üçüncü derece akraba / Canlı Donör Seçimi Hakkında Bilinmesi Gerekenler | Acıbadem

Üçüncü Derece Akraba

üçüncü derece akraba

Kiracı Nasıl Çıkarılır? (Kiracı Tahliyesi)

“Kiracı nasıl çıkarılır” sorusu en sık karşılaştığımız sorulardan birisidir. Okuduğunuz makalede bu sorunun cevabını bulacaksınız. Evin tahliyesi için verdiğimiz bilgilerin tamamı “çatılı işyeri kiraları” için de aynen geçerlidir. Kiracı tahliyesi ya da diğer adıyla kiracıyı çıkarma, uygulamada oldukça sık rastlanan ve önemle takip edilmesi gereken bir konudur. Mevzuat düzenlemeleri bir yandan kiracıya ciddi bir koruma sağlarken diğer yandan kiraya verenler için de çeşitli kiracı tahliyesi yolları belirlemiştir. Kira hukukumuza göre kiracıyı tahliye edebilmek için haklı sebepler

  • Temerrüt (30 gün süre verdin ödemedi)
  • Bir kira dönemi 2 ihtar (İhtarlar sonrasında kirayı ödese de tahliye mümkün)
  • Tahliye taahhüdü (kira sözleşmesi ile aynı günde alınırsa geçersiz)
  • Edinim ve ihtiyaç sebebiyle
  • Sözleşmeye esaslı aykırılık (alt kiracı vs.)
  • 10 yıllık uzama süresi sonunda (1 senelik kira sözleşmesi yaptı iseniz kiracınızı, kiracılık ilişkisinin başladığı tarihten 12 sene sonra hiçbir gerekçe göstermeden tahliye davası yolu ile konuttan çıkarabilirsiniz. İhtar şartı var.)
  • Esaslı tadilat, yıkım.

Öncelikle belirtelim ki; hukuk sistemimizde kiracının çıkarılması sadece yasada düzenlenmiş olan nedenlerin varlığı halinde söz konusu olabilir. Yasada düzenlenmiş olan nedenlerin bulunmaması durumunda ise kiracı çıkarılamaz. Türk Borçlar Kanunu’nun “Dava sebeplerinin sınırlılığı” başlıklı 354. maddesine göre; “Dava yoluyla kira sözleşmesinin sona erdirilmesine ilişkin hükümler, kiracı aleyhine değiştirilemez.” Yazımızda kiracıyı çıkarma şartları nelerdir, nasıl bir yol izlenmeli, kiracı tahliyesi davasının şartları neler gibi soruları yanıtladık. Önemli bir konu olması nedeniyle yazımızı dikkatli okumanızı öneririz.

kiraci tahliyesi nedenleri

Kiracı Tahliyesi Nedir?

Kira sözleşmesi belirsiz veya belirli süreli yapılmış olsa dahi kira sözleşmesinin süresinin bitmesi halinde kiracı evden çıkarmak için yeterli değildir. Kiracı evden ancak kanunda yer alan sebepler dahilinde çıkarılabilir. Kiraya verenin, kiracıyı evden çıkarabilmesi için kanunda sayılmış olan sebeplerden birisine dayanması gerekir. Kiraya veren ve kiracı arasına oluşturulan hukuki bağ zaman içerisinde zarar görebilir. Kiraya verenin haklı sebebi olmadığı takdirde kira kontrat süresi boyunca kiracıyı mülkten tahliye edemez. Ancak kontrat süresi devam etse bile mülk sahibinin haklı sebepleri olduğu takdirde kiracı tahliye edilebilir, kira sözleşmesi feshedebilir.

Kiralanan taşınmazdaki kiracının herhangi bir nedenle taşınmazdan hukuki yollara başvurarak çıkarılmasına kiracı tahliyesi denir. Kiracıyı çıkarma çeşitli sebeplere dayanabilir. Bu sebepler aşağıda detaylıca açıklanmıştır.  Kiracı tahliyesine ilişkin temel hükümler 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu madde 347 ve devamında yer alır. Bunun haricinde mevzuatın muhtelif yerlerinde kiracıyı çıkarma ile ilgili hükümler mevcuttur. Aşağıda bunlarla ilgili bilinmesi gerekenleri detaylıca açıklanmış ve merak edilen sorular yanıtlanmıştır.

İki Haklı İhtar ile TahliyeTek İhtar ile Tahliye
TBK’da konut ve çatılı işyeri için özel düzenlenmiştir.TBK genel hükümlerine göre tahliye sebebidir.
Kiracıya süre verilmesi zorunlu değildir.Kiracıya en az 30 günlük süre verilmelidir.
Daha uzun süren bir prosedürdür.Daha kısa olduğu için daha çok tercih edilir.
Sulh Hukuk Mahkemesinde (daha detaylı) görülür.İcra Hukuk Mahkemesinde (daha basit) görülür.
İhtarlardan sonra kiranın ödenip ödenmemesi önemli değildir, tahliye mümkündür.İhtardan sonra kira bedelinin ödenirse tahliye imkanı kalmaz.

Kiracıyı Evden Çıkarmanın Nedenleri

Evini kiraya veren mal sahibiyseniz kiracıyı evden çıkarmak için geçerli sebeplerinizin olması gerekir. Çünkü kiracı, “Ben çıkıyorum” demediği sürece normal şartlarda kiracıyı tahliye etmeniz pek mümkün değil. Sadece bazı durumlarda evinizde oturan kiracıya, tahliye davası açabilirsiniz. Bu durumlar şu şekilde olabilir:

Kiracının çıkarabilmesi için gereken sebepler Türk Borçlar Kanunu’nda hükme bağlanmıştır. Kiraya veren, bu nedenlerden birine dayanarak kiracısını evden çıkarabilir. Bu nedenlerin bulunmaması halinde kira sözleşmesi belirli süreli dahi olsa evin tahliyesi istenemez. Bu nedenler şunlardır:

  • Kiranın ödenmemesi,
  • Tahliye taahhütnamesinin bulunması,
  • Kiralayanın kendisinin veya yakınlarının eve ihtiyacının olması,
  • Ev için tadilatın gerekmesi,
  • Komşuların rahatsız edilmesi,
  • Kiracıya ait bir evin varlığı,
  • Kiracının iflası,
  • 10 yılın dolması,
  • Önemli nedenlerin varlığı.

Kiranın Ödenmemesi Nedeniyle Kiracı Tahliyesi

Türk Borçlar Kanunu madde 352/2 uyarınca; “Kiracı, bir yıldan kısa süreli kira sözleşmelerinde kira süresi içinde; bir yıl ve daha uzun süreli kira sözleşmelerinde ise bir kira yılı veya bir kira yılını aşan süre içinde kira bedelini ödemediği için kendisine yazılı olarak iki haklı ihtarda bulunulmasına sebep olmuşsa kiraya veren, kira süresinin ve bir yıldan uzun süreli kiralarda ihtarların yapıldığı kira yılının bitiminden başlayarak bir ay içinde, dava yoluyla kira sözleşmesini sona erdirebilir.”

Buna göre; kiracı bir yıl içinde iki defa kirayı ödememişse taşınmazın sahibi kiracıyı çıkarabilir. Bunun için kiralayanın kiracısına iki kez haklı ihtar çekmesi gerekir. Örnek vermek gerekirse; aynı kira yılında kiracı haziran ve ekim ayının kiralarını ödememişse; kiracıya bu iki aya dair ihtarnamenin gönderilmesi lazımdır. Burada kiralayanın kira yılının bitiminden itibaren bir ay içinde tahliye davasını açmalıdır. Ev sahibine kirasını düzenli ödemeyen kiracının ya da kirasını hiç ödemeyen kiracının evden çıkartılabilmesi için 3 yol vardır. Bunlar;

  • 2 haklı ihtar ile kiracının tahliyesi: Aynı kira yılına ait iki kira bedelinin ödenmemiş olması halinde kiracıya iki tane ihtarname gönderilmelidir. 2 tane ihtarname gönderildikten sonra kira yılının bitiminden itibaren 1 ay içerisinde tahliye davası açılması gerekir.
  • Temerrüt yoluyla kiracının tahliyesi: kiranın ödenmemesi halinde kiracıya ihtarname çekilir. Bu ihtarnamede; “kira bedelinin 30 gün içerisinde ödenmesi gerektiği aksi takdirde sözleşmenin feshedileceği” yazmalıdır. Kiracı 30 gün içerisinde ödeme yapması halinde evden çıkarılamaz. Ancak bu süre içerisinde ödeme yapılmazsa kiracının tahliyesi icra yoluyla sağlanır.
  • İcra yoluyla kiracının tahliyesi: Kiracıya tahliye talepli icra takibi başlatılabilir. Tahliye talepli icra takibi ile hem kiracının evden tahliyesi hem de ödenmeyen kira bedelleri istenir. Eğer sadece kira bedelleri isteniyorsa ilamsız icra takibi başlatılmalıdır.

Tahliye Taahhütnamesinin Bulunması Nedeniyle Kiracı Tahliyesi

Tahliye taahhütnamesi, kiracının evi belirli sürenin sonunda boşaltacağı hususundaki beyanıdır. Tahliye taahhütnamesine dayanarak kiracının çıkarılabilmesi için, tahliye taahhüdünün kira sözleşmesi imzalandıktan sonra verilmesine gerek vardır. Kira sözleşmesi yapılırken tahliye taahhüdü de yapılmışsa, tahliye taahhüdü geçersiz olur. Öte yandan tahliye taahhütnamesinin yazılı olması da gerekir. (Türk Borçlar Kanunu madde 352/1)

Bu şekilde yapılmış tahliye taahhütnamesi varsa, taahhüt edilen süre gelince kiracı, evden çıkmalıdır. Taahhüt edilen süre geldiği halde, kiracının evden çıkmaması durumunda ise, belirtilen sürenin bitmesinden itibaren bir ay içinde tahliye davası açılmalıdır. Tahliye taahhütnamesinin bulunması halinde, kiracıya karşı icra takibi açılarak da evin tahliyesi istenebilir. (Türk Borçlar Kanunu madde 352/1)

kiraci tahliyesi kiraci nasil cikarilir

Kiralayanın Kendisinin veya Yakınlarının Eve İhtiyacının Olması Nedeniyle Kiracı Tahliyesi

Kiralayanın kendisinin veya yakınlarının eve ihtiyacının olması halinde evin tahliyesi istenebilir. Burada yakınlardan kasıt, kiraya verenin eşi, üstsoyu, altsoyu ve bakmakla yükümlü olduğu kişidir. Bu kişilerden birinin eve ihtiyacı varsa evin tahliyesi talep edilebilir. Ayrıca, bu kişilerden birinin bu eve ihtiyacı gerçekten olmalıdır. Bu kişilerden birinin bu eve gerçekten ihtiyacı yoksa, kanunun aradığı şart gerçekleşmemiş demektir.

Öte yandan, kira sözleşmesi belirsiz süreli ise, her altı aylık dönem, fesih dönemidir. Altı aylık dönemin sonunda sözleşme feshedilebilir. Bunun için de kiracıya üç ay önceden bildirimde bulunulmalıdır. Kiracının bu bildirime rağmen, evi tahliye etmemesi halinde tahliye davasının açılması mümkündür. Burada tahliye davası fesih döneminin sona ermesinden itibaren bir ay içinde açılmalıdır. Kira sözleşmesi belirli süreli ise, sözleşmenin süresinin bitmesinden itibaren bir ay içinde tahliye davası açılmalıdır.

Diğer taraftan, ihtiyaç nedenine dayanarak ev tahliye edilmişse; taşınmaz üç yıl süresince eski kiracıdan başka birisine kiralanamaz. (Türk Borçlar Kanunu madde 355)

Ev İçin Tadilatın Gerekmesi Nedeniyle Kiracı Tahliyesi

Borçlar Kanunumuza göre, kiralanan taşınmazın tadilatının gerekmesi halinde evin tahliyesi istenebilir. Bunun için tadilatın önemli olması gerekir. Tadilat yapılırken evin kullanılmasına imkan bulunmamalıdır. Küçük tadilatlardan dolayı bu yola gidilemez. Öte yandan, kira sözleşmesi belirsiz süreli ise, her altı aylık dönem, fesih dönemidir. Altı aylık dönemin sonunda sözleşme feshedilebilir. Bunun için de kiracıya üç ay önceden bildirimde bulunulmalıdır. Kiracının bu bildirime rağmen, evi tahliye etmemesi halinde tahliye davasının açılması mümkündür. Burada tahliye davası fesih döneminin sona ermesinden itibaren bir ay içinde açılmalıdır.

Kira sözleşmesi belirli süreli ise, sözleşmenin süresinin bitmesinden itibaren bir ay içinde tahliye davası açılmalıdır. Diğer taraftan, tadilat nedenine dayanarak ev tahliye edilmişse; taşınmaz üç yıl süresince eski kiracıdan başka birisine kiralanamaz.

Komşuların Rahatsız Edilmesi Nedeniyle Kiracı Tahliyesi

Kiracının bir takım yükümlülükleri vardır. Bu bağlamda kiracı, komşularına saygı göstermeli ve komşuluk kurallarına uymalıdır. Kiracının bu yükümlülüklerine aykırı davranması durumunda evin tahliyesi istenebilir.

Kiracıya Ait Bir Evin Varlığı Nedeniyle Kiracı Tahliyesi

Hukukumuza göre, kiralanan taşınmazla aynı belediye sınırları içinde kiracıya veya eşine ait bir evin varlığı halinde, kiralananın tahliyesi istenebilir. Burada önemli olan şudur: Ev sahibi, kiracıya veya eşine ait bir evin varlığını sonradan öğrenmelidir. Ev sahibinin anılan durumu kira sözleşmesi yapılırken bilmesi halinde, bu sebebe dayanılarak tahliye istenemez.

Kiracının İflası Nedeniyle Kiracı Tahliyesi

Kiracının iflası talep edilmişse, ev sahibi kiracının ileride ödemesi gereken kira bedelleri karşılığında güvence verilmesini isteyebilir. Bunun için iflas masasına veya kiracıya yazılı bildirimde bulunmalıdır. Anılan bildirimle kiracının güvence göstermesi için uygun süre verir. Söz konusu sürenin bitene kadar kendisine güvence verilmemesi halinde sözleşmeyi feshedebilir.

10 Yılın Kira Sözleşmesinin Dolması

Kira sözleşmesinin yapılmasından itibaren 10 yıl geçmişse, ev sahibi evin tahliyesini isteyebilir. Bunun için her kira yılından üç ay önce kiracıya bir bildirimde bulunmalıdır. Anılan bildirimde kiracının evden çıkmasını talep etmelidir.

Önemli nedenlerin varlığı halinde her iki tarafın da sözleşmeyi sona erdirme hakkı vardır. Burada kastedilen sözleşmenin devamını katlanılmaz hale getiren sebeplerdir. Böyle bir durum mevcutsa, taraflar bu haklarını kullanarak sözleşmeyi sona erdirebilirler.

Kirasını Ödemeyen Kiracı Evden Nasıl Çıkartılır?

Kiracı kirasını düzenli ödemiyorsa veya hiç ödemiyorsa üç yolla evden çıkartılabilir. Bu yollar şunlardır:

  • İki ihtarla tahliye: Aynı kira yılına ait iki kira bedelinin ödenmemiş olması halinde kiracıya iki tane ihtarname gönderilmelidir. 2 tane ihtarname gönderildikten sonra kira yılının bitiminden itibaren 1 ay içerisinde tahliye davası açılması gerekir.
  • Temerrüt yoluyla tahliye: Kiracı kirayı ödemezse ona ihtarname çekilir. Anılan ihtarname ile; “kira bedelini 30 gün ödemesi, aksi halde ev sahibinin sözleşmeyi feshedeceği” belirtiler. 30 gün içinde kiracının gene ödememesi durumunda hemen evden çıkarmak mümkün değildir. Bunun için icra yoluna gidilmelidir.
  • İcra yoluyla tahliye: Ev sahibi, kiracıya karşı icra takibi başlatarak, evin tahliye talep edebilir. Bu icra takibinde evin tahliyesini ve ödenmeyen kiraların ödenmesini ister. Sırf kira bedellerinin ödenmesini isteyecekse ilamsız icra takibi yolu tercih edilebilir.

Tahliye Davası Nerede Açılır?

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 4. maddesi gereğince; tahliye davalarında sulh hukuk mahkemesi görevlidir. Bu davalarda yetkili mahkeme ise, taşınmazın bulunduğu yerdeki mahkemedir. Ama bu mahkeme kesin yetkili mahkeme değildir. Dolayısıyla dava, davalının yerleşim yeri veya sözleşmenin ifa edileceği yerdeki sulh hukuk mahkemesinde de açılabilir.

Kiracı Tahliyesi Dava Dilekçesi

Tahliye Davası Dilekçe Örneği

Ankara (    ) Sulh Hukuk Mahkemesine

Davacı  : Ad Soyad (TC Kimlik No:…) – Adres

Vekili    : Av. Ad Soyad – Adres

Davalı   : Ad Soyad (TC Kimlik No: …) – Adres

Konu     : Tahliye talepli dava dilekçesidir.

Açıklamalar

  1. Davacı müvekkilin sahibi olduğu konut üzerinden kiracı davalı ile kira sözleşmesi düzenlenmiştir. İlgili sözleşme …/…/… tarihinde aylık 2.000,000 TL bedel olmak kaydıyla taraflar arasında anlaşma sağlanmıştır.
  2. Ancak taraflar arasındaki kira sözleşmesinin süresi sona ermeye yakın olan …/…/… tarihinde, noterlik tarafından kira sözleşmesinin yenilemeyeceği bildirilmiş, sözleşme süresinin sona erdiği gün davaya konu olan yerin tahliye edilerek anahtar teslimi ihtarında bulunulmuştur.
  3. Kira sözleşmesinden ileri gelen hükümlere uymamış olduğundan sözleşme hükümlerini ihlal etmiştir.

Sonuç ve İstem: Yukarıda belirtilen ve gerekçelendirilen nedenlerle; sözleşmenin feshi ile taşınmazın tahliyesine karar verilmesini vekaleten talep ederim.

Davacı Vekili

Av. Umur Yıldırım

İmza

Sağlık Rehberi

Akraba Evliliklerine Genetik Bakış


Akraba evliliğinin tanımı kısaca aynı soydan gelen bireyler arasında yapılan evlilik olarak yapılabilir.

Akraba evliliğinde, akrabalık bağı anne veya baba soyundan da gelebilir. Her ikisi de aynı derecede önemlidir. Akrabalık derecesinin nasıl hesaplandığına örnek verirsek anne veya babasından biri kardeş olan bir çiftin yaptığı evliliklere 1. derece akraba evliliği (kuzen evlilikleri) denir. Büyükanne veya büyükbabalarından biri kardeş olan çiftlerin yaptığı evliliklere ise 2. derece akraba evliliği (torun evlilikleri) denir.

Akraba evliliği aynı zamanda kadının statüsünü de etkilemektedir. Eşinin yakınları ile kan bağı olan kadın bu ilişkiyi kullanarak ihtiyaç duyduğu zamanlarda eşinin ailesinden daha kolay destek alabilmektedir. Genel bir kanı olarak akraba evliliği beklenmedik bir zamanda gelişebilecek sağlık ve maddi problemlerin de çözülmesini kolaylaştıracaktır. Akraba evliliği ile aile bağlarının kuvvetlendiği ve ailenin kültürel değerlerinin sonraki kuşaklara daha kolay aktarıldığı düşünülmektedir.

Sağlık çalışanları ve genetik uzmanları; akraba evliliğini, sosyal ve ekonomik etkilerinin dışında getirdiği olası risklerdeki artış açısından değerlendirmektedir. Üreme sağlığı açısından birinci derece kuzen evliliği ile akraba dışı evliliği karşılaştırırsak doğurganlık oranının hafif şekilde daha yüksek olduğu, düşük oranının farklı olmadığı, ölü doğum ve bebek ölüm oranının hafif yüksek olduğu ve genel topluma göre doğum kusuru ile doğum oranının %2-3 daha yüksek olduğu görülmektedir. Ayrıca belki de en önemlisi çekinik kalıtılan hastalıkların görülme olasılığının toplumun geneline göre daha yüksek olmasıdır. Ortaya çıkma olasılığındaki artış akrabalık bağı yakınlaştıkça yükselmektedir. Bu nedenle akraba evliliği oranının yüksek olduğu ülkelerde, akraba evliliği yapmış çiftler hamilelik öncesi genetik danışma almaları konusunda uyarılmaktadır. Günümüzde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu kuzen evliliklerinin yaygın olduğu bu gibi ülkelerde ve topluluklarda yaşayan birçok genç çift sorularına bilimsel bir yanıt almak üzere sağlık kurumlarına müracaat etmektedir. Bu ziyaretlerde en çok "Çocuğumuz fiziksel ve zihinsel açıdan hasta olur mu?", "Hasta bebek sahibi olma riskini nasıl en aza indiririz" soruları karşımıza çıkmaktadır.

Kan bağı olan bireyler, aile ve akrabalık bağını taşımalarının yanı sıra daha derinlemesine bakıldığında ortak genetik özellikleri de paylaşmaktadırlar. Bu özellikler arasında hastalığa neden olabilecek faktörler de yer almaktadır.

Ülkemizden birkaç hastalık örneği vererek bu durumu biraz daha açık hale getirebiliriz. Fenilketonüri, ileri derecede zekâ geriliğine neden olan bir hastalık olup, ülkemizde yeni doğan tarama programı kapsamında yeni doğan bebeğin topuğundan alınan birkaç damla kan ile erken teşhisi konulabilmektedir. Fenilketonüri aileden gelme bir hastalıktır. Fenilketonürili çocuğun anne ve babasında biri normal biri bozuk iki gen vardır. Çocuk, ancak anne ve babasından iki bozuk geni alırsa fenilketonüri hastası olur. Fenilketonüri Amerika’da ve birçok Avrupa ülkesinde her 10.000-30.000 yeni doğanda bir görülmesine karşın ülkemizde 4.000 yeni doğanda bir görülmektedir. Bunun nedenleri olarak her 20-25 kişiden birinin hastalığı taşıyor olması ve ülkemizde akraba evliliklerinin yüksek oranda yapılması gösterilebilir. Ancak burada şunu da unutmamak gerekir akraba evliliği hastalığın görülme sıklığını artırıyor olsa da, akraba olmayan bireylerin de çocukları hastalıklı doğabilir. Çünkü Türkiye’de her 100 kişiden 4’ü bu hastalık açısından taşıyıcı durumundadır.

Doğumsal bozukluklar ve yeni doğan, süt çocuğu ve bebeklik dönemlerindeki ölüm oranları incelendiğinde, akraba evliliğinden doğan çocuklarda akraba evliliği yapmamış bireylerin çocuklarına göre daha yüksek sıklıkta görülmektedir.

Genetik hastalıkların bir grubunu ise ileri yaşlarda ortaya çıkan veya tek bir gendeki bozukluk değil aynı anda birden fazla gendeki bozuklukların etkisi ile ortaya çıkan hastalıklar oluşturmaktadır. Bunlardan biri yaşlı insanlar arasında sıkça gözlenen Alzheimer tipi bunama hastalığıdır. Yapılan bir çalışmada Alzheimer tipi bunama hastalığının özellikle akraba evliliğinden doğan bireylerde daha yüksek sıklıkta görüldüğü bildirilmekte ve bu nedenle akraba evliliğinin hastalığın oluşmasına katkısının olabileceği düşünülmektedir. Bununla birlikte diyabet, kanser, şizofreni, kalp damar hastalığı gibi yaşamın ilerleyen dönemlerinde açığa çıkan hastalıkların görülme oranı ile akraba evliliği arasında doğrudan bir ilişki gösterilmemiştir.

Akraba Evliliklerinde Genetik Danışma

Genetik danışma akraba evliliği yapmış çiftlere veya bu evlilikten doğmuş çocuklara verilebilir. Genetik danışma sırasında uygulanan en etkili ve basit yol ise aile hikâyesi üzerinden giderek ailede olası kalıtsal hastalıkların belirlenmesi, bunların risklerinin açıklanması ve uygun tanı ve takip yöntemlerinin önerilmesidir. Bu amaçla 3-4 kuşağı içerecek şekilde aile ağacı çizilmesi ilk yapılması gereken uygulamadır. Ailede herhangi bir kalıtsal bozukluk olmaması durumunda akraba evliliğinin getirdiği genel risklerden bahsedilir. Bu riskler arasında birinci derece kuzen evliliklerinde zekâ geriliği olan çocuk sahibi olma olasılığının topluma göre üç kat arttığı, doğumsal kusurlu bebek riskinin iki kat arttığı belirtilmelidir. Ayrıca kuzen evliliklerinde doğumsal bozukluk, ölü doğum veya yeni doğan döneminde ölüm riskinin %2-3 olduğu belirtilmelidir. Ancak danışan ailenin önceki çocuğunda belirli bir kalıtsal hastalık saptanmış ise veya fetüste ya da yeni doğanda genetik bir hastalığın varlığı gözlenir ise bu durumda hasta, saptanan genetik bozukluğa bağlı risklere göre değerlendirilir.

Bazen ikinci kuzenler veya daha uzak akrabalık bağı olan kişiler de evlilik öncesi veya hamilelik öncesi genetik danışma almak isteyebilirler. Bu bireylerin başvuru nedeni sadece akrabalık öyküsü ise bu kişilere genetik test önerilmesine gerek yoktur. Bu kişilerin sadece 3 ila 4 kuşağı içerecek şekilde aile ağacı çizilir ve aile hikâyesi alınır. Bununla birlikte eğer çift akraba evliliklerinin çok sık yapıldığı veya belirli çekinik kalıtılan hastalıkların yaygın olduğu bir bölgeden geliyor ise bu kişiler için tarama testleri önerilebilir.

Sonuç olarak özellikle ülkemiz coğrafyasında çok sık rastlanan akraba evliliği, bireylerin veya toplulukların sahip oldukları sosyo-kültürel ve ekonomik durumlarını devam ettirmek için uyguladıkları bir gelenek olmakla birlikte neden olduğu veya olabileceği sağlık problemleri nedeni ile aynı zamanda ciddi bir halk sağlığı problemi olarak karşımıza çıkmaktadır.

* Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır.

Sahâbîlerden Câbir (r.a.) hastalanmış, kendini bilmez halde yatarken Resûlullah, yanına Hz. Ebû Bekir’i de alarak onu ziyarete gitmişti. Abdest aldı, hastanın yüzüne biraz su serpti. Kendine gelen Câbir Resûlullah’a, “Malım hakkında ne yapayım?” diye sorunca miras âyetleri nâzil oldu (Buhârî, “Tefsîr”, 4/4).

İslâm hukukunda mirasın (terike) nasıl taksim edileceği geniş ölçüde Kur’an-ı Kerîm’de, bu âyetlerle sûrenin sonundaki 176. âyette açıklanmıştır. Sünnet ve icmâ delilleri de bu âyetlerde yeterince açıklanmamış olan kısımların hükmünü açıklığa kavuşturmuştur.

Ölenin anası, babası, oğlu, kızı, kardeşi gibi bazı yakınlarının hisseleri bu âyetlerde ve birkaç hadiste belirlendiği ve açıklandığı için bunlara “belli payların sahipleri” mânasında ashâbü’l-ferâiz denilmiştir. Tek başlarına olunca mirasın tamamını, bunlarla beraber olunca geri kalanı alan akrabaya ise asabe denir. Meselâ ölenin oğlu tek başına bulunsa mirasın tamamını alır, ölenin karısıyla (oğulun anası veya analığı) bulunduğu takdirde ise bunun sekizde bir hissesinden geri kalan sekizde yediyi alır. Ashâbü’l-ferâizin birbirine ve asabeye göre değişen ve paylarını etkileyen durumlarına hal denir ve böyle kırk hal vardır.

11. âyette tek kızın ve ikiden fazla kızın payları belirlenmiş, ancak iki kızın payı ifade edilmemiştir; müctehid ve müfessirler iki kızın payının da –ikiden fazlası gibi– üçte iki olduğu sonucuna varmışlardır. Çünkü âyetin başında “Erkeğe iki kadınınki kadar pay vardır” buyurulmuştur, erkeğin bu payı (ölenin bir kızı ve bir oğlu olsa oğlunun alacağı pay) üçte iki olduğuna göre –erkek bulunmadığında da– iki kadının payının üçte iki olduğu buradan anlaşılmaktadır, öteden beri uygulama da böyle olmuştur.

İlgi çekici bir husus da miras taksiminde kadının payının esas alınması ve erkeğin alacağı payın buna göre belirlenmesidir. Bu açıklama şeklinin kadının mirastan pay almasını sağlayan önemli inkılâbın pekiştirilmesine yönelik olduğu söylenebilir.

“Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz” ifadesi, İslâm’da miras taksiminin şahsî duygulara ve tercihlere göre değil, akrabalık bağına ve bu bağın cemiyet ve aile hayatında sağladığı faydalara göre belirlendiğini göstermektedir. Mirasın akrabalık bağına dayanması, bu bağın ise akrabalar arasında farklı düzeylerde bulunması, payların da buna göre az veya çok olmasını gerektirmektedir. “Aralarında rahim bağı bulunanlar Allah’ın hükmüne göre birbirlerine daha yakındır” (Enfâl 8/75) meâlindeki âyet de, usul veya fürû olma bakımından aynı çizgi üzerindeki (aynı derecede) yakın akrabanın uzağını mirastan mahrum edeceğine (hacb kaidesi) ışık tutmaktadır.

Miras hakkında ya kandan ve doğumdan ya da evlenmeden oluşan yakınlık esas alındığı için evlât edinme, kardeşlik sözleşmesi, sırf vasiyete dayalı miras paylaştırma usulleri ortadan kaldırılmıştır.

Miras paylaşımında kadınların yarı erkek hissesi kadar pay almaları ilk bakışta bazı kimselere ters gelmiş, “Kadının daha fazla pay alması gerekirdi” gibi düşünülmüş, müslüman olmayan bazı yazarlar da bu bakımdan İslâm miras hukukunu tenkit etmişlerdir. Halbuki konuya, İslâm’ın getirdiği yükümlülükler bütünü, nimet-külfet dengesi gibi başka unsurlar göz önüne alınarak bakıldığında bu dağıtım şeklinin adalet ve hakkaniyete daha uygun olduğu görülmektedir. Şöyle ki:

a) Bütün durumlarda kadının payı erkeğinkinin yarısı kadar değildir. Çocukları da bulunan bir ölünün mirası paylaştırılırken anası ile babası hayatta iseler bunların payları altıda birer olmak üzere eşittir. Dede ve nine de böyledir. Anası bir olan kardeşler birden fazla iseler mirasın üçte birini –erkek ve kadın– eşit olarak paylaşırlar. Bu eşit paylaştırmada ya mirasçının ölü ile ilişkisi ya da onu ölüye bağlayan vasıta göz önüne alınmıştır.

b) Aynı derecede erkekle kadın akraba yan yana geldiğinde erkeğe, iki kadın hissesi kadar pay verildiği durumlarda aile ve kamu yararı ile malî yükümlülükler göz önüne alınmış ve buna göre bir denge kurulmuştur. Bugün daha ziyade Batı toplumlarında durumun kısmen değiştiği gözlenmekte olsa bile geçmiş zamanlarda erkekler, ticarî tecrübe, bilgi birikimi ve toplumsal aktivite gibi imkân ve konumları itibariyle servetin rasyonel kullanılışına kadınlardan daha yatkın olmuşlardır. Âyette, bu gibi objektif durumlar dikkate alınarak, içinde toplumun da hakkı bulunan servetin daha çoğu üzerinde tasarruf hakkı erkeğe verilmek suretiyle bu anlamıyla servetin daha iyi korunması, idare edilmesi, aile ve toplumun ondan âzami derecede istifade etmesi amaçlanmıştır.

c) Tasarruf ve idare bakımından mirasın çoğuna erkekler hükmetmekte iseler de bizzat faydalanma bakımından kadınlar daha avantajlı durumdadırlar. Çünkü kadınlar, erkeklerin aldıklarının yarısını almakla beraber bu yarıda başkalarının –meselâ kocalarının, erkek kardeşlerinin– tasarruf, müdahale ve istifade hakları yoktur. Kadınlar bu hisseyi istedikleri gibi kullanırlar. Evlenirken düğün masrafı, mehir (kocanın karısına vereceği veya borçlanacağı teminat akçesi), evlendikten sonra ailenin geçiminin temini hep erkeğe yüklenmiştir ve bu vesileyle kadınlar, erkeklerin aldıkları mirastan da istifade etmektedirler. Hesaplandığında görüleceği üzere kadınlar, mirasın üçte birine mâlik oldukları halde faydalandıkları pay yaklaşık olarak üçte ikiyi bulmaktadır. Ayrıca erkeklerin askerlik, belli dereceye kadar muhtaç akrabanın nafakasını temin, kaza tazminatı (diyet) ödemesine katılma gibi –kadınlar için söz konusu olmayan– malî yükümlülükleri de vardır.

d) İslâm miras taksimini tenkit edenlerin dikkat etmeleri gereken bir husus daha vardır: Eski Roma, Yunan, Mısır, Hint, İran, Çin ve Arabistan’da kadınlar mirastan tamamen mahrum bulunuyorlardı; miras taksiminde ulaşılmak istenen amaç, servetin ailede kalması, başka ailelere intikal etmemesi idi. Ortaçağ’dan sonra Batı’da, kadınlarla erkeklerin mirastan eşit pay almaları için bazı hukukî düzenlemeler yapıldı, kanunlar çıkarıldı. Ancak bu defa kadınların, malları üzerinde serbest tasarruf haklarına sınırlamalar –özellikle erkeklerin izni şartı– getirildi. Buna karşı yeni zamanlarda yapılan mücadeleler sonunda genellikle elde edilen sonuç, mülkiyet ve tasarrufta eşitlik olabildi. İslâm’ın daha baştan verdiği hak ise mülkiyet bakımından kadına üçte bir olan, fakat tasarruf ve istifade bakımından üçte ikiyi bulabilen bir miras payıdır.

11 ve 12. âyetlerde birkaç kere tekrarlanan “vasiyet ve borçtan sonra” ifadesi hem bu ikisinin, taksime nisbetle önceliğine hem de önemine işaret etmektedir. Bu tâlimata göre önce ölünün borçları ödenecek, sonra vasiyeti yerine getirilecek, daha sonra da kalan miras paylaştırılacaktır. Hadisler ve icmâ, vasiyeti mirasın üçte biri ile sınırlamış, vârislere vasiyet yoluyla mal bırakmayı da yasaklamıştır. Terikenin üçte ikisi vârislerin mahfuz hisseleridir. Mûris (miras bırakan), malının üçte birinden fazlasını yabancılara (vâris olmayanlara) veya bir hayır kurumuna vasiyet etmiş olsa bile –vârisler razı olmadıkça– bu vasiyetin üçte biri aşan miktarı geçerli değildir.

Vâris olamayan akraba ile yetimlerin mirastan faydalandırılmaları, ayrıca nafaka, zekât, kurban, fıtır sadakası, üçte birle sınırlı vasiyet, ihtiyaç devam ettiği müddetçe –zekât ödenmiş olsa bile– yoksulların servet üzerinde hak sahibi olmaları ve bunlara ek olarak adaletli bir şekle sokulmuş olan miras taksimi, İslâm’ın öngördüğü sosyal adalet ve refahın sağlanmasında rol oynayan önemli kural ve kurumlardır.

13 ve 14. âyetlerde, yukarıda belirtilen buyruk, yasak ve tavsiyelerin Allah Teâlâ tarafından konulmuş sınırlar olduğu, Allah ve resulüne itaat edenlerin âhirette büyük mükâfatlara nâil olacakları, onlara itaatsizlik edip Allah’ın koyduğu sınırları aşanların ise ağır cezalara çarptırılacağı vurgulanmıştır.


Kaynak :

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır