tatarlar nereli / Tesettür Giyim Modelleri | Genç Tesettür Giyim - Melike Tatar

Tatarlar Nereli

tatarlar nereli

ÜlkemizdekKıpçak Savaşçısıi Tatarlar ve Kökenleri

Cahit Alptekin*

Özet: Bir kavim adı olarak “Tatar” kelimesi ilk defa Orhun Yazıtlarında geçmektedir. Tatar adı, çeşitli tarihlerde Türk ve Moğol kabileleri için müşterek bir ad olarak kullanılsa da başlangıçta Moğolları ifade etmiştir. Moğol kabilelerinden Tatarlar, en kalabalık ve güçlü kabileydiler. Bu durum birçok Moğol ve Türk kabilesinin (boyunun) yabancılarla münasebetlerinde kendi adları yerine Tatar adını kullanmalarına neden olmuştur.

Moğollar arasındaki “Tatar” adı bir Moğol boyunu ve Moğolistan sahasındaki Türk- Moğol boylarını ifade etmekteyken Türk dünyasında, özel olarak Kıpçak bozkırlarında, ortaya çıkan “Tatar” adı ise Kıpçak Türklerini ifade etmektedir. Artı olarak bugünkü Moğolistan sahasında ise, geçmişte Tatar olarak adlandırılmış Otuz Tatar, Dokuz Tatar gibi Türk kabilelerinin yaşamış oldukları bilinmektedir.

Kıpçak sahasını fetheden Batu Han’ın ordusunun büyük bir kısmını yine Türkler oluşturmuşlardır ve orduda çok az sayıda bulunan Moğollar, Deşt-i Kıpçak sahasındaki Türklerle karışarak kısa sürede eriyip gitmişlerdir.

    Anahtar Kelimeler: Tatar, Moğol, Türk, Rus, Rusya, Kıpçak.

Tarih bilmek, insanlara yaşadığı zamanı anlamak ve gelecek hakkında öngörülerde bulunmak şansı vermektedir. Yani, Tarih bilmek ve Tarih şuuruna sahip olmak, bir milletin milli vasıflarını koruması ve nereden geldiğini bilip nereye gideceğine karar vermesi için olmazsa olmaz gereksinimlerden biridir. Büyük tarihçi İbn Haldun: “Suyun suya benzediği gibi, hal de geçmişe benzer” sözü ile ne kadar büyük gerçekleri ifade eder. Hali değerlendirmek, geleceğe ümit ve güvenle bakabilmek için, geçmişin iyi bir şekilde süzgeçten geçirilmesi gerekir.[1] Tarih, aynı zamanda, geçmişini ve nereden geldiğini unutan halkların mezarlığıdır.

Öncelikle bu makaleyi neden yazdığımı siz sevgili okuyuc

ularıma anlatmak isterim. Ülkemizde AB ve ABD ile bunlara bağlı sivil toplum örgütlerinin yürüttüğü faaliyetlerin bulunmakta olduğu herkesçe bilinen bir husustur. Bu faaliyetlerden bir tanesi de ülkemiz insanlarını mozaiklik olgusuna alıştırmak ve onlara Türk olmadıkları, farklı etnik kökenlerden geldikleri fikrini benimsetmektir. Ne yazık ki hükümet destekli faaliyetlerle Türklük olgusu bir üst kimlik konumuna yerleştirilmeye çalışmakta ve bu çalışmalar başarı sağlamaktadır. Hâlbuki bu çalışmalara kaynak ayıran emperyalist devletler kendi ülkelerinde sıkı bir ulusçuluk göstermekte, tersi yöndeki her yönelişi olması gerekeni yaparak, boğmaktadır. Ülkemizde özellikle Türkmen, Tatar, Alevi, Yörük, Karakeçili… Vs. gibi öz Türk unsurlar ayrı birer etnisiteymiş gibi gösterilmekte, ne yazık ki insanlarımız bu hiçbir ilmi delile dayanmayan iddiaları gerçek gibi kabul edip gaflete düşmektedirler. Lakin biz, ufak makalemizde bu Türk unsurlardan sadece Tatarları inceledik.

Türkmen, Yörük, Alevi, Karakeçili, Tahtacı gibi unsurların Türklüğünün vatandaşlarımız tarafından iyice öğrenilmesi gerektiğinin farkında olarak ve bu konuda yapılmış ilmi çalışmaların daha da arttırılması ile vatandaşlarımıza hitap eden yayınlarında yapılması gerektiğini bilerek, şimdilik sadece Karadeniz’in kuzey sahasındaki Tatarların kökenlerini, çeşitli kaynaklardan, ortaya koyduk ki bilgisizlik nedeniyle kendini kesin olarak Moğollukla ilişkilendiren ya da “Ne Türk’üz, ne de Moğol’uz, biz ayrı bir milletiz” diyen vatandaşlarımız köklerinin ne kadar öz Türk olduklarını bir nebze fark edebilsinler.

Öncelikle bilinmesi gerek ilk husus gerçek Tatarların kimler olduğu ve nerelerde faaliyet göstermiş olduklarıdır. (Daha sonra örnek olarak koyduğumuz kaynaklarda Karadeniz’in Kuzey sahasındaki “Tatar” adı verilmiş Türkleri de göreceğiz.)

7f82d43aace7471ab78037c0c742061b

Bir kavim adı olarak “Tatar” kelimesi ilk defa Orhun Yazıtlarında geçmektedir. Bu yazıtları ilk defa okumuş olan Thomsen, bu kavmi Moğol asıllı olarak saymaktadır. Thomsen ve Rene Giraud bu kavmin yerleşme alanını Baykal Gölünün güney doğusuna yerleştirirler. Orhun Yazıtlarında “Dokuz Tatar” ve “Otuz Tatar” isimleri geçmektedir ve bir daha hiçbir yerde rastlanmayan “Otuz Tatarlar”, Bahaeddin Ögel’e göre günümüz Moğolistan’daki Moğollarla akrabadırlar.[2] Tatar adı, çeşitli tarihlerde Türk ve Moğol kabileleri için müşterek bir ad olarak kullanılsa da başlangıçta Moğolları ifade etmiştir. Geçmişte, günümüz Moğolistan’ının doğu kısmında yaşayan kabilelerin büyük bir kısmı Moğol olup, bunlar Moğol adını sonradan benimsemişlerdi. O dönemde bu kabilelerin başında Kereyit, Nayman ve Tatar kabileleri gelmekteydi. Bu arada özellikle Naymanların Türk mü Moğol mu olduğu konusunda da tartışmaların devam ettiğini söylememiz gerekir. Saydığımız kabilelerden Tatarlar, en kalabalık ve güçlü kabileydi. Bu durum birçok Moğol ve Türk kabilesinin (boyunun) yabancılarla münasebetlerinde kendi adları yerine Tatar adını kullanmalarına neden olmuştu. Tarihte bu tür örneklere sık sık rastlanmaktadır. Mesela Reşideddin’de Moğol adının sadece Cengiz Han’ın mensup olduğu boyun adı olup, sonradan diğer boyların da kendini Moğol olarak adlandırmaya başladığına dair şöyle bir örnek bulunmaktadır: “Diğer kavimlere o zaman Moğol demezlerdi. Çünkü şekil, heyet, lakap, lehçe ve gelenekleri birbirine yakın olmakla beraber eskiden farklı idiler.” Yine Reşideddin, Tatar adının nasıl ve hangi şartlarda meşhur olduğu üzerinde durarak şöyle demektedir: “Onların çok büyümeleri ve saygıdeğer bir yerleri olması sebebiyle değişik boylara mensup olan ve değişik isimleri bulunan diğer Türk kabileleri de onların isimleriyle tanınmaya ve hepsine Tatar denilmeye başlandı. Ve bu değişik boylar kendilerini onlara intisap ettirerek ve onların ismini kullanarak şöhret ve ihtişam kazandılar.”[3]

Çin kaynakları 842 yılından sonra “Ta-ta” ismiyle Tatarlardan bahsetmeye başlar. Bu kaynaklar Moğolistan’daki kuzey Tatarlarına “Kara Tatarlar”, Alaşan bölgesindeki güney Tatarlarına ise “Ak Tatarlar” derler. Çin kaynaklarına göre, asıl Moğollar, en eski Moğollar (20 Kabile), Kara Tatarlar (9 Kabile), Ak Tatarlar (15 Kabile), Vahşi Tatarlar olmak üzere dört kısma ayrılmaktaydı. Bunlardan Ak Tatarlar bir Türk kabilesi olan Öngütleri ifade etmektedir ki bunlar Sha-t’o Türklerinin Cengiz devrindeki torunlarıdır.[4] Aynı zaman da Ak Tatarlar, 9 kabileden oluşmaları sebebiyle, Orhun Yazıtlarındaki “Dokuz Tatar”lar da olabilirler. (Çinli seyyah Wang Yeng-te, bu Dokuz Tatarları, Tatarların en önemli kabilesi olarak görür.)[5] Çin kaynaklarının da Türk olan Ak Tatarlar konusunda hataya düştüğünü söyleyebiliriz.

Tatar kelimesinin etimolojisine gelirsek karşımıza bu ismin Türkçe olduğu çıkmaktadır. “Tatar” sözü Türkçe asıllı olup Türkçe olan “-ar” ekiyle türetilmiştir. (Tatar, Avar, Hazar, Bulgar, Macar..vs. gibi) “Ar”,”Ir”, “Er” kişi anlamına gelmektedir. Mesela Kazan Tatarcasın da (Türkçe) “İr” sözcüğü “erkek kişi” anlamına gelmektedir.

“Tatar” kelimesinin kökü Tat- Kaşgarlı Mahmud’a göre “Müslüman olmayan, Uygur” manalarını verir. “Tatar” kelimesinin kökü Tat’da Tad, dat, yat kökündeki d-y seslerinin değişimi görülür. Bu değişim Türk dillerinde olağandır. “Tat” sözü Yat/Yad (yabancı) sözünün değişmiş bir şekli olup Tat-ar adı da “Yabancı kişi” anlamına gelmektedir. Böylece Tatar adı ilk olarak Asya’da, daha sonra da Avrupa’da yaygın hale geldi. Daha sonra Arap ve Ermeni tarihçileri bu tabiri Moğol ve Türkler için kullandılar. Örnek olarak Memluklar Timur’u “Tatar” olarak isimlendirdiklerini ve Gürcü yazarların ise Türk olan Ak Koyunlular ile Kara Koyunluları “Tatar” olarak isimlendirdiklerini belirtebiliriz.[6]

    A. ÇEŞİTLİ KAYNAKLARDA KARADENİZİN KUZEYİNDEKİ TATARLARIN TÜRKLÜĞÜNE DAİR BİLGİLER (Çeşitli Satırlar Verilmiştir)

Bu bölümde Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda, bir süredir, “Tatar” olarak anıla gelen ve ülkemizde de yaşayan insanlarımızın Moğol değil Kıpçak Türkü kökenli olduklarına dair çağımızın en önemli otoritelerinin bazılarının tespitlerini veriyoruz. Bu konudaki bütün kaynakları, bu makalenin çapını aşacağı fikrinden hareketle, buraya koymadık. Gerçekten de bu konuda faydalanılabilecek kaynaklar pek çoktur ve biz sadece bir kaçından örnek kısımlar vermekle konunun ilgilisinin merakını cezp etmeye gayret ettik.

            1. George VERNADSKY:

“(Batu’nun Ordusu) Moğol subayların kumanda ettiği güçlü ve iyi talimli bir Türk ordusu elinin altındaydı. Orta Asyalı Türkmenlere ilaveten birçok Kuman (Kıpçak) ve Alan savaşçısı Batu’nun kuvvetlerine katılmışlardı.[7]

    Moğollar, ırk olarak Altın Ordu toplumunda küçük bir azınlık teşkil ediyorlardı. Ordu’nun büyük kitlesi Türklerden meydana geliyordu.

    Altın Ordu’daki Moğolların ekserisi Çingiz Han’ın Cuci’ye tahsis ettiği 4 bin askerin soyundan geliyorlardı; Kuşin, Kıyat, Kinkit ve Saycut kabilelerine mensuptular. Altın Ordu’nun batı kısmında (Volga’nın batısında) Türk unsuru ekseriyetle Kıpçaklar (Kumanlar) temsil ediyorlardı, ama Hazarlarla Peçeneklerin bakiyeleri de vardı. Volga’nın orta kesiminin doğusunda, Kama Nehri havzasında Bulgarların bakiyeleri ile yarı yarıya Türkleşmiş Ugorlar yaşıyorlardı. Aşağı Volga’nın doğusunda Mangıtlar ve diğer Moğol klanları, ekserisi İranî yerlilerle karışmış olan Kıpçak ve Oğuz gibi birçok Türk kabilesine hükmediyorlardı. Türklerin sayıca çokluğu Moğolların Türkleşmesini tabi kılmıştı ve hakim sınıflar arasında bile Moğol dilinin yerini Türkçe almıştı. Yabancı devletlerle diplomatik yazışma Moğolca yapılıyordu, ama iç meselelerle ilgili 14. ve 15. yüzyıl belgelerinin çoğu bizim bildiğimiz kadarıyla Türkçe (genelde Çağatay Türkçesi) idi. Saray şehrinde kendilerine ayrılmış mahalleleri bulunan Ruslar, Alanlar ve Çerkezler siyasi bakımdan Türklerden aşağı bir seviyededirler.[8]

    Markizi, Tatar derken muhtemelen sadece Kumanları değil, bilakis Altın Ordu’nun bütün Türk tebaasını kastetmektedir.[9]

            2. Akdes Nimet KURAT:

“Moğol-Tatar istilası sırasında Kuman-Kıpçakların bozkırlarda yaşayan zümrelerinin, yani göçebelerin kitle halinde yerlerinden oynatıldığını görmüştük. Fakat Kırım’da artık yerleşik hayata geçmiş olan köyler ve şehirlerde yaşayan Kıpçak ahalinin bu istiladan fazla müteessir olmadığı anlaşılmaktadır. Moğolların, yerleşik ahaliyi imhadan ziyade onları belli bir vergiye bağlamayı tercih ettikleri de biliniyor. Bu suretle eski Kuman-Kıpçakların birçoğu kendini muhafaza edebilmişti.[10]

    Mamafih onlar da etnik bakımdan epey karışmışlardı. Kırım’da Hazar kalıntıları da vardı. Bunlardan biri de Karaimlerdi.[11]

    1235’te toplanan Büyük Kurultay’da Doğu Avrupa’nın istilası kararlaştırılmıştı. Bu maksatla bilhassa Türklerden olmak üzere büyük bir ordu toplandı. Miktarı katiyetle bilinmeyen bu Moğol-Türk ordusunun en az birkaç yüz bin kişiden ibaret olduğu muhakkaktır.[12]

    Kumanda zümresi bilhassa Moğollardan, daha doğrusu Tatarlardan(Moğollaşmış Türk) ibaret olmakla beraber, askerlerin çoğunluğunu Orhon-Yayık ve İrtiş aralarında yaşayan Türk urukları teşkil ediyordu.[13]

    Netice itibarıyla Moğol istilasından sonra da Kıpçak ilinin etnik durumunda bir değişiklik olmadı. Diğer yandan da yukarıda da belirtildiği gibi Kama boyundaki Kıpçak ve galiba onlarla beraber olan Kimeklerin gelmesi ile Orta İdil boyundaki Türk unsuru artmış ve İdil Bulgarları da Kıpçaklaşmışlardı. Böylece Moğol istilasının bir neticesi Orta İdil boyundaki Türk ahalisinin daha da Türkleşmesini mümkün kılmasıdır. Bugünkü Kazan Türklerinin(Tatar) kavmi teşekkülleri işte bu tarihi olaylarla izah olunmaktadır.[14]

    Batu Han’ı kumandasında fütuhat yapan kuvvetlerin 600 bin kişiden ibaret olduğu söylenmektedir; bunun ancak 60 bin’i Moğol’du. Kalan kısmı muhtelif Türk kavimlerinden toplanmıştı. Kumanda heyetinin ve bazı memuriyetlerin başında Moğollar, bilhassa bunların Tatar zümresi bulunmakta idi. Tatar adının menşeinin Türk olması lazım geldiğini söylemiştik. İşte bu sebeptendir ki Moğol istilasını yapan kuvvetlerin hepsine Moğol ve Türk fark etmeksizin “Tatar” adı verilmişti. Tarihin mislini bir daha görmediği bu hayret verici seferler, kazanılan meydan muharebeleri hep “Tatar” kumandanlar tarafından idare edilen Moğol ordusunda herkesin “Tatar” olmakla iftihar ettiğine şüphe yoktur. Aynı zamanda “Tatar” olarak adlandırılmak Moğol-Türk Kağanlığında imtiyazlı bir zümreye aidiyeti göstermekte idi. Bu sebepledir ki Moğol ordularındaki Türk kavimleri kendilerini böyle tesmiye etmeseler bile yabancılar karşısında böyle görünmeye başlamışlardı. Çok geçmeden İdil boyunda yerleşen Moğol-Tatarlar, kalabalık Türk unsuru arasında eriyip gitmişlerse de, bu sahanın ahalisi Türk olmasına rağmen, “Tatar” adı ile anılmaya başlanılmışlardır.[15]

    (Altın Ordu Devletinin Türk Karakteri) Bu devlet, ahalisinin büyük bir kısmı-Rus yurdu müstesna- halis Türk idi. Ancak üst tabakada Moğol unsuru mevcuttu. Moğolların yine Türklerle kardeş olmaları hasebiyle bu unsur kısa bir zaman içerisinde Türkleşmiştir. Devlet teşkilatı Cengiz’den çok önce teşekkül eden nizamdan ibaretti. Gök-Türk ve Uygur teşkilatının mühim unsurlarının Altın Ordu’da da mevcut olduğu muhakkaktır. Hele teşkilat sözlerinde Uygurca terimlerin kullanıldığı görülmektedir. Bunun içindir ki Altın Ordu ve sonraki Hanlıkların devlet ile iktisadi ve içtimai teşkilatlarını öğrenmek ancak önceki Türk devletlerinin durumlarını bilmeğe bağlıdır.[16]

    (Tatar Adına Dair) (Kazan Hanlığı Bahsi) Bu İdil boyu Türklerine “Tatar” adı verilmesinin sebebi: Moğol istilası zamanında askeri teşkilatın ve istila bitip Altın Ordu Devleti kurulduktan sonra, idari teşkilatın başında bulunan “Tatar”lara izafeten verilen bir isimdir. Ruslarla temas edenler, bilhassa Tatarlardan tayin edilen Tatar “Baskak”ları ve askerleri taht ilinde (Saray şehri) Tatar zümreleri olduğundan, Ruslar alelumum Altın Ordu’daki bütün ahaliyi “Tatar” tesmiye etmişlerdir; bu cümleden olarak eski Bulgar Devleti ahalisi de sırf Altın Ordu hâkimiyetinde bulunması hasebiyle bu isimle anılmaya başlanmıştır. Tatarların çok eskiden bir Türk kabilesi olduğu kuvvetli bir ihtimal olmakla beraber, 13. yüzyılın başında artık tamamıyla Moğollaştığı malumdur. “Tatar” adının İdil boyunda Moğol istilasından önce de kullanıldığına dair öne sürülen görüşler ciddi delillere dayanmıyor. Bu suretle Kama mansabındaki Türk ahali tamamıyla Türk olduğu halde, bilhassa Ruslar tarafından verilen bir Moğol adı ile tanınmışlardır. Mamafih bu “Tatar” adı İdil boyu Türklerince hiçbir zaman benimsenmemiş; ancak Rus siyasi baskısı altında kabul ettirilmiştir. Yani göçler ve değişmelerin neticesinde İslam olmayan Bulgar ahalisinin bir kısmının Suru Nehri mansabındaki ormanlık sahaya gittiği ve bir kısmının da eski dinlerine yani şaman olarak Bulgar memleketindeki ormanlar arasında kaldığı anlaşılıyor. Müslüman kısmı da bilhassa Kuman (Kıpçak) ve diğer Türklerle karışmışlardır.[17] İşte bu sebeptendir ki bugünkü Kazan Türkçesinin (Tatarcasının), esasını Kıpçak Türkçesi teşkil etmiştir.”[18]

            3. A. Yu. YAKUBOVSKİY:

(Altın Ordu’nun, Tatar’ın Türklüğü) “Güneydoğu Avrupa’nın ve özellikle Kıpçak bozkırlarının etnik karakteri konusunda şimdiye kadar yanlış bir fikir hüküm sürüyordu. Deşt-i Kıpçak adı Moğol devrinde muhafaza edilmekle kalmayarak, o zamanki kültür âleminde Çin’den Endülüs’e kadar yayılmıştı. Batu ile beraber Deşt-i Kıpçak’a önemli bir Moğol kitlesinin geldiği ve göçebe halk arasında Moğolların çokluğu teşkil ettiği ileri sürülüyordu. Aileleri ve bütün malları, özellikle hayvanları ile beraber Cuci ulusuna gelen Moğolların sayıca az olmadıkları şüphesizdir. Lakin bu toprakların işgaliyle sıkı sıkıya bağlı olan bu hareket, hiçbir suretle bir göç gibi telakki edilemez. Moğolların esas kitlesi Moğolistan’da kalmıştı. Bu durum karşısında işgal olunan memleketlerin, Kıpçak bozkırlarının Moğollaşmasından söz edilemeyeceği tabidir. Güneydoğu Avrupa‘da eski Türk unsurlarının kuvvetli oldukları, Kıpçakların Deşt-i Kıpçak’ta esas göçebe kitlesini teşkil ettikleri Al- Omari’nin aşağıdaki ifadesinden anlaşılıyor: ‘Bu devlet eskiden Kıpçakların yurdu idi. Lakin Tatarlar tarafından işgal edilince, Kıpçaklar onlara tabir oldular. Sonra (Tatarlar) onlarla (Kıpçaklar) karıştılar ve akraba oldular. Toprak, onların (Tatarların) tabiat ve soylarına galip geldi. Tatarlar tamamıyla Kıpçaklaştılar. Çünkü Moğollar (ve Tatarlar) Kıpçak topraklarına yerleştiler, onlardan kız aldılar ve onların (Kıpçakların) yurtlarında kaldılar.’

    Al- Omari’nin ifadesi Moğol fatihlerin Türkleşmesi olayının çağdaş aydınlar tarafından çok güzel müşahede edildiğini gösteriyor. Moğolların, Kıpçak bozkırlarında yaşayan esas halk kitlesine nispetle sayıca pek fazla olmadıkları görülüyor. Esasen bunun başka türlü olmasına da imkân yoktu. Bu Türkleşme olayının ne kadar süratli ve geniş olduğu 16. yüzyılda Cuci Ulusunda (Altın Ordu) Moğolca yerine Türkçe edebi bir dilin teşekkül etmesinden anlaşılıyor. Bu dil, Kıpçak ve Oğuz lehçelerinin özelliklerini taşıyordu. Oğuzlar, Aşağı Sır Derya alanında ve Harizm’de yerleşmişlerdi. Hâlbuki Altın Ordu şehirlerinde, hatta Aşağı Volga havzasında bile Türkler hâkim unsur olmaktan uzaktı. Buna karşılık bozkırlarda Kıpçaklar hâkim unsuru teşkil ediyordu. Burada Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci Hanedanına mensup hanların yönetiminde bulunan ve aileleriyle beraber gelen Moğol fatihler, 20-30 bin kişilik bir askeri zümre oluşturuyordu.[19] Güneydoğu Avrupa’nın sonraki tarihi gösteriyor ki Moğolların, daha doğru tabirle Tatarların yalnız adı kalmış, dilleri unutulmuştur. 15. yüzyılda artık hiç kimsenin Moğolca konuşmadığı anlaşılıyor. Fazla olarak hanların Yarlık diye anılan resmi fermanları bile 15. yüzyıl Orta Asya edebi Türk dilinde yahut da “yerli Kıpçak dilinde” yazılmıştır. Fakat diğer taraftan 13. yüzyılda diplomatik muhaberelerde Moğol dilinin kullanıldığını da biliyoruz.[20]

    Al-Omari’ye göre, Tatarların gelişine kadar Cuci ulusunun geniş bozkırlarında Kıpçaklar yerleşmişti. Tatarlar buraya geldikleri zaman, Kıpçaklar onlara tabi oldular. Tatarlar sayıca az olduklarından Kıpçaklarla karışarak ‘tamamıyla Kıpçaklaşmışlar. Tatarlar yavaş yavaş kendi Moğol dillerini unutmuşlar ve toplu olarak Kumanca (Kıpçak) yani Türkçe konuşmaya başlamışlar. Tatar ve Moğol fatihleri hakkındaki bu çok önemli gözlem, bütün sonraki olaylarla doğrulanmıştır. Deşt-i Kıpçak’ta, gerek Don ile Volga arasındaki güney Rus bozkırlarında gerek daha doğuda, Ural Irmağı havzasında, Aral Gölünün kuzeyindeki bozkırlarda ve Aşağı Sır Derya havzasında Moğol kabilelerinin Türkleşmesi processus’üyle karşılaşıyoruz. Burada esas itibarıyla Yedisu ve Maveraünnehir’deki olay gerçekleşmiştir. Moğol kabilelerinden 13. yüzyılın son yarısında Yedisu’dan Hocend alanına göç eden Celayirlerle, Kaşkaderya vadisine göç eden Barlasların mukadderatını hatırlayalım. Bu iki büyük Moğol kabilesi(bizce Barlaslar Türk’tür. C.A.) Yedisu’da artık dil bakımından kısmen Türkleşmiş olarak çıkmışlardı. Yeni yerlerinde bu Türkleşme o kadar derinleşmişti ki 14. yüzyılda, herhalde yüzyılın son yarısında Türk dilini kendi ana dilleri sayıyorlardı.

    Deşt-i Kıpçak’a dönelim. Kıpçakların eski özelliklerini tamamıyla kaybettiklerini sanmak yanlış olurdu. Cuci Ulusu sınırları içindeki ordunun teşekkülünü kaynaklardan öğrenirken, Kıpçaklara ayrı bir askeri birlik şeklinde 14. yüzyılın sonunda bile tesadüf edebiliriz. Şerefeddin Ali Yezdi, Timur’un 1391’de Toktamış’a karşı yaptığı seferi anlatırken, bu sonuncunun askerlerinden[21] şöyle söz eder: ‘Ruslardan, Çerkezlerden, Bulgarlardan, Kıpçaklardan, Alanlardan, Kırım’da Kefe ve Azak ahalisinden, Başkurtlardan ve Mordvalardan oldukça büyük bir ordu topladı.’ Aynı yazar Timur ve Toktamış orduları arasında 1391’de Kunduzça mevkiinde yapılan muharebeyi tasvir ederken Timur ordusunda Osman bahadır’ın birliğinde bir Kıpçak koşunu bulunduğunu yazıyor. Onun buna benzer birçok koşunları bulunduğu anlaşılıyor. Batu’nun seferi dolayısıyla ve bundan sonra Deşt-i Kıpçak’a gelen Moğollar birkaç kabileden oluşuyorlardı. Lakin Deşt-i Kıpçak’taki şartlar altında sadece iki büyük Moğol kabilesi Konguratlar ve Mangıtlar, yalnız kabile birliklerini muhafaza etmekle kalmamışlar, ayrıca önemli birer grup teşkil etmişlerdi. Fakat birliklerini muhafaza ettikleri halde kendi Moğol dillerini unutarak Türkleşmişlerdi. Sonradan 15. yüzyılın son yarısında Mangıtlar adlarını değiştirerek Nogay adını almışlardı. (Bu yoruma da katılmaktayız! Emir Nogay’ın halkına bakınız. C.A.) Kazan kronikçisine göre 15. yüzyılın seksenli yıllarında Volga’nın doğu kıyısına geçerek Yayık’a kadar yayılmışlardı. Kongratlar ve Mangıtlar yavaş yavaş göçebe Türk toplumuna girmişler ve kendilerini Türk saymaya başlamışlardır.”[22]

            4. Réné GROUSSET:

    “Moğol Avrupa’sı uçsuz bucaksız bozkırları ile bir boşluktu. Rubruck’un orası hakkında yazdıkları bize fikir vermektedir: ‘Yolumuz üzerinde gök ve topraktan ve bazen sağ tarafımızda deniz ve şurada burada iki fersah mesafeli Kuman kurganlarından başka hiçbir şey göremeden daima doğuya ilerliyorduk.’

    Bu bozkırda Moğol aşiretleri, daha doğrusu Moğol unsurlarının hakim olduğu Türk orduları göçebe hayatı yaşıyordu; zira, Reşideddin’in bize aktardığı Cengiz Han’ın ‘vasiyetnamesine’ göre Büyük Kağan, Batu’ya ancak dört bin esas Moğol veriyor, geri kalan ordular ise müttefik Türkler olan Kıpçaklar, Bulgarlar, Oğuzlar..vs.den meydana geliyordu. Bu da Cuci Hanlığının neden bu kadar Türkleştiğini açıklamaktadır.”[23]

            5. Jean Paul ROUX:

“Yine 1236 güzünde üçte biri Moğol üçte ikisi Türklerden oluşan 150 bin kişilik dev bir ordu doğu Avrupa’ya saldırıyordu.[24]

    Ne olursa olsun, onlara (Kıpçaklar) bağlı boyların 1237 ilkbaharında teslim olmaya başladıkları ve 1238’de de her türlü direnişi durdurdukları bir gerçektir. Moğollarla birleşip onlara bağlandılar ve bunu o kadar iyi başardılar ki içlerine karıştılar, daha doğrusu onları sindirdiler. Doğu Avrupa’da Moğol İmparatorluğu kısa süre içinde yalnızca Türkçe konuşulan bir Türk İmparatorluğuna dönüştü. Önünde Karadeniz’in kuzey bozkırlarında uzun bir hayat olan Cuci’nin ulusu Kıpçak Hanlığı kadar Altın Ordu adıyla da tanınmaktadır.”[25]

“Moğolların Mısırla ittifak kurmaları ve hükümdarların İslamiyet’i benimsemeleri pek çok değişikliği beraberinde getirirken bu dinin özellikle 14. yüzyılda kitlelere yavaş yavaş sızmasını sağladı. Bu kitleler aynı zamanda tüm Moğol geçmişlerini unuttular ve aristokrasi Türkleşti. Ulusal dillerin ve özellikle de Bulgarcanın aleyhine olarak önce Cengiz Hanlıların kültür aracı Uygurca, sonra da Kıpçak Türkçesi yayılmaya başladı. Türkçe Konuşan Tüm Müslümanlar doğal bir süreçle Tatar asıyla anılmaya başladılar.”[26]

            6. İlyas KAMALOV:

“Ele geçirilen bölgedeki nüfusun çoğunu göçebe Kıpçaklar oluşturduğu için bu bölgeye Deşt-i Kıpçak, yani Kıpçak Bozkırları adı verildi.[27]Aileleri ve bütün malları, özellikle hayvanları ile beraber Cuci Ulusuna gelen Moğolların sayısı azdı. Ancak bu toprakların işgaliyle sıkı sıkıya bağlı olan bu hareket bir göç olarak düşünülmemelidir. Moğolların çoğunluğunu oluşturan esas kitle Moğolistan’da kaldı. Bu durum karşısında işgal edilen memleketlerin (Kıpçak Bozkırlarının) Moğollaşmasından söz etmek mümkün değildir.”[28]

“…Hatta Fars kaynakları Cuci ulusundan bahsederken, ‘Deşt-i Kıpçak’ tabirini kullanmışlardır. Yine Arap kaynaklarında devletin adı, kroniklerin kaleme alındığı döneme göre değişmektedir…” “….Altın Orda Devletini başından sonuna gezen P. Carpini ve W. Rubruck ‘Kumanlar Ülkesi’ tabirini kullanmışlardır ki, bu Arapların kullandıkları ‘Deşt-i Kıpçak’ tabiri ile eş anlamlıdır. Çünkü Avrupalıların ‘Kuman’ diye zikrettikleri kavim, Müslüman müellifler tarafından ‘Kıpçak’ diye anılmıştır. 1017 yılında Doğu Avrupa’ya göç eden Kumanlar, Ruslara yenilince yerlerini doğudan gelen Kıpçaklara terk ettiler. Kıpçak adı altında birleşen bu iki Türk kavmi de bundan sonra Kuman olarak anılmaya devam etti. Muhammediyev’in Reşidüddin’e dayanarak verdiği bilgiye göre, Kıpçaklar yeni kurulan ulus için ‘Kıpçak Başı’ tabirini kullandılar.”[29]

            7. Sercan M. AHİNCANOV:

“El-Ömeri’nin bu konudaki açıklaması da dikkat çekicidir. ‘Eskiden bu ülke Kıpçakların topraklarıydı; ama Tatarlar tarafından zapt edilince Kıpçaklar, onların tebaası oldular. Daha sonra onlar (Tatarlar), Kıpçaklarla karışıp kaynaştılar. Toprak onların önceki ırki görünümlerinin üzerini örttü ve hepsi tam birer Kıpçak oldu.’[30] Gördüğümüz gibi, Kıpçakların etnik tipi, Tatarlara özgü Mongoloid tipten bariz şekilde farklıdır. Nitekim Plano Caprini de Moğol Hanı’nın otağına varmak için Deşt-i Kıpçak’ta yaptığı yolculuk sırasında onların fiziki görünümlerinin diğer tüm insanlardan farklı olduğunu belirterek Kıpçaklardan ayırır. Şöyle der Caprini: ‘Kıpçak, Sarasen ve benzeri gibi onlarla (Moğollarla) beraber yaşayan tüm halklar saçlarını aynı şekilde keserler, ama hiçbirisinin çehresi Tatar (Moğol) çehresine benzemez.’[31]

   B. GÜNÜMÜZDE TATARLAR

Günümüze Kırım Yarımadası, Bulgaristan’da, Romanya’da ve Kuzeyindeki Moldovya’da ufak kalıntılar halinde Tatar Türkleri (Kıpçak-Kumanlar) mevcuttur. En büyük grup ise Türkiye’dedir. Türkiye’de, Bulgaristan’da, Romanya’da ve Kuzeyindeki Moldovya’da yaşayan Tatarların hemen tamamı Kırım’ın Rusya’ya kaybediliş sürecinde Kırım Hanlığından kaçıp Osmanlı Devletine sığınanlardır.

Meseleyi açacak olursak: 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından itibaren, özellikle de 1783’ten sonra, Kırım’dan Balkanlara doğru bir Tatar muhacereti vardır. Osmanlı Devleti, Tatarları önce Romanya Sahasına, daha sonra ise Bulgaristan ve Makedonya bölgesine yerleştirmiş. Hatta 1856 ve 1878′de Tatarlar Anadolu’ya da nakledilmişlerdir. Eskişehir, Edirne, Yozgat, Kırklareli, Konya, Çorum ve çevresine yerleştirilmişlerdir.

Anadolu’ya göç etmeyip Balkanlarda kalanlar hakkında şu bilgileri verebiliriz: Günümüzde Romanya Tatarları, Romanya’da ve Bulgaristan’da Dobruca bölgesinde yaşayan Kıpçak ve Oğuz grubundan Kırım Tatarlarının bir kolu olan Sünni Müslüman Türk halkı olarak tabir edilir. Romanya, Macaristan, Moldovya sahasına yerleşen Tatarların bir kısmı yerli halkla karışıp asimile olmuşlardır. Asimile olmayıp günümüzde de varlığını sürdürenler Lehçe bazında da ayrılan 3 ana gruptan oluşur:

*Dobruca Nogayları, Köstence’nin yakın ve uzak kuzeyinde Tulça’da yaşarlar ve dilleri Kıpçak Türkçesinin öğelerini korumakta en başarılı olanıdır.

*Dobruca Tatarları, genellikle Köstence’nin güneyinde ve merkezinde yaşarlar ve dilleri Oğuz Türkçesinden önemli ölçüde etkilenmiştir.

*Dobruca Tatları, Pazarcık (Hacıoğlu) şehirleri civarında yaşarlar ve dilleri Oğuz Türkçesine en yakın olanıdır. Bunlar Kırım yarımadasının güney yalıboyundan ve Bahçesaray şehrinden göçüp gelenlerdir.

Türkiye’deki Kırım Tatarları “Kırım Tatarcası” konuşurlar. Kırım Tatarcası ise 3 şiveye ayrılır. Kırım’ın güney sahilinden gelenler Yalıboyu şivesi, Bahçesaray civarında Tat şivesi, steplerden gelenler ise çöl şivesi’ni kullanırlardı. Karayca (Karaimce) artık Türkiye’de kullanılmamaktadır. Türkiye’deki Kırım Tatarları’nın büyük bir bölümü “çöl şivesi” konuşmaktadırlar.

Sonuç

Moğollar arasındaki “Tatar” adı bir Moğol boyunu ve Moğolistan sahasındaki Türk- Moğol boylarını ifade etmekteyken Türk dünyasında, özel olarak Kıpçak bozkırlarında, ortaya çıkan “Tatar” adı ise Kıpçak Türklerini ifade etmektedir. Artı olarak bugünkü Moğolistan sahasında ise, geçmişte Tatar olarak adlandırılmış Otuz Tatar, Dokuz Tatar gibi Türk kabilelerinin yaşamış oldukları bilinmektedir.[32]

Kıpçak sahasını fetheden Batu’nun ordusunun büyük bir kısmını yine Türkler oluşturmuşlardır ve orduda çok az sayıda bulunan Moğollar, Deşt-i Kıpçak sahasındaki Türklerle karışarak kısa sürede eriyip gitmişlerdir. Ele geçirilen ülkede de, ele geçiren orduda da azınlıkta olan bir grubun sayıca ve kültürce üstün olanlar arasında Türkleşmesi kaçınılmaz bir sonuçtur.

Kazan’daki, Kırım’daki Türkler Kıpçak Türkçesiyle anlaştılar, anlaşırlar ve Karadeniz’in kuzey sahasında yaşayan Türklere “Tatar” adı Ruslar tarafından verilmiştir.

Çarlık devrinde Ruslar, ele geçirdikleri bütün “Türk” boyları için “Tatar” sözünü kullanmışlardı. Ancak Ruslar, bu dönemde bu adı hiçbir zaman “Moğol” anlamında kullanmamışlardı. Ruslar, bu Türklere “Tatar” demekle beraber “Türk” kökenli olduklarını inkâr edemediklerinden, onlara “Türkî” (Türkler) de demişler. Türkiye Türkleri için ise “Turok” adlandırmasını kullanmışlardır. Bu tabirler İngiliz ve Amerikan eserlerine de geçerek Rusya Türkleri “Turkic”, Türkiye Türkleri ise “Turkish” olarak adlandırılmıştır.[33]

Sovyet devrinde ise “Tatar” sözünün Türk manasında kullanılması terk edilerek, bunun yerine her Türk boyunun kendi adını kullanması, her boyun adının ayrı birer millet adıymış gibi öğretilmesi sistemi kabul edilmişti. Bu sistem, siyasi amaçlarla tatbik edilen bir sistemdi ve amaç: “Türk camiasından olmadıklarına inanan Başkurt, Kazak Kırgız, Özbek gibi suni milletlerin yaratılmasıydı.”

Türk boyları için ayrı ayrı alfabeler ve yazı dilleri geliştirildi. Ayrıca onlara tarihi bakımdan birbirleriyle ilişkisi olmayan ayrı milletler oldukları fikri aşılanmaya çalışıldı. Amaç Türkiye Türkleri ile Rusya’da ki kardeşlerinin bağlarını koparmak ve bu kardeşlerimizde “biz Türk değiliz” inancını yerleştirmekti. Türkiye’deki Tatar kardeşlerimizin bir kısmı da, kendilerine empoze edilen bu düşüncenin sonucu olarak, “Biz Türk değil Moğol’uz, Tatarız” gibi tarihi temeli olmayan düşüncelere saplandılar.

Bu makalemiz de gerçekleri yazmaya, otorite kabul edilen araştırmacıların yazdıklarından örnekler vermeye çalıştık. Umarım okuyana faydası olur; çünkü Rusya Türkü: “Men Kazanga baramen”[34] derken Türkiye Türkü “Ben Kazana varamam” demekle ne kadar yakın olduklarını ifade etmektedirler. Aradaki tek fark Kıpçak lehçesi ile Oğuz lehçesi arasındaki farktır.

Kaynakça

Alptekin, Cahit, Sha-t’o Türkleri Siyasi ve Kültürel Tarih, IQ Kültür Sanat Yayınları, İstanbul 2008.

Ahincanov, Sercan M., Türk Halklarının Katalizör Boyu KIPÇAKLAR, Selenge Yayınları, İstanbul 2009.

Cebeci, Dilaver, Men Kazanga Baramen (Tataristan Seyahati Notları), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınevi, İstanbul 2000.

Çandarlıoğlu, Gülçin, Sarı Uygurlar ve Kansu Bölgesi Kabileleri (9-11. Asırlar), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul 2004.

Grousset, Réné, Bozkır İmparatorluğu, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2006.

Gürün, Kamuran, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi 1, Karacan Yayınları, İstanbul 1981.

Kamalov, İlyas, Altın Orda ve Rusya Üzerindeki Türk Tatar Etkisi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2009.

Kamalov, İlyas,  Avrasya Fatihi Tatarlar, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2007.

Kurat, Akdes Nimet, IV- XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Murat Kitabevi Yayınları, Ankara 2002.

Roux, Jean Paul, Moğol İmparatorluğu Tarihi, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2007.

Roux, Jean Paul, Türklerin Tarihi Pasifikten Akdeniz’e 2000 Yıl, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2007.

Turan, Oğuz, Türklerde Stratejik ve Taktik Düşünceler, Belge Yayınları, İstanbul 1986.

Yakubovskiy, A., Yu., Altın Ordu ve Çöküşü, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2000.


[1] Oğuz Turan, Türklerde Stratejik ve Taktik Düşünceler, İstanbul 1986, Belge Yayınları, s. 286.

[2] Kamuran Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1981, Karacan Yayınları, s. 222, 223.

[3] Sercan M. Ahincanov,  Türk Halklarının Katalizör Boyu KIPÇAKLAR, İstanbul 2009, Selenge Yayınları, s. 153-154.

[4] Sha-t’o (Şato) Türkleri hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Cahit Alptekin,  Sha-t’o Türkleri Siyasi ve Kültürel Tarih, İstanbul 2008, IQ Kültür Sanat Yayınları.

[5] Gülçin Çandarlıoğlu, Sarı Uygurlar ve Kansu Bölgesi Kabileleri (9-11. Asırlar), İstanbul 2004, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, s. 14.

[6] İlyas Kamalov,  Avrasya Fatihi Tatarlar, Ankara 2007, Kaknüs Yayınları, s. 19-22.

[7] George Vernadsky, Moğollar ve Ruslar, İstanbul 2007, Selenge Yayınları, s. 82.

[8] Vernadsky, A.g.e., s. 254.

[9] Vernadsky, A.g.e., s. 338.

[10] Akdes Nimet Kurat,  IV- XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 2002, Murat Kitabevi Yayınları, s. 99.

[11] Kurat, A.g.e., s. 100.

[12] Kurat, A.g.e., s. 120.

[19] A., Yu. Yakubovskiy, Altın Ordu ve Çöküşü, Ankara 2000, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 34.

[20] Yakubovskiy, A.g.e., 35

[21] Yakubovskiy, A.g.e., 132.

[22] Yakubovskiy, A.g.e., 133.

[23] René Grousset, Bozkır İmparatorluğu, İstanbul 2006, Ötüken Neşriyat, s. 432.

[24] Jean Paul Roux, Moğol İmparatorluğu Tarihi, İstanbul 2001, Kabalcı Yayınları, s. 278.

[26] Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi Pasifikten Akdeniz’e 2000 Yıl, İstanbul 2007, Kabalcı Yayınları, s. 286.

[27] İlyas Kamalov,  Avrasya Fatihi Tatarlar, Ankara 2007, Kaknüs Yayınları, s. 22.

[28] Kamalov, A.g.e., s. 23.

[29] İlyas Kamalov, Altın Orda ve Rusya Üzerindeki Türk-Tatar Etkisi, İstanbul 2009, Ötüken Neşriyat, s. 71-72.

[30] Sercan M. Ahincanov,  Türk Halklarının Katalizör Boyu KIPÇAKLAR,  İstanbul 2009, Selenge Yayınları, s. 40.

[31] Ahincanov, A.g.e., s. 88.

[32] Kamalov, A.g.e., 25.

[33] Kamalov, A.g.e., s. 26.

[34] Aynı isimli esere bakınız: Dilaver Cebeci, Men Kazanga Baramen (Tataristan Seyahati Notları), İstanbul 2000, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınevi.

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor...

Mehmet MAKSUDOĞLU 

'Tatar' sözü, çeşitli zamanlarda değişik anlamlarda kullanılmıştır. Ruslar, bu deyimi, yüzyıllar boyunca, Avrupa Rusya'sında yaşayan bütün Türk soylu Müslümanlar için kullanmışlardır.1 Batılı yazar ve araştırıcılar, 'Tatar' kelimesini, Türkistân'da ve Karadenizin kuzeyinde yaşayan Türkler için kullanmaktaydılar.2

Osmanlılar ise, mîlâdî onaltıncı yüzyıldan başlayarak 'Tatar' deyimini, kuzey Türkleri için kullanmışlardır: " Kırım Haanı elHaac (Hacı) Selîm Gıray Haan'a Naame-iHümaayuundur: ... bu sene-i 'amîymu'l meymenede (uğuru yaygın bu yılda) dahî musammem (planlanmış)olan gazve-i meymuun ve Cihaad-ı Hümaayuunumuza murâfaqaat ve muvâfaqaatları (katılmaları) me'muul-ı Hümaayunumuz olub... ve saair ümeraa ve mirzaayaan-ı şecaa'at disaar ve cumhuur-ı taataar-ı 'aduv-şikâr...(1107/1696)"3.

Konunun açıklığa kavuşması için, başa dönmek, tatar kelimesinin ilk defa kullanılışından îtibâren kazandığı yeni mânâları gözden geçirmek gerekir. Durum incelenince görülüyor ki, İslâm dünyâsında ilk kullanıldığında, 'Tatar' kelimesiyle kasdedilen, 'Mongol' idi. Mîlâdî onüçüncü yüzyılda yaşamış olan Arap târihçi İbnul Esîr, Mongollardan bahsederken dâimâ 'Tatar' kelimesini kullanmaktadır: "Tatarların İslâm ülkelerine gelişi"4, "Tatarların Türkistân ve Mâverâünnehr'e çıkışı"5, "Kâfir Tatarların Harzemşâh üzerine yürüyüşü"6,"Tatarların Kıpçaklara ve Ruslara yaptıklarının anılması"7  gibi. Tabiî, şamanist, kısmen budist Mongollardan bahsetmektedir. Cingiz Hân'ın Celâleddîn Harzemşâh'a yetişmesini anlatırken  "Celâleddîn (Sind nehrini) geçemedi, Cingiz Hân Tatarlarla ona yetişti"8 demektedir.

İbn Kesîr (öl.774/1372), Cingiz Hânı anlatırken "Tatarların en büyük sultânı, bugünkü meliklerinin babası" ifâdesini kullanır.9   

İbn Haldûn da "Bu sultân, Cingiz Hân, Tatarların sultânıdır" demektedir.10 Çok iyi bilindiği gibi Cingiz Hân, Mongol hükümdârıdır.

 

'Tatar' kelimesi, günümüz Arap araştırmacılar tarafından da 'Mongol' yerine kullanılmaktadır. Meselâ, Mongol istilâlarını gösteren harîtanın yaftası 'Tatar yağması'dır11. Mongollar, 656/1258 de Bağdâd'ı işgaal edip Abbâsî Halîfeliğini yıkmadan önce, 635/1237 de Moskova'yı zaptettiler. Mongol (Tatar) ordusunda en kalabalık zümre Kıpçak Türkleri idi.Türklerin büyük çoğunlukta olduğu Mongol ordusu, günümüzde Rusya denen bölgeyi, onüçüncü yüzyılın ilk yarısında zaptetmişti.12 Bu durum, Rusların, Avrupa Rusya'sındaki bütün Türk kökenli Müslümanlara niçin ‘Tatar’ dediklerini açıklar: Mongol (Tatar) ordusunun büyük çoğunluğu Türktü; Ruslara göre, bütün Avrupa Rusyasında yaşayan Müslüman Türkler, Mongol (Tatar) ların torunlarıydı.

Tatar1 

Ismail R. al Faruqi and Lois Lamya al Faruqi, The Cultural Atlas of Islam p.253, Map 47. The Tatar Holocaust. Advance of Tatars (under Genghis Khan and Hulagu)

 

Abbâsî Halîfeliğini 1258 de yıkmış olan, Cingiz Hân oğlu Tuluy'un oğlu Hülâgü ve ordusundan, bütün çağdaş ve sonraki Arap tarihçileri 'Tatar' diye bahsettikleri gibi, diğer milletler de, onüçüncü yüzyılda yeryüzünün  en büyük devletini kurmuş olan Mongollardan 'Tatarlar' diye söz etmektedirler. Meselâ Ermeni müellif, Aknerli Grigor, "Tatarlar Bağdâd'ı zaptettkleri sırada..."  ifâdesini kullanmaktadır.13

Onüçüncü yüzyılda Çinin çok büyük bir bölümü, Türkistan14, Îrân, Iraak, Sûriye, Anadolu, bugünkü Rusya, Kafkasya, Kırım, Ukrayna, Polonya, Tatarlar (Mongollar) tarafından zaptedildi. Bu Tatar hâkimiyeti altında yaşayan milletler de Tatar (Mongol) sülâlesinden hânedânların idâresinde yaşadıkları için 'Tatar' diye anıldılar.15 Böylece, ondördüncü yüzyıldan başlayarak 'Tatar' kelimesi, kavmî, etnik, soyla ilgili bir söz değil, ra'iyyet olmayı, tebe'iyyeti (uyrukluğu), -hukuukî durumu farklı olmakla birlikte- vatandaşlığı ifâde eden bir deyim hâline geldi.Yâni, artık 'Tatar' sözü, etnik (kavmî) değil, siyâsî bir anlam ve içerik kazandı.Türk Ülkeleri dışındakiler zamanla Tatar (Mongol) hâkimiyetinden çıktı, Hazar Denizi ve Karadenizin kuzeyindeki bölgelerde yaşayan Türk topluluklarında Tatar siyâsî ismi devâm etti. Cingiz Hân'ın diğer oğlu Cuci'nin oğlu Batu Hân'ın hükümdârlığında, Karadeniz ve Hazar Denizinin kuzeyinde, Arapların ve Avrupalıların 'Altın Ordu',  Rusların 'Zolotai Orda' dedikleri  Kök (Gök) Ordu devleti ortaya çıktı. Batu'nun kardeşi Burka müslüman oldu, 1255 yılında Kök Ordu Hân'ı olunca müslümanlığını ilân etti. Bereke16 adını alan bu zât, Altın Ordu'nun ilk müslüman hânıdır. Bereke Hân, Anadolu Selçuklu hânedânından bir hanmla evlendi. Bu evlilikten doğan oğlu İzzeddîn'e, Solhat ve Sudak şehirleriyle yörelerini verdi. İzzeddîn ve annesi, binlerce müslüman Türkü Anadolu'dan Kırım'a getirip yerleştirdiler.17 İslâm Gökordu'da hızla yayıldı ve çok sağlam bir şekilde yerleşti, kök saldı.18

 
Tatar2

 

13.yüzyılın ikinci yarısında Mongol İmparatorluğunun bölünmesiyle ortaya çıkan devletler ve bu devletlerdeki ezici çoğunluğu oluşturan Türklerin konuştukları lehçeler.

Gökordu (Altın Ordu)'da hânedân Cingiz Hân soyundandı, fakat "Türk unsuru o kadar kuvvetliydi ki ondördüncü yüzyıl başlarında Altın Ordu bu unsurun têsirine direnemedi ve bir Türk Devleti hâline geldi".19  Gökordu Hânı Toktamış 1396 da Timur'a yenilince, bu hânlık parçalandı; toprakları üzerinde Kazan, Kırım, Astrahan ve Kaasım (Sibir) Hânlıkları kuruldu. Bu hânlıkların sâdece hânları ve yüksek kademedeki idârecileri gerçek  tatar, yani moğol idiler, fakat, idâre edilenlere de, hükümdârlarından dolayı tatar denildi: Türkistandaki türklere, başlarındaki Özbek Hân'dan dolayı 'özbek' denmesi, son Gökordu (Altın Ordu) Hânı Toktamış'a karşı ayaklanıp onunla savaşan tümen (10 000 atlı) beyi Nogay'ın buyruğu altındakilere ve onların günümüze kadar gelen torunlarına 'nogay' adı verilmesi, Osmanlı idâresindekilere 'osmanlı' denilmesi gibi.

Zamanla hânlar ve yöneticiler de türkleştiler. Meselâ, Kırımın ünlü kahramânı, 16. yüzyılda yaşamış olan Gazi Bora Gırây Hân, türkçe söyleyen birinci sınıf bir şâir ve klasik Türk mûsikisinde çok usta bir bestekârdır.20 Nitekim, "Çarlık Rusyasının son yıllarında milliyet prensibi ön plana çıkınca, Rusyadaki halklar kendilerine 'Türk' mü yoksa 'Tatar' mı denmesi gerektiğini tartıştılar".21

Günümüzde, Rusya Federasyonu içinde, başkenti Kazan şehri olan Tataristân vardır. Bu ülkede, halkın yarıdan biraz fazlası Müslüman, yarıya yakını da Rustur. Müslümanlar, Türkçenin kuzey lehçesini konuşurlar, ataları, İbn Fadlân'ın bahsettiği, 922 yılında (Anadolunun müslüman hâkimiyetine girmeğe, türkleşmeğe başlamasından, Malazgirt savaşından 149 yıl önce) resmen İslâma girmiş olan İtil (Volga) Bulgarlarıdır. Arapça kaynaklarda Saqaalibe (tek: saqlab) lâfzıyla anılan İdil Bulgarlarının isteği üzerine Abbâsî Halîfesi oraya, İslâmı öğretecek, câmi ve minber yapacak kimseler gönderdi. Giden heyette bulunan İbn Fadlân, bu sefer sırasında gördüklerini yazmıştır. (Bulgarların öteki dalı, Karadenizin kuzeyinden geçerek Balkanlara inenleri, 863 yılında hristiyanlığa girip slavlaştılar; Bulgaristandakiler bunlardır.) Tataristândaki Bulgar Türklerinin lehçesinde çok güzel türkçe sözler yüzyıllardanberi yaşamaktadır: oda yerine bülme (bölme), pazartesi karşılığı başgün, örümcek ağı yerine ürmücek uyası  (oyası), mîde yerine aşkazan  kullanılmaktadır. Şüphesiz, Tataristandaki, türkçenin kuzey lehçesini kullanan  müslümanlar Türktür, 'Tatar' kelimesi, onlar için kimliklerini belirleyen bir yaftadır. Zamanı gelince, 'Tataristân' sözünün 'Kıpçakistân'a çevrilmesi gerekir.

Öte yandan, gerçek tatarlar, Anadolu'da onbeşinci yüzyıla kadar görülmektedir. Moğolların Anadolu Selçuklularını 1243 yılında Kösedağı savaşında yenmeleriyle, Anadolu Mongol (Tatar) istilâsına uğradı. Selçuklu Devletinin yıkılmasıyla ortaya birçok beylikler çıktı. Bunların içinde, Osmanlı Beyliği en küçük, fakat İslâmî değerlere bağlılıkta en samîmî olanı idi. Diğer beylikler birbirleriyle uğraşırken Osmanlılar Rum İmparatorluğu,* ve Avrupa'ya karşı cihâd faaliyetlerine giriştiler. Kısa zamanda önemli bir devlet hâline geldiler ve dördüncü hükümdâr Yıldırım Bâyezîd Sivas ve Tokad yörelerini "kabâil-i tatardan (tatar kabîlelerinden) olan Kadı Burhâneddînin dest-i tagallübünden" 22 sıyırıp aldı. Daha sonraları da Anadoluda Tatar (Mongol) kabîleleri vardı: "... zikrolunan Qara Tatar tâifesi Cingizîler cânibinden (Mongollar tarafından) Selâciqaya (Selçuklulara) nezâret itmek üzere Rûma (Anadoluya) i'zâm olunan (gönderilen) aqvâmdan (kavimlerden) olub murûr-ı zaman (zamanın geçmesi) ile Qayseriyye ve Sivas taraflarında hayme-nîşîn (çadırda oturan) olarak tavattun etmişler (yerleşmişler) idi. Yıldırım Hân merhûm, Sivası havze-i hükûmete idhâl eyledikde (Osmanlı ülkesine kattığında) bunları tekâlif-i dîvâniyyeden mu'âf idüb (bunlardan vergi almayıp) yalnız seferler vuqû'unda (olduğunda, esnasında) hidemât-ı harbiyyede istihdâm kılınmakda olduklarından (savaş hizmetlerinde kullanılmakta olduklarından) günden güne tekessür ederek (çoğalarak) kırk elli bin nüfûsa bâliğ olmuş (ulaşmış) ve Timurlenk Rûma (Anadoluya) teveccüh ittikde (yöneldiğinde) bunların rüesâsını (başkanlarını), saltanat-ı Rûmu va'd ile (Anadolu hükümdarlığını vadederek) hafiyyen (gizlice) celb eylediğine mebnî (kendi tarafına çektiginden dolayı) der ceng-i evvel (savaş başladığında) tâife-i merkuume (bu anılan zümre) Timur askerine iltihaak eylemişler (katılmışlar) idi. İş bitdikden sonra Timur her ne mütâleaya mebnî ise (görüşe, düşünceye dayanarak) bunları berâber götürmeği tensîb idüb (uygun bulup) lâkin rizâlarıyla gitmeyecekleri mâlüm olduğundan asâkir-i külliye   ile  (pekçok askerle) cevânib-i erba'alarını (dört taraflarını) ihâta iderek (kuşatarak) alub gitmişdir ki Timur'un Rûmda (Anadolu'da) olan ef'âlinin (yaptıklarının) en hayırlusu budur."23

Daha sonra, Yıldırım'ın oğlu Çelebi Mehemmed İskilib civarında üç beş bin çadır halkı görüp bunların "tatar sergerdelerinden Minnet Beğin tevâbiatı (bağlıları) olduğu"nu öğrenince, hepsinin, Balkanlarda Filibe civârında yerleştirilmelerini emretti. Bu tatarların yerleştiği yere 'Tatar Pazarı' denildi.24

Böylece şu durum ortaya çıkıyor ki, Anadolu'da Mongol (Tatar) hâkimiyeti devâm etseydi, Osmanlı Devleti veya başka bir güçlü siyâsî kuruluş ortaya çıkmasaydı, Anadolu'da yaşayanlar da Karadeniz'in kuzeyinde olduğu gibi, başlarındaki Mongol hânedânlardan dolayı, büyük bir ihtimâlle 'Tatar' diye anılacaklar, bu kelime onların etnik değil, fakat siyâsî yaftası olacaktı. Yine, çok büyük bir ihtimâlle, Gökorduda ve ondan sonra kurulan hânlıklarda olduğu gibi, hâkim Mongol (Tatar) hânedânı ve Mongol kökenliler Anadolu'da da türkleşeceklerdi.

Öte yandan, 'Tatar' diye anılan bu kavme 'Mongol' denilmesi, "Cingiz Hân zamânından sonra olmuştur. Mongol tâbiri Moğolistân ve Orta Asya'da yerleşmiş fakat Mongol imparatorluğunun batı kısmında hiçbir zaman yaygınlaşmamıştır. ... Daha sonraları Rusya'da ve Avrupa'da, Osmanlılar dışındaki bütün Türk halklarına Tatar dendiğini" 25 görüyoruz.

Bilindiği gibi, insanın anadili, onun soyunu, kökenini belirleyen en önemli unsurdur. Dil kullanılırken, konuşmada, söyleyişte fark olursa, bu farka 'ağız' veya 'şiyve' denir: Erzurum ağzı, Kayseri ağzı gibi. Fark, yazıya geçerse, 'lehçe' (diyelek) adını alır. Türk lehçelerinin çeşitli tasnîfleri vardır; en belirgin hatlarıyla, 4 lehçe kabul edilir:

1-'Türkçe' dediğimiz Anadolu Lehçesi (Oğuz Lehçesi, Batı Türkçesi, Lehçe-i Osmânî).
2-Âzerî Lehçesi : En büyük temsîlcisi, meşhûr şâir Fuzûlî.

3-Türkistân Türkçesi (Çağatayca, Haakaanî Lehçesi, günümüzdeki Özbekçe).En büyük şâiri: Ali Şîr Nevâî.

4-Tatarca denilen, Kırım ve Kazan Türklerinin konuştuğu Kuzey Lehçesi. (Kırımın yalıboyunda İstanbul Türkçesi,  iç kısımlarıyla kuzeyde Tatarca konuşulurdu.)

 

SONUÇ

'Tatar' kelimesi, onüçüncü yüzyılda 'Mongol' kelimesinin yerine kullanılmıştır. Tatarlar (Mongollar), Çin, Türkistân, Îrân, Anadolu, Iraak, Sûriye, Sibirya, Rusya, Doğu Avrupa, Kırım ve Polonya'yı onüçüncü yüzyılda zaptettiler. O zaman Hazar Denizi'nin ve Karadeniz'in kuzeyinde Göktürk, Hun, Peçenek, Kıpçak ve Bulgar türklerinin torunları yaşamaktaydı. Tatarlar (Mongollar) onüçüncü yüzyılda bütün bu bölgeleri zaptettikleri zaman, bu işi gerçekleştiren ordularında, Türkistân'dan gelen yeni Türk kitleleri de vardı. Gerek eskiden Hazar Denizi ve Karadeniz'in kuzeyinde yerleşmiş olan, ve gerekse Mongol ordusunda gelen kalabalık Türk kitleleri, Mongol hâkimiyetinde yaşadılar. Mongol (Tatar) hâkimiyetinde olarak Hazar Denizi ve Karadeniz'in kuzeyinde yaşamış olan Türkler, siyâsî yafta olarak 'Tatar' diye anılır hale geldiler. Günümüzde Karadeniz'in kuzeyinde ve Rusya'da yaşayan ve 'tatarca' denen kuzey türkçesini konuşan müslümanlar, bunların torunlarıdır. Çıkan netice şudur ki, 'Tatar' kelimesi, yirminci yüzyılda, soy gösteren, başka bir deyimle, kavmî, etnik bir tâbir değildir, târîhî kimliği bildiren bir sözdür. Nasıl ki Osmanlı idaresinde yaşayan her ferd 'osmanlı' idi, Osmanlı tâbiiyetinde idi, Osmanlı uyruğu idi; Ermenî, Yahûdî, Rum, Arap, Çerkes, Gürcü, Arnavut vb. 'osmanlı' idi, Tatar (Moğol) idâresinde yaşayan kuzey Türkleri de öylece 'tatar' idi. Kısacası, yirminci yüzyılda, kendilerine 'tatar' denilen Rusya müslümanları, Mongol değil, ataları Mongol (Tatar) idâresinde yaşamış ve zamanla mongolları da türkleştirmiş olan Türklerdir.

 
KAYNAKLAR


1 Shirin Akiner, Islamic Peoples of the Soviet Union,  (London: 1986) p.55.

2 Batılılar, Türkistan'lı bir Türk olan Timur'u Tatar zannederler; bkz.: Stanley Lane-Poole, Turkey  (London: 1986) p.74: "Asîl Tatar, Timur";  Stanford Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey (Cambridge:1976) I, p.32: "Îrân'ı işgaal eden güçlü Tatar, Timurlenk'.

 Hâlbuki, Timur Türktür, anadili doğu (Çağatay) türkçesidir, moğolca değildir. Kişinin soyunu, anadili belirler. Adı, o zaman kullanılan islam yazısındaki  t y m u r harfleriyle yazılır. T y m u r harfleriyle yazılan bu kelime, kuzey türkçesinde Temür veye Temir, batı (Oğuz, Osmanlı) türkçesinde ise Demir diye okunur. Osmanlılar zamanında, yirminci yüzyılın ilk yıllarında yapılıp işletmeye açılan, İstanbul'u Medîne-i Münevvere'ye bağlayan Hicâz Demiryolu, o zaman kullanılan harflerle; Hicâz Tymur Yoly olarak yazılıyordu. Yâni, Arapçadaki t y m u r harfleriyle yazılan kelime, batı türkçesinde demir diye okunur.O Türkistânlı hükümdârın adı, batı türkçesinde Demir'dir. Ankara Savaşı(1402)ndan önce bir ara işgaal ettiği ve hiç sevilmediği Sivas'da 'Lek Demür' diye anılır. Bilindiği gibi, topallığından dolayı, Aksak Timur veya Timurlenk adıyla meşhûrdur. 'Lenk' farsça 'topal' demektir, Sivas ağzında hafifleşerek 'Lek' hâline gelmiştir, 'Topal Demir' demektir.

3 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Nâme-i Hümâyûn Defteri   5 , ss.205-208.

Osmanlı Sultânı İkinci Mustafa, Kırım Hânı Hacı Selîm Gırây'ı uğuru yaygın bu yılda dahî kararlaştırılmış olan Kutlu Gazâ ve Semâvî Cihâd'a. bütün emîrler, şecâat bürünmüş (yiğitlik timsâli) mirzâlar ve hayvan avlar gibi düşman avlayan tatar halkı ile birlikte katılmalarının Semâvî (mesaj:İslâmın temsîlcisi Halîfenin) ümid(i) olduğunu bildirip, çağırmaktadır.

4 İbnul Esîr, el Kâmil fi'târikh (Beyrût:1982) c.xıı, s.358.

5age.,xıı, 361.

6age.,xıı, 369.

7age.,xıı, 387.

8age., xıı,397.

9 İbn Kesîr, el Bidâye we'n Nihâye (Beyrût:1985)c.vıı, s.127.

10 İbn Haldûn, Kitâbu'l İber (Beyrût:1981)c.v, s. 593.

11 Ismâil R. Fârûqî and Lois Lamya al Fârûqî, The Cultural Atlas of Islam (New York:1986) p.253.

12 Shirin Akiner, Loc. cit.,  55.

Günümüzde 'Rusya' denen ülkeyi, Ruslar, daha sonraki yıllarda ele geçirdiler; Rusların anavatanı, bilindiği gibi, Baltık Denizi yakınlarında pek de geniş olmayan bir bölgedir. Oradaki Slavlar kendilerini idâre edemedikleri için, 'Rus' isimli bir İsveçli prens tarafından yönetildiler, 'Rus' adı da böyle yaygınlaşmış olsa gerektir. Anadoludaki Türklerin Türkistân'a dönmeleri gerektiğini ileri süren Jirinovski'nin mantığına göre, (her millet kendi aslî yurduna gideceğine göre) Rusların da Baltık yöresindeki o bölgeye dönmeleri gerekir.

13 Aknerli Grigor, Mogol Tarihi, çev.: Hrand  D. Andreasyan, İst. Üniv. Edebiyat Fak. Yayını, İstanbul, 1954, s.39.

Mîlâdî 1271 (720) yılında yazılmış olan bu kitapta, Mongollardan, dâimâ 'Tatarlar' diye söz edilmektedir.

Mongol:Çingiz Hân’ın kavmi. Mogol : içlerinde Türk kabîlelerin de bulunduğu federasyon. Bu yeni bilgiyi, öğretim üyesi olarak 2003-2004 öğretim yılında bulunduğum Kazakistan’daki Hoca Ahmed Yesevî Üniversitesinde öğrendim. Mehmet Maksudoğlu.

14 'Türkistân' yerine 'Orta Asya' deyimini Ruslar ve Avrupalılar kullanırlar. Bu deyimi, J. Stalin de tervîc etmiştir. Batı Türkistân'da Türkmenistân, Özbekistân, Tacikistân, Kazakistan ve Kırgızistân yer almaktadır. Doğu Türkistân ise Çin hâkimiyetindedir; Çinliler oraya 'Sinkiyang' (yeni kazanılmış ülke) adını vermişlerdir.

15 Kazanlı bir Türk olup Kazan Millet Meclisi üyeliği de yapmış olan Abdullah Battal Taymas, Kazan Türkleri (İstanbul 1341/1925, s.16) adlı eserinde şöyle demektedir: "Kazan Türkleri, Tatarlara bir nevi korku ve düşmanlık ile bakmış olsalar gerekdir, çünkü onlarda "Tatar barda khatar bar" (Nerede Tatar olursa, orada khatar (tehlike) var), "Tatar töre bolsa, çabatasın törge iler" (Tatar hakim olursa, çarığını baş köşeye çıkarır) gibi birçok meseller vardır.

 16 Arapça kelimelerde, durma hâlinde, sondaki yuvarlak te (te merbûta) okunmadığı için Bereke diye okunur; Türkçede de kullanılan 'bereket' demektir. Ayni durum, 'Nizâmiye', 'Hâkimiyet-i Milliyye', 'Külliyye' kelimelerinde de görülür; hepsinin sonunda, yazılıp da okunmayan (daha doğrusu, 'h' sesiyle okunması gerekirken ihmâl edilen) yuvarlak te vardır. Bu cümleden olarak; 'al Baraka' adıyla çalışan mâlî kuruluşun Türk ağzında söylenişi 'el Bereket' dir.

Anlaşılacağı üzere, şimdiye kadar ‘Berke’ diye okunagelen yanlışı böylece düzeltmiş oluyoruz.Bir sûfînin elinde müslüman olan zâta, İslâm’a girince, ‘Bereke(t)’ adı veriliyor. İslâm kültürüne yabancı Batılıların bu yanlış okuyuşu yüzünden ‘Bereke’, ‘Berke’ diye söylenegeldi. Yabancılar, ‘Börkü Yaruk’u da ‘Berkyaruk’ okudukları için, bir zamanlar, bizdeki lise târih kitaplarında da öyle yazıyordu.

17 Ataullah Bogdan Kopanski,  The Sabres of Two East, an Untold History of Muslims in Eastern Europe  (Islamabad: 1994) p.38.

18 Kırım Türkçesinde 'Güney', 'Kuzey' yerine; 'Kıbla', 'Sırt' denilmesi, bunun çok güzel bir örneğidir: Kırımlı'nın yüzü Kâbe'ye, sırtı Kuzeye dönüktü, 1853 de başlayan Kırım Savaşı sırasında, Kırımın Güney tarafındaki Akyar (Rusların Sevastopol dedikleri), Osmanlı gemileri tarafından topa tutulurken Kırımlıların söylediği "Kıbladan kelgen top seslerin kurtuluşka corayman" (Kıble yönünden gelmekte olan top seslerini kurtuluşa yoruyorum), bu gerçeği göstermektedir.

19 Shirin Akiner, Loc. cit., 55.

20 Kırım Hânı Gaazi Bora Gırây'ın şu mısraları, şiir san'atındaki üstünlüğünün ölümsüz delîlidir:

 

      Raayete meylederiz kaamet-i dil-cû yerine

      Tuuğa dil bağlamışız kâkül-ü hoş-bû yerine

      Severiz esb-i hünermend-i sabâ-reftaarı

      Bir peîi-şekl sanem, bir gözü aahû yerine

 

Gönül çekici sevgili endâmı yerine Bayrak âşığıyız

Sevgilinin hoş kokulu saçları yerine Tuğa gönül vermişiz

Tapılacak (Sanem: insan şeklinde put) kadar güzel, ceylân gözlü yerine

Cihâd yolunda rüzgâr gibi uçan küheylânı severiz.

 

Şiir, bütünüyle bir şâheserdir. Bayrak - sevgili endamı, sevgilinin saçı - at kuyruğundan yapılmış tuğ münâsebetleriyle başlayan bu gazelin etrâflıca açıklanması oldukça uzun sürer. Burada şu kadarına işâret edelim ki;

 

Bu gazel, bilhassa Sabâ rüzgârı gibi giden hünerli attan bahseden üçüncü mısrâ, hakkı verilerek okunduğunda, sür'atle koşan atın nal sesleri yankılanır.

 

21 W. Barthold, "Tatar",  Encyclopaedia of Islam (Leiden : 1934) IV, p. 701.

*Osmanlının 1453 yılında yıktığı devlet, Roma İmparatorluğunun 395 te ikiye ayrılıp batı kısmını yine Avrupa kavimlerinin 476 da yıkması üzerine Balkanlarda ve Anadolu’da devâm eden Roma (Rum) devletidir. Bizans ise, M.Ö. 200 yıllarında kurulup çoktan târihe gömülmüş bir devletti.Fâtih’in yıktığı Roma (Rum) devletine Bizans denilmesinin hiçbir ilmî gerekçesi yoktur; altında siyâsî sebep vardır. Bkz.: Muhammed Şemseddin Megalommatis, “Hristiyanlık ve Romalılar’dan önce İstanbul’un bir bölgesinin adı olan “Bizans” terimi, modern Yunan kurumları tarafından tarihin değiştirilmesinin esas araçlarından biridir ve bu da onu reddetmek için diğer bir sebeptir.”: Batı, Doğu ve Türkiye, “Doğudan-Batıdan Konferanslar Dizisi II” İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür İşleri Daire Başkanlığı yayını, İstanbul 1997, s.39.

23Ibıd., s. 24.

Barthold, İbn Arabşah'a göre, Yıldırım Bâyezîd'in tavsiyesi üzerine Timur'un bu tatarları (moğolları) alıp götürdüğünü belirtir: agm., s. 701.

24 M.N. Paşa, age., s.30; W. Barthold, agm., s. 701.

Barthold, tatarların  Rumeline nakil târihi olarak 1419 yılını verir.

25 W. Barthold, agm., s.701.

Yazar Hakkında:

Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet MAKSUDOĞLU

Mehmet Maksudoğlu, Eskişehir’de Kırım kökenli bir âile içinde doğdu. İnkılâp İlkokulunu, Eskişehir  Lisesini ve Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini bitirdi. İzmir İmam-Hatîp Lisesi’nde Meslek Dersleri Öğretmeni olarak Arapça, Farsça, İngilizce ve Hadîs öğretti. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde İslâm Târihi Asistanı oldu. Tunus’ta doktora tezi ile ilgili malzeme topladı, dilbilgisini bildiği Arapça'nın pratiğini yapmak imkânını buldu. Dördüncü sınıfına kabûl edildiği Burgiba Yaşayan Diller Enstitüsü Arapça Bölümü’nü bitirdi. Türkiye’ye dönüp İstanbul, Başbakanlık Osmanlı Arşivinde belge inceledi. "Tunus’ta Osmanlı Hâkimiyeti" konulu doktorasını verdi. İngiltere’de, University of Cambridge’de Faculty of Oriental Studies’de Türkçe öğretti, orientalistlerin nasıl yetiştirildiklerini gördü. Türkiye’ye dönüp Diyânet İşleri Başkanlığına bağlı olarak İzmit, Ankara ve İstanbul’da vâizlik yaptı. Marmara Üniversitesi'nde 1983 yılında Yardımcı Doçent, 1986 da Doçent ve 1995 yılında Profesör oldu. İzinli olarak gittiği Malezyadaki International Islamic Universty’de 4 yıl (1991-95) Târih ve Medeniyet Bölümü başkanlığı yaptı, Osmanlı Târihi öğretti. Orada iken yazdığı Osmanlı History adı geçen üniversite tarafından bastırılıp (1999) textbook olarak kullanıldı. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde bir yıl daha öğretim üyeliği yaptıktan sonra Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi kurucu dekanı olarak Eskişehire gitti. 2004-2005 öğretim yılında izinli olarak gittiği Kazakistan’ın Türkistan Beldesindeki Hoca Ahmed Yesevî Milletlerarası Türk-Kazak Üniversitesinde, Hollanda Rotterdam Milletlerarası İslâm Üniversitesinde bir dönem öğretim üyeliği yaptı.

Yazarın diğer makalelerinden:

  • Dünya Tarihinde Dönüm Noktaları
  • Kendimize Yabancılaşma
  • Yabancılaşma
  • Kültür İstilâsı
  • Bakınız
  • Kendi Kelimelerimizle Düşünmek
  • Kafa Karışıklığı
  • Dilimiz
  • Adın Ne ?
  • Osmanlılar Emperyalist mi idi ?
  • Yabancı Dil Öğretimi
  • İnşa - Kompozisyon
  • Tarih Bilinci
  • Türkçemiz
  • Ayakların Yan Basir
  • Kırım’dan Rusyanın El Çekmesi İsteniyorsa
  • Valery'den Al Haberi
  • İngilizce'nin Alfabesi Değişmelidir
  • Hz. Nûh'un Gemisi Ağrı'da mı, Cûdî' de mi?
  • Osmanlıca Öğretimi
  • Osmanlı Padişahlarının Haccı Meselesi
  • Osmanlıyla İlgili Yanlışlar / FETİH
  • Gurûr
  • Osmanlıyla İlgili Yanlışlar / FEODALİTE
  • Din İstismârı
  • Osmanlıyla İlgili Yanlışlar / HÜMÂYÛN, RA‘İYYET
  • Osmanlıyla İlgili Yanlışlar / İMPARATORLUK - 1
  • Osmanlıyla İlgili Yanlışlar / İMPARATORLUK - 2
  • Bizans Uydurması, Yalanı
  • İstanbul’un Fethi  -  Yanlışlar
  • Nasreddîn Hoca’nın Saz Çalışı
  • Turizm Hakkında Bir Görüş
  • Taraklı’daki Bakkal
  • Osmanlı Devletinin Kuruluş Tarihi : 1289 (1299 Veya 1302 Değil!)
  • Kelimelerin Düşündürdüğü
  • Türklük Kimliği ve İslam
  • Eğitime Çözüm
  • Burası Türkiye mi?
  • 'Nüfûs Plânlaması' Aldatmacası
  • Osmanlı Bir İmparatorluk muydu ?
  • Pontus Meselesi
  • Rûm Kadın
  • Aydın Yabancılaşması
  • Ekümenik Patrik Ne Demek?
  • Eğitim - Öğretim
  • Mârifet İltifâta Tâbidir
  • Günü Kurtarmak
  • Yanlışlık mı Oldu ?
  • Kültür Emperyalizmi Altında Biçimlenmiş Kafaları Uğraştıran Meseleler: Ulusalcılık
  • Yanlış İliklenen Düğme: Tanzîmât
  • Şuûrun Merhaleleri
  • Mevlânâ'ya Dâir
  • Kutsal Yağ
  • Meâlcilik
  • Maalesef Türkler – Beyaz Türkler – Çakma Türkler
  • Laiklik Üzerine
  • Zincir Senin Zihninde
  • Ortaçağ Karanlığı (!)
  • Kardeş  Katli  (Fratricide)
  • İnsan Yetiştirme
  • İşgal  Altında
  • Baştacı Edilen İftira
  • Doğubilimcilk (Orıentalısm) Emperyalizmin Keşif Kollarıdır
  • 'Nüfûs Plânlaması' Aldatmacası
  • Tarih Bilinci
  • Kelimelerin Rûhu
  • Susturucu, Öz, Kesin Cevap
  • Kültür İstilâsının Şâheser Ürünü: Cumhûriyet Aydını
  • Ekümenik Patrik Ne Demektir ?
  • Türkiye ve Ötesi
  • Sömürge  Aydını
  • Eğitimimiz Nasıl Olmalıdır?
  • Eğitimimiz Nasıl Olmalıdır?
  • Durum - 1
  • Durum 2
  • D u r u m 3
  • Öğretim-Eğitim Deyince …
  • Türk Büyükelçisi Helena
  • Küp İçindekini Sızdırır
  • Tersine Göç
  • Öyle Savrulmuşuz Ki…
  • Sosyal Bı̇lı̇mlerde Doktora Tehlı̇kesı̇ Fazlurrahman’ın Ayağının Kaydığı Yer
  • Yabancı Dil Çılgınlığı
  • Şı̇şede Durduğu Gı̇bı̇ Durmuyor Kı̇tapta Yazıldığı Gı̇bı̇ Kalmıyor
  • Modern Bâzı İlâhiyatçılar
  • Is Might Right?
  • Çöken Binalar… Kafa Karışıklığı… Hangisi daha tehlikeli?
  • Televizyonlardaki Bazı Tartışmalar
  • Batı’nın Ölümü
  • Totaliter Rejim ve Aydın
  • Cizye
  • Okul Kı̇tapları  
  • Sûriyeliler  Konusu: Katmerli Yanlış
  • Emperyalizmin Ürünü Sömürge Aydını
  • Oryantalist Anlayış - I
  • Oryantalist Anlayış - 2
  • Atın Dişleri  - Oryantalist Anlayış 3 
  • Oryantalistlerin Sorumluluğu 
  • Oryantalistler 5: Dil’in Önemi 
  • Hiç Şaşırmadım
  • Ah Şu Türkler !
  • Türkiye Nasıl Zayıflatılır ve Yok Edilir ?  -  1
  • Doğubı̇lı̇mcı̇lk (Orientalism) Emperyalı̇zmı̇n Keşı̇f Kollarından Bı̇rı̇dı̇r 
  • Türkiye Nasıl Yıpratılır?
  • Sömürge Aydını Zihniyeti
  • Cambridge’de Câmi Açılışı
  • Kültür İstilâsı
  • Kırım Tatarcasının Türk Lehçeleri Arasındaki Yeri Ve Önemi
  • Kahraman Selmân
  • Tatarlar Kimdir?
  • Kendimizin Farkındamıyız?
  • İbret Almasını Bilmek
  • Târihin Yeniden İnşâsı
  • Tarih Bilgisi ve Bilinci
  • Dinde Reform: Batı Uygarlığının İflâsı ve Biz
  • Sosyal Bilimlerde Doktora Tehlikesi Fazlurrahman’ın Ayağının Kaydığı Yer
  • Ölçüsüzlük Gereken Cevabı Bulmayınca Cinnet Normalleşir
  • Tercüme Tehlikesi
  • Er Kişi Niyyetine
  • Mobilya sâdece mobilya değildir!
  • ‘Duruş’ Kaybı
  • Sömürge Aydını Kafası 
  • Ölçü: Yurdumdan İnsan Manzaraları
  • Ö l ç ü - Davranış, Karakterden Bir Kesittir
  • Ö l ç ü - Biz Çok Zenginiz!
  • Efeler’in Altı Mı Oyuluyor?
  • Ceza Caydırıcı Olmalıdır
  • KUR’ÂN Nasıl Anlaşılmalıdır?
  • Oryantalistlerin Maskaralıklarından Birkaç Örnek
  • Sâdece Bâzı İlâhiyatçılar Değil …
  • Türkler ve İslâm Dîni
  • Harem Ağası Mantığı
  • A y d ı n  
  • Aydın Meselemiz
  • Batı’daki Saçma İslâm Düşmanlığı
  • Tarihi Tersine Çeviremezsiniz
  • İmlâ Meselemiz
  • Pompideo Efendi ve Patrikhâne
  • Çarpık Turizm Anlayışı
  • Aydınımızın Seviyesi
  • Diplomalılarımız
  • Ötüken mi? Ötken mi?
  • Gönüllü Kölelı̇k 
  • İslâmın Çağdaş Yorumu 
  • State - Devlet
  • Hümâyûn 
  • Bengü Taş- Bilgi-Fikir
  • Kültür Kopukluğu
  • Arapça   Öğretimi
  • Manzara
  • Hellenistik Truva Atı
  • Câmide Va’z Veren Papaz
  • Kendimizin Farkındamıyız?
  • Sümela Manastırı ve Patara’daki Deniz Feneri
  • Çağ Kapatıp Çağ Açmak Mı? Yoksa Türk'ün Düşmanlarının Değirmenine Su Taşımak Mı?
  • Yahya Kemal 
  • Taklîd Sömürge Aydını Zihniyeti
  • Hrıstiyan Dervişler Arap Akınları Başlayınca Kapadokya’dan Kaçmışlar
  • Sakıncalı Kelimeler
  • “Profesörler Geçidi” Adlı Kitap Hakkında
  • Türk Milliyetçileri İçin Milletler ve Halklar Meselesi
  • Türkçe Düşünmek
  • Yabancılaşma
  • Günü Kurtarmak
  • Kafalardaki Görünmez Ağlar
  • Beşiktaş’taki Târîhî Çeşme
  • Kültür İstilâsı, Böyle Bir Felâkettir
  • Satılık Vatan Toprağı
  • Attila İlhan’dan Bir Hâtıra
  • Tengricilik Dini
  • Halk Eğitim Merkezi Olarak Câmilerimiz
  • Nasıl Müslümanız?
  • Türkçemiz
  • Batı Dünyâsının Osmanlı Korkusu
  • Kültür Satın Alınamaz !
  • Kendimize Gelmek Kolay Olmuyor
  • İslâm Dayanışması Oyunlar Yarışması Nasıl Olmalıdır ?
  • State - Devlet
  • Dili Doğru Kullanmak
  • Oryantalistlerin Bilim Değeri
  • Ne Günlere Kaldık !!!
  • Kof Uygarlığın Kâbusu
  • Dil, Yalnızca Dil Değildir
  • Türkiye’de Müslümanlar Hür Mü?
  • Çağdaşlaşma
  • Yine Dil Konusu
  • Kısasta Hayat Vardır
  • Sömürge Okulunda Öğretim
  • Kalem Tüccarı
  • Hz. Nûh’un Gemisi Ağrı’da Mı, Cûdî’de Mi?
  • Laiklik
  • Lâf Müslümanları
  • Filmi, Ortasından Başlayarak Seyretmek
  • Çözüm
  • Türkiye, Yalnız Türkiye’den İbâret Değildir
  • Kelimelerin Düşündürdükleri
  • Kelimelerin Düşündürdüğü - 2
  • Kelimelerin Düşündürdüğü - 3
  • Kelimelerin Düşündürdüğü - 4
  • Kelimelerin Düşündürdüğü - 5
  • Filmi Ortasından Seyretmek
  • Kelimelerin Düşündürdüğü - 6
  • Türkiye, Göreve Hazır Mı?
  • Irmak Yatağını Bulurken 

İstanbul'un Yabancı Haritası

Verilere göre 9 bin 307 Iraklı, 6 bin 307 Rus ve 7 bin 724 Ukraynalı kentte nüfusa kayıtlı olarak yaşıyor. Yine Orta Asya Türkleri de İstanbul’u yaşamak ve çalışmak için tercih edenler arasında revaçta. Verilerde ikamet ve çalışma izni alan Azerbaycan’dan 10 bin 875, Özbekistan’dan 10 bin 279, Gürcistan’dan 7 bin 978, Kazakistan ve Kırgızistan’dan ise 5 bin 768 nüfus İstanbul’da

Verilere göre 9 bin 307 Iraklı, 6 bin 307 Rus ve 7 bin 724 Ukraynalı kentte nüfusa kayıtlı olarak yaşıyor. Yine Orta Asya Türkleri de İstanbul’u yaşamak ve çalışmak için tercih edenler arasında revaçta. Verilerde ikamet ve çalışma izni alan Azerbaycan’dan 10 bin 875, Özbekistan’dan 10 bin 279, Gürcistan’dan 7 bin 978, Kazakistan ve Kırgızistan’dan ise 5 bin 768 nüfus İstanbul’da

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası