kuran neden arapça indirilmiştir / Kur'an, niçin Arapça indirildi ile ilgili ayetler ve mealleri | Kuran ve Meali

Kuran Neden Arapça Indirilmiştir

kuran neden arapça indirilmiştir

Konunun öncesinde birkaç alıntının hazmedilerek okunması konunun anlaşılması için hayati önem arz etmektedir.

BİRİNCİ ŞUA: Derece-i i'cazda belâgat-ı Kur'aniyedir. O belâgat ise, nazmın cezaletinden ve hüsn-ü metanetinden ve üslûblarının bedaatinden, garib ve müstahsenliğinden ve beyanının beraatinden, faik ve safvetinden ve maânîsinin kuvvet ve hakkaniyetinden ve lafzının fesahatinden, selasetinden tevellüd eden bir belâgat-ı hârikulâdedir” (Risale-i Nur)

“KUR’AN’IN YEDİ KÜLLİ VECH-İ İ’CÂZI: 1. Lâfzındaki fesahat-i harikası. 2. Nazmındaki cezalet-i harikası. 3. Câmiiyet-i harikulâdesi Derece-i i’cazda belâğat-i Kur’âniye 5. Üslûp ve îcâzındaki câmiiyeti. 6. İhbârât-ı gaybiyesi. 7. Fezlekesi ve meseleleri özetlemesi.”(Risale-i Nur)

Kur’an “öyle bir maide-i semaviyedir ki (semavi sofra) binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulub ve ervah, o sofradan gıdasını buluyorlar, müştehiyatını alıyorlar; arzuları yerlerine gelir.” (Risale-i Nur)

Evet bir kelâm, “Kimden gelmiş? Ve kime gelmiş? Ve ne için denilmiş?” olması cihetiyle, kıymeti ve ulviyeti ve belâgati tezâhür etmesi noktasından, Kur’ân’ın misli olamaz. Ve ona yetişilemez. Çünki Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâlik’ının hitâbı ve konuşması; ve hiçbir cihette taklîdi ve tasannuu ihsâs edecek bir emâre bulunmayan bir mükâlemesi; ve bütün insanların nâmına, belki bütün mahlûkātın nâmına meb‘ûs; ve nev‘-i beşerin en meşhur ve nâmdâr muhâtabı bulunan; ve o muhâtabın kuvvet ve vüs‘at-i îmânı, koca İslâmiyet’i tereşşuh edip, sâhibini Kāb-ı Kavseyn makamına çıkararak muhâtabât-ı Samedâniyeye mazhariyetle nüzûl eden; ve saa­det-i dâreyne dâir ve hilkat-i kâinâtın neticelerine ve ondaki Rabbânî maksadlara âit mesâili ve o muhâtabın bütün hakāik-i İslâmiyeyi taşıyan en yüksek ve en geniş olan îmânını beyân ve îzâh eden; ve koca kâinâtın bir harita, bir saat, bir hâne gibi her tarafını gösterip çevirip onları yapan san‘atkârları tavrıyla ifade ve ta‘lîm eden Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın, elbette mislini getirmek mümkün değildir ve derece-i i‘câzına yetişilmez.

“Kur’an, bil-müşahede ve bil-bedahe, ebedi ve daimi bir mu’cizedir. Her vakit i’cazını gösterir. Sair mu’cizat gibi sönmez, vakti bitmez; ebedidir.” ”(Risale-i Nur)

“Kur'ân'ın üslubları hem garibdir, hem bedi'dir, hem acibdir, hem mukni'dir. Hiçbir şeyi hiçbir kimseyi taklid etmemiş. Hiç kimse de onu taklid edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üsluplar tarave¬tini, gençliğini, garabetini daima muhafaza etmiş ve ediyor.” ”(Risale-i Nur)

“Hem, Kur’an’ın içinde öyle bir göz var ki, bütün kâinatı görür, ihata eder ve bir kitabın sahifeleri gibi kâinatı göz önünde tutar, tabakatını ve âlemlerini beyan eder.” ”(Risale-i Nur)

“Arapça harflerindeki güzellik ve sağlamlık, kelimelerindeki uyum ve ahenk, anlamlarındaki genişlik, iştikaklarındaki asalet ve çeşitlilik, kinayelerindeki müenneslik ve müzekkerlik ve daha başka özellikleri ile icaz içinde vuzuha hizmet eden ince ayrıntıları, edatlarındaki insicam kabiliyeti, pek çok faydalı bağlantıları ve bilhassa terkip ve irabındaki incelik ve parıltılı yönleri bakımından ifade-i meram etmeye yarayan diller içinde en kuvvetli ve sağlam bir beyan aracı olarak dikkat çeker.”( Hak Dini Kur’an Dili)

Yukarıdaki paragraflar iyice hazmedildiyse şimdi asıl sorunuza geçebiliriz.

Kur’an her peygamberi kendi kavminin dili ile gönderdiğini ifade eder “Biz resulleri kendi kavimlerinin dili ile indirdik”. Bu ayet diğer peygamberlerin sadece belli bir kavme ve topluluğa indirildiğini göster. Fakat Kur’an’ın tebliği ise alemlere rahmet olan sevgili peygamberimizle birlikte tüm insanlık için umumidir. Dilleri lisanları lehçeleri farklı olan bu kadar insana tek bir dil ile hitap etmenin ebetteki bir hikmeti bir gayesi vardır. Sırf hicaz bölgesinde indiği için Arapça inmiştir demek doğru değildir. Bu iş haşa tesadüfiliğe ve rastgeleliğe yer bırakmayacak kadar büyük bir önem arz eder. Evet her peygambere önceki kavimlerin kitapları peygamberleri kendi dili ve lisanı ile inmiştir. Bunlar hususi ve belli bir bölge toplumuna hitap ettiği içindir. Çünkü tebliğ kısmidir.  

Fakat Kur’an’ın tüm insanlığa Arapça indirilmesi çok önemli bir farklılık gösterir. Allah (c.c) “anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik” buyurmuştur. Kur’an Arapça nazil olduğu ve bunu herkes gördüğü ve bildiği halde neden ayet bir kez daha malumu ilan ediyor? Zaten Arapça olarak nazil olan ayetler görüldüğü bilindiği öyle de okunduğu halde neden “ARAPÇA İNDİRDİK” ifadesine vurgu yapılmıştır? Üstelik Araplara “anlayasınız diye Arapça indirdik” demek malumu ilan olduğu gibi “Arap olmayanlar için de” bir mana ifade etmemektedir. Bu mana Kur’an’ın camiiyyetine ve evrenselliğine haşa gölge düşürür. Hatta bazıları (zaten diyorlar) Kur’an Araplara inmiştir (haşa) bize inmemiştir deyip İslam’ın tüm insanlığa olan tebliğini kısmileştiriyorlar. Çünkü Allah sadece Arapların anlaması için “Kur’an’ı Arapça indirdik” demiştir diye safsata yapıyorlar maalesef. Bu da bazı modernist kafalı ilahiyatçı geçinen, ünvanlı kişilerin sergiledikleri tavırdan kaynaklanıyor. Çünkü onlar Kur’an’ın ısrarla tesadüfi ve rastgele olarak Arapça indiğini ifade ediyorlar. Yani “Araplar Arap olduğu için Kur’an da Arapça inmiştir” diye yanlışa düşüyorlar. Onlar “Allah Arapçayı hususen seçmemiş Allah bakmış ki onların dili Arapça biz de Arapça indirelim demiş” diyorlar. Maalesef buradaki hikmetin, sırrın, gayenin ve de meselenin özünü idrak edememişler.

“Biz anlayasınız diye Kur’an’ı Arapça indirdik” ayeti sadece Araplara değil tüm insanlığa hitap ediyor. Tüm insanlığa hitap eden Kur’an’ın bu ayeti ile de aslında tüm zamanlara ve tüm dünya insanlarına hitap etmektedir. Çünkü Arapçadaki üstün hususiyet, teknik ve gramatik mükemmelikler bu dilin tüm zamanlara ve tüm insanlığa hitap edecek derecede cami olması ve ilahi olan manaların asırlarca kaybolmadan taşınabilmesi için Arapça indirdik denmektedir. Kur’an’ın Arapçası nice Arap edip ve şairleri aciz bırakmış, onları adeta dilsiz bırakmıştır. Onlar Arapçayı çok iyi bildikleri halde bu dilin bu kadar eşsiz sırlarına vakıf olamamışlardı. Bu yüzden kelamla mücadeleyi bırakıp silaha sarıldılar. Halbuki Kur’an’ı söz ve ifadeler ile çürütmek daha basit bir yöntemdi. Ayetler nazil olduğunda nice üst düzey şairler ondaki söz dizimindeki harflere varıncaya kadar mucizeliği karşısında hayranlıklarından secde etmişlerdir. Kendilerine “Müslüman mı oldun” diye sorulduğunda “hayır sözdeki mucizeliğe secde ettim” demişlerdir

Evet Allah Kur’an’ı Araplar’a değil tüm dünyaya Arapça olarak indirdi. Aslında yüce rabbimiz kâinatın en ve en yüksek maksat ve gayesini İslam ile insanlığa Arapça olarak indirmesini haşa sadece coğrafi ve sosyolojik boyutlara hamletmek, Allah’ın bir kasıt ve iradesini görmezden gelmek doğru olmasa gerek. Bu gaye maksat bu dilin tarihi süreç içinde rastgele ve tesadüfi gelişmelerden uzak olduğunu gösteriyor. Biz bu dilin bizzat Allah tarafından tarihi süreç içinde insanların dimağlarında hafızlarında ve dillerinde kemal noktaya ulaştırılarak Kur’an’ın en derin ve çok geniş ve farklı manalarını taşıyacak bir seviyeye çıkartıldığına inanıyoruz. Bu dil aslında Arapların dili değil Allah tarafından tüm Müslümanların dili olmuştur. Bura da evrensellik ilkesi gözetilerek tüm Müslümanları cami ve birbirine raptettiren bir lisan etrafında toplama amaçlanmıştır. Burada herkes ana dilini değiştirip Arapça konuşsun demiyoruz. Sadece ahiret ve dünya dengesini Kuran etrafında düzenlemek, tanzim etmek muhafaza etmek ve şekillendirmek için herkesin merkezi bir lisan etrafında toplanması, ondan ilham alması ve de aynı olan değişmeyen ve değişmeyecek olan bir lisandan beslenmesi akli ve zaruridir. İşte Arapça böyle bir vazifeyi görecek nitelikte olan bir dildir.

“Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm, Arap dilinde yazılmış ilk kitaptır. Bu dil, dikkati çekecek şekilde asırlar boyu istikrarlı ve sağlam bir hâlde kalmıştır. On dört asırdan fazla bir zamandan beri, kelime haznesi, imlâ tarzı, telaffuz şekli ve hatta gramer yapısı, gerçekte hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Allah’ın bir hikmeti ve takdiri olarak bu durum, modern olsun eski olsun bütün dünyada gelmiş geçmiş hiçbir dilde görülmeyen bir durumdur. Böylece diyebiliriz ki bu gibi mühim hususiyetlere sahip Arapça’dan başka hangi dil, kıyamete kadar değişmeden devam edecek ilâhî vahiylerin muhafaza edilip ileriki nesillere aktarılmasına daha elverişli ve daha uygundur? O hâlde, bu dilin sadelik ve açıklığını ortadan kaldırmaya yönelik bütün menfi gayret ve teşebbüslere karşı direniş göstermeleri dolayısıyla, Arapça konuşan milletleri tebrik etmemiz gerekir. Mevcut lehçe ve ağız farklılıklarına ve bu dilin konuşulduğu ülkelerin birbirinden farklı durumlarına rağmen Arapça’nın yazı dili değişmeden günümüze kadar aynen muhafaza edilmiştir. Hz. Muhammed (sav)’in konuştuğu Arapça, günümüz radyo ve televizyonlarında konuşulan yahut modern gazete ve dergilerde kullanılan Arapça’nın aynısıdır.” (Prof. Dr. M. Hamdullah, Kur’ân-ı Kerîm Tarihi)

“Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkeb olsa ve bundan sonra da yedi deniz daha o denize katılsa yine Allah'ın sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir."(Lokman, 31/27)

Kur’an’ın her kelimesi bir hazine kutusudur. İçindeki manalar sınırsızdır. Bu sınırsız manaların en yükseğinde Peygamber efendimiz (sav)sonrasında ise sahabe-i kiram ve onları takip eden müctehid ve müceddidler gelmektedir. Peygamberimiz risâleti ile ilgili tebliğini insanlığa eksiksiz olarak anlatmıştır. Allah’ın asıl kasıt ve muradı neyse bir resul olarak bize ifade etmiştir. Bu noktadan bir eksiklik ve haşa noksan bir nokta kalmamıştır. Fakat bu Kur’an’daki manaların sınırsız olmadığı manasına gelmez. Mesela kuranda açıkça olmasa da bazı bilimsel verilere işaretlerin olduğunu görüyoruz. Fakat bu mana yıl önce çok büyük bir önem arzetmiyor olabilirdi. Fakat bu bilgi o ayette duruyordu. Ehli olan geldi o kelimenin içinden o manayı çıkardı. Bu yüzden her meslek sahibi kurandan istediği manayı çıkarıp insanlığın faydasına kullanabilir. Bu husus başka hiçbir kitapta yoktur. Bu derin manaları taşıyacak kendine uygun değer ve kıymette bünyesinde tutacak tek dil de Arapçadır. Yani biz kuranı tek bir meal üzerinden okuduğumuzda aslında yüzlerce manadan sadece birini kastediyoruzdur. Fakat o kelimeyi ve ibareyi arpça okuduğumuzda tüm zamanlara ve çağlara bakan, derin manaları, remizleri, işaretleri ve küçük büyük tüm manaları kastetmiş oluruz. Yani biz Kur’an’ı bir meal ve tercüme ile okuduğumuzda o sınırsız kutudan sadece bir zümrüt ve bir tane inci çıkarmış oluruz. Halbuki padişah kendi huzurunda senden tüm hazine kutusu ile gelmeni arzu ediyor. Sen o sınırsız değerdeki hazine kutusu ile huzura vardığında “ey rabbim ben seni kendi dilimle kendi ifadelerimle hamd, tesbih ve takdis edemem, ben bundan acizim. Sen kendini nasıl takdis ettiysen ben de seni o şekilde takdis ediyorum, seni bu kutudaki sadece bir inci bir zümrüt ile değil elimdeki şu hazinenin içindeki manasını bildiğim ve bilmediğim gördüğüm ve görmediğim değerli taşlar adedince seni tesbih ediyorum” demektir. Yani biz Allah’ın huzuruna çıktığımızda onun indirdiği kelam ve kelimelerle kuran okuduğumuzda onun içindeki tüm manalarla onu tesbih ve hamd ediyoruz. Mesela sadece “bismillahirrahmanirrahim” ifadesi için ciltlerle kitaplar yazılabilir ve de yazılmış. Şimdi bu kadar geniş manaları ihtiva eden bir dilin yerine hangi tercüme ve mealle karşılık verilebilir.

Kur’an’daki bu sınırsız manalar bazen gizlenmiş ulaşılamamış fakat bazı dönemlerde kendini göstermiş ortaya çıkarılmıştır. İnsanların her dönemde ihtiyaç duydukları manalar ezeli ilim sahibi olan Allah tarafından o kelimelerin içine dercedilmiştir. Zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor bu hakikati ifade eder. Kuran sadece bizim zamanımızda bu kadar mana taşıyordu denilemez. Şimdiye kadar bin tefsiri yapılmış üzerinde en çok çalışma ve şerh,izah ve meal çalışması yapılan kitap olma özelliğini her geçen gün daha da yükseğe taşıyor. Çünkü o geçmişte olduğu gibi şimdi ve gelecek zamandaki insanlarında maddi ve manevi ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda mucizevi bir kitaptır. Bu mucizelik onun lisanından ve manalarından kaynaklanmaktadır. Bu manalar da ancak Arapça gibi yüksek gramer özelliklerine sahip bir dil ile mümkün olmaktadır.

Arapça ifade ve kelimeler artık İslam’ın sembolleridir. Bir dilin ve kavmin dili değil her yer ve mekânda bir parola ve bir şifre gibi Müslümanların şiarı olmuştur. Dünyanın neresine giderseniz gidin “bismillah” kelimesinin Müslümanları birbirine bağlayan bir bağ olduğunu görürsünüz. Kimse de buna artık Arap dili demez İslam dili der.

Bir şiiri veya bir şarkıyı orijinal dilinde ezberleyip okuyan veya dünyevi bir iş için yüzlerce yabancı kelime ezberleyen bir Müslüman (eğer samimi ise)nasıl olur da ahireti için Allah’ın kelamını öğrenmekte tembellik gösterir. Basit bir romanı sırf orijinal dili ile okumak için yabancı dil öğrenen biri nasıl olurda Allah (c.c) ve Resulünün(sav) dilini merak etmez ve öğrenmeye çalışmaz. Burada Arapça dilini değil Kur’an’ okumayı ve onu öğrenmeyi anlatıyoruz. Zaten ayrıca Arapçayı da öğrenecekse nur ala nur olur.

Dindar bir Müslümana göre, kitabını koruyacağını defaatle bildiren Allah Teâlâ’nın nihâî vahiylerini insanlara ulaştırmak için bozulmaya müsait bir dil veya yazıyı asla tercih etmeyeceği tartışma götürmez bir husustur. Arapça, edebî kapasitesi, ifade gücü, şiirselliği, ortografisi ve paleoğrafisinde yeterince gelişmişti. Allah Teâlâ diğer diller arasında onu seçmek sûretiyle insanlığa büyük bir lütufta bulundu.” (A‘zami, Kur’an Tarihi, s. )

Kelimelerin farklı manaları ihtiva etmesi, az sözle çok geniş manaları ifade etmek gibi yüksek bir yapıya sahiptir

Kureyşin en beliğ şair ve hatiplerinden Velîd bin Muğîre, Nahl sûresinin âyetini işittiğinde; “Vallahi, az önce Muhammed’den öyle bir kelâm dinledim ki insan sözü desem değil, cin sözü desem değil! Öyle bir halâveti (tatlılığı), öyle bir halâveti (güzelliği) var ki sormayın! Öyle bir kelâm ki üstü meyveli, altı verimli ve bereketli! O muhakkak üstün gelir, ona üstün gelinemez” demekten kendini alamamıştır. (Hâkim, II, /)

Aşağıdaki yerleri dikkatle mütalaa ederseniz kuranın arpça inmesiyle alakalı ciddi bir bilgi elde edebilirsiniz. Ayrıca Sözü de okumanızı tavsiye ediyoruz.

Evet, Kur’ân ile muaraza ve mübarezeye çıkan insanların kuvveti Cenâb-ı Hak tarafından körleştirilerek, muarazayı yapabilecek kabiliyetten sukut ettirilmiştir. Fakat Abdülkahir-i Cürcânî, Zemahşerî, Sekkâkî gibi belâgat imamlarınca, beşerin kuvveti Kur’ân’ın yüksek üslûp ve nazmına yetişemediğinden, aczi tezahür etmiştir. Bir de, Sekkâkî demiştir ki: 'İ’câz, zevkîdir; târif ve tâbir edilemez.' مَنْ لَمْ يَذُقْ لَمْ يَدْرِ Yani, fikriyle i’câzı zevketmeyen, târifle vakıf olamaz; bal gibidir."

Meselâ,  وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ   [“And olsun, Rabbinin azâbından en küçük bir esinti onlara hafifçe dokunacak olsa” (Enbiyâ, 21/46)]  Bu cümlede, azâbı dehşetli göstermek için, en azının şiddetle tesirini göstermekle göstermek ister. Demek taklîli ifade edecek; cümlenin bütün heyetleri de bu taklîle bakıp ona kuvvet verecek. İşte, لَئِنْ lâfzı, teşkiktir. Şek kıllete bakar. مَسَّ lâfzı, azıcık dokunmaktır; yine kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ lâfzı, maddesi bir kokucuk olup kılleti ifade ettiği gibi, sîgası bire delâlet eder. Masdar-ı merre tabir-i sarfiyesinde 'biricik' demektir, kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ deki tenvin-i tenkirî, taklîli içindir ki, “O kadar küçük ki, bilinemiyor.” demektir. مِنْ lâfzı, teb’îz içindir, 'bir parça' demektir; kılleti ifade eder. عَذَابِ lâfzı, nekâl, ikab’a nisbeten hafif bir nevi cezadır ki, kıllete işaret eder. رَبِّكَ lâfzı, Kahhâr, Cebbar, Müntakîm’e bedel yine şefkati ihsas etmekle kılleti işaret ediyor. İşte, bu kadar kılletteki bir parça azap böyle tesirli ise, ikab-ı İlâhî ne kadar dehşetli olur, kıyas edebilirsiniz diye ifade eder. İşte şu cümlede küçük heyetler nasıl birbirine bakıp yardım eder. Maksad-ı küllîyi, herbiri kendi lisanıyla takviye eder. Şu misal bir derece lâfız ve maksada bakar."

"Daha sair kelimât-ı Kur'âniyeyi bunlara kıyas edebilirsin. Adeta basit, melûf birer kelime iken, lâtif mânâların definelerine birer anahtar vazifesini görüyor."

"İşte, ekseriyetle üslûb-u Kur’ân’ın geçen tarzlarda ulvî ve parlak olduğundandır ki, bazan bir bedevî Arap, bir tek kelâma meftun olur, Müslüman olmadan secdeye giderdi. Bir bedevî فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ  ["Emrolunduğun şeyi açıkla.” (Hicr, 15/94)] kelâmını işittiği anda secdeye gitti. Ona dediler: 'Müslüman mı oldun?' 'Yok,' dedi. 'Ben şu kelâmın belâğatine secde ediyorum.'”

Ayrıca bakınız.

/soru-cevap/farkli-dillerde-ibadet-yapmak


Kur’an Neden Arapça İndirildi?

Kur’ân dili neden Arapça? Kur’ân-ı Kerîm niçin Arapça indirilmiştir? İşte Kur’ân-ı Kerîm’in Arapça indirilmesinin hikmeti

Arap yarımadasında coğrafî yapının tesiriyle bedevîlik hayatı hâkimdi. İnsanlarda, yaşadıkları muhitin tesiriyle büyük bir cesaret ve şecâat tecellî etmiş, gökkub­benin parlak yıldızları altında pek aydın zekâlar zuhur etmişti. Bunlar fikirleri zengin mazmunlar, lâtîf recezler ortaya koymuşlar, bilgileri büyük olmadığı halde birçok âlimi hayrette bırakacak derecede belîğ, fasîh manzume ve hitabelerle isimlerini asırlar boyu yaşatmışlardı.

Asr-ı Saâdet’e yakın zamanlarda belâgat, Araplar arasın­da yüksek dalgalarla çalkalanan bir derya gibi coşmuştu. Kabileler arasında be­lagat yarışları meydan almış, arkadaşlarına üstün gelen şâirlerin manzumeleri altın suyu ile yazılarak Kâbe-i Muazzama’nın duvarlarına asılmış, beşerî kemâlâtın en güzîdelerinden olan fesâhat ve belâğat, kabileler arasın­da övünç kaynağı hâline gelmişti. Ukâz panayırında büyük edebî bir mahfilde okunarak alkışlanan bir kısım kasideler zamanımıza kadar gelmiştir (Muallakât-ı Seb‘a).[1] Bunların ne büyük bi­rer belâgat âbidesi olduğu malûmdur. Araplar arasında fesâhat ve belâgatin bu derece terakkî etmesi, bir misli daha görülmemiş olan edebî bir mucizenin zuhûruna bir mukaddime demekti.[2]

KUR’AN DİLİ NEDEN ARAPÇA?

Yani Cenâb-ı Hak, âdetâ bu dili son kitâbı için hazırlamıştı.

Prof. Dr. A‘zami şöyle der:

“Dindar bir müslümana göre, kitabını koruyacağını defaatle bildiren Allah Teâlâ’nın nihâî vahiylerini insanlara ulaştırmak için bozulmaya müsait bir dil veya yazıyı asla tercih etmeyeceği tartışma götürmez bir husustur. Arapça, edebî kapasitesi, ifade gücü, şiirselliği, ortografisi ve paleoğrafisinde[3] yeterince gelişmişti. Allah Teâlâ diğer diller arasında onu seçmek sûretiyle insanlığa büyük bir lütufta bulundu.” (A‘zami, Kur’an Tarihi, s. )

On farklı dili bilip kullanan Prof. Dr. M. Hamidullah şöyle der:

“Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm, Arap dilinde yazılmış ilk kitaptır. Bu dil, dikkati çekecek şekilde asırlar boyu istikrarlı ve sağlam bir hâlde kalmıştır. On dört asırdan fazla bir zamandan beri, kelime haznesi, imlâ tarzı, telaffuz şekli ve hatta gramer yapısı, gerçekte hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Allah’ın bir hikmeti ve takdiri olarak bu durum, modern olsun eski olsun bütün dünyada gelmiş geçmiş hiçbir dilde görülmeyen bir durumdur. Böylece diyebiliriz ki bu gibi mühim husûsiyetlere sahip Arapça’dan başka hangi dil, kıyamete kadar değişmeden devam edecek ilâhî vahiylerin muhafaza edilip ileriki nesillere aktarılmasına daha elverişli ve daha uygundur?! O hâlde, bu dilin sadelik ve açıklığını ortadan kaldırmaya yönelik bütün menfî gayret ve teşebbüslere karşı direniş göstermeleri dolayısıyla, Arapça konuşan milletleri tebrik etmemiz gerekir. Mevcut lehçe ve ağız farklılıklarına ve bu dilin konuşulduğu ülkelerin birbirinden farklı durumlarına rağmen Arapça’nın yazı dili değişmeden günümüze kadar aynen muhafaza edilmiştir. Hz. Muhammed r’in konuştuğu Arapça, günümüz radyo ve televizyonlarında konuşulan yahut modern gazete ve dergilerde kullanılan Arapça’nın aynısıdır.” (Prof. Dr. M. Hamidullah, Kur’ân-ı Kerîm Tarihi, s. )

KUR’AN’IN ARAPÇA İNDİRİLMESİNİN SEBEBİ

Hakikaten diller arasında bir mukayese yapıldığında Arapça’nın, âhenk, kelime yapısı, fiil çekimleri ve telâffuz kâideleri gibi pek çok husûsiyetiyle diğer dillerden üstün olduğu görülecektir. Arapça, en ufak bir teferruatı bile zâyî etmeksizin veciz ve özlü ifadelere imkân veren bir lisandır. Lügat sahasındaki zenginliği sayesinde bu lisan, her çeşit fikri, takdire şâyan bir hassâsiyet ve zerâfetle ifade edebilmektedir. On beş asırdır kâidelerinde değişikliğin olmaması, Arapça’nın, daha o zaman istikrar kazanmış ve tekâmülünü tamamlamış bir lisan olduğunu gösterir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm Arapça’yı; pek açık bildiren, mânâları kolayca ifade eden, kolayca anlaşılan, gayet beliğ, tesirli ve en kuvvetli bir ifade aracı olarak tavsîf etmektedir.[4]

Kur’ân’ın Arapça olarak indirilmesinin bir sebebi de Allah’ın İslâm’ı Arap yarımadasına indirmeyi murâd etmesi olabilir. Bizans, İran, Yunan, Hint gibi medeniyetler fâsit bir dâire hâline gelen felsefî münâkaşa ve hurâfeler içinde boğulurken, Araplar bütün bu menfîliklerden uzak, askerî taarruzlardan, kültür ve medeniyet istîlâlarından korunmuş bir mıntıkada yaşıyorlardı. Hiçbir zaman esâret zilletini tatmamışlardı. Arapların tabiat ve mizaçları, şekillenmemiş hammadde gibi idi. Fıtratlarındaki temizliği tamâmiyle kaybetmemişlerdi. Ayrıca iffet, sözünde durma, cömertlik, vefâ, sadâkat, sabır ve mertlik gibi güzel hasletleri vardı.

Kur’ân’ın, felsefî fikir cereyanlarından uzak olan ümmî bir topluma ve ümmî bir peygambere indirilmesi, onun ilâhî kaynaklı olduğunu ispatlamada mühim bir rol üstlenmiştir.

Diğer taraftan Arap yarımadası; Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının birleştiği bir noktada ve çeşitli devletlerin tam ortasında merkezî bir konuma sahip olduğundan, İslâm’ın yayılmasında coğrafî bir üstünlüğe de sahipti.[5]

İnsanlık târihiyle yaşıt dînî bir merkez olan Kâbe’nin burada bulunması da en mühim sebeplerdendir.

Bu şekilde pek çok hikmet ve sebep sıralanabilir. Ancak en mühim sebep, Allah’ın son kitabını Arapça olarak indirmeyi murâd etmiş bulunmasıdır.

Dipnotlar:

[1] Kur’ân-ı Kerîm nâzil olmaya başlayınca bu meşhur şairler Kur’ân’ın edebî yönüne hayran kalmışlardır. Bunlardan İmriü’l-Kays’ın Kâbe duvarında ilk sırada duran şiiri, yine şâir olan kızkardeşi tarafından indirilmiştir. (Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, I, 83) Yine bu meşhur şâirlerden Lebîd bin Rebîa, “Allah’a hamdolsun ki gelip çatmadan ecelim, İslâm’ın o nurlu elbisesini ben de giydim” diyerek müslüman olmuş ve bu beyt onun son şiiri olmuştur. (İbn-i Abdi’l-Berr, el-İstîâb, III, ) Hz. Ömer birgün Lebîd’e: “–Ey Ebû Akîl! Şiirlerinden bana bir şeyler okusana!” dediğinde: “–Allah Teâlâ bana Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini öğrettikten sonra ben asla şiir söylemem! Allah beni bu Kur’ân’la değiştirdi!” cevabını vermiştir. (İbn-i Sa’d, VI, 33; İbn-i Esîr, Üsdü’l-ğâbe, IV, ) Kureyşin en beliğ şair ve hatiblerinden Velîd bin Muğîre, Nahl sûresinin âyetini işittiğinde; “Vallahi, az önce Muhammed’den öyle bir kelâm dinledim ki insan sözü desem değil, cin sözü desem değil! Öyle bir halâveti (tatlılığı), öyle bir talâveti (güzelliği) var ki sormayın! Öyle bir kelâm ki üstü meyveli, altı verimli ve bereketli! O muhakkak üstün gelir, ona üstün gelinemez” demekten kendini alamamıştır. (Hâkim, II, /) [2] Ömer Nasûhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, I, [3]Ortografi: İmlâ usûlü; Paleografi: Harflerin şekli ya da noktaların kullanımı gibi yönleriyle bir dilin yazısını incelemek. [4] Nahl, ; Şuarâ, ; M. Hamdi Yazır, Hak Dîni, (Yûsuf, 1). [5] Bkz. Şûrâ, 7; Dr. Sa‘d el-Marsafî, el-Kâbe merkezü’l-âlem, Beyrut ; Muhammed İlyas Abdülganî, Târîhu Mekkete’l-Mükerrameti Kadîmen ve Hadîsen, el-Medînetü’l-Münevvere , s.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

Kur’an’ın Mucizevi Yönleri

PAYLAŞ:                

Kuran sadece Araplara mı indirildi

LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi

BİR okuyucumuz, Şûra Suresi 7. Ayet’e atıfta bulunarak şu soruyu soruyor:

"Kuran-ı Kerim’in, Hazreti Peygamber’e Mekke ve çevresindeki insanları uyarmak için Arapça indirildiğini söylüyor ve şunu da ilave ediyorlar: ’Kuran-ı Kerim yalnızca Mekke ve çevresindekiler için Arapça olarak indirilmiştir.’ Sonra nasıl oluyor da Kuran-ı Kerim’in hangi ayetleri bunun bütün dünyaya yayılmasını emrediyor ve bu din bütün dünyaya yayılıyor?"

Şûra Suresi’nin 7. Ayet’inde Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kuran vahyettik."

Ayette geçen "çevresinde bulunanlar" tabirinden sadece Arapların kastedildiğini yorumlayanlar olduğu gibi, müfessirlerin büyük bir kısmı da İslam tebliğinin evrenselliğine dikkat çekerek burada bütün insanlığın söz konusu edildiğini savunmuşlardır.

* * *

Bilindiği gibi, en son din olan İslam aynı zamanda tüm insanlığın dinidir. İslam dininden başka bu nitelikte olan başka bir din gösterilemez. Mesela, Tevrat’ta Yahudiliğin evrensel olduğuna dair bir kayıt, bir işaret yoktur. Aksine, Allah’ın has kulları olan İsrailoğullarına mahsus bir din olduğu söylenmektedir. İncillerde de Hz. İsa’nın İsrailoğullarına gönderilmiş olduğu ifade edilmektedir. İslamiyet’e gelince; onu tebliğ eden Hz. Peygamber bir kavme, bir millete değil, tüm insanlığa gönderilmiştir. Böylece milli ve mahalli peygamberler dönemi kapanmış, yerine Kuran’ın alemşümul mesajlarını ileten bir peygamber gönderilmiştir. Bu hakikat bizzat Kuran’da ifade edilmiştir.

Allah şöyle buyurur:

"Ey Muhammed, biz seni ancak álemlere rahmet olarak gönderdik."

Diğer bir ayette:

"Ey Muhammed, de ki: Ey insanlar, doğrusu ben Allah’ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim." (A’raf )

Sebe Suresi Ayet 28’de:

"Ey Muhammed, biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Fakat insanların çoğu bilmezler" buyurulmaktadır. Kuran-ı Kerim’in birçok yerinde bu mealde ayetler mevcuttur.

Aynı zamanda Hazreti Peygamber’in İslam’ı yayma ve genişletme faaliyetlerini evrensel nitelikli bu mesajlar doğrultusunda gerçekleştirdiği görülmektedir. Nitekim, Miladi 7. asrın başında Kızıldeniz’in doğu kıyısında doğar doğmaz muzafferani hareketlerle kuzeye, güneye, doğuya ve batıya çok kısa bir zamanda yayılmış ve o zaman bilinen dünyanın yarısına hákim olmuştur.

Abdullah Dıraz’ın da dediği gibi, tarihte benzeri olmayan bu hadise tarihçilerin merakını celbetmeye devam ettiği gibi, insanlığın alakasını durmadan çekmesini bilmiştir. Birtakım tarihçiler, İslam’ı Büyük İskender’in zaferleriyle mukayese ederek ona İlkçağ’da bir örnek bulmak için boş yere gayret sarf etmişlerdir. İskender’in fetihlerinin hızlı bir yayılma olduğu muhakkaktır. Ne var ki o, ne kafalarda ne de halkın örf ve ádetlerinde herhangi bir değişiklik meydana getirmemiş; İslam’ın gelişiyle de arkasında ufak bir iz bırakmadan tarihe karışmıştır. İslami yayılma, nüfuz ettiği gönülleri devamlı bir şekilde etkilemekle kalmamış, aynı zamanda ilk safiyeti ve sadeliği içinde tezahürüne imkán verdiği her yerde yayılmaya devam etmiştir.

* * *

Hz. Peygamber’in Araplar arasından seçilmesinin doğal bir sonucu olarak tabiatıyla önce onlar ıslah ve irşat edilecek, sonra da onların aracılık ve örnek kişiliğinde diğer kavimler İslam iman ve ahlakına gireceklerdi. Kuran yalnız Arapların kutsal kitabı olmadığından Arapça bilmeyenlerin de onu anlayabilmeleri ve böylece İslam’ı asıl kaynağından öğrenme imkánı elde etmeleri için yüce kitabımızın başka dillere çevrilmesi zorunlu olmuştur. Günümüzde dilimize çevrilmiş birçok mealler vardır. Bunları okuyup anlayarak O’nun ışığından yararlanmak her Müslüman’ın görevidir.

Anadilleri ne olursa olsun, insanların Kuran’ın mesajını kavramakta güçlük çekmeyeceklerini bize Kuran söylemektedir. Nitekim Cenab-ı Allah, "Okuyup anlayasınız diye size bu kitabı indirdik" buyuruyor.

SORALIM ÖĞRENELİM

Yemek duası var mıdır?

Ali KIR/İPSALA

Peygamberimiz, yemeğe başlarken besmele ile başlar, yedikten sonra "Elhamdülillah" derdi. Ebu Hureyre’den gelen rivayete göre zikrin en faziletlisi "Lailaheillallah", duanın en faziletlisi "Elhamdülillah"tır. Peygamberimizin, daha değişik ve uzun olarak yaptığı birçok duaları da olmuştur. Duanın tek bir formülü yoktur, herkes gönlünden geldiği gibi uzun veya kısa ifadelerle duasını yapabilir.

Namaz borcu olanların sünnetler yerine kaza kılmaları gerektiği söyleniyor. Ne dersiniz?

Sevim SARI

Namaz borcu olanların farz namazlarla birlikte kılınan sünnetleri, teravih namazı gibi kılmaları gerekir. Hz. Peygamber’in kılınması hususunda emir ve tavsiyeleri bulunan namazları terk edip bunların yerlerine kaza kılmaları kılmak uygun değildir. Hem bu sünnetler kılınmalı, hem de vakit buldukça geçmiş namazlar kaza edilmelidir. "Kazası olan sünnet kılamaz" şeklinde ifade edilen görüş Şafii mezhebine mensup bazı bilginlerin görüşüdür. Esasen Şafii mezhebinin muteber olan görüşü, sünnetlerin kılınmasından yanadır.

Çocukların ismini mutlaka Kuran’dan koymak şart mı? "Satilla", "Suğra" ne anlama gelir?

Nur AKAY

Çocuklarımıza güzel isimler vermeliyiz. Bu, çocukların ebeveyni üzerindeki hakkıdır. İsimleri Kuran’dan seçmek gibi bir zorunluluk yoktur. Önemli olan ismin insan zihninde iyi bir çağrışım yapmasıdır. İsimlerin ille de bir anlam ifade etmeleri gerekmez. Hiçbir anlam ifade etmeyen, ancak kulağa hoş gelen adlar da konulabilir. Ad ile adlandırılan arasında bir uygunluk olmasına ve toplumca yadırganmayacak güzel bir isim olmasına dikkat edilmelidir.

Vitir namazını kılarken kunut duasını unuttum. Namazım oldu mu?

Mümtaz DEMİR

Üçüncü rekátta kunut duasını unutan, rükûda ve rükûdan başını kaldırdıktan sonra hatırlarsa artık kunut duasını okumaz, namazın sonunda yanılma secdesi yapar.

LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi

Yazarın Tüm Yazıları

KURANI KERİM NEDEN ARAPÇA OLARAK İNMESİNİN SEBEBİ

Yüce Allah, insanların arasından seçerek gönderdiği elçilerin halkın anlaması için onların konuştuğu dille göndermiştir. Bunu kendilerine açıklaması için

Biz her peygamberi ancak halkının dili ile gönderdik.

BİZ her peygamberi yalnızca kendi kavminin diliyle gönderdik ki mesajı onlara açık ve net olarak iletsin. Bundan sonradır ki Allah isteyenin sapmasını dileyecek isteyeni ise doğru yola yöneltecektir. Zira her işinde mükemmel olan hükmünde tam isabet kaydeden o’dur. ( İbrahim/ 4.)

ARAPÇA DİLİ VE ARAPLAR HAKKINDAKİ GÖRÜŞ

Bu ayette açıkça belirtmiştir. Onun için her Peygamber hem kendi halkının içinden seçilmekte, hem de onların dilini konuşmaktadır. Böylece karşılıklı tanıma, anlaşma ve iletişim olur.

Arapların ve Arapçanın üstünlüğü ve kutsallığı yolundaki iddiaya Kuran akıl ve insanlık dışı der. Kuran herhangi bir ırkın üstünlüğünü ileri sürmeye asla izin vermez. Söz konusu ırktan bir peygamber gelmiş olması da bu ölçüyü değiştirmenin gerekçesi sayılmaz ve yapılamaz.

Kuran’ın beyanlarına göre içinde peygamber gelmemiş hiç bir ırk yoktur. Kuran’ın ölçüleri peygamberlerin, şu veya bir ırka mal etmeye olanak tanımaz. Çünkü peygamberler bütün insan’lık adına rehber olmak için gelmiştir.

Peygamberlik kazanılarak elde edinilen bir kurum değildir. Peygamberlik Allah’ın verdiği bir imkândır. Ve bir unvandır. Arapları sevmeyi bir din emri haline getirmek Kuran’dan bir emir değildir.

Arapları sevmeyi,  hadis diye uydurulmuş, işte şu meşhur hadis gibi insan’lara yutturulmuş.

Ümmetimden ilk şefaat edeceklerim, beni görüp bana iman ederek beni destekleyen Araplardır. Onların ardından Araplara beni görmeden bana iman edip beni görmek arzusu taşıyanlara şefaat edeceğim.

Biz Kuran’ı Allah’a karşı gelmekten sakınanları müjdelemen ve inat eden milleti uyarman için senin dilinden indirerek kolaylaştırdık.( Meryem/97.

Biz öğüt alırlar diye, Kuran’ı senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık(Duhan/



And olsun ki Onu elbette bir insan öğretiyor dediklerini biliyoruz. Kastettikleri kimsenin dili yabancıdır, Kuran ise fasih ( açık) Arapçadır. ( Nahl/

Biz düşünüp anlayasınız anlamanız için onu Arapça bir Kuran kitap yaptık. O katımızda bulunan ana kitaptır. Şanı yücedir. Hikmetle doludur.(42/Şura/ )

Apaçık Arapça bir dille onun zikri yahut manası evvelkilerin kitaplarında vardır. (Şura/5.)

Biz onu Arapça bir Kitap Kuran olarak indirdik ki anlayasınız. (Yunus/2.)

İşte biz sana hem şehirlerin anasını ve onun çevresinde kilerini uyarman hem de kendisinde asla kuşku bulunmayan Toplama günü ne karşı insanlığı ikaz etmen için Arapça bir Kuran vahdettik. Sonuçta bir kısmı cennete girecek bir kısmı da ateşe. ( Şura/7.)

Eğer biz bu vahyi yabancı dille okunan bir kitap kılsaydık, kesinlikle neden onun ayetleri açık ve anlaşılır değil ne yani bir Arap’a dili yabancı bir hitap mı derlerdi de ki bu vahyi iman edenler için bir yol gösterici ve bir şifa kaynağıdır. İman etmeyenlere gelince onların kulaklarında bir çeşit kurşun vardır, dahası o vahyin ışığından dolayı bir tür körlük arız Olmuştur. Şimdi onlar çok uzak bir yerden seslenilen kişi gibidirler. ( Fussulet/

Bunlar Hz. Muhammed’in halkın dili ile konuştuğunu ve diğer insanlar gibi bir insan olduğunu gösterir. Halkın konuştuğu dilden başka bir dil konuşup onlara hitap etseydi, onlardan farklı olurdu ve halk kendine yabancı olarak bakar, kendisiyle anlaşmada sıkıntılar yaşardı. Hz. Peygamberin anadili Arapçadan başka bir dil bilmediği de gerçektir.

Halktan biri olarak Hz. Peygamber’e vahyin mesajını halkının diliyle indirilmiş olması, o vahyin mesajın ulusal milli olup başka halklara hitap etmediği ve onları ilgilendirmediği anlamına gelmez. Aynı şekilde bir dili konuşan Peygamber’in peygamberliğinin yalnız kendi halkı ile sınırlı olduğu ve başkalarına hidayet rehberi olmadığı anlamına da gelmez.

Yukarıdaki ayetlerde belirtildiği gibi Allah, Hz. Muhammet’in bütün insanlara peygamber olarak gönderdiğini bildirmiştir. Hz. Muhammet’in dili Arapça olduğuna ve Kuran’ın Arapça indirildiğine bakarak İslam risaletinin başka milletleri kapsamadığı anlamına da gelmemelidir.

Çünkü Kuran’ın kendisi Arapça da olsa her dile çevirisi yapılabilmekte ve okunarak anlaşılabilmekte, Aynı zamanda öğrenmek isteyen her milleten bireyleri Arapçayı öğrenmek Kuran’ı kendi dilinden okumakta anlamakta ve anlatılmaktadır. Arapça olmayan milletler de Kuran’ı kendi dillerine tercüme ederek anlayacaklardır. Kuran’ın her dilde yapılan çevirileri, Kuran’ın kendisi değil, sadece çevirisidir.


reklam banner' width=.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası