan keyif
bile alabilirsin. Zihnin gayet hızlı çalışıyordur.
Henüz bedensel çökme ve hastalıkların baş
göstermediğinden günde aynı anda onlarca iş
hallederek, kendini oldukça iyi ve tatmin olmuş
da hissedebilirsin.
Olası bütün tehlikeleri görüp, hesaplayıp
onları bertaraf ederek başarılı bir iş hayatı
yaratman da mümkün. Bu özellikle Batı
dünyasının hedeflediği insan modelidir ve emin
ol senin bu tempondan hayli memnun da
kalacaklardır, ta ki sen mutsuz bir hayatın
olduğunu hissedene kadar.
Kötü kokan tuvalete girdikten bir süre sonra
artık o kötü kokuyu duymayıp duruma adapte
olduğun gibi, içinde bulunduğun mutsuzluğu ve
stresi de kanıksarsın
İşte bu adaptasyon senin cehennemindir;
çünkü betaya alıştıktan sonra gerçek
probleminin ne olduğunu bilemez hale gelirsin.

“Cehennemde yaşarken cenneti göremezsin.”

Bu bedenlerde mutluluğun fizyolojik olarak


barınması mümkün değildir.
Beta beyin dalgası; evrenselliğimizin, ruhsal
yeteneklerimizin, bağışıklığımızın düştüğü,
hastalıklarımızın, korkularımızın, karmaşamızın
ve problemlerin başladığı yerdir
Beta beyin dalgasında bir insanın ruhsal
deneyimler yaşaması imkânsızdır!
Evet! Çok haklısın
Betadayken meditasyon da yapamazsın,
ibadet de edemezsin! Varoluşla öfke ve
korkudayken buluşamazsın. Bunlardan
sıyrıldığında, varoluş senin kalbine üflenecektir.
Dışarıda tehlike olduğu ve yaşamının tehdit
altında bulunduğu mesajını almış bir zihni
meditasyona zorlasan dahi, beden bunu kabul
etmeyecektir. Hangi antilop, karşısında salyaları
akan bir yırtıcıya rağmen meditasyonla
rahatlamaya öncelik verebilir ki? Doğa buna izin
vermeyecektir
Tehlike uzaklaştığında beyin dalgaları çekilir,
böylece beden salgıladığı hormonlarla kendisini
sakinleştirmeye ve dinlenmeye başlar.
Bu yüzden bedenin dinlenmesi yatağa yatıp
kasları hareket ettirmemek anlamına gelmez.
“Dinlenmek” beyin dalgalarını düşürmekle ilgili
bir faaliyettir.
Yıl boyunca deliler gibi çalışıp tatil hayalleri
kuran ve bir aylık uzun seyahatlerden sonra dahi
eve yorgun ve mutsuz dönenen insanların derdi
nedir biliyor musun?
Hayır! Şımarık falan değiller
Sadece betadalar ve kendilerini gerçekten
dinlenmemiş, yorgun ve mutsuz hissediyorlar.
Beyin dalgalarını düşürmedikleri sürece, altı
ay daha tatil yapsalar eminim onlar için hiçbir
işe yaramayacaktır.
“Dinlenmek-İstirahat Etmek” demek beyin
dalgalarının düşerek, vücudun beslenmesi
demektir. Dolayısıyla şezlongda saatlerce
hareketsiz kalıp denize bakmak, bedenin ihtiyacı
olan dinlenmeyi sağlamak için yeterli olmuyor.
Çay, kahve, sigara ve enerji içeceklerinin
ardından yatağa giren insanlar çok yorgun
oldukları halde kolayca uyumayı başaramazlar.
Aldıkları adrenalin hormonunu artıran içecekler
onların beyin dalgalarını yükselttiğinden,
ihtiyaçları olan istirahatı bir türlü sağlayamazlar.
Sabah kaçta kalkacağını hesaplayarak
erkenden yatağa gidip uyku mücadelesi vermek
yerine, beyin dalgalarını düşürerek sağlıklı ve iyi
bir dinlenme yaşaman, bedenin için çok daha
uygundur.
Betanın yüksek olduğu süreçlerde çok insan
uykusuzluk dahi çekmez. Mesela, sevdikleri bir
insan hastaneye kaldırıldığında, hiç
etkilenmeden belki günlerce ayakta ve uykusuz
kalabilirler. Zihin rahatlayıp alfaya
geçtiğindeyse, günlerce yaşadıkları bu
yorgunluğun bedenlerinde yarattığı etkiyi fark
etmeye başlarlar.
Babam geçirdiği trafik kazasından sonra bir
yıl boyunca yatalak olarak tedavi gördüğünde
aylarca uykusuz, yorgun ve çok zaman yemek
yemeyi bile unutarak yaşadık. Bir yılın sonunda
babam iyileşme gösterdiğinde, yaşanan stresin
dinmesinin ardından annem hastalandı.
Durmaksızın koşturdukları uzun ve yoğun
günün ardından yatağa uzanan çok insan
bedeniyle ilgili “Belim ağrımış
Yorulmuşum” keşiflerinde bulunurken aslında
beyin dalgaları düştüğünden mevcut şikâyetleri
yeni duymaya başlamışlardır.
Alfa beyin dalgasında olduğunda, bedeninle
ve ruhunla ilgili verileri kolayca alıp
değerlendirebilirsin. Betadayken yazık ki ne
bedeninde olup bitenlerle ilgili verileri alman
mümkündür; ne de ruhsal olarak ne yaşadığınla
ilgili en ufak bir fikrin olur.
Unutma:

Sert toprağa tohum ekilmez. O nedenle ben


tohumumu zihnime değil gönlüme ekerim.
Altında toprak ve tohum olunca beton bile
delinir. Sen tohumunu betona ekme! Sadece
toprağına tohum bırak, emin ol o betonu bile
delecektir.
– Metin senin mesleğin nedir?
– Ben neyzenim ruhparçam. Her sabah ruh
üflerim bedenime
“ALGI” DEĞİŞTİĞİNDE HİSLER DE
DEĞİŞİR

Algı, beyin dalgasına göre değişir

Baktığın her şey senin algınla ilgilidir?


“Ama ben neresinden bakarsam bakayım
kötü olaylar da var Metin!” diyebilirsin bana
Sorun yok!

Meslek hayatım boyunca bu tür savunmalarla


sürekli karşı karşıya kaldım.
Aslında haklısın! Kötü olaylar da var; çünkü
sen onları kötü algılıyorsun!
Geçtiğimiz hafta Antalya’ya gittiğim uçakta,
yanıma oturan kadının uçmakla ilgili ciddi
endişeleri vardı. Koltuğa oturduğu andan beri
sürekli yüreği ağzında, panik ve telaş içindeydi.
Uçak her titrediğinde neredeyse bayılma
noktasına geliyordu. Bense gayet sakin ve iyi bir
yolculuk yaptığımızı düşünüyordum çünkü bir
iki küçük türbülans dışında neredeyse
gökyüzünde süzülürcesine seyahat ediyorduk.
İkimiz de aynı uçağın içinde olduğumuz halde,
yanımda oturan kadınla yaşadığımız deneyim
tamamen birbirinden farklıydı.
Sence ikimiz için de bütün veriler ve koşullar
aynıyken benim için eğlenceli olan yolculuğu,
bu kadın için çekilmez kılan şey neydi?
Beni anladığını biliyordum
Evet
Doğru cevap: “Algı.”
Kadın oldukça yüksek bir beyin dalgasıyla
uçağa binmişti ve yaşadığı her titremeyi bir
felaketin habercisi olarak algılıyordu.
Bazı insanlara küçücük bir yorumda
bulunduğun halde kocaman ve şiddetli tepkiler
alırsın. Mesela ona laciverdin yakışmadığını,
bunun yerine maviyi denemesini önerdiğinde
seninle kavgaya tutuştuğu gibi belki küsüp
gidenler bile vardır.
Sence sorun gerçekten lacivertte midir?
Bence de değil
Problem tamamen o kişinin algı biçimindedir!
Betada kaldığı sürece olumsuz, kaygılı ve stresli
hissedip sürekli saldırıya maruz kaldığını
düşüneceğinden, doğal olarak tepkileri de
hislerinden farklı olmayacaktır.

“En azılı düşmanın da, en gerçek dostun da;


senin teninin altında saklıdır”

Betadaki insanlar her veriyi, kendilerine


yönelik bir saldırı olarak algılarlar: Sürü
hayvanları, çalıların ardında bir yırtıcı
gördüğünde derhal beyinleri “beta”ya geçer.
Yırtıcı tehlikesi ortadan kalktığında dahi, bu
hayvanlar hemen rahatlayamazlar. Sürü
hayvanları uzun süre etrafa bakınıp her an bir
çalının ya da ağacın arkasından yeni bir
yırtıcının belirebileceği ihtimaliyle tetikte
kalmayı sürdürürler. Huzursuzlukla etrafta
dolaşıp, algılarını küçük bir çıt sesine dahi açık
hassasiyette tutarlar.
Beta beyin dalgasındaki bir zihin,
olumsuzluğa ve tehlikeye fazlasıyla odaklı
olduğundan, her olasılığın içinde negatif
senaryolar aramaya devam eder. Betadaki
insanlar, hayatlarındaki her olguyu kendilerine
yönelik bir saldırı olarak algılarlar, baktıkları her
yerde ve her şeyde korkuyla ilgili veriler ararlar.
Genelde negatif ve mutsuz olduklarından
etraflarında olan bitenin de negatif ve mutsuz
taraflarını kolayca yakalayıp ortaya koymayı iyi
becerirler.
Bir gün arkadaşımla dondurmacıda sıra
beklerken, önümde duran bir adam eşine doğru
yönelerek “Canım çikolatalı mı istersin,
karamelli mi?” diye sordu. Bu soruyu duyan
kadın birdenbire avazı çıktığı kadar “Sen bunca
yıldır benim nasıl dondurma yediğimi bilmiyor
musun? Ben ne zaman karamelli dondurma
yedim ki?” diye bağırmaya başladı. Olayı izleyip
arkadaşıma döndüm ve ona “Olay dondurma
değil aslında” dedim. Muhtemelen kadın zaten
çok gergindi. Betadaki kişiler, pimi çekilmiş
bombalar gibi ortalıkta dolaşan insanlardır.
Meslektaşım da olan bir arkadaşımla
katıldığımız tıp kongresi sonrasında Çapa Tıp
Fakültesi’nden eski bir hocamızla rastlaştık.
Hocam beni gördüğünde yanağımdan makas
alarak espri yaparken, aynı makası yanımdaki
arkadaşımın yanağından da aldı. Kısa ve keyifli
sohbetimizin ardından ben, sıcak ve güzel
duygularla doluyken, yanımdaki arkadaşımın
burnundan soluduğunu fark edince neler
olduğunu sordum. Arkadaşım yanağından
makas alınmasından çok rahatsız olmuş ve “Biz
artık onun öğrencisi falan değiliz. Yanaktan
makas almak da ne demek şimdi? Ben onun
meslektaşıyım. Bu ne lakaytlık böyle!” diyerek
söyleniyordu.
Aynı tepkiye maruz kaldığımız halde ben
alfada olduğum ve saldırıya uğradığımı
düşünmediğim için bu karşılaşmadan da,
yanağımdan makas alınmasından da gayet
hoşnutken, arkadaşımsa beta beyin dalgasında
yarattığı olumsuz algı biçiminden dolayı,
kendisini hakarete ve saldırıya uğramış
hissediyordu.
Hayatın boyunca sana yönelik saldırılar
olarak kabul ettiğin bütün olaylara, eğer bir adım
daha geriden bakmayı denersen, aslında
hiçbirinin “saldırı” olmadığını fark edeceksin.
“Hayat, zihninde yaşanan holografik bir
evrenden ibarettir”

Mesela o gün senin için dünyanın en güzel


günü çünkü âşık olmuşsun. Trafikte arabanın
içinde ilerlerken önündeki aracın trafik
kurallarını ihlal ettiğini görüp sana karşı da kaba
davrandığını görüyorsun farz edelim Böyle bir
durumla karşı karşıya kalsaydın ne yaparsın?
Tabii ki hiç sinirlerini bozmadan “Aman boş
ver” deyip yoluna keyifle devam ederdin.
Bir de durumun tersini düşünelim. O gün
yola çıkarken çok gergindin diyelim. Evden
çıkarken de kavga etmişsin, keyfin yok. Yine
aynı araç önünde giderken seni rahatsız edip
trafik kurallarını ihlal ediyor. Bu kez ona karşı
tepkin ne olurdu? Büyük ihtimalle el frenini
çekip arabandan aşağı inerek, karşı aracın
şoförüne saldıracaksındır.
Unutma:

Algın değişirse hislerin değişir; hislerin


değişirse tepkilerin değişir ve tepkilerin
değişirse deneyimin değişir
Yaşam; deneyim denen bütün anların
uç uca dikilip birleştirilmiş halidir!

Benimle çıktığın yolculukta algılarına


güvenmemen gerekiyor!
Gayet doğru anladın!

Algılarına güvenme!
Gün boyunca ay vardı ve gece boyunca da
güneş
Ama sen onları görebildin mi?

İnsan, “var” olanı yaşamaz!


Yaşadığı her şey zihninin içinde, kendi
algıladığı ve kurguladığı gibidir.
Yeryüzünde hepimiz sadece “var” olanı
yaşıyor olsaydık, aynı duruma baktığımızda
kimse farklı yorumlarda bulunuyor olmazdı.
Eğitimlerime katılanlar bana baktıklarında
karşılarında hayatı anlatan olgun bir adam
görüyorlardır. Lakin aynı bana bakan annem ne
görüyor biliyor musun? Altını temizleyip karnını
doyurduğu, kızıl saçlı, çilli, küçük oğlunu
görüyor. Aynı bana bakan kız arkadaşım
karşısında sevişmek istediği adamı bulurken,
yine aynı bana bakan düşmanım belki ağzını
burnunu kırıp dağıtmak istediği adama
bakıyordur.
Bu insanların her birine benden aynı bit
veriler gittiğine göre, her birinin benimle ilgili
farklı duygular deneyimlemelerinin sebebi
nedir?
Tabii ki; yaşanan farkı, “algı” biçimleri
yaratıyor!
Benimle ilgili algıları farklı olduğundan,
doğal olarak her biri bana karşı başka hisler
duyuyor. Dolayısıyla her biri bu hislerine göre
tepkiler veriyor ve sonuç olarak her biriyle
yaşadığım deneyim yine birbirinden çok farklı
Şunu her zaman hatırla lütfen:

Keramet onda değil, senin onun hakkında


hissettiklerindedir.

1- ALFA BEYİN DALGASI: Hazzın, keyfin


ve mutluluğun olduğu beyin dalgasıdır. Alfa
kaliteli yaşamın başladığı noktadır aynı
zamanda. Düşünce gücünün ortaya çıktığı,
ruhani yeteneklerin ifade bulduğu ve bedensel
hislerin gölgelenip baskılanmadığı bir beyin
dalgasıdır. Saniyede 9 Hz ila 14 Hz devir yapar.
Betada, yaşamda kalma korkusu varken,
burada artık yaşamın kendisi vardır. Alfadayken
keyif alır, eğlenir, güvende hisseder ve mutluluk
duyarsın. Yaptığın her şeyin senin için bir
anlamı, güzelliği ve lezzeti vardır.
Alfa beyin dalgasında, zihnindeki düşünceler
silsilesi azalmıştır, AN’ın farkında ve
hazzındasındır.
Diğer adı uyku öncesi hal, “vecit” ya da
meditatif hal olan alfa beyin dalgası, kendini iyi
hissettiğin yerdir.
Beyin dalgalarının, alfaya düşmesiyle birlikte
uyarılan parasempatik sinir sistemi, serotonin,
endorfin, dopamin, noradrenalin, oksitosin gibi
4 ya da 5 majör mutluluk hormonunu
tetikleyerek sükûnet, güven ve mutluluk hissini
yüksek seviyede deneyimlemeni sağlar.
AŞK’tan sarhoş olduğun ve böyle anlarda
kendini nasıl hissettiğini hatırlamaya çalış
şimdi
Mutlu uyandığın, sevgi dolu olduğun, hiçbir
şeyi dert etmediğin, çözüm olduğun, çare
ürettiğin, sevgili, saygılı, hoşgörülü olduğun,
çok güzel veya çok yakışıklı göründüğün o
dönemlerde verdiğin tepkilerle; öfke ve stres
altındaki cehennem yerinden verdiğin
reaksiyonlar sence aynı mı?
Tabii ki aynı değil!
Âşık olduğun, sevgi ve coşkuyla dolup
taştığın zamanlar trafikte sana küfredip bağıran
insanlara gülümseyip yoluna devam ederken,
mutsuz ve telaşlı zamanlarında aynı küfreden
kişiye belki levyeyle saldırmaya bile kalkarsın.
Bütün veriler aynıyken senin tepkilerini farklı
kılan şey ne olabilir?
“Aşk” mı?
Aslında haklısın
Aşk hissediyorsan “SEVGİ”desindir ve
sevginin olduğu yerde korku, kaygı, öfke,
mutsuzluk, güvensizlik, geçmiş ya da gelecek
yoktur. Şimdi ve şu an içinde tam ve
bütünsündür.

Evren söylediğimiz yalanlara göre değil,


hissettiğimiz doğrulara göre şekillenir.

Beyin dalgaların düşük olduğundan algı


şeklin de farklıdır. Traf ikte işittiğin küfrü bile
kendine yönelik bir saldırı olarak almaz,
dolayısıyla bu algına göre bir tepki verir ve
bambaşka deneyimler yaşarsın.

Sevgi varsa, korku yoktur Korku varsa, sevgi


yoktur!

İkisinin aynı anda olması mümkün değildir,


çünkü ışığın olduğu yerde karanlığın barınması
imkânsızdır.
Yaşamındaki hiçbir şey için “Hem seviyorum
hem korkuyorum” diyemezsin. Korku
hissediyorsan betadasındır ve bu stres beyin
dalgası içinde kendini güvende, tam ve bütün
hissetmen mümkün değildir.
Sevgi duyduğun şeylerle ilgili korku ve kaygı
hissetmeye başladıysan, devreye artık zihnin
girmiş ve kalbinle kurduğun temas artık zihinle
kurduğun bağımlılık ilişkisine dönüşmüştür.

“Korku ağacını sallayarak sevgi meyvesi


alamazsın”

– Hayatım boyunca hep büyük ve gerçek


aşklar yaşadım ancak kalbim beni sürekli
yanılttı ve üzdü. Metin, hani aşk varsa sevgi
vardı ve sevginin olduğu yerde korku
bulunmazdı?
– Kalp hiçbir zaman üzmez. O sadece sever
Seni sakın zihnindeki bağımlılık üzmüş olmasın?
Şimdi bu konuyu tekrar düşünmeni öneririm.

Kahvaltılarını ya da öğlen yemeklerini hep


bir yerlere yetişmek bahanesiyle ağzına tıkıştırıp
ayaküstü geçiştirirken, aslında tadını hiç
sevmediğin rakıyı akşam arkadaşlarınla rakı-
balık sofrasında çok daha keyifle, adapla ve
aheste içersin. Burada arzuladığın şey rakının
anasonu değildir, tetiklenen mutluluk
hormonlarındır.

Aslında hepimiz hayatımız boyunca sadece


hormonların peşindeyiz!

Hayır! Espri yapmıyorum


Hayatımızın her alanında gerçekten sadece
hormonları arar dururuz. Birine âşık olurken de,
rakı yudumlayıp sohbet ederken de, çikolata
kavanozlarına saldırırken, cinsellik yaşarken,
yemek yerken de peşinde olduğumuz şey,
mutluluk hormonlarımızdır.
Alfa beyin dalgasını yakalayıp, onu
yaşayabilmenin derdindeyizdir her zaman
Betadayken birini görüp ona âşık olduğunu
hissettiğinde, bundan giderek zevk almaya
başladığında, derdini kederini unutup artık daha
çözümcü ve pozitif olup, korkularının yerini
huzur ve idealler almaya başladığında, enerjin
yükselip kendini çok daha iyi hissettiğinde
“SEVGİ”de olduğun için zihin seni
“KORKU”dan kovar.
Yaşam akışın içinde, “kötü” hissettiğin
noktada yapmak isteyeceğin ilk şey, sana
kendini iyi ve mutlu hissettiren o şeyi tekrar geri
kazanmak olacaktır. Onu kaybetmemek için
artık her şeyini vermeye razı ve deli divane
olmaya hazırsındır. Aradığının adı sevgili de
olsa, alkol, uyuşturucu, yemek, güç ya da para
da olsa peşine düştüğün şey; “alfa beyin
dalgasıdır”. Yani hedef in, kendini iyi hissettiğin
yeri bulmak ve onu yaşamaktır.
Hepsi bu

İyi olduğun hissini sadece alfa beyin dalgasında


alabilirsin!

Alfada olmayan kişi âşık olamaz!

Betada yaşanan bütün aşklar bağımlılıktır


Bağımlılıklarından kurtulmadan, varoluşa
bağlanamazsın!

Unutma:
Acı içinde bağımlı olduğun her şey seni terk
edecektir
Aşk zihinle yaşayana karmaşa, gönülle
yaşayana huzur verir

- Peki! Ya bizim aşk sanıp da acısını


çektiğimiz şey nedir o halde?
- Dışarıdaki kıvılcıma mest olup
içerideki güneşe körleşmektir sadece

Alfa sadece kendini mutlu, iyi ve tam


hissettiğin yer değil aynı zamanda bedenin için
iyileşmenin de başladığı yerdir.
Bu seviyede bağışıklık sistemi de uyarılır ve
bedendeki nöropeptidler (Beyin kimyasalları)
kanserli hücrelere hücum ederek muazzam
iyileşme sürecini de başlatırlar.
Nöropeptidler Nedir? ( Beynin Sakinleştirici
Molekülleri): Eskiden beyin, çalışma biçimi
bakımından bilgisayara benzetiliyordu. Nöronlar
uyarılmayınca bilgi akımı olmuyor,
ateşlendiklerindeyse tek bir mesajcı molekül
salgılayarak diğer hücreyi uyarıyorlar. Buna
bağlı olarak beynin çalışma prensibinin
bilgisayarlardaki “0” ya da “1” sistemi gibi
olduğu düşünülüyordu. Uzun yıllardır, beyinde
hücreler arasındaki iletişimi sağlayan
moleküllerin yalnızca “nörotransmitterler”
olduğu sanılıyordu. Son yıllarda işlerin bu kadar
basit olmadığı, nöronlarda elektrik uyarısının ve
beyin kontrolünün yalnızca
“nörotransmitterler” yoluyla oluşmadığı
anlaşıldı.
Son 30 yıl içerisinde yapılan beyin
araştırmalarında, en önemli gelişmelerden biri,
“nöropeptid” denen moleküllerin keşfidir.
Araştırmacılar ilk olarak beyin hücrelerinin
yüzeyinde morfin benzeri moleküllerin
bağlandığı bölgeleri buldular. Bunlara “opiat”
almaçları deniliyor. Morfin gibi kuvvetli
ağrıkesiciler, bu opiat almaçlara yapışarak
etkilerini gösteriyor. Daha sonra yapılan
araştırmalar beynin içerisinde morfin benzeri
maddelerin salgılandığını gösterdi. Uzun
aminoasit zincirlerinden oluşan bu büyük
protein moleküllerine “nöropeptid” adı verildi.
İlk keşfedilen nöropeptid, “kafanın içinde”
anlamına gelen “enkefalin”. Enkefalinlerden
kısa bir süre sonra bulunan “endorfin” de
morfin benzeri bir madde. Nöropeptidler
arasında en kuvvetli etkiye sahip olanıysa
“dinorfin”.
Nöropeptidler, beynin ağrıkesici,
sakinleştirici ve zevk verici moleküllerdir.
Herhangi bir olayın hoşumuza gitmesi ya da
yiyecek içecek gibi maddelerin bize zevk
vermesi, bu morfin benzeri moleküllerin
salgılanması sayesinde oluyor. Güzel bir resim
gördüğümüzde, hoş bir melodi dinlediğimizde
ya da lezzetli bir yemek yediğimizde endorfin,
enkefalin ya da dinorfin gibi moleküller,
nöronlardaki özel almaçlara yapışarak zevk
almamızı sağlıyorlar. Beyin, bir süre sonra belirli
aralıklarla salgılanan bu moleküllerin yarattığı
zevk duygusuna alışıyor. Bundan sonra vücut,
nöropeptid salgılanmasına yol açan maddeyi
tüketerek ya da olayı tekrarlayarak bunların
beyindeki düzeyini artırmaya çalışıyor. Örneğin,
lezzetli bir çikolata ya da hamburgerin damakta
bıraktığı lezzet, aslında beyindeki belirli
nöropeptidlerin düzeylerinin artmasına bağlı.
Nöropeptidlerin keşfedilmeye başlanmasıyla
zihin ile beden arasındaki ilişki bilimsel olarak
da anlaşılmaya başlanmıştır. Nöropeptidler
sadece beyinde değil, ciltte, bağışıklık
sisteminde, kaslarda, salgı bezlerinde ve tüm
organlarda bulunurlar. Bu da demek ki biz
üzgün olduğumuzda aslında beyin hücrelerimiz,
cildimiz, elimiz, midemiz ve bağışıklık
sistemimiz de üzgün oluyor! Olumsuz
düşüncelerin yol açtığı olumsuz duygular,
baskılayıcı salgıları nedeniyle bağışıklık
sistemimizi etkileyerek hastalıklara kapı açarken,
olumlu düşüncelerin oluşturduğu olumlu
duygular ise pırıl pırıl nöropeptidler şeklinde
hücrelerimizi sarmalıyorlar ve sağlıklı olma
halini destekliyorlar. Nöropeptidlerin genetik
kodun da üstünde olduğu düşünülüyor. Yani
olumlu düşünen insanlarda genetik
bozuklukların görülme şansı azalıyor.
Avustralya’da yapılan bir çalışma stresli
zamanlarda salgılanan Nöropeptid Y isimli
hormonun, bağışıklık sistemini bozarak kansere
karşı direnci azalttığını göstermiştir. Anlatmak
istediğim şey, endişe, korku, moral bozukluğu
ve stresin en az kimyasal kanserojenler kadar
tehlikeli ve zararlı şeyler olduğudur.
Araştırmacılar kişilik, stres ve kanser arasında
herhangi bir bağ olup olmadığı üzerine çok
incelemeler yapmışlardır. Hiçbir bilimsel sonuç,
kişinin dış görünüşü, kişiliği ile kanser riski
arasında bir gösterge bulamamıştır. Stres ve
kanser ilişkisi ile ilgili birçok faktör vardır.
Stresin genel olarak vücutta bahsettiğimiz
bağışıklık sistemini ve daha birçok başka yeri
etkilediği bilinmektedir.
“İyi de Metin ben zaten kanser değilim. Öyle
nöropeptidler falan çok da şart değil” diyerek
alfa beyin dalgasına olan ihtiyacını görmezlikten
gelme lütfen.
Sana her gün kanserli hücre ürettiğini ve gün
boyu kanserini yendiğini söylesem bana inanır
mısın?
Muhtemelen inanmazsın ama senin neye
inandığın, her gün kanseri yendiğin gerçeğini
değiştirmez.
Yaşayan her insan ve her memeli günde
binlerce kanser hücresi üretiyor ve onları düzenli
olarak yeniyor.
Bedeninden salınan nöropeptidler, görev
alanlarına göre yayılarak bütün kanserli
hücreleri bulup yok ediyorlar ve bunu her gün
sürekli olarak tekrarlıyorlar. Lokal tedaviler
yapan bu beyin kimyasalları; akciğerlere ayrı,
dizlere ayrı, kana ayrı salınımlarla vücuda
hücum ederek kanserli hücrelere karşı savaşırlar.
Beden böylece yan etkisiz muhteşem bir tedavi
uygulamış olur.
Mucize gibi değil mi?
Bence de

İnsan bedeni yeryüzündeki en gelişmiş ve en


kusursuz makinedir!

Bedenin; her gün yaşadığı kanser tecrübesini


nasıl düzenli olarak iyileştiriyor biliyor musun?
Doğru tahmin:
Elbette iyileşme alfa ve aşağısındaki beyin
dalgalarındayken yaşanıyor. Beden alfadayken
kanserli hücrelerle savaşmaya başlıyor. Bu
yüzden yetişkinlerden daha uzun ve kaliteli
uyuyan çocuklar, yaralandıkları ya da
hastalandıkları zaman çok daha hızlı
iyileşebiliyorlar. Sürekli stres içinde olan
yetişkinlerse yazık ki onlarca antibiyotiğe ve
kortizona rağmen kolayca iyileşme
gösteremeyebiliyorlar.
Betayla uyarılan sempatik sinir sisteminin
hedefi, tehlike karşısında seni stresli ve uyanık
tutmakken, alfadaki amaç parasempatik sinir
sistemini uyararak senin mutlu, huzurlu ve
iyileşmede olmanı sağlamaktır.
Beyin dalgaları yükseldikçe bağışıklık sistemi
durup iyileşme sonlanırken, beyin dalgaları
düştükçe bağışıklık sistemi çalışıp iyileşmeyi
başlatır.
• Sempatik sinir sistemi nedir? Kalbin
hareketlerini hızlandırır. Kalbi besleyen
damarları daraltır. Bronşları genişletir. Bağırsak
hareketlerini yavaşlatır.
Sempatik sinir sistemi omurganın iç tarafının
iki yanında yer alan ve birer sıra halinde dizili
bulunan sinir düğümlerinden oluşur. Omurganın
sırt bölgesinden bel bölgesine kadar uzanan
sempatik glangliyonlar sinir hücrelerinin bir
topluluğudur. Bir yandan omurilik sinirleri
yoluyla omurilikle bağlantı kurarken bir yandan
da organlara sempatik sinirler gönderirler.
• Parasempatik sinir sistemi nedir? Kalbin
hareketlerini yavaşlatır. Kalbi besleyen damarları
genişletir. Bronşları daraltır. Bağırsak
hareketlerini hızlandırır.
Parasempatik sinir sisteminde sinirsel
düğümler yoktur. Sinirlerini doğrudan doğruya
merkezi sinir sistemindeki hücrelerden
almaktadır. Bu hücrelerin aksonları merkezi sinir
sisteminden ayrıldıktan sonra sinir verdikleri
organların içinde ya da yakınlarında bulunan
küçük glangliyon hücreleriyle bağlanırlar.
Kalp atımlarını ve beyin dalganı düşürmen
sağlıklı ve uzun bir hayat için elzemdir.
Kutsal inançlarda ve İslamiyet’teki bazı
hadislerde insanın hayatı boyunca alacağı nefes
sayısının belli olduğu, bu sayının dışında ne bir
eksik ne de bir fazla soluk almanın mümkün
olmadığı söylenir. Bu kutsal saptamalarda
aslında vurgulanan bilgi, yaşam boyu alınan
nefesin rakamı değil, nefesin ne hızda alınması
gerektiğidir. Bahsettiğim hadislerde, aslında
kalbi hızlı atan ve sık soluyanın daha kısa
yaşayacağı bilgisinin altı çizilir.

Kalbi hızlı atan her memeli az yaşar


Kalbi yavaş atan her memeli uzun yaşar

– Metin, ben betaya geçeceğimi hissettiğimde


kendime sürekli pozitif telkinler yaptığım halde
alfaya geçmeyi neden başaramıyorum sence?
– Çünkü düşündüğün konuyla ilgili o kadar
yoğun ve olumsuz düşünceler üretiyorsun ki
daha sonra bunları bertaraf etmek için
karşılarına antitez olarak pozitif düşünceler
koymaya başladığında otomatik olarak düşünce
sayın katbekat artmaya başlıyor. Dolayısıyla
sonuca baktığında aslında hiçbir şeyin pozitif
gelişmediğini görüyorsun. Hayatını
olumlamalarla geçiren insanları izlersen,
hepsinin bir iki hafta Pollyanna gibi
dolaştıklarını ancak daha sonra ani ve derin
çöküşler yaşadıklarını görürsün. Uyguladıkları
olumlama dopingi yazık ki daha hızlı ve sert
düşüşler yaşamalarına neden olur. Şunu hiç
unutma; doping yapan her insan sonradan
bedeninin ve kaslarının parçalanmasına hazır
olmalıdır. Esas olan düşünceleri bastırmak ya
da ötelemek değil değiştirmektir

2- TETA BEYİN DALGASI: Zihnin uyku


halidir ve bu beyin dalgasında iyileştirici
hücreler çok daha fazladır. Bazen derin
meditasyonlarda da yakalanabilen bir dalga
boyudur.
Frekansı saniyede 5 Hz ila 8 Hz’dir. Teta
dalgaları bastırılmış duygular ortaya çıktığında
aktifleşir ve yaratıcılık için ihtiyaç duyulan
zihinsel bağlantılar bu sayede kurulur.

3- DELTA BEYİN DALGASI: Frekansı en


düşük olan beyin dalgasıdır. Saniyede 1,5 Hz ile
4 Hz arasında gidip gelir ve düzensiz yayılır.
Uykunun en derin olduğu saatlerde yaşanan
deneyimdir (rem uykusu).
Deltanın bir ileri seviyesi için “koma” hali
diyebiliriz. Beyin komadayken gereksiz bütün
algılarından sıyrılır ve sadece yaşamsal
organlara odaklanır.
İnsan komaya girdiğinde bağışıklık sistemi
en üst düzeyde uyarılmıştır!
Beyin bu noktada bedene şunu söylemeye
başlar: “Artık senin duygusal çalkantılarınla
zerre kadar uğraşacak gücüm yok. Çok uç bir
durumdan, bir travmadan geri dönmeye
çalışıyoruz ve şimdi son kartlarımızı atacağız. Şu
andan itibaren işime yaramayan bütün sistemleri
kapatıyorum”
Böylece en üst seviyedeki iyileşme de start
almış olur ve beden komaya girerek, hayatta
kalmak için son kozunu kullanır.
Komadayken bilinç, neredeyse durma
noktasındadır. Beyin, bütün enerjisini yaşamsal
organlar üzerinde yoğunlaştırmıştır. Doktorların
bazı zamanlarda ağır hastaları yapay komaya
sokmalarının nedeni de yüksek iyileşmeyi
tetiklemek içindir.
Hayatta tek bir pusula vardır senin için o da
“kalbin”
Bu pusulayı bozabilen tek bir metal vardır;
O da yazık ki yine senin “zihnin”

Yakın bir tarihe kadar nörologlar, hayatımızı


doğduğumuz anda taşıyor olduğumuz
nöronlarımızla geçirdiğimizi düşünüyorlardı.
’de bir nörolog, erişkin insan beyninin
bellek ile ilişkilendirilen bölümünde
(hipokampüs) yeni nöronların oluştuğunu
saptadı. Bu saptamayla birlikte nörologlar için
cevaplanması gereken bir soru ortaya çıktı:
Erişkin insan beyninde oluşan bu yeni
nöronların görevi neydi?
Bilim insanları, bir nöronun sinyal
göndererek ağındaki öteki nöronlara bilgi
ilettiğini ve yeterince uyarılmışlarsa diğerlerinin
de sinyal gönderdiğini belirtiyorlar; her hücrenin
sinyal iletme örüntüsü, alınan verilere göre
zaman içinde şekilleniyor.
Beyin midemiz gibi çalışır, önce bilgiyi alır
sonra tekrar yolu ile hazmeder.
Beyin nöron denilen yaklaşık milyar
küçük sinir hücrelerinden oluşur. Nöronlar diğer
nöronlarla bir sinir ağı kurmak için küçük
dallara sahiptir. Bu sinir ağında fikirler,
düşünceler ve hisler oluşturulur ve birbirine
bağlanır.
Bu şu demektir:

Bir davranışı 21 gün süre ile devam ettirmek,


kurulan yeni nöron bağlantısı sayesinde o
davranışın alışkanlık haline gelmesini ve o
duygu ve düşünce içinde kalmamızı sağlar.
Zaman içinde daha sık tekrarlanan davranışlar
ise “vücut saati” kavramını harekete geçirerek
süreklilik kazanmış olur.

Örneğin; sabah kalkıp, bugün çok güzel bir


gün ve ben mutluyum diye hissederseniz önce
bedeniniz ve yüzünüz mutluluk belirtisi olan
ifadeleri alacaktır. Ancak tam tersi de
mümkündür. Bugün çok sıkıcı, hayattan hiç tat
almıyorum şeklindeki düşünceler o günün
berbat geçmesine sebep olur. İleriki günlerde
zihin yapınız önceden defalarca hangi yolu
izlediyse genelde aynı yolu izlemeye meyilli
olacaktır. Yani beyniniz pozitif veya negatif
düşünce yapınıza göre şekillenir.
Senelerce somurtan insanların sürekli
somurtmaya devam etmeleri bu çalışmada
anlatılmıştır.

“Mutluluğu hasat etmek için erken olabilir


ama mutluluk tohumu ekmek için geç değil”

Gülümse! Bugünkü gülümsemen yarınki


gülümsemeni doğuracak
Bugünkü aşkın, yarınki cennetini yaratacak

– Metin senin mesleğin nedir?


– Ben düş mühendisiyim ruhparçam!
İnsanların düşlerini inşa ederim
İlahi bir tını var havada;
Kalbini açanların duyabildiği
ADIM II: BEYİN DALGALARINI
DÜŞÜRME NEFESTEKİ DAVET

Alfa beyin dalgasına geçerek; kendini iyi,


mutlu ve tam hissedip algında, duygularında,
tepkilerinde ve dolayısıyla yaşadığın
deneyimlerde fark yaratabileceğin bir dolu
yöntem sıralayabilirim.
Günümüzde en çok kullanılanlar ve sıkça
tercih edilen yöntemler; antidepresanlar,
uyuşturucu, alkol, cinsellik, yemek, dans,
müzik, ibadet
Ancak bu saydıklarımın hiçbiri, beyin
dalgalarını düşürmek konusunda uzun vadeli
tam ve kesin sonuçlar vermez.
Dilersen ben sana uzun vadeli iyileşme ve
fark yaratmakta bütün dinlerin, kültürlerin,
öğretilerin, Doğu’nun, Batı’nın, tıbbın; birlikte
hemfikir olduğu en garantili ve güçlü tek “yol”u
göstereyim:
Nefes
Hayal kırıklığına mı uğradın?
Gerçek olamayacak kadar basit değil mi?
Haklısın
Benden daha komplike, daha zor ve
karmaşık, hatta herkesin kolaylıkla
yapamayacağı bir şeyler beklediğini biliyorum.
Aslında her karmaşık problemin sadece basit
bir çözümü olduğu gibi, alfaya geçmenin de en
garantili yöntemi de doğru nefestir
Nefes, varoluşun insan ruhuna üflemesiyle
ona “can” veren güçtür!
Kabala’da Musevi mistisizminde “nefesh”,
“ruh” anlamına gelir ve sufi geleneğindeki adı
da nefis’tir İngilizcede nefes demek olan
“inspration” ise içeriye ruhlanmak anlamını taşır.
Latincede “spiritus” da yine nefes ve ruh
demektir.
İyi olabilmek için artık pozitifçilik
oynamaktan vazgeçmeli ve yapman gereken
doğru şeyleri hayatına dahil etmelisin. Hayatını
beta beyin dalgasında beşinci viteste son sürat
yaşamaya devam edersen, duvara çarpman an
meselesidir. Bu noktadan sonra duvarı
suçlamanın kimse için anlamı kalmayacaktır.
Şimdi ayağını gazdan çekmeye başlamalı ve
beyin dalgalarını düşürerek parasempatik sinir
sistemi devreye sokmalısın. Seni güvende ve
hayatta tutacak olan bu gaz kesme işleminin adı
“nefes” almaktır.
“NEFES” görünen kısmıyla vücuda oksijen
tedarik etmekse de, aslında görünmeyen yüzüyle
enerji tedariğidir.
Nefes alma organın nedir diye sorsam,
sanırım hiç düşünmeden “burun” diye cevap
verirsin
O halde nasıl ki burnunu hamburger yemek
için kullanmıyorsan, bundan sonra ağzını da
nefes almak için kullanmamalısın.
Burun sadece senin koku almana yarayan
küçük bir organ değildir. Havadaki tozu, zararlı
partikülleri tutan, soğuk havayı uygun ısıya
ulaştırarak içeriye alan ve aynı zamanda nemi de
dengeleyen bir mekanizmadır. Ağızdan nefes
almak, bedenin ancak acil durumlar söz konusu
olduğunda başvurduğu yoldur.
Nefes almak için ağzını değil, burnunu
kullanmalısın.

Anlatacağım nefes tekniğiyle kalp atımlarını


yavaşlatacak ve beyin dalganı düşürerek alfa
beyin dalgasına ulaşacaksın. “Dingin nefes
terbiyesi” olmayan hiç kimse, kalıcı mutluluğu
ve içeriden gelen güçlü iyileşmeyi tam ve gerçek
anlamıyla yaşayamaz.
Hızlı soluyarak ömür geçiren bir insanın
mutlu ve sağlıklı olduğuna beni ikna etmen çok
zordur, tıpkı dingin nefes alan bir insanın sinirli
ve stresli olduğuna beni inandıramayacağın gibi.
Nefes; içeriye çekilmez!
Akciğer etrafındaki kaslar rahatlayıp
gevşediğinde, içindeki basınç düşer ve hava
atmosferik basınçla akciğere dolar. Dolayısıyla
“nefes” aslında pasif bir işlemdir. Onu içeriye
çekmez, sadece davet edersin

İçine aldığın şeyin sadece oksijen olduğunu


düşünüyorsan,
“AŞK” içindeki gerçekliğine henüz
uyanmamışsın demektir.

Neyzen cansız saza nefes üfleyerek ona can


verir,
Tıpkı cansız bedenlerimize üflediği
nefesle can veren varoluş gibi
Sen O’nun nefesisin işte;
Bak; “O” seninle nasıl nefes alıyor!
Şimdi düşün bakalım;
Nefesini neyle tüketmek istiyorsun;
Öfkeyle mi, aşkla mı?

“SUFİ NEFESİ” NEDİR?

Bu teknikte nefes alıp verirken hedeflenen


şey, parasempatik sinir sistemini uyarmaktır.
Sufi nefesi; dik ve rahat bir oturuş sırasında
burundan sakince aldığın nefesi yine burundan,
daha ağır bir tempoda geri vererek yapılır.
Dört birimde aldığın nefesi, sekiz birimde
vererek günde ortalama 10 dakika
uygulayacağın sufi nefesiyle, beyin dalganı
alfaya çekerek yaşamındaki büyük ve gerçek
dönüşümü de başlatmış olacaksın.
Nefes alıp verirken beynini durdurmak
çabasında olma. O durduğunda zaten
ölmüşsündür! Beyni nefesle durdurmak diye bir
şey yoktur.
Hayatımın 18 yılını harcadığım Spiritüel
eğitim sürecinde Aborjinlerle birlikte geçirdiğim
uzun zamanlarda da, Uzakdoğu’da dağların
tepesinde sadece su içip günlerce oruç tutarak
yaptığım meditasyonlarda da beynimi
durduramadım!
Nefes egzersizinde hedef, beyni durdurmak
değil, beyin dalgalarını düşürmek ve vücudu bu
mekanizmaya mümkün olduğunca
alıştırabilmektir.

SUFİ NEFESİ EGZERSİZİ NASIL


YAPILIR?
Kendini iyi ve rahat hissettiğin pozisyonda,
dilediğin yerde sufi nefesi yapabilirsin.
(Şezlongda ya da yatakta uzanarak, koltukta dik
oturarak vb.)
• Günün herhangi bir saatinde kendine
ayırdığın on dakikalık zaman dilimi içinde sufi
nefesi çalışabilirsin. (Koşarken, araç kullanırken
ya da uykusuzlukla baş edemeyecek kadar
yorgun halde yatağa yattığında yapmamalısın.)
• Nefes alıp verirken, sakin ve dingin olmaya
özen göstermeli ve bu alışveriş sırasında
burnundan sert soluk sesleri çıkarmamalısın.
• Gözlerin açık olduğunda beynin saniyede
ortalama milyarlarca bit veri almaya devam
edeceğinden, gözlerini kapatarak nefes çalışman
çok daha uygun olacaktır. (Tekniğin ilerledikçe,
gözlerinin açık ya da kapalı olması önemini
yitirecektir.)
• Nefes alırken dört, verirken sekiz sayılarını
tutturmaya çalışıp hesap yapma. Önemli olan
ağır nefes alıp daha ağır bir tempoda onu geri
vermendir.
• Bu egzersizi günde 10 dakika yapman çok
önemli, çünkü beyin ilk 5 dakikanın ardından
nefese reaksiyon vermeye başlayacağından, 10
dakikalık nefes çalışmasının bölünmesine, izin
vermemelisin.
Sufi nefesini günlük hayatın içinde ani
gelişen olumsuz olayları çözümlemek için
başvuracağın acil önlem paketi olarak kullanma.
Bu tekniği her gün istikrarla uygulamaya devam
ettiğinde zaten yaşanan olumsuzlukların
çözümüne kendi içinde sahip olacaksın.
Sufi nefesini geçici günlük egzersizlerin
olarak değil, cennetine açılan kapın olarak
bütünüyle hayatına al.
Şunu lütfen unutma:

Meditasyon bir yapma değil, olma halidir.


Tekniğin gayet kolay ve herkes tarafından
uygulanabilir olduğunu biliyorum. Bu aşamada
artık önemli olan nefesi yapıp yapamayacağın
değildir. Kalbin atmaya devam ettiği sürece sufi
nefesi yapmak için gayet uygunsundur. Artık
asıl önemli olan detay günde 10 dakikanı bu
nefesi uygulamak için ayırıp ayırmayacağındır.
Öne süreceğin hiçbir mazeret kabulüm
değildir. Birlikte çıktığımız bu aşk yolculuğunun
inanç meselesi değil, emek işi olduğunu sana bir
kez daha hatırlatmak ve ancak emeğin kadar
sonuç alabileceğini, çaban kadar mucizeler
yaratabileceğini söylemek isterim.
Kendine doğal bir gelişim süreci yarat.
Benim Spiritüel gelişim eğitimim henüz 12
yaşlarında başladığı halde bugün 30’lu
yaşlarımda da ve biliyorum ki o son güne kadar
hep devam edecek. Ben bu gelişim sürecine
hayatımı adamama rağmen bugün yine
öğrenmeye ve gelişmeye devam eden bir
çırağım.

Sahip olduğun bilgiyi kullanmadığın sürece,


ona sahip olmak seni ayrıcalıklı kılmayacaktır.

Zihinsel ve ruhsal gelişiminde, hiç ihtiyaç


duymayacağın okul diplomalarını alabilmek için
10 yıl boyunca uğraştığın halde, evrensel zekânı
uyandırmak ve onu aktif kullanmayı öğrenmek
için kendine günde sadece 10 dakika bile
ayıramıyorsan, bu yolculukta birbirimiz için
doğru yoldaşlar değiliz.
Dünyanın pek çok ülkesinde en ağır ve en
güçlü Spiritüel eğitimleri alıp üstelik hiçbiri üç
beş haftalık kurslar olmayan, hatta bazısı sekiz
yıl boyunca süren çalışmaların içinden geçtiğim
ve her birinin ustası olup diplomalarını aldığım
halde, hiçbir hocanın beni yolculuğum içinde
ileri taşıyabilecek tek bir adımı dahi
attıramadıklarını öğrendim. Artık biliyorum ki:

Hiçbir şeyin ustalığı bana başkaları tarafından


verilmeyecektir.

Bu yolculuk benim için tamamen kişisel bir


süreçti, tıpkı senin için de olacağı gibi.
Dünyanın en iyi ve büyük ustalarını bulup
onların beni bütün yüklerimle tekâmül yolumda
sırtlayarak taşımalarını çok istedim ama inan;
hiçbiri bugüne kadar tek bir kişiyi dahi tekâmül
yolunda sırtlayıp bir adım öteye dahi
götüremediler.
Senin yürümek istemediğin bir yolda, hiçbir
ustanın senin adına adımlar atması mümkün
değil. Varoluşla ticaretinde, üçkâğıt yapamazsın.
Ne kadar emek harcarsan, yolculuğunda
ancak o kadar ilerleyebilirsin.
İşte bu yüzden sadece kendin için günde 10
dakika ayırmanı istiyorum senden. saatte
sadece 70 dakika yapacağın sufi nefesi,
yaşamının yüzde biri kadar bile etmiyor. Sen bu
yüzde biri bile gelişimin için ayırmaya hazır
değilsen, aynı yolun yolcusu değiliz demektir

BİLGELİĞİN AŞAMALARI:

Uzakdoğu’da kılıç ustalığının üç aşaması


vardır:
Birinci aşamada, usta kılıcıyla düşmanını
bertaraf eder. İkinci aşamadaysa düşmanını
etrafındaki olanakları kullanıp doğadan yarar
sağlayarak alt eder. Üçüncü ve son aşamadaysa
usta artık kılıcını kınına koyar çünkü gerçek
savaşın dışarıda değil, içeride olduğunu
öğrenmiştir.
Üzülerek söylemek zorundayım ki “sufi
nefesi” yaparak beyin dalgalarını düşürmeden,
bu uğurda istikrar gösterip sonuç almaya
başlamadan, diğer aşamalara geçip yeni bir
adımlar atman mümkün değil.
Beyin dalgaların düşmediği sürece, Spiritüel
boyutta yapacağın her yolculuk senin için
sadece bir “sanrı” olacağından, nefes
uygulamasını iyi öğrenmen ve kullanman
gerekiyor.

Sufizmde; aşk yolculuğuyla ilgili çok güzel


bir söz vardır:

“Aşk yolu kumar yoludur.


Bu yolda bütün benliğini ortaya koymalı ve
kaybetmeye
hazır olmalısın”

Bizim yolumuz emek yoludur! Umut, inanç,


teselli, dilek ya da hurafe değil
Artık konuşmayı bırakma ve yapma zamanı!
Başkalarının mucizelerini dinleyip anlatmaya
mı devam edeceksin, kendi mucizeni mi
yaratacaksın karar ver

Zihninde hiçbir soru kalmayıncaya dek


dinginleş;
işte mutlak cevap odur!

– Yaptığım bütün bu ödevler inşallah geçici


sonuçlar vermez Metin!
– Şu an için geçici. Sen devam ettikçe
yaptığın her ödev kalıcı olacaktır. Unutma;
nokta koymaya devam edersen uzun bir doğru
elde edersin. Sonlu noktalar, sonsuz doğruyu
oluşturur

SUFİ NEFESİNİN HAFTALIK GELİŞİMİ:


I. Hafta: Nefesi ilk uygulamaya başladığında
hemen bir iyileşme de hissetmen mümkün,
hiçbir şey hissetmemen de. Sorun değil Her
ikisi de gelişimin doğal bir parçası.
Esnemelerinin artması, uyuma isteğin, hatta
duyduğun ağlama arzusu bile gayet normal
şeyler. Nefes çalışmaları aynı zamanda bir
bilinçaltı terapisi de olduğundan, bilincin
yumuşadıkça altından birtakım blokajlar
çıkacaktır. Yaşayacağın ağlamalarla aslında bu
ruhsal blokajları da çözüyor olacaksın.
Panik atağı olan ya da anksiyetesi yüksek
kişilerin, nefes alıp verişi sırasında yoğun kalp
çarpıntıları hissetmeleri, herhangi bir sorun
yaşadıklarına işaret etmez.
Nefes alıp verirken ölen kimseye rastlamadım
henüz.
Bu gibi durumlarda nefes çalışmasına beş
dakika kadar ara vermeleri ancak daha sonra
tekrar yapmaları gerekir. Çarpıntı gerekçesiyle,
bu egzersiz terk edilmemelidir. Anksiyetesi
yüksek insanların bedeni yüksek nabız sayısına
alışkanlık gösterdiğinden, nefes çalışmasıyla
kalp atımlarının yavaşlamasına doğal olarak
zihinsel tepkiler verebilirler. Ancak suf i
nefesinde istikrarlı olurlarsa bir süre sonra
kalplerine şunu kabul ettirmiş olacaklardır: “Sen
yüksek hızla atmaya fazlasıyla alıştığın için,
yavaşlamanın normal olmadığını düşünüyorsun.
Oysa sağlıklı olan ve olması gereken senin
yavaş ve huzurlu atmandır”
II. Hafta: Giderek daha hızlı sakinleşmeye
başladığını fark edebilir, yaşanan olumsuzluklar
karşısında moralini daha çabuk
toparlayabildiğini görebilirsin. Kendindeki
değişimi fark etmen daha zor olacağından, bu
egzersizle aslında sende hiçbir şeyin
değişmediği hissine de kapılabilirsin.
Başarısızlık hissinin çok kısa ancak doğal bir
süreç olduğunu bilmeli ve buna rağmen sufi
nefesi egzersizinden vazgeçmemelisin.
“Nefes”in seni istila edip de etkilememesi
mümkün değil! Bu egzersiz tartışılabilir bir
ruhsal yöntem değildir. Etkisi kesin, bilimsel ve
fizyolojik sonuçlar yaratacaktır.
III. Hafta: Üçüncü haftadan sonra yakın
çevrendeki insanlar, sendeki olumlu değişimi
görmeye başlayacaktır. Daha sakin, daha
eğlenceli, daha toleranslı, daha hoşgörülü
olmaya başladığınla yüzleşerek sendeki bu
olumlu halin tadını çıkarmak isteyeceklerdir.
IV. Hafta: Algın değiştikçe, hislerin ve
tepkilerin de değişmeye başladığından, verdiğin
olumlu tepkilerin yaşanan olayları nasıl
etkilediğini göreceksin. Şimdilik sana mucize
gibi gelen oysa her biri senin değişen algı ve
hissediş şeklinle ilgili verdiğin reaksiyonlardan
kaynaklanan güzel deneyimler tecrübe etmeye
başlayacaksın
İlerleyen haftalar, aylar ve yıllar içinde,
bugün olduğun kişinin hayli uzağında, bir
masalın kahramanı olarak yaşamını sürdürmekte
olduğunu fark edeceksin!
Bütün bu ödevlerin etkisini görebilmek için
kafein kullanımından vazgeçmek gerekir. İnan
sana bir kahvenin verdiği hazdan çok daha
fazlasını vaat ediyorum.
Kafein; sempatik sinir sistemini uyarıp seni
hızlandırdığından yaptığın nefes egzersizleri ise
parasempatik sinir sistemini uyaracağından
nefeslerinin etkisini tam görmek için bana güven
ve kafeinden uzak dur. Zaten hayat seni
yeterince strese sürüklüyor. Bunun üzerine
ayrıca kafeinle kendini strese sokmana hiç gerek
yok.

Zihnini yavaşlatmadan kim çekirdek inancını


temizleyecekmiş?
Daha varoluşla ile ilgili çekirdek inancın
korkuyken

– Metin senin mesleğin nedir?


– Ben hizmetkârım ruhparçam! Aşka ve
bütüne hizmet ederim
Bir cennet hayaliydi,
bir kalemin mürekkebini kâğıda âşık eden
ADIM III: DÜŞÜNCE GÜCÜ ZİHNİNİN
SINIRLARINI AŞABİLDİĞİN KADAR
Ö Z G Ü R S Ü N DÜŞÜNCE GÜCÜ NASIL
AKTİVE EDİLİR?

İnsanoğlunun düşünce gücüyle ilgili sahip


olduğu en büyük yanılgı, düşünce gücünün
bedeni ve beyni zorlayarak ortaya çıkabilecek
bir kuvvet olduğunu sanmalarıdır.
Son zamanlarda televizyonda izlediğin
sihirbazların uyguladığı şey düşünce gücünü
aktive etmek değil, tamamen illüzyondur!
Düşünce gücünü aktif kullanabilenler, hatta
bu güçleriyle maddeye hükmedebilenler
güçlerini hiçbir zaman şov amacıyla
sergilemezler.
“Ben de düşünce gücüne çok inanıyorum
ama o kadar da etkili değil, her şey bir yere
kadar” diyen sayısız insan gördüm hayatım
boyunca.
Soyut olanın, somut olana etki ettiği
tartışılmaz bir gerçektir. Soyut düşünce,
saniyesinde somut kimyasal ajanlar olarak
bedenini istila eder!
Düşünce gücüne inanıyorum ya da
inanmıyorum demenin, var olan gerçeğin inkâr
edilmesi üzerinde hiçbir etkisi yoktur.
Elindeki kitabı yüz kez yere atarsan, yüz kez
yere düşeceğinden eminsindir.

“Bu atışımda da kitabın yere düşeceğine


inanıyorum, umarım düşer” gibi bir kaygı
hissetmezsin.
Birçok insan evrensel sistem, ruhani
deneyim, düşünce gücü, iyileşme gibi
kavramlarla ilgili sadece inanç duyarlar ya da
duymazlar. Çünkü deneyimlenmemiş her şey
insan için “inanç”tır

Artık senden, hiçbir zaman öğrenmediğin şeyleri


hatırlamanı istiyorum

Düşünce gücünü aktive etmeyi hatırladığında


ve bu işte giderek ustalaştığında ona inanmak ya
da inanmamak duygusuna ihtiyacın olmayacak;
çünkü artık kitabı yere attığında onun
düşeceğinden emin olduğun kadar düşünce
gücünü kullanmayı ve yönlendirmeyi
deneyimliyor olacaksın.
kişilik Spiritüel bir gruba seminer
verdiğim sırada “Kaç kişi düşünce gücüne
inanıyor?” diye sorduğumda neredeyse hepsi
ellerini kaldırdılar. Elimdeki kalemi yere atıp da
“Peki şimdi yerdeki kalemi düşünce gücüyle kaç
kişi oynatabilir?” dediğimdeyse bütün parmaklar
indi ve sesler kısıldı.
Senin de tıpkı onlar gibi düşündüğünü
biliyorum. Düşünce gücü diye bir şey olduğuna
inanıyorsun ancak hiçbir eşyayı bu gücünle
yerinden oynatamıyorsun
Nasıl bir düşünce gücüne inanıyor
olabilirsin?
Mesela:
Arkadaşını düşünmeye başladığında, seni
arıyor olmasından dolayı mı düşünce gücü
denen şeye onay veriyorsun?
Peki Bunu da kabul ediyorum!
O halde hadi şimdi cep telefonunu eline al ve
arkadaşını düşünmeye başla lütfen. Bakalım
neler olacak!
5 dakika!
10 dakika!
Ne oldu?

Sence arkadaşın sen onu gayet güçlü


düşündüğün halde seni neden aramıyor?
Demek ki inanmakla yol alınamıyor
Benim sana anlattığım ve öğretmeye
kalkıştığım düşünce gücü, senin inanmak
istediğin bu romantik rastlantılardan biri değil.
Sana her yaptığında hemen sonuç alabildiğin,
nefes gibi içine çekebildiğin ve ayağının
altındaki zemin ya da toprak kadar net, sağlam
ve gerçek bir şeyden bahsediyorum “düşünce
gücü” derken.
Bu aşk yolculuğunda benimle birlikte
yürümeye kararlıysan, hakikatin kalbine doğru
ulaştıkça sen de düşünce gücünün Spiritüel ilgi
alanından ya da hoş rastlantılarından çok daha
fazlası olduğunu görecek, bunun aslında
hakikatin kendisi olduğunu tecrübe edeceksin.
İnsanların düşünce gücüyle ilgili yaşadıkları
en büyük problem “öğrenilmiş güçsüzlük”tür!
Penceresiz dar ve küçük bir oda içine
kapatılan kedi yavruları, her defasında kapıyı
açıp dışarı çıkmak isteseler de, kapı önüne
yerleştirilen ızgaralar ayaklarını yaktığı için yine
odaya geri dönmek zorunda kalırlar. Dışarı
çıkmak için defalarca kez şanslarını deneyen
ancak can acısıyla kapalı odaya dönmek
zorunda kalan bu kedi yavruları, artık yetişkin
kediler oldukları dönemde kapı açık bırakıldığı
halde bile, dışarıya çıkmak için tek bir hamle
bile yapmaz olurlar. Bu hayvanları açık kapıya
rağmen penceresiz küçük odada hapis tutan güç,
öğrendikleri zihinsel çaresizlikleridir.
Öğrenilmiş çaresizlikler, sadece hayvanları
bağlayan bir konu değil. Örneğin, fastfood
restoranda çalışan bir işçi, temizliğini yaptığı oda
büyüklüğündeki buzdolabında bir gece kilitli
unutulduğunda, sabah soğuktan donmuş halde
ölü olarak bulundu.
Oysa buzdolabı bozuk olduğu için odanın
ortalama sıcaklığı sadece derece kadardı
ve bir insanın soğuktan dolayı donarak ölmesine
neden olabilecek ısı seviyesinde değildi.
Fastfood çalışanı maalesef, buzdolabının bozuk
olduğunu bilmediğinden, normal şartlarda
unutulduğu yerde her canlının sabaha kadar
öleceğini zihnen kurguladığından, hissettiği
sıcaklık yerine zihnindeki bilgiyi yaşamayı
tercih etmişti. Burada yaşanan deneyim de
tamamen zihnin yarattığı bir sanrının insan
bedeninde gerçekliğe dönüşmesidir.
Unutma:

Yorgunluk geçicidir. Güçsüzlük kalıcı

Düşünce gücü aslında büyüdükçe


unuttuğumuz, lakin çocukluğumuzdan beri var
olan ve aktif olarak kullandığımız bir şeydir
Çocukların yürümeyi öğrenirken ortalama 2
bin ila 4 bin kez düştüğünü ve buna rağmen
yeniden ayağa kalkarak yürümeyi başardıklarını
biliyor muydun?
Bir zamanlar sen de çocuk olduğuna göre
binlerce kez düşüp yine binlerce kez ayağa
kalkarak yürümek zaferine ulaştığını bilmelisin.
Yazık ki büyüdükçe yapabileceklerine olan
güvenini yitirdiğinden, sadece birkaç kez
deneyip de başarısız olduğun şeyler yüzünden
hayata darılıp hemen arkanı dönebiliyorsun
şimdi.
Defalarca yere çakıldığı halde ayağa kalkıp
yürümekte ısrar eden o çocuk halin, giderek bir
yetişkine dönüştüğünde yaşadığı yenilgiyle
sarsılıp hayata ve kendine küsmeyi tercih ediyor.
Eğer bir şeyi yapabileceğine ya da
yapamayacağına inanıyorsan eminim her
ikisinde de haklısındır, çünkü bu iki durumda da
sınırlarını belirleyen ve sonucu öngören sadece
sensindir.
Anlamalısın ki:

Zihninin sınırlarını aşabildiğin kadar özgürsün!

Algın, yaşantını bütünüyle belirler.

Biliyorum;
Bazı söylediklerim inanılmaz gibi geliyor değil
mi?
Sanki sana imkânsız bir gerçeği vaat ediyorum
Peki ya gerçeği senin şekillendirdiğini
söylesem?
Ya sana imkânsızın; “imkân” sınırlarının
içinde var olduğunu söylesem
Senin en büyük sınırların; illüzyonundur.
Artık aş onları.
Şimdi, yanılsamanın ötesine doğru yolculuk
devam ediyor

– Metin senin mesleğin nedir?


– Ben göçebeyim ruhparçam! Ödünç bir
bedenle dolaşırım bütün âlemleri
Bir nefesle can bulduğunda
ADIM IV: “Kİ” ENERJİSİ İÇİNDEKİ
USTAYLA TANIŞMA ZAMANI Kİ ENERJİSİ
NEDİR?

Var olan her şeyin yapıtaşıdır! Yaşamın


enerjisidir
Fizikte her şeyin yapıtaşı olarak bildiğimiz
“atom” ve “atom altı parçacıkları” da aslında
birer “ki” bulutudur.
“Ki”nin enerji formlarıyla; maddeleri,
bedenleri, hisleri, hormonları, yaşantımızı ve
bütün dünyayı var ederiz.

Gördüğün her şey “Kİ” enerjisidir

Japonya’da “Ki”, Çin’de “Qi” olarak


karşımıza çıkan yaşamın enerjisi, Hindistan’da
“Prana”, Mısır’da “Ka” ya da “Kelam” eski
Türkçede de “Tin” adını alır.
Ben kitap boyunca yaşamın enerjisine sadece
“Ki” demeye devam edeceğim. Bence isminin
ne olması gerektiği konusunda sen de çok kafa
yormamalısın. Önemli olan uygun isimi bulmak
değil, yaşamın enerjisini duymak ve onu
yönlendirmektir.
“Ki” enerjisi dediğimde aklına “Rei-ki”yle
bağlantısı olup olmadığı düşüncesi geliyorsa,
kurduğun bağlantının anlamsız olduğunu
söyleyemesem de yetersiz olduğunu
belirtmeliyim.
Benim sana anlatıp, hissetmeyi ve
yönlendirerek kullanmayı öğreteceğim “Ki”
enerjisi, evren pastasının tamamıyken, senin
aklına gelen “Rei-ki” bu evren pastasının sadece
ince bir dilimidir!
Var olan bütün teknikler, yaratıcısının
sınırlarını içerir. Bu teknikler ile sadece tek bir
radyo istasyonunu dinleyebilirsin. Ben sana var
olan bütün frekanslara kendini açmayı teklif
ediyorum.
“Rei-ki” eğitimimi tamamlayıp dersin hocası
olmam sekiz buçuk senemi almış üstelik de son
üç yılını günde altı saat çalışarak geçirmiştim.
Evren pastasının o bir dilimi için harcanan
emeğin sekiz buçuk yıllık bir çalışma ve disiplin
gerektirdiğini düşünürsek, pasta ustası olmak
için kat edilmesi gereken yolu bence sen
hesapla! Lütfen hormonlu hocalardan biri olma.
Kısa sürede eğitmen olan o hormonlu hocaların
farkındalıkları da mutlulukları da gerçek olamaz.
Lütfen sen de bu konuda aceleci olma.
Çıraklıktan ustalığa doğru, bir yaşam dolusu
zamanın var.
Şimdi sana öğreteceğim basit ve herkes
tarafından uygulanabilir tekniklerle “Ki
enerjisi”ni hissetmeye ve hatta onu
yönlendirmeye bile başlayacaksın. Bu tekniklere
ayıracağın zaman ve içine koyacağın “AŞK”,
senin ve hayatının dönüştüğü mucizeyi
yaratacaktır.

– Metin, aşkın istilası hayatlarımızda ne


zaman başlayacak?
– Hemen şimdi
– Peki bu istila ne zaman tamamlanacak?
– Onun kararını sen vereceksin!
“Kİ” ENERJİSİNİ YÖNLENDİRMEK VE
AVUÇ
iÇLERİNDEKİ ENERJİ MERKEZLERİNİ
AKTİVE ETMEK:

“Ki” enerjisini yönlendirmenin binlerce


tekniği olduğu halde ben sana en yumuşak ve
kolay uygulanabilen ve daha önce öğrendiğin
sufi nefesiyle uyumlanabilen bir Uzakdoğu
yöntemini anlatacağım.
Sufi nefesiyle Anadolu’dan çıkıp bu kez
Uzakdoğu’ya gidiyor oluşumuzdan alman
gereken tek mesaj; evrenselliğin esas olduğudur.
Uzakdoğu’da nefesle yapılan iki türlü “Ki”
yönlendirme şekli vardır:
1. Tahta ya da kiremit kırarken
bağırmalarıyla vuruşları aynı hızda senkronize
olan sporcuları görmüşsündür. Bu yaptıkları
şeyle amaçları kiremitleri korkutmak olmadığına
göre, aslında bağırarak verdikleri sert nefesle
hedefledikleri şey, bedendeki enerjiyi temas
edecek noktaya yollamaktır. Kitabımızın konusu
bu değil.
2. Benim anlatacağım teknik de yine nefesle
başlayan ancak daha yumuşak ve sakin bir
egzersiz: Avuç içlerinden nefes üflemek!

Bedendeki tek enerji merkezi avuç içleri


değildir. Ancak kullanım açısından daha kolay
ve fonksiyonel olduğu için genelde ellerdeki
enerji merkezleri uygun bulunur. Migren
rahatsızlığıyla gelen bir hastaya şifa verirken
ayaklarımdaki enerji merkezlerini onun yüzüne
dayamaktansa ben genelde ellerimi kullanmayı
tercih ediyorum.
Avuç içlerindeki enerji merkezlerini açmanın
en etkili yöntemlerinden biri, burundan aldığın
nefesi her iki kolunda da dolaştırıp, onu avuç
içlerinden dışarıya doğru üflediğini hayal
etmektir.
Şaşkınlıktan gözlerinin büyüdüğünün
farkındaydım
Söylemesi çok kolay ancak yapması
imkânsız gibi geliyor biliyorum! Fakat bu
konuda tamamen haksızsın. Seni temin ederim
ki zihninin bütün direnişine rağmen, sadece
birkaç denemeden sonra bile avuç içlerinden
nefes verebilmenin en az söylemesi kadar kolay
olduğunu deneyimleyeceksin.
Burada önemli olan şeyin hayal edebilme
gücün olduğunu anlamalısın:

Hayal gücünü kaybettiğinde ölürsün!


Unutma sen de “O”nun hayalisin
Ve
Hayallerin bittiği yerde, yanılsamalar başlar!

– Metin çok hayalperestsin, artık gerçek


dünyaya dön!
– Bu dediğini bir kez daha düşünmeni
öneririm. Gerçeği hayalin hamuruyla
yoğurursun. Hayal hamuru sertleştiğinde,
“gerçek” oluşur.

AVUÇ İÇLERİNDEN
NEFES ÜFLEME EGZERSİZİ NASIL
YAPILIR?
Burnundan derin nefes al ve bu nefesi sol
omzundan itibaren kolundan geçirerek
bileklerine taşıyıp avuç içlerinden dışarıya
sakince üflediğini zihninde canlandır! Nefesini
nereye yolladığını hayal edersen, enerjin oraya
gider!
• Nefesini içinde tutup, avuç içlerinden
çıkarmaya çalışma!
• Egzersiz boyunca derin ve dingin nefesler
almaya özen göster.
• Yatarak da yapabileceğin halde ilk
zamanlarda oturarak ve ellerini karşında duran
bir cisme dokunmaya hazır gibi açık tutarak
yapmalısın. Kolunun yorulduğunu hissedersen
ellerini avuç içlerin yukarı bakacak şekilde
dizlerinin üzerine koyarak da çalışabilirsin.
• Önce sol elini kaldırarak egzersizi yapmaya
başla. Beş dakikanın ardından sağ kolunu da
çalışmana katarak toplam on dakika boyunca bu
tekniği uygula. Zaman içinde ustalaştıkça
egzersize her iki elinle de başlayabilirsin.
• Avuç içlerini biraz gergin tutmaya dikkat et.
Ellerini sertçe germen avuç içlerinde his
belirmesini zora sokar.
• Nefes alıp verirken avuç içlerinde his
belirmesi için kendini zorlama, sadece
bedeninde olan biteni sakince dinle.
• Bu çalışmayı günde on dakika boyunca
hatta dilersen sufi nefesi egzersiziyle birlikte
uyumlayarak yap.
• Egzersize, başaramayacağını düşünerek
başlama!
Şunu lütfen unutma:

Nefesini nereye yolladığını hayal edersen,


enerjin oraya gider!

Dolayısıyla bu noktada “nefes ve “soluk”


arasındaki farkı doğru anlaman çok önemli.

Nefesle soluk iki ayrı şeydir.

“Soluk” burundan veya ağızdan alınıp yine


burundan veya ağızdan verilerek bedenin
oksijen ihtiyacını tedarik etmekle ilgiliyken,
“nefes” ise işin enerji kısmıdır.
“Nefes” konusunu açıklarken onun aslında
“ruh” demek olduğunu anlattığımı hatırla lütfen!

Egzersizden sonra:
• Egzersiz sırasında avuç içlerinde hiçbir his
belirmediğini söyleyebilirsin. Ancak bu yine de
senin nefes üflemediğin anlamına gelmez.
Nefesini nereye üflediğini hayal edersen, zaten
enerjini oraya yollamışsındır. Henüz
duyamadığın hislerden dolayı yetersiz olduğunu
ya da uygulamayı yanlış yaptığını düşünme.
Sadece avuç içlerini çalıştırmaya istikrarla
devam et.
• Avuç içlerinde sıcaklık, serinlik,
karıncalanma, manyetik alan, çekilme, gerilme,
esinti, uyuşma veya bunların dışında herhangi
bir his deneyimlediysen her şey yolunda
demektir.
• Her egzersizde ellerinde farklı hisler
uyanabilir. Bu farklılıklar, egzersizi yanlış
yaptığın ya da yapamadığın anlamına gelmez.
“Ki” enerjisi her denemede zaten değişmeye
devam edecektir. Örneğin, bugün ellerinde
sıcaklık hissederken, diğer günler serinlik
duyabilirsin. Hatta mevcut kelimelerinle
tanımlayamayacağın hisler de deneyimliyor
olabilirsin.
• Sağ ve sol ellerinde aynı hislerin belirmesini
bekleme. Evrende sağı ve solu aynı olan hiçbir
şey yoktur. Simetri evrende olmayan bir şeydir.
Bu yüzden sağ ve sol tarafının aynı egzersiz
içinde duyduğu hisler bambaşka olabilir.
Sağında ve solunda farklı blokajlar söz konusu
olabileceğinden, farklı yoğunluklar ve
çözülmeler hissedebilirsin.
• Birkaç gün denediğin halde avuç içlerinde
his belirmediyse enerjini ve yeteneklerini
sorgulama. Zihnin, yaşadığın duruma fazla
direnç gösterdiğinden yüksek olasılıkla
deneyimlediğin şeyleri algılayamıyorsundur.
Çalışmalarına istikrarla devam ettiğinde sana
avuç içlerinde his belireceğinin garantisini
veriyorum. Dolayısıyla, Uzakdoğu’da ustaların
onlarca yıl uyguladığı bu teknikleri sadece üç
saniye deneyip de kendinden ve
yapabileceklerinden vazgeçme.
• Şu an elinde tuttuğun kitabı hissetmek için
konsantre olmaya ihtiyaç duymadığın gibi, avuç
içlerinden verdiğin nefesi duymak için de özel
bir çaba gösterme. Nasıl elinde bir kitap varsa ve
sen onu özel bir çaba göstermeden
hissedebiliyorsan, aynı şekilde avuçlarının
içinde de bir enerji var ve tam da orada
duruyor
Sadece hisset!
Dinle
Hepsi bu

Düşündüğün her şey bir yanılsamayken,


hissettiğin her şey hakikattir
Ellerinde his belirmediği sürece, neden
belirmediği konusunda kendini eksiklikle ya da
yetersizlikle yargılayıp durma. Aslında yaptığın
tek yanlış “Neden yapamadım?” sorusunu
sormandır. Gözlerini kapayıp, sakince nefesini
avuç içlerinden üflediğini hayal ettiğinde zaten
başarmış olacaksın. Sana sürekli yapamadığını,
yapamayacağını, ellerinde en ufak bir his dahi
belirmediğini hatta bunun mümkün
olamayacağını, o duyduğun karıncalanmaların,
uyuşmaların bile egzersizinle hiç ilgisi
olmadığını söyleyip duran “zihnini” sustur ve
nefesini avuç içlerinden verdiğini hayal et.
Ben bu egzersizi 12 yıldır yapıyorum ve şu
ana kadar 50 bin kişiyle de paylaştım.
Avuçlarının içinde Kızıldeniz’in yarılmasını,
alevlerin fışkırmasını, fırtınaların kopmasını
falan bekleme. Hissedeceğin küçücük
uyuşmalar, karıncalanmalar, en haf if basınç ya
da sıcaklık-soğukluk hissi bile senin “Ki”
enerjisini hissettiğin andır ve benden yana geçer
not almana kâfidir.
Eğitimlerim sırasında, defalarca denediği
halde avuç içlerinde hiçbir his belirmediğinden
yakınan bir öğrencime bu egzersizi yaparken ne
yaşadığını sorduğumda “Metin Bey günlerdir
çalışıyorum ama maalesef hiçbir şey
hissetmiyorum. Sadece bazen ellerim biraz
uyuşuyor, bazen de sanki karıncalanıyor gibi
ama bir şey olduğu yok” dedi. Elinde hissetmesi
gereken veriler zaten bunlardı. “Sen nasıl bir
deneyim yaşamayı hayal ediyordun ki?” diye
sorduğumda “Ne bileyim öyle doğaüstü bir
şeyler hissetmedim işte” cevabını verdi.
Öğrencim, hislerini zihninin hapishanesine o
kadar güçlü kapatmıştı ki yaşadığı hiçbir
tecrübeyi duyup dinlemeyerek sadece zihnin
öngördüğü tecrübelere odaklandığından aslında
gayet iyi hissettiği “Ki”nin farkında bile değildi.
Bu çalışmayı ben yaptığımda ne mi
hissediyorum?
Doğrusunu söylemek gerekirse hiçbir şey
hissetmiyorum, çünkü yaşam enerjisini hissedip
yönlendirmek benim hayatımın olağan hali.
Avuç içlerimden nefes vermek, burnumdan
solumak kadar net, açık ve normal bir deneyim.
“Ki”nin farkında olduğumu söylemek,
yürüdüğüm zemini hissettiğimi açıklamak kadar
aptalca benim için. “Ki” enerjisini duyularla
algılamak bende çabasızca ve otomatikman
cereyan eden bir tecrübe. İçimde havai fişeklerin
patladığını da söyleyemeyeceğim çünkü
yaşamımın normali, bu enerjinin farkında olup
onunla uyumlanarak var olmak.
Bir süre sonra sen de, “Ki”yi hissedip ona
şekil verirken bunu çabasızca, kendiliğinden ve
hayatının olağan hali gibi yaşıyor olacaksın.
Bu deneyimler sırasında duygularının ya da
duyularınla hissettiklerinin seni ulaştıracağı
noktada yaşadığın tecrübeyi var olan kelimelerle
ifade etmen mümkün olmayabilir. Yaptığın ve
yaşadığın bu şeyi, başkasına günlük hayatında
kullandığın kelimelerden seçeceğin cümlelerle
anlatamayabilirsin. Bunu denediğinde senin
saçmaladığını bile söyleyebilirler
Çocukluk yıllarımdan beri kendi
yolculuğumda bazı şeyleri keşfetme sürecim
genelde, çevremdeki çok insanın saçmaladığımı
düşünüp durmalarıyla geçti
Adada arkadaşlarımla saklambaç oynarken
kilise çevresindeki girintili çıkıntılı alanlara
saklanan çocukları, bulunduğum yerden bile
kımıldamadan bakar bakmaz gördüğümde
arkadaşlarım yaptığım şeye çok kızardı.
Yerlerinin bulunamayacağını, onları görmediğim
halde, gördüğümü iddia edip oyunu bozduğumu
düşünürlerdi. Bu birkaç kez tekrarlanınca artık
beni saklambaç oyununa almaz oldular. Anneme
gidip yaşadığım durumu anlattım ve “Çocuklar
tuhaf bir oyun oynuyorlar. Bir kısmı
saklanıyormuş gibi yapıyor, bir ebe de onları
görmüyormuş gibi yaparak oynuyorlar” dedim.
Annem de saçmaladığımı düşündü tabii ki
Aslında ben çocukları saklandıkları yerlerden
dışarı taşan enerji alanlarıyla gerçekten
görüyordum. Daha sonraları öğreniyordum ki
insanların büyük kısmı bedenin dışında taşan
enerji alanlarını göremeyip sadece bedenleri
algılayabiliyorlardı.
Sana bu konuyla ilgili yıllar önce unuttuğun
bir şeyi hatırlatmamı ister misin?
Benim gördüğüm enerji alanlarını çocukken
sen de görüp hissedebiliyordun. Fakat
büyüdükçe zihinsel algının hapishanesinde
tutuklu kalmaya razı olarak sahip olduğun bütün
bu becerilerini unuttun. Şimdi bunları yeniden
hatırlamanın zamanı geldi
Hadi şimdi kitabı kapat lütfen ve on dakika
boyunca sadece avuç içlerinden nefes verdiğini
hayal ederek çalış.
10 dakika sonra görüşmek üzere

“Kİ” TOPU NASIL YAPILIR?

Seni bu kez eğlenceli ve keyifli bir oyun


oynamaya davet ediyorum. Bu kez gözlerini
kapatıp avucunun içinde top tuttuğunu hayal
etmeni ve elindeki bu topa, sanki bir kartopuna
şekil verir gibi yumuşak hareketlerle dokunmanı
istiyorum. Bu egzersiz için hayal gücünü
devreye sokman ve elinde bir top tuttuğunu
düşlemen yeterli olacaktır.
Evrende gördüğün her şey maddesel formuna
kavuşmadan önce sadece bir hayaldi. Üzerinde
oturduğun sandalye de şu anki ergonomik ve
fonksiyonel haline ulaşmadan önce onu
tasarlayan kişinin hayaliydi tıpkı telefonunun,
kazağının, ayakkabılarının, arabanın da bir düş
sonucu var edildiği gibi

Bizler de varoluşun hayal gücüyüz.


Yaratıcılığını hatırlamak istiyorsan,
hayal gücünü harekete geçirmelisin.

Sadece gözlerini kapatıp elinde bir top hayal


edeceksin Senden bu topla yumuşak ve zarif
hareketlerle gönlünce oynamanı, eğlenmeni ve
bundan büyük keyif almanı isteyeceğim.
Yetişkinler için hayal etmek çaba ve
konsantrasyon gerektirirken çocukların düş
kurarken daha yetenekli ve daha başarılı
olmalarının sebebi nedir biliyor musun?
Evet Hayal kurmak çocuklar için gayet
basit ve eğlenceli bir iştir!
Sen de kendini zorlamayı ve yargılamayı
bırakıp avucundaki hayali topunla
gülümseyerek, keyif alarak ve eğlenerek
oynamaya başladığında mucizeyi zaten
deneyimliyor olacaksın.

Hakikatin düşlerin görünen hali olduğunu idrak


ettiğin
anda hakikati şekillendirmeye başlarsın
Şimdi:
• Dik ve rahat bir oturuş pozisyonu al.
• Ağır, sessiz ve dingin nefesler almaya başla.
• Gözlerini kapat!
• Evrenin senin avuç içlerindeki oyun
hamurun olduğunu düşün ve sadece eğlen,
gülümse, oyun oyna!
• Ellerinin arasında dilersen bir kartopu ya da
portakal tuttuğunu bile hayal edebilirsin.
• “Ki” toplarını gözlerinle görmek için
çabalama. (Ustalaştıkça onu görmen mümkün
olduğu halde bizim şu anki amacımız onu
hissetmek.)
• Günde en az beş dakika “Ki” toplarıyla
oynamaya devam et.
• Egzersiz sırasında araba sesi, kapı zili,
sokak gürültüsü gibi dış etkenlerden dolayı
dikkatinin dağıldığını düşünsen de çalışmayı
sonlandırma. Sadece dikkatini dışarıdan al ve
tekrar kendine çek.
Hepsi bu
Hayal ettiğinde avuçlarının arasında; şekli,
rengi, ağırlığı ve sıcaklığı tamamen sana bağlı
bir top oluşacaktır.
Olmayan bir topu avuçlarında yaratmak için
sadece birkaç saniyelik denemeden hemen sonra
yapamadığını düşünüp vazgeçme. İstikrar
gösterip günde beş dakika kadar “Ki” toplarıyla
oynamaya devam edersen, ben de sana bütün
hayatının değişeceğini vaat ederim.
O halde; hadi şimdi kitabı okumaya ara ver
ve sadece dakikanı “Ki” toplarına ve düş
gücüne ayır! Avucunun içindeki evreni
hissetmeye ve onunla çocuklar gibi oynayıp
eğlenmeye başla
İçi suyla dolu bir top, içi havayla dolu bir
top, manyetik alan, baskı, basınç, sıcaklık,
serinlik, uçuşma bunların hepsi hissedebileceğin
olası “Ki” topu modelleri olsa da sen tamamen
kendine özel bir his de duyabilirsin. Bence bu
durumun hiç sakıncası yok. Ne deneyimlediğin
tamamen sana özledir.
“Ki” toplarını nasıl ve ne miktarda hissetmen
gerektiğinin bir kuralı ya da yaptırımı olmadığı
gibi illa bir açıklamasının ya da tarifinin de
olması gerekemez.
Yaptığın şeyin verilerinin “doğru” ya da
“yanlış” sonuçları yoktur. Sadece deneyim
vardır. “Ki” topları yapmaya devam ettikçe her
defasında başka şeyler hissediyor olacaksın.
Buna rağmen; “Hiçbir şey hissedemedim”
dersen seni yine anlarım ve doğru bir tabir
kullandığın için de teşekkür ederim. Ancak “Ben
yapamıyorum” demeni hiçbir şekilde kabul
edemem ve onaylamam.
İlk egzersizinde “Ki” toplarını hissedememiş
olabilirsin fakat zihin disiplinin arttıkça hislerin
açığa çıkacaktır. Bunun senin enerji eksikliğinle
ya da yetersizliğinle hiç ilgisi yoktur.
Beta beyin dalgasındayken psişik
deneyimlerin yaşanmasının ve hissedilmesinin
zor olduğunu söylemiştim. Sufi nefesi yapmaya
devam ettikçe beyin dalgaların düşeceğinden ve
alfada olacağından artık bütün bu uygulamalar
sırasında duyusal deneyimlerin otomatikman
yüzeye sızacaktır.
Ben 15 yaşımdayken yaşadığım ancak
açıklayamadığım deneyimlerimle ilgili
sorularıma cevap ararken, kendimi keşif
yolculuğum sırasında günümüzdeki gibi spiritüel
hocalar bulmak çok da kolay değildi.
O dönemlerde Spiritüel anlamda
kişilik gruplar vardı ve kim kendi yolculuğuna
kalkıştıysa bu gruplarla bir araya gelirdi. Ustalar,
bugün olduğu gibi büyük otellerin kongre
salonlarına seminer vermek üzere gelmezlerdi.
Genelde çatı katlarında bisküvilerle karnımızı
doyurup eğitimlere katılırdık.
Üsküdar Amerikan Koleji’nde okuduğum ve
gayet bilimsel zekâyla çalışıp düşünen bir çocuk
olduğum halde açıklayamadığım
tecrübelerimden sonra katılığım böyle bir grupta,
kalabalığa egzersiz yaptıran yurtdışından gelmiş
bir hocanın eğitimini izledim.
Salonda bulunan insanlara baktığımda ilk
düşündüğüm şey, herkesin neden delirmiş gibi
göründüğüydü. Merakıma da yenilip çalışmalara
katıldım. Uygulamaların ardından yanımdakine
ne hissettiğini sordum ve bana kollarından
ateşlerin fışkırdığını, rüzgâra karışıp uçup
gittiğini anlatmaya başladı. Oysa ben yaptığım
egzersizde hiçbir şey hissetmemiştim. Kendimde
tuhaflık olduğu kuşkusuyla başkalarının neler
yaşadıklarını sormaya başladım ve her birinden
fantastik hikâyeler dinledim. Hatta içlerinden biri
ejderin kanatlarında kristal mağaralara uçtuğunu
ve orada kristalleştiğini bile söyledi. Bu hikâyeyi
anlatan kişinin yakın zamanda kendisine
sigortalı bir iş bulmasını dileyerek evime geri
döndüm. Dünyanın birçok ülkesinde uzun yıllar
boyunca süren Spiritüel eğitimimden sonra ve
üniversiteden de mezun olup içime doğru hac
yolculuğumda yürümeye devam ederken
hayatın bana öğrettiği en değerli bilgi şuydu:

Spiritüel yolda, hatta bütün yaşam


yolculuğunda,
kendini asla başkalarının deneyimlerine göre
yargılama.

Her ne yaşıyor ya da hissediyorsan, bunun


sana özel olduğunu bil ve hiçbir zaman hiçbir
konuda maddi-manevi varlıklarını
başkalarınınkiyle karşılaştırma. Şunu unutma ki,
evrendeki farklılıklar ve başkalıklar sonsuz
ahenge hizmet etse de, zihninin kıyaslayarak
algıladığı fark, sadece başkalarına karşı üstünlük
kurmaya ya da aşağılanma hissetmeye neden
olur. Dışarıda olan bitene kendini bağlı
hissettiğin her konuda kıyas içindesindir ve
dolayısıyla senden fazla kazananı daha değerli,
senden şişman olanı daha çirkin, senden mutlu
olanı daha yalancı görürsün.
Farkları yargılama, sorgulama ve kıyaslama
Sadece bütün başkalıkların farkında ol, onları
bil, gör ve kabul et!
Batı dünyasında hemen her sporun bir
şampiyonası olduğu dikkatini çekti mi hiç
bilmiyorum ama Uzakdoğu’da geleneksel yoga
şampiyonası yapıldığını işitmemişsindir. Çünkü
yoganın mantalitesinde diğerine üstünlük
sağlamak yoktur, sadece kapasiten kadar
yapabilirsin. Başkası bacaklarını ensesine
alabilecek kadar esnese bile sen sadece elinden
geleni yaparsın ve bu ne doğrudur ne de
yanlıştır Olandır!
Biliyorum!
Uzakdoğu’da üstünlük sağlamak prensibiyle
yapılan bir müsabaka var:
Dövüş sporları
Uzakdoğu’da üstünlük sağlamak üzere
yapılan yegâne şampiyonalar, dövüş sporlarıyla
ilgili olanlardır, yani ilkel erkek mantalitesinin
bir organizasyonudur.
Dışarıdakinin ne yaptığına, nasıl yaşadığına
ve ne kadar kazandığına göre kendini
sorgularsan içindeki varoluşa ve yeteneklerine
haksızlık edersin. Boyların uzunluğu, kiloların
azlığı çokluğu, saçların sarı-siyah-kızıl ayrımı
hep başkalarına bağlı kaldıkça ortaya çıkan ve
standartlaşan verilerdir.

Beni sakın; okuluma, ırkıma, inancıma ya da


coğrafyama mal etme! Hepsinin ötesinde bir yer
var benim ait olduğum: “O.”
“O”nun ötesindeki her şey insan yaratımıdır

Dış dünyadaki “normal”i toplumun geneli


belirler!
Evrende normal, anormal, doğru, yanlış,
simetrik, ideal yoktur!
Dünyada öznel algılarla hissedilen hiçbir şey,
aynı değildir! Gurbetçi için Türkiye, onun
burnunda tüten güzel ülkesiyken, Türkiye’de
yaşayan için belki hiçbir şeyin doğru gitmediği
sancılı vatanıdır.
Her şey, senin nerede durduğunla ilgilidir!
Arabanın içinde yol alırken, yavaş seyreden
başka bir aracın arkasından kornaya basan kişi
olabilirsin. Ancak onun önüne geçip ayağını
gazdan çektiğinde bu kez kornayla ikaz edilen
kişi sen oluverirsin.
O halde, sadece kendini dinle ve hissettiğin
şeyin seninle ilgili olduğunu bil!

“Ki” Topunu Yoğunlaştırıp Ağırlığını


Hissetme Egzersizi: Avuçlarının arasında
keyifle oynadığın ve bunu yaparken
gülümseyerek eğlendiğin “Ki” toplarını bu kez
ellerinin aralıklarını yavaşça açarak büyüttüğünü
hayal et. Bu büyütme süreci birkaç dakika
sürsün. Dilediğince büyüttüğün “Ki” topunla
oynamanı ve yaklaşık beş dakika sonra bu “Ki”
topunu ufaltmak için yavaşça ona baskı
uygulamanı istiyorum senden.
“Ki” topunu küçültmek için ona küçük
baskılar uyguladığında, enerji iç içe
geçeceğinden yoğunluğu daha da artacaktır. Bu
sırada elindeki “Ki” topunun eski formuna
dönmek için avuç içlerine direnç uyguladığını
fark edeceksin.
Daha sonra “Ki” topunu sağ elinden sol eline
yavaşça geçirmeyi ve onu tek elinde tutarak
ağırlığını hissetmeyi dene. Ardından aynı işlemi
diğer elin için de yap. Yaklaşık 5 ya da 6 dakika
boyunca avuçlarının arasında bir madde
olduğunu hayal edip onu sağ ve sol ellerin
arasında gezdirerek tartmaya devam et.

Bu eğlenceli egzersizlerde ustalaştıkça, “Ki”


toplarını düşünce hızında yapmaya, onları
enerjilerine ve renklerine göre yollamaya da
başlayacaksın.
Evet Bir sonraki adımda “Ki” toplarını
yapmakla kalmayacak onlara renk ve enerji
yükleyerek, bu topları hayatındaki pek çok
blokajı açmak için kullanmaya başlayacaksın.
Bunun için aceleci davranma lütfen ve en az
bir hafta boyunca sadece avuç içlerinden nefes
üflemek ve “Ki” topu yapıp onlarla oyun
oynamak için kendine vakit ayır.
“Ki” toplarıyla sahip olduğun oyun alanında,
“doğru” yapman gereken mekanik bir işlem
yok. Bu egzersizler, bir çocuğun eline kâğıt-
kalem verip ona dilediği gibi karalama
özgürlüğü sunmakla aynı şeydir. Ben sana
benim istediğim resmi yap demiyorum, sadece
seçtiğin bütün renklerde ve bütün şekillerde
kendi istediğin resmi yapabileceğini
söylüyorum.
“Ki” toplarını görmek zorunda değilsin.
Onları ilk birkaç yıl ben de görememiştim.
Bugün görüyor olsam da, bunun bir kaide
olmadığını hatırlatmama artık gerek yok sanırım.
Ne demiştik, herkesin deneyimi farklıdır. Kendi
hislerini başkalarının tecrübelerine bağlı kılma.
Bir seminer grubunda bazı öğrenciler, bu
egzersizi yaparken ellerinde birtakım hisler
belirdiğini ancak bu his topa benzemediği için
başaramadıklarını düşünmüşler ve bu yüzden de
egzersizden vazgeçmeye karar vermişlerdi. Oysa
hissettikleri şey onlara özeldi ve bence gayet
iyiydi. Beni dinleyip ödevlerine devam ettikçe,
hissetmekle ilgili problemleri de ortadan kalktı.
Avuç içlerinde top niyetiyle hayal ettiğin
şeyin topa bile benzemesi gerekmediğini
anlamalısın. Bu senin yolculuğun!
Beş duyundan biri bile avuçlarının içinde
olan bitenle ilgili küçük bir veri ortaya
koyabiliyorsa, benim için tamamdır! İlla bir top
kavraman gerekmiyor. “Bir şey” hissediyor
olman kâfidir.

“HİSSETMİYORUM ÖYLEYSE YOK” MU?

Çok insan yazık ki hislerinin hapishanesinde


yaşar. Hissetmediği ya da beş duyuyla
algılamadığı her şeyi yok saymak kadar haksız
ve yalancı bir tepki daha yoktur!
Şu an bulunduğun yerde bile GSM
operatörleri, radyo kanalları, televizyon ve uydu
kanalları, telsiz ve internet hatları mevcut değil
mi?
Onları hissetmediğin halde ayağa kalkıp,
radyoyu açıp seçtiğin kanalı ayarlayıp tuşlamak
çabasıyla müziğe ulaşman ve o kanalı aktive
etmen mümkünse, hissetmediğin “Ki” enerjisi
için de biraz çabalayarak ona ulaşman ve aktive
etmen gayet mümkündür!
“Hissetmiyorum öyleyse yok” demek, sahip
olduğun yetenekleri inkâr etmektir. Bu durum ne
yazık ki onları köreltir.
Lütfen, egzersizlerin için gerekli olan zamanı
ayır ve sadece anlattığım şeyleri yapmayı dene
Olmuyorsa bir kez daha denersin, inan bu da hiç
sorun değil! Üniversite sınavlarına hazırlanırken
kimyada hedeflediğin puanı alamıyorsan, doğal
olarak bu derse biraz daha fazla zaman ayırıp
çalışmayı tercih edersin İşte benim senden
istediğim de bu! Eğer egzersizleri yaptığında
ellerinin içinde his uyanmıyorsa, günde 5 dakika
yerine belki 10 dakika ya da yarım saat
çalışman, oluşan hissi fark etmeni
kolaylaştıracaktır. Sistem bu kadar basit!

“Ki” Enerjisi Alışveriş Egzersizi: Bu


egzersiz için en az iki kişiye ihtiyaç var.
Kendine partner olarak bir arkadaşını ya da
ailenden birini seçebilir hatta dilersen bu oyuna
birden fazla kişiyi de davet edebilirsin, seçim
senin.
Ortada tek bir “Ki” topu bulunacağından,
içinizden bir kişi “Ki” topunu yapıp onunla
oyununu tamamladıktan sonra, topu yavaşça
partnerine uzatacak ve partnerinin oyununun
bitmesini bekleyecek. Partner de “Ki” topuyla
oynayıp ona enerjisini bulaştırdıktan sonra “Ki”
topunu sana tekrar geri vererek oyunu
sürdürecek.
“Ki” topu alışverişinin amacı, farklı enerjileri
hissedebilmektir. Toplar elden ele geçerken her
defasında değişmeye devam edecektir. Hepimiz
farklı enerji bulutları olduğumuza göre, bu
farklılıkları yargılamadan ve eleştirmeden
hissediyor olmak eğlenceli ve aydınlatıcı bir
oyundur.
Şimdi kendine bir partner seçip dilersen yine
gözlerini kapayarak, bir “Ki” topu yapmanı ve
bu topla birkaç dakika oynadıktan sonra bu kez
gözlerini açıp onu partnerinin ellerine yavaşça
bırakmanı istiyorum senden.
Partnerinin oynayıp sana geri verdiği “Ki”
topu biraz önce avuçlarının içinde tuttuğun topla
aynı olmayacaktır. Bu kez karşındaki insanın,
seninkinden farklı olan enerjisine dokunuyor
olacaksın! Böylece enerjiyi hissetmekle
kalmayacak, hissettiklerinin içeriğini ve yapısını
da ayrıştırmayı öğrenmeye başlayacaksın
Aslında bu egzersiz de oldukça önemli bir
eğitimdir çünkü ayrıştırmayı öğrenmediğinde,
bütün radyo kanallarının birbirine karıştığı gibi
sen de enerji formları arasında kaybolabilirsin.
Ben bu eğitimle sana bütün radyo
frekanslarını anlamayı ve onları teker teker
çözüp dinlemeyi öğretiyorum.
Eğer “Ki” enerjisinin ustası olmazsan,
herhangi bir enerji tekniğinin ustası da
olamazsın. Sadece o enerji sistemini
öğrendiğinde, her durumda aynı çözümü
uygulamaya çalışır ve hata yaparsın. Alet
çantanda sadece tek bir çekicin bulunuyorsa, bir
süre sonra herkesi çivi olarak görmeye başlarsın.

“Ki” Topuna Üfleme Egzersizi: Bu egzersiz


biraz önce partnerinle yaptığın “Ki” topu
alışverişinin son evresidir. Farklılıkları
hissetmeyi deneyimlediğin alışveriş egzersizini
tamamlamadan önce karşılıklı aktardığınız
enerjilerinizle yoğunlaşmış olan “Ki” topuna
aynı anda ellerinizi koymanızı istiyorum.
Senin ve partnerinin üzerine ellerinizi
koyduğunuz “Ki” topuna, avuçlarınızdan nefes
vererek içinizdeki bütün gücü ve kalbinizi
birlikte üflemeye başlayın.
İçinizdeki varoluşu, unuttuğunuz o büyük
ustayı, bütün kadim bilgilerinizi, yeteneklerinizi,
bütün sevdiklerinizi, aşkınızı, varoluşunuzdaki
gücü, içinizde ihmal ettiğiniz çocuğu, bugüne
kadar unuttuğunuz gerçeğinizi yavaşça
ellerinizdeki topa üflemeye devam edin
Avuçlarınızdan sonsuz aşkı, karanlığın
bastıramadığı kıvılcımı, gerçeğe uyanışınızı ve
cennetinizi üfleyin
Hayatınız boyunca bildiğiniz, hissettiğiniz
ancak bastırdığınız gerçeğinizi, dünyayı ve
kendinizi değiştirmek üzere aşka uyanışınızı
bütün gönlünüzle “Ki” topunuza üfleyin!
Siz! Aşk yolunun yolcuları olarak kendiniz
için istediğiniz her şeyi başkasına verebilecek
kişiler olduğunuzdan, bütün gönlünüzü
üflediğiniz o “Ki” topunun yarısını alıp
karşınızdakinin kalbine doğru uzatarak enerjiyi
transfer edin. Enerjinin yeterince yükselmesi için
bütün egzersiz, yaklaşık 10 dakika kadar
sürmeli.
Artık birbirinize teşekkür edebilir, dilerseniz
sarılabilirsiniz de!
AŞK yolculuğu boyunca gelişim oyununun
kuralları senin seçimlerine ve gösterdiğin çabaya
göre değişecektir. Ya bu oyunun kurallarını
reddedersin, ya da kuralları anlamayı seçersin.
İkincisini seçtiğindeyse, giderek büyük
denklemi şekillendirmeyi öğrenirsin.

– Metin senin mesleğin nedir?


– Ben elçiyim ruhparçam! Kalbime yazılmış
hakikati taşırım
Bir çırak yola düştüğünde
ADIM V: AŞK VE SABIR SEVGİYLE
YAPTIĞIN SÜRECE HER ŞEYİN BİR
ANLAMI VARDIR

Ben insanların din diye birbirlerini yaktıkları,


inanç adına birbirlerini öldürdükleri ve kişisel
gelişim niyetiyle birbirlerini sömürdükleri
sevgisi eksik bir dünyaya doğdum. Böylece,
içinde sevgi olmayan inançların, içinde sevgi
olmayan tekniklerin ve dinlerin, insanla varoluş
arasında köprü kuramayacağını da öğrendim.
İnsanların kumdan kalelerini, hayatları pahasına
korudukları bir dünyada açtım gözlerimi, fakat
böyle bir dünyada ölmeyeceğim
Hedefin her ne olursa olsun, sana
öğrettiklerimle bundan sonra yapacağın her şeyi,
sevgiyle yapacağına dair bana söz vermelisin.
İçine kalbini koymadığın sürece
öğrendiklerinle sadece tencere tava çalar gibi
gürültü çıkarmayı başarır fakat bununla tatmin
bulamazsın.
Yapabileceklerinle ve ortaya çıkan
yeteneklerinle her neye ya da kime ellerini
uzatıyorsan, her şeyden önce kalbinin sevgiyle
attığından emin olmalısın.
Egzersizleri yapmadan önce öğrendiğin “Ki”
enerjisinden anladığınla, ustalaştıkça
hissettiklerin aynı şeyler olmayacak. Biri aşk
hakkında konuşmak, diğeri aşkı yaşamaktır!

Bu yolculukta üç seviye vardır:


Bilen, deneyimleyen ve olan

Sen artık bir deneyimleyensin! Ellerinde


yaşamın enerjisini tutan, onu hisseden ve onunla
gönlünce oynayıp şifalanansın
Deneyimlerin arttıkça ustalaşacak, giderek
ruhsal ivmeler kazanacaksın.

Ruhsal seviyen neye inandığınla ilgili değil,


bilinç seviyenle alakalıdır!

Bütün bu süreç içinde kalbin seninle birlikte


adım atmıyorsa, öğrendiklerin ve yaptıkların
“şifa” değildir! Sevgiden koptuğun noktada
Allah adına, din adına, şifa adına, yüksek plan
ve kozmos adına konuşmamalısın! Çünkü
hiçbirinin zerresini anlamamışsındır henüz
Her ne yaparsan yap yeteneklerini ve gücünü
kullanırken “AŞK”a ait kal!

İnsanoğlu tarihin bütün çağlarında hep “AŞK”


büyüsünün peşinden koşmuştur. En büyük
yanılgısı da AŞK’ın iki kişi arasında olduğunu
düşünmeleri olmuştur. Gerçek AŞK; iki kişi
arasında olmaz. Sınırların kalktığı yerde AŞK
ancak “BİR”de filizlenebilir.

Öğrendiklerini uygulamaya ve başkaları için


de kullanmaya başladığında kendine seçilmiş
kimlikler yaratıp olmadığın şeye bürünme
çabasına girme lütfen. Kutsal bir kişinin
enkarnesi olduğunu söyleyip üzerine giydiği
beyazlarla kitleleri meditasyona sürükleyen, din
adamı olduğunu iddia edip her türlü suiistimale
alet olan ya da şifacıyım diyerek yeteneklerini
başkalarını dolandırmak üzere kullananların
yaptığı gibi içindeki varoluşu sevgisizliğinle
aşağılama.
Unutma:
Sen varoluşun suretisin!
Yaratılmışların enkarnesi olman ya da
olmaman, varlığına zerre anlam daha
katmayacağı gibi bu aldatmacanın seni AŞK’tan
uzaklaştıracağını, yanlışa ve tatminsizliğe
sürükleyeceğini de bilmelisin.

“Varoluş AŞK’tır AŞK zannettiğin şey


değildir!”

Mevlana’yla, Hitler’le, Musa’yla, İsa’yla,


Muhammet’le ve daha aklına gelen birçoklarıyla
hepimiz aynı şeyiz aslında. Kimlikler arayıp
uydurmak yerine aynaya baktığında gördüğün
tek kimliğin AŞK’la yoğunlaşan varlığını
kavradığında, başka kimliklerle, “sözde itibar”
oluşturmak hevesine zaten ihtiyaç duymuyor
olacaksın.
Kalbindeki yaratanla ortak bir yol istiyorsan
ve kurban bilincinden kurtularak içindeki
cehennemin ateşlerini söndürmek niyetindeysen,
senin için elzem olan tek bir su vardır; o da
“AŞK” suyudur.

Su hayattır! Onu kayaya dökersen israf edersin.


Toprağa dökersen can verirsin
İçindeki sonsuz AŞK’ı nereye dökeceğini,
sevginin suyunu nereye akıtacağını bir kez daha
düşün.

Şu ana kadar sana anlattığım ve öğretmeye


çalıştığım tekniklerden dilediğini seç ve istediğin
gibi alıp uygula! Tamamen özgürsün. Bu
çalışmalarla başarman gereken tek şey, her ne
yapıyor ve nasıl yapıyor olursan ol, yaptığın her
şeyin içinde “sevgi” olabilmektir.

AŞK yolculuğunda hedef aynıdır ancak adımlar


hep farklıdır!
Kimi zaman sözlerle, kimi zaman egzersizlerle,
kimi zaman müzikle ya da sanatla ama hep
AŞK’la
– Peki! Ya bu gösterdiğin tekniklerin AŞK’la
ne ilgisi var?
– Zihnini kaybetmeden, kalbinin sesini
duyabilmeyi mi bekliyorsun sen? İçindeki
kurbanı kurban etmeden kalbindeki yaratanı
nasıl özgür bırakabilirsin ki?

Kalbini dahil etmediğin, AŞK’la


buluşmadığın teknikler, egzersizler, öğretiler,
inançlar ya da dinler seninle yaratan arasında
köprü olmaya kâfi gelmeyecektir. Günlerce hatta
aylarca bu egzersizleri uygulayıp gelişerek
“mastır” olmayı başarsan da, kalbinin olmadığı
yer AŞK’a susamaya ve giderek kuraklaşmaya
mahkûmdur!
Öfke, korku ve nefretle dolu insanların
yetenekleri ve içsel güçleri sadece cehennem
yaratır!

Kalbinde AŞK olup da attığın her adım


“şifa”dır.

“Şifa” denen şeyin mekanik bir söylem


olmadığını anladığında hayatında çok şeyin
değişeceğini biliyorum.
Korkuyla ve nefretle dolu olan kalbini
binlerce teknik ve egzersizle eğitsen bile, yazık
ki yaşamın boyunca kırılmaya, kızmaya ve
ağlamaya devam edersin.

Benim bildiğim kalp can verir.


Benim bildiğim kalp her atımda şifa taşır bütün
varlığınla

AŞKLA
Bir gün yoldaşları Musa Peygamber’e
gelerek kendisini dağlardan aşağıya yuvarlayıp
yaralayan ve bu yaptığı şeyin de ibadet
olduğunu söyleyerek varoluşa ulaşmaya çalışan
bir adamdan söz ederler. Musa Peygamber de
anlatılan adamı, kendisini yerden yere
vurmaktan kan revan içinde bulur ve ona ne
yaptığını sorar. Adam varoluşa ulaşmak üzere
ibadet ettiğini açıklayınca Musa Peygamber
cebinden çıkardığı bir deri parçasının üzerine
dualar yazıp adama vererek, ona kendisine
zarar vermeden yapabileceği yeni bir ibadet
şekli teklif eder. Durumdan hayli memnun olan
adam dua kâğıdını sevinçle eline alıp gider.
Musa Peygamber de kendi yoluna dönmüş
gidiyordur ki birinin arkasından seslendiğini
duyup geri döner ve bakar. Biraz önce dua
yazıp verdiği adam suyun üzerinden koşarak
kendisine doğru gelir ve “Musa Peygamber bu
yazdığın duaları ne sıklıkla okumalıyım?” diye
sorar. Gördüğü şeyden etkilenen Musa
Peygamber verdiği duaları adamın elinden geri
alır ve “Sen dilediğin gibi yine aynı aşkla
ibadetlerine devam et” der
Bu hikâyenin de işaret ettiği gibi AŞK’la
yaptığın her şey, ait olduğu yeri bulacaktır!

Bugüne kadar sadece tek bir tapınak inşa edildi:


EVREN!
Gerisini hep biz insanlar inşa ettik!
Her ırk, her dil ve her din; aşkın kalesidir fakat
AŞK’ın ırkı, dili, dini olmaz. Varoluşu anlamak
istiyorsan, ayrımcılık yapmadan bütüne âşık
olabilmelisin.

Yapacağın egzersizleri keyifle, gülümseyerek


ve bütün kalbini ortaya koyarak yaparsan, farkı
yaratabilirsin.
Günümüzde binlerce kişisel gelişim
kurslarına, eğitim seminerlerine, dünyaca ünlü
ustalara ve milyonlarca kitaba rağmen insanların
arzuladıkları değişimi yaratamamalarının nedeni
“AŞK”tan muaf kalmalarıdır.
Benim eğitimlerimde değişimi yakalayan 50
bin kişinin, sadece öğrettiğim tekniklerle bunu
başardıklarını söyleyemem. Değişimi başlatan
şey tekniğin kendisi değil, egzersizlerin içine
koyduğun “AŞK”tır

“AŞK”ın başladığı nokta “HİÇ”liktir

HİÇLİK

Anadolu’nun küçük ve güzel köylerinden


birinde, delikanlının biri hakikat yolculuğuna
çıkmaya karar verir ve bu amacını ailesine
anlatır. Oğullarını en yakın köydeki dergâha
götürmeye karar veren aile, hakikat
yolculuğunu her ne kadar onaylayıp sevinseler
de oğullarından ayrı kalacakları için
üzgündürler. Delikanlının annesi, oğlu henüz
dergâha teslim olmadığı halde şimdiden
pencerenin önünde iç geçirip hasret çekmeye
başlamıştır.
Delikanlı, dergâha kabulünü beklerken
zamanının çoğunu birlikte büyüdüğü köpeğiyle
oyun oynayarak geçirmektedir. Köpeğiyle onun
arasında her zaman çok güçlü bir sevgi ve
bağlılık vardı. Çocukluğundan beri onu
anlayan, dinleyen, yargılamadan seven
köpeğinden ayrılmak delikanlı için de hiç kolay
değildir.
Gel zaman git zaman dergâha kabul edilen
ve artık o ailenin bir parçası olarak
vazifelendirilen derviş, hocasının bir dediğini iki
etmez, ne derse harfiyen yerine getirir ve
sadakatle hakikat yolunda terbiye edilirmiş.
Aradan birkaç sene geçer ve çocuk yaşlarda
girdiği dergâhta yaptığı zikirlerle ve nefes
çalışmalarıyla su gibi berrak bir zihne sahip
olan derviş, çocukluğundan beri yanından
ayırmadığı biricik köpeğinin çoktan öldüğü
haberini alır.
Hocası, öğrencisinin geçtiği tekâmül sürecini
iyi bildiğinden, bir gün derste herkese “Allah”
adıyla zikir çekme ödevi verir. Dersin
sonundaysa köpeğinin ölümüyle sarsılan dervişi
yanına çağırıp “Evlat! Seni en çok mutlu eden
ve en çok aşka yaklaştıran şey nedir?” diye
sorar. Derviş de hiç düşünmeden “Köpeğimi çok
severdim hocam. Ben ona koşulsuz bir sevgiyle
bağlıydım” diyerek cevap verir. Hoca da aldığı
bu cevabın üzerine “O halde sen verdiğim zikir
ödevinde köpeğinin adını geçireceksin” der.
Derviş, hocasının ne amaçla kendisine böyle
bir ayrıcalık tanıdığını anlamasa da hocasına
güveni ve sevgisi tamdır.
Ödevine, aynen hocasının tavsiye ettiği
şekilde başlar. Aradan haftalar geçmiştir ki,
hoca dergâhın koridorlarında yürürken dervişin
bulunduğu odanın kapısından içeri göz atar ve
öğrencisinin köpek gibi dört ayak üzerinde
durmuş bir halde, dili dışarıda zikir çekmekte
olduğunu görür.
Hemen diğer öğrencilerini yanına çağıran ve
zikir çeken dervişin halini öğrencilerine gizlice
izlettiren hoca; dergâhın diğer yolcularına
hayatları boyunca unutamayacakları bir ders
verir:
“Bakın evlatlarım. Sizler her biriniz Allah’ın
adıyla haftalardır zikir çekiyorsunuz ama buna
rağmen henüz Allah’ın ne olduğuna dair en ufak
bir fikriniz yok. Bir de şu dervişin haline bakın.
Köpeğinin adıyla zikir çekerken bile benliğini
yitiriyor, hatta köpeğin kendisi oluyor. Ona
aşkla bağlanıyor. Kimliği eriyor. Tam bir hiçliğe
dönüşüyor. İşte evlatlarım; zikir böyle çekilir!
Ruhuna geçirdiğin kılıfı soyunup çıkarmadığın
sürece, o kılıf seni boğacaktır. Sonsuz olanı,
sonlu bir kılıfta hapsettiğinde yazık ki sen de
sonlu olanın ötesine geçemez, sonsuzluğu idrak
edemezsin. Kap olup aşkı hapsedeceğine; hiç
olup onu özgür bırakmayı öğrenmelisin. Allah’la
buluşmak ancak hiçlikte mümkündür”
“AŞK’ın doğumu, ancak âşığın ölümüyle
mümkündür!”

“İnsanagüven” çatısı altında verdiğim


eğitimler bundan beş yıl önce, sektörün ustaları
tarafından ağır eleştiriler almıştı. “Bizlerin
onlarca yıldır yaptığı ve uyguladığı teknikleri
başkalarına sekiz haftada nasıl öğretebilirsin?”
diyen Spiritüel hocalar, yaptığım şeyin imkânsız
olduğunu iddia ederken ben onlara sadece şunu
söyledim: “Sizin bakıp da çırak olarak
gördüğünüz insanlarda, ben birer usta
görüyorum.”

Karanlıkta etrafını görebilmek için


gözbebeklerin büyür.
Kendi içindeki karanlıkta ışık görebilmen içinse
gönlünün büyümesi gerekir!
O halde, senin için de uyanma zamanı geldi!
Biliyorum uykuda sıcak ve güvendesin ama artık
gözlerini aç!
Senin konfor alanının dışında koskoca bir
yaşam daha var
– Metin senin mesleğin nedir?
– Ben basit bir temizlikçiyim. Kalbinin tozunu
alıyorum.
Hakikat, o tozların altında yatıyor.
Bir tohum toprağa kavuştuğunda
ADIM VI: ÇAKRALAR VE RENKLİ “Kİ”
TOPLARI YAŞAM ENERJİSİYLE
İŞBİRLİĞİ

“Ki” toplarını görevlerine göre renklendirip


onları işe koşmayı öğrenmenin zamanı geldi!
Bu adımda, yaşamını tam ve bütünlük
hissiyle deneyimlemekten seni alıkoyan bütün
büyük ve kilitli kapıları, nasıl kolayca
açabileceğini öğretiyor olacağım.
Bedenindeki yedi ana kapının, doğru
anahtarlarını cebinde taşımaya başladığın ve
onları iyi seçip kullandığın vakit, artık hiçbir
blokajda kapı önünde kalmayarak yoluna devam
edebileceksin.
“Ki” toplarını renklendirmekle uğraşmak
yerine, daha önce öğrettiğim gibi, “Ki” toplarını
sadece hissederek onlardan faydalanmayı
kendin için yeterli bulabilir ve bu eğitimin
şimdilik gereksiz olduğunu düşünebilirsin.
Aslına bakarsan “Ki” enerjisinde yeterince
ustalaştığında belki onları renklerine ve
görevlerine göre kullanma tekniğine ihtiyaç
duymayacaksındır. Fakat bu aşamada hepimiz
henüz birer çırak olarak aşk yolunda yürürken,
kapıları maymuncukla açacak lüksümüz ve
bunun için harcayacak uzun zamanlarımız yok.
Yanımızda doğru anahtarları taşımak ve onları
ait oldukları anahtar deliklerine soktuğumuzda
kolayca blokajları çözüp içinden geçiyor olmak,
bence senin de işine daha çok yarayabilecek en
mantıklı yöntemdir.
Bu yüzden “Ki” toplarının taşıdıkları renklere
göre hangi görevleri yerine getirdiklerini, onları
nasıl kullanabileceğini ve yedi ana kapıda senin
tarafından çözülmeyi bekleyen hangi blokajlara
sahip olduğunu bilmek zorundasın.

ÇEKİÇ DARBESİ

İşinin piri bir ustaya, müşterinin biri iş


götürür. Usta eline aldığı işi hemen oracıkta tek
çekiç darbesiyle hallediverir ve müşteriye de bin
liralık fatura hazırlayıp eline tutuşturur.
Faturanın şişkinliği karşısında şaşıran
müşteri, öfkesini de gizleyemeyerek ustaya sitem
eder “Hayırdır usta! Ne iş yaptın ki şimdi? Altı
üstü tek bir çekiç darbesi. Bin lira parayı ne için
istiyorsun benden?” der.
Ustanın cevabı hazırdır:
“Hesabın dökümü faturada yazıyor.”
Faturayı eline alan müşteri, yaşadığı
şaşkınlık üzerine artık söyleyecek başka şey
bulamaz.
“1 lira çekiç vurma ücreti, lira onu
nereye vuracağını bilme ücreti.”

Yaşamındaki dönüşümü sağlayacak olan


iyileştirici darbeleri, bedeninde nereye ve nasıl
vuracağının bilgisine senin de hâkim olman
gerektiğini anlamalısın.
İnsan vücudunda yedi tane ana kapı, diğer
bir deyişle yedi ana enerji merkezi bulunur.
Sanskrit dilinde “Çark” anlamına gelen bu
merkezler düzenine Kabala’da “Shaar”,
Uzakdoğu’daysa “Chakra” denir. Yedi enerji
merkezinin işlevsellik kazanma eğitimi aslında
sufizmin yedi mertebeli “nefis” terbiyesine de
karşılık gelir: Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame,
Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmeinne, Nefs-i
Radiye, Nefs-i Merdiyye, Nefs-i Zekiye veya
Kâmile
İnsanlar yazık ki çakraları, ya bir yoga ritüeli
ya da bir Uzakdoğu safsatası olarak
değerlendirdiklerinden, aslında yaşamlarında
sıkıntısını çektikleri hastalıkların ya da bir türlü
aşamadıkları sosyal ve ruhsal blokajların
çözümlerini kendileri dışında arayıp durmaya
devam ediyorlar.
Çakralar, sen izin verdiğin vakit, hakikatine
doğru açılacak olan kapılardır!
Unutma:

Zihin yanılsamaya, kalp hakikate yöneltir.


Hangisini dinlersen, kendini orada bulursun
Bugün yaşamında nelerin daha iyi olmasını
isterdin?
Kendine karşı dürüst ol ve dileklerini yaz. Bu
sayfa senin:
Şimdi, bu yazdığın dilekler için hangi “Ki”
toplarıyla çalışman gerektiğini öğreneceksin.
Sayfayı çevir!
YEDİ MERTEBELİ NEFİS TERBİYESİ:

Yedi tane ana çakramız vardır:


1- Kök Çakra: Kırmızı (Topraklanma)
2- Cinsel Çakra: Turuncu (Yaratıcılık)
3- Mide Çakrası: Sarı (Hazmetme)
4- Kalp Çakrası: Yeşil (Şifa + Blokaj çözme)
5- Boğaz Çakrası: Mavi (İfade)
6- Alın Çakrası: Mor (Farkındalık)
7- Tepe Çakrası: Beyaz (Aydınlanma)
1- KIRMIZI (KÖK ÇAKRA)
TOPRAKLANMA:

Kırmızı “Ki” topları kök çakrasını dengeler


ve topraklanma işlemini gerçekleştirir.
Topraklanmak konusu oldukça önemlidir ve iyi
öğrenilmesi, dolayısıyla bu bölgenin doğru
dengelenmesi gerekir.
Spiritüel pek çok insan genelde bedendeki
üst çakralara daha fazla yoğunlaşarak bunlar
üzerinde çalışmalar gerçekleştirirler. Özellikle
“üçüncü göz” enerji merkezinin büyüsü tek
başına bile herkesi tesiri altına almayı
başarmaktadır. Oysa aşağıdaki problemleri
halletmeden, yukarıda herhangi bir inşaata
kalkışmak mümkün değildir. İşe tepe ve alın
çakralarından başlayarak gerçekleştirilen
çalışmaların, binanın temelini atıp birinci katını
çıkmadan yedinci katın inşaatına başlamak
aptallığından hiç farkı yoktur.
Eğer insan vücudunu bir ney ya da boru gibi
düşünecek olursan, tepe çakra bölgesinden
dökülen suyun alt kısımdaki kök çakra
bölgesinde bir tıkanıklıkla karşılaşması halinde,
hedeflenen devir daim, akışkanlık ve dönüşüm
gerçekleşmemiş olacaktır. Oysa olması gereken
enerjinin tepeden alınıp, bütün enerji
merkezlerini dolaştıktan sonra yerini yeni bir
enerjiye bırakmak üzere akıp gitmesidir.
Coşkun bir nehir gibi akıp yeni suyla
tazelenmesi gereken insan, bedenindeki enerji
merkezlerinde var olan blokajlardan dolayı
sağlıklı enerji alışverişi yapamadığından yazık ki
akışkanlığı yitirerek bir bardak suya dönüşür. Bu
durağanlığıyla bedeninde blokajları biriktirmeye
ve bir süre sonra da hastalık ve sorun üretmeye
başlar.

Tepe çakranın açık ve görevini yapıyor olması


her ne kadar önemliyse, aşağıdaki çakraların
tıkalı olmaması da bir o kadar gereklidir. Bu
yüzden, yüksek enerjili olmak yerine akışkan
olabilmek çok daha elzemdir.

Enerji, bedenden sürekli gelip geçer ve


kendini yeniler. Dolayısıyla yenilenen hiçbir şey
de kirli kalmaz.
Kök çakranın iyi çalışması, yani akışkanlığın
sorunsuz olması, enerji geçişlerinin sürekliliğini,
tazeliğini, temizlenmeyi ve yenilenmeyi sağlar.
Bir şeye kızıp öfkelenen kişiler, kısa sürede
konuyu kapatıp, tartışmadan önceki keyifli ve
eğlenceli haline hemen geri dönebiliyorlarsa ve
biraz önceki stresin artçı sarsıntılarını
bedenlerinde devam ettirmiyorlarsa, bu o
kişilerin akışkanlığının bir işareti sayılabilir.
Fakat üç yaşında boğulma tehlikesi geçirip de
50’li yaşlarında hâlâ sudan korkan insanlar
içinse aynı akışkanlıktan bahsetmek mümkün
değildir. Bu vakada, 47 yıl boyunca bedende
yerleşke kuran bir travma söz konusudur.
Dolayısıyla bedende tazelenmeyi, yenilenmeyi
ve iyileşmeyi önleyen bir blokaj var demektir.
Henüz bir saniye önce aldığın nefes dahi
içinde kalmayıp yerini bir yeni soluğa bırakıp
vücudundan çıkarken, yaşanan bir travmayı
ömür boyu bu bedende tutmanın hiçbir mantıklı
izahı yoktur!
Günlük hayatında sen de kaçınılmaz olarak
birtakım negatif verilere maruz kalıyorsun.
Tatsız haberler alabiliyor, kötü sözler işitebiliyor,
tartışma yaşıyor, kavgalar görüyor ya da
sevimsiz birtakım olaylara tanık oluyorsun
Gün boyu aldığın her veriyi bedeninde
biriktirip durduğun ve bunları kendinde
hapsettiğin dolayısıyla akıp gitmesine izin
vermediğin bütün blokajların acıklı sonuçlarını
yaşamaktan elbette muaf kalamazsın. Bu
noktada sürekli akan bir nehir olmayı
başardığında hiçbir olumsuzluk bedeninde yer
edinip kalmayacak, akıp giderek yerini yeni bir
enerjiye bırakacaktır.
Budha, “Bir nehirde, aynı suda iki kez
yıkanılmaz” derken aslında tam da bunu
kastediyordu.
Enerji bir devir daim işidir.

Akan suya bir kova dolusu mürekkep de


döksen, sadece bir dakika sonra su eski
berraklığına ve sağlığına kavuşacaktır. Oysa bir
bardak suyu bulandırıp onu içilmez ve sağlıksız
hale getirebilmek için o mürekkebin sadece
birkaç damlası bile yeterlidir.
Sen nehir olduğun müddetçe içeride bir
blokaj bulunsa bile su kendini yeniledikçe
blokajın içeride yer etmesi mümkün
olmayacağından, hayatında problem ve hastalık
yaratma fırsatı da bulamayacaktır. Bir bardak su
formunda yaşayan her insanın yazık ki en küçük
bir negatifte enerjisi düşer, atamadığı blokajların
sıkıntılarını da eninde sonunda deneyimlemeye
başlar.
Kök çakra, bu yüzden düşündüğünden çok
daha önemlidir ve hatta bana göre işin başladığı
yerdir. Buradaki problemi çözmediğin sürece
kötü bir zemin üzerinde her an yıkılmaya hazır
çürük bir inşaat başlatmış olursun.
Nietzsche’nin de dediği gibi “Dallarının
bulutları delip geçmesini istiyorsan, köklerini
toprağın derinliklerine yollamalısın.”
Pek çok Spiritüel insan gibi uçup kaçmakta
anlam bulmaya çalışmak yerine bana göre kök
çakrayı iyi anlamalı ve dengelemelisin. Bu ilk
adımı başaramadığında, atacağın ikinci adım
seni ileriye taşımayacaktır.

Kök çakra; insanın dünyevi olan her şeyle


kurduğu ilişkiyi belirler!

Kök çakra topraklanmayı sağlayan bir enerji


merkezidir. İnsanlar toprağa basarak ve
topraktan çıkan besinle beslenerek aslında son
derece sağlıklı bir dünyada yaşamak üzere
dizayn edilmiş canlılardır. Tarih içinde gelişen
medeniyetler ve teknolojiyle birlikte, topraktan
giderek uzaklaşan insanın, sağlıklı yaşam şartları
sekteye uğramıştır.
Günümüzde, modern insanın kök çakrayla
ilgili çok sıkıntı yaşamasının nedeni de topraktan
fazla uzaklaşmış olmasıdır.
Normal şartlarda her insan, topraklanabilmek
için toprakla tam ve sağlıklı temas halinde
yaşamak zorundadır. Toprakta yetişen
malzemeleri yemek, toprak üzerinde yetişen
hayvanları tüketmek, toprak üzerinde gezinen
suyu içmek ve yine toprağa basarak yaşaması
gereken sağlıklı insan, modernleşen dünyada
bırakın bu saydığım teması sağlayabilmeyi,
tatiller dışında neredeyse toprak bile görmeden
yaşamına devam ediyor.
İnsanoğlu toprakla kurduğu bütün bağları,
medeniyetler tarihi boyunca teknolojik gelişime
ve değişime de bağlı olarak zaman içinde yaşam
standardından dışlayarak koparttı. Modern çağın
insanı, artık toprağa basamadan, beton zeminler
üzerinde ayakkabılarıyla yürüyor, toprak yüzü
görmemiş fabrika hayvanlarıyla besleniyor,
genetiğiyle oynanmış sebze ve meyve yiyip,
plastik damacanalara doldurulan suyu içerek
yaşıyor.
Belki şimdi daha da üzüleceksin ama içinde
bir avuç da olsa yeşillik var diye taşındığın yeni
modern konutlardaki bahçende karşına çıkan
çimli toprak parçaları da aslında dünyaya
bağlanan gerçek toprak değil. Beton havuzlar
içine yerleştirilen peyzajlar sana ormanın verdiği
şifayı vermez.
Yeni yerleşim yapılarının yerden metrelerce
uzaklaşarak bulutları bile delen yüksek katlı
mimari modalar da insanların toprakla
mesafesinin giderek açıldığının başka bir
işaretidir. Bugün 20’nci, 30’uncu katlardaki lüks
ve şahane dairelerin, eski tek katlı evlerin
verdiği ışığı, şifayı ve yüksek enerjiyi
taşımamasının nedeni tabii ki toprağın çok
yukarısında inşa edilmelerindendir.
Aynı mesafe günümüze yediğimiz besinlerle
de aramıza girmiş durumdadır. Sayısız kimyevi
işlemin ardından karton kutulara ambalajlanan
sebze –meyveler de, fabrikalarda döllenip
kesilen tavuklar ve aynı sistemle yetiştirilen
sığırlar da toprakla olan mesafelerinin
açılmasından dolayı, artık insan sağlığını
topraklamak yerine tehdit eder hale bile geldi.
Satın aldığın hiçbir ambalajlı ürünle, üzerinde
her ne kadar “Bol C Vitamini” yazsa da aslında
umduğun vitamin takviyesini alamıyorsun
çünkü doğal toprak ürünlerine ulaşman
günümüz teknolojik koşulları içinde hayli zor.
Ambalaj içinde sunulan gıda ürünleri,
toprağın değil, fabrikaların sana kimyasal
ikramlarıdır
Bütün bu gıda hezeyanından dolayı artık kök
çakra, topraklanma görevini tam ve güçlü
şekilde yapamaz hale geliyor

Toprakla olan ilişkisini çok zaman önce yitiren


modern çağ insanının, bugün topraklanmaya
her zamankinden
çok daha fazla ihtiyacı var.

Bulunduğu her ortamda manyetik alan


kirliliğine de maruz kalan modern çağ insanı,
kablosuz internet, televizyon ve telefon
bağlantılarının yanı sıra birçok mekânda
etkileşimi altında kaldığı elektrik akımlarının da
olumsuz sonuçlarını yaşıyor. Örneğin elektriği
yoğun hissettiğin defile salonları, fuar alanları ve
alışveriş merkezlerinde ayakta geçirdiğin sekiz
saatin sonunda yaşayacağın yorgunluk ve ağrıyı
ormanda ayakta geçireceğin sekiz saatin
sonunda hissetmezsin. Görünen ve görünmeyen
bütün bu blokajlardan da dolayı, topraklanmak
artık bizim için neredeyse hayati önem taşıyor.
Her ne kadar bunun farkında olup da elinden
geldiğince doğal beslenmeye ve teknolojisiz
yaşamaya çaba göstersen de, gıdayla
topraklanmak kadar bedenin enerjisini de
nötrlemesi (sıfırlaması) çok önemlidir.
Bu bilgiden hareketle, kötü beslenip kalitesiz
yaşayarak biriktirdiğin bütün negatifi kök
çakrana kırmızı bir “Ki” topu atarak
topraklayamazsın.
Fiziksel topraklanmayla, enerjisel
topraklanmayı birbirlerinin kâr oranlarıyla
beslenen iki ayrı şirketi dengeleyerek ayakta
tutmaya benzetebilirsin. Mesela zarar eden
bedensel topraklanma şirketiyle, kâr eden
enerjisel topraklanma ofisi arasında kâr-zarar
paylaşımı yaparak bir sürdürülebilirlik
yakalayabilirsin.
Bedensel topraklanma imkânı günümüz
şartlarında oldukça zor göründüğüne göre,
mümkün olduğu oranda iyi ve kaliteli bir
enerjisel topraklanma yapmak bu durumda
ayrıca önem kazanıyor.
Topraklanmanın önemi ve gerekliliği
konusunu dünyada ilk gündeme getiren kişi ben
değilim, dolaysısıyla bu bilgiye sahip olan tek
kurum da sayılmam!
Din kitaplarını açıp okuyacak olursan,
topraklanmanın hayati değerinin defalarca kez
insanoğluna hatırlatıldığını ve metotlarla da
açıkça öğretildiğini görürsün.

İslamiyet’teki “abdest” uygulaması,


bir topraklama metodudur.

Abdestin amacı elleri ayakları temizlemek


değil, bedendeki enerjiyi sıfırlayıp nötralize
etmektir. Bu yüzden de su bulunmadığı takdirde
“teyemmüm” adı verilen uygulamayla toprak
kullanarak abdest alınır.
Abdest aldığın el, ayak, kulak, burun, yüz
bölgelerinin negatif temasa en açık alanlar
olması da tesadüf değildir. Bu topraklama
işlemiyle bedenin işittiği, gördüğü, dokunduğu,
bastığı ya da muhatap olduğu olumsuzlukların
suyla ya da toprakla nötralize edilmesi
hedeflenir. Bazı abdestlerin sadece cinsel
arınmayla ilgi olmasının altında yatan neden de
yine enerjiyi sıfırlamaktır.
Dinler tarihi boyunca birbirlerine karşı
toleranssız ve tahammülsüz tavırlar içinde olan
büyük dinlerin içine bakarsak, abdest
sözcüğünün Türkçeye Selçuklular zamanında
Farsçadan geçtiğini görürüz. Anlamı da “su
tutmak”tır. Ab (su) ve dest (tutmak, kavramak)
kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. İran ve
bazı diğer Müslüman ülkeler ile İngilizce
konuşan ülkelerde abdest yerine “vudu”
kelimesi kullanılır. Abdest kelimesinin Yunanca
“bir nesneyi sıvıya batırmak” anlamında baptis
sözcüğü ve “boyamak” anlamında baptein
sözcüğü ile benzerliği dikkate değerdir.
Bakış açını genişletmeyi denersen, bütün
dinlerin aslında hep aynı şeylere dikkat çektiğini
ve ortak bilgileri öğrettiğini görürsün.
Bebeğin, doğumu anne için ve dolayısıyla
karnındaki bebek için de ağır bir travma
olduğundan, Hıristiyanlıkta bebekler doğar
doğmaz yaşadıkları bu travmadan arınmak üzere
vaftiz edilirler. Bu ritüelle; korku, heyecan ve
endişeyle saatlerce acı çekerek bağıran annenin
kendisine ve karnındaki çocuğa yaşattığı
travmanın topraklanması amaçlanır. Böylece
çocuğun da arınıp kutsanarak, bir birey olarak
yaşam yolunda yürürken geleceğine daha temiz
ve berrak bakabilmesi beklenir. Yetişkinlerde ise
günahlardan arınmak için suyla vaftiz törenleri
vardır.
Dünyada son beş yıldır denenen ve doğumu
oldukça kolaylaştırdığı görülen “orgazmik
doğum” sırasında annenin ve babanın
birbirlerinin ellerini tutması, saçlarını okşaması
ya da birbirlerinin varlıklarını hissetmesi,
yaşanan doğumun seyrini de hayli değiştiriyor.
“Orgazmik doğum” sırasında çiftlerin
deneyimlediği şey aslında cinsellik değildir.
Çiftler bu esnada sadece el ele tutuşarak bile
aşkı, sevgiyi, hazzı ve keyfi duyumsayarak
doğumu hem anne için, hem de bebek için daha
da kolaylaştırırlar.
Son yıllarda Türkiye’de de eşiyle birlikte
doğumhaneye girmek isteyen yeni nesil
erkeklerin amacı belgesel çekmek değil, anneyi
sevgiyle destekleyerek doğumuna yardımcı
olmaktır.
Topraklanmanın başka bir ritüeli de
Musevilikte karşımıza çıkar. Anaerkil bir kültür
olan Musevilikte “mikve” adını alan topraklama
uygulamasında, gelin adayı çırılçıplak halde
abdest havuzuna bütün vücudu ve başıyla
birlikte sokulup arındırılır ve havuzdan çıktıktan
sonra da genç kadının başında ekmek kırılır.
Evin ve sosyal hayatın gidişatını organize eden
kadın enerjisinin önemine dikkat çeken bu
ritüelle, gelin adayının baba evinde yaşadığı
travmalardan arınması ve yeni kuracağı ailesine
genç kızlık döneminde yaşadığı hiçbir
olumsuzluğu taşımaması hedeflenir. İnanca göre
kadın evin reisidir ve yeni kuracağı yuvasını da
sevgisiyle, enerjisiyle yönetip eğitecek olan esas
güçtür. Musevi kültürü, kadının enerjisinin eve
hâkim ve aile hayatının yönetici gücü
olduğunun bilincindedir. Musevi dininde anne
Musevi’yse doğan çocuk da Musevi sayılırken
babanın hangi dinden olduğu önemini tamamen
yitirtir. Üstelik Musevi bir babaya rağmen anne
başka bir dindense çocuğun Musevi sayılması
imkânsızdır.
Baskıcı kültürlerde, “kadın” biraz da olsa
özgürlüğünü kullanmaya başladığında evin
içinde, sosyal ilişkilerde, çocukların eğitiminde
ve ilişkilerin dengelenmesinde kadının enerji
üstünlüğü ortaya çıkar ve aileler daha sağlıklı
yapılanırlar.
Kök çakranın elementinin kırmızı ateş
olduğunu düşünürsen, Nevruz’da insanların
ateşin üstünden atlaması geleneğinin altında da
yine kök çakrayı topraklamak ve temizlemek
amacı olduğunu kolayca anlayabilirsin.
Dinler ve kültürler dışında “topraklanma”
konusunun önemini ekonomik faydaya
çevirmeyi başaran bir sektör de var:
Fastfood zincirleri!
Hayır Topraklanma düşündüğün gibi
sadece dini bir ritüel değildir
İnsan hakikatidir!
Sen uyurken, fastfood zincirleri insanların bu
hakikati üzerinde milyonlarca deneyler yapıp
durdular. Bu yüzden Pizza Hut, McDonald’s,
Burger King, KFC, Coca-Cola gibi büyük gıda
zincirlerinin kırmızı logolu olmaları küçük bir
tesadüf sayılmaz. Bu aslında son derece
profesyonel bir bilinçaltı manipülasyondur! Bu
firmaların kullandıkları canlı kırmızılarla
bilinçaltına ulaştırdıkları mesaj senin yemek
yediğin vakit topraklanacağın bilgisidir.
İşyerinden gergin çıkıp da evine gitmeden
önce yolunu kesen kırmızının yaptığı “9,90
liraya topraklanarak mutlu olabilirsin” davetinin
cazibesine eminim senin de kayıtsız kalamadığın
olmuştur.
Bugün neredeyse bütün besin maddelerinde
bu açık davet vardır, bilinçlice ve profesyonelce
uygulanır. Sen sıkıldıkça ya da kendini mutsuz
hissettikçe, onlar da sana en kampanyalısından
uygun fiyatlarla hızlı ve kolay yoldan mutlu
olabilme imkânı satmaya devam edeceklerdir.
Mesela “Cıssss” sesleri çıkaran kutuların
içindeki buz gibi ve bol gazlı yakıcı bir içecekle
kendini iyi hisseder, kan şekerini yükseltir ve
böylece topraklanmış olursun. Sana onlarca
cazip menü seçenekleriyle sundukları bu
yiyecekler ve içecekler gün boyu biriktirip de
bedeninden atamadığın negatif enerjini nötralize
etmeni kolay yoldan sağlayacaklardır.
Fastfood’lar, kırmızı et ürünleri, gazlı
içecekler, çikolatalar ve tatlılar her ne kadar hızlı
topraklayıcılar sayılsalar da maalesef insan
bedenine, ağır bedeller ödeten gıdalardır.
Sigara da topraklayıcı olmasına rağmen,
zararlarını göz önünde bulundurursan eğer,
bence hiç topraklanmaman sigara içmekten çok
daha iyi sayılabilir.
Doğa insanları, köylüler, çiftçiler ya da işi
toprakla ilgili olanlar, bu tür yapay ve sağlıksız
gıda topraklanmalarına ihtiyaç duymazlar çünkü
zaten ayaklarını toprağa bastıkları an
topraklanmaya da başlarlar. Dolayısıyla bu
insanların köylerine ya da semtlerine bir fastfood
restoran açılsa dahi içgüdüsel olarak ekstra bir
topraklanma ihtiyacı hissetmeyeceklerinden
fastfood restoranlara rağbet göstermezler. Bu
yüzden köylerde, kasabalarda ya da çitliklerde
fastfood restoranları görmen zordur.
Et çok ağır bir topraklayıcı sayılır ve görevini
gayet iyi yapar. Aslında genel olarak hayvansal
gıdalar hızlı topraklama sağlarlar fakat birçok
enerjinin yükselmesi imkânını da ortadan
kaldırırlar. Günde üç öğün et yiyen insanların
meditatif açıdan etkili çalışmalar yapması daha
zordur. Tıpkı yapay gıdalar tüketenler gibi.
Yüksek meditasyonların yapıldığı kamplarda
fazla hayvansal gıda tüketilmesine izin
verilmemesinin sebebi de budur.
Batı kültürlerinde ete ve hayvansal ürünlere
ulaşmak, hızlı, kolay ve bol alternatifli
olduğundan insanların günlük beslenme
alışkanlıkları içinde yoğun et tüketmeye
başladıkları görülmekte ve bu insanların giderek
saldırganlaştıkları da tespit edilmektedir. Etle
alınan korku hormonu, insanı daha saldırgan
yapmaktadır.
Fazla et ve yapay gıda tüketmek içerdiği
s te r o id le r d e n (Halkalı yapıdaki organik
bileşkelerdir. Doğal olarak oluşan en önemli
steroid bileşkeleri arasında safra asitlerini,
erkek ve dişi seks hormonlarını, adrenal bezsi
korteks hormonlarını sayabiliriz.) dolayı sıkıntı
yaratır. Bu gıdalarda ağır bir hücresel hafıza
vardır. Ayağı toprağa basmadan, gün ışığı dahi
görmeden tesislerde yetiştirilen yazık ki
kimyasallarla hızlıca büyütülüp kesim aşamasına
getirilen inek ve tavuklardan sofralarımıza
transfer olan “vahşet dolu” hücreler insan sağlığı
üzerinde büyük olumsuz etkiler yaratır.
Bir zamanlar hayvansal gıdaların daha çok
tüketilmesi önerilirken, bugün artık haftada en
fazla 2 ya da 3 öğünün yeterli olduğu görüşü
geçerlilik kazanmaktadır.
Katı diyet kuralları oluşturup güçlükle
bunlara riayet etmeni beklemiyorum senden
ancak genel olarak kaliteli bir beslenme düzeni
yaratmanı isterim. Hayatındaki et ve hayvansal
ürünlerin miktarını azalttığında, bol yeşillerle ve
toprak ürünleriyle beslenmeyi tercih ettiğinde
zaten elinden geleni yapmış sayılacaksın.
Ben de kırmızı eti çok seven biri olarak, uzun
yıllar bu alışkanlıkla beslenmeme rağmen son
yedi yıldır hiç kırmızı et yemiyorum, süt ya da
ayran da içmediğim gibi seyrek aralıklarla çok
az miktarda peynir almayı tercih edebiliyorum.
Vejetaryen beslenmemden dolayı çok
arkadaşım protein ihtiyacımı neyle karşıladığımı
merak etse de, proteinin tek kaynağı kırmızı et
olmadığından aslında onların düşündükleri
orandan fazla protein alabiliyorum. Yediğin
ekmeğin, havucun, brokolinin, meyve suyunun
içinde bile protein mevcuttur. O yüzden benim
protein ihtiyacımın derdine düşen herkese “Ben
proteini her yerden alıyorum, yalnız sen C
vitaminini en son ne zaman almıştın?” diye
soruyorum ve her defasında, benim aldığım
protein kadar C vitamini alamadıklarını
görüyorum.
Egzersizlerini yapmaya devam ettikçe,
hayvansal gıda alımında giderek azalma
olduğunu, bilinçli tercihin olmasa bile daha az et
ve hayvansal ürün tüketmeyi tercih ettiğini fark
edebilirsin. Bu gayet normal bir süreçtir ve emin
ol ki her şey yolunda demektir. Nefes
çalışmalarını uyguladıkça, hayvansal gıdalarla
ilişkine mesafe girmeye başlayacaktır.
Vegan (et ve et ürünlerinin yanı sıra hiçbir
hayvansal gıda tüketmeyen) beslenme düzeniyle
yaşayan Nobel ödüllü Doktor Umberto
Veronesi’nin yaptığı tıbbi araştırmalar, kanserin
yüzde yüz hayvansal gıdalardan
kaynaklandığını ortaya koymaktadır.
Hayvansal gıdaların yoğun tüketiminin, insan
sağlığı üzerinde yarattığı ağır tehdit bugün hiçbir
tıbbi kurum tarafından yadsınamayacak bir
doğruluk ve geçerlilik kazanmıştır.
Ben her iki beslenme düzenini de denemiş,
bundan yıllar önce bol et tüketen bir adamken
vejetaryen olmaya karar vermiş biri olarak senin
de her iki beslenme düzenini tecrübe ettikten
sonra kendi beslenme alışkanlıkların üzerinde
bir karar vermeni isterim. On beş gün kadar et
ve hayvansal ürün yemeyerek vejetaryenliği test
edersen, etsiz yaşamanın sana kendini daha iyi
hissettirdiğini görürsün. Her zaman olduğu gibi
seçim yine senin!
Belki eski zamanlarda yaşıyor olsaydık bir
parça da olsa sağlıklı et yiyerek beslenme
şansımız olabilirdi. Yazık ki günümüzde
fabrikalarda yetiştirilen ve yoğun korku
hormonu ihtiva eden hayvanlar, bizleri beslenme
şeklimizi yeninden yapılandırmak zorunda
bırakıyor.
Yapılan son araştırmalar yazık ki içtiğimiz
sütlerin de gayet zararlı olduğunu kanıtladı. İnek
sütünün kemik yoğunluğunu artırdığı söylense
de, aslında bunun tamamen yalan olduğu,
bedeni asidik yaptığından dolayı kemik yıkım
hızını artırdığı gerçeği de ortaya çıktı.

Kırmızı giyenler topraklanabilir mi?


Kırmızı görenin, kırmızı giyenden daha fazla
topraklanabileceğini söylemek mümkünse de,
renkleri görmek ve giymek güçlü bir topraklama
yöntemi değildir.
Topraklanmak için kırmızı iç çamaşırı
giyenler üzerlerine ışık vurduğunda taşıdıkları
rengi kendilerine değil, karşılarındakine
yansıtırlar. Dolayısıyla kök çakrana yollamayı
hedeflediğin kırmızı yerini bulamamış olur.
Renkleri görmek ve onları üzerinde taşımak
konusuna fazla odaklanmamanı, bunu tartışana
kadar egzersizlerini uygulamanı ve “Ki”
toplarının renklerinden faydalanmanı öneririm.
2- TURUNCU (CİNSEL ÇAKRA)
YARATICILIK:

Göbek deliğinin iki üç parmak altında yer


alan cinsel çakra, erkeklerde idrar kesesinin
olduğu bölge, kadınlardaysa rahim bölgesidir.
Turuncu “Ki” topunun dengelediği cinsel
çakra, hem cinselliğin deneyimlendiği hem de
yaratıcılığın tetiklenip üretimin yaşandığı enerji
merkezidir. Her türlü proje, düşünce, fikir,
doktrin vb. cinsel çakrada yaratılır. Her yaratım,
cinsel çakrada başlar.
Cinsellikle ilgili toplumların yüzlerce yıldır
içine düştüğü duygusal ve bedensel sıkıntılar
çok zaman toplumların kanayan yaraları haline
dönüşse de din kitaplarının cinselliğe olan bakış

Yolum Aşka Düştü - Meral Kır Kitap tarafından Aspendos Yayıncılık


Yolum Aşka Düştü - Meral Kır Kitap tarafından Aspendos Yayıncılık indir

Yazar : Aspendos Yayıncılık

Yolum Aşka Düştü - Meral Kır Yolum Aşka Düştü - Meral Kır “Bir Daha Dünyaya Gelirse Âşık Olacağı Adamı İnsan Irkından Seçmeye Karar Veren, Şaşkın Akademisyen Sena Tekin Ve Önce Sena’yı Öpüp Sonra, “Pardon, Ben Senin Ağabeyin Sayılırım,” Diyen Ahmet Sancaktar’dan Soluksuz Okuyacağınız Bir Roman… Aşk, Zor Oyunları Severdi Ama Bu Bir Oyun Değildi, Bu, Tutkuya Yenik Düşenler İle Yolu Aşka Düşenlerin Savaşıydı. Severek Yaptığı Bir İşe, Harika Bir Nişanlıya Ve Güzel Dostlara Sahip Olan Sena’nın Tüm Hayatı Televizyonda İzlediği Bir Haberle Alt Üst Olur. Özenle Kurduğu Dünyası Yavaş Yavaş Yıkılırken, Hayatını Geri Alacağına Dair Tüm Umutlarını Kaybetmenin Eşiğine Gelir. Ancak Sena’yı Asıl Korkutansa, Yılardır Âşık Olduğu Ahmet Sancaktar’ın Onu Korumak İçin Her Şeyi Göze Almasıdır. Çünkü Artık Genç Kızın Hem Hayatı Hem De Kalbi Tehlikededir… Ünlü Ve Zengin Sancaktar Ailesi’nin Hırçın, Asabi Ve Ukala Olarak Tanınan Üyesi Ahmet Sancaktar’ın Sevdikleri İçin Yapamayacağı Şey Yoktur. Ancak Girdiği Amansız Kovalamacanın İçinde Sena’yı Korumak İçin Yaptıkları Kendisini Bile Şaşırtırken, Ahmet’i Asıl Korkutan Şey İse Ayağına Dolanan Aşktır. Karanlıktaki Düşmanla Savaşmak Mı, Yoksa Aşka Karşı Gelmek Mi Daha Zordu? Yaşayıp Görmekten Başka Şansı Yoktu….

indir kitap

Böğürtlen Kışı ve Son Kamelya kitaplarının çok satan yazarı:
“Aylardan Aşk, harika ve yaratıcı. Sürükleyici bir aşk hikâyesi.”
- Sarah Jio
Karanlık sırlar, acıtan gerçekler ve korkunç yalanlar arasında yeşeren aşkın, bu savaşı kazanabilmesi için önce her şeyini kaybetmesi gerekiyordu.
Tanem Sancaktar, hayatını derinden etkileyen kazadan sonra iki yılını hastanede geçirmek zorunda kaldığında onu yeniden hayata döndüren Doktor Yağız Aslan olmuştu. İlk başta her şey küçük ama gülümseten bir gönül hikâyesiydi. Oysa geçirdiği zorlu tedavinin ardından aşka sığınan ve ondan güç alıp yaşamayı seçen Tanem için asıl mücadele şimdi başlıyordu ve hiçbir şey ne bildiği ne de başladığı gibiydi. Geçmişini unutup geleceğini işine adayan ve gözü, önüne koyduğu hedeflerinden başka bir şey görmeyen Doktor Yağız’ın kalbine ulaşabilmesi için önce düşlerinden, sonra da kendinden vazgeçmesi gerekecekti.
Deney aşamasındaki tedavisinin ilk gerçek hastası olan Tanem Sancaktar, genç adam için sadece bir projeden ibaretti. Ancak kadının yaşama tutunmak için verdiği savaş, karakteri ve o cennet yeşili gözleri Doktor Yağız’ın tüm işini zora sokuyordu. Ne var ki hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını Sancaktar ailesine ait sırrı keşfettiğinde anlamıştı. Bütün tehlikeleri görüp, kalbini de riske atarak amansız bir mücadeleye başlayan Yağız için artık her şey rayından çıkmıştı. Şimdi hem kendi hayatı hem de herkesten sakındığı Tanem’in hayatı tehlikedeydi.
Geçmişe ait sırlar, sabote edilen planlar, gizli bir düşman ve tüm bunların içinde çaresiz kalan bir aşk…
Güçlü Sancaktar ailesinin hikâyesini okumaya başlamadan önce derin bir nefes alın. Aşk, macera ve tempo yüklü bu hikâyede aşkın en tutkulu hâline, sevgiye dair her şeye ve ihtirasın değiştirdiği hayatlara şahit olacak, okumaktan ziyade onlarla birlikte yaşayacaksınız.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası