önceden bakıyordu artık bakmıyor / Simurg Psikoloji

Önceden Bakıyordu Artık Bakmıyor

önceden bakıyordu artık bakmıyor

Günlüğümden

Bu ayki Günlüğümden sayfalarında, Dr. Göksel Altınışık Kıter’in anılarına yer veriyoruz. Sizin anılarınızı da bekliyoruz. Kendi sorunlarınızmış gibi görünenlerin pek çoğu aslında hepimizin sorunu. Çözümleri de paylaşalım.

            7 Ağustos 1993

            Onu ilk gördüğüm günü anımsamıyorum. Sonradan çok uğraştım gözümün önüne getirmek için ya olmadı. Ama olayların üst üste binmeye başladığı zamanı çok iyi biliyorum. Bendeki başlangıç, elinde göz damlası, odamın kapısını çalmaksızın içeri dalışı ve "Hiç işe yaramadı bu ilaç" deyişi... Kayıtlar arasında araştırdığımda adına ilk kez bir ay kadar öncesinde rastladım. Evet, o ilacı sağlık ocağındaki olanaklar arasında en uygunu olarak düşünüp ben vermişim.

            Çiçeği burnunda bir doktordum. İlk görev yerimdi ama kısa sürede "Allah razı olsun doktoranım, bişeyciğim kalmadı", "Benim eniştenin derdini kimseler bilemediydi de senin verdiğin hap iyi gelivermiş", "Elin uğurlu mu ne, kızım, bu iğne bana pek yaradı"larla yavaş yavaş şımartılmaktaydım. Sağlık ocağının bir köşesinde küçük cerrahi girişimler bile yapıyordum. Bazılarını Sağlık Müdürlüğü’nden bazılarını okulumdan toparladığım gereçlerle. Eldeki tanı yöntemlerinin kısıtlılığında, her derde deva olmam hele de bütünüyle çözümlemem olanaksızdı ama bu kız çocuğunun sorunu neydi acaba?

image014.jpg (42117 bytes)             İçeri dalışıyla irkilmiştim. Hem uğraştığım bir iş vardı hem de bir kız çocuğu yanında büyüğü olmaksızın muayene yerinin yanındaki odama dalmış, tedavimi yargılamaya başlamıştı. Kendime gelince elimdeki evrakları masanın üzerine bırakıp "Gel bakalım. Baştan anlatmaya başla" dedim. Ezberi yarıda kesilmişçesine durakladı ve usulca masamın önündeki sandalyeye ilişti. Doğrudan yüzüme bakıyordu.

            Sekiz-dokuz yaşlarında olduğunu düşünmüştüm. Kayıtlarda on üç olarak geçmiş. Ufak tefek, yöre çocuklarının pek çoğuna göre sağlıklı görünen, eli yüzü temiz, gözlerinde farklı bir pırıltısı, yanaklarında utanmanın değil coşkunun pembeliği olan, şiveyle ve devrik tümcelerle konuşan, başı dik, kararlı tavırlarıyla ne istediğini bildiği sezilen bir kız çocuğuydu. Saçları bir yemeniyle örtülmüştü ya sanırım kumraldı. Burnunun üstünde çilleri vardı. Bunlar ilk anda dikkatimi çekiveren özellikleriydi.

            "Ver bakayım neymiş o ilaç?"

            Uzattı. Tavrında bir tuhaflık vardı. Tanımlayamadığım bir başkalık... Rahatsız edici miydi? Hayır. Sanırım o yaş grubundan öbür çocuklarla karşılaştırılınca ortaya çıkan bir ayrılıktı bu, belki de ayrıcalık...

            Okuldan sevk alarak muayene olmak için sağlık ocağıma gelen çocuklarla konuşmayı seviyordum. Öylesine ürkek, öylesine tatlı oluyorlardı ki özel zaman ayırıyordum her birine. Başları önlerine eğik, omuzlarının arasına gömük, giriyorlardı içeri. Yanlarında ya öğretmenleri ya da sınıf arkadaşları, kapıdan girişte kalakalıyorlardı. Ne söylesem, ne sorsam hep aynı yüksek, tek düze ses tonuyla ve her tümcenin sonuna mutlaka bir "Örtmenim" ekleyerek yanıt veriyorlardı. Genelde kısa, ayrıntıya inmeyen yanıtlar... ilgilerini çekmeye çalışarak sorgulamamı yapıyor, arada şakayla karışık azarlıyor, ürkütmeden muayenemi tamamlayıp önerilerimi takılarak, güldürerek söylüyordum. Sonra bir kez de karşımdakinin yinelemesini istiyordum. Anladığından emin olmak için.

Çok zaman araya giren süre işe yarıyordu; yineleme bölümünde gözler yüzüme dek kalkmış, omuzlar gevşemiş, ses yumuşamış oluyordu. Bir keresinde gözlerini gözlerime dikmiş, kıpırdamaksızın bakan bir çocuğa ne olduğunu sorduğumda, çok tatlısınız örtmenim, demişti. Günün en rahatlatıcı anlarıydı bunlar. Çocuk sıcaklığında, yumuşaklığında...

            Gelelim Elif'e. Hani odama dalan o kıza. O karşılaşmamızda iletişimi beraberinde getirmişti. Belki de benim anımsamadığım gerçek ilk karşılaşmada benzer süreçlerden geçmiştik ve bu kez daha rahat davranabiliyordu. Karşısındaki insan erişilmez değildi ve bir diyeceği varsa hemen oracıkta demeliydi. Bu hoşuma gitti. Yine de daha özenli bir girişin, kendisine daha fazla yardımcı olacağını söylemeden edemedim. O da ayrımına varmış olacak ki durakladı, ilk hızı biraz kesilerek konuşmasını sürdürdü. Ayrıca sesi yumuşamış, yanaklarının pembeliği daha da belirginleşmişti. Koltuğuma yaslanıp onu dinlemeye koyuldum.

 image016.jpg (14556 bytes)            Göz damlasını ben vermişim. Dediğim biçimde, aksatmadan kullanmış. Gerçi çapaklanma geçmiş ama gözlerinin ağrısına hiç iyi gelmemiş ilaç. Hem zaten bu ağrı çok uzun zamandan beri varmış. Bebekken onu düşürmüşler, kafası taşa çarpmış. İşte gözlerinin kaymasına bu kaza neden olmuş. Hem gözleri kayıyor diye çok üzülüyormuş. Her gece ağlamaktan yastığı ıpıslak oluyormuş.

            Olayın duygusal yönü bu denli yoğunlaşınca ilacı, endikasyonlarını bir kenara bıraktım. Dikkatimi Elif'in gözlerine verdim. Ancak o zaman bir gözün hafif dışa kaydığını ayırt edebildim. Yavrucuğum, dedim, öyle belirgin bir kayma yok gözlerinde. Bence sen büyütüyorsun. Sorununun hafife alınması hoşuna gitmedi, küskünleşti. Eğer bu denli sorun yapıyorsa bir göz doktoruna gönderebileceğimi söylediğimde ise ilgilenir gibi oldu. Sonra birden "Siz halletseniz. Annem yok benim. Babam da. Kimse para vermez bana." dedi.

            Öyküsünün geri kalanını böylece anlatmaya başladı. Ah Elif, ne diyeyim ben sana?

            Annesi ve babası bir kazada, o çok küçükken, ölmüşler. Yedi kardeşi daha varmış. Onlar köyde kalmışlar. Elif köyde yaşamak istemediği için bir tanıdıklarının yanına gelmiş. Kadın ona çok kötü davranıyormuş. Okula mı? Gitmiyormuş, daha doğrusu göndermiyorlarmış. Hem artık o da gitmek istemiyormuş. Kadının iki çocuğuna bakıyor, ev işlerini de yapıyor, bulaşıkları, çamaşırları yıkıyormuş. Bir tek yemek yaptırmıyorlarmış. Çok yoruluyormuş. Hem gözlerine de çok üzülüyormuş. Her gece ağlıyormuş gözlerinin ağrısından. Ameliyat olması gerektiğini söylüyorlarmış.

            Bu öykünün yarısıyla bile Elif benim için yardım edilecek, elden gelen yapılacak bir çocuk olurdu. Hemen onun yanında, aklıma gelen birkaç yeri aradım. Durumunu anlattım telefonda, aynı bana anlattığı gibi. Aldığım yanıtlara sevindim. Yardım edebilecek bazı kurumlar vardı ve devreye sokmak için hemen harekete geçebilirdik ancak yanında kaldığı kişiyle ya da velisi kimse onunla gitmeliydi. Bu koşul sağlanmadıkça kimse ona yardım edemezdi. Telefon konuşmalarım boyunca Elif yerinde duramıyordu. Ahizeyi yerine koyar koymaz muştuyu ona da verdim. Benim keyfime diyecek yoktu ya o bir türlü sevinemiyordu. Derdini söyledi sonunda. Yanında kaldığı kadın buna razı olmazdı, zaten buraya da ondan habersiz, kaçarak gelmişti. Yanına gidip yanağını okşadım. Başka yolu yoktu; önce bana gelirlerdi birlikte ve uygun bir dille anlatarak ikna ederdim. Bu arada hastaneyi de aramış ve ücretsiz muayene olabilmesini ayarlamıştım. Bakalım ne tür bir tedavi önereceklerdi. Teşekkür ederek gitti.

            Bir dahaki gelişine dek uzun zaman geçince telaşlandım. Aklıma bir sürü olumsuz olasılık geliyordu. Sonra bir gün, yanında orta yaşlı bir kadınla odamdan içeri girmesiyle rahatlayıverdim. Kadın "Sağolasın doktoranım, bizim kızla pek bi ilgilenmişin" deyince işimin korktuğumuz kadar zor olmayacağını geçirdim içimden. "Buyurun, oturun. Elif'in nesi oluyorsunuz?" "Annesiyim."

            Annesi?

            "Yani öz annesi mi? Yani onu siz mi doğurdunuz?"

            Kadın kim bilir nasıl şaşırmıştır anne kavramı üzerine böyle art arda sorular sorduğum için. Yanıtı kesindi:”Elbet doktoranım, onu ben doğurdum.”

            Elif'e takıldı gözlerim. Kafam allak bullak... Elif'in yüzü de. Sanki annesi, kendisine ihanetetmişti bellettiklerini değil de gerçekleri söyleyerek. Elif'i zor durumda bırakmıştı. Öyle bakıyordu annesinin yüzüne. Birden Elif'in öyküsü geçti aklımdan. Acaba ne kadarı doğruydu? Kendimi toparlayarak "Peki babası?" diye sordum.

            "Bi otelde getir götür işlerine bakıyo. Durumumuz yok. Nasıl iyi ettiririz bu kızın gözlerini doktoranım?"

            Bitkindim. İnanılmaz derecede kırgın. Yüreğin paramparça olması deyişini yaşıyordum. Son bir uğraşla yardımcı olacak kişinin adını ve adresini yazdığım kağıdı kadına uzattım, gidin ilgilenecekler, dedim. Yüzlerine bakacak durumda değildim. Yanımda göreve yeni başlayan bir arkadaşım vardı. Tam da o gün, Elifler gelmeden önce ona deneyimlerimle pembe bir tablo çiziyordum. Neler olduğuna anlam veremedi. Biraz kendime gelince anlattım. Durmaksızın bütün dünyaya anlatabilecekmişim gibi hissetmeye başladım.

            Ama "İnsanları tanıyacaksın" yorumlarından çekindiğim için bu olayı kendime saklamaya karar verdim. Güvensizliğin içimde büyümesi, yaşamımın o döneminde en son gereksinim duyacağım şeydi.

            İlginç bir gece yaşadım. Kendimle baş başa, bir o yana bir bu yana dönerek, uykusuz. Ya Elif doğru söylediyse... O kadın Elif'e gerçekten kötülük yapıyorsa bunu elbette saklayacaktı. Elif'in o anki yüz anlatımı geliyordu gözümün önüne, şaşkınlığı... Kadının hiç de yalan söylüyor gibi bir hali yoktu. Kafam karmakarışıktı. Ne düşüneceğimi bilemiyordum.

Ertesi gün ilk iş, kayıtlardan Elif'in izini sürdüm. Açık bir adres bulamayınca canım sıkıldı. Yeniden gelmesini beklemeyecektim çaresiz.

Geldi.

            Bu kez gözleri yerde içeri girdi. Susuyordu. Ben çağladım. "Senin ne yaptığından haberin var mı? Hadi yalan söyledin, bu yalanları benim onca insana söylememe nasıl razı oldun? Hiç mi sıkılmadın? Beni ne duruma düşürdüğünün farkında mısın?" Bir tek, beni çok kırdın, demedim.

            "Başka türlü bana yardım etmeyeceğinizi düşündüm." Bu yanıtın bence tek anlamı vardı: Elif'in suçsuzluğu olasılığıyla beynimi kemiren soruların yersiz olduğu. Rahatlayamadım.

"Şimdi niye geldin?"

            "Doktor ameliyat olmam gerekmediğini söyledi. Gözlük takacakmışım. Bana gözlüğü kim alabilir? Babamın parası yok bunun için."

Durdum, kısacık bir süre. Sonra telefonu aldım elime, gözlük için konuşacaktım. Birkaç yerden sonra Valilikte yardım edebilecek bir kişi buldum. Bu işle özel olarak ilgilendiğimi belirttim. Gönderin, dedi, elimden geleni yaparım. Adı, soyadı ve yeri bir kağıda yazıp Elif'e verdim. Ne işe yarayacaksa bir de söz aldım ondan; bir daha, asla, hiçbir koşulda yalan söylemeyeceğine ilişkin. O gittikten biraz sonra arkadaşımın bana baktığını ayırt ettim. Bakma öyle, dedim, tamam ben iflah olmaz türdenim.

            Başka bir kente atanıp oradan ayrıldıktan sonra bir gün, kalınca bir zarf aldım. Bir mektup: Sağlık ocağının çalışanları adresimi vermek istememişler ama çok yalvarmış. Yaşamında ona en iyi davranan insan benmişim. Ben çok iyi bir insanmışım. Hiç unutmayacakmış ne beni ne de bana verdiği sözü. Yaptığından utanıyormuş. Kendi işlediği bu mendili kabul edersem çok mutlu olacakmış. Bir de mendil çıktı zarfın içinden. Kalemle çizilip üzerinden iğne-iplik ile geçilmiş ortaokulda benim de öğrendiğim teknikle. Çiçekler ve kalplerin arasında kocaman bir yazı vardı. "Sizi çok seviyorum. Elif" Mendili panoma astım.

            Şimdi onu kazanılmış bir çocuk olarak düşünmek, sözünü tuttuğuna inanmak istiyorum. Kendimi avutuyor olsam da umurumda değil. Çünkü en çok gereksinim duyduğum, insanlara güvenmek...

 

Elif, lütfen...

BİR SORUDAN FAZLASI: 'Torunuma bakmak istemediğim için bencil miyim?'

Haberin Devamı

BİR SORUDAN FAZLASI: Torunuma bakmak istemediğim için bencil miyim

TORUNLARIMI AYIRMIŞIM GİBİ VİCDAN YAPIYORUM

66 yaşındaki V.E. 10 yıl önce kızının oğluna bakmaya başladı. O zaman daha dinçti ve torununa bakmaktan keyif alıyordu. Kızı ile çok yakın oturdukları için, torununa kendi düzenini bozmadan kendi evinde bakıyordu. Akşam kızı ile damadı işten dönerken çocuklarını alıyorlardı ve mesai bitiyordu.

O zamanlar şimdikine kıyasla daha fazla enerjisi vardı ama görevini gururla tamamlayıp torunu ilkokula başlayınca aslında ne kadar yorulduğunun farkına vardı V.E.. Torunu ile yine vakit geçiriyor ama bu iş bebek bakımı kadar zor olmadığı için fiziksel olarak zorlanmıyordu. "Bir torunu büyüttüm" derken oğlunun eşinin hamilelik haberini aldı. Elbette ki bu habere çok sevindi ama yeni bir bebek bakmak istemediğinden gayet emindi.

Önce sessiz kaldı ama bir müddet sonra oğlundan, “Anne benim oğluma da sen bakar mısın?” teklifi gecikmedi. Bu sefer evleri yakın değildi. Oğlunun evi ona çok uzaktı. Oğluna, bebeğe bakacak gücü olmadığını, ayrıca onların evinde kalmak istemediğini söyledi ama bunu söylerken çok zorlandı ve oğlunun kendisine küseceğinden korktu. Diğer torununa yıllarca bakmıştı, şimdi ise yeni doğacak torununa bakmayı reddetmişti. Sanki iki çocuğunu ve torunlarını ayırıyormuş gibi...

Gelininin annesi de çalışmıyordu ve ilk torunu olduğu için bebeğin bakımını üstlenmişti ancak V.E. torununu her görmeye gittiğinde ya da onlar ziyarete geldiğinde eziliyordu.

Gerçekten artık biraz yaşlanmıştı, küçük bebek bakacak gücü yoktu ve gelininin evinde yatılı olarak kalmak istemiyordu. 

'YORULUYORUM DİYE TORUN BAKMIYORSUN AMA SOKAKTA HİÇ YORULMUYORSUN'

V.E. bir gün bir komşusunun söylediği şeye o kadar üzüldü ki bütün gece uyuyamadı. Sebebini şöyle anlatıyor:

“O gün alışveriş poşetleri ile eve dönüyordum. Çok samimi bir komşum, 'Yoruluyorum diye torun bakmadın ama sokakta yorulmuyorsun hiç maşallah' dedi ve en yakınlarımın bile buna hakkımın olmadığını düşündüğünü o zaman anladım. Bu konudaki mahalle baskısını ilk kez o gün çok net bir şekilde hissettim. Tüm büyükannelerin üstünde aynı mahalle baskısı var hâlâ. Eğer torunun varsa ilk önceliğin ona bakmak olmalı. Kendini evini, eşini unut, tek önceliğin torunun olsun istiyorlar ama bunu doğru bulmuyorum."

'HAFTA SONUNU İPLE ÇEKİYORUM’

N.B. erken yaşta torun sahibi olan anneannelerden. Torununun olacağını duyduğu zaman dünyalar onun oldu. Çalışmadığı için hastane sürecinde ve lohusalık döneminde hep kızının ve torununun yanında oldu ama bir müddet sonra artık kendi evine dönmek istedi. Kızı ise yalnız başına bebeği büyütemeyeceğini, işe geri döndüğünde de çocuğuna onun bakmasını istediğini söyledi.

N.B. kızına istediği zaman ona yardımcı olacağını ama tam zamanlı bakamayacağını söyledi. Ekonomik durumları çok iyi olmadığı için kızının işe dönmesi gerekiyordu. Damadının annesi de bebek bakmak istemeyince sonunda iki kayınvalide aralarında anlaşarak dönüşümlü olarak torunlarına bakmayı kabul ettiler.

'ÖNCEDEN İLK TORUNA BAKMAK İÇİN KAYNANA SAVAŞLARI ÇIKARDI'

N.B. torununa neden tam zamanlı bakmak istemediğini şu sözlerle ifade ediyor. “Benim zamanımda anneanne ve babaanneler torunlarına bakmak için adete birbirleri ile yarışırlardı, hele de ilk torun için resmen savaş çıkardı. Ama şimdi sadece ben değil çoğu büyükanne ve büyükbaba için torun bakmak zor geliyor. Torunuma 3 gün ben bakıyorum 3 gün babaannesi. Resmen zorunlu hizmet bizimkisi. Birbirimizden görev devralırken “Allah kurtarsın kader arkadaşım” diyoruz. Çok tatlı ama tüm gün onun bakımını sağlamak aşırı yorucu. İkimizin de eşleri bizimle birlikte çocukların evine gelmiyorlar, dolayısı ile o günlerde ayrı kalıyoruz. Resmen torunuma bakacağım diye eşimi ihmal ediyorum.”

N.B. geçtiğimiz haftalarda kızının “Anne yarın gidebilirsin evden çalışacağım” demesi üzerine çocuklar gibi sevindiğini, yatılı okulda kalan çocukların evci izni sevincinin aynısını yaşadığını, torun bakmanın gerçekten çok büyük bir fedakarlık gerektirdiğini ve bunun en zor mesai olduğunu sözlerine ekliyor.

72 YAŞINDAYIM, ŞİMDİ OLSA TORUNUMA YİNE BAKARIM

56 yaşındayken torununa bakmak için eşi ile birlikte memleketinden kalkıp İstanbul’a gelen M.B. önce bir yaşına kadar bakmak amacıyla geldiğini ama sonrasında torunu için memlekette yaşamayı bırakıp İstanbul’da yaşamaya başladığını söylüyor.

“Uzun süre torunuma baktım, sadece yaz aylarında memlekette kaldım ama o süre zarfında da yine torunum yanımdaydı. Onunla yaptığımız her şey çok keyifliydi, elbette yorucuydu ama bu çok tatlı bir yorgunluk, bu yorgunluğu herkes tatmalı” diyen M.B., şimdi bir torunu olsa yine aynı enerji ve istekle torununa bakabileceğini, bu gücü kendinde bulduğunu belirtiyor.

"Hiçbir bakıcı torunlarımıza bizim baktığımız gibi sevgi ve ilgi ile bakamaz ama gerçekten bu, çok büyük bir fedakarlık. Bu bir görev ya da zorunluluk olarak algılanmamalı" diyen M.B. herkesin fikrine saygı duymak gerektiğini de vurguluyor.

TORUN DEĞİL YENİDEN ÇOCUK BÜYÜTÜYORUM

Pandemi döneminde büyükanne büyükbaba olmanın çok daha zor olduğunu söyleyen Aksoy çifti, torunları ile birlikte olmaktan çok mutlu ama sorumluluklarının çok ağır geldiğini söylemeden edemiyorlar.

İki çocuğa birden baktıkları için başka hiçbir şey yapmaya fırsatları kalmıyor. Biri 5 dakika ortadan kaybolsa tüm işler aksıyor diğerinin eli ayağına dolanıyor. Onlar için en büyük sorun emanet çocuğa bakmak, yani üzerlerine yüklenen sorumluluk. Her adımlarına dikkat etmeleri, bir saniye olsun gözünü onlardan ayırmamaları gerekiyor. Bu da tam zamanlı ve tatlı ama çok ağır bir mesai demek.

"Annesi babası adına karar vermemiz gerekiyor, bu sorumluluk bize bazen çok ağır geliyor. Bir saat değil 2 saat değil 7/24 mesaideyiz. Bu yüzden torun değil sanki yeniden çocuk büyütüyor gibi hissediyoruz" diyen 67 ve 71 yaşındaki Aksoy çifti “Bu kadar büyük bir sorumluluğun altına girmek ister misiniz diye sorsalar kesinlikle istemezdik ama işte torun sevgisi bambaşka bir şey, konu torun olunca hiçbir şeye hayır diyemiyorsunuz” şeklinde konuşuyor.

tam bir mini çakal işidir. hoşlanılan kızı umursamayarak etkilemenin, biraz daha öznel biçimidir.

bu delüğanlımız, çoğu erkeğin, ortamdaki güzel kızı etkilemek adına bin dereden su getireceğini düşünür ve biraz daha cool takılmak adına ona bakmaz, baktığı anları da kızın onu göremeyeceği şekilde ayarlar. aklında, 'onunla ilgilenmediğimi düşünsün de ters tepki yapıp dikkatini çekeyim' düşüncesi vardır. ama tabii ki çoğu zaman tutmaz. sen kafanı çevirip başka şeylerle meşgul olma ayağına yatarken, tekrar kızın olduğu yere bakarsın ve kızın çoktan gitmiş olduğunu görürsün. büyük ihtimalle de, ortamın bir piçi tarafından lafa tutulmuştur. sen de o yapay gururunu alır eve gidersin. diğer denemelerin, daha yavşakça olacaktır. sırada espri yaparak kızları tavlamak vardır. hayırlı işler olsun.

- ehe ehe gizem bir şey sorcam. ahmet seni sordu.
+ hangi ahmet?
- florasan.

bu hiç olmadı anasını satayım.

çok zor başarıya ulaşabilecek çabadır. kızlar özgüvenli cesur erkek sever.

valla işe yarayabilen bir yoldur.

ama kızın karakterini önceden bilmek yani tartmış olmak lazımdır.

çünkü zaten birçok kız hiç bakmayarak kendini belli eder.

çünkü rahat olsa bakmamak için çabalamasa... mutlaka bir bakar yani.

işe yaradığında deneyeni şaşırtan durumdur. zira o anda bakmazken kızı etkilemeye çalışmıyor olması kız için daha çekici bir durum olsa bile etkilemeye çalışmak için bakmaması şüphe uyandırıp avı ürkütebilir. her şekilde kızı öyle etkilemek düşünüldüğü kadar basit değildir.*

insanların zor olanı sevmesiyle alakalıdır.

kıza göre etkisi değişecek durumdur.örneğin zaten güzel olduğunun farkında ve çevresi tarafından da güzel bulunan bir kız ilgiye doymuş olduğundan umursamaz davranmak, ilgi çekebilmek için bir yol olabilir.ama en azından burada sizin de üstünkörü de olsa öncesinden onun küçük bir dikkatini çekmiş olmayı başarabilmeniz gerekir..yani bu teknik belki sonraki safhalarda kullanılabilir..

hiç bakmayarak etkilemeniz zordur. en az 1 kere göz göze gelinmesi şarttır. ama bu süre 1 saniyeyi geçmemelidir. abazanvari bir şekilde yiyecek gibi bakarsanız teşhisi koyarlar ve tüm şansınızı kaybedersiniz. biraz daha masum görünmeli, o göz göze gelişten sonra bakmayarak ilgisini çekmeye çalışmalısınız. kız kendisini gördüğünüzü bilmeli, ancak sonraki bakışlarında sizin ona bakmadığınızı görüp, cool tavrınızın farkına varmalıdır.

itme hareketiyle çekme yöntemi. kızın arkadaşlarıyla konuşup kızı dışlamak. kız yalnız kaldığını hissedince zaten kendiliğinden gelecektir. şahsen benimsemediğim bir yöntem türkiye' de kız başına düşen abaza sayısı haddini aşmıştır. sen olmasan bir diğeri kullanılıp atılacaktır. direk yazmak en mantıklı seçenektir.

sallamıyorum havalarında takılan genç.ama o kız ona bakan bir erkekten hoşlanacaktır.

kadınların " ay bakmıyo demek ki seviyo, ay aramadı demek ki hoşlanıyo " gibi ottan boktan nasiplenmelerini göz önüne alarak strateji yaratmış gençtir.

kızların geveze erkekleri değil de gizemli ve de cool erkekleri daha çekici bulduğu kesindir.Az konuşmak,öz konuşmak entellektüel birikim ve zeki esprilerin yanına gizemde katılırsa buna hayır diyecek kız çok azdır.Çünkü kızlar zor elde edilen ve uğraşılan erkekleri güçlü görür.Ve bir kız içinde güç çok önemlidir.

her kız yemez bunu yazarcanlarım eğer bu taktiği kullanacaksanız bir kez daha düşünün zira kızla ilgiden bunaldığı gibi ilgisiz de yapamazlar şeklinde tavsiyelerde bulunulması gereken taktiktir.

etkilemeye çalıştığı kıza ilk izlenimini "cool" olarak verme açısından işe yarayabilir bi durum. ama uzatılması sakıncalı olabilir.

çok işe yaramayacak bir yöntemdir. En azından bir kere kız, erkeğin ona baktığını görmelidir ki etkisi olsun. Çoğu kez de bir kere bakmak da yeterli olmayabilir. Kız, erkeğin onunla hiç ilgilenmediğini düşünüp kendisi de erkekle ilgilenmekten vazgeçebilir.
En iyisi gidip doğrudan konuşmaktır.
(bkz: biraz cesaret)

işe yarayan yöntemdir, kesinlikle. kız der ki allah allah bu kim de bana bakmıyor. sonra da işi inada bindirip bakmaya başlar. sonrası da malum.

tavşan-dağ arasındaki gibi bir ilişkinin olması muhtemeldir.

bazı kızlar üstünde oldukça iyi etki bırakan yöntem. (bkz: kaçan kovalanır)

bazen de şöyleleri vardır: ortamdaki güzel kızın talebi çok olacağı için, getirisini garanti olarak gördüğü daha az güzel kıza yazarlar.

(bkz: john nash)
(bkz: game theory)

karşı tarafın ilgi alanındaysa er kişisi, işe yarar bir davranıştır. yalnız kız iplemiyorsa ve erkek iplendiğini sanıyorsa içine sıçışların en böyüğü ile karşıkarşıya olduğundan bihaberdir bu yavrucak, yazık.

+bak şimdi cansu'ya mesaj atıcam hemen cevaplayacak.
msj : cansu naber ya..
(15 dakika geçer)
-attı mı mesaj lan?
+yok abi işi var herhalde. atar ama birazdan.
(tırılıp tırılıp)
+hah! attı. bak bak ne demiş. 'iyidir senden naber?' demiş. bir de gülücük yapmış. huhuuuv..
+biraz geç cevap veriyim de havalara girmesin olm.
(15 dk sonra)
msj : iyidir ya. bardayız, eğleniyoruz. ortam şahane!
(mesaj gönderildi.)
+heh gitti.. şimdi kıskancından patlayacak.
3 dk..
-msj geldi mi?
10 dk..
-ne yazdı olm?
60 dk..
-hşş.. hah. uyumuş mal.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır