faruk sağın palto / Turkmenistanda satlyk telefon, kompýuter, emläk | TMCARS

Faruk Sağın Palto

faruk sağın palto

Dünyanın En Prestijli İtalyan Pitti Fuarı'na Türk Damgası

İtalya'da her yıl düzenlenen dünyanın en önemli erkek giyim moda fuarı Pitti Uomo’nun 93’üncüsü, Ocak tarihleri arasında İtalya’nın Floransakentinde gerçekleşti. Her yıl binin üzerinde katılımcı ve on binlerce ziyaretçi ağırlayan fuarda, İtalya, Almanya, Hollanda, Japonya, Fransa ve Amerika gibi ülkelerin yanı sıra Türkiye’den de önemli sayıda katılım oldu.




Türk erkek modasının ikon markası Faruk Sağın, dünyanın en prestijli ve erkek modasına yön veren fuarı olan Pitti Uomo’ya Sonbahar-Kış kreasyonuile katıldı. Tasarımları ile ilgi odağı olduklarını belirten Faruk Sağın markası Kreatif Direktörü Tufan İrfan,ilerleyen dönemlerde de Türkiye’yi en iyi temsil eden modeller ile bu önemli fuarda yer almayı planladıklarını kaydetti.

Markalarının büyük ilgi gördüğünü vurgulayan Tufan İrfan, Pitti Fuarı’na ilişkin izlenimlerini aktardı; “Pitti’nin en büyük özelliği ve dikkat çeken yanı modayı sokağa taşıması. Dünyanın dört bir yanından gelen marka sahiplerinin ve marka temsilcilerinin içerideki alanın yanı sıra dışarıda da kendi tarzlarını ve tasarımlarını cesurca sergilediler. Biz de Sonbahar- Kış kreasyonumuzu ilk kez Pitti’de tanıttık ve çok güzel geri dönüşler aldık. Özellikle, yeni sezon takım elbise ve paltolarda kullandığımız kırlangıç sivri yakalar, kruvazeler, bronz metal düğmeler, pişmiş portakal ve ördekbaşı yeşili renkli kıyafetler, kırçıllı desenler çok beğenildi. Bu yıl Türk modacılarının fuara damga vurduğunu ve herkesin fuardan memnun ayrıldığını söylemek doğru olacaktır. Bundan sonraki süreçte de fuarda yer almayı ve Türk erkek modasını tüm dünyaya tanıtmayı hedefliyoruz” açıklamasında bulundu.






HABERİ PAYLAŞ

Faruk Sağın

İyi giyinmek herkesin hakkıdır. Kıyafetiniz sizi yansıtan önemli bir etkendir. Küçük bir fular, deri bir kemer ya da topuklu bir ayakkabı kombinlerinizi destekleyerek oldukça güzel görünmenize yardımcı olur. Taşıdığınız aksesuarlar ya da giydiğiniz kıyafetler kimliğinizi yansıtır. Kombinlerinizde yer alan renkler sahip olduğunuz enerjiyi göstermenize imkan tanır. Moda dünyasında ufak bir parça dahi oldukça mühimdir. Faruk Sağın, erkeklerin şıklığını koruması ve tarzını yansıtması için birbirinden farklı ürünleri piyasaya sürer. Son yılların popüler isimleri arasında yerini alan marka, erkeklerin rahatlığını ön plana alırken şıklığından da ödün vermez. Kaliteli ve dayanıklı malzemeler kullanarak ürettiği ürünlerin her biri, yıllara meydan okur. Erkeklerin modadan pek anlamadığı düşüncesi yaygın bir inanış olmasına rağmen doğru bir yargı değildir. Markanın eşsiz tasarımlarını beğenen ve gardırobunda bunlara yer veren erkekler, oldukça başarılı kombinler ortaya çıkarır. Markanın ürün skalası içerisinde her tarza ve zevke uygun seçenekler mevcuttur. Geniş beden çeşitliliği sayesinde kişilerin kendini sınırlaması gerekmez. Faruk Sağın ayakkabı çeşitleri, kaliteli ve dayanıklı malzemelerden üretilerek beğeninize sunulur. Deri, süet, rugan ve kauçuk malzemeler kullanılarak tasarlanır. Hem spor hem de klasik tasarımlara koleksiyonlarında yer veren markanın bünyesinde retro tarza hitap eden seçeneklere ulaşabileceğiniz gibi günlük tarza uygun ayakkabılara da sahip olabilirsiniz. Şık ve modern çizgilere sahip olan bu ürünler, erkekler arasında popülerliğini her daim korur. Birbirinden şık botlar, kışın aylarının kötü hava koşulları düşünülerek tasarlanır. Yağmur ve kar suyu geçirmez. Yünlü iç astarı ve kalın tabanı sayesinde ayağınızı üşütmez. Şık ve son moda tasarımı ile tüm kombinlerinize uyum sağlar. Rahat spor ayakkabılar ise kot pantolon, şort ya da kapri gibi parçalarla kombinlenebilir. Jel tabanlı ayakkabılar ile her türlü sportif faaliyet yapılabileceği gibi günlük kullanım da sağlanır. Takım elbiselerinizin altına bile rahatlıkla giyebileceğiniz bu ayakkabılar, oldukça idealdir. Gidilecek mekana uygun giyinmek mühimdir. Dolabınızda bulunan klasik siyah ceketinizi şık bir kotla kombin yaparak hem bir kır düğününe hem de salaş bir akşam yemeğine gidebilir, dostlarınız ve sevdiklerinizle muhteşem dakikalar geçirebilirsiniz. Kurtarıcı tüm parçaları bulabileceğiniz Faruk Sağın markasının tüm modellerine Trendyol üzerinden göz atabilirsiniz.

Faruk Sağın Tasarımları ile Bakışları Üzerinize Toplayın

Faruk Sağın Tasarımları ile Bakışları Üzerinize Toplayın

Üzerinizdeki parçalardan herhangi biri bile Faruk Sağın ürünü ise gözlerin üzerinizde toplandığını görebilirsiniz. Son moda dikişleri, farklı tasarımları, şık ve modern görüntüleri ile ürünlerine üst düzeyde ihtimam gösteren marka, son zamanların popüler isimleri arasındadır. Sektörde faaliyet gösterdiği ilk günden bu yana çok sevilir. Erkekler için kurtarıcı parçalar arasında olan ceketler, birçok farklı tarzda ve modelde üretilerek beğeninize sunulur. Erkek ceket modelleri blazer, kruvaze, deri, kot, şişme mont, puffer ve gömlek ceketler şeklinde sıralanabilir. Birbirinden şık olan bu seçeneklerin her biri, farklı kullanım alanlarına sahiptir. Kadife olan ceketler kışın tercih edilir. Yumuşak kumaşları tüylenme veya ipliklenme yapmaz. Kışın bere ve atkı ile kombin yapabileceğiniz bu parçalar, rahat ve şık yapıdadır. Kot ya da kumaş pantolonlarınızın üzerine bunları kolayca giyebilirsiniz. Skinny jeanlerle çok yakışan bu parçalar, düğmeleri açık ya da kapalı şekilde tercih edilebilir. Erkeklerin giymeyi çok sevdiği ceket çeşitlerinden biri de blazer modellerdir. Bu model, tarz olarak sportif ve klasik ceketler arasında yer alır. Bu parçalarda 2, 3 ya da 6 adet düğme yer alabilir. Kruvaze modeller ise genelde pantolonlarla birlikte satılan takım elbise ceketleridir. Kruvaze ceketin temel farkı, bir tarafının daha geniş olmasıdır. Bu sebeple bu ceket önü kapatılarak kullanılır. Davetlerde ve balolarda tüm bakışları üzerinize çekmenize olanak sağlayan bu ceketler, uyumlu renkteki pantolonlarla oldukça şık bir duruş sergiler. Tonsürton yaparak bu uyumu kendi kendinize de yakalayabilirsiniz. Faruk Sağın kıyafet çeşitleri içerisinde bulabileceğiniz diğer modeller ise gömlek ceketlerdir. Özellikle sonbaharda tercih edilen bu ceketler, pötikare desenlidir. Resmi yerlerde pek de giyilmemesi gereken bu tarz tasarımlar, eğlenceli ve enerjik modunuzu açığa çıkartır. Cool ve karizmatik çizgilerin yansıması olan deri ceketler ise neredeyse her mevsim tercih edilebilir. Deri ceketinizin içine giyebileceğiniz beyaz veya siyah bir boğazlı kazak oldukça beğeni toplar. Faruk Sağın White Luiz modelleri de son dönemlerde büyük rağbet görür. Taba yüksekliği 4 cm olan bu modellerin hem içi hem de dışı deri kaplamadır. Her türlü kombinin altına tercih edilebilecek bu ürünler, rahatlığı ve şıklığı bir arada yaşatır. Modası geçmeyen ceketlerden biri de kot modellerdir. Bunlar hem renkleriyle ilgi çeker hem de her türlü parçaya uyum sağlar. Açık ya da koyu renkli kot ceketinizi Faruk Sağın pantolon çeşitleri ile kombinleyerek istediğiniz her yere gidebilirsiniz. Keten, kot, jean, kadife, kumaş ya da chino pantolonlar tüm bu ceketlerle kolaylıkla kombinlenebilir. Gerek kumaşları gerekse kesimleri ile ilgi gören bu pantolonlar, benzerlerinden oldukça farklıdır. Giydiğiniz ilk andan itibaren bu farkı hissedebilirsiniz. Faruk Sağın kemer, cüzdan, postal, t shirt çeşitleri ile kombinizi tamamladığınızda ise şık ve modern bir duruşa sahip olursunuz. Trendyol’da Faruk Sağın yorumlarını ve fiyatlarını inceleyerek bütçenize ve tarzınıza uygun seçimleri kolaylıkla yapabilirsiniz.

Kıyafetler sizinle ilgili birçok ipucu verir. İlk intibanın çok önemli olduğu günlük yaşamda giydiklerinizden kendinizi hemen ele verebilirsiniz. Özellikle vücudunuzu tanıyarak giydiğiniz parçalarla olduğunuzdan çok daha karizmatik, cool ve yakışıklı görünebilirsiniz. Bazen yıldız bir parça ile tüm bir günü kurtarabilir bazen de tepeden tırnağa takım giyinerek şıklığı yakalayabilirsiniz. Faruk Sağın giyim ürünleri; kendine güvenen, stiline önem veren ve hayatı yaşamayı bilen erkekler için özel olarak tasarlanır. Ayakkabıdan pantolona, ceketten bota kadar aradığınız ve ihtiyaç duyduğunuz hemen her parçayı kolaylıkla bulabilirsiniz. Yoğun çalışan biriyseniz ya da giyinmek üzerine düşünmek için fazla vaktiniz yoksa kombinlerinizi günlük olarak önceden ayarlayabilirsiniz. Bu hem size oldukça vakit kazandırır hem de alelade giyinmenizi önler. Üzerine düşünülmüş ve kafa yorulmuş kombinlerle her yerde fark edilirsiniz ve bir yıldız gibi parlarsınız. Detaylı düşünülmüş boğazlı kazak, deri ceket, jean pantolon ile kusursuz bir kombin oluşturabilir ve kombininizi Faruk Sağın bot ile tamamlayabilirsiniz. Böylece girdiğiniz ortamda dikkat çekersiniz ve bakışları üzerinize toplarsınız. Rahat ve şık olan bu botlar, % deriden imal edilir. Yağmur ve kar suyu geçirmez. Şık olduğu kadar da dayanıklıdır. Yıllara ve yollara meydan okur. Gideceğiniz yere göre giyinmek de oldukça mühimdir. Bir akşam yemeğine ya da davete giderken seçtiğiniz bir parçayı tiyatroya, konsere ya da pikniğe giderken tercih etmemelisiniz. Ancak Faruk Sağın’ın zamansız parçalarından edinerek farklı kombinler de yapabilirsiniz. Örneğin; Faruk Sağın Black Lugo modelini hem şık olmanız gereken balo, düğün, nişan, akşam yemeği ya da iş toplantısı gibi yerlerde giyebilir hem de rahat olmanız gereken yürüyüş, doğum günü partisi, salaş bir kahvaltı ya da bir arkadaş toplantısı gibi yerlerde de tercih edebilirsiniz. Zamanın ötesinde olan bu ayakkabılar rahatlığı, şıklığı, eğlenceyi ve enerjiyi bir arada sunar. Uzun yürüyüşler ve koşular yapmanıza imkan sağlayan bu ürünler, rahat ve konforlu yapıdadır. Tüm bu parçaları ve daha fazlasını Trendyol üzerinden Faruk Sağın indirim seçeneklerini takip ederek dilediğiniz ürüne uygun fiyata sahip olabilirsiniz.

Faruk Sağın’ın Zamansız Parçalarını Keşfedin

Faruk Sağın’ın Zamansız Parçalarını Keşfedin

Giyiminiz sizi yansıtır. Enerjik, coşkulu, gizemli, rahat, eğlenceli, asil, resmi ya da mutlu bir duruş sergilemek istediğinizde giyim tarzınızla istediğiniz etkiyi yaratabilirsiniz. Dinamik bir giyim tarzı, ilk intiba için çok önemlidir. Her bireyin kendine has bir tarzı vardır. Gideceğiniz yere, mevsime, vücut yapınıza ve stilinize göre seçimler yapmanız gerekir. Kimileri salaş ve bol giyimden, rahat kesimlerden ve kalıplardan hoşlanırken kimileri ise vücuda oturan klasik giysileri tercih eder. Kot pantolon ve tişört tercih edenler olduğu gibi gömleksiz göremeyeceğiniz kişiler de mevcuttur. Dolabı aşırı derecede renkli olan ya da sadece siyah, gri, lacivert gibi sade renkleri tercih eden kişiler de azımsanmayacak kadar fazladır. Bu nedenle kendinizi iyi hissettiren parçaları tercih etmeniz gerekir. Bazı zamanlar zaruri olarak tarzınızın dışına çıkmanız gerekse de kombinlerinizi tamamlayacağınız aksesuarlarla sizi yansıtan bir duruş sergilemeniz de mümkündür. Detaylar oldukça mühimdir. Bazen bir gömlek ya da kazak yerine, küçücük bir aksesuar sizi yansıtabilir. Her erkeğin dolabında kurtarıcı sayılabilecek bir beyaz gömlek, gök rengi bir jean ve beyaz bir spor ayakkabı olmalıdır. Bu kilit parçalar hemen hemen her kombinde rahatlıkla kullanılabilir. Burada önemli olan hangi parçaları birbiriyle kombinlediğinizdir. Faruk Sağın erkek ayakkabı modelleri, her tarza ve zevke hitap eder. Günlük, spor, loafer, koşu, yürüyüş veya klasik ayakkabılardan yana tercih yapabilirsiniz. Bunların her biri rahat ve şık yapıdadır. Dilerseniz bot, çizme, sandalet, terlik seçeneklerine de göz atabilirsiniz. Dayanıklı ve kaliteli malzemeler kullanılarak tasarlanan bu ürünler, yıllara meydan okur. Faruk Sağın fiyat performans açısından mükemmeldir. Ulaşılabilir olması sayesinde sevenlerinden tam not alır. Her keseye hitap eden ürünlere Trendyol ayrıcalığıyla ulaşabilirsiniz.

Günlük hayatta erkekler için pantolonun yeri oldukça özeldir. Her mevsimde, organizasyonda veya davette gönül rahatlığı ile kullanılabilen bu parçaların birden fazla çeşidi ve modeli mevcuttur. yüzyıldan bu yana kullanılan chino pantolonların en büyük özelliği esnek olmalarıdır. Nefes alan kumaşlardan elde edilen bu ürünler, keten ve kumaş pantolonun arasında bir yapıya sahiptir. Salaş giyimin sevilen modellerinden biri de bol cepleriyle ünlü kargo pantolonlardır. Neredeyse 8 cebi tasarımında barındıran bu ürünler, normalden biraz daha geniş paçalı olabilir. Estetik olarak kimileri tarafından tercih edilmese de kullanım açısından oldukça pratiktir. Genç yaşlı, küçük büyük herkes tarafından sevilerek kullanılan bir diğer ürün ise jean pantolonlardır. Açık veya koyu renkli tasarlanan modeller, denim kumaşlardan elde edilir. Birden fazla kesimi ve modeli mevcuttur. Kadife pantolonlar ise özellikle orta yaşlı erkeklerin tercih ettiği parçalardır. Bunlar, genellikle kış ve sonbahar mevsimlerinde tercih edilir. Faruk Sağın palto, damatlık, gömlek, jeans, çorap, ceket, tişört gibi ürünlerini Trendyol üzerinden inceleyebilirsiniz. Birbirinden şık ve modern damatlık takımları ile özel gününüzü unutulmaz kılabilirsiniz. Düğün günleri genelde stresli ve sıkıntılı olduğunuz zamanlardandır. Bu nedenle damadın rahat ve konforlu hissetmesi önemlidir. Faruk Sağın tasarımlarında özellikle konforunuzu düşünür. Tasarımlarını buna göre yapar. Faruk Sağın modelleri öz güvenli, bakımlı ve özenli kişiler için idealdir. Tişört, pantolon, ceket, çorap, ayakkabı, takım ya da kemer gibi ürünlerden hangisine ihtiyaç duyarsanız marka yanınızda olur. Kaliteli ve dayanıklı kumaşlardan elde edilen bu ürünler oldukça kolay temizlenir. Bu ürünlerin tamamına Trendyol’dan anında ulaşabilirsiniz.

Faruk Sağın Tasarımları ile Kendinize Güvenin

Faruk Sağın Tasarımları ile Kendinize Güvenin

Bakımlı ve şık görünmek bazıları için uğraştırıcı ve zorlayıcı olabilir. Özellikle kombin için yeterince vakti olmayan kişiler, bu konuda sıkıntı yaşar. Her şey gibi iyi ve kaliteli giyinmek de üzerine düşünmeyi ve vakit harcamayı gerektirir. Fakat gardırobunuzda bulunduracağınız bazı yıldız parçalar ile bu sorunu kökünden halledebilirsiniz. Gerisi de sizin hayal gücünüze ve beğenilerinize kalır. Gardırobunuzda koyu renkli bir blazer bulundurmanız hayatınızı kolaylaştırır. Kombininize spor bir hava kazandırabilecek bu ürün, chino ya da kot pantolonların üzerine çok yakışır. Gönül rahatlığı ile tercih edebileceğiniz bu ürünü düğmelerini iliklemeden kullanarak çok resmi olmayan organizasyonlarda ve davetlerde keyifli bir duruş sergileyebilirsiniz. Sahip olmanız gereken bir diğer ürün ise Faruk Sağın takım elbise olur. Özellikle siyah veya lacivert olarak tercih edebileceğiniz bu ürün ile her türlü balo, davet, düğün, nişan, toplantı ya da organizasyon için ideal bir kombin yaratabilirsiniz. Bir diğer yıldız parça ise loaferdir. Bu ayakkabı çeşitlerinin neredeyse her rengi mevcuttur. Neredeyse her kıyafetin altına giyilebilecek olan renkleri tercih ederek çoklu kombinler yapabilirsiniz. Faruk Sağın loafer çeşitlerinden kahverengi, siyah, gri, beyaz ya da krem rengi olanlardan birini tercih edebilirsiniz. Erkeklerin vazgeçemediği ürünlerden biri de siyah tişörtlerdir. Kaliteli kumaşlardan üretilmiş 1 ya da 2 farklı siyah tişört, günlük giyimde sizi oldukça rahatlatabilir. Bunları temin etmenizde fayda vardır. Flanel denilen kareli gömlekler de oldukça tamamlayıcı ürünlerdendir. Kot ya da keten pantolonlarınızın üzerine tercih edebileceğiniz bu ürünleri önü kapalı giyebileceğiniz gibi içine boğazlı bir kazak ya da tişört giyerek de kullanabilirsiniz. Böylece salaş bir görüntü elde edebilirsiniz. Faruk Sağın outlet seçeneklerini Trendyol’dan takip ederek bu ürünlerin tamamına sahip olabilir ve gardırobunuzu baştan aşağı yenileyerek moda dünyasının kapılarını aralayabilirsiniz.

Görünüşüne dikkat etmek isteyen erkekler için şık ve modern kıyafetler oldukça önemlidir. Erkek modasının öncülerinde olan marka; kendine güvenen, bakımlı olan, enerjik hisseden, cool görünen erkekler için özel olarak tasarlanır. Bir erkeğin ihtiyacı olan her türlü kıyafeti ve ayakkabıyı bünyesinde barındıran Faruk Sağın markası, dayanıklı ve kaliteli kumaşlar kullanarak tasarımlarını oluşturur. Üretim aşamasında insana ve doğaya zarar verecek hiçbir materyal bulundurmaz. Dolayısıyla insana ve doğaya saygılıdır. İhtiyacınız olan ceket, pantolon, takım, gömlek, tişört, kemer, günlük ayakkabı, spor ayakkabısı, loafer, bot ya da çizme gibi parçaları koleksiyonlarında barındırır. Faruk Sağın bot erkek müşterilerin gözde seçenekleri arasında yer alır. Özel olarak tasarlanan bu ürünler, % deriden imal edilir. Bunlar, rahat olduğu kadar da şıktır. Su itici özelliği sayesinde ayaklarınız ıslanmaz ve her daim kuru kalır. Gerekli bakımlarını yaptığınız takdirde ürünleri uzun yıllar deforme olmadan ve yıpranmadan kullanabilirsiniz. Yaz kış fark etmeksizin her mevsim tercih edebileceğiniz tasarımları sunan marka, eşsiz modelleriyle göz doldurur. Dolayısıyla benzerlerinden kolayca ayrılır. Modern, şık ve rahat olan tasarımlar şıklığı ve konforu bir arada sunar. Erkek modasının dikkat çekici ürünlerinden olan ceket, gömlek ve mont gibi parçalar da markanın bünyesinde yer alır. Farklı modellerde ve özelliklerde tasarlanarak beğeninize sunulur. Faruk Sağın mont çeşitleri her kalıba ve tarza uygundur. Kadife, kürklü, puffer, kaşe, kaz tüyü, kapitone, paraşüt kumaş ya da kaban tarzı montlar müşterilerinden tam not alır. İçi kürk kaplamalı olan bu montlar, kışın sizi sıcak tutar. Her türlü kombininizin yıldız parçası olmaya aday bu montlar, zengin bir renk çeşitliliğine sahiptir. Tercihlerinize ve ihtiyaçlarınıza göre seçimler yapabilirsiniz. Trendyol’dan tüm bu ürünlere ve daha fazlasına kolayca ulaşabilir, bütçenize uygun seçimler yaparak bakışları üzerinizde toplayabilirsiniz.

12 MART DARBESİNDEN BUGÜNE: 50 YILIN MUHASEBESİ –III

12 Mart darbesinden bu yana 50 yıl geçti. 12 Mart döneminin Türkiye’siyle günümüz Türkiye’si arasındaki devamlılıklar, benzerlikler, farklılıklar neler? 50 yılın muhasebesi için, o günlerden bugünlere siyasal mücadelede yer alan Aydın Çubukçu, Melek Ulagay Taylan, Metin Çulhaoğlu ve Ertuğrul Kürkçü’ye bağlanıyoruz. Söz sırası Metin Çulhaoğlu’nda&#;

Yazılarınızda sık sık kullandığınız döneminin tanımıyla başlayalım isterseniz. Türkiye’de ‘‘71 arasını özel bir dönem yapan nitelikler neler?

Metin Çulhaoğlu: Türkiye’de sosyalist hareketin tarihini ’den başlatacak olursak, ‘‘71 dönemi bir düğüm noktası oluşturuyor. Daha öncesinden gelen damar, ki bu esas olarak TKP damarıdır, eskisinden farklı olarak hem dikey hem de yatay olarak genişlemiştir. Hem canlı tartışmalara kaynaklık etmesi, hem sosyalist hareketin sonraki yıllarına da damga vuracak ana akımların oluşması hem de sosyalizm düşüncesinin ülke ölçeğinde kitleselleşmesi açısından bu dönem özel bir nitelik taşıyor. Bugünlerden bakarsak, ele aldığımız hemen hemen tüm tartışma konularının ilk referanslarını ‘‘71 döneminde buluruz. Bu nedenle, bu döneme Türkiye’de sosyalist hareketin ikinci kuruluş dönemi diyorum. TKP’nin kurulmasıyla açılan dönem, birinci kuruluş dönemi, ‘‘71 ikinci bir kuruluş dönemidir. ‘80’den sonra üçüncü kuruluş dönemine girildiğini ve bu dönemin hâlâ sürdüğünü de eklemiş olayım.

İkinci kuruluş dönemi olarak ‘‘71’in en belirgin özellikleri neler?

Öncelikle sınıf hareketi. ‘‘71, Türkiye’nin gerçek bir işçi dinamizmiyle tanıştığı bir dönemdir ve sonlarına doğru hangi tartışmalar baskın görünürse görünsün, bu döneme damgasını vuran birincil etken büyük kent merkezli sınıf dinamizmi olmuştur. Buna şu eki yapmak durumdayım: ‘‘71 dönemi, daha sonra görülmeyecek ölçüde köylü dinamizmini de içerir. Türkiye’nin kırsal bölgelerinde, ‘‘71 arasında çok yoğun ve etkili köylü direnişleri olmuştur. Türkiye sosyalist hareketinin yeniden kurulduğu bu yılların aynı zamanda hayli güçlü bir emek dinamizmini barındırması kuşkusuz bir talihtir. Sosyalist hareketin enerjisinin ve ilgisinin kadro içi tartışmalardan toplumsal alanlara, emekçi halka seslenme arayışlarına yönelmesi de bu dönemin özelliğidir. Bu tabloya öğrenci dinamizmini ve Kürt dinamizmini de eklediğimizde, ‘‘71 döneminin üç büyük toplumsal muhalefet kanalını özetlemiş oluruz.

‘‘71 döneminin kendi içinde yükselen bir çizgisi var. Bu yükselişin dönüm noktalarını nasıl sıralarsınız?

Öncelikle şunu belirteyim: Bu dönemde Türkiye’de yükselen sol dalgayı dünyadaki dinamizmiyle ilişkilendirmek biraz zorlama olur. Kuşkusuz ‘68’in Türkiye’ye de etkileri olmuştur, ama ‘68 Türkiye’de olmayan ya da uykuda olan bir dinamizmi harekete geçirmemiştir. ‘‘71 dönemindeki yükselişin önemli uğraklarını şöyle sıralayabilirim: Saraçhane grevi, bilebildiğim kadarıyla, kentli işçi sınıfının ilk kitlesel eylemidir. Paşabahçe direnişi, Kavel direnişi gibi gerçekten çok ciddi ve sarsıcı eylemler bunu takip eder. Bunlar hem DİSK’in kuruluşuna giden yolu açmıştır hem de işçi sınıfını Türk-İş’le kontrol altında tutma çabalarının işe yaramayacağını göstermiştir. Ve bu dönemde işçi dinamizmi hiç kesintiye uğramamıştır, bu on yıl işçi sınıfının sürekli bir biçimde mücadelesine tanık olmuştur.

Bir diğer önemli nokta, özellikle Kıbrıs meselesi etrafında ABD ile ilişkilerin gerginleşmesinin, örneğin tarihli Johnson mektubunun toplumda genel bir anti-emperyalist tepki yaratmasıdır. Bu tepkinin öncelikle aydınlar ve öğrenciler nezdinde oluştuğunu kaydetmek gerekiyor elbette. Devam edersek, 27 Mayıs sonrasının siyasal ortamında çok güçlü bir konu olarak kalkınma ve planlama tartışmalarının ortaya atılmasından söz edebiliriz. Dönemin aydınlarının ve öğrencilerinin sosyalizmi keşfetmelerinin ya da ona yakınsamalarının en önemli nedenlerinden biri kalkınma ve planlama tartışmaları olmuştur. Yön dergisinin bu dönemin önemli merkezlerinden olduğu biliniyordur zaten&#;

Kendimi tam olarak “öğrenci hareketi” içinde yer alan biri olarak görmüyorum. Özellikle ’den başlamak üzere, “öğrenci hareketinde” olmakla TİP’li olmak arasında gerilimler başgöstermeye başladı. Ben de gelgitler yaşadım, ama TİP üyeliğim hep ağır bastı.

Devam edeyim, Türkiye İşçi Partisi’ni (TİP) kuran sendikacıların ’te aydınları partiye davet etmesi. Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren gibi geçmişte TKP’yle de bağlantılı olan aydınların partiye katılması, ardından Çetin Altan, Can Yücel, Yaşar Kemal gibi çok etkili aydınların da partiye gelmesi TİP’in dar anlamda sendikal mücadele yürüten bir parti olmaktan çıkıp ülke çapında sosyalizm düşüncesini temsil eden bir siyasal çekim merkezine dönüşmesini sağlamıştır. Bunlar kadar önemli bir dönüm noktası da ’yle başlayan Doğu mitingleri. Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) tarafından düzenlenen, TİP’in de öncülerinden olduğu Doğu mitingleri yoksul kırsal bölge halkının toplumsal muhalefetin içinde yer tutmasını sağlamıştır. Ayrıca Doğu mitingleri, Kürt aydınlarının ötesinde, Kürt yoksullarının da TİP’e katılmasının yolunu açmıştır. Doğu mitingleriyle aynı yılda DİSK’in de kurulduğunu ve yine buna TİP’lilerin öncülük ettiğini belirtmek gerekiyor bu noktada.

Son olarak da öğrenci eylemlerinin başlamasıyla değil, ama ivme kazanmasıyla birlikte ‘‘71 dönemini kabaca çerçeveleyebiliriz. Şunu bir kez daha belirtmek isterim, Türkiye’de öğrenci hareketi ‘68 ile birlikte başlamamıştır, 60’lı yıllarda İstanbul ve Ankara’da zaten bir öğrenci hareketi vardı. 60’ların sonuna doğru Türkiye ölçeğindeki tüm bu gelişmelerle birlikte öğrenci hareketi de ivme kazanmış ve belirgin biçimde düzen dışı karakter edinmiştir. İlla ki ‘68’in Türkiye öğrenci hareketinde bir etki yarattığından söz edilecekse, bu ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nin sınırlarını aşmamıştır.

Siz de ODTÜ’lüsünüz. Ne zaman girdiniz, hangi bölümdeydiniz? Öğrenci hareketinde yer almanız nasıl oldu?

ODTÜ’ye ’te girdim, fakültem İdari İlimler’di. Üçüncü sınıfa gelindiğinde bölümler ayrılıyordu, Ekonomi-İstatistik Bölümü öğrencisi oldum. O dönemler için kendimi tam olarak “öğrenci hareketi” içinde yer alan biri olarak görmüyorum. ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’ne ’de üye oldum ve bir dönem yöneticilik de yaptım, ama TİP’e girişim ondan öncedir. Özellikle ’den başlamak üzere, “öğrenci hareketinde” olmakla TİP’li olmak arasında gerilimler başgöstermeye başladı. Ben de gelgitler yaşadım, ama TİP üyeliğim hep ağır bastı. Örneğin, Sosyalist Fikir Kulübü’nün yönetim kurulunda olduğum dönemde, diğer kurul üyelerinin hepsi MDD’ci (Milli Demokratik Devrim) olurken sadece ben ve Orhan Kurmuş TİP’li ve MDD karşıtı olarak kaldık.

O günlerde esinlendiğiniz yazarlar, düşünürler kimlerdi?

Marksist klasikleri ve Lenin’i ’den itibaren okumaya başladım, ama Türkiye’deki “sosyalist devrim / MDD” tartışmalarına özellikle ilgi duyuyordum. MDD’nin o zamanki teorisyenlerinden Mihri Belli’nin ve Muzaffer Erdost’un yazdıklarını hep okudum ve TİP’in teorisyenlerinden özellikle Boran’a ve Kenan Somer’e de dayanarak kendi eleştirilerimi geliştirmeye çalıştım. Edebiyatta o sıralar beni en çok etkileyen kitaplardan biri André Malraux’nun İnsanlık Durumu’ydu. John Reed’in The Education of John Reed adlı kitabı da etkilendiğim yapıtlar arasındaydı.

Sizin anlattıklarınıza bakarak, dönemindeki toplumsal muhalefet dalgası üç kaynaktan yükseliyor: Özellikle büyük kentlerde belirginleşen emek dinamizmi, öğrenci gençlik dinamizmi ve Kürt aydınlarının ve yoksullarının sergilediği dinamizm. Tüm bunların tam orta yerinde TİP var. TİP hem DİSK’in kuruluşunda hem öğrenci gençliğin ilk adresi olmasıyla hem de DDKO gibi bir Kürt örgütlenmesinin ortaya çıkmasında merkezi bir etkide bulunmuş görünüyor.

’de kurulan DİSK’in TİP’in güdümünde olduğunu söylemek doğru olmaz, ama kurucularının neredeyse hepsinin TİP’li ya da TİP paralelinde insanlar olduğunu söylemek lâzım. DİSK’e kıyasla daha az böyle olmakla birlikte, DDKO da bir nebze böyledir. Öğrenci gençlik içinde de benzer bir durumdan söz etmek gerekir. TİP’in bir tür yataklık vazifesi gördüğü bu dönem ’a kadar tartışmasız biçimde devam etmiştir. ’la birlikte ise, TİP’in özellikle öğrenci gençlik içindeki etkisi ciddi bir erozyona uğramıştır. Aybar ayrışmasıyla birlikte, sendikal alanda çalışan kadroların da önemli bir kısmı TİP’le yollarını ayırmış ya da mesafelenmiştir. Bu TİP’in işçi sınıfı üzerindeki etkisini ortadan kaldırmamıştır, ama tabii nitelikli bazı kadrolarından yoksun kalmasının yarattığı sorunlar başgöstermiştir. Kürt dinamizmi konusunda ise, mutlaka Aybar’la hareket edenler de olmuştur, ama erozyonun en az yaşandığı alan da burası olmuştur.

“Aybar ayrışması” neydi, hangi anlaşmazlıklar bu ayrışmaya sebep oldu?

O ayrışma, Aybar’ın o dönemde, belirli ölçüler içinde kalsa da, sosyalizm adına başka kaynaklara da bakılması, örneğin Marx’ın yanısıra Proudhon’un da okunması gibi önerileriyle başladı. O zamanlar yaşlarında bir üyeydim ve bu tartışmaların yönetim düzeyinde nasıl seyrettiğini pek bilmiyordum. Ancak, o yaşlarımda bile “horlanma” vurgusunun sömürü vurgusunun önüne çıkarılması ve partinin ambleminin çark-başaktan bir köylü siluetine dönüştürülmesi beni rahatsız etmişti. Bana göre, sosyalizmin “Türkiye’ye özgü” yanları olabilirdi, ama Aybar’ın dediği gibi “Türkiye’ye özgü sosyalizm” olamazdı.

Edebiyatta o sıralar beni en çok etkileyen kitaplardan biri André Malraux’nun İnsanlık Durumu’ydu. John Reed’in The Education of John Reed adlı kitabı da etkilendiğim yapıtlar arasındaydı.

Kürt dinamizmi konusunda Aybar’la hareket edenler de olmuştur, ama erozyonun en az yaşandığı alan da burası olmuştur” dediniz. Aybar ve onunla birlikte hareket edenlerin Kürt sorununa bakışı nasıldı?

Aybar’ın “ceberrut devlet” vurgusu bir kırsallık-köylülük yönelimi içerdiği kadar bazı Kürt demokratlarına da cazip geldi. Ancak, Aybar sonrasında, TİP’in o zamanlar “Doğu sorunu” denen Kürt meselesine dönemin diğer devrimci çizgilerine göre daha sahiplenici yaklaşması hem Aybar’a yönelebilecek Kürt demokratlarını TİP çevresinde tuttu hem de zaten “Kemalist” vurguları dikkat çeken MDD’nin Kürtlerden dayanak bulmasını engelledi.

Siz nasıl bir pozisyondaydınız? Sözünü ettiğiniz Doğu mitingleri sizde ne gibi duygular, düşünceler yaratmıştı?

Açık söylemek gerekirse, o zamanlar Kürt olmayan pek çok sosyalist gibi benim de Kürt sorununa özel bir ilgim ve duyarlılığım olmadı. Ancak, ’de, Ankara’daki bir TİP toplantısında MDD’nin o zamanki önderlerinden birinin, partili Kürtlere “hepiniz Şeyh Sait güruhusunuz” şeklinde saldırması dikkatimi çekmiş, beni MDD’den daha da uzaklaştırıp Kürt duyarlılıklarına biraz daha yaklaştırmıştı. Doğu mitingleri sanırım ’de başlamıştı, o zamanlar sempatizan bir TİP’li olarak ilgiyle ve destekleyerek izledim.

Bu on yılı kapatan Haziran ’e gelelim. Haziran’ın Türkiye sosyalist hareketinde yürütülen birçok tartışmayı “karara” bağladığı söylenebilir herhalde.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Haziran öncesinde, işçi sınıfının etkili bir siyasal ve toplumsal özne olduğunun idraki, pek çok sosyaliste, örneğin o yıllarda 20’li yaşlarının başında olan genç bir MDD’ciye kıyasla, sermaye sınıfında daha fazladır. Bir bütün olarak sermaye sınıfını kastediyorum, ama bu farkındalıkta İstanbul’un sanayi burjuvazisi özellikle dikkat çekici düzeydedir. Haziran’la birlikte Türkiye sosyalist hareketinde işçi sınıfının gücü ve rolünü azımsayan ya da buna mesafeli olan yaklaşımlar tam anlamıyla buharlaştı diyebilirim.

’i ’e bağlayan olaylara hızla bir göz atalım: Mart başında üniversitelerde boykotlar, işgaller, 13 Nisan’da DDKO’nun geniş katılımlı, anayasa gündemli Diyarbakır mitingi, Nisan’da SBF yurduna yapılan baskın, Haziran eylemi, ekim ayında DDKO’ya yapılan operasyon, ’in yılbaşında TSK’nın askeri müdahale sinyali veren mesajı, 11 Ocak’ta THKO’nun ilk banka soygunu eylemi, ardından THKP-C’nin sahneye çıkışı ve sonrasında çorap söküğü gibi gelen eylemler, çatışmalar. ‘71 Mart’ının başında dört Amerikalı askerin kaçırılması, ODTÜ’ye yapılan operasyon, 9 Mart’ta “ilerici bir darbe” yapılacağı söylentileri ve nihayetinde 12 Mart’ta radyodan okunan muhtıra. Bu müdahaleyi bekliyor muydunuz? Klişe tabirle, darbenin ayak sesleri duyuluyor muydu?

’in ikinci yarısıyla birlikte, parlamenter akışın dışında bir aktörün siyasete müdahale edebileceği, etmek zorunda kalacağı en başta TİP tarafından dile getirilmiştir. Buna şöyle bir açıklama getirmem lâzım: Başkaları da böyle bir müdahaleden söz etmiştir, ama bu başkalarında böyle bir müdahalenin hayırlı olabileceği düşüncesi de vardır. TİP hem böyle bir müdahale olasılığını hem de bunun hiçbir hayrı olmayacağını beraberce söyleyegelmiştir. Böyle bir müdahalenin sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet edeceğini ve solu karşısına alacağını çekincesiz söylemiştir. Burada “TİP’ten başkaları” dedim, ama örneğin MDD akımının darbeden hayır beklediğini kastetmiyorum, sadece kronolojik olarak önce TİP’in bu olasılığı değerlendirdiğini söylüyorum. Genel olarak solun içinde dolaşan, bazıları MDD çizgisiyle de irtibatlı olan, ama asla bu akımın önde gelen temsilcileri arasında sayılamayacak, zaten çoğu sonradan da devrimci saflardan ayrılmış insanları kastediyorum.

12 Mart’taki askeri müdahale konusu böyle, ama 12 Mart’tan sonra kurulan Nihat Erim hükümeti konusunda bazı ayrıksı değerlendirmeler olmuştur. Örneğin Mihri Belli, Erim hükümetine başlarda ılımlı yaklaşmış, “en azından Erim’in geçmişinde ABD şirketlerinin temsilciliği gibi kara lekeler yok” minvalinde sözler sarf etmiştir. Ama bu türden sözlere Mahir’lerde, Deniz’lerde, İbrahim’lerde rastlamak mümkün değildir. Zaten o yıllara gelindiğinde bu arkadaşlarımızın Mihri Belli ile ilişkileri de kopmuş durumdaydı. ’daki anayasa referandumu döneminde, liberaller böyle bir karalama kampanyası yürütmüştü bu arkadaşlarımız için, “cuntacılık” falan gibi suçlamalarla, bunun gerçeklikle hiçbir ilgisi yok.

Haziran öncesinde, işçi sınıfının etkili bir siyasal ve toplumsal özne olduğunun idraki, pek çok sosyaliste, örneğin genç bir MDD’ciye kıyasla, sermaye sınıfında daha fazladır. Haziran’la birlikte işçi sınıfının rolünü azımsayan yaklaşımlar tam anlamıyla buharlaştı.

Bu söylediklerim “9 Martçılık” açısından da geçerli. Yine de, 12 Mart muhtırası için değilse de, ardından kurulan Erim hükümetinin genel sol kamuoyunda bir miktar sempati yarattığını söylemek gerekiyor. Çünkü bu kabinede kamuoyunda sol kimlikleriyle bilinen isimler vardı. Örneğin Attila Karaosmanoğlu, Attila Sav, Türkân Akyol&#; Daha ziyade Atatürkçü, planlamacı, demokrat, ilerici isimlerdi bunlar. Bu isimlere o zamanlar çeşitli karikatürlerde “Kabinedeki Dev-Genç” dendiği de olurdu.

12 Mart ne kadar sürdü, fiilen ve etkileri bakımından ömrü ne kadar oldu?

Kronolojiyi takip ettiğimizde 12 Mart’ın çok kısa ömürlü kaldığını görmek mümkün. 12 Mart Muhtıra verildi, ardından Erim hükümeti kuruldu. Aralık 11’ler diye bilinen bakanlar istifa etti, yani Attila Karaosmanoğlu gibi demokrat-ilerici isimler. Mayıs Tam da Deniz’lerin idamı sırasında CHP’de kurultay oldu ve Kemal Satır gibi 12 Martçıların desteklediği İsmet Paşa’ya karşı “12 Mart sola karşıdır” diyen Bülent Ecevit genel başkanlığı kazandı. Son olarak da Nisan Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu, 12 Martçılar Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’in cumhurbaşkanlığı için bastırmasına rağmen, CHP ve AP ittifakıyla Fahri Korutürk cumhurbaşkanı seçildi.

Dolayısıyla, yaklaşık iki yıl içinde 12 Mart’ın esamesi okunmaz oldu. Tabii sosyalist harekete verdiği zarar ayrı konu. Ama sosyalist hareketin kadroları üzerinde çok güçlü bir geriletici etki de yaratmamıştır. Toplumsal ölçekte de ömrünün bu kadar olduğunu ve uzun vadeli bir başarı kazanamadığını söylemek mümkün. Örneğin, seçimlerinde Ecevit’in CHP’si birinci parti olmuştur. Devrimci örgütler de büyüyerek mücadeleye devam etmiştir.

Peki siz o günü hatırlıyor musunuz? Haberi nerede ve nasıl aldınız, ilk tepkiniz ne oldu?

Muhtıranın verildiğini ilk nasıl duydum, tam hatırlamıyorum. Ama şöyle bir izlenimimi aktarabilirim: 12 Eylül darbesi gerçekleştiğinde, ertesi gün sokağa nasıl çıkılacağı, insanların gündelik işlerini nasıl yürüteceği konularında açık bir korku vardı, 12 Mart’ta böyle bir şey yoktu. 12 Mart’taki esas terör ortamı hükümetin Balyoz Harekâtı’yla ve İsrail başkonsolosu Elrom’un kaçırılmasıyla başladı, ama ilk günlerde herkes gündelik hayatına devam ediyordu.

O günlerde sizin gündelik hayatınız nasıldı? Siyasal faaliyetleriniz nelerdi, nasıl bir Türkiye tahliliniz vardı? Darbeyi haber aldığınızda ne gibi öngörüleriniz oldu?

12 Mart kendi açımdan bir dönemeç noktasında gerçekleşti. ODTÜ’den yazında mezun oldum. Geçici de olsa bir işim olsun diye Maliye Bakanlığı’na memur olarak girdim. Memuriyet dönemim sadece bir yıl sürdü ve bir daha da olmadı, ama 12 Mart gerçekleştiğinde bir devlet memuruydum. 12 Mart’ı önceleyen kısa dönemde, TİP’in ağırlıklı gündemi siyasetin nereye yöneldiğine ilişkin sağlıklı bir tespitten hareketle, “Faşizme hayır” kampanyasıydı. Aynı dönemde bunun kadar ağırlıklı bir başka gündem de il-ilçe kongrelerini kazanarak MDD’nin partiden tam tasfiyesini sağlamaktı. Kongre kapılarında kavgalar çıktığı, kafa göz yarıldığı, parti binalarının basıldığı bir dönemdi. Bu dönemde, memuriyet yaptığım aylar dahil, bu sürecin önemli bir bölümünde yer aldım, örneğin Ekim’i sonunda Ankara’da yapılan TİP’in 4. Büyük Kongresi’nde “güvenlik görevlilerinden” biriydim.

12 Mart olayında TİP’in tahlili, Türkiye’de büyük sanayi sermayesinin burjuvazinin diğer kesimlerine baskın çıkması, çeşitli alanlarda kendi lehine düzenlemeler getirmesi şeklindeydi. Yani başkaları “yarı feodal Türkiye” derken TİP ülkedeki sanayi burjuvazisinin belirleyici hamlelerine işaret ediyordu. Ancak, 12 Mart gerçekleştiğinde ve Demirel gitmek zorunda kaldığında solun büyük bir bölümü bunda bir “geriye gidiş” görmüyordu. TİP faşizm tehlikesine karşı uyarı yaparken haklıydı, ama bu özellik 12 Mart’la birlikte hemen değil, kısa bir süre sonra belirginlik kazandı.

60’lı yıllarda sosyalist harekette de kısmen etkili olan “sol cunta” ya da “zinde güçler” beklentisinin 12 Mart’la birlikte sona erdiğini söylemek mümkün mü?

Buna katılıyorum. Kemalizmin kendi içinden sola yönelmesini beklememek ve bu “zinde güçler” denen öğenin başlıca gücü olan ordudan beklenti içine girmemek gerektiği 12 Mart’la birlikte sosyalist harekette uzlaşma sağlanmış bir konudur. 12 Mart sonrasında “zinde güçler” edebiyatına rastlamak mümkün değildir.

Kemalizmin kendi içinden sola yönelmesini beklememek ve bu “zinde güçler” denen öğenin başlıca gücü olan ordudan beklenti içine girmemek gerektiği 12 Mart’la birlikte sosyalist harekette uzlaşma sağlanmış bir konudur. 12 Mart sonrasında “zinde güçler” edebiyatına rastlamak mümkün değildir.

12 Mart rejimi tarafından Temmuz ’de kapatılan Birinci TİP ile ’te yeniden kurulan İkinci TİP arasında dikkat çeken noktalar, farklılıklar, değişiklikler neler?

Birkaç ayrışma ve değişiklikten söz edeyim. Bir kere, TİP’te gerçekleşen kimi ayrışmaların 12 Mart’la hiç ilgisi yoktur, bunlar zaten gerçekleşmesi beklenen şeylerdi. Aybar’ı kastetmediğim açıktır herhalde, o zaten 12 Mart’tan önceki bir olaydı. Birinci TİP Sovyet-Çin tartışmasında çok belirgin bir taraf olarak görünmemeye gayret etmişti. Örneğin, TİP’in Ekim ’deki 4. Kongre’sinde Genel Sekreter seçilen Sait Çiltaş, MDD’cilerle ilgili eleştirilerinde “bu kişilerin yaptıkları bizim Başkan Mao’ya olan saygımızı eksiltemez” türünden sözler sarf ederdi. Buna karşılık, İkinci TİP Sovyet-Çin tartışmasında çok net biçimde Sovyetik bir tutum almıştır. Önemli bir nokta ise şudur: Birinci TİP’te bir miktar muğlak olan ve farklı biçimlerde yorumlanabilen sosyalist devrim tezi, İkinci TİP’in programında oldukça kesin ve net bir yer edinmiştir. Buna bağlı olarak da kentli işçi sınıfına yönelme hedefi de gayet açık olarak tanımlanmıştır.

Günümüzde sosyalist hareket belirli ana geleneklerin izinde yürüyor. Bu geleneklerin kurucu kadrolarının hemen hepsinin TİP’ten çıktığını söyleyebiliriz. TİP’in böyle bir rol oynaması, deyim yerindeyse “Gogol’un paltosu” gibi olması nasıl açıklanabilir?

Siz “Gogol’un paltosu” dediniz, ben şöyle diyeyim: Dünyada başka örnekleri var mıdır bilemiyorum, ama dönemindeki TİP dünya sosyalist hareketinin gördüğü en anaç partidir. Hatta buna DİSK’i ve Türkiye’deki Kürt siyasal hareketini de katabiliriz. Ancak, burada şu ayrım önemli görünebilir: TİP-TSİP-TKP ekolü, kendisini ‘60 öncesine de referansla tanımlama şansına sahiptir, yani TKP’yi kastediyorum ‘60 öncesi derken. Buna karşın diğer ekollerin böylesi bir ‘60 öncesine referansı yoktur, olmamıştır da. Özellikle de THKP-C, THKO hareketlerinin Mihri Belli ile yollarının ayrılmasıyla birlikte bu geçmiş bağı tümüyle imkânsızlaştı zaten.

Bu noktaya gelmişken bir ek yapmak yerinde olacak: Birinci TİP, MDD olayının dışında başka bir açıdan daha anaçtır; döneminde MDD’ci olmamış, ama TİP’li olup TİP’e de mesafeli duran önemli kadrolar vardı. Bu kadroların bir kısmı 12 Mart’tan çıkışta Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ni (TSİP) kurmuştur. Gene 70’lerin ilk yarısında merkezi yurtdışında olan TKP’nin bir atılım ve açılım dönemi yaşamasında belirleyici rol oynayan görece genç kadroların hemen hemen hepsi de Birinci TİP’ten çıkmıştır.

Şimdi tarihi biraz ileriye saralım, 12 Eylül sonrasına sıçrayalım. 12 Eylül ve ertesinde üç önemli uğrak görülüyor. İlki 12 Eylül rejiminin kendisi zaten. Ardından, sosyalist blokun çözülüşü geliyor. Üçüncüsü ise küreselleşme ve neoliberalizm. 12 Eylül’den bu yana geçen kırk yılın ikinci yarısını AKP iktidarı ile geçirdik. Tüm bunlar olurken, 1 Mart tezkeresi, Tekel Direnişi, Gezi Direnişi gibi toplumsal muhalefetin çok çetin eylemlilikleri de yaşandı. Bu kırk yıla baktığınızda, saptadığınız öne çıkan özellikler neler?

Biraz iddialı görünebilir, ama şunu söyleyeyim: ‘‘91 dönemecinde dünya sosyalist hareketinin çözülüşü ve bunun ardından gelen liberal kuşatma olmasaydı, 12 Eylül bu kadar etkili olamazdı. Kuşkusuz, 12 Mart kadar az etkili olurdu demiyorum. Ancak, bugün saptayabildiğimiz bozucu ve dağıtıcı etkilerin düzeyi ve derinliği daha hafif olabilirdi. Dolayısıyla, tersinden söylersem, sosyalist hareketin bahsettiğiniz süreçte aldığı esas darbe sosyalist sistemin çözülüşü oldu. Neredeyse yirmi yıllık mücadele deneyimi olan kadroların bir anda sosyalizmi sorgular, öğretiden şüphe eder hale gelmesinin normal bir yanı yok bence. Örneğin, Kuruçeşme Toplantıları sürecinde benim tanık olduğum en şaşırtıcı şey bu tür tutumlardı. Ve bunda esas etkenin 12 Eylül değil, ‘‘91 süreci olduğunu sanıyorum. Uzun uzun açıklamaya girişmeyeceğim, ama bence bu atmosfer yeni yeni aşılabiliyor.

ve ’da solda birlik arayışıyla düzenlenen Kuruçeşme Toplantıları’ndan bir sonucun çıkmayışı, yirmi yıllık mücadelenin ön saflarında olanların “sosyalizmden şüphe eder hale gelmesi” miydi, yoksa başka belirleyici sebepler var mıydı?

Kuruçeşme Toplantıları’ndan bir sonuç çıkmamasının görünürde tek bir nedeni vardır: Dev-Yol geleneği bu işin içinde değildi ve onlar olmadan başlatılacak herhangi bir partileşme girişimi güdük kalacaktı. Orası öyle, ama Kuruçeşme sürecinde etkili görünen pek çok çevre bu “eksiklik” dışında kendisinin de sosyalizm bağlamında nerede durduğuna ilişkin tereddütler içindeydi, kendinden o kadar emin değilsen bahane bulmak kolaydır. Bana göre sosyalizmle ilişkilenme konusundaki bulanıklıklarla, sonu gelmeyeceği belli olan “önce nasıl bir sosyalizm, bunda anlaşalım” gibi gerekçelerle bir geleneğin Kuruçeşme’nin dışında kalması arasında bir “bahane” bağlantısı vardır.

Sosyalist harekette başka devrimci çizgi ve kadroların olduğunu kabul ediyoruz. Bu da yetmez, başka devrimci çizgi ve kadroların varlığının meşru ve faydalı olduğunu düşünüyoruz. Ve tek çatı altında toplanmak değil, ama ortak bir mücadele düzleminde yan yana gelmekte çekincesiz olduğumuzu ileri sürüyoruz.

ÖDP’nin kurucuları arasındaydınız, uzun süre parti yönetimindeydiniz. ’de, ÖDP’den ayrılıp TKP’ye girdiniz. O tercihi yapmanızın sebepleri nelerdi?

ÖDP’nin kurucularından biriydim. Bu partiden ayrıldığımız ’e kadar Parti Meclisi üyeliği, bir süre de MYK üyeliği yaptım. Yani ÖDP’liliğim beş yıllık bir zaman dilimine yayılıyor&#; Ayrılmamızın temel nedeni, ÖDP’nin kendi iç tartışmaları sonucunda yürüyemez, hareket edemez hale gelmesiydi. Aslında bu ÖDP’ye daha en başından damgasını vuran bir zaaftı. Farklı duruşları ve görüşleri bir arada tutma adına geliştirilen “bileşen hukuku” ya da “mutabakat yaklaşımı”, partiyi çoğu kez hareket edemez hale getiriyor, “ne kokar ne bulaşır” denebilecek açıklamalara ve eylemlere itiyordu. Ardından, özellikle seçimlerinden sonra belirli bir grup partiye kendi damgasını ve ağırlığını koymaya çalıştı. Bunu gayrımeşru ya da bilmem hangi mutabakata aykırı bulmuyordum, ama bu kez sözünü ettiğim ağırlıklı grup o zamanki liberal eklemlenmeleriyle belirli bir çizgiye yerleştiğinde, bizim açımızdan ÖDP’liliğin de sonu gelmişti.

’den beri içinde bulunduğumuz dönemi “sosyalist hareketin üçüncü kuruluş dönemi” olarak tanımlıyorsunuz. Bu bağlamda günümüz TİP’ini konuşalım biraz. Günümüz TİP’i birlik modellerinden bir yenisi olarak ortaya çıkmadı. Öte yandan, sosyalist hareketin yeniden kuruluşu sürecinde sorumluluk üstlendiğini ileri sürüyor. Birinci TİP ve İkinci TİP ile günümüz TİP’i arasındaki süreklilik ve kopuş unsurları neler, bu tür bağlar var mı?

Kanımca var. Ancak, örgütsel referansların oldukça sınırlı kalması ve kuramsal ve ideolojik referansların esas alınması anlamında bu bağları saptayabiliriz. Bu açıdan bakıldığında, günümüzdeki TİP’in belirgin bir soyağacı olduğu kanısındayım. En geçmişe gidersek Tarihsel TKP, sonra Birinci TİP ve İkinci TİP, ardından Gelenek &#; Sosyalist Türkiye Partisi (STP) / Sosyalist İktidar Partisi (SİP) ve Sosyalist Politika, ertesinde TKP, oradan da günümüzdeki TİP. Yine de Gelenek &#; STP / SİP ve TKP’de olmayan bir özelliğin TİP’te vücut bulduğunu düşünüyorum. Onu şöyle tanımlayabilirim: Biz, bugün sosyalist harekette başka devrimci çizgi ve kadroların olduğunu kabul ediyoruz. Bu da yetmez, başka devrimci çizgi ve kadroların varlığının meşru ve faydalı olduğunu düşünüyoruz. Ve, bir sonuç olarak, birleşmek ya da tek çatı altında toplanmak değil, ama ortak bir mücadele düzleminde yan yana gelmek konusunda da çekincesiz olduğumuzu ileri sürüyoruz. Bu ortak mücadele deneyimlerinin de ileriki tarihlerde sosyalist harekette bir harmanlanma yaratabileceğini söyleyebilirim, elbette bir olanak olarak.

Ancak, sosyalist hareketteki diğer devrimci çizgi ve kadrolarda bu yaklaşımımızın hiçbir karşılığı bulunmamasını, onlarda da böyle bir yaklaşımın olmamasını anlayabildiğimi söyleyemem. Bunu samimiyetle söylüyorum. Bir neden şu olabilir: Diğer devrimci çizgi ve kadrolar, sosyalist harekette kendilerinin diğer herkesi silikleştirecek ölçüde tekleşecekleri bir uğrağa erişebileceklerini düşünüyor olabilirler, ki ben buna hem siyasal hem de mantıksal olarak ihtimal vermiyorum. Ya da içinden geçtiğimiz dönemde fazla öne çıkmamayı, bu dönemi atlatmayı tercih ediyor olabilirler. Açıkçası başka bir açıklama bulamıyorum. Dikkat ederseniz, hepimizin aynı partide buluşmasını kastetmiyor ve önermiyorum, sadece ortak mücadele düzlemlerinde yan yana gelmek gibi asgari tutumlardan söz ediyorum. Elbette, bu bizim açımızdan yaşamsal bir konu değil. TİP bu konudaki saptamaları ve önerileri kabul görmese de yoluna devam ediyor, edecek.

Günümüz TİP’inin soyağacında, Gezi sonrasındaki Haziran Hareketi ve o dönemde TKP içindeki ayrışma üzerine kurulan HTKP var. HTKP hangi ihtiyaca cevaben kuruldu, TİP’e evrilmesi niye, nasıl oldu?

Bu sorunun yanıtında şu anda başka yerlerde olan eski arkadaşlarımız hakkında incitici şeyler söylemek istemem. Ancak, şu kadarını söylemek zorundayım: Bir modelde sen durduğun yerde durur, en doğruları söylersin, bundan etkilenenler de sana yönelir. İkinci modelde ise sen kendi doğrultun ve ilkelerinle kendi dışındaki düzen karşıtı, protestocu, vb. hareketlere yönelirsin, onları etkilemeye, belirli bir yön göstermeye çalışırsın. HTKP olarak bizim tercihimiz ikincisiydi. Sonra, bana göre, bugün Türkiye sosyalist hareketi, ve dönemlerinden sonra üçüncü kuruluş dönemindedir. Bu kuruluş döneminde, tam tamına aynısı olmasa bile dönemine özgü harmanlanmaların, sterillik kaygısı gözetmeyen dışa açılmaların, kitleselleşmenin ve toplumsallaşmanın belirleyici olacağını düşünüyoruz. Bu anlamda, dönemi TİP’inin misyonunu günümüz koşullarında üstlenip gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

12 Mart’tan bugüne, bu elli yılın en kritik dönemeçlerden biri Gezi’ydi. TİP de zaman zaman kendisini “Gezi Direnişi’nin Türkiye halklarına armağanı” olarak tanımladı. Gezi Direnişi’ni siyasal ve toplumsal açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açık konuşmak gerekirse, Gezi öncesinde sosyalist solun her öbeği, açıkça söylese de, söylemese de “yaprak kımıldamıyor” karamsarlığı içindeydi. Gezi gibi bir patlamanın geleceğini herhalde kimse beklemiyordu&#;

Bence Gezi sınıfsal, ekonomik, siyasal, kültürel vb. duyarlılık ve tepkilerin şemsiye bir kavram olarak “yurttaşlık” bilincinin ve talebinin etrafında bir araya gelmesiydi. “Basit” deyip geçmemek gerekir; AKP iktidarının zaman zaman örtük, zaman zaman açık biçimde karşısına aldığı bir kavramdır yurttaşlık.

Gezi, Türkiye sosyalist hareketinin örgütlü müfrezelerine, kendi öncülük iddialarını ve pratiklerini aşan, bu iddia ve pratiklerle örtüşmesi her zaman mümkün olmayabilecek bir kitle dinamizminin ve kitlesel hareketlenme durumlarının varlığını hatırlatmış oldu. Bir sosyalist öznenin kendi varlığını sadece ve sadece ne zaman, nasıl ve nereden geleceği bilinemeyecek kitlesel kabarmalara bağlaması kuşkusuz anarko-sendikalist bir tutumdur. Ancak, aynı öznenin kendi eseri olmayan, bütününe nüfuz edemediği ve yönlendiremediği kitlesel hareketleri kendine “yabancı” sayması, hatta bu tür hareketlerin arkasında bit yeniği araması da birincisi kadar yanlıştır.

Bir adım daha ileri giderek şunu da söyleyeyim ve bitireyim: Eğer gerçekten geniş kesimlerin katıldığı, radikal bir devrim tasavvur ediliyorsa, böyle bir devrimin başından sonuna kadar sosyalist öznenin kontrolü altındaki dinamiklerle gerçekleşmesi mümkün değildir.

Bugün Türkiye sosyalist hareketi, ve dönemlerinden sonra üçüncü kuruluş dönemindedir. Bu kuruluş döneminde, tam tamına aynısı olmasa bile dönemine özgü harmanlanmaların, sterillik kaygısı gözetmeyen dışa açılmaların belirleyici olacağını düşünüyoruz.

Söyleşimiz boyunca konuştuklarımıza bakarak şöyle bir örüntüden söz edebiliriz herhalde: ’lardan bu yana, Türkiye’de toplumsal muhalefetin kitlesel ölçeğe kavuştuğu uğraklarda üç dinamiğin öne çıktığı görülüyor. İlki sınıf dinamizmi, ikincisi öğrenci dinamizmi, üçüncüsü de Kürt dinamizmi. Bugünlere baktığımızda da bu üç dinamiğin, farklı ölçekte de olsa hareketli olduğu, en azından üzerindeki baskıyı aşmaya çalıştığı söylenebilir. Sizce de bu üçlünün birlikteliği anlamında bir örüntüden söz etmek mümkün mü?

Bence de böyle bir örüntü var ve bu örüntü 60’lardan bu yana varlığını sürdürüyor. Bundan sonra da geçerliliğini sürdüreceğini sanıyorum. Ancak çok ciddi bir fark da var. Örneğin, sınıf hareketindeki dinamizmin ‘‘80 dönemine kıyasla çok daha fazla tekil ve yalıtık kaldığını görüyorum. Dolayısıyla, bir “hareket” vasfı kazanamadığını söylemek gerekiyor. Yine de bu durum, sınıf dinamizminin üçlü arasındaki yerini ve böyle bir örüntünün varlığını ortadan kaldırmaz. Benzer bir şeyi öğrenci dinamizmi için de söyleyebiliriz sanırım. Kürt dinamizmi açısından ise elbette bir “hareket” vasfı kazanamadığından söz edilemez. Ancak, yine de bir fark var ki, o da ‘‘80 dönemine kıyasla günümüzde Kürt dinamizminin sosyalist hareketle bağlarında ortaya çıkıyor. Geçmişte iki hareket çok daha iç içe olmuştu, ancak 70’lerin sonundan başlamak üzere bu iç içelik büyük ölçüde ortadan kalktı. Günümüzde de bir nebze böyle devam ediyor. Kürt Özgürlük Hareketi ile sosyalist hareket arasındaki “sorun”un çözülemeyeceğini düşünmüyorum. Yalnız bir konuda hayli derin bir sorun var: Günümüzde Kürt Özgürlük Hareketi, sadece ulusal-demokratik bir hareket olmanın ötesinde, özel ve ayrıksı bir sosyalizm yorumunun da temsilcisi olarak ortaya çıkmaktadır. Sanırım, iki hareket arasındaki ilişkilerde esas tartışma yaratan şey de bu. Ancak, bir kere daha altını çizeyim, tüm bunlar, örüntü olarak sözünü ettiğimiz üçlüde Kürt dinamizminin yerini değiştirmez elbette.

Bu üçlünün karşısındaki üçlüye bakalım bir de: Merkez sağ, faşist hareket, İslâmcı hareket. Bunlar kâh aynı partide buluşuyorlar, kâh ayrışıyorlar, ama genellikle aynı cephede müttefik oluyorlar. Türkiye sağının bu üçlüsünü geçmişe kıyasla nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de AKP ile özdeşleşen özgün bir faşist akımın da toplumsal ölçekte temayüz ettiğini söylüyorsunuz yazılarınızda.

Türkiye’de geleneksel olarak şöyle bir merkez sağ vardı: Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka, Demokrat Parti ve Adalet Partisi olarak devam eden silsile sağın diğer bölmelerini de az çok bünyesinde toplamayı başarıyordu. İslâmcı bölmeyi daha çok, milliyetçi bölmeyi ise kısmen ya içeren ya da kendi etki alanına çekebilen bir şemsiye gibiydi. Bana göre, 12 Mart, sağın daha radikal ve uç kesimlerinin merkez sağ çatısı altında toplanması çabalarını da imkânsızlaştırmıştır. O günden bu yana da merkez sağın söz ettiğim şemsiye işlevini görebilmesi çok zor olmuştur, genelde de başarısız olmuştur. Bu anlamda, artık merkez sağ dendiğinde katıksız liberal doktrinlerden ötesini görebileceğimize inanmıyorum. Bunların ötesinde, 19 yıllık AKP iktidarı ile birlikte dinci faşizmin saldırgan ve radikal bir kimlik olarak kalıcı bir yer edindiğini düşünüyorum. İlla bir sayı vermemi isterseniz, bu dinci faşist akımın da yüzde civarında bir oy tabanına sahip olduğunu sanıyorum. Sonuç olarak, geçmişteki örneklere benzetebileceğimiz bir merkez sağın artık imkânsız olduğunu ya da merkezin dinci faşist akıma doğru kaydığını söyleyebilirim.

Buradan Türkiye’nin yakın geleceğine yönelelim. Erken seçim, iktidarın faşizan hamleleri, parlamenter rejime geri dönüş sözleri ya da bütün bunları rafa kaldıracak distopik ihtimaller söz konusu. Bir yandan da Anayasası’nın yıldönümündeyiz, iki yıl sonra cumhuriyetin yılı. Önümüzdeki birkaç yıla baktığınızda hangi ihtimalleri kuvvetli görüyorsunuz? Ve sizce sosyalist hareket ne yapmalı?

Açıkçası, topu taca atmak olarak yorumlanmasın ama, Türkiye’nin yakın geleceğine dair görece kesinlik taşıyan ve diğer her türlü ihtimali gözle görülür biçimde zayıflatan saptamalar yapmanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Genelde böyle siyaset yapmaya alışığız, geçmişten bugüne gelen bir tarihsel bakışla mevcut durumdaki güçlü eğilimleri saptayan bir bakışı birleştirerek önümüzdeki sürece dair beklentilerimizi oluşturuyoruz. Ancak, Türkiye’de siyaset o denli akışkan ve öngörülemez bir duruma geldi ki, çok çeşitli olasılıkları ve birbirleriyle ilişkisini çözümlemek neredeyse imkânsızlaşıyor. Şu anda görülebilenler arasında özellikle işaret etmeye çalışacağım yönelim şu: Kendi cumhurbaşkanlığını garanti altına alacak bir yol bulunması kaydıyla parlamenter sisteme geçiş ihtimallerinin tartışılmasına izin vermek, ikincisi de AKP karşısındaki bloku, özellikle de HDP üzerinden yürütülen suni tartışmalarla bölüp zayıflatmak. AKP’nin ve Erdoğan’ın bittiğine, tükendiğine, kaçmaya yer aradığına falan ise inanmıyorum. Kuşkusuz, hem belirli bir erozyon yaşıyorlar hem de önümüzdeki seçimlere dair endişe taşıyorlar, ama hâlâ iktidarın oynayabileceği kozların tükenmediğini ve hâlâ belirgin bir “oyun kurma” kapasitesi taşıdığını sanıyorum. Bu oyunlar arasında en güçlü ihtimalin de karşı bloku dağıtıp İyi Parti’yi kendisine yaklaştırmaya çalışmak olduğunu sanıyorum. Olur mu, olmaz mı, onu bilemeyiz, ama en azından deneneceğini söyleyebiliriz. Şimdi denebilir ki, böyle bir kaotik tabloda sosyalist hareketin neye hazırlanması gerekir? Bana göre yapılabilecek en rasyonel iş sosyalist hareketin devrimci birikiminin ortak bir mücadele zemininde yan yana gelmesi, muhatap olarak da CHP’nin sol unsurları ile tabanını ve HDP’yi seçerek başka bir yolu zorlayacak bir baskı gücü yaratması olur.

Bu söyleşi Express’in sayısında (Mart-Mayıs ) yayınlanmıştır.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası