isar nedir din kültürü / Kafir nedir? Kafir ne demek TDK? Kafir sözlük anlamı

Isar Nedir Din Kültürü

isar nedir din kültürü

Isar ne demek örnek?

İçindekiler:

  1. Isar ne demek örnek?
  2. Isar ne anlama gelir?
  3. Isar ne demek TDK?
  4. Isar ne demek Arapça?
  5. Islam dininde ihsan ne demek?
  6. Isar dini anlamda ne demek?
  7. Hüsn ü zan ne demektir?
  8. Din Kültürü diğergamlık ne demek?
  9. İhsan nedir 9 sınıf?
  10. İhsan sahibi insan ne yapar?
  11. Ahad haber ne demek?
  12. Mütevatir ne demek din kültürü?
  13. Suizan etmek günah mı?
  14. Suizan etmek ne demek?
  15. Gerçek diğergamlık ne demek?
  16. Diyargam ne demek?
  17. Din Kültürü ihsan ne demek?
  18. Ihlas ne demek din kültürü 9 sınıf?

Isar ne demek örnek?

Îsâr, insanın muhtaç olduğu bir dilim ekmeği, bir yudum suyu başkalarına vermesi, onları kendisine tercih etmesidir. Îsârbir fedakârlıktır, bir cömertliktir, hatta cömertliğin zirve noktasıdır.

Isar ne anlama gelir?

Sözlükte "bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tutma, tercih etme" mânasına gelen îsârahlâk terimi olarak "bir kimsenin, kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile sahip olduğu imkânları başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakârlıkta bulunması" demektir.

Isar ne demek TDK?

1. İkram etme, ağırlama. 2. Esirgemeden, kendinden çok başkalarının menfaatini düşünerek fedâkârlıkla verme: Biz teni cânı onun yolunda îsâretmişiz (Eşrefoğlu Rûmî).

Isar ne demek Arapça?

isar/ îsârKendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek, cömertlik, ikrâm. İhtiyar etmek. Yumuşatmak.

Islam dininde ihsan ne demek?

İhsangerek Kur'an gerekse hadislerde geçen bir İslam diniterimidir. İhsanbir davranışı en güzel biçimde yapmak demektir. İslam genel olarak inanan kişinin ihsanla kulluk etmesini istemiş, ayrıca Kur'an'da ebeveynleri ile ilişkilerde de ihsanile davranılması gerektiğini belirtmiştir.

Isar dini anlamda ne demek?

İsarkelimesi cömertlik olarak bilinmelidir. Fakat cömertlikten bir farklı vardır. İsarkelimesi kendisi pek çok şeye muhtaç olduğu halde elindekini paylaşmak anlamındadır. Yani cömertlikte çok üst seviyede olmaktır.

Hüsn ü zan ne demektir?

(ﺣﺴﻦ ﻇﻦّ) i. (Ar. ḥusn “güzellik” ve ẓann ile ḥusn-i ẓann) Bir kimse hakkında iyi ve güzel kanâat besleme, iyi fikir besleme. Karşıtı: SÛİZAN: Biz dâima hüsnüzanla mükellefiz.

Din Kültürü diğergamlık ne demek?

Diğerkâmlık, “başkalarının yararını da kendi yararı kadar gözetme” ya da “diğer insanlara maddi veya manevi kişisel çıkar gözetmeksizin yararlı olmaya çalışma ve 'bencillik karşıtı hareketler'de bulunma” olarak tanımlanır.

İhsan nedir 9 sınıf?

İhsanbir davranışı en güzel biçimde yapmak demektir. İslam genel olarak inanan kişinin ihsanla kulluk etmesini istemiş, ayrıca Kur'an'da ebeveynleri ile ilişkilerde de ihsanile davranılması gerektiğini belirtmiştir. İhsanterimi ünlü Cibril hadisi'nde de geçer.

İhsan sahibi insan ne yapar?

İhsan; iyilik, lütuf, bağışlamak, güzel düşünüp güzel davranmak, Allah ile her an beraber olma şuuru ile yaşamaktır. Muhsin ise, ihsaneden, iyilik eden, güzel düşünüp güzel davranan demektir. İhsan sahibiolan kimse imanın tadına varmış ve Peygamberimizin “Müslüman” tarifi ile örtüşmüş olan kimsedir.

Ahad haber ne demek?

Vâhid kelimesinin çoğulu olan âhâdla beraber bulunduğunda ise (haberü'l-âhâd, ahbârü'l-âhâd) "birden fazla kişinin rivayet ettiği haber" anlamına gelir. Hadis ilminde, haber-i vâhid için bu genel tarifin dışında özel olarak sahih ve hasen haberin tarifine denk tanım da yapılmaktadır.

Mütevatir ne demek din kültürü?

Mütevatirsözcüğünün birincil anlamı geniş kitlelerce kesinliği bulunmayan bir haberi başka kalabalık kitlelere aktarılmasıdır. Mütevatirsözcüğünün ikinci anlamı ise İslam literatürü ile ilgilidir. Bu alanda mütevatir; konusunun doğruluğu bilgisini bizzat kendisi veren haber anlamında kelam ve fıkıh usulü terimidir.

Suizan etmek günah mı?

Müminleri haram işleyici, yani fâsık zannetmek, suizanolur. Suizanharamdır. Haram işlediğini öğrenerek, bilerek onu sevmemek, suizanolmaz. Buğd-i fillah olur, sevap olur.

Suizan etmek ne demek?

Suizan etmek, karşıdaki yapılan işin kötü olduğunu zannetmek demektir. Allah ü Teâlâ buyuruyor ki : “Gerçeğin ne olduğunu bilmeden suizanetmeyiniz. Kalbiniz o tarafa kayıyorsa bir yolunu bulunuz.”Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere dinimizde suizanetmenin yeri yoktur.

Gerçek diğergamlık ne demek?

Diğerkâmlık, “başkalarının yararını da kendi yararı kadar gözetme” ya da “diğer insanlara maddi veya manevi kişisel çıkar gözetmeksizin yararlı olmaya çalışma ve 'bencillik karşıtı hareketler'de bulunma” olarak tanımlanır.

Diyargam ne demek?

Diyagram, herhangi bir olayın gelişim ve değişimini gösteren grafik.

Din Kültürü ihsan ne demek?

İhsangerek Kur'an gerekse hadislerde geçen bir İslam dini terimidir. İhsanbir davranışı en güzel biçimde yapmak demektir. İslam genel olarak inanan kişinin ihsanla kulluk etmesini istemiş, ayrıca Kur'an'da ebeveynleri ile ilişkilerde de ihsanile davranılması gerektiğini belirtmiştir.

Ihlas ne demek din kültürü 9 sınıf?

TDK'ya göre ihlaskelimesinin anlamı temiz sevgi ve yürekten bağlılık demektir. Kelimenin dini anlamı ise Allah'a tam anlamıyla bağlı olarak ibadetleri yerine getirmek, şirkten uzak bir şekilde Allah'a teslim olmak anlamındadır. İhlas, kulun Cenabı Hakkın yasakladığı her şeye nefsini kapatmasıdır.

1 Fedakârlığın Zirvesi: Îsâr Ahlâkı Ömer Özdemir AHLAK ÜNİTE AHLAK AHLAK / Fedakârlığın Zirvesi: Îsâr Ahlâkı ADAB-I MUAŞERET / Şükür ve Nankörlük Kadirşinas Her Eylem Ne Güzeldir Muhterem GÜNCEL / Kul Hakkı: Nereden Nereye YERLİ KANDİLLER / Cemil Meriç ile Hasbihal PEYGAMBER KISSALARI / Hz. İsmail (as) İnsanı, gerçek anlamda insan olmanın zirvesine ulaştıran ahlakî değerler vardır. Bunların başında îsâr ahlâkı gelmektedir. Peki, günümüzde unutulmaya yüz tutan îsâr ne anlama gelmektedir? Sözlükte tercih etmek anlamına gelen îsâr, ahlâkî bir terim olarak, bir kimsenin kendisi ihtiyaç içinde olsa bile sahip olduğu bir hakkı veya bir imkânı fedakârlık yaparak başka bir din kardeşine gönül huzuru ile vermesidir. Kısaca îsâr; şefkatin, merhametin, fedakârlığın ve cömertliğin doruk noktasıdır. Îsâr, Sizden biriniz kendiniz için istediğini (mü min) kardeşi için de istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olmaz (Buhârî, İman, 7) hadisinde buyrulan, kendisi için istediğini müslüman kardeşi için de isteyen, diğerkâm mü minlerin ahlakıdır. Îsâr, yalnızca maddi imkânlarda başkalarını kendi nefsine tercih etmek değil, aynı zamanda herhangi bir mevki ve makam durumunda da bencilik ve hırs göstermeden müslüman kardeşini önceleyebilmektir. Yani müslüman bir kardeşimizi iyilikte, hayırda, mevkide, makamda kendimize tercih edebilmektir. Ben siftah ettim, lütfen diğer komşumdan alış-veriş yapın ya da Elhamdülillah benim ihtiyacım yok, lütfen şu kardeşime verin diyen anlayışın tezahürüdür. Îsârın, en güzel örneklerini, her şeylerini sırf Allah rızası için geride bırakıp Mekke den Medine ye hicret eden Muhacirler ile bütün varlıklarını bu kardeşleriyle seve seve paylaşan Medineli Ensar arasında görürüz. Îsâr ahlakını ashabına gösteren, öğreten elbette sevgili peygamberimizdir. Bunun örneklerinden biri şöyle yaşanmıştır:

2 Şükür ve Nankörlük Kadirşinas Her Eylem Ne Güzeldir Muhterem Ayşenur Şenol Yapılan bir iyiliği, güzelliği kabul ettiğimizde; iyiliği ve güzelliği ve bunların değerini fark edip bunları verene güzel bir şekilde karşılık vermek, bize sunulan güzellikler karşısında duyduğumuz takdir etme, memnuniyet, minnettarlık durumları şükran ve kadirşinaslık ta birleşir ve gönüllerimizi birleştirir. ÂDÂB-I MUÂŞERET Bir gün Peygamberimizin huzuruna bir adam geldi ve aç olduğunu söyleyerek ondan yardım istedi. Peygamberimiz, belki evde yiyecek bir şeyler vardır düşüncesiyle hanımlarından birine haber gönderdi. Hanımı: Seni Hak ile gönderen Allah a yemin ederim ki, yanımda sudan başka bir şey yoktur dedi. Sonra diğer hanımlarına haber gönderdi. Onlar da aynı şeyi söylediler. Bunun üzerine Rahmet Elçisi: Bu adamı bu gece kim misafir ederse, Allah ona merhamet etsin buyurdu. Bunun üzerine Ensar dan Ebu Talha isimli bir sahabi ayağa kalkıp, Ben misafir ederim ey Allah ın Rasulü! dedi ve adamı evine götürdü. Evde sadece çocuklarına yetecek kadar yiyecek olduğunu öğrenen Ebu Talha, misafirini ağırlamak için hanımına, çocukları uyutup evde ne varsa misafire getirmesine söyledi. Hanımı da çocukları uyutup evde bulunan az miktardaki yemeği hazırlayıp sofraya koydu. Ev sahipleri misafir ile beraber sofraya oturduktan sonra, evin hanımı düzeltir gibi yaparak yanmakta olan kandili söndürdü. Ev sahipleri karanlıkta yemek yiyorlarmış gibi davrandılar, böylelikle o az miktardaki yemeği misafir yedi ve tok olarak sofradan kalktı. Ev sahipleri de misafirlerini ağırlayabilmek hassasiyetiyle geceyi çocukları ile birlikte aç olarak geçirdiler Ertesi gün Sevgili Peygamberimiz, isâr ahlakı sergileyen Ebu Talha ya: Bu gece misafire yapmış olduğunuz davranıştan Allah razı oldu buyurarak, haklarında Haşr sûresinin 9. Ayetinin indiğini bildirdi: Onlardan (Muhacirlerden) önce o yurda (Medine ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar (Ensarlar), hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Medineli Müslümanlar, nasıl ki mallarını, mülklerini, evlerini, her şeylerini; Muhacir kardeşleri ile paylaştı ise bugün de bizler en yakın çevremizdeki ihtiyaç sahiplerinden başlayarak özellikle, yerlerinden yurtlarından edilen, zulüm, işkence ve ölümden kaçıp ülkemize sığınan mülteci kardeşlerimize kol kanat germeliyiz. Asırlardır fakire, ezilmişe, kimsesize, mağdur ve mazlum insanlara sığınak olmuş, onlara Ensar ın, Muhacirlere göstermiş olduğu kardeşliği, paylaşmayı, dayanışmayı ve fedakârlığı yapmış necip bir milletin torunları olarak can-ü gönülden aynı fedakârlığı yapmamız gerekmektedir. Şükran duygusunu ifade etmek, teşekkür olarak karşımıza çıkar, duygumuzun dışavurumudur yani. Pahalı bir hediyeyle olabileceği gibi, birkaç kelime, birkaç minik kas hareketi ile de mümkündür teşekkür; gülümsemeyi diyorum, hani şu içimizi ısıtan, kimi zaman yorgunluklarımızı dahi alıp götüren, sadaka hükmünde olan. Kadirşinaslık; kadir, kıymet, iyilik bilmek demektir. Bu kelimenin tam karşısında da zıttı olarak buz gibi bir edayla nankörlük durmaktadır. Şükür ve şükran psikolojisi üzerinde yapılan araştırmalar, hayatın bir nimet olduğunu görüp buna göre bir yaşam tarzı seçenlerin, kendilerini hayatın kurbanı olarak değil, hayatı kendisine sunulmuş bir armağan olarak benimsediklerini ortaya koymaktadır. Bu araştırmalar göstermiştir ki, hayata iyimser bakabilmenin, umutla, inançla sarılabilmenin ön şartı iyinin ve iyiliğin değer görmesidir. Bunu sağlayacak ve aynı zamanda insanı mutlu edecek olan da kadirşinaslık, şükür, vefa ve minnettarlık duygularıdır. Bireylerin şükran duyma eğilimlerini kişisel ve sosyal iyi oluş için değerli bir özellik kabul edenler olduğu gibi, olumsuz, istenmeyen bir özellik olarak değerlendirenler de olmuş ve bunlar şükran duymanın gereksiz yere diğer insanlara borçlu hissetmeye neden olduğunu ileri sürmüşlerdir. Böyle düşünceler insanı bir takım sapmalara götürmektedir elbette. Mesela bunlardan biri narsizmdir. Narsist insanlar kendilerine yapılan iyilikleri zaten hak ettiklerini, hatta her şeyin en iyisine layık olduklarını, diğerlerinden üstün olduklarını düşündükleri için onların dünyasında yapılanlara minnet duymak yoktur. Hatta onlara göre önemli olan yapılanlardan kendilerinin memnun olup olmadıkları, yapılanların kendilerine layık olup olmadığıdır. İyi de bu bizim kibir dediğimiz şey değil mi? Evet, aynen. Kibirli kimseler nimetlere, lütuflara kördür. Yani, nankördür. Araştırmalarda kıskançlık, kin duyma, maddiyata çok fazla önem verme ve mükemmeliyetçilik gibi özelliklerin de şükran duymayı engellediği belirtilmiştir. Bu duygular bize yapılana karşı bir teşekkürü çok gördürür: Zaten yapması gerekiyordu, hem güzel bile yapamamış, ne teşekkürü? Ben olsam böyle yapmazdım, bir işi de düzgün becersin, şimdi bir de teşekkür bekliyordur Allah bilir.

3 GÜNCEL için belirli bir kaynağa şükran hissedemiyorsak yaşadığımız olsa olsa sadece memnuniyet olur. Kuru ve içi boş bir memnuniyet Japonca da bir kavram var: Sumanai. Japon kültüründe iyilik yapan kişiye şükran duymak, teşekkür etmek ama bu arada kendini kötü hissetmek anlamına geliyormuş. Böylesi bir duygu, sosyal açıdan olumlu görünse de bireyin psikolojisini olumsuz etkiler. Bizdeki minnet altında kalma gibi. Minnet altında kalır da sürekli borçlu hissedersiniz ya, bu da öyle bir şey işte. Kul Hakkı: Nereden Nereye Asiye Çiner Önceki yaptıklarını ödesin o, böyle iyiliklerle beni kandırabileceğini mi sanıyor; daha gününü göstereceğim ben ona. Benim yaptıklarımın yanında bu ne ki? Teşekkür edersem burnu havaya kalkar, aman hiç gerek yok. Böyle hediye mi alınır, hiç almasın daha iyi. Ve daha neler neler Belki daha önce karşılaştık, kendi içimizde ya da karşımızdakilerin içinde böylesi ifadelere. Bırakalım karşımızdakilerin içlerini yorumlamayı, zira onu kendileri ve Allah bilir. Biz kendimize bakalım. Biz insanız, olabilir, içimizden böyle şeyler geçebilir; önemli olan bunları alt edebilmemiz. Teşekkür etmemize engel bir düşünce, durum mu var; gidip teşekkür ederek şeytanı yenen taraf olabiliriz :) Kıymet bilmek dedik ya, kıstaslarını kendimize göre belirlememeliyiz. Bize güzelliklerle yaklaşanlara nankörlük etmemeliyiz. Unutmamalıyız ki her birey farklı birer dünyanın yansımasıdır. Mesela benim hediye anlayışımla onunki belki çok farklı ama niyeti yetmez mi, beni sevindirmek istemesi zaten güzel değil mi? Allah dahi amelleri niyetlere göre değerlendirirken bizim sonuç odaklı düşünmemiz doğru olur mu hiç? Düşünsenize sevindirmek ümidi ve neşesiyle aldığınız hediyeye, yaptığınız iyiliğe burun kıvrıldığını. Üzücü öyle değil mi? Mükemmeli bir yana bırakıp samimiyete, niyete odaklanmalıyız. Şükran duygusundan bahsedebilmemiz içinse en başta yapmamız gereken, bir iyiliği fark edip kabul etmemiz ve bunun sebebini sadece kendimize değil, dışarıdan bir kaynağa da yükleyebilmemiz gerekir. Olumlu bir durumu başkasına yükleyemiyor ve bunun Şükranda esas olan, kendi çabalarımızla diğer insanların katkılarını bütünleştirebilmektir. Ne karşımızdakilerin değerini ne de kendimizinkini yok saymalıyız. İyilikler karşısında her şeyi hak ettiğimiz düşüncesiyle kibre kapılıp nankörlük etmek ne kadar yanlışsa, hiçbir şey hak etmeyen biri olduğumuz düşüncesiyle kendimizi hakir görüp minnet altında hissetmek de aynı şekilde yanlıştır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da dengeli olmamız gerekir. Bunun için de bize verilen bütün nimetlerin, iyiliklerin, güzelliklerin gerçekte Allah tan olduğunu bilmeli asıl ona şükretmeli, bununla birlikte bunlara vesile olan insanlara da yürekten teşekkür etmeliyiz. Teşekkür etmek, sadece insanlar arası ilişkileri etkilemez, bunun bir de Allah la olan boyutu Peygamber efendimiz bunu şöyle ifade etmiştir: İnsanlara teşekkür etmeyen Allah a şükretmez. (Ebu Davud, Edeb 11; Tirmizî, Birr 35). Allah ın şükreden kulları olmak için de büyük, küçük demeden, harf öğreten öğretmene, kalp dinleyen tabibe, çevreyi temizleyen çöpçüye, gülümseyen bebeğe, gülümseten çiçeğe ve dahi nice varlığa teşekkür etmeliyiz. Allah ın, teşekkür etmede önemle üzerinde durduğu iki çok özel nimetimiz var, anne ve babamız. Onlara herkesten daha çok teşekkür etmeli, herkesten daha iyi davranmalıyız. Bu vesileyle, bir sayfada bizleri buluşturan Allah a hamdolsun, bu fırsatı sağlayanlara ve ilgiyle takip eden siz okurlarımıza şükranlar olsun :) Hakkımı helal etmiyorum! Kendi sınırlarımızı zorlayıp son noktaya geldiğimizde sarf ettiğimiz en ağır cümledir bu. Öte yandan bir müslümanın bu dünya ile vedalaşırken beklediği son arzusudur, Helalleşmek. Bu beklentisini onun adına cenazesini kaldıracak kişi yapar; Ahiret yolculuğuna çıkan bu kardeşinize hakkınızı helal ediyor musunuz? diye sorar tekrar tekrar. O anda yeryüzünün en anlamlı sessizliklerinden birini bölen bir koro, yürekten gelen bir sesle cevap verir: Helal olsun Şayet bu ana tanıklık etmişseniz, o esnada fark edersiniz ki bu dünyada herkes ve her şey fani, sadece yaşadığınız ve yaşattığınız güzellikler, hayırlar, kazandığınız dostluklar baki. Ve hiçbir şey Allah ın yarattığı varlıkları, hele insanı kırmaya değmez Sonra söz verirsiniz kendi kendinize; İncitmek yok, incinmek yok. Bir müslümanın yaratılmışlarla ilişkilerinde en hassas olduğu konulardan biri budur: Kul hakkı Kültürümüzde kul hakkı denince akla temel haklardan ziyade detaylar gelir. Çünkü müslümanın duruşu detaylarda gizlidir. O detay dediğimiz şeyler bizim kalitemizi, insanlık ölçümüzü ortaya koyar. Rivayete göre; bir zamanlar İmam Âzam ın, bir evin civarında güneşin sıcağı altında beklediğini gören biri, kendisine: Niçin duvarın gölgesine girmeyip güneşin sıcağı altında duruyorsun? Diye sorunca: Bu evin sahibinden bir miktar alacağım vardır eğer evin gölgesinde gölgelenirsem bir menfaat elde etmek düşüncesi akla gelebilir korkusuyla gölgelenmiyorum çünkü bunun faiz olmasından korkuyorum. cevabını vermiş. Nereden, nereye Acaba modern hayat içerisinde hangi kul haklarını ihlal ediyoruz? Ne kadarına dikkat ediyoruz? Bildiğimiz gibi Allah, kul haklarını doğrudan kendisi affetmiyor.

4 YERLİ KANDİLLERİMİZ Kimin hakkını ihlal etmişsek, bizzat ondan helallik almamız gerek. Maddi bir hak ise bunu ödememiz ve muhatabı razı etmemiz, manevi bir hak ise de yine bizzat o kişiden af dilememiz gerekiyor. İşte size sadece kuralmış gibi algılanan ama aslında kul hakkı ihlali olan birkaç örnek. Trafikte çalınan gereksiz ve abartılı kornalar, ışık ihlalleri, geçiş üstünlüğüne dikkat etmemek, toplu taşıma araçlarında yüksek sesle konuşmak, alkol, ter, sigara vb kötü kokular yaymak, yüksek sesle müzik dinlemek, herhangi bir ortamda sırayı bozmak, randevuya geç kalmak, ister günlük hayatta ister internet ortamında birini aşağılamak, biriyle alay etmek, birine lakap takmak gibi birçok örnek verilebilir. Bu tür ortamlarda kimleri incittiğimizin, kimlerin hakkına girdiğimizin farkında değiliz üstelik. Milyonlarca ihtimalin içinde birileri ile kısa bir süreliğine yollarımız kesişiyor ve ayrılıyoruz, bir daha görüşme, tanışma, özür dileme ve helalleşme şansımız olmadan. Sosyal medya ise klavyesi olan herkesin yazıp çizdiği bir arena. İnsanlar hiç tanımadıkları kişilerin görüntülerini onun rızası olmadan internette şu veya bu amaçla yükleyip yayabiliyor, birileri de bunları eğlenceli bulup kendince yorum yapıyor, alay ediyor. Ya da gerçekliği hakkında hiçbir bilgisi olmadığı konularda klavye başında kişileri yargılıyor, haklarında hükümler veriyor ve bütün bunlarla ağır bir kul hakkına girmiş oluyor. Ayrıca sırf birçoğu yapıyor diye yanlışın normalleştirilmesi gibi bir durumla da karşı karşıyayız. Dedikodunun, hasedin, iftiranın, yalanın ve daha nice haramların magazin malzemesine, hatta yine gıybet yapıyoruz pişkinliğinde espriye dönüştüğünü görüyoruz. İnsanın ağzına yakışmayacak kelimelerin sosyal medya dilinde jargon haline gelmesini, teşhirciliği, özel ve mahrem konuların gözler önünde olmasını normal karşılamaya başladık maalesef Böylece değerlerimiz altüst oluyor. Yanlışlar, kötülükler, günahlar, haramlar ve yasaklar açıkça işlendikçe ve yaygınlaştıkça normal karşılanıyor; olması gereken ve kültür ve medeniyetimizde yaşanmış erdemli tutum ve davranışlar ise efsaneye dönüşüyor. Bir kez hayır ettin ise, binde bir ise az değil diyor ya Yunus Emre. İyilikleri küçümsemeyelim, çoğaltalım. Kötünün panzehiri iyiyi ve iyiliği hakim kılmaktır. İyinin hakim olduğu yerde kimse kötüye ve kötülüğe iltifat etmez. Müslümanlık da, insanlık da hatta medeniyet de detaylarda gizlidir. Cemil Meriç ile Hasbihal Sevgülay Öztürk Sevgili Gençler, bu satırlar sizlerin her birine ayrı ayrı seslenişim, sizinle hasbihalimdir. Ben göçmen bir ailenin çocuğuyum. 12 Aralık da dünyaya gelmişim. Balkan Savaşları yıllarında ailem Hatay Reyhanlı ya göç etmiş. Çocukluğum yalnızlıkla geçti. Babam yargıçtı. Annem silik bir kadındı. Babamın babası müftülük yapmış bir âlim. Ama ben din eğitimi adına ciddi bir eğitim almadım. Dört yaşımdayken dört numara gözlük taktım. Gözlerim ileri derecede miyoptu ta İstanbul Üniversitesi ne girip Fransız Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördüm. Mükemmel düzeyde Fransızca okuyup yazıyordum. İngilizceyi anlıyordum, Arapçayı söküyordum. Elazığ da ( ) ve İstanbul da ( ) Fransızca öğretmenliği yaptım den başlayarak İnsan, Yücel, Gün, Ayın Bibliyografyası dergilerinde yazmaya başladım. İstanbul Üniversitesi nde okutmanlık yaptım. ( ), Sosyoloji Bölümü nde ders verdim. ( ). Hisar dergisinde Fildişi Kuleden başlığıyla sürekli denemeler yazdım te emekli oldum ve yılların birikimini peş peşe kitaplaştırmaya başladım. l te, önce beyin kanaması, ardından felç geçirdim. Bundan sonra 3 yıl daha yaşayıp 13 Haziran de Allah a yürüyeceğimi bilmiyordum. Dört yaşımda okumayı öğrendim. Dostlarım kitaplarımdı. Arkadaşlarım çelik çomak oynarken ben kitapların dünyasında dolaşıyordum. Gece gündüz dur durak demeden okurdum. Düşman bir dünyada dostsuz ve arkadaşsızdım. Sığındığım limanım çok sevdiğim kitaplarımdı. O zamanlar Hatay, Fransızların mandasındaydı. İlkokul, ortaokul ve liseyi Hatay da okudum. Lisede çok iyi hocalarım vardı.

5 Cemil Meriç Çok kitap okuduğum için onlarla bazı konularda tartışmalar dahi yapardım. Çok çalışkan bir talebeydim. Notlarım çok iyiydi. Lise birincisi ve öğretmenlerimin gözbebeği oldum her zaman. Çok okuduğum için yaşıtlarıma göre çok şey biliyordum. Okumanın ikiz kardeşi olan yazma çalışmalarına da başladım o dönem. Hatay da yerel bir gazete olan Yeni Gün gazetesine Fransız mandasının kabul edilmemesi ve Hatay ın kurtuluşu için bu esarete direniş gösterilmesi gerektiğine dair bir yazı yazdım. İşte kızılca kıyamet ondan sonra koptu. Bu yazım Fransız istihbaratının hiç hoşuna gitmedi ve benimle uğraşmaya başladılar. O kadar çok üstüme geldiler ki son sınıfta liseden ayrılmak zorunda kaldım. Diploma alamamıştım. Aldım çantamı İstanbul un yolunu tuttum. İstanbul da bir yıl kaldım ve liseyi bitirdim. Liseyi bitirdim bitirmesine ama İstanbul da daha fazla tutunamadım ve Hatay a geri döndüm Sevgili gençler, bu sırada gözlerim altı numara miyoptu. Bu hal beni çok derinden üzüyordu. Bir süre ilkokul öğretmenliği yaptım. Daha sonra Aktepe Nahiye Müdürlüğüne atandım. Göreve başlayalı kısa bir zaman olmuştu ki bir telefonla görevime son verildi. Tercüme bürosunda çalıştım da polis baskınına uğradım. Evimi aradılar. Her yer tarumar. Üç yüz tane kitabıma el konuldu. Cehaletin karanlığından değil de kitaplardan korkan bir zihniyetti bütün bunları yapan. Tutuklandım, hapse atıldım. İki ay hapis yattım. Suçum komünizmin propagandasını yapmaktı. Hakkımda bu suçtan idam kararı verdiler. Sonra mahkemede berat ettim ve serbest bırakıldım fakat yıllarca polis peşimi hiç bırakmadı. Bağımsız Hatay hükümetini destekliyordum. O dönem Marksist tim. Beni hep ezdiler. Ağaç yaşken ezilirdi onlara göre. Karanlığa alışanlar, yıldızlardan rahatsız oldular. O dönem solcu olmak yasaktı. Sağcı olmak da yasaktı. Ben namuslu olmak istiyordum. Mahkemede Ben Marksist im dediğimde aslında daha bir işçinin bile elini sıkmış değildim. Ezilenlerin yanında yer almak istiyordum. Adaletin, namusun. Sevgili gençler ben Allah ın Oku ayetinin gereğini hayatım boyunca hakkıyla yerine getirmeye gayret ettim. Okudum, okudum, okudum. Okudukça aydınlandı gönül ve zihin dünyam. Sizlere de tavsiyem kesinlikle çok okumanızdır. Ortaokul yıllarımda Nabi yi, Nedim i, Fuzuli yi okudum. On bir yaşımda dünya klasiklerini okudum. Balzac ı, Victor Hugo yu Russell i okudum. Bazen Halep e kitap almak için giderdim. Daha sonra Balzac tan çeviriler yaptım. Süleyman Nazif i okudum. Süleyman Nazif, yazıdaki ceddimdir. Rıza Tevfik in Kâmûs-u Felsefesi ni okudum. Sinan Paşa nın Tazarrûnâme si beğendiğim kitaplardandır. İstanbul da bütün sahafları tanırdım. Sahaflara kaliteli kitaplar geldiğinde bana haber verirlerdi, hemen alır ve okurdum. Paramı son kuruşuna kadar kitaplara harcardım. Her zaman kitaplardan beslendim. Bazen çuvallarla kitap aldığım olurdu. Gözümün ışığı gittikçe azalıyordu. Işığa yakın olmak için bazı günler masamın üzerine sandalye koyar o sandalyede kitap okurdum. Çünkü başka türlü göremezdim. Otuz sekiz yaşımda gözümün ışığı tamamen söndü, karanlıklar içinde kaldım. Görmek yaşamaktır. Ben gerçek anlamda yaşamıyordum. Bütün çiçekler görenler için açıyordu artık. En çok da kitaplarımı okuyamamak beni üzüyordu. Kitaplardan ayrı kalamazdım. Artık bana ömrümün sonuna kadar yakınlarım kitap okuyacaktı. Sevgili gençler, benim dönemimde Türk aydını kendi mağarasında, yani kendi karanlığında kalmıştır. Ben batıya doğu gözüyle, doğuya da batı gözüyle bakıyorum. Bana göre her zaman ışık doğudan yükselir. İnsanlık maddeci kültürden mana iklimlerine dönmelidir. Biz penceremizi hem batıya hem de doğuya açmalıyız. İslam medeniyeti İslam ahlakı üzerine kurulmuştur. Değerler ilim ve felsefeden muazzamdır. Kendini tanımak, düşüncenin ilk merhalesidir. Ben bir isyanım. İzimler bizlere giydirilirmiş deli gömlekleridir. Az gelişmişlik Türk ün göğsüne emperyalist güçler tarafından nişan gibi takılmış bir isyandır. Ben muhteşem maziyi muhteşem istikbale bağlamaya çalışan bir köprü olmak isterim. İnsan ancak köküyle yaşar. Kütüphanelerimizde batılı oryantalistseler değil, bizim gençlerimiz ve mütefekkirlerimiz dolaşmadığı sürece biz ayağa kalkamayız ve gerçek anlamda kalkınamayız. Osmanlının yıkılışıyla birlikte topraklarımızı kaybettik. Bu benim gözümde asıl bir değere sahip değildir. Biz Osmanlının yıkılışıyla ruhumuzu, hafızamızı, benliğimizi kaybettik. Asıl kayıp ruhumuzun ve benliğimizin kaybıdır. Siyasi kamplaşmalar, yolumuzdaki en büyük engellerdir. Kendimize yabancılaşmak gerçek problemimizdir. Osmanlı Türkçesini öğrenmeliyiz. Tarihimizi ve kültürümüzü tam anlamıyla öğrenmek için bu elzem bir hadisedir. Sevgili gençler sizlere söylemek istediğim kitaplık çapta sözler var. Bundan sonrasında sizleri kitaplarımla ve kitaplarla baş başa bırakmak isterim. Okuyun, okuyun. Düşünün ve mutlaka yazın Kitaplarımdan bazıları şunlardır: Bu Ülke, Umrandan Uygarlığa, Bir Dünyanın Eşiğinde, Işık Doğudan Gelir, Kültürden İrfana, Mağaradakiler, Jurnal, Kırk Ambar, Hind Edebiyatı, Saint Simon İlk Sosyolog - İlk Sosyalist, Bir Facianın Hikâyesi, Sosyoloji Notları ve Konferanslar. Hepinizi muhabbetle, umutla selamlıyorum Dedeniz, Cemil Meriç

6 PEYGAMBER KISSALARI Hz. İsmail (as) İrem Ertuğrul Durup çevremize bir bakalım Otobüste yerinden kalkıp yaşlı bir teyzeye yer veren genç; hasta çocuğunun başucunda uykusuz bekleyen anne; sabahın ilk ışıklarıyla evinden çıkıp işe giden baba; kendisi de aç olduğu halde arkadaşına simidini veren çocuk Bu gördüklerimiz, fedakârlığın birer çeşidi yalnızca. Peygamberlerin hayatları, aklımıza gelen her erdemin doruk noktasını görebileceğimiz hikâyelerle doludur. Fedakârlık, tüm peygamberlerin ortak özelliklerinden olmakla birlikte, özellikle Hz. İsmail (a.s) ın hikâyesini düşürdü aklıma. Anlatayım, siz de hak vereceksiniz. Hz. İsmail in hikâyesinde fedakârlık, birden fazla karakterin özelliği olarak karşımıza çıkıyor. Babası İbrahim (a.s), üvey annesi Sare (a.s), annesi Hacer (a.s) ve İsmail in kendisi (a.s) burada bırakmanı sana Allah mı, emretti? diye seslendi. Hz. İbrahim (as), Evet, Allah emretti. deyince, Hacer, Öyleyse Allah bize yeter, bizi O korur diyerek Allah a tevekkülünü ve fedakârlığını gösterdi. Günler geçip hurma ve su tükendiğinde Hacer validemizin sütü kesildi ve İsmail (a.s) la beraber ölümle burun buruna geldiler. Kendi canından çok oğlunu düşünen Hacer validemiz, sıcak güneşin altında, su bulurum umuduyla İsmail (a.s) ı bırakıp koşturmaya başladı. Safa ve Merve tepecikleri arasında koşup çaresizce etrafa bakınıyordu. İsmail (a.s) ın yanına döndüğünde bebeği ayağıyla yeri eşeliyordu. Allah ın lütfuyla eşelediği yerden su çıkmaya başladı. Bu, zemzem kuyusuydu. Bundan sonra çeşitli yerlerden gelen insanlar suyun etrafında yerleşmeye başladılar ve zaman içinde Mekke şehri kurulmuş oldu. Hacer validemiz, İsmail (a.s) ı büyütürken arada bir İbrahim (a.s) onları ziyarete geliyordu. Yıllar geçti, Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, Yavrum, seni rüyamda boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin? dedi. O da, Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın dedi. (Saffat 37/) Hz. İbrahim in hikâyesini daha önce anlatmıştık. Zorlu bir tebliğ sürecinden sonra, Şam a gelip yerleşen Hz. İbrahim artık yaşlanmıştı. Eşi Sare nin çocuğu olmadığı için evlat hasreti çekiyordu. Bir çocuğu olsun, soyu devam etsin diye Rabbine dua ediyordu: Ya Rabbi! Bana salihlerden olacak bir evlat ver! (Saffat 37/) Sâre validemiz, kocasının durumuna üzüldüğünden, bir kadının yapabileceği en büyük fedakârlıklardan birini yaparak, onu cariyesi olan Hacer validemizle evlenmesi için ikna etti. Sonunda İbrahim (a.s) ın, Mısırlı bir kadın olan Hacer validemizden bir oğlu oldu: Hz. İsmail. İsmail, bir rivayete göre Allah a itaatkâr olan demektir. Hz. İsmail den sonra bir mucize oldu ve çok yaşlı olan Sâre validemiz de hamile kaldı ve İshak (a.s) dünyaya geldi. Hz. İsmail iki yaşına geldiğinde Sâre validemizde kıskançlık hali baskın oldu ve İbrahim (a.s) a Hacer i ve İsmail (a.s) ı evinde istemediğini söyledi. Bunun üzerine Allah, İbrahim (a.s) a, İsmail (a.s) ı ve annesi Hacer i uzak bir yere götürmesini vahyetti. Onlara bir melek eşlik edecekti. Bir akşamüzeri yola çıktılar ve Mekke ye kadar gittiler. Meleğin onlara yerleşmelerini bildirmesi üzerine İbrahim (a.s) onlara, Mekke yakınlarında bir çadır kurdu. Etraf, tek bir canlının dahi olmadığı, kupkuru, çorak bir araziydi. Yanlarına biraz hurma, biraz su bıraktı. Gitmek için yeltendiğinde Hacer validemiz ona Ey İbrahim! Bizi İşte fedakârlığın en büyüğünü, İsmail (a.s) ın Allah için kendi canından geçmeyi göze alışını Kur an-ı Kerim böyle anlatıyor. Ve tabii ki İbrahim (a.s) ın fedakârlığı Canından çok sevdiği evladını Allah için kurban edebilecek kadar büyük bir iman Sonrasında babası İsmail (a.s) ın boğazını kesmeye yeltendiğinde Allah, İbrahim (a.s) a bir kurban gönderip onu kurban etmesini söylüyor ve İsmail (a.s) kurtuluyor. İkisi de imtihanı kazanmış olarak elbette. Kitap ta İsmail i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. (Meryem 19/55) Ne güzel bir şahitlik Hz. İbrahim (a.s) ın Mekke ye yaptığı ziyaretlerden birinde Allah tarafından Kâbe yi yapması emredilmişti. Oğlu İsmail (a.s) ile birlikte Kâbe yi yaptılar. İsmail (a.s) taş getiriyor, İbrahim (a.s) duvar örüyordu. Babasının vefatından sonra Hz. İsmail (as), Hicaz halkına peygamber oldu. Bu fedakarlık dolu kıssanın sahibi İsmail (a.s) ı babasıyla yaptıkları dua ile analım ve şunu da unutmayalım ki Alemlere Rahmet Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa nın (s.a.v) pak soyu, İsmail (a.s) dan gelmiştir. Ey Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan kıl ve bizim soyumuzdan sana teslim olacak bir topluluk çıkar, bize ibadet yollarını göster ve tevbemizi kabul et: Şüphesiz yalnız sensin tevbeleri kabul eden, rahmet dağıtan! (Bakara 2/)

Kafir nedir? Kafir ne demek TDK? Kafir s&#;zl&#;k anlamı

Kişinin dinden çıktığını ifade eden bu kelime, Arapça kökenli olmakla birlikte dilimizde de kullanılır. Günlük yaşantıda Araplar bu kelimeyi kullanmakla birlikte dilimizde ağır anlam ifade eden bir kelimedir.

KAFİR NEDİR?

Günümüz itibariyle geniş anlamlı kategorisinde yer alan bir kelimedir. Arapça kökenli bir kelimedir ve Ke-fe-re kökünden gelir. Arapçada örten anlamındadır ve çiftçiler için Araplar 'örten' anlamında kafir kelimesini kullanır. Dini literatürde ise anlamı oldukça geniştir.

KAFİR NE DEMEK TDK?

Türk Dil Kurumuna göre 'Kafir' kelimesinin anlamı 'tanrıyı tanımayan' şeklinde yorumlanırr. TDK'ya göre kafir kelimesi 'Allah'ın varlığını inkar eden' şeklinde tanımlanmıştır. İslam dini dışında olan kişiler için kullanılan bir kelimedir. Allahı tanımayan, Allah'ın birliğini (uluhiyyet-rububiyyet) inkar eden kişiye verilen isimdir. Allah'ın varlığını birliğini ve bütün sıfatlarını inkar eden kişiye sözlükte 'kafir' denilir.

KAFİR SÖZCÜK ANLAMI

Arapça kökenli bu kelime Kuran'da geçer. Kuran'da Allah ile birlikte putlara veya putlaşmış her hangi bir şeye tapanlara verilen isimdir. Ayrıca İsa aleyhisselam'a Allah'ın oğlu diyen Hristiyanlara, Üzeyr Allah'ın oğlu diyen Yahudilere 'kafir' tabiri kullanılmıştır.

İslam'ın gereklerini yerine getiren ancak bununla birlikte küfre düşecek günahları işleyenler için de bu kelime kullanılmıştır. Kısacası Kuran-ı Kerim'de Allah'ın birliğine zıt olan bütün faaliyetler için 'küfür', işleyen kişiler için de 'kafir' kelimesi kullanılmıştır.

Türkçede halk arasında Hristiyan ve Yahudiler için kullanılıyor. Gavur kelimesi 'kafir' kelimesinin yerine kullanılır. Genellikle İslam dışındaki bütün din sahipleri için 'kafir' kelimesi kullanılıyor. Türkçede 'Kafir' kelimesi daha çok hakaret anlamına geldiği için asıl anlamında kullanılmıyor.

Kişinin İslam dışında olduğu ifade edilirken 'kafir' kelimesinin kullanımı aşırılık olarak ifade ediliyor. Kafir kelimesinin asıl anlamı 'dinimizden olmayan kişi, dinden çıkan kişi' şeklinde tanımlanır.

Îsâr Nedir?

Îsar nedir ve ne anlama geliyor? İslam Tarihinde îsar örnekleri

Îsar: Sözlükte ik­ram ve ken­di­si muh­taç ol­du­ğu hal­de nef­sin­den fe­ra­ğat edip bir baş­ka­sı­nı ter­cîh et­me anlamlarına gelmektedir.

Merhamet, bir müslümanın kalbinde hiç sönmeyen bir ateştir. Merhamet, insanlığımızın bu âlemdeki en mûtenâ cevheridir ki kalb yoluyla bizi Hakk’ın vuslatına istikâmetlendirir. Merhametli mü’min; cömert, mütevâzî, hizmet ehli ve aynı zamanda rûhlara nizâm ve hayat aşısı yapan bir gönül doktorudur.

ÎSÂR'A MUHTEŞEM ÖRNEK

Abdullâh bin Câfer -radıyallâhu anh- bir seyahat esnâsında, bir hurma bahçesine uğradı. Bahçenin hizmetçisi siyahî bir köle idi. Köleye üç adet ekmek getirmişlerdi. Bu sırada bir köpek geldi. Köle, ekmeklerden birini ona attı. Köpek ekmeği yedi. Öbürünü attı. Onu da yedi. Üçüncüyü de attı. Onu da yedi.

Bunun üzerine Abdullâh bin Câfer -radıyallâhu anh- ile köle arasında şöyle bir konuşma oldu:

“–Senin ücretin nedir?”

Siyahî köle:

“–İşte gördüğünüz üç ekmek.”

“–Niçin hepsini köpeğe verdin?”

Köle:

“–Buralarda hiç köpek yoktu. Bu köpek uzak yerden gelmiştir. Aç durmasına gönlüm râzı olmadı.” dedi.

Abdullâh -radıyallâhu anh-:

“–Peki bugün sen ne yiyeceksin?”

Köle:

“–Sabredeceğim, günlük hakkımı Rabbimin bu aç mahlûkuna devrettim.” dedi.

Abdullâh -radıyallâhu anh-:

“–Sübhânallâh! Benim çok cömert olduğumu söylerler. Bu köle benden daha cömertmiş!” buyurdu.

Ardından da o köleyi ve hurma bahçesini satın aldı ve köleyi âzâd edip, hurmalığı ona bağışladı. (Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, s. )

Böyle müşfik, merhametli ve derin duygulu şahsiyetler yetiştiren İslâm, ictimâî nizamda fakir ve zengin arasındaki husûmet ve hasedi izâle etmek, dengeyi muhâfaza ve muhabbeti temin etmek için zekâtı farz kılmıştır. İslâm kardeşliğini daha ileri bir seviyede gerçekleştirmek ve her mü’mini “ganî bir gönle sâhib kılmak” için vicdânî bir mecbûriyet olan infâkı teşvîk etmiş ve onu da “îsâr” ile zirveleştirmiştir. Zîrâ dînin asıl gâyesi, Allâh’ın birliğini tasdikten sonra güzel insan, zarif insan ve derin insan yetiştirebilmek sûretiyle cemiyete huzûru hâkim kılmaktır.

ÎSÂR NEDİR?

Bu olgunlaşma, ancak gönülde tezâhür eden şefkat ve merhamet hissi ve onun en güzel bir tezâhürü olarak da kendi imkânını paylaşabilmek, hattâ bunun da ötesinde îsâr tâbir olunan ve kendi ihtiyâcına rağmen sâhib olunan nîmetlerden vazgeçerek onları dahî infâk edebilmenin fazîlet ve seviyesine ulaşabilmektir.

Merhamet, bir müslümanın kalbinde hiç sönmeyen bir ateştir. Merhamet, insanlığımızın bu âlemdeki en mûtenâ cevheridir ki kalb yoluyla bizi Hakk’ın vuslatına istikâmetlendirir. Merhametli mü’min, cömert, mütevâzî, hizmet ehli ve aynı zamanda ruhlara nizâm ve hayat aşısı yapan bir gönül doktorudur. Yine merhametli mü’min, her sahadaki hizmetini sevgi ve şefkat ile yapmasını bilen ümit ve îmân kaynağı bir varlıktır. O, ruhlara huzur bahşeden her gayretin ön safında bulunur. Yine o, sözü ile, yazısı ile, hâli ile her sefâlet, çile ve ızdırabın civârında yerini alır. O, dertlinin, muzdaribin yanında, sahipsizlerin ve ümitsizlerin baş ucundadır. Zîrâ bir mü’minde îmânın ilk meyvesi rahmet ve merhamettir. İnsanlığın ahlâkı da Kur’ân ile tamamlanmıştır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’i açtığımızda karşımıza çıkan ilk sıfât-ı ilâhiyye “Rahmân” ve “Rahîm”dir. Rabbimiz, yüce zâtını, “merhametlilerin en merhametlisi” olarak müjdeler ve kuluna kendisinin ahlâkıyla ahlâklanmasını emir buyurur. Dolayısıyla Hakk’a muhabbetle dolu bir mü’min yüreğinin, Rabb’in bütün mahlukâtını şefkat ve merhametle kuşatması îcâb eder. Rabb’i sevmenin netîcesi O’nun mahlûkâtına muhabbet ve merhametle yönelmektir. Seven, sevilene karşı sevdiği ölçüde fedâkârlık yapmayı bir zevk ve vazîfe olarak telakkî eder. Allâh’ın mahlûkâtına infak, Allâh’a muhabbet demektir.

FAKİRLİKTEN KORKMAKSIZIN VERMEK

Gerçekten Allâh için vermenin umûmî ismi olan sadaka ve infâkın nev’i çoktur. Bunların zirvesi ise ifâde ettiğimiz gibi îsârdır. Bu, başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarına tercih etme fazîletidir. Her olgun mü’minin vicdânen mükellef bulunduğu diğergâmlık ve hassâsiyetin en yüksek noktadaki bir tezâhürüdür. Nitekim Muhammed Hakîm-i Tirmizî -kuddise sirruh-’a:

“−Vermek nedir?” diye sordular. Hazret cevâben:

“−Vermek, başkasının sevinci ile huzur bulmaktır.” buyurdu.

Îsârın feyizli iklîmine girebilmek, ancak rakîk kalblerin ve ince ruhların kârıdır. Zîrâ asıl îsâr, fakirlikten korkmaksızın verebilmektir. Bu hâl, en güzel ve mükemmel sûrette peygamberler ve ehlullâhın hayatlarında sergilenmiştir. Elbette böyle bir zirveye çıkabilmek ve o yüce yıldızlara ulaşbilmek herkesin harcı değildir. Ancak o ufuklara ne kadar yaklaşabilirsek o kadar değerli nasipler elde edeceğimiz hakîkatine binâen îsâr hususunda en ufak bir adım dahî bizler için vazgeçilmez bir ebedî kârdır.

SOFRADA YİYORMUŞ GİBİ YAPAN SAHABE EFENDİMİZ

Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-’ın rivâyetine göre; bir adam Peygamber Efendimiz, -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Ben açım.” dedi.

Rasûlullâh Efendimiz, hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şeyler göndermesini istedi. Fakat mü’minlerin annesi:

“–Seni peygamber olarak gönderen Allâh’a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok.” dedi.

Diğer hanımlarının da aynı durumda olması üzerine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbına dönerek:

“–Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?”diye sordu.

Ensâr’dan biri:

“–Ben misâfir ederim, yâ Rasûlallâh!” diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca hanımına:

“–Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hanımı:

“–Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var.” dedi. Sahâbî:

“–Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafir içeri girince de lambayı söndür. Biz de sofrada yiyormuş gibi yapalım.” dedi.

Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar.

Sabahleyin o sahâbî, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına gitti. Onu gören Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allâh Teâlâ ziyâdesiyle memnun oldu.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 10; Müslim, Eşribe, )

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Bahçesinden SON NEFES, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir