allah ın takdir ettiği şeylerin zamanı geldiğinde gerçekleşmesi nedir / MÜSLÜMANLIKTA KADER İNANCI - İsmail Özcan

Allah In Takdir Ettiği Şeylerin Zamanı Geldiğinde Gerçekleşmesi Nedir

allah ın takdir ettiği şeylerin zamanı geldiğinde gerçekleşmesi nedir

Kader

Kader, Yüce Allah'ın, ezelden ebede kadar olacak bütün şeylerin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, ezeli ilmiyle bilip sınırlaması ve takdir etmesi, demektir. Allah'ın ilim ve irade sıfatlarıyla ilgili bir kavram olan kader, evreni, evrendeki tüm varlık ve olayları belli bir nizam ve ölçüye göre düzenleyen ilahi kanunu ifade eder.

Kaza

Cenab-ı Hakk'ın ezelde irade ettiği ve takdir buyurduğu şeylerin zamanı gelince, her birisini ezeli ilim, irade ve takdirine uygun biçimde meydana getirmesi ve yaratmasıdır. Kaza Allah'ın tekvin sıfatı ile ilgili bir kavramdır.

Kaza ve Kadere İman

Kaza ve kadere inanmak demek, hayır ve şer iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her ne varsa hepsinin Allah'ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile olduğuna, Allah'tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir. Dünyada meydana gelmiş ve gelecek olan her şey, Allah'ın ilmi, dilemesi, takdiri  ve yaratması ile olur.

Her şeyin bir kaderi var

Yüce Allah, insanları hür iradeleriyle seçecekleri şeylerin nerede ve ne şekilde seçileceğini ezeli yani zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilir ve bu bilgisine göre diler, yine Allah bu dilemesine göre takdir buyurup  zamanı gelince kulun seçimi doğrultusunda yaratır. Bu durumda Allah'ın ilmi kulun seçimine bağlı olup, Allah'ın ezeli manada bir şeyi  bilmesinin, kulun irade  ve seçimi üzerinde zorlayıcı bir etkis yoktur. Aslında insanlar, Allah'ın kendileri hakkında sahip olduğu bilgiden habersizdirler ve pratik hayatta  bu bilginin etkisi altında kalmaksızın kendi iradeleriyle davranmaktadırlar. Yüce Allah bildiği için belli şeyleri yapmıyoruz. Bizim bu işleri yapacağımız, O'nun tarafından ezeli  ve ebedi ve mutlak anlamında bilinmektedir. Allah, kulu seçen ve seçtiklerinden sorumlu olan bir varlık olarak yaratmış, onu emir ve yasaklarla sorumlu ve yükümlü tutmuştur. Ayrıca Allah Teala kulun seçimine göre fiilin yaratılacağı  noktasında bir ilahi kanun da belirlemiştir.

Kader - İlahi Sır

Kader konusunda bilinmesi  gereken bir başka husus da şudur: Kader iç yüzünü ancak Allah'ın bilebileceği, mutlak ve kesin bir biçimde çözümlenmesi mümkün olmayan bir ilahi sırdır. Zaman ve mekan kavramlarıyla yoğrulmuş bulunan insan aklı, zaman ve mekan boyutlarının söz konusu olmadığı bir ilahi ilmi, irade ve kudreti kavrayabilme güç ve yeteneğinde değildir. Kader konusunu kesin biçimde çözmeye girişmek, insanın kapasitesini zorlaması ve imkansıza talip olması demektir.

Kaderi bahane etmek

Kaza ve kadere inanmak iman esaslarındandır. Ancak insanlar kaderi bahane edere kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. Bir insan"Allah böyle yazmış, alın yazım buymuş, bu şekilde takdir etmiş, ben ne yapayım?" diyerek günah işleyemeyeceği gibi, günah işledikten sonra da kendisini  suçsuz gösteremez, kaderi mazeret olarak ileri süremez. Çünkü bu fiiller, insanlar böyle tercih ettikleri için bu seçime uygun olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. Ayrıca sır olan kaderin  içyüzü Allah 'tan başkası tarafından bilinemez. O halde kader ve kazaya güvenip çalışmayı  bırakmak, olumlu sonucun sağlanması ya da olumsuz sonuçların önlenmesi için gerekli  sebeplere sarılmamak ve tedbirleri almamak, İslam'ın kader anlayışı ile bağdaşmaz. Allah her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. İnsan bu sebepleri yerine getirirse Allah da o sebeplerin sonucunu yaratacaktır. Bu da bir İlahi kanundur ve kaderdir.

Kaynak:  İlmihal, İman ve İbadetler, TDV İslam Araştırmalar Merkezi

Kur'an-Kerim de  ve Hadislerde Kader

Kadere iman farzdır. Bu husus Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile bildirilmiştir. Allahü teâlâ, ezeli ilmiyle, insanların ve diğer mahlûkatın, ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ve ne yapacaklarını bilir. İlahın her şeyi bilmesi, her şeye gücü yetmesi gerekir. Bilmeyen, gücü yetmeyen, muhtaç olan, ölebilen ilah olamaz. Allahü teâlâ, herkesin ne yapacağını bilir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir) buyuruluyor. (Bekara )

İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, levh-i mahfuz denilen bir kitaptadır. Bu kitaptaki bilgilere kader deniyor. Kader hakkında birçok âyet-i kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir

(Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [levh-i mahfuzda yazılmış] olmasın. Elbette bu, Allah’a kolaydır.)
[Hadid 22]

(Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.)
[Al-i İmran]

(Ölüm zamanını takdir eden ancak Allah’tır.)
[Enam 2]

(Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.)
[Kamer 52, 53]

(Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.)
[Araf 34]

(Biz, her şeyi kader ile [bir ölçüye göre] yarattık.)
[Kamer 49]

(Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekânı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda] dır.)
[Hud 6]

(Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey, Ondan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de, apaçık kitaptadır.)
[Sebe 3]

(Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.)
[Fatır 11]

Peygamber efendimiz, bu âyet-i kerimeleri açıklamıştır. Kadere inanmak, imanın altı şartından biridir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.)
[Buhari, Müslim, Nesai]

(Kadere inanmak, iman esaslarındandır.)
 [Ebu Davud, Tirmizi]

(Kadere inanmayan imanın gerçeğine erişmez.)
[Nesai]

(Kaderi inkâr edenin İslam’dan nasibi yoktur.)
 [Buhari]

(Kadere iman etmek, tevhidin nizamıdır.)
 [Deylemi]

(Ahir zamanda şerli kimseler kader hakkında konuşur.)
[Hâkim]

(Ahir zamanda kaderi inkâr edenler çıkacaktır)
[Tirmizi]

(Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere [falcılara] inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.)
[Taberani, İbni Asakir, Hatib, İbni Ebi Âsım]

(Kaderi inkâr etmeyin. Hıristiyanlar kaderi inkâr eder.)
[Cami-us-sagir]

(Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe, dinde sabittir. Kaderi yalanlayınca helak olurlar.)
[Taberani]

(Ahirette kaderi tekzib edene rahmet nazarı ile bakılmaz.)
[İ. Adiy]

(Şu üç şeyden korkuyorum:

1- Âlimin sürçmesi,
2- Münafıkların (Kur'an böyle diyor) diyerek tartışmaya girişmesi,
3- Kaderin inkâr edilmesi.)
[Taberani]

(Kaderden bahsedilince dilinizi tutunuz!)
[Taberani]

(Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.)
[Taberani]

(Kadere, hayra ve şerre iman etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi mukadder olanın da asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.)
[Tirmizi]

(Bütün Peygamberler şunlara lanet etmiştir:

1) Allah’ın kitabında olmayan şeyi ona ekleyen [Kur’anda böyle yazıyor diye yalan söyleyen, Kur’anı kendi görüşüne göre tevil eden],
2) Allah’ın kaderini inkâr eden,
3) Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz ettiğini de zelil eden zalim idareci.)
[Taberani]

Kaderi yaratan Allahü teâlâdır. Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:

(Allahü teâlâ buyurur: “Ben âlemlerin rabbiyim, hayrı da, şerri de ancak ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun, hakkında hayır yazdığıma ise ne mutlu.)
[funduszeue.info] (Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük işleyeceklerini, Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette bilir, bildiğini yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor. Cebriye zorla Allah yaptırır der, Mutezile ise Allah’ın kaderini inkâr eder.)

(Bütün işler Allahü teâlâdandır; hayır olanı da şer olanı da.)
[Taberani]

(Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, Şer takdir edilmedi derler.)
[Beyheki] (Kaderiye, Mutezile demektir.)

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Bana iman edip de kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın.)
[Şirazi]

(Ümmetimin helaki üç şeydedir: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibar etmemek)

[Taberani]

(Allahü teâlâ, ilk önce Kalemi yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.)
[Tirmizi, Ebu Davud]

(Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.)
[Tirmizi] (Yani kader, takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.)

(Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara, (Herkes, kendi işine hazırlanır) ve (Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır) buyurdu.
(Müslim, Tirmizi)

Kazâ ve Kaderin İnce Bilgileri

Allahü teâlânın ismine sığınarak, mektûbumu yazmağa başlıyorum. Kazâ ve kaderin ince bilgilerini, kullarından seçilmiş olanlara bildiren ve doğru yoldan sapmamaları için, câhillerden saklıyan, Allahü teâlâya hamd ederim! Kazâ ve kaderin esrârını, din câhilleri anlıyamayıp, doğru yoldan kayar. İnsanları işlerinde mecbûr, esîr veyâ hâkim, yaratıcı sanmak tehlükesine düşerler. Allahü teâlâ, Peygamberlerinin en üstünü ile, kullarına doğru yolu, doğru bilgiyi gösterdi. Yanlış düşünen câhillerin ve âsîlerin özr, behâne etmelerine meydan bırakmadı. O büyük Peygambere ve Akrabâsına ve Eshâbının hepsine, bizden iyi düâlar ve selâmlar olsun (sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ Âlihi ve Eshâbih)! Onun Eshâbının herbiri, Allahü teâlâya itâat edenlerin ve kadere inanıp, kazâya râzı olanların en iyisidir.

Kazâ ve kader bilgisini, çok kimseler anlıyamamış, doğru yoldan ayrılmışdır. Bu bilgi üzerinde akl yürütenler, vehm ve hayâllerine kapılmışdır. Bunlardan bir kısmı, insanların istiyerek yapdığı işlerinin cebr, zor ile olduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yapdığını, istiyerek yapılan işlere, Allahü teâlânın karışmadığını söylemişdir. Üçüncü anlayış şekli de, doğru yolda gidenlerin, islâmiyyeti iyi anlıyanların sözüdür ki, bunlar, (Fırka-i nâciyye) ismi ile müjdelenmiş olan Ehl-i sünnet vel-cemâ'at'dir. Allahü teâlâ, o yüksek âlimlerden ve onların yolunda gidenlerden râzı olsun! Bunlar, birinci ve ikinci kısmda olanlar gibi taşkınlık yapmamış, orta yolu seçmişlerdir.

Ehl-i sünnetin reîsi olan imâm-ı a'zam Ebû Hanîfe (rahmetullahi aleyh), imâm-ı Ca'fer-i Sâdıkdan (radıyallahü anh) sordu:
- Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini, onların arzûsuna bırakmış mıdır?
- Allahü teâlâ, rübûbiyyetini, âciz kullarına bırakmaz, buyurdu.
- Kullarına, işleri zor ile mi yapdırıyor?
- Allahü teâlâ âdildir. Kullarına zor ile günâh işletip, sonra Cehenneme sokmak, Onun adâletine yakışmaz, buyurdu.
- O hâlde, insanların, istekli hareketi, kimin arzûsu ile oluyor, kim yapıyor?
- İşleri insanların arzûsuna bırakmamış ve kimseyi cebr etmemişdir. İkisi arası olagelmekdedir. Yaratmağı kullarına bırakmadığı gibi, zor ile de yapdırmaz.

İşte, Ehl-i sünnet âlimleri diyor ki, kulların istekli hareketlerini, işlerini Allahü teâlâ îcâd etmekde, yaratmakdadır. Onun kudreti ile var oluyorlar. Fekat, insanın kudreti de karışmakdadır. İstekli hareketlerimiz, Allahü teâlânın kudreti ile (Yaratılır) ve bizim kudretimiz ile (Kesb edilmiş) olur.

Ehl-i sünnetden, Ebül-Hasen-i Alî Eşarîye göre, insanların istekli işlerine, kendi ihtiyârları, hiç karışmaz. Yalnız, kul bir iş yapmak isteyince, Allahü teâlâ, o işi hemen yaratmakdadır. Âdet-i ilâhîsi hep böyledir. İşin yapılmasında kulun kudretinin tesîr i olmaz. Bu sözü, (Cebriyye) mezhebinin sözüne yakındır. Bunun için, Eşarî mezhebine (Cebr-i mütevassıt) denilmekdedir.

Büyük âlim, Ebû İshâk İsferâînî buyurdu ki, (İnsanların yapdığı, istekli hareketlerinin meydâna gelmesinde, kendi kudretleri de işe karışmakdadır. İş iki kudretin bir araya gelmesi ile yapılıyor. Biri, kulun kudreti, ikincisi Allahü teâlânın kudretidir. Ayrı iki kuvvetin tesîr i ile, bir iş meydâna gelir) diyor. Eşarîden kâdî Ebû Bekr-i Bâkıllânî buyuruyor ki, (İnsanın kudreti, işin meydâna gelmesine değil, işin iyi veyâ fenâ olmasına, yanî tâat veyâ günâh olmasına tesîr  eder. Mâtürîdî mezhebi de böyledir). Bu zaîf kulun anladığına göre, insanın kudreti, işin yapılmasına da, iyi veyâ fenâ olmasına da, birlikde tesîr  etmekdedir. Çünki, işin meydâna gelmesine tesîr  etmeyip, yalnız iyi veyâ fenâ olmasına tesîr  eder demek manâsızdır. Çünki, işin iyi veyâ kötü olması, işin yapılması ile meydâna çıkar. Fekat, bunun için de, aynı kuvvetin ayrıca tesîr  etmesi lâzımdır. İşin yapılması başkadır, iyi veyâ fenâlığının yapılması başkadır. O hâlde, işin iyi veyâ fenâ olması için de, kuvvetin ayrıca tesîr i lâzımdır demek, yanlış olmaz. Ebül-Hasen-i Eşarî, böyle demiyor. Hâlbuki, insanların kudretini Allahü teâlâ yaratdığı gibi, bu kudretin tesîr  etmesini de Allahü teâlâ yaratmakdadır. Bunun için, kulun kudretinin tesîr  etdiğini söylemek, hakîkate dahâ yakın olur. Eşarî mezhebi, Allahü teâlânın, kullarını cebr etdiğini bildirmiş oluyor. Çünki, kulda ihtiyârın yanî beğendiğini yapmak bulunmadığını ve kulun işinde, kendi kuvvetinin hiç tesîr i olmadığını bildiriyor. Bu mezhebi, cebriyyeden ayıran şey, cebriyye mezhebinde, bir insan, bir işi yapdı demek, mecâzdır. Yanî, o istekli işi, yalnız Allahü teâlâ yapmışdır. O insanın eli ile yapmışdır. İnsanda kudret yokdur derler. Eşarî ise, işi yapan, hakîkatde insandır. Ancak, insanın isteği ile değil, Allahü teâlânın istemesi ile yapmışdır. İnsanda ihtiyâr yokdur diyor. Ehl-i sünnetden, Eşarîden başkaları, kulun kudreti, yapdığı istekli işde tesîr  eder diyor. Eşarî ise, kudreti ancak, işin yaratılmasına sebeb olup, yaratılmasında tesîr i olmaz diyor ki, her ikisine göre de, işi insan yapdı demek doğru olur. Ehl-i sünnet, Cebriyyeden, böylece ayrılmış olur. Cebriyye mezhebinin, insanın, istekli işlerini hakîkaten yapdığını kabûl etmemesi, işi insan yapdı demek mecâzdır demesi küfrdür, Kur'ân-ı kerîmi inkâr etmekdir. (Temhîd) kitâbının sâhibi iyor ki, Cebriyye mezhebinde, (İşi insanın yapması mecâzdır, görünüşdür, insanda kudret yokdur. Kullar, rüzgarla sallanan yaprak gibidir. İnsanların her hareketi, ağacın hareketi gibi mecbûrîdir) diyenler kâfir olur. Yine diyor ki, Cebriyyenin, (Kulların iyi, kötü, bütün işleri, hakîkatde onların değildir. İhtiyârî hareketleri de yapan, yalnız Allahdır) sözleri de küfrdür.

Süâl: İmâm-ı Eşarî  insanın işinde, kudretinin tesîri yokdur, hakîkatde insanın ihtiyârı da yokdur dediği hâlde, işi yapan hakîkatde kuldur demesi, doğru mudur?

Cevâb: İnsan kudretinin, işinde tesîr i yok ise de, Allahü teâlâ, işi yaratması için, onun kudretini sebeb kılmışdır. Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, insan kudretini ve ihtiyârını bir iş için kullanınca, Allahü teâlâ, o işi yaratıyor. İnsanın kudreti, böylece, işin yapılmasına sebeb oluyor. İşlerin yapılmasına tesîr  etmiş oluyor. Çünki, kulun kudreti olmadıkça, âdet-i ilâhî o işi yaratmamakdadır. Bu âdete göre, işi yapan, insandır demek, hakîkatde doğru oluyor. Eşarî mezhebini doğru yola uydurmak, ancak böyle olur. Başka dürlü anlatanları şübheli dinlemelidir.

Ehl-i sünnet âlimleri kadere inanmış, kaderin hayrlısı, şerlisi, iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü teâlâdandır demişdir. Çünki (Kader), var etmek, yaratmak demekdir ve herşeyi yapan, yaratan, ancak Allahü teâlâdır. (Mutezile), yanî kaderiyye fırkası kazâ ve kadere inanmadı. İşlerin, yalnız kulun kudreti ile hâsıl olduğunu zan etdi. Şerler, kötülükler, Allahü teâlânın kazâsı ile olsaydı, bunlar için azâb yapmazdı. Bunlara azâb yapması zulm olur dedi. Böyle sözleri söylemek zulmdür. Câhilce sözdür. Çünki, kazâ ve kadere inanmakla, kulun ihtiyârı ve kudreti gitmez. (Kazâ) demek, bir insanın bir işi kendi ihtiyârı ile yapıp yapmayacağını, Allahü teâlânın, önceden bilmesi demekdir ki, insanda ihtiyârın bulunduğunu göstermekdedir. Kazâya inanmak irâdenin, ihtiyârın yok olmasına sebeb olsaydı, Allahü teâlâ da, yaratmağa mecbûr veyâ memnû olurdu. Çünki, ezelde, her şeyin var olacağını bildi ise, onu yaratmağa mecbûr olurdu. Yokluğunu bildi ise, yaratması memnû olurdu. Kazâya inanmak, kulda ihtiyârın bulunmasına inanmağa mâni olsaydı, Allahü teâlâda irâde ve ihtiyârın bulunmasına inanmağa da mâni olurdu. Allahü teâlânın yaratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irâde sıfatını yok etmediği gibi, kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi, kulların irâde ve ihtiyâr sâhibi olmalarına mâni değildir. Evet, insanların kudreti azdır. İşi yalnız insan kudreti yapar demek, pek aklsızlık olur ve düşüncesizliğin son derecesidir. Mutezilenin, burada da, doğru yoldan ayrılmış olduğunu, Mâverâünnehr âlimleri bildirmiş, bunların sözü, mecûsîlerin  sözünden dahâ fenâdır demişlerdir. Çünki mecûsîler, Allahü teâlânın bir şerîki, ortağı var sanmışdır. Mutezile ise, sayısız ortak var demekdedir.

(Cebriyye mezhebi), insan aslâ bir iş yapmaz, cânsızlar gibi hareket eder. İnsanın kudreti, kasdı, ihtiyârı yokdur diyor. İnsanlar iyi iş yapınca sevâb kazanmaz, kötü işlerine azâb yapılmaz sanıyor. Kâfirler, günâh işliyenler mazûrdur, mesûl olmazlar. Çünki, insanın her işini, yalnız Allah yapıyor. İnsan istese de, istemese de, Allah günâh yaratıyor. İnsan günâh yapmağa mecbûrdur diyorlar. Bu sözleri küfrdür. Bunlara (Mürcie) de denir ki, melûndurlar. Günâh, insana zarar vermez. Âsî, fâsık, azâb görmiyecekdir dediler. Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki, (Mürcie mezhebinde olanlara yetmiş Peygamber, lanet etmişdir). Mezhebleri temâmen yanlışdır, bozukdur. Çünki, ihtiyârî, istekli hareketimiz ile, titreme, refleks hareketlerinin başka olduğu meydândadır. Elimizle birşey tutmamız, elbette ihtiyârımız iledir. Göz seğirmesi, kalbin çalışması ise, böyle değildir. Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, bu mezhebin bozuk olduğunu bildirmekdedir. Nitekim, Secde ve Ahkaf ve Vâkı'a sûrelerinde, (Yapdıklarının cezâsıdır) ve Kehf sûresinde, (İstiyen îmân etsin, istiyen inanmasın!) meâl-i şerîfleri ile buyurmakdadır.

İnsanların çoğu, tenbel olduğundan ve niyyetleri kötü olduğundan özr, behâne arıyor. Süâlden, azâbdan kurtulmak için, Eşarî, hattâ Cebriyye mezhebine yanaşıyor. Bunlar, bazan, (İnsanın hakîkatde ihtiyârı yokdur. İşi insanın yapması mecâzdır, görünüşdedir) diyor. Bazan da, (İnsanın ihtiyârı azdır. Herşeyi yapan, Allahü teâlâdır) diyor. Bu söz, Cebriyye mezhebine kayıyor. Bunlar, bazı tesavvuf büyüklerinin sözlerini öne sürüyor. Meselâ, (İşleri yapan birdir. Hiçbirşey yokdur, yalnız O vardır. İnsanın işinde, kudretinin tesîr i yokdur. İnsanın hareketi, ağacın sallanması gibidir. İnsanın varlığı da, işleri de, çöldeki serâb gibidir, bir görünüşden başka birşey değildir) gibi sözler, bu gevşek, tenbellerin kötü söylemelerini ve işlemelerini destekliyor. Herşeyin doğrusunu, ancak Allahü teâlâ bilir. Bildiğimiz kadar, bunlara şöyle cevâb veririz ki: Eşarînin dediği gibi, eğer ihtiyâr, hakîkaten bulunmasaydı, Allahü teâlâ, kulların zulm etdiğini bildirmezdi. İnsanın yapdığı işde kendi kudreti tesîr  etmeyip, kudreti, yalnız işin yaratılmasına sebeb olsaydı, insanların kötü işlerine zulm denmezdi. Hâlbuki Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmin birçok yerinde, insanların zulm işlediğini bildiriyor. İnsanın gücü, işin yaratılmasına tesîr  etmeyip, yalnız sebeb olsaydı zulm buyurmazdı. Evet, Allahü teâlâdan gelen elemlerde, azâblarda, insanın ihtiyârı karışmıyor. Fekat, bu zulm olmaz. Çünki, Allahü teâlâ, kaydsız, şartsız mâlikimiz, sâhibimizdir. Mülk yalnız Onundur. Mülkünü, istediği gibi kullanır, hiç zulm olmaz. Fekat insanların zulm etdiklerini bildirmesi, insanda ihtiyârın bulunduğunu göstermekdedir. Burada zulmün mecâz olması düşünülemez. Hakîkatler, zarûret olmadıkca mecâz yapılmaz.

İnsanların irâdeleri, ihtiyârları zaîfdir, azdır sözüne gelince, eğer Allahü teâlânın ihtiyârı yanında azdır denirse veyâ insanların ihtiyârı yalnız olarak işleri meydâna getiremez demek istenirse, doğru olur. Fekat, eğer ihtiyârları, işlerin yapılmasına tesîr  etmez denirse, doğru olmadığını yukarıda bildirdik.

Allahü teâlâ, kullarına yapabilecekleri şeyleri emr etmişdir. İnsanları zaîf yaratdığı için, her emrinde kolaylık göstermişdir. Nisâ sûresi yirmiyedinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, size hafîf, kolay emr etmek istedi. Çünki, insan zaîf yaratılmışdır) buyuruldu. Allahü teâlâ, (Hakîm)dir. Kullarına yapamıyacakları şeyi emr etmek hikmetine, refetine yakışmaz. Kullarına, kaldırılamıyacak, büyük kayayı kaldırmağı emr etmeyip, herkesin çok kolay yapacağı kıyâm, rükü, secde, ufak bir âyet okumak ile meydâna gelen nemâzı emr etmişdir. Nemâz kılmak, herkes için çok kolaydır. Ramezân-ı şerîf orucu da, pek kolaydır. Zekâtı da, çok hafîf emr etmiş, malın hepsini değil, kırkda birini verin demişdir. Hepsini veyâ yarısını vermeği emr etseydi, kullarına güç olurdu. Merhameti, pek fazla olduğundan, emri tâm yapılamaz ise, dahâ da hafîfletmişdir. Meselâ, abdest alamıyanlara, teyemmüm etmeğe, nemâzda ayak üzere duramıyanlara, oturarak kılmağa, oturamıyanlara da, yatarak kılmağa, rükü ve secde yapamıyanlara, îmâ ile kılmağa, bunlar gibi, dahâ nice kolaylıklara izn vermişdir. İslâmiyyetin emrlerine dikkatle ve insâfla bakan, bu kolaylıkları görür. Allahü teâlânın, kullarına ne kadar çok merhametli olduğunu, pek iyi anlar. Emrlerin pek kolay olmasının bir şâhidi de, çok kimselerin, emr olunan ibâdetlerin, dahâ artmasını istemesidir. Nemâzın, orucun artmasını istiyen, çok görülmüşdür. Evet, ibâdet yapmak güç gelen kimseler de, yok değildir. Böyle kimseler, normal insan değildir. Böyle bozuk kimselere, ibâdetlerin zor gelmesine sebeb, nefslerinin karanlığı ve şehvânî arzûlarının kötülüğüdür. Bu karanlık ve kötülükler, nefs-i emmâreden hâsıl olmakdadır. Nefs-i emmâre, Allahü teâlânın düşmanıdır. Şûrâ sûresi onüçüncü âyetinde meâlen, (Îmân ve ibâdet etmek, müşriklere güc gelir) ve Bekara sûresi, kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Nemâz kılmak, yalnız müminlere, Allahü teâlâdan korkanlara kolay gelir) buyuruldu.

Bedenin hastalığı, ibâdetlerin yapılmasını güçleşdirdiği gibi, (Bâtın)ın hasta olması da güçleşdirir. Allahü teâlâ, islâmiyyeti, nefs-i emmâreyi,  arzûlarından, âdetlerinden vaz geçirmek için gönderdi. Nefsin istekleri ve islâmiyyetin istekleri birbirinin zıddıdır, aksidir. O hâlde, ibâdetleri yapmakda güclük çekmek, nefsin kötülüğünü gösteren bir alâmetdir. Nefsin arzûlarının kuvveti, bu güçlüğün çokluğu ile ölçülür. Nefsin istekleri kalmayınca, güçlük de kalmaz.

Sôfiyye-i aliyyeden bazısının, insanda ihtiyârın bulunmadığını veyâ kuvvetsiz olduğunu gösteren birkaç sözünü yukarıda yazmışdık. Tesavvuf büyüklerinin, islâmiyyete uymıyan sözlerine, hiç kıymet verilmez. Nerde kaldı ki, huccet ve sened olarak kullanılsın. Yanî, bir iddiâyı, düşünceyi isbât için böyle sözleri şâhid getirmek, hiç doğru olmaz. Şâhid, sened olacak, uyulabilecek, ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin sözleridir. Sôfiyye-i aliyyenin sözlerinden, âlimlerin sözüne uygun olanlar, kabûl edilir. Uymıyanları, kabûl edilmez. Burada da yine bildirelim ki, Sôfiyye-i aliyyeden, hâlleri, keşfleri doğru olanlar, islâmiyyete uymıyan hiçbirşey söylememiş ve yapmamışdır. Keşflerinden, hâllerinden, islâmiyyete uymıyanların, yanlış olduğunu anlarlar. İslâmiyyete muhâlif olan sözlere ve hareketlere doğru diye sarılmak, zındıklık, ilhâd yanî dinsizlik alâmetidir.

Şunu da ilâve edelim ki, Sôfiyye-i aliyyenin islâmiyyete uymıyan bazı sözleri, hâlin kapladığı zemânda, keşf yolu ile anladıkları bilgilerdir ki, o zemân, akl ve şüûrları örtülü olduğundan, özrlü sayılırlar ve keşfleri yanlış olmuşdur. Başkalarının, böyle keşflere, sözlere uyması câiz değildir. Böyle sözlere, islâmiyyete uyacak şeklde manâ vermek, kelimelerden anlaşılan manâyı bırakıp, meşhûr olmıyan manâlarını vererek, islâmiyyete uydurmak lâzımdır. Çünki âşıkların, muhabbet serhoşlarının sözleri, çeşidli manâlara gelir. Bu manâlar arasından, doğru ve onların büyüklüğüne yakışan manâyı bulup, öyle kabûl etmek lâzımdır.

İmam-ı Rabbani Hazretlerinin Mektubat'ından Mevlânâ Bedreddîne Arabî'ye yazılan Mektub


Allah&#;ın takdir etmesi ne demektir?

Değerli kardeşimiz,

- Allah’ın takdir etmesi, olacak her şeyin ne şekilde, nasıl, nerede ne zaman olacağına dair konumunun, sonsuz ilminin dairesinde şekillendirmesi demektir.

Yani, Allah her konuda, -tabir yerindeyse-iğneden ipliğe, atomdan galaksilere kadar ne yapacağını ezelden beri bilmektedir. Onun ilmiye belirlediği bu hususlar takdir etmek manasına gelir.

- Allah ezelde, olacak her şeyi bilmekle bizi o şeyi yapmaya zorlamış olmaz mı?

Hayır. Çünkü kulun bir şeyi yapacağını Allah`ın bilmesinin, kulun fiili üzerinde zorlayıcı bir tesiri yoktur.

Bunu bir misalle izah edelim:

Astronomik incelemeler neticesi bir sene sonra ayın tutulacağını bildiğimizi farzedelim. Günü gelince ay tutulsa, bu, ayın biz bildiğimiz için tutulduğu mânasına gelebilir mi? Hayır. Çünkü ay, biz bildiğimiz için değil, tutulma sebeblerinin varlığından dolayı tutulmuştur. Biz o sebebleri daha bir sene önceden ilmî incelemelerle keşfederek ayın tutulacağı hususunda bilgi sahibi olduk. Hiçbir zaman biz ayın tutulacağını söylediğimiz için ay tutulmadı.

Aynen bu misal gibi, Allah da kulun irâdesini hayır veya şerden hangi istikamette kullanarak nasıl bir davranış yapmak istediğini önceden bilir, onu tesbit ve takdîr eder. Zamanı gelince de kulun istediği istikamette yaratır. Allah`ın bu bilmesi, kulun o fiili işlemeyi istiyeceği içindir. Yoksa, Allah bildiği için kulun o işi yapmayı istemesi ve işlemesi söz konusu değildir.

Şu halde, kulun irâdesini kullanarak işlediği fiillerini Allah`ın ezelde bilip takdîr etmesi, kulu mesuliyetten kurtarmaz. Çünkü, bu bilişte kulu bir zorlama, irâde ve ihtiyarını ortadan kaldırma durumu kesinlikle yoktur.

Selam ve dua ile
Sorularla İslamiyet

Ediz SÖZÜER

Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın “Kader ve İradenin Hakikati isimli” 6. Hakikati olan Kader Risalesi İzahı’nda “Üçüncü Mebhas”ı inceliyoruz. Konuyu tam ve bütünlük içinde anlayabilmeniz için Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın muhtelif yerlerine atıfta bulunarak mutlaka okunması gerektiğini belirttiğimiz yazıları (bu yazının tamamını bir kez okuduktan sonra) sırasıyla tek tek okumak suretiyle yazımızı tekrar mütalaa etmeniz en üst düzey bir istifadeyi temin edecektir.

Öncelikle kader manasında da kullanılan takdir kavramının neyi ifade ettiği üzerinde duralım. Takdir, eşya üzerinde meydana gelecek hadiselerin ölçü ve miktarlarının tayin edilmesi, belirlenmesi manasında kullanılan bir kavramdır. Diğer bir ifadesiyle her şeyin var edilmeden önce bütün planlarının, modellerinin, işleyiş şekillerinin ve tasarımının görsel ölçülerinin bilgisinin, belirlenip yazılmış olmasıdır.

Kader ve iradeyi iç içe iki daire olarak tasavvur ettiğimizde,

İnsanın irade sahasına giren, hür iradesi ile yön verebileceği hadiselerin ve “insanın tercihine göre şekillenen ve değişebilen alternatif kader şablonlarının mevcut olduğu” alanı küçük daire; gerçekleşecek tüm hadiselerin ve meydana gelecek bütün eşyanın en nihaî ve değişmez hâllerinin “önceden” bilinerek takdir edildiği, yazılı bulunduğu ve kayıt altında tutulduğu büyük kader defterini ve ilahî programı ise büyük daire olarak düşünebiliriz.  Bu ikisinin arasında kalan alanda insanın iradesinin işin içine dâhil ol(a)madığı ve bir çeşit “mecburî kader dairesi” olarak da düşünebileceğimiz bir saha vardır. Hangi memlekette ve ne zaman doğacağımız, biyolojik özelliklerimizin nasıl olacağı, ne zaman öleceğimiz gibi.

“Değişebilen Kader” Hakkında Ara Not: Bu iki alan arasının kesin çizgilerle ayrılmış olduğunu söylemek de çok doğru olmaz. Çünkü değişmeyeceği söylenilen ölüm zamanı bile “Sadaka ömrü uzatır” hadisi gereğince değişebilir. Yapacaklarımızı önceden bilen ve iradî tercihlerimize göre, yani bize göre şekil almayı tercih edebilen incelikteki büyük bir şefkat ve rahmetin idare ve hâkimiyeti altına girmeyi kim istemez ki? Diğer taraftan hadis olarak rivayet edilen ve İslamî bir kabul olan “Ecel birdir, değişmez” ifadesini; sadakanın verilmesi şartına bağlı olarak ömrün uzatılması ve  ilm-i ilahî tarafından sadakanın verilip verilmeyeceği bilindiğinden, ölüm zamanının bu en nihaî noktadaki şekliyle Levh-i Mahfuz denilen değişmez kader defterine kaydedilmesi olarak düşünebiliriz.

Burada kaderin bu boyutuyla ilgili bir ayet mealine yer vererek belli bir yaklaşım açısı oluşturmaya çalışacağız. Ayet meali şöyle: “Yeryüzünde ve nefislerinizde baş(ınız)a gelen hiçbir musîbet yoktur ki, mutlaka onu yaratmamızdan önce bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da yazılı) olmasın! Şüphesiz ki bu, Allah’a göre pek kolaydır. Tâ ki elinizden gidene üzülmeyesiniz ve (Allah’ın) size verdiği ile şımarmayasınız! Çünkü Allah, kendini beğenenleri ve çok övünenleri sevmez.” (Hadid Sûresi ayetler.)

Özellikle irademizle yönlendiremeyeceğimiz ve değiştiremeyeceğimiz hadiselerde üzülmememiz ve tercihte bulunma serbestiyetimizi doğru yerde kullanmamıza bağlı olarak Allah’ın yaratmasıyla vücuda gelen iyiliklerimiz ve sahip olduğumuz nimetlerle de şımarmamamız ve kendimizden bilmememiz gerekliliği, kaderin hikmetini çok güzel bir şekilde ortaya koyuyor. Aslında her şey kader iledir ve Allah’ın takdiriyledir. Onun haricinde vücuda gelmeleri mümkün olmaz. Bununla ilgili tetkiklerimizi hem Tabiat Risalesi hem de Haşir Risalesi izah metinlerinde yapmıştık. Konu münasebetiyle yeniden üzerinden geçelim:

Eşyanın zihinde tasarlanan özel şekli ve belirlenmiş miktarı, yapılacak eşyanın manevî kalıbı gibidir. Eşyayı yapanın zihninde bilgi olarak mevcut olan, fakat hariçte görünmeyen, yapıldığı zaman ortaya çıkan soyut kalıp yani ilmî vücudu olan manevî kalıp, diğer bir deyişle ilmî kalıp yani bilgiye dayalı kalıp üzerinde eşyayı oluşturacak maddeler işlenir ve vücuda getirilir. İşte ilahî kudretin inşa suretiyle yaratımı da böyledir, bu şekilde işler. Cenâb-ı Hak, ezelî ilmiyle belirlediği bir plan, program ve model olan ve eşyanın manevî kalıbı mahiyetindeki kader cetveli üzerinde, kudret kalemiyle, zerreler mürekkebiyle kâinat kitabını her vakit gözümüz önünde kolayca, süratle, sanatlı, intizamlı ve hikmetli olarak yazar.

Allah tarafından yaratılacak eşyanın bütün planları, işleyiş şekilleri ve tasarımının görsel ölçülerinin bilgisi, kendi ilminde manen mevcut bulunur. Bu durumda eşya maddî olarak vücuda gelmeden önce, âdeta manevî bir vücudu hükmünde, ilmî bir varlığa ve manevî kalıplara sahip olmuş olur. Madde parçacıkları o manevî kalıbın belirlenmiş sınırlarına yerleştirilir, sınırların dışına taşmalarına müsaade edilmez. Böylece düzenli işleyiş ve şekillerini koruyabilmeleri mümkün hâle gelir. Nasıl ki bir mimarın eserinin maddî olarak vücuda gelmesinden önce, o eserin plan ve proje çizimi ve hatta zihnindeki tasarımı, o mimarî eserin manevî ve ilmî bir varlığı gibidir. Aynen öyle de eşyanın gerek maddî şekli, gerekse hayatı müddetince geçirdiği hâller ve değiştirdiği tavırlar, içine girdiği vaziyetler ve şekiller, ilahî ilmin belirlemesi ve iradenin tercih etmesi olmadan ortaya çıkamaz ve kararlı, düzenli bir şekilde işleyemezler.

Bu meselenin detaylı izahları ve ispatları, Tabiat Risalesi izah metinleri içindeki “Kalıp Olmadan Üretim Olmaz! (Canlı Üretimi Alternatifleri)” ve “Her Şey İlahî Kudretle Nasıl Meydana Geliyor” başlıklarında yapılmıştır. Oraya havale ediyoruz. Eşyanın vücuda geldikten sonraki hayat macerasının yazılıp kayıt altına alındığına dair delil ve tespitler ise, Haşir Risalesi izah metinleri içindeki “İlahî Bilgi Havuzu” ve “Akıl Harici Bir Kurgu” başlıklarındadır. Konuyu tam ve bütünlük içinde anlayabilmeniz için mutlaka okunması gereken bu yazıları aşağıdaki adreslerden okuyabilirsiniz:

Kalıp Olmadan Üretim Olmaz! (Canlı Üretimi Alternatifleri): funduszeue.info

funduszeue.info

funduszeue.info

funduszeue.info

Yalnız şu kadar bir hatırlatmada bulunalım: Madde âlemindeki çiçeklerin, ağaçların ve hatta bütün canlıların oluşum kanunlarının, kendilerine mahsus şekillerinin ve temel özelliklerinin tohumlarda, DNA’larda kaydedilip saklanması ve genetik bilginin bir sonraki nesillere mükemmel bir şekilde aktarılması; kâinatın yaratılış maksatlarına temas eden ve ebedî âlemlerde önemli neticeler veren insanın fiillerinin de aynen, belki çok daha ince bir titizlik ve dikkatle kayıt altına alındığını kesin olarak göstermekte ve bildirmektedir. Yine Tabiat Risalesi izah metinleri içinde “Tek Bir Merkezden Canlı Üretimi” başlığı altında, eşyanın sınırsız sayı ve çeşitlilikteki karışık ihtimaller ve sonuçsuz kalacak yollar karşısında birdenbire belli bir yolu, neticeli bir alternatifi ve faydalı bir şekli tereddüt etmeden ve maharetle seçmelerinin; kesin olarak bir irade, ilim ve göze görünmeyen fakat manevî vücudu muhakkak olan bir plan ve programla hareket ettiklerini gösterdiğinin parlak tespitleri yapıldığından konunun detaylarını, bahsi geçen izah metnini ve Kader Risalesi’nin Üçüncü Mebhası’nın harikulade orijinallikteki tespitlerini incelemenize havale ediyoruz. İlgili bölümü aşağıdaki yazının içinde bulabilirsiniz.

funduszeue.info

Yalnız şu kadar söyleyelim ki: Böyle belli kurallar ve kaidelerle ve intizamlı olarak, bir plan ve program dâhilinde ortaya çıkan eşyanın içinde, âlemin en nadide ve kıymetli ürünü, neticesi bulunan ve yeryüzünde Allah’ın ilahî maksatlarının yerine gelmesine bir merkez nokta teşkil eden insan, elbette başıboş bırakılmayacaktır ve onun da muhakkak suretle hayat serüveni boyunca içine gireceği çeşitli hâller ve başına gelecek hadiseler, bir plan ve program ile belirlenecek ve kader kanunuyla yürütülecektir.

Kader Risalesi’nin Üçüncü Mebhası’ndaki soru-cevap üzerinde de biraz durmak istiyoruz. Mâlumdur ki, insana verilen tercih hürriyeti ve bu irade kuvvetinin serbestçe kullanım imkânına rağmen, içinde bulunduğumuz şartları belirleyen pek çok değişkenin kaderce sabit ve değişmez olarak belirlenmiş olduğu bilgisi ve çok sayıdaki hadisenin ise irademizden bağımsız olarak başımıza ister istemez geleceğinin takdir edilmiş olduğu haberi, ilk bakışta biraz can sıkıcı ve tatsız görünebilir.

Fakat bunun (kaderin) alternatifi nedir ve bu durum gerçekten tatsız bir durum mudur? Bunu iyi tespit etmek lazım. Öncelikle her şeyin ilahî bir ilim tarafından planlanıp tasarlanması ve yine ilahî iradenin tercihi ve kararıyla icra edilmesine alternatif olarak, tüm bu hadiselerin tamamen tesadüfe bağlı olarak vücuda gelmesi vardır.

Böyle bir durumda ise diyelim ki, sınırlı bir dairede küçük bir serbestlik ve hürriyete sahip olmuş olalım. Fakat bununla birlikte manen ne kadar bir yük sırtımıza binecek ve bizi taşıyamayacağımız o müthiş ağırlığıyla ezecektir, bunu iyi hesap etmemiz lazım. Kitabımızda 2. Söz’ün izah metninde ve Söz’ün izah metinleri içindeki “Muhteşem Bir Güven Duygusunun Kaynağı” başlığında bu ağır yükün ve tesadüfe bağlı dönüp duran bir dünyanın kasvetli ve dehşetli tasviri ile şefkatli, hikmetli ve kudretli birinin idaresi altında bulunan yeryüzünün huzur, sevinç ve mutluluk veren ikinci durumunun detaylı anlatımları yapılmıştı. Bu yazıyı aşağıdaki adresten okuyabilirsiniz:

funduszeue.info

Bu hakikatin zihnimizde daha net anlaşılmasına yardımcı olan (Kader Risalesi’nin Üçüncü Mebhası’ndaki) saray misaline tekrar bakalım. Sahipsiz, korumasız bir saray içindeki adam, etrafına kendi kuvvetiyle sahip olmaya, belki başkalarının hukuklarını ihlal ederek hırsızcasına kendine yer edinmeye çalışır. Fakat tabii bu başıboş saray içindeki kurulu düzenin idaresi ve içinde beslenen canlıların rızıklarının temini gibi zahmetli bir sürü iş vardır. Ayrıca tüm bunların idaresinin hem kendisi hem diğer her şey için yerine getirilmesinin maddî, manevî yükü ve külfeti çok ağır ve endişe vericidir. Böyle bir endişe ve korku içinde huzur bulmanın, mutlu olmanın imkânı yoktur. Sarayda işleyen idare kanunlarının mevcudiyetini bilerek o kanunlara itimad eden ve sarayın kurulu düzeninin bir plan dâhilinde, bozulmadan ve kolaylıkla işlediğini düşünen ve hem kendi hem hiçbir şeyin hâlinden endişe etmeyen diğer adama baktığımızda ise, bulunduğu mekânda huzur ve mutlulukla, rahatça, keyifli ve sevinçli bir surette sarayın nimetlerinden güzelce istifade ettiğini ve görünüşte çirkin görünen bir hadise ile karşılaşsa bile şefkatli bir idarenin yürüttüğü idare kanunlarının, elbette neticesi itibarıyla güzel olan işler yapacağını ve yaptığını bilerek, o işleri de iyi karşıladığını görüyoruz.

Bu misal bizlere gerçekten de önümüzde ucu bucağı olmayan kocaman bir ufuk açıyor dikkat ederseniz. Her şeyin “şefkat ve merhamet sahibi olan, hikmet ve adaletle işleyen, hadsiz bir kudrete ve sınırsız bir zenginliğe sahip biri”nin idaresi altında olduğunu ve onun koyduğu kanunlara bağlı bulunduğunu ve canlı-nu ve hiç bir esi altında, onun koyduğu kanunulara bağlı olarak bir kudrete ve sınırsız bir zenginlnı ve yaptığını bilercansız hiçbir şeyin onun izni olmadan zarar ve menfaat veremeyeceğini itikad etmek ve bundan kesinlikle emin olmak, nasıl bir güzelliktir ve ne kadar muhteşem bir güven duygusunun kaynağıdır?

Olur olmaz şeylerden meded ummaktan, her şeyden korkmaktan ve karmakarışık, başıboş bir dünyada yapayalnız mücadele etmeye mecbur olmaktan ve tesadüfî cereyan ettiği zannedilen hadiseler içindeki perişanlıktan ve kaostan nasıl mükemmel bir çıkış noktasıdır?

Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın “Kader ve İradenin Hakikati” isimli bölümünün bir parçası ve Söz-Kader Risalesi’nin 3. Mebhas’ının izah metni olan yazımızda sunulan hakikatlerin tam olarak hissedilerek pekiştirilmesi için, eser metnini de içeren görsel destekli ders videosunu da aşağıdaki adresten izlemenizi tavsiye ediyoruz.

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı Ders Videosu: Her Şeyin Allah’ın Takdiriyle Olması Ne Demektir?

funduszeue.info

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası