mersin de kurban bayramı namazı kaçta / Rize Müftülüğü (@rizemuftulugu) • Фото и видео в Instagram

Mersin De Kurban Bayramı Namazı Kaçta

mersin de kurban bayramı namazı kaçta

This book or any portion thereof may not be reproduced or used in any manner whatsoever without the express written permission of the publisher except for the use of brief quotations in a book review or scholarly journal. First Published in 2017 by TRANSNATIONAL PRESS LONDON in the United Kingdom, 12 Ridgeway Gardens, London, N6 5XR, UK. www.tplondon.com Transnational Press London® and the logo and its affiliated brands are registered trademarks. This book or any portion thereof may not be reproduced or used in any manner whatsoever without the express written permission of the publisher except for the use of brief quotations in a book review or scholarly journal. Requests for permission to reproduce material from this work should be sent to: [email protected] Paperback ISBN: 978-1-910781-55-5 Cover Design: Gizem кКФır Cover Photo: George Adam and Jonathan Liu www.tplondon.com Bölüm 1. ‘Göç Kültürü ve Çatışma Modeli’ Bağlamında Mathias Enard’ın Hırsızlar Sokağı1 Ali Tilbe2 Kuramsal Çerçeve Yazın incelemelerinde, inceleme nesnesindeki göçün doğasını saptamak için, bu düzeysel ayrımlar yol gösterici işlevler üstlenmektedir. “Özellikle romanlarda ele alınan göç durumu ve konulara göre kolaylıkla düzeyler belirlenebilir ve anlatı yerlemleri ile olay örgüsü bu düzlemde incelenerek açıklayıcı sonuçlar elde edilebilir. Bu modelden devinimle, romanların ulamlandırılması da kolaylaşacaktır” (Tilbe, 2015, s. 464 ). Şekil 1. İnsani güvenlik ve çatışma eksenleri (Sirkeci, 2009, s. 7 & Sirkeci, 2012, s. 357). Bu bağlamda, Lucien Goldmann’ın kullandığı, görüngübilimsel anlama ve açıklama düzeylerinden oluşacak iki aşamalı bir çözümleme yöntemi öneriyoruz (Tilbe, 2015, s. 464-465). Tablo 1. Göç Yazını Yöntembilim Çizgesi Göç Yazını Yöntembilim Çizgesi Anlama Aşaması ˃ İçkin Çözümleme Açıklama Aşaması ˃ Aşkın Çözümleme   Anlatının Yapısı  Bakış Açıları; Anlatım Uygulayımları  Dönemsel Göç Devinimleri ve Toplumsal Yapı  Anlatı Yerlemleri  Kişi, Süre, Uzam  Öne Çıkan Temel Örge ve İzlekler  Belirlenmesi: Toplumsal Yapı  Göreli Güvenlik Uzamı  Kültür(süz)leşme mi? Mikro, Mezo, Makro Düzeylerin Göç Olgusu  Göreli Güvensizlik Uzamı; İşbirliği mi? Bütünleşme mi? Uyum mu? Ayrışma mı?  Göçün Çevrimselliği / Döngüselliği Çatışma ve Göç Devinimi  Bu yönteme göre, “birinci aşama anlama düzeyi, yapısalcı bir yaklaşımla metne içkin olarak gerçekleştirilir ve metinde yer alan anlatı yerlemleri ile anlatısal uygulayımlar 1 Bu çalışma, Namık Kemal Üniversitesi Bilimsel Etkinliklere katılım destek Programı kapsamında desteklenmiştir. 2 Prof. Dr. Ali Tilbe Namık Kemal Üniversitesi, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesidir. [email protected] / [email protected] 7 Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler incelendikten sonra, çatışma modeline göre; göçer toplumsal yapı ve ilişkilerden oluşan yapıtın özü ve iç tutarlılığı çözümlenir, metne aşkın olan açıklama aşamasında ise; metinde söz edilen göç olgusu/izleği, çatışma modeli temelinde, yapıtı aşan ve çevreleyen toplumsal, ekonomik ve siyasal dışsal bağlanımlarıyla güvensizlik güvenlik düzleminde açıklanır ve tutarlı bir eleştirel yaklaşım ortaya konulabilir” (Tilbe, 2015, s. 464-465). Bu yaklaşımla bir göç/göçer romanı yetkin ve tutarlı bir biçimde anlaşılıp açıklanabilecektir. Yöntem üzerine daha ayrıntılı bilgi için, dipnotta verilen kaynaklara bakınız. 3 Anlama Aşaması ˃ İçkin Çözümleme Anlatının Yapısı 2015 yılında Pusula (Boussole) adlı romanı ile Fransa’nın önemli roman ödüllerinden birisi olan Goncourt kazana çağdaş Fransız genç kuşak romancılardan Mathias Enard, ilkgençlik yazını örnekçelerinden olan Hırsızlar Sokağı (rue des Voleurs, 2012) adlı roman, Aysel Bora tarafından kusursuz bir anlatımla dilimize çevrilmiş ve Can yayınlarından okur ile buluşmuştur. Gérard Genette’in yanmetinsel/metinçevresi (fr. paratextuel/péritextuel) inceleme yöntembilimi bağlamında değerlendirildiğinde, anlatı başkişisinin yaşadığı Barselona’da “her cinsten kayıp tipin sokağı” (s. 214) olan Hızsızlar Sokağı başlığı doğrudan yasadışı ve kültür dışı olana gönderme yapmaktadır. Türkçe çevirisi 300 sayfa olan roman Boğazlar (s. 13-146), Berzah (s. 149-204), romana adını veren Hırsızlar Sokağı (s. 207-300) alt başlıklı 3 bölümden oluşmakta, ön kapağında önünde insanların toplandığı bir cami çizgesi, arka kapağında ise yazarın Hırsızlar Sokağı üzerine özyorumları ve romanın kısa özeti yer almaktadır. “Tüm bunlar, bana, özgürlük ve daha onurlu bir yaşam hakkı için Tunus'ta, Mısır'da, İspanya'da ve Fransa'da sürmekte olan aynı mücadelenin farklı yüzleri gibi göründü. Dünyada, üzerinde yaşadığımız bu savaş tarlasındaki bir yolculuk aracılığıyla bu mücadeleleri anlatmaya çalıştım, yolculuğun başlıca uğrak yerleri de Tanca, Tunus, Algeciras ve Barselona oldu. Bir macera romanı bu, günümüz dünyasının trajik macerasının romanı. Daha iyi bir gelecek hayali kuran gençlerle, artık hayal bile kurmayanlarla, İslamcılarla, Müslümanlarla, dilencilerle, fahişelerle, hırsızlarla ve çokça kitapla, son tahlilde, ateşle birlikte, karanlıklarla savaşmanın tek yolu olmayı sürdüren kitaplarla yolunuzun kesişeceği bir roman bu”. Hırsızlar Sokağı, “günümüz dünyasını kötümser bir bakış açısıyla betimleyen, aynı zamanda da bu kötümserliği tutkulu bir biçimde iyimserliğe çevirmek isteyen yeni bir kuşağın masalıdır” (Chevilley, P. (2012). Roman’ın boğazlar başlıklı birinci bölümünden hemen önce Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği adlı romanına metinlerarası bir alıntı yerleştirilmiştir. 3 Tilbe, A. (2015). “Göç/göçer yazını incelemelerinde Çatışma ve Göç Kültürü Modeli” [Bildiri]. Ali Tilbe ve Ark.(Ed.). 3rd Turkish Migration Conference, Charles University Prague, Turkish Migration Conference 2015 Selected Proceedings, (25-27 June 2015). (s. 458-466). London: Transnational Press London; Sirkeci, İ. (December 2012). “Transnasyonal mobilite ve çatışma”. Migration Letters, 9(4), 353-363; Tilbe, A. (2016). “Göç Kültürü ve Çatışma Modeli Bağlamında Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’üne Bir Bakış” Ali Tilbe ve Sonel Bosnalı .(Ed.). Göç Üzerine Yazın ve Kültür İncelemeleri. London: Transnational Press London. (s. 1- 19); Civelek, K. (2016). “Çatışma ve Göç Kültürü Modeli Bağlamında Bir Roman Okuması: Le Clézio’nun Göçmen Yıldız’ı”. Ali Tilbe ve Sonel Bosnalı (Ed.). Göç Üzerine Yazın ve Kültür İncelemeleri. London: Transnational Press London. (s. 87-99). 8 "Ama gençken insanın bir şeyler görmesi, deneyimlerden geçip fikirler edinmesi, zihnini açması lazım.' "Burada mı!" diye sözünü kestim. "Bilemezsin ki! Ben Mösyö Kurz'la burada karşılaştım." Romanın daha başlangıcında bir Doğu uzmanı olan, Arapça ve Farsça bilen Enard’ın dili ve biçemi okuru etkisi altına almakta, dünyayı saran bağnazlık ve şiddet sarmalına karşı insanlık adına nesnel ve yansız bir aydın eleştirisi vurgusu duyumsanmaktadır. Çok yönlü okumaya açık olan roman, siyasal, artırımsal ya da çeşitli toplumsal nedenlerle özellikle Afrika’dan Avrupa’ya doğru göç etmeye çalışan genç Afrikalıların acıklı durumunu betimlemesi açısından göç kültürü ve çatışma modeli bağlamında çözümlenmeye de varsıl bir içerik sunmaktadır. Anlatı, modelin insani güvensizlik ve çatışma gösterge çizelgesine göre insani güvenlik ve çatışma eksenlerinden kişisel göçü niteleyen mikro düzeye uygun görünmektedir. Ancak çok sayıda kitlesel göçü de odak yapması, makro düzey bir okumayı da olanaklı kılmaktadır. Kuzeybatı Afrika’da Cebelitarık boğazının İspanya tarafına yer alan Tarifa kentinin karşı kıyısındaki Tanca’da bakkal olan babası ile birlikte yaşayan polisiye roman tutkunu 17 yaşındaki Faslı genç Lakhdar, yaklaşık 4 yıl süren göç serüvenine konu olan tekil birinci kişi benöyküsel anlatıda; yersiz yurtsuzluk, Arap Baharı, siyasal İslam, kimlik bunalımı, başkaldırı, yıldırı (fr. Terreur), dinsel, siyasal şiddet ve aşk izlekleri öne çıkmaktadır. Romanda, amcasının kızı Meryem ile babası tarafından uygunsuz bir durumda yakalanmasından sonra evini terk etmek ve Casablanca’ya göç etmek zorunda kalan, yersiz yurtsuz geçen bir yılın sonunda Tanca’ya geri dönerek çocukluk arkadaşı Besim aracılığıyla, bu dönemde Arap ülkelerinden yükselmekte olan köktendinci örgütlerle bağlantılı Kuran Düşüncesini Yayma Cemiyeti’nde kitapçı olarak iş bulan ve bu sırada Arapça öğrencisi İspanyol bir kızla kurduğu arkadaşlık sonrası önce Tunus’a, ardından karşı kıyıdaki Algeciras ve sonra da Barselona’ya göç eden Lakhdar’ın serüveni öykülenir. Metinlerarasılık Anlatıcı-yazar, anlatı boyunca çok sayıda metinlerarası göndermede bulunur. Pek çok İslam akımını etkileyen Mısırlı İslam düşünürü Seyyid Kutub’un (1906-1966) Siyonist Komplo Karşısında İslam adlı yapıtı başta olmak üzere tarihsel, dinsel ve siyasal içerikli yapıtlar okurun ilgisine sunulur. Yazar bu yapıtlar aracılığıyla kurmak istediği olay örgüsüne gerçeklik kazandırmaya çaba harcar. Cinsellik, Kadın Evliyalar, İbn Teymiye'nin yirmi cilt tutan bütün yapıtları (s. 31), Yusuf suresi, “Baba, karşımda on bir yıldızın, güneş ve ayın secdeye geldiğini gördüm” (s. 42), Yedi Uyurlar (s. 70), Büyük İskender (s. 71), bir İspanyol atasözü; “bir salağın tüyü betonarmeden daha dayanıklıdır” (s. 72), Lakhdar ile Judit arasında Arap ve Batı yazını üzerine söyleşimler; “Paul Bowles'u tanıyordu, Tennessee Williams'i ya da William Burroughs'u, uzak gelen isimleriyle bana belli belirsiz bir şeyler hatırlatan ama hiçbirini tanımadı- Tancalı bir figür, onun kim olduğunu biliyordum tek bir satırını bile okuduğumdan emin değildim” (s. 76), polisiye roman yazarlarına gönderme; “bir an bana asılmak ya da elimdeki La Position du tireur couché'yi (Yatan Tetikçinin Pozisyonu) satın almak istediğini sandım, ama hayır, sadece kitabı nereden bulduğumu soruyordu. Bir sürü nedenden dolayı cevap verip vermemekte tereddüt ettim. Beş dakika gevezelik ettik; sevdiğim yazarlardan, Pronzini'den, McBain'den, Manchette'ten, Izzo'dan konuşmak (…) hoşuma gitti” (s. 83), “Necip Mahfuz'un Nil Üzerinde 9 Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler Konuşmalar kitabının ilk tümcesi: “Nisandı, toz toprak ve yalanlar ayı” (s. 84), Casanova'nın hatıraları, “L'Histoire de ma vie'nin (Hayatımın Tarihi) her bir cildi devasa boyuttaydı, bitmek bilmiyordu” (117), anlatı boyunca Lakhdar, Judit için yazdığı kendi şiirler ile kimi bölümleri Arapça olarak verilen Nizar Kabbani’nin şiirleri, “gözlerin yola çıkacak son gemi, orada bana yer var mı?” (s. 124) gibi göndermelerin yanında, özellikle Lakhdar’ın Algeciras limanında alıkonulduğunu anlatan romanın Berzah altbaşlıklı 2. bölümünde çok sayıda metinlerarası gönderme bulunmaktadır. Anlatıcı-yazar, 17 Şubat 2012 tarihli Diario de Cadiz gezetesinde yer alan bu habere olduğu gibi İspanyol dilinde yapıştırma uygulayımı ile romanda yer verir: “Un nuevo drama laboral en el sector maritimo recala en el puerto de Algeciras. Un total de 104 marineros, los que componen la tripulacion de los buques Ibn Batouta (…)” (s. 155). Anlatıcı ve Odaklayım Benöyküsel bir anlatıcı-kişi tarafından tekil birinci kişi öyküleme uygulayımı ile öykülenen anlatı, 17 yaşında Faslı bir gencin iç bakış açısıyla okura sunulur. “Tanca'da denizi, limanı ve Boğaz'ı seyretmek için günde iki defa beş kilometre yol teperdim, şimdi de çok yürüyorum” (s. 13) diyen anlatı başkişisi “bizler haz almak için yaşayan kafesteki hayvanlarız, karanlıkta yaşıyoruz” (s. 13) tümcesiyle romanın içeriğine ilişkin önsel bilgilendirme yapar okura. Tablo 2 Anlatı Düzeyleri İlişki/Düzey Dışöyküsel Anlatıcı İçöyküsel Anlatıcı Elöyküsel Anlatıcı Besim, Nureddin, Marcelo Cruz Benöyküsel/özöyküsel Anlatıcı Lakhdar, Gemici Sadi, Judit Anlatı boyunca yaşadıklarını artsüremli olarak öyküleyen anlatıcı, kimi zaman da özellikle söyleşim ve serbest dolaylı anlatım uygulayımları aracılığıyla sözü öteki anlatı kişilerine bırakarak bakış açılarını çeşitlendirir. Kişi Ataerkil gelenekçi bir aile yapısı içinde babası, annesi ve Yasin, Sarah ve Nur (s. 68) adlı kardeşleriyle birlikte yaşayan ve adını okurun ancak 112. sayfada öğrenebildiği Lakhdar adında bir yeni yetme roman başkişisi. “Judit gecenin bir yarısı, Lakhdar, dedi. Aslında Lakhdar'm iki anlamı var; 'yeşil', bu tamam, ama bir de 'müreffeh' demek. Yeşil, İslam'ın rengi. Belki de babam onu bunun için seçti. Bu aynı zamanda Sufiler için önem taşıyan bir peygamberin ismi. Hızır Aleyhüsselam, Hıdır, yeşil. Kehf suresinde geçer” (s. 112). Anlatının başlangıcından başlayarak, Arap toplumlarındaki toplumsal ve dinsel vurgu öne çıkar. “Büyüdüğüm apartman ne zengindi ne fakir, ailem de öyle, benim peder dininde imanında bir adamdı, hani şu iyi bir adam dediklerinden, çoluğuna çocuğuna kötü davranmayan namuslu bir adam - arada bir mabata bir-iki tekmenin dışında, ama bundan da kimseye bir zarar gelmemiştir. Tek ama iyi bir kitabı, Kuran'ı olan adam: Bu dünyada ne yapması gerektiğini ve ahirette kendisini neyin beklediğini öğrenmek için ihtiyacı olan tek şeydi Kuran, günde beş vakit namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, tek hayali Mekke'ye hacca gitmek, kendisini Hacı diye, Hacı Muhsin diye 10 çağırmalarıydı, bu onun tek emeliydi, çok çalışıp bakkal dükkânını süpermarkete çevirmek umurunda değildi, milyonlarca dirhem kazanmak umurunda değildi, onun Kitabı namazı hac ziyareti vardı ve nokta; annem babama büyük bir saygı gösterir ve evde köle gibi hizmet ederken ona adeta bir evlat gibi itaat ederdi” (s. 14-15). Romanın bir başka kişisi Lakhdar’ın çocukluk arkadaşı Besim’dir. Onun aracılığıyla yeniden Tanca’da iş bulma ve yaşamını sürdürme olanağına kavuşur Lakhdar. Besim ve Lakhdar Tanca’da boğaza karşı, geleceğe ilişkin düşlere dalarken, en büyük ülküleri; yazgılarının kendilerine çizdiği sarmaldan ve olağan yaşam döngüsünden kurtulup, karşı kıyıya Avrupa’ya geçebilmek ve orada insanca yaşayabilmektir. “Besim'in küçücük gözleri ve kocaman yuvarlak bir kafası vardı, her gün babasıyla camiye giderdi. Vaktini gümrükçü ya da polis kılığına girip kaçak olarak karşı tarafa geçmek için inanılmaz planlar yaparak geçirirdi; bir turistin kimlik belgelerini yürüttüğünü hayal ederdi üstünde güzel bir kıyafet, elinde şık bir valizle sanki hiçbir şey yokmuş gibi sakin i sakin sakin gemiye binerdi - ona, İspanya'da beş parasız ne halt edeceksin, diye sorardım. Biraz çalışıp para biriktireceğim, sonra Fransa'ya, daha sonra da Almanya'ya gideceğim, diye cevap verirdi, oradan da Amerika'ya...” (s. 16). Görüldüğü gibi, ikincil kişilerden birisi olan Besim’in ileri sapım uygulayımı ile geleceğe ilişkin ulusötesi göç düşleri, gidilecek uzamlarda yaşanması olası ayrımcılık korkusunu da düşündürür. “Hem sonra orada Arapları çok seviyorlarmış, benim amcaoğlu Düsseldorf'ta makinist ve süper memnun. Almanca öğrenmen yeterli, galiba o zaman sana acayip saygı gösteriyorlarmış. Gerekli belgeleri de Fransızlardan çok daha kolay veriyorlarmış” (s. 17). Besim, anlatıda göç denklemini kuran ve çözümler arayan eyleyen konumundadır. Kuran Düşüncesini Yayma Cemiyeti şeyhi Nureddin Fransa’da doğmuş ve büyümüş “hoş, kültürlü, sempatik biriydi. Bana Suudi Arabistan'da teorik, Pakistan'da pratik eğitim aldığını anlattı” diyen Lakhdar, şeyh hakkında da okuru bilgilendirir. Cemiyetin kentte Batılı yaşam biçimini benimseyen insanlara kaşı yıldırı ve nefret eylemlerine girmesi sonucunda Lakhdar da Besim gibi göçü düşünmeye başlar. “Belki yeni Tanca Med Limanı'nda ya da Serbest Bölge'de bir iş bulabilir, daha sonra göç etmeyi başarabilirdim, sonuçta haklı olan Besim'di, buralardan gitmek lazım, gitmek lazım, limanlar yüreğimizi dağlıyor. Yalnızlık kesif bir sis perdesi, kapkalın bir bulut oluyordu; kötülüğün ve korkunun bulutu” (s. 42). Tam da bu sırada İspanya’dan bir haftalığına tatil için Fas’a gelen Judit, Lakhdar için yeni bir serüvenin başlangıcı, bir çeşit yazgı değişimi söz konusu olacaktır. “Barselona'dan geliyorlardı, isimleri Judit ve Elena idi, biri daha esmer, diğeri daha topluydu; ikisi de üniversite öğrencisiydi ve tam da hayal ettiğim gibi bir haftalığına tatil için Fas'a gelmişlerdi” (s. 52). “Barselona'da Arapça eğitimi gören” (s. 54) Judit ile geçen güzel anlar, onda yeni umutların doğmasını sağlar. Ancak kızların Marakeş ziyaretleri sırasında patlayan bomba ve 16 kişinin ölümü Fas’ın da korkunç bir yıldırı bezemine sürüklenmesine ve güvenliksiz ülkelerden birisi olarak görülmesine neden olabilecektir. “İspanyol haber kanalının altyazılarında, Atentado en Marrakesh: al menos 16 Muertos geçiyordu” (s. 82). Bu olaydan sonra 11 Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler Judit’ten gelen sağlıklı olduğuna ilişkin elmek Lakhdar’ı çok mutlu eder. Ne de olsa onunla tanıştığından beri tüm düşüncesi onunla doludur. Bu sırada Tanca’da bir Fransız şirketinin Serbest Bölge’deki şubesini yöneten ve kendisi gibi polisiye roman tutkunu olan Jean-François ile tanışır ve ondan aldığı iş teklifi coşku uyandırıcı niteliktedir. Tam da bu sırada cemiyette çıkan yangın, Marakeş’teki saldırıyı cemiyet üyelerinin tasarladığına ilişkin kuşkularını artırır. Kaldı ki Judit, saldırıdan önce Besim’i orada görmüş ve tanımıştır. Bu haber Lakhdar için bir yıkımdır ancak Kerim ve Şeyh Nureddin’in bu kadar acımasız kıyacı olabileceklerine bir türlü inanmak istemez. “Aslında Şeyh'in de Besim'in de Marakeş'le hiçbir ilişkilerinin olmamasını umut ediyordum; ne yazık ki, bizzat tanık olduğum sopalar ve ant içmeler bana pek fazla umut vermiyordu” (s. 110). Yoğun bir iş yoğunluğu içinde olan Lakhdar, patlamadan beri Şeyh Nureddin ve Kerimden haber alamamaktadır. Besim, anlatı içinde gerçekte, çapkınlık yapıp içki içerek özgür bir yaşam sürerken, siyasal İslam diye anılan bu düşünün etkisi altında kalarak, sözde “; Allah için, Hıristiyanlardan nefret ettiğim için, İslam için, Seyh Nureddin için, artık ne olursa onun için” (s. 122) kıyalar işleyen bağnaz, yobaz ve kıyacı bir kişiliğin simgesine dönüşür. Kaldık ki Marakeş’teki saldırıdan sonra Tanca’da Café Hafa’da , “uzun bir bıçak ya da hançer” (s. 121) ile içeri girip bir Faslı genci öldürüp, bir Fransız’ı da yaralayan kişinin çizim resmi de Besim’i andırmaktadır. “Besim'i tanıyordum, onun Batı'ya karşı nefretinin ya da İslam'a olan tutkusunun görece olduğunu, Şeyh Nureddin'le tanışmadan birkaç ay önce, babasıyla camiye gitmenin onu her şeyden fazla sıktığını, hayatında bir kere olsun şafakta kalkıp sabah namazı kılmayı umursamadığını, bir yolunu bulup İspanya ya da Fransa'ya kapağı atmanın hayalini kurduğunu biliyordum” (s. 122). Lakhdar, Besim’in tersine çevresini ateş çemberine alan siyasal İslam akımından etkilenmeden, kendi yaşamını sürdürmeye çalışan son derece özgürlükçü bir kişiliktir. Romanda Besim, siyasal İslam’ı temsil ederken, Lakhdar inancını bireysel olarak yaşamayı yeğleyen aydın bir kişiliği simgelemektedir. “Benim bütün istediğim; serbestçe seyahat etmek, para kazanmak, kız arkadaşımla rahat rahat dolaşmak, canım çektiğinde sevişmek, canım çektiğinde namaz kılmak, canım çektiğinde günaha girmek ve canım çektiğinde, Allah'tan başka kimseye hesap vermeden polisiye roman okumak...” (s. 143). Siyasal İslam’ın kendilerine dayattığı yasakları ve sunulan kısıtlı yaşam biçimini eleştirerek reddeder. Daha özgür bir yaşam bulma umuduyla işini değiştiren Lakhdar, Tanca ile Algeciras arasında Tanca-Med Limanı'nda Comarit-Comanov Şirketi'nin İbn Battuta isimli feribotunda ‘ne iş olsa yapacak adam’ yani miço olarak çalışmaya başlar. Bu uzamsal değişim anlatı başkişisinin yazgısına da etki edecek ve onu Barselona’da kaçak bir göçer durumunda düşürecektir. “Aslında Algeciras Limanı'ndan çıkmak için vizem yoktu; şimdilik Boğaz'da gidiş- dönüş ring seferleri yapacaktım ama sonunda yarın öbür gün gemiden inmeme de izin verirlerdi. (…) Jean-François'nın arkadaşı rezil bir ücret karşılığında beni işe almaya razı olmuştu” (s. 150). 12 Gemideki zor çalışma koşullarına karşın yılmayan Lakhdar, şirketin borcundan dolayı Algeciras limanında alı konulmasıyla büyük bir düş kırıklığı yaşar. “Algeciras Limanı'nda denizcilik sektöründe yeni bir dram daha yaşanıyor. Ibn Battuta, Banasa, El Mansur ve Boughaz gemilerine mensup toplam 104 denizci, ciddi ekonomik sorunlar yaşayan Comarit Denizcilik Şirketi tarafından kaderlerine terk edilmiş halde, Akdeniz'in başka limanlarında da ortaya çıkan sosyal bir dramla karşı karşıya” (s. 159). Bu sırada kırk yılını gemide geçiren Sadi adlı denizci ile kurduğu sıcak ilişki ona bu koşullara dayanma gücü verir. “Sadi kırk yılını on kadar farklı gemide denizde geçirmişti ve dört yıldan beridir de İbn Battuta'da Boğaz'da mekik dokuyordu. Sadi boşanmış ve ona bir erkek çocuk veren gencecik bir kadınla yeniden evlenmişti, oğluyla gurur duyuyordu” (s. 164). Judit’ten haber alamaması da onu çılgına çevirmektedir. “Judit benimle ilgisini tamamen kesmişe benziyordu. Tekrar düşününce, son altı ayda ilişkimiz tavsamıştı; artık birbirimize daha az yazıyor, telefonda daha az konuşuyorduk, şimdi de Algeciras Limanı'na kapatılmış durumdayken ondan neredeyse hiç haber alamıyordum, bu da beni melankolik bir hüzne sürüklüyordu” (s. 168). Bu bekleyişe daha fazla dayanamayan Lakhdar, bir başka erkek arkadaş edindiğini düşündüğü Judit’i (s. 175) Barselona’ya gidip görmek için biraz da şansın yardımıyla insani nedenlerle aldığı bir aylık vize ile İspanya topraklarına geçmeyi başarır (s. 172). Judit’e telefon eder ve onu ziyaret etmek istediğini bildirir. “"Hola, ben Lakhdar," dedim. "Algeciras'dayım." "Lakhdar, qué tal? Kayfa-l hal?" Herşey yolunda," dedim. "Vize aldım, mesajımı görmedin mi?” (s. 174). Judit’ten gerekli ilgiyi göremediğini düşünen Lakhdar, hemen Barselona’ya gitmez ve Sadi aracılığıyla yasadışı göç sırasında denizde boğulan ya da değişik nedenlerle ölen göçerlerin ‘Cenaze İşleri’ni yapan Marcelo Cruz’un (s. 178) yanında iş bulur. Yaşadığı onca zorluktan sonra “kalacak yer, yemek, çamaşır, üç yüz avro” (s. 180) gelir onun sonraki göç serüvenine kaynak sağlayacaktır. Burada cesetlerle geçirdiği süre, Lakhdar için yaşamının en korkunç dönemi olmuştur. Marcelo Cruz’un yaptığı işin ağırlığına dayanamayarak yaşamına son vermesinden sonra, Lakhdar kasadaki 5000 avro ile Barselona’nın yolunu tutar. Çok sayıda değişik ulustan insanlar çok az ücret karşılığında bu kentte yaşamaya çalışmaktadır. “Ücretler çok ucuzdu ve orada her milletten, her ülkeden insana rastlayabiliyordunuz: (…) Faslılar, Cezayirliler, Sahralılar, Ekvatorlular Perulular, Gambialılar, Senegalliler, Gineliler ve Çinliler” (s. 214) Lakhdar’ın Judit ile ilk karşılaşması çok kötü bir ortamda gerçekleşmiş ve genç adam büyük bir düş kırıklığı yaşamıştır. Romana da adını veren Hırsızlar Sokağı başkişimizin Barselona’da yaşadığı uzamdır. Burada Cruz’un ölümüyle ilgili haber arayan Lakhdar, Diario Sur gazetesinde küçük bir haber bulur. Bundan böyle kıya ve hırsızlıktan aranma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. 13 Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler “Cenaze işleri şirketi sahibi Marcelo Cruz, kininle zehirlenerek hayatını kaybetti, cesedi iş yerinde bulundu. Yetkililere, maktulün komşusu ve aynı zamanda birlikte iş yaptığı Algeciras Camii imamı haber verdi. Dramın kesin ayrıntıları henüz bilinmiyor, ancak polis, Marcelo Cruz'un elemanlarından biri tarafından zehirlendiğini ve aynı kişinin Cruz'un paralarını aldıktan sonra kaçtığını düşünüyor” (s. 220). Lakhdar’ın Barselona’ya göçü, anlatının başlangıcında yer alan ve olayların patlak vermesi ile bir daha kendilerinden haber alınamayan Besim ve Şeyh Nureddin Barselona’da yeniden ortaya çıkacak ve Lakhdar’ın acıklı göçer yazgısının belirleyicisi olacaklardır. Süre “Tanca'ya bir daha hiç dönmedim” (s. 13) diyen anlatıcı-başkişi başından geçenleri artsüremli ve geri sapım uygulayımıyla öykülemektedir. Babasından yediği dayak sonrasında “on yedi yaşında” (s. 17) evden ayrılarak büyük bir göç serüvenine atılan genç adam, Tanca’dan Casablanca’ya giderek orada üç ay geçirir. “Casablanca'daki karakolda bana bir temiz sopa çeken polislerden başka bir şey bulamadım, bunun üzerine sonunda cesaretimi toplayıp eve dönmeye karar verdim; (…) on sekiz yaşına giriyordum” (s. 20) “Ama on aylık firardan, üç yüz günlük utançtan sonra” (s. 21) evine dönmeye karar verir. “Hatırlıyorum, Besim'i görmeye gitmeden önce yıkanmıştım. Güzel bir bahar sabahıydı” (s. 22) tümceleri geçmiş zamanı imlemekte, yaşanmış bir olayın artsüremli öyküleme ile okura sunumu söz konusudur. “O yıl çok çabuk geçti, Tunus'ta gösteriler başladığında ben bir yıldan fazladır buradaydım” (s. 32) tümcesindeki Tunus’taki Arap Baharı gösterileri 18 Aralık 2010 tarihinde başladığına göre anlatıcı başkişi bu sırada yaklaşık 19 yaşındadır. Tablo 3 Süre Süre Öykü/anlatı Düzeyi 2008 ile 2012 yıllarını kapsar Öyküleme Düzeyi artsüremli ve süredizinsel, gerisapımlı / ilerisapımlı Özöyküsel anlatıcı, Arap Baharı’na ilişkin tarihsel bilgileri gerçeğe uygun olarak vermiştir. “20 Şubat'ta, Fas'ta da ayaklanmalar başlayınca bunlar yerlerinde duramaz oldular” (s. 32). Lakhdar’ın bir gün küçük kardeşi Yasin ile karşılaşması sırasında “onu görmeyeli neredeyse iki yıl olmuştu” (s. 67) sözlerinden öykü süresine ilişkin bilgilendirilir okur. “Burada sadece dört ay daha kalacağımdan habersizdim; çok yakında İspanya'ya gideceğimi bilmiyordum” (s. 85) tümcesinde olduğu gibi ileri sapım uygulayımı ile geleceğine ilişkin bilgiler verilir. Lakhdar, Fransız şirketinde işe başladığında, “on beş gün sonra yirmi yaşına giriyordum” (s. 90), “daha sonra kasıma kadar olan haftalar, aylar ve Comarit Denizcilik Şirketi'ne bağlı feribotlardaki ilk günlerim o kadar çabuk geçti ki, hatıraları da o ölçüde kısa ve hızlı oldu (s. 113) diyerek süremsel bilgiler vermeyi sürdürür. Çalıştığı işyerinde I. Dünya Savaşı sırasında şehit düşen Magripli askerlerin kayıtlarını genelağ üzerine aktarma işlemi sırasında uydu öykülerle öykü süresinin 14 sınırları geçmişe doğru uzar. Aynı zamanda İbni Battuta’ya ilişkin bilgi ve yan öyküler de öykü süresini çok daha eski tarihsel dönemlere taşır. 20 yaşındaki Lakhdar’ın Tunus’taki kısa yolculuğundan sonraki yönü, 21 Eylül 2011 günü gemiyle geçtiği, karşı yakadaki İspanya’nın (s. 149) Algeciras limanıdır. 2012 yılı Şubat (s. 172) ayına kadar limanda bekler ve sonra İspanya’ya geçmeye karar verir. “Barselona'ya 3 Mart'ta geldim - Tanca'dan ayrılalı dört aydan fazla olmuştu” (s. 207). Bütün bu süremsel göstergeler öykü süresinin 2012 yılında sona erdiğini sezdirir okura. Uzam İlk anlatı Kuzeybatı Afrika’daki Cebelitarık boğazının kıyısındaki Tanca’da başlar. Kentin karşı kıyısındaki İspanya tarafında ile Tarifa ile Algeciras kentleri bulunmaktadır. İki ülke arasındaki feribot seferleri ile karşıdan geceleri parıldayan ışıklar Afrika anakarasını Avrupa anakarasına bağlayan imgeler olarak kullanılır. Akdeniz’in ve Cebelitarık boğazının baş döndürücü güzelliği anlatı kişilerinde esenlik uyandırır. Akdeniz huzur ve mutluluk denizidir. Anlatıcı başkişinin evden uzaklaştıktan sonraki uzamı yaklaşık 10 ay yersiz yurtsuz sefil bir yaşam sürmek zorunda kaldığı Casablanca kentidir. Daha sonra döndüğü Tanca onun yaşamaktan zevk aldığı bir uzamdır. Tablo 4 Gerçek Uzam Tanca > esenlikli – sıcak – huzurlu – Polisiye roman Casablanca > esenliksiz – soğuk –huzursuz – romansız anlar Casablanca’dan dönüşünde; “insana dair her şeye karşı sinsi bir nefret ve gitgide artan bir güvensizlik” (s. 22) duymaya başlar. Ailesinden uzak oluşu ve kendisine yeni bir yaşam kurması, onu bu güvensizlik duygusundan bir süreliğine de olsa kurtarır. “Tanca'nın avantajı, yaşadığımız banliyölerden uzakta kendimizi özgür hissedebileceğimiz kadar büyük bir şehir olmasıydı” (s. 30) diyen anlatıcı başkişi özgürlük olgusuna vurgu yapmaktadır. Anlatıda uzam, Arap Baharı eylemlerinin başlaması ile Arap ülkelerine doğru genişler. Tanca karanlık bir çıkmaz sokaktı, denizin tıkadığı bir koridor; Cebelitarık Boğazı bir yarık, hayallerimizin önünü kapayan bir uçurum; Kuzey ise bir seraptı. Bir kez daha kaybolduğumu gördüm, ayaklarımın altındaki ve arkamdaki tek sağlam toprak; bir yanda Ümit Burnuna kadar uzanan uçsuz bucaksız Afrika ve doğuya doğru ise, alevler içindeki o ülkeler, Cezayir, Tunus, Suriye 'ydi” (s. 41). 15 Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler Tablo 5 Düşlenen Uzam Göçten önceki uzam Düşlenen Ulusötesi uzam Fas-Tanca Tunus, Libya, Mısır, Filistin, Suriye, İspanya Güvenliksiz / basit / esenlikli Arap Baharı/uzak/acı alev/esenliksiz “Judit temmuz ayı boyunca Tunus'ta Habib Burgiba Enstitüsü'nde Arapça stajı yapacağını söyleyip buluşmayı teklif edince kendi kendime, bu tıpkı Tanca'dan yola çıkıp Doğuya giderken Tunus'ta mola veren İbn Battuta'nınki gibi bir ilk seyahat olacak, demiştim. Öte yan- dan hâlâ devam eden devrimin nasıl bir şey olduğunu kendi gözlerimle görmeyi de çok istiyordum; isyan çağındaymışım gibi geliyordu ve gerçekte kendimi herhangi birindense yirmi yaşlarındaki Tunuslu bir gence çok daha yakın hissediyordum -Tunus'un biraz Tanca'ya benzediğini, orada kendimi yabancı hissetmeyeceğimi, Tunusluların da Mağribi, Arap ve Müslüman olduklarını, üstelik bu gençliğin, kardeşlerim, kuzenlerim sayılan bu gençliğin diktatörden kurtulmayı başardığını düşünüyordum- bütün bunları yakından görecek olmak beni sevindiriyordu” (s. 126-127)Genç Lakhdar, mutlu olacağını düşündüğü esenlikli yeni bir deneyime yelken açacaktır. Bir sonraki yolculuğu, ulusötesi uzam ışıklar ülkesi İspanya’nın Algeciras limanıdır. Ancak oraya gemide çalışan miço olarak gitmektedir ve İspanya’ya giriş izni yoktur. Anlatıcı başkişinin limanda bulunduğu sırada çok sayıda uydu anlatı romanda yer alır. Bu oluntular daha çok kırk yılını gemide geçiren (s. 164) Sadi adlı yaşlı gemicinin ulusötesi limanlara ve ülkelere yaptığı yolculuk öyküleridir. “Süveyş Kanalı ya da Atlas Okyanusu üzerinden çok uzaklardan, bazıları ise Marsilya'dan, Le Havre'dan ya da Kuzey Avrupa'dan geliyordu” (s. 161) Anvers, Rotterdam ve Hamburg, (s. 164), “Pire-Beyrut-Larnaka-İskenderiye-Tunus-Cenova- Barselona hattı” (s. 165) gibi çok sayıda düşsel uzam Lakhdar’da eğsinim uyandırmaktadır. Limanda sıkışıp kalan Lakhdar kendisini çok duyumsamakta ve can sıkıntısından patlamaktadır. “Bir ayın sonunda moraller bozuk, soğuktan ve can sıkıntısından ölürken, bizim ekonomik kazazedeliğimizle ilgilenen yoktu” (166) diyen Lakhdar’ı en mutsuz eden şey ise, “internetin olmayışıydı” (s. 167). Yaşadığı olumsuzluklar ve ceset toplama şirketinde geçen esenliksiz aylardan sonra, Lakhdar kendisini romana da adını veren Barselona’nın hırsızlar sokağında bulur. “Oturduğum sokak mahallenin en berbat, başka bir bakış açısıyla da en pitoresk sokaklarından biriydi; o neşeli Carrer Robadors, Hırsızlar Sokağı ismine çok yakışıyordu, bölge, belediyesinin baş belasıydı - orospuların, uyuşturucu bağımlılarının, ayyaşların, günlerini sidik, ucuz bira, güveç ve samsa böreği kokan bu daracık kale içinde geçiren her cinsten kayıp tipin sokağı. Burası bizim sarayımızdı, kalemizdi” (s. 214) Kuşkusuz bu sokakta geçirdiği sürede çok değişik deneyimler yaşayan Lakhdar, çocukluk arkadaşı Besim’in canına da yine bu uzamda kıyacaktır. Doğal olarak göçerler için mutlu, esenlikli ve güvenli bir uzam yoktur. 16 Mikro, Mezo, Makro Düzeylerin Belirlenmesi Göç Olgusu  Göreli Güvensizlik Uzamı; Çatışma ve Göç Devinimi Anlatı çok güncel konular üzerine kurgulanmış ve günümüz Fas toplumunda Avrupa’ya göç etme düşleri kuran yeni yetme iki Faslının serüvenleri üzerine kurgulanmıştır. Özellikle romanın hemen girişinde yer alan köpek eğretilemesi, günümüz Fas toplumun içinde bulunduğu durumu göz önüne sermektedir. “insanlar köpekler gibi, sefillik içinde birbirlerine sürtünüyor, içinde debelendikleri pisliğin dışına çıkamıyorlar, bütün gün tozun toprağın üstünde yayılıyor, önlerine atılacak bir kıymık et ya da kuru bir kemik için her şeyi yapmaya hazır bir halde tüylerini ve oralarını buralarını yalayıp duruyorlar, ben de onlar gibiyim, bir insanoğlu- yum, yani içgüdülerinin esiri rezil bir pisliğim, bir köpeğim, korkunca ısıran ve sevilmek isteyen bir köpek (…) Bizler haz almak için yaşayan kafesteki hayvanlarız, karanlıkta yaşıyoruz” (s. 13). Anlatı başkişisinin özöykülemesi Tanca toplumsal yapısına ilişkin betimlemelerle sürmektedir. Özellikle Batılı erkeklerin tensel ve kösnül zevkleri için bu kentin sürekli ziyaretçileri olması romanda sorunsallaştırılan izleklerden birisidir. Erkekler yazları denize bakan bir yazlık kiralayıp Café Hafa’da çay ile haşhaş ve kurutulmuş hint keneviri yapraklarından üretilen kif adı verilen tütün içmekte, “mutlaka şart olmasa da tercihen yerli erkeklerle sevişmenin” (s. 14) düşünü kurmaktadırlar. Yine anlatı başkişisinin söylemine göre; “Tanca'yı bir cinsellik, bir arzu, bizlere asla tanınmayan ama sefaletin kesesine girecek trink para karşılığında turiste sunulan bir müsait olma haliyle özdeşleştirmişlerdir” (s. 14). Görüldüğü gibi oldukça yoksul bir halkın yaşadığı bu coğrafyada sefalet ve parasızlık kol gezmekte, her çeşit kötüye kullanmaya açık bir toplumsal yaşam sürülmektedir. Lakhdar, oldukça dindar olan orta direk ataerkil bir ailede yetişmiş ancak bu yapının kurallarını tam olarak benimsemekte büyük zorluklar çekmiştir. Fırsat buldukça özellikle “yazın şort ve mini etek giydiklerinde yabancı kadınları röntgenlemek... Hem zaten yazları kızların peşine takılmak, plaja gitmek ve birisi bir tutam kif verdiğinde joint içmek” (s. 15) aile yapısına bütünüyle ters bir durumdur. Böyle bir yapının içinde yetişen anlatı başkişini evden ayrılmaya iten temel neden de istencini engelleyemediği için amcasının kızıyla cinsel ilişkiye girerken babası tarafından yakalanması ve dayak yiyerek evden atılmasıdır. Bu durumda kutsala dokunmak ve töreyi çiğnemek göç etmenin temel nedeni olarak ortaya çıkmaktadır. Doğal olarak roman, mikro düzeyde kişisel göç üzerine kurgulanmış, ailesiyle çatışmaya girerek kendisini tinsel ve parasal açıdan güvende hissetmeyen ve daha güvenli olabileceğini düşündüğü bir uzam arayan yeni yetmenin göç devinimini öykülemektedir. “Bu kadar gururlu olmasaydım, yapmam gereken şey buydu, küçük düşürülmekten ve yara bere içinde kalmaktan kurtulurdum, belki de babam gibi bakkallık yapar, belki Meryem'le evlenir, belki de şu saatte Tanca'da şık bir sahil restoranında oturmuş akşam yemeği yemekte ya da sürüsüne bereket aç köpek yavrusundan farksız ciyaklayan veletlerimi pataklamakta olurdum” (s. 19). Olaylar gerçekte, Lakhdar’ın çalışmakta olduğu cemiyet üyelerinin, Arap Baharı’nı o ‘çok beklenen yeşil dalganın kabarışı’ olarak görmesi sonucunda eylemlere girişmesi, kurulu toplumsal düzeni sarsmaya başlar. 17 Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler Ailesinden koparak uzaklaşmak zorunda kalan Lakhdar, bu olaylardan sonra göç etmenin en kolay yolunun bir İspanyol kızla evlenerek yurtdışına gitmek olduğunu düşünmeye başlar. “(…) hayal edilen kızlar, size abayı yakmaya görsünler, tek bir imzayla sizi o ışıltılı Boğaz'dan geçirtebilecek, rahat bir edayla aileleriyle tanıştırıp işte erkek arkadaşım, diyecek zengin kızlar, baba haklı olarak sizin bir moro1 olduğunuzu söyleyecek ama kızım, karar verecek olan sensin, dercesine başını sallayacak ve sonunda siyah jambonlar ülkesi ve Avrupa'nın kapısı İspanya'da mutlu mesut yaşanacak” (s. 52). Anlatıcı başkişi, anlatı boyunca kimi geçmiş göç oluntularını öykü arasına sokarak, göç olgusunu sorunsallaştırır ve okuru yersiz yurtsuzluk kavramının üzerine düşündürmek ister. “İbn Battuta, 1335'te Doğuya gitmek üzere Tanca'dan ayrılıp uzun yolculuğuna başlarken, günün birinde Fas'a geri dönmeyi umuyor muydu, yoksa sürgünlüğünün sona ermeyeceğine mi inanıyordu, merak ediyorum. Uzun yıllar Hindistan'da ve Maldivler'de bir Sultan'ın izmetinde kalır, (…)i- Sonunda Fas'a geri döndü, son günlerini küçük bir Mevlevi tekkesinde geçirdiğini hayal ediyorum (…)” (s. 101). Lakhdar’ın amcası daha önceden İspanya’nın Almeira eyaletine göç etmiştir, ancak işsizlik korkusu onun yanına gitme düşüncesini öteler. Yaşanan yangın ve patlama olayından sonra tutuklanmak korkusuyla daha kesin bir biçimde göç etmeyi düşünür. “Kendi kendime, gemiyle kaçak olarak İspanya'ya gidecek kadar param olacak mı, diye sordum. (…) İspanya’da ne halt edecektim? (…) Hem sonra orada kriz vardı. İş yoktu. Her şey bir yana, belgelerim yoktu. Gözü kapalı maceraya atılmak? Paris’in daha hoşgörülü olacağını umuyordum. Paris ve Marsilya, kitaplardaki ve polisiye romanlardaki iki şehir... Gözümde onları argo konuşan kavgacı Cezayirlilerin, aksi suratlı İtalyan oğullarının ve dolandırıcıların yaşadığı birbirine çok benzeyen iki şehir olarak canlandırıyordum” (s. 110). Yorucu çalışma sürelerinden sonra Judit ile de sürekli çevrimiçi iletişimde olan Lakhdar gitme düşüncesini iyice özümsemiştir. “Kendimi yalnız hissetmiyordum, sadece artık şehre; Tanca'ya ait olmadığım, Tanca’nın beni terk ettiği, ittiği hissine kapılıyordum. Tanca harekete hazırdı. Judit bana umut veriyordu. İçimdeki önsezi bana Fas'tan ayrılacağımı, başka biri olacağımı, felaketin ve geçmiş sefaletin bir kısmını arkamda bırakacağımı, bombalan, hançerleri, ölülerimi unutacağımı; düşman tarafından öldürülen akerleri sonsuza kadar kopyalamakla geçen saatleri unutacağımı ve sonunda nefret, yoksulluk ve korkunun pençesinde olmayan bir ülkeye ayak basacağımı söylüyordu” (s. 125). Lakhdar, ilk ulusötesi yolculuğunu Judit’in çağrısı üzerine işinden bir haftalık izin alarak Tunus’a yapacaktır. “Üstelik, Tunus'a giderken, Magrip kardeşliğinin şanından, vizeye de ihtiyacım yoktu, sadece pasaport ve 15 Temmuz 2011 Cuma günü akşamüzeri, birikimimde hatırı sayılır bir delik açtıktan sonra hayatımda ilk defa uçağa biniyordum” (s. 127) Bu kısa göç deneyimi, yenilerinin de öncülü olacaktır. Bir sonraki ulusötesi göçünü Algeciras’a gemiyle yapmaktadır. Lakhdar, Tanca ile Algeciras limanları arasında yaptığı iş yolculukları sırasında mağripten Avrupa’ya göçlerle ilgili ilginç bilgiler sunar okura. 18 Kimi durumlarda da bir göç kültüründen söz etmek olasıdır. Her ne kadar Lakhdar için bir göç kültüründen söz edemesek de Avrupa’da yaşayan milyonlarca Magripli için bu kavram geçerlidir denilebilir. “Aylardan eylüldü, Kuzey'e göç henüz sona ermemişti, gemi İspanya'ya, Fransa'ya, Alman- evlerine dönen Faslılarla doluydu. Tıka basa dolu bagajlar, römorklar, çoğu zaman konvoy halindeki üç arabaya maaile (dede-nine-büyükanne-baba-anne-oğul- kız ve hatta bazen amca-dayı-hala-teyze ve kuzenler) doluşmuş insanlar, geri dönme arzulan yaşlarıyla ters orantılı olarak yüzlerine yansıyordu: Gençler ne kadar sabırsızsa, yetişkinler o kadar iç çekiyordu” (s. 151). Afrika’dan Avrupa’ya yasadışı göç dalgasını ayrıntılı bir biçimde veren anlatıcı, okurda göçe ilişkin derin izler bırakacak bilgiler sunar. “Boğaz'da ya da Atlantik kıyılarında, Fas ile Kanarya adaları arasında boğulanların hikâyeleri -takımadaların kontrolü daha zor olduğu için Afrikalılar Kanarya adalarını tercih ediyorlardı. İşsiz güçsüz sokaklarda sürten bütün bu zenciler ve Kuzey Afrikalılar turizm için hiç de hoş kaçmadığından, Kanarya adaları hükümeti, gidip başka bir yerde belalarını bulmaları için kendi cebinden uçakla kıtaya postalıyordu, Sahraaltı insanları, Moritanyalılar, Nijeryalılar ya da Ugandalılar kendilerini Madrid'de ya da Barselona'da, Avrupa'nın en yüksek işsizlik oranına sahip ülkesinde şanslarını denemeye çalışırken buluyorlardı -kızlar piyasaya düşüyor, erkeklerin hayatı ise köylerdeki, Aragon ya da La Mancha'daki yasadışı kamplarda son buluyordu, iki arasına sığınıp çöplerin, yıkık dökük teneke evlerin, ayazın ortasında köy hayatı yaşamaya çalışıyorlar ve bir çiftçinin gelip kendilerine kuru ekmek ve çorbaları için patates kabuğu karşılığında ağır bir iş vermesini bekler- muazzam deri hastalıklarına abselere, parazitlere yakalanıyorlardı; derileri soğuktan çatlıyordu, kışın tarlaları kolluyor, yazın kiraz ve şeftali topluyorlardı” (s. 177-178). Geçiş sırasında yaşama tutunmayı başaramayan göçerlerin cesetleri toplanarak, kimlik bilgisine ulaşılanlar ülkesine gönderiliyor, ya da “devlet hesabına ücra mezarlıklardan birinde anonim bir çukura gömülüyordu” (s. 179). Lakhdar’ın göçünün son durağı Judit için geldiği Barselona olacaktır. Barselona okura çok ekinli bir uzam olarak betimlenir. Hintli, Çinli, Afrikalı, Pakistanlı, Ekvatorlu, Perulu ve daha başka dünyanın çok değişik yerlerinden gelmiş göçerlerle dolu bir kenttir. Çok ucuza, yoksulluk ve kıtlık içinde daracık ve bakımsız sokaklardaki evlerde sıra dışı biçimde yaşama tutunmaya çalışmaktadırlar. Lakhdar’ın ev arkadaşı Münir de Tunuslu bir göçerdir. Daha önce Paris’te kalmış ve oradaki göçmenlerin durumu da öteki ülkelerdekinden ayrık değildir. “Münir, Paris'te birkaç ay kalmıştı, Paris dediysek daha çok banliyöde, bir kanalın yanındaki boş bir tarlada saklanmış, soğuktan kıkırdayıp açlıktan ölecek Kale gelmişti. O rezil Fransızlar bana bir sandviç bile vermediler, anladın mı? Bir sandviç Ah gözünü sevdiğim demokrasi! İş bulmak imkânsız, bütün gün Stalingrad'da, Belleville'de, Republique Meydanı'nda dolaşıp duruyordum, hayatta kalmak için ne iş olsa kabule hazırdım. Hiçbir şey, yapacak hiçbir şey yok, orada sana kimse yardım etmiyor, hele bir de Arapsan, zaten ortalığın Araptan geçilmediğini düşünüyorlar, fazladan tek bir Arap'a bile tahammülleri yok” (s. 229). Yazarın bir Fransız olarak, kendi ülkesi ilgili gerçekçi yorumları da gerçekten ilgi çekici ve eleştireldir. Yıllarca Fransızlar tarafından sömürülen bu halkların, günümüzde bu denli olumsuz ve önyargılı bir tutumla değerlendirilmeleri, tarihsel bilgiye iye okur 19 Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler açısından düş kırıklığı yaratmayacaktır. Öyle ki dışlanma ve yoksanma olguları, göçerin genel yazgısı gibidir. Açıklama Aşaması ˃ Aşkın Çözümleme Bu aşamada, romanda ele alınan ve sorunsallaştırılan göç olgusu, metni aşan ve çevreleyen dışsal bağıntılarıyla incelenecektir. Dönemsel Göç Devinimleri ve Toplumsal Yapı Son yıllarda dünyanın değişik uzamlarından Avrupa'ya ayak basan düzensiz ya da düzenli göçerlerin sayısında ciddi artış yaşanmaktadır. Pek çok yaşamsal tehlikeyi göze alarak yola çıkanların bir bölümü, okyanus sularında yaşamını yitirirken, bir bölümü de şiddet, cinsel saldırı, kıyım, ayrımcılık gibi çeşitli insanlık dışı tutumlara uğramaktadırlar. Imani Ghana “Afrika Göçü: Afrikalılar niçin ülkelerini terk ediyorlar?” başlıklı yazısında; Afrika’daki yaşamsal tehditlerden kurtulmak isteyen binlerce genç Afrikalının; “ilerlemek de geri dönmek de ölmek demek, öyleyse ilerlemek ve ölmek daha iyidir”4 düşüncesiyle ölümü göze alarak göç ettiklerini anlatmaktadır. Hilal Ünlü 2014 yılında Afrika’dan Avrupa’ya göç üzerine Evrensel gazetesinde yayımladığı “ense kökünde sızlayan yaradır göçmenlik” başlıklı yazısında göç olgusunu irdeler. Ona göre göçer olmak; “bir bavul dolusu hayal ile vatandan ayrılmak, hayallerinizin budandığı yerde gerçekle yüz yüze kalmak, kağıtsız olduğunuz için sınır dışı edilme korkusuyla sokaklarda ürkerek dolaşmak, yuvanıza döneceğiniz günün hayalini kurmak, insan olarak haklarınızın hiçe sayılması.. işkence, şiddet, hatta ölüm, sevdiklerinden uzak çaresizlik içinde göz yaşı dökmek demek… Göçmen olmak, “yabancı” diye isimlendirilip itilip kakılmak” 5 anlamına gelmektedir. Romana konu olan İspanya; Latin Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika ülkelerinden göç alan bir ülke konumundadır. İspanya, ekinsel yakınlığa bağlı olarak Latin Amerika ülkelerinden büyük ölçüde göç almasının yanında, aynı ölçüde Afrika’dan gelen göç dalgalarıyla karşı karşıya kalmakta ve öteki Avrupa ülkelerine geçiş yolu olarak kullanılmaktadır. Özellikle Kuzey Afrika’da Fas sınırları içinde yer alan 12 kilometre uzunluğunda ve 6 metre yüksekliğinde üzerleri dikenli tel ve kesicilerle korunan duvarlarla çevrili Melilla adlı özerk bölgesi, göç baskısını en çok duyumsayan İspanya topraklarıdır. Ocak-Nisan 2014 tarihlerini kapsayan rotalara göre Avrupa'ya ulaşan göçer sayısı aşağıdaki gibidir:  “Afrika'dan Orta Akdeniz yoluyla İtalya'ya: 26310  Doğu Akdeniz üzerinden Yunanistan ve Bulgaristan'a: 5800  Batı Balkanlar'dan Orta Avrupa'ya: 3780  Afrika'dan Batı Akdeniz yoluyla İspanya'ya: 2690   Arnavutluk'tan Yunanistan'a: 1370 Doğu Avrupa'dan Orta ve Kuzey Avrupa'ya: 194”6 Avrupa İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 13. ve 14. maddeleri gereğince; “Madde 13 1. Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır. 2. Herkes, kendi ülkesi de dâhil olmak üzere, herhangi bir ülkeden 4 https://www.contrepoints.org/2014/02/12/156396-immigration-africaine-pourquoi-quittent-ils-leur-pays 5https://www.evrensel.net/haber/100683/ense-kokunde-sizlayan yaradirgocmenlik#.VJ0rm0qjnyQ.hootsuite 6 http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/05/140530_ab_goc_artis 20 ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir. Madde 14 1. Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.”7 Avrupa ülkelerinin güncel genel göç siyasalarına yakından bakıldığında, her ne kadar belirli uyum yasaları çerçevesinde, kimi göçerler sınırlı haklardan yararlandırılsa da, bu bildirgenin göçerleri koruyan ilkelerinin, Avrupa yasaları tarafından büyük ölçüde görmezden gelindiği anlaşılmaktadır. Temel Örge ve İzlekler Yersiz yurtsuzluk Göçerliği konu edinen romanların en önemli izleklerinden birisidir yersiz yurtsuzluk olgusu. Özellikle Lakhdar’ın evden uzaklaşması ile Casablanca’da geçirdiği yaklaşık 1 yıllık evsiz yaşamı, kendisini çok kötü duyumsamasına ve vicdan azabı çekmesine neden olur. “Ama on aylık firardan, üç yüz günlük utançtan sonra artık halim kalmamıştı. Belki de bedelini ödemiştim” (s. 20). Benzer durumu, 2 yıldır çalışmakta olduğu işyerinin yanmasıyla birlikte bir kez daha yaşar Lakhdar. “Yola çıkmaya hazırdım. İki yıla yakın bir zamandan beri ailem, iki günden beri arkadaşlarım, iki saattir de valizlerim yoktu. Bilinçdışı diye bir şey yok; (…) Hayat insanı köksüzleştiren bir makine; daha çocukluğumuzdan başlayarak bizi soyuyor, bizi sonsuza kadar başka biri yapan bir ilişkiler, sesler, mesajlar banyosuna daldırarak yeniden şekillendiriyor, bizler hareket halindeyiz; enstantane bir fotoğraf ancak boş bir portreden ibarettir, üzerimize yansıtılan, bizi imal eden, benim Faslı, Magripli, Arap, göçmen olarak ya da ismimle çağrılmamı sağlayan biricik isimler” (s. 93-94). Lakhdar yalnızlığını; “aile yok, arkadaş yok, Tanca da, akıntıya kapılmış giden şehirde yapayalnız biri” (s. 105) tümcesiyle dışa vurur. Bu yalnızlık onu Tunus’tan sonra Algeciras’a sürükleyecektir. Judit için bir gemide çalışmaya başlayan Lakhdar, geminin borcundan dolayı Algeciras limanında alıkonulmasından sonra, uzun süren bekleyişten sonra İspanya topraklarına ayak basacaktır. Ancak hala gezgin bir konumdadır ve bir iyelik sorunu yaşamaktadır. “Günler geçtikçe, ben de daha sıklıkla, ben de Barselona'ya giderim, demeye başlamıştım, bir yolunu bulup limandan çıkarım, gittiği yere kadar... Ama aradan birkaç saat geçtikten sonra, ne yapalım ben de a döner Mösyö Bourrelier'ye giderim, diyordum” (s. 169). Lakhdar’ın yalnızlığı ve yersiz yurtsuzluğunun son durağı Barselonda’dır. Ancak burada da yalnızlık sarmalından kurtulamayacaktır. “Her şey bana uzak görünüyordu. Her zamankinden daha yakınımda olan Judit bana uzak görünüyordu. Tanca uzaktı. Meryem uzaktı, Besim uzaktı; Jean-François Bourrelier'nin askerleri uzaktı; Casanova uzaktı; Calle Robadors'da kendime saklanacak yeni bir hapishane bulmuştum; dört duvar arasından bir türlü çıkamıyordum. Hayat uzaktı” (s. 220). 7 http://www.danistay.gov.tr/upload/insanhaklarievrenselbeyannamesi.pdf 21 Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler Roman başkişisi Lakhdar, ister siyah isterse açık tenli olsun çok sayıda Afrikalı gencin yaşadığı yersiz yurtsuz kalma duygusunu en acıklı biçimde yaşamıştır. Arap Baharı: Başkaldırı ve Yıldırı Eylemleri Romanda öykünün gelişimini etkileyen en önemli olgulardan birisi olarak tarihsel gerçekliklere uygun olarak okura sunulan bir durum söz konusudur. Tunus’ta başlayan gösteriler, yaklaşık 1 yıl sonra başta Fas olmak üzere “Körfez'den Okyanus'a kadar her gerçek İslam ülkesi (s. 33), bu dalgayı beklenen yeşil dalganın yükselişi olarak değerlendirmekte ve bir İslam Devleti kurma düşü görmektedir. Şeyh Nureddin bu dalganın gelişimini şöyle açıklamaktadır: “plan, serbest ve demokratik seçimlerle mümkün olduğu kadar çok oy kazanıp iktidarı ele geçirmek ve daha sonra içeriden yasamanın, dışarıdan sokağın birleşen güçleriyle kurumları ve yasaları İslam'a uygun hale getirmekti” (s. 33). Lakhdar, bu gelişmelerden hoşnut olmamakta ve olabildiğince dışında kalmaya çaba göstermektedir. Besim, “Allah, Ulus ve Özgürlük adına” (s. 33), Birleşmiş Milletler Meydanı’da eylemlere katılmakta ve polisten cop, dayak yemektedir. Mısır’ın başkenti Kahire’nin Tahrir Meydanı’ndaki ayaklanmalar da Şeyh Nureddin’e esin vermekte, “Mısır'ın ileri bir toplum olduğunu, Müslüman Kardeşlerin malı götüreceğini” (s. 33) söyleyerek taraftarlarını artırmaya çalışmaktadır. “Müslüman Kardeşlerin yapılacak özgür bir seçimi kazanıp hükümeti kuracaklarından emindi (s. 34). Tanca’da Cemiyet üyeleri onar kişilik çeteler kurarak kent sokaklarında “kâfirlik, günah ve pornografiyle mücadele” (s. 36) ereğiyle yıldırı eylemlerine girmekte, en önde Besim yürütmektedir. İstekli olmasa da Lakhdar da bu eyleme ortak olmak durumunda kalmaktadır. Anlatı başkişisinin aktardığı Şeyh Nureddin’in kitapçıyla konuşması ve sonrasında yapılan korkunç saldırı, eylemin korkunç yüzünü göstermiş, Lakhdar için bir yol ayrımı söz konusu olmuştur: “mahallenin yüz karasısın, mahallemiz temiz bir mahalledir, Allah'a ve mahallemize saygılı ol, kâfir, biz kâfirlerin cezası, zındıkların baş belasıyız, hemen mahallemizden defol git, Allah'a saygılı ol, kadın ve çocuklarımıza saygı göster, kitapçı hortlak görmüş gibi bakıyordu” (s. 36). Bu çeşit saldırı eylemleri, toplumu yıldırarak, istenen düzeni kurmayı ereklemektedir. Ancak bu eylem Lakhdar’ın içinde nefret duygusu uyandırmaktan başka bir sonuç doğurmaz. “Cemiyet'e gelince kazma sapını halının üstüne atıp odama kapandım. Nefretten titriyordum, Şeyh Nureddin'le Besim'i lime lime doğrayabilirdim. Kendimi de. Kendimi de parça parça edecektim (s. 37). Bu süreçte uzgöreçte ayaklanma haberlerini izlemektedir: Televizyonda Mısır'daki Tunus'taki, Yemen'deki gösterileri, Libya'daki ayaklanmayı gösteriyorlardı. Kazanılmış bir şey olmadığını düşündüm. Arap Baharı'ymış, kıçımın kenarı, bu iş Allah'la otoriter bir rejim arasında kıstırılmış olarak bitecek (s. 40) Besim’in çocukluk kahramanı olan Usame Bin Ladin 2 Mayıs İşçi Bayramı’nın ertesi günü Amerikan komandoları tarafından öldürülür ve cesedi okyanusa atılır (s. 125). Romandaki yıldırı eylemlerinin kimisi de genelağ üzerinden elmek ile paylaşılan iletilerle gerçekleştirilir. Lakhdar; “Bir gün Zafer suresi: Allah'ın zaferi ve Fetih vakti geldiğinde, vs.; başka bir gün Ganimet suresi: Ve Rabbin Meleklere dedi ki: "Ben sizinle 22 Üzerine Yazın ve Kültür İncelemeleri. London: Transnational Press London. (s. 87-99). Enard. M. (2012) Hırsızlar Sokağı (rue des Voleurs). Çev: Aysel Bora. İstanbul: Can yayınları. Genette, G. (1972). Figure 3. Paris: Seuil. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/05/140530_ab_goc_artis http://www.danistay.gov.tr/upload/insanhaklarievrenselbeyannamesi.pdf https://www.contrepoints.org/2014/02/12/156396-immigration-africaine-pourquoi- quittent-ils-leur-pays https://www.evrensel.net/haber/100683/ense-kokunde-sizlayan yaradirgocmenlik#.VJ0rm0qjnyQ.hootsuite Sirkeci, İ. (December 2012). “Transnasyonal mobilite ve çatışma”. Migration Letters, 9(4), 353-363. Sirkeci, İ. ve Cohen, H-J. (July 2013) “Not Migrants and Immigration, but Mobility and Movement”. http://citiesofmigration.ca/ezine_stories/not-migrants-and- immigration-but-mobility-and-movement/ (07.05.2015). Tilbe, A. (2015). “Göç/göçer yazını incelemelerinde Çatışma ve Göç Kültürü Modeli” [Bildiri]. Ali Tilbe ve Ark.(Ed.). 3rd Turkish Migration Conference, Charles University Prague, Turkish Migration Conference 2015 Selected Proceedings, (25-27 June 2015). (s. 458-466). London: Transnational Press London. Tilbe, A. (2016). “Göç Kültürü ve Çatışma Modeli Bağlamında Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’üne Bir Bakış” Ali Tilbe ve Sonel Bosnalı .(Ed.). Göç Üzerine Yazın ve Kültür İncelemeleri. London: Transnational Press London; (s. 1-19). 25

Göç Konferansı 2017 - Seçilmiş Bildiriler, London: Transnational Press London (ISBN: 978-1-910781-55-5)

Göç, genel anlamıyla; ‘insanların toplumsal, ekonomik, siyasal ve doğal nedenlerden dolayı yerleşmek amacıyla bir yerden başka bir yere gitmeleri' olarak tanımlanabilir (Tilbe & Bosnalı, 2016. s. v). İnsanlar; eğitim, sağlık, güvenlik, hızlı nüfus artışı gibi toplumsal nedenlerden ötürü göç ederler. Aşınım, aşırı kuraklık, toprak kayması, çölleşme, sel, deprem, volkan patlaması gibi doğal nedenler de insanların göç etmesine yol açar. Sınır değişiklikleri, nüfus değişimi ve bunlardan en önemlisi savaş ise, göç olgusunun siyasal nedenleri arasında yer almaktadır. İş olanakları, doğal kaynakların varlığı, gelir dağılımındaki eşitsizlik, geçim sıkıntısı, tarım topraklarının bölünmesi veya tarım yapılacak alanların kalmaması insanları tarım alanlarında makineleşme ve insan gücüne daha az gereksinim duyulması gibi ekonomik nedenler de göç etmeyi zorunlu kılmaktadır (Ekici & Tuncel, 2015; Koçak & Terzi, 2012; Sağlam, 2006). Bu nedenler, göç etmeyi tercih olmaktan çıkarmakta, bir zorunluluk haline dönüştürmektedir. Bütün bu nedenlerin temelinde ise, İbrahim Sirkeci’nin ileri sürdüğü gibi tehdit olgusuna bağlı olarak gelişen güvensizlik durumu yatmaktadır. Bulunduğu yerleşim alanında siyasal, toplumsal, ekonomik ya da ekinsel bağlamda kendini güvende duyumsamayan ve geleceğine ilişkin tehdit algısına kapılanlar, bir yerden ötekine devinimi gerçekleştirirler.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir