fetöcü olma kriterleri / Yargıtay Ceza Dairesinden FETÖ üyeliği kriterleri

Fetöcü Olma Kriterleri

fetöcü olma kriterleri

FETÖ Yap&#x;lanmas&#x;

FETÖ’nün ontolojisi

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ); Türkiye’de son 40 yıllık süreçte var olan ve hedefleri çerçevesinde farklı yöntemleri kullanarak faaliyet yürüten bir ‘terör yapılanması’ olarak resmi kayıtlara geçti. FETÖ, ’li yıllardan ’ün sonlarına kadar ‘meşru’ bir ‘cemaat’ gibi görünse de faaliyetleri ve izlediği politikalar nedeniyle Türkiye’deki diğer grup ve cemaatlerden farklılaşarak bir terör örgütüne dönüştü.

Kurulduğu ilk yıllardan itibaren, diğer gruplardan farklı olarak siyaset ile yakın ilişki içerisinde bulunan FETÖ’nün lideri Bu çerçevede FETÖ yapılanması aslında, lideri olan Fetullah Gülen’in yöneticiliği ve yönlendiriciliğinde vücut bulurken Gülen’in fikirleri ve ortaya koyduğu hedefler, örgütün hem Türkiye'de hem de uluslararası alanda attığı adımlarda belirleyici bir rol üstlendi.

Gülen kendisine biat edenler arasında bir 'Mesih' algısına dönüştü.

Örgütün kuruluşundan bu yana özel olarak bir lider kültü ön plana çıkartıldı. Böylece Gülen’in verdiği talimatlar da tartışmaya kapalı hale getirdi. ‘Dini cemaat görünümlü’ terör örgütünün varlığı Gülen’in varlığına ve lidere sadakate indirgendi. Bu ‘lidere sadakat’ miti, Gülen’in örgüt ile ilgili ortaya koyduğu hedefleri ve çizdiği çerçeveyi de mutlak doğru haline getirdi. Zamanla Gülen’in etrafında toplanan ve onun fikirlerini rehber alan kitle tarafından Gülen’e yüklenen misyonu da farklılaştırdı. Bu çerçevede Gülen kendisine biat edenler arasında bir 'Mesih' algısına dönüştü. Yani Gülen’in kendisine biçtiği rol, ona inanan çevrede de kabul görerek zamanla Gülen’in ‘dini liderlikten’ Mesihliğe geçişini sağladı. ‘Olağanüstü’ bir şahsiyet’ olduğu fikrinin aşılandığı kesimlerin tamamına yakınında terör örgütü lideri Gülen’in beklenen manevi şahsiyet/Mesih olduğu fikrine inancı yerleşti.

Örgüt ise Gülen'in liderliği sayesinde kendini diğer bütün cemaatlerden farklı ve üstün bir yapı olarak tanımlamaya başladı. Üstün bir şahsiyet olarak tanımladıkları Gülen’in liderleri oluşundan ötürü kendilerinin de ‘özel bir grup’ olduklarına inandılar. Bu doğrultuda grubun bir üyesi olmak, örgütün içinde olanlar için ayrıcalıklı bir konumu ifade etti.

Kurulduğu günden beri birçok noktada ‘dini’ bir yapıdan farklı davranan FETÖ, izlediği yöntemlerle de normal bir cemaatten farklı oldu. Yasal görünümlü faaliyetlerin içinde yer alan örgüt, zamanla bu çabalarını hedefleri çerçevesinde kullanmaya başlayarak, elde ettiği imkânlarla örgütün daha fazla güçlenmesini sağladı

Bu noktada örgütün 40 yıllık tarihsel arka planına bakıldığı zaman misyonerlikle bağdaşan yönlerinin olduğunu ifade etmek mümkün. Türkiye’nin yanı sıra dünyanın birçok ülkesine de yayılan örgüt, izlediği stratejilerle gücünü artırmaya çalıştı. Birçok ülkede özellikle siyaset, medya, eğitim ve iş dünyası ile yakın işbirliği kuran FETÖ, etkin bir güce dönüşmenin çabası içerisine girdi.

Bu çalışmalar yapılırken örgütün en fazla dikkat ettiği nokta ise ‘gizlilik’ oldu. Üyeleri, örgütün belirlediği hedeflere ulaşması konusunda yaptığı çalışmaları tam bir gizlilik faaliyeti içerisinde yürüttü.

Fetullah Gülen, uzun yıllar boyunca kendi öğretilerini İslami kaynağın bir parçası olarak göstermeye çalıştı.

Organizasyon anlamında masonlukla benzeşen FETÖ'nün uyguladığı taktikler ise Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’nde kurduğu yapılanma ile benzeşmekte. FETÖ’nün elebaşı Gülen bir yandan din istismarı yaparak kendisi için bir yapı inşa ederken, diğer yandan da Hasan Sabbah gibi yoğun bir propaganda faaliyeti sonucunda geniş bir taraftar kitlesi topladı. Selçuklu devletini ele geçirmek için bir fedai timi kuran ve suikastlar düzenleyen Hasan Sabbah, taraftarlarını devletin etkili kurumlarına ve önemli şahsiyetlerin yanına sızmasını sağlamıştı. Böylece etkili bir gücü eline geçiren Sabbah, zamanla kendisine itaat eden kişilere karşı kendisini olağanüstü bir şahsiyet –peygamber- olarak tanıtma imkanına kavuşmuştu. Gülen'in terör örgütü de organizasyon olarak ve devlete sızma taktikleri konusunda hem mason hareketlerine hem de Hasan Sabbah’ın kurduğu ‘Haşhaşi’ örgütüne benziyor.

Ancak FETÖ'yü tek başına bu iki grup/örgüt ile özdeşleştirmek eksik bir okumaya neden olabilir. Çünkü, 'ların sonundan itibaren etkin bir yapılanma kurma çabasına girişen FETÖ, birçok noktada yeni sayılabilecek farklı yöntemlere de başvurdu.

FETÖ’nün günümüz dünyasında benzeştiği bir diğer yapı ise Güney Kore’de ortaya çıkan ve tıpkı Gülen gibi liderlerinin Güney Kore’den ABD’ye kaçtığı Moon Tarikatı'dır. Özellikle dünyanın her ülkesinde örgütlenme çabaları ve finansal konularda -iş adamlarından himmet toplama/yardım talep etme- izledikleri stratejiler birbiri ile benzeşiyor. Her iki terör örgütü de ülke sınırlarını aşan ve kurdukları yapı ile dini misyonun dışına çıkan örgütlenmeler olarak ön plana çıkmaktadır. Her iki örgütün de kullandığı araçların alt yapısını oluşturan ana tema ise 'dini söylem' kullanmalarıdır.

Terör örgütü lideri Gülen, ’ların ortalarından itibaren din merkezli bir söylem ile insanları etrafına çekerek, onlara İslami referanslar üzerinden bir gelecek tahayyülü sunmaya başladı. Bu çerçevede kendi sapkın öğretileri ile insanları yönlendirmeye çalıştı ve kurduğu yapıya mensup olanları da istediği gibi yöneterek onları tamamen kendi öğretilerine bağlı kılmayı hedefledi. İslami söylemi ön plana çıkarmaya çalışırken, tıpkı Hasan Sabbah’ın yaptığı gibi kendi öğretilerini de İslam’i kaynağın bir parçası olarak göstermeye çalıştı.

Söylemini çağa ve siyasaya/politikaya göre uyarlayan Gülen bir taraftan da stratejik öneme sahip alanlara odaklandı. Çağın gereklerine de uygun bir yöntemle özellikle; eğitim, medya, iş dünyası, yargı, emniyet, ordu ve sivil toplum kuruşları gibi alanlarda hiyerarşik bir yapılanma kurdu.

‘Lidere sadakat’ miti, Gülen’in örgüt ile ilgili ortaya koyduğu hedefleri ve çizdiği çerçeveyi mutlak doğru haline getirdi.

Geniş bir tabandan en tepeye doğru uzanan hiyerarşik yapılanma içerisinde çok katmanlı ve karmaşık bir yapı tesis eden Gülen, referans aldığı örgütlenme biçimlerinin de ötesine geçti. Bu hiyerarşinin içerisinde yer alan kişiler de sahip oldukları özellikleri, kapasiteleri ve örgüte olan sadakatleri bağlamında değerlendirildi.

Gülen ’lı yılların koşullarında askerlik görevini yerine getirirken aynı zamanda camilerde vaiz olarak görev yapmaya devam ettiğini kaydediyor. Hem Ankara’da hem de İskenderun’da izne çıktığı günlerde yasak olduğu halde camilerde vaiz olarak bulunduğunu söylüyor.

Gülen'in sırlarla dolu askerliği

Fetullah Gülen’in kurduğu örgütlenmeyi anlayabilmek için yaşam tarzını ve kendisine yüklediği misyonu çok iyi irdelemek gerekiyor. Özellikle gençliğinden örgütlenmenin temellerini attığı döneme kadar geçen süreç, Gülen’in kurduğu yapılanmanın arka planını anlamada önemli bir alan sunuyor. Terörist elebaşı Gülen’in hayatının anlatıldığı ‘Küçük Dünyam’ kitabı bu konuda önemli bir metin olarak karşımıza çıkmakta. Fetullah Gülen, ‘Küçük Dünyam’ın girişinden itibaren gizemli bir hayat hikâyesi sunmaya çalışır. Kitabın belli bölümlerinde kendisini hep keramet sahibi bir karakter olarak göstermeye ve gençliğinden başlayan serüvenini olağanüstü bir şahsiyet üzerine inşa etmeye özen gösterir.

Bulunduğu yapı içerisinde kendisini, yüklenilen imamlık ve “Hocaefendi” misyonuna uygun bir çerçeve içerisinde anlatan Gülen, karşısında bulunan topluluğa ise olağanüstü bir karakter olduğunu ima eder.

Bunu yaparken kendisi ile ilgili bir ifadeyi doğrudan anlatmak yerine üstü örtülü bir şekilde ifade etmenin ve aslında karşısındakine bunu kabul ettirmenin çabasına girişir. Örneğin kitapta kendisine, ailesi ile ilgili sorulan “Her iki ailenin de seyid olduğu söyleniyor. Siz ne dersiniz?” sorusuna itiraz etmediği gibi bunu kabul de etmez. Ancak verdiği cevapla karşısında bulunan kişiye aslında “seyid” olabileceğini dolaylı yoldan aşılamaktadır.

'lerin sonunda Erzurum’dan Ankara’ya giden ve burada eski milletvekili Mustafa Zeren’in yardımıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı vaizlik sınavına giren Gülen, ardından Edirne’de Üç Şerefeli Cami’nde ikinci imam olarak görev alır. Bu dönemleri için yaşlarında olduğunu belirten Gülen, vaizlik imtihanını kazanarak henüz 17 yaşındayken Edirne Müftülüğüne talip olduğunu ancak askerlik yapmadığı için başvurusunun reddedildiğini söyler.

Gülen yıl Edirne’de çalıştıktan sonra askere gitti. Askerliğinin ilk dönemini Ankara Mamak’ta yapan Gülen, 'da yaşanan askeri darbe sürecinde Ankara’da bulundu. Bu dönemde Talat Aydemir’in darbe girişimi ile ilgili Gülen’in hatırladığı en önemli anekdot ise hayli ilginçtir. Gülen, tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminde örgütüne bağlı askerlerin savaş uçaklarıyla devlet kurumlarını bombalaması gibi, o dönem de Talat Aydemir'in engellenmesi için böyle bir planın yapıldığını ve Mamak’ın havadan bombalanmak istendiğini söylüyor. Gülen, askerlik vazifesinde Ankara'dan sonra yeni görev yerinin belirlenmesi için kura çekildiğini ve Diyarbakır'ın çıkmasına rağmen komutanların kurayı yeniden yaptıklarını ve en sonunda kendisini İskenderun’a gönderdiklerini belirtiyor. Kitapta yer alan bilgilere göre Gülen, Genelkurmay’da kalmak istediğini ancak bu amacına ulaşamadığını da ifade ediyor.

Erzurum’da bulunduğu yıllarda en önemli icraatlarından birisi ise “Komünizm ile Mücadele Derneği”ni kurmak olur.

Gülen’in askerler ve resmi devlet görevlileriyle ilgili düşünceleri de şaşırtıcıdır. Edirne’de bulunduğu süreçte başta Edirne’deki emniyet amiri olmak üzere, ilde görev yapan savcı ve hakimlerle yakın bir ilişkisi olduğunu söylüyor. O dönemin şartlarında 20'li yaşlarında bir genç için bu çok olağandışı gibi gözükse de Gülen benzer bir durumun Mamak ve İskenderun’da da yaşandığını ve sürekli olarak üst rütbeliler ile görüştüğünü ifade eder. İskenderun’da askerliğini yapan Gülen'in buradaki görevi ise yıllar sonra kurduğu terör örgütünün en deneyimli alanıdır. Gülen, dağıtımdan sonra askerliğinin geri kalan kısmını telsiz ve dinlemelerin gerçekleştiği bir merkezde yapar. İstihbarat çalışmalarına duyduğu ilginin kaynağının da burası olduğunu belirtir.

Gülen ’lı yılların koşullarında askerlik görevini yerine getirirken aynı zamanda camilerde vaiz olarak görev yapmaya devam ettiğini de kaydediyor. Hem Ankara’da hem de İskenderun’da izne çıktığı günlerde yasak olduğu halde camilerde vaiz olarak bulunduğunu iddia ediyor. darbesi sonrası ortaya çıkan koşullar da göz önüne alındığında henüz 20 yaşında olan bir din görevlisinin tek başına yapabileceklerini aşan bir durumun olduğu söylenebilir.

Anlatıları tezatlıklarla dolu olan Fetullah Gülen, İskenderun’da askerlik vazifesini yerine getirirken izin alarak Erzurum’a gidiyor ve silah altında olmasına rağmen camilerde vaaz vermeye devam ediyor. Gülen bu süreçte askerlik iznini de 2 ay uzatıyor. Erzurum’da bulunduğu yıllarda en önemli icraatlarından birisi ise “Komünizm ile Mücadele Derneği”ni kurmak olur

İzindeyken hem sözde 'din görevlisi' olarak görev yaptığını hem de sivil toplum örgütlemeleri içerisinde yer aldığını ileri süren Gülen daha sonra askerliğinin geri kalan kısmını tamamlamak için İskenderun’a geri döner ve bu sefer de birliğine bir hafta gecikmeli katılarak şehirdeki camilerde vaaz verir. Birliğe teslim olduktan sonrada aralıksız bir şekilde İskenderun Merkez Camii'nde vaaz vermeye devam etmesi de Gülen’in kendi anlattığı hikayesinin çarpıklıklarından biri. Gülen bu dönemi “Tümende beni arkadan koruyup kollayanlar da vardı” sözleriyle özetliyor. Bu koruyup kollamanın hangi yapılar tarafından yapıldığı hakkında bilgi vermeyen Gülen, askerlikten de 1 ay erken terhis edilir.

Vaizliğe giden yol ve yükseliş

Askerliğinin ardından önce Erzurum’a oradan da Edirne’ye dönen sözde 'vaiz' Gülen, burada verdiği vaazlar ile kısa sürede popüler bir isim haline geldi. Dar-ül Hadis Camii’nde fahri imam olarak görev yapan Gülen, ilk defa öğrencilere de ders okutmaya başladı. Bir süre sonra Edirne’deki faaliyetlerinin tepki toplaması sonrası hakkında davalar açıldı ve vaizlik belgesi elinden alındı. Dönemin Edirne Valisi Ferid Kubat, Gülen’in yasalara aykırı davrandığını belirterek çalışmalarını yasakladı. Edirne'den kaçarak Kırklareli’ne giden Gülen, bu sefer buradaki camilerde vaizlik yapmaya başladı. Bu süreçte Nurcularla da iletişim kurdu.

Gülen, Erzurum’da bulunduğu süreçte Mehmet Kırkıncı Hoca, Osman Demirci Hoca (eski Adalet Partisi milletvekili) ve Mustafa Aslan sayesinde Nur cemaatiyle tanıştı. yılları arasında Edirne ve Kırklareli’nde camilerinde yaptığı konuşmalar ile muhafazakar kesim içerisinde daha fazla görünür hale geldi ve saygı duyulan bir isme dönüştü. Ancak bu süreçte terörist ele başı Gülen, her ne kadar Nurcularla birlikte hareket ediyormuş gibi görünse de onlarla mesafeli olmaya ve Nur cemaatinden ziyade kendi sapkın öğretisini yaymaya çalıştı. Bu tavrı zamanla Nur cemaati ile arasında bir krize dönüşse de, Gülen vaizliğe yükseliş aşamasında bu grupları karşısına almamaya dikkat etti.

Daha sonra, -tartışmalı bir şekilde- Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına getirilen Yaşar Tunagür’ün desteği ile İzmir Bornova Camisine vaiz olarak atandı. [] İzmir’de hedeflerine uygun olarak terör yapılanma ve faaliyetlerini yürütmeye devam eden Gülen, daha fazla tanınır hale geldi. Bir yandan Nur cemaatinin içindeki bazı gruplarla birlikte hareket etmeyi sürdürürken, diğer yandan da taraftar toplamaya çalıştı.

’lerden ’ya FETÖ

Kendisine yakın isimlerden olan Mustafa Birlik ve Mehmet Metin ile birlikte kısa sürede evler açmaya başlayan Gülen, evlerin Nur Cemaatine bağlanmasına müsaade etmedi. Bu şekilde de ‘Işık Evleri’nin temellerini attı. Gülen, “Gülenizm” veya bir başka ismi ile “Fetullahçı” yapıyı inşa etmeye ve etrafındaki kitleyi örgütlemeye de başladı. Yaptığı konuşmalar, yaygınlaşmaya başlayan kasetlerini birçok kentte dağıtarak tehlikeli ve bozguncu fikirlerinin daha fazla kişiye ulaşmasını sağlarken diğer yandan da kurulan yapıya daha fazla para kaynağı oluşturdu. Bu yöntem bazı çevrelerde büyük tepki toplarken, Kemal Erimez, Nurettin Veren, Mustafa Birlik, İlhan İşbilen, Cahit Tuzcu, Bekir Akgün, Mustafa Asutay gibi isimler ise Gülen’in yanında yer aldı.

Gülen’in kurduğu yapı içerisinde en fazla önem verdiği merkez hiç şüphesiz Işık Evleri oldu. Evler, kurulan yapıya genç ve eğitimli insanların devşirildiği merkezlerdi. Gülen’in deyimiyle örgütün yetiştirmeye çalıştığı ‘Altın Neslin’ tohumlarının atıldığı mekânlar bu evlerdi.

“Işık Süvarileri” ve Akyazılı Vakfı

Fetullah Gülen, İzmir’de bulunduğu yıllarda özellikle Kestanepazarı’nda yaptığı konuşmalarla etkili bir isme dönüştü. Kısa sürede İzmir ve Ege bölgesinde tanınmaya başladı. İzmir, Manisa ve Balıkesir olmak üzere bazı illerde kendisine bağlı örgüt evleri açmaya başladı. “Işık Evleri” olarak isimlendirilen bu evlerde kalan gençler, Gülen’in farklı hitabet tarzı ve kullandığı yöntemler ile muhatap oluyordu. Kurmaya çalıştığı yapı kısa sürede kemikleşerek etkili bir yapıya dönüşen terörist elebaşı Gülen'in kişiliğinde kendini bulan ‘Fetullahçılık’ anlayışı bu dönemde ön plana çıkmaya başladı.

Hulusi Turgut’un ‘Fetullah Gülen ve Okulları’ başlıklı yazı dizisine göre Gülen, bu dönemde yakın çevresine “Kur’an kursları ve İmam Hatiplere evet, ama biz en iyisi kolej açalım” önerisini sundu ve kabul gördü. İzmir-Manisa-Balıkesir çevresinde etkin ve paralel bir yapı kurmaya başlayan Gülen’e bölgede bulunan esnaf-tüccar kesimi ile fabrika

sahipleri de finansal destek sağladı. Gülen’e finans desteği sağlayan isimler arasında Adalet Partisi yetkililerinden Ali Naili Erdem de vardı. İzmir, Gülen’in kurmak istediği paralel yapının merkezi haline getirilmişti.

yılına gelindiğinde ise Gülen’in dizayn ettiği paralel yapı daha da güçlenmeye başladı ve Akyazılı Vakfı kuruldu. Vakıf üzerinden “Işık Evlerine” üniversite öğrencileri kazandırılmaya çalışılıyordu. Vakıf, kısa sürede Orta ve Yükseköğrenim alanlarında eğitim alan öğrencilerin gelip gittiği ve burs aldığı bir merkeze dönüştü. Bölgede yapılan bağışlarla yapı ve vakıf daha da büyüdü. En önemli gelir kaynakları ise esnaf-tüccar kesiminden toplanan yardımlar ve kurban derileriydi. Bu süreçte Akyazılı Vakfı’nın çatısı altında ‘Ovey Dershaneleri’ ismiyle kurslar açıldı. Bu yöntemle paralel örgütlenme kısa sürede Türkiye’nin birçok bölgesinde etkin oldu.

Gülen’in kurduğu yapı içerisinde en fazla önem verdiği merkez hiç şüphesiz Işık Evleri oldu. Evler, kurulan paralel yapıya genç ve eğitimli insanların devşirildiği merkezlerdi. Gülen’in deyimiyle örgütün yetiştirmeye çalıştığı ‘Altın Neslin’ tohumlarının atıldığı mekanlar bu evlerdi. “Gençlere dinlerini yaşamanın” imkânının sunulduğu iddia edilen evlere olağanüstü bir mana yüklendi. Evlerde kalanlara terörist lider Gülen’in kasetleri, videoları izletilirken, Gülen’in kendi sapkın öğretilerinin yer aldığı kitapları okutuldu. ‘Hayırlı bir iş’ denilerek tanıtılan örgütün bu militan yetiştirdiği evlerine okullardaki başarılı ve zeki çocuklar özel olarak seçildi. Örgütün kısa, orta ve uzun vadeli planı bu evlerde aşılandı. ‘Işık Evleri’ paralel yapıya devlet haini adam kazandırmanın en etkili yoluydu. Böylece çocukluktan itibaren alınarak eğitilen çocuklardan örgütün amaçlarına hizmet eden bir sözde ‘Altın nesil’ çıkarıldı.

Eğitimli ve yetenekli gençlerin devşirilerek vatan haini olarak yetiştirildiği Işık Evleri, Gülen'in en fazla önem verdiği oluşumdu.

Işık Evleri'nde kalan öğrencilerin medya ile teması ise sınırlandırılmıştı. Bu sayede bir yandan evlerde kalan öğrenciler devşirilirken, diğer yandan da örgüte tam manasıyla bağlı olan ve itaati ön plana çıkaran bir yapının temelleri atılıyordu. Bu yapının içerisinde bulunan kişilerden ‘ağabeye’ adı altındaki örgüt sorumlularına tam bir bağlılık ve ‘ağabeyin’ dediklerine uygun davranışlar sergilemesi istenmekteydi. yılından itibaren ise evlerde kalan öğrencilerin katıldığı ‘aşılama kampları’ düzenlenmeye başlandı. Gülen kurduğu paralel yapı üzerinden yeni bir toplumsal düzen tahayyül ediyordu. Bunun gerçekleştirilmesi ise kendi sapkın öğretileriyle yetiştirilecek ‘eğitimli’ nesle bağlıydı.

Gülen ’lerin sonuna gelindiğinde ise bu yapının güçlendirilmesi için çalışmalarını yoğunlaştırdı. Artık sadece evlerde değil cami kürsülerinde de kendi sapkın amacına uygun çağrılar yapıyor ve ‘eğitimi’ ön plana çıkaran konuşmalarla gençleri tuzağına düşürmeye çalışıyordu.

FETÖ'nün sacayakları

Sızıntı-Zaman ve Samanyolu Yayın Grubu

Sözde öğrenci yetiştirme adı altında açılan Işık Evleri ve Akyazılı Vakfı ile kurduğu yapının organize olmasını sağlayan Gülen, bundan sonraki ilk iş olarak ise medyaya yöneldi. ’a gelindiğinde örgütün en önemli yayınlarından olan Sızıntı dergisi çıkarıldı. Gülen bu dergi üzerinden yayınladığı yazıları ile kurduğu paralel yapıyı yönlendirme ve çarpık fikirlerini geniş kitlelere ulaştırma imkânı buldu.

Gülen ve çevresinde yer alan önemli isimlerin yazılarının yayınlandığı dergi kısa sürede muhafazakâr kesim tarafından da kabul gören bir yayına dönüştü. Böylece Gülen, bir yandan kurduğu yapının tabanının genişlemesini sağlarken, diğer yandan da öğretilerinin farklı toplum katmanlarında etkili olmasının önünü açıyordu. Sızıntı dergisi Işık Evlerinde kalan öğrencilere okutulan en önemli çalışmalar arasında yer aldı. darbesi sonrası süreçte birçok dergi ve gazete baskı altına alınıp kapatılırken, Sızıntı dergisi yayınlarına devam etti. Gülen dergide çıkan “Asker” ve “Son Karakol” isimli başyazıları ile darbeye açık destek verdi ve askerin kurtarıcı olduğunu savundu. 12 Eylül sonrası ortaya çıkan tablo Gülen ve kurduğu paralel yapının daha da güçlenmesinin önünü açtı.

darbesi ve Gülen

5 Eylül tarihinde, yani darbeden 7 gün önce doktor raporu ile görevinden ayrılan Fetullah Gülen, anılarında darbenin olacağını bir gün öncesinden üst düzey askerlere yakın olan kişilerden öğrendiğini söyler. 12 Eylül askeri darbesinden sonra harekete geçen cuntacılar; siyaset, iş dünyası, medya, cemaat ve siyasi parti ayrımı yapmadan birçok kesimi hedef aldı. Darbe ile birlikte TBMM feshedildi ve bütün siyasi partiler kapatıldı. Asker inşa ettiği kurumlar üzerinden katı bir vesayet dönemi kurdu. Siyasi partilerle birlikte birçok kesim de bu darbeden büyük zarar görürken, terörist elebaşı Gülen ve kurduğu paralel yapı ise bu süreçte daha da güçlenmeye ve devlet kadrolarında yer bulmaya başladı. Her ne kadar Gülen hakkında ‘aranıyor’ afişleri asılı olsa da, 6 yıl boyunca yakalanamadı ve bu dönemde de faaliyetlerini sürdürmeye devam etti.

Gülen, darbe günlerinde çok hızlıca bir manevra ile örgütüne bağlı yayın organlarından Sızıntı dergisinde darbecilere methiyeler dizen bir başyazı yayınlamıştı. Gülen, “Asker ve Son Karakol” isimli yazısında darbecileri kutsuyor ve tam zamanında yetiştiklerini şu ifadelerle vurguluyordu: "(…) Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.” (1 Ekim , Sızıntı Dergisi)

Ve yine Gülen'e göre eğer asker yetişmeseydi “Bütün millet olarak inkisar içinde ağlamaktan başka çaremiz kalmayacaktı.” Fetullahçılar, darbeden sonra ortaya çıkan yeni ortamı da kendileri için büyük bir fırsat olarak gördüler. Sözde hoca Gülen için de, tasarladığı planı rahatlıkla devreye sokmanın zamanıydı. 12 Eylül’ün getirdiği şartlardan yararlanarak “Akyazılı Vakfı” üzerinden geniş bir alana yayılan Gülen, ihanet üstüne kurduğu yapıyı daha da güçlendirdi.

Zaman Gazetesi Gülen'in eline geçiyor

tarihinde İhsan Arslan ve Alaattin Kaya tarafından kurulan ve İslami cephenin sesi olarak konumlandırılan Zaman gazetesi de yılında Fetullah Gülen'in kontrolüne geçti. Gazetede çalışan Fehmi Koru, Nabi Avcı, Hasan Öztürk gibi birçok isim tasfiye edildi. Nurettin Veren’e Zaman gazetesi; Özal’ın iktidarda olduğu bu yıllarda biraz daha rahat hareket edilmesi ve maddenin de kaldırılması ile Cumhuriyet gazetesine karşı gazete kurma hayaliyle çıkarıldı.

Gazetenin ’de el değiştirmesi ve kurucularının tasfiye edilme süreciyle ilgili soru işaretleri devam etse de, bu dönemde Zaman’ın yayın politikası muhafazakar kesimlerden büyük destek görmüştür. Nurettin Veren’e göre bu dönemde esnaflar ve normal halkın da desteği ile Zaman gazetesi satışlarında büyük artış yaşandı. Din istismarında usta olan örgütün yönlendirmeleriyle halkın gazeteye olan ilgisi tirajlara da yansıdı. Esnaf, iş dünyası ve vatandaşın desteği Zaman’ın kısa sürede büyümesine neden oldu. Feza Gazetecilik A.Ş.’nin altında görünen gazete doğrudan Fetullah Gülen ile bağlantılıydı. Feza Gazeteciliğe bağlı diğer kurumlar ise Gülen örgütünün önemli yayın organlarından olan Aksiyon Dergisi ve Cihan Haber Ajansı oldu. Feza Gazeteciliğin yönetim kurulu başkanlığını ise Ali Akbulut yapıyordu. Gazetenin imtiyaz sahibi ise Ali Gökbulut görünüyor.

yılına gelindiğinde Zaman, ABD’de New York başta olmak üzere New Jersey, Washington D.C ve Chicago gibi yerlerde de dağıtımı yapıldı. yılında web yayınına geçen Zaman gazetesi Almanya, Avusturya, Avustralya, Azerbaycan, Nahçıvan, Gürcistan, Başkurdistan, Bulgaristan, Belçika, Danimarka, Fransa, Hollanda, Birleşik Krallık, İspanya, İsviçre, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs, Makedonya, Ukrayna, Moldova, Moğolistan, Rusya, Romanya, Tataristan, Tacikistan ve Türkmenistan'da da yayına geçti. Gazete bu ülkelerde Gülen'e bağlı terör örgütü ile bağlantılı okullarda ve Türklerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerde dağıtılıyordu. Böylece medya organları örgütün bu ülkelerde etkin bir güce ulaşılmasında bir araç olarak kullanıldı.

FETÖ'nün yurtiçi ve yurtdışı yapılanması

’lı yıllardan itibaren gazetede Ekrem Dumanlı, Şahin Alpay, Ali Bulaç, Ahmet Selim, Ahmet Turan Ali Alkan, Mümtaz'er Türköne, Mehmet Kamış, Selahattin Karakış, Ali Akkuş, Eyüp Can, Mehmet Kamış, Abdülhamit Bilici, M. Nedim Hazar gibi isimlerin yanı sıra Hüseyin Gülerce, Bejan Matur, Hilmi Yavuz, İhsan Dağı, Selim İleri, Ahmed Şahin, Abdullah Aymaz, Fehmi Koru, Hekimoğlu İsmail, Nuriye Akman, Ali Çolak, İskender Pala, Nazan Bekiroğlu, Nevin Halıcı, Günseli Özen Ocakoğlu, ve Selim Işıklar gibi isimler de yazılar yazdı.

Gülen’in kurduğu yapının medyadaki bir diğer önemli propaganda kurumu ise Samanyolu TV oldu. Samanyolu Yayın Grubu'nun altında bulunan televizyon kanalı yılında kuruldu. Kısa zaman içerisinde büyüyen grubun altında ’te Dünya Radyo, ’te ise Burç Radyo açıldı. yılından sonra yeni televizyon- radyo kanalları ve internet siteleri açıldı. Finansal ayağının kimler tarafından desteklendiği tam olarak belli olmayan grubun başkanlığını Hidayet Karaca yürütmeye başladı. Samanyolu TV’nin yönetim kurulu başkanlığını Ali Çelik, yönetim kurulu üyesi ve ortağı ise Sedat Yetişkin yapıyordu. Hidayet Karaca, Gülen’e en yakın isimler arasında gösteriliyordu. ’lı yıllarda medya alanında güçlü bir ağ kuran Gülen yapılanması, daha sonraki dönemlerde Feza Gazetecilik ve Samanyolu Yayın Grubunun altında farklı kanal ve medya organları açmayı sürdürdü.

Cemaat görünümlü bu paralel yapı için dershanelerin hem yeni eleman kazanma hem de mali kaynaklar elde etme noktasında özel bir yeri vardı. yılları arasında elebaşı Gülen’e bağlı okul açıldı. ’li yılların başına gelindiğinde ise Türkiye’de Gülen’e bağlı olarak kurulan dershanelerin sayısı artık binlerle ifade ediliyordu.

FEM dershaneleri: Fetullahçı Eğitme Merkezi

Türkiye’de ilk dershaneler ’lı yıllarda açıldı. Özel dershaneler ise ilk kez tarih ve sayılı yasa ile kurulmaya başlandı. Bu tarihten sonra merkezi sınavların çoğalmasıyla özel dershaneler de yayıldı. 'li yıllara gelindiğinde Türkiye’nin birçok ilinde dershaneler açılmıştı. darbesi öncesinde Türkiye genelinde 'e yakın dershane bulunuyordu. Darbe sonrasında ise dershane açılması konusunda hızlı bir gelişme yaşandı. Bu ortamda Gülenciler de dershane açmaya önem verdi. Gülen ’lı yılların ortasından itibaren özel eğitim kurumlarının açılmasını istiyordu ve bunu ‘kolej’ mantığı içerisinde yapmayı planlıyordu. Kestanepazarı yıllarında İzmir’de öğrencilerin eğitimi ile yakından ilgilenen Gülen, özel kurslar açılmasını istedi. ‘Akyazılı Vakfı’ bünyesinde kursları yaygınlaştırmaya başlayan örgüt, öğrencilerle güçlü bir bağ kurmak istiyordu. darbesinden

sonra ise dershanecilik konusunda yeni gelişmeler yaşandı. yılında Meclis’e getirilen bir yasa ile dershanelerin kapatılması planlandı. Ancak fiili kapatma gerçekleşmeden önce kurulan yeni hükümet kapatma hükmünü iptal etti.Özal hükümetinin bu dönemde özel sektöre yönelik teşvikleri Gülen ve çevresini de harekete geçirdi ve yılında 'cemaate' bağlı ilk dershane açıldı. yılında Gülen’e yakın olan isimlerden biri olan iş adamı Mustafa Fırat’ın finansman desteği ile FEM Dershaneleri kuruldu. FEM Dershaneleri, Güven Dershaneler Birliği’ne (Güvender) bağlı olarak faaliyetlerini yürüttü. yılında ise yine cemaat desteğinde Körfez Dershaneleri açıldı. yılında ise ortaöğretim düzeyindeki öğrenciler için Anafen Dershaneleri kuruldu.

FEM ve Körfez Dershaneleri üniversiteye hazırlanan öğrencilere

odaklanırken, Anafen ise liseye hazırlanan öğrencilerin eğitimi ile ilgilendi. Gülen’in kurduğu yapı için dershanelerin en önemli anlamı; “zihin devşirme ve insan kaynağı” olarak kullanılmasıydı. Lise ve üniversite öğrencilerinin sınavlara hazırlık amacıyla gittiği bu kurumlarda, başarılı olan öğrencilere özel ilgi gösterildi. Buradaki öğrenciler yine bu dershanelere bağlı yurtlara davet ediliyor ve buralarda onların Gülen cemaatine olan ilgisinin artırılması için çaba harcanıyordu. Benzer şekilde dershane öğrencileri cemaate bağlı Işık Evlerine davet edilerek bu ortamları tanımaları sağlandı. Böylece öğrencilerin cemaate ve kuruma güveni artırılarak kısa ve orta vadede cemaatin bir parçası haline getirilmesi sağlandı.

Örgütün kurduğu dershaneler birçok farklı işleve sahipti. Birincisi; dershaneler üzerinden Gülen örgütünün ‘eğitim’ yönü ön plana çıkarılarak toplumla sıkı bir bağ kurulmakta ve sözde cemaatin “güzel işler yaptığı” mesajı verilmekteydi. Böylece bir taraftan örgütün meşru çalışmalar yaptığı ve bir 'hizmet' hareketi olduğu fikri aşılanırken, diğer taraftan başarılı olan öğrenciler üzerinden hem örgütün hem de dershanelerin propagandası başarılı bir şekilde yapılırdı. Bu durum dershanelere olan ilgiyi de artırdı. İkincisi ise; dershaneler aracılığıyla birçok kişi devşirilerek cemaatin çizdiği yol haritası doğrultusunda yönlendiriliyordu. Buralarda devşirilen isimler ilerleyen süreçte önemli devlet kurumlarına sızma çalışmalarının bir parçası haline getiriliyordu.

Üçüncüsü; taban ile tepe nokta arasındaki hiyerarşik düzeni oluşturulan sapkın Fetullahçı fikirlerine sıkıca bağlı, genç ve dinamik bir yapının kurulması dershaneler üzerinden sağlanıyordu. Dördüncüsü ise; örgütün daha fazla güçlenmesine katkı yapan önemli bir finansal kaynak oluşturuluyordu. Bu yüzden cemaat görünümlü bu paralel yapı için dershanelerin hem yeni eleman kazanma hem de mali kaynaklar elde etme noktasında özel bir yeri vardı. Bu kapsamda harekete geçen Fetullahçılar, yılları arasında Gülen’e bağlı okul açtı.

Dershaneler, örgüt için hem eğitimi öne çıkararak 'meşru' görünmenin hem de genç kuşakları devşirmenin bir aracı olarak kullanıldı.

yılından sonra devletin özel okulların açılmasına izin vermesi Gülen için kaçırılmaması gereken bir fırsat oldu. Gülen’e göre bu okullarda ‘fikir mimarları’ yetiştirilecekti ve burada Gülen kendisini sadece ‘teşvik eden’ kişi olarak tanıtacaktı. Gülen, hiçbir zaman açılan bu okulların kendisine bağlı olduğunu kabul etmedi. ‘Değirmenin suyu nereden geliyor?’ diyenlere verdiği cevap hiçbir zaman değişmedi: “Ben sadece teşvik ediyorum. Okulları açanları tanımıyorum.” ’li yılların başına gelindiğinde ise Türkiye’de Gülen’e bağlı olarak kurulan dershanelerin sayısı artık binlerle ifade ediliyordu.

Bu süreçte İzmir’de “Yamanlar”, İstanbul’da “Fatih”, Ankara’da “Samanyolu”, Erzurum’da “Aziziye” ve Van’da “Serhat” kolejleri de açıldı. Gülen yıllar sonra bu faaliyetleri kendisine soranlara “Ben küçük, basit bir vaizim. Okul açılması için teşvikte bulundum. Okullar için finans lazım ve benim tanıdığım kimse yoktu. Toplasanız 10 kişiyi tanımam” diyecek ve okul açmada cami kürsülerinden yaptığı çağrıların etkili olduğunu savunacaktı.

Fetullahçılar bu yıllarda okullar, dershaneler ve evlerde kalan gençleri kazanmak için büyük bir seferberlik başlattı. ‘Ağabey’ denilen ve yapı içerisinde önemli bir misyon yüklediği kişilere bu konuda büyük görev düşüyordu. Bu okullarda yetişenler zamanla devşirilerek örgütün; kısa, orta ve uzun vadeli planları çerçevesinde yönlendirildi.

'Küçük vaiz' ve okul açma faaliyetleri

Gülen’in kurguladığı "Ben küçük bir vaizim" söylemi taraftarları gözünde onu üstün kılmaya başladı. Sözde vaiz Gülen böylece kendisini kurduğu yapının dışına çıkarmaya gayret ediyordu. Gülen okulları bir ‘istiklal mücadelesi’ olarak tanıtıyordu. İstanbul’da bulunduğu yıllarda Süleymaniye Camii ve diğer bazı camilerin kürsülerinde halktan bu okullar için himmet istedi. Aynı şekilde yeni okullar açma çağrısında da bulundu. Dİn istismarıyla sözde vaiz Gülen, kürsülerde yaptığı çağrılarla kurduğu yapıya büyük bir güç kattı. Yıllar sonra halkın bu ilgisini "Teveccühü bir kredi kartı gibi kullandım” sözleriyle yorumlayan Gülen, gerçek niyetini de ortaya koyuyordu. Gerçekten de Gülen’in dediği gibi oldu; esnaf ve iş dünyasından bazı kesimler önce dışarıdan sonra da yapının bir parçası olarak Gülen’e büyük bir kredi açtı. Gülen de bunu çok iyi değerlendirdi ve ‘eğitim seferberliği’ üzerine oturttuğu stratejisine uygun olarak gücünü artırdı. Gülen bunu yaparken her zaman için ‘eğitimi’, ‘dini’ ve ‘himmeti’ ön plana çıkaracak ve bunu araçsallaştıracaktı. Nitekim Gülen’in hem açılan okullarla hem de kurduğu diğer kurumlarla varmak istediği yer çok farklıydı. Gülen bunu şu sözlerle özetliyor: “Benim farklı mülahazalarım var ama Türkiye henüz böyle bir seyahate hazır değil.”

Fetullahçılar okullar, dershaneler ve evlerde kalan gençleri kazanmak için büyük bir seferberlik başlattı. ‘Ağabey’ denilen ve yapı içerisinde önemli bir misyon yüklediği kişilere bu konuda büyük görev düşüyordu. Bu okullarda yetişenler zamanla devşirilerek örgütün; kısa, orta ve uzun vadeli planları çerçevesinde yönlendirildi. Okutulup mezun edilen mensuplar artık devletin önemli noktalarına gelmeye başladı. Böylece Gülen’e inanan ve ona biat eden bir toplumsal yapı inşa edilme başlanmıştı.

“ yılında ABD’ye giden Gülen’in Avustralya’yı da kapsayan gezisi 55 gün sürdü. Gülen burada birçok kesimle görüştü ve cemaatin ABD’de de faaliyet yürütmesi için girişimlere başladı.”

Okulların bir diğer önemli yanı ise Gülen'in paralel yapılanması için büyük bir gelir kaynağı oluşturmasıydı. Bir kolej mantığı içerisinde kurulan bu okullara kayıt yaptıran öğrenciler büyük ücretler karşılığında eğitim alıyordu. Kaliteli bir eğitim merkezi olarak tanıtılan ‘kolej sistemi’ Gülen yapılanması için büyük bir önem taşıyordu. Gülenciler birçok özel okul ve kolej açarken, İmam Hatip Lisesi (İHL) açmaktan kaçındı. Fakat imam hatiplerde eğitim alan gençleri kazanmak için çalışmalar yapılıyordu. Öğretmenler aracılığıyla ve İHL yakınlarında açtıkları evler üzerinden burada eğitim alan öğrencileri kurdukları yapıya dâhil etmeyi bir hedef olarak belirlediler. Fakat bunda başarılı olamadılar. Din öğretileri ve anlayışları zaten din eğitimi alan imam hatip öğrencileri tarafından sorunlu karşılanıyordu. İmam hatip okulları Fetullahçılar için verimli bir yer olmaktan ziyade hareketin misyonuna toplum nezdinde zarar verecek bir yapıdaydı.

FETÖ dünyaya Orta Asya’dan açıldı

Dünyada yaşanan iki kutuplu sistemin ’dan itibaren yıkılma sürecine girmesi ve Sovyetlerin dağılması üzerine Asya’da bir güç boşluğu ortaya çıktı. Asya’da özellikle Türki Cumhuriyetlerin bağımsızlığa kavuşmalarından sonra yeni bir düzen kuruldu. Tam da böylesine bir dönemde Fetullah Gülen de kendi tabanına yurt dışında faaliyetler başlatmayı emretti. Daha önce Almanya ve Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde örgütlenemeye başlayan Gülen, en büyük stratejisini Orta Asya üzerine geliştirdi. İş adamlarından yurt dışında okul açmalarını istiyordu. Bu isteğini Süleymaniye Camii’nde yaptığı konuşmalarda da dillendiriyordu. Bu yeni fikir ’da da kendisine karşılık buldu ve Gülenciler, Asya’ya ayak basmaya başladı. Gülen bunu ‘yeniden yükseliş’ olarak nitelendirecek ve Asya’nın önemli olduğunu vurgulayacaktı. ’de verdiği bir

mülakatta bu konu ile ilgili olarak, “İslam esas olarak Asya’da gelişti o yüzden bizim Asya’ya gitmemiz lazım. İran ve Suudi Arabistan bu bölgeye girmemeli. Biz bu ihtiyacı sağladık” diyen Gülen buradaki konumunu ise şöyle belirlemişti: “Kendimi yeryüzünün mirasçılarından biri olarak görüyorum.” Asya’ya açılmayı kendine yüklediği olağanüstü misyona yoran Gülen, bu noktada siyaseti de göz önüne alarak ve İran karşıtlığı üzerinden uluslararası alanda bir destek aramaya başladı. Gülen’e göre, devlet de dünyaya açılma projesine destek vermişti: “Demirel, dışarıdaki okullar için, bazı devlet adamlarına verilmek üzere kâğıtlar imzaladı ve ‘Alın, üzerine siz ne yazarsanız yazın’ dedi. Özal da, ‘Okul meselesine kefilim’ dedi. Hatta Kuzey Irak ve Afganistan’da açılan okullardan askerler haberdardılar ve takdir ediyorlardı.”

11 Ocak ’da Gülen’e bağlı 11 kişilik bir grup Gürcistan’a geçti. Batum’u gezen grup daha sonra Azerbaycan’a gitti. Burada Azerilerin de yardımıyla bölgeyi gezen grup Türkiye’ye döndü ve Kafkasya’daki gelişmeleri Gülen’e aktardı. Gülen bağlılarının ilk hedefi burada bulunan yardıma muhtaç kesimlerin çocuklarını alıp Türkiye’de yetiştirmek oldu. Mayıs ’da 37 kişilik bir ekiple yola çıkan Gülenciler; Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan ve Tacikistan’a gitti. Sovyetlerin dağılmasından sonra oluşan boşluktan yararlanan Gülenciler orada başlattıkları lobi faaliyetleri çerçevesinde cemaat adı altındaki örgüte yakın iş adamlarını bu ülkelere yatırım yapmaya götürdü. Böylece Gülen’in işaret ettiği gibi Asya’ya ilk girişler gerçekleşti. Buralarda yatırımlar yapan girişimciler Gülen’e yakın okulların açılmasında da büyük rol üstlendi.

FETÖ’nün kalesi Amerika ve Almaya

Gülen’e göre bu okulların en önemli faaliyetleri arasında ‘misyonerlik’ de vardı. Yurt dışında açılan kolej, özel okul, üniversite, yurt, dershane ve öğrenci evleri üzerinden misyonerlik faaliyeti yürüttüklerini belirtiyordu. Gülen bu misyonerliğin ülke yararına olduğunu iddia etse de sonraki dönemlerde ortaya çıkan tablo farklıydı. Gülen güçlendikçe kendisine olan ilgi arttı. Yurt dışına okul açma faaliyetlerinin başladığı bir süreçte Gülen, ABD’ye gitti. yılında gerçekleşen ve ABD ile Avustralya’yı kapsayan bu gezi 55 gün sürdü. Gülen burada birçok kesimle görüştü ve büyük ölçüde şekillenen örgütünün ABD’de de faaliyet yürütmesi için girişimlere başladı. Gülen’in bu gezi esnasında kimlerle görüştüğü tam bilinmese de, Pensilvanya ve New York gibi yerlerde kurs açtığı belirtiliyor. yılına gelindiğinde ise Gülen yapılanmasının yayın organı olan Zaman’ın New York ana merkez olmak üzere birkaç ABD eyaletinde dağıtımı ve yayını başladı.

Gülen, himmet topladığı esnaf ve iş adamlarını işbirliği yapmaya yönlendiriyordu: “Bakkal dükkânı olmaz. Bunun yerine süpermarketler açılmalıydı. Bunun içinde sözümün geçtiği insanlar bir araya gelerek güç birliği yaptı.”

Bu süreçten sonra Fetullahçıların yurt dışında okul açma hamlesi hız kazandı. Gülen, dünyanın birçok ülkesinde okul açmaya devam ederken, hem içeride hem de dışarıda büyük ilgi ile karşılandı. ’ların ortalarında Batı ile ilişkileri daha da geliştiren Gülen, ABD kendisine kucak açmadan önce birkaç defa daha bu ülkeyi ziyaret etti. Güney Amerika’da da okul açmaya başlayan Gülenciler, özellikle Bolivya ve Arjantin’i tercih etti. Bolivya’da yılında Nur isimli bir okul açan Gülen cemaat kisvesindeki örgütü toplum kalkınması ajansları için kırsalda 2 bin öğretmen yetiştirdi. Arjantin’in La Rioja bölgesinde ise öğretmen yetiştirdi. Gülen’in yurtdşında büyümeye başlayan yapılanmasının bu bölgedeki çalışmalarına destek veren ise yine ABD’ydi. ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı yılında Gülen’in Bolivya’daki çalışmalarını yürüten eğitim merkezlerini “Eğitim Mükemmeliyet Merkezi” olarak seçti. Bu tarihten sonra yurt dışında terörist elebaşı Gülen’e bağlı okul sayısı artık binlerle ifade ediliyordu. Dünyanın ’ü aşkın ülkesinde bu yapıya bağlı okul, dershane, yurt ve dernek faaliyet yürütüyordu.

FETÖ’nün finans halkası: Himmet toplantıları

Fetullah Gülen, 'lerden itibaren verdiği vaazlarda halka sık sık himmet yapmaları çağrısında bulundu. Akyazılı Vakfı bu noktada da önemli bir işlev gördü. Vakıf üzerinden bağlantı kurulan esnaf ve tüccarlardan destek talebinde bulunan sözde vaiz Gülen, zamanla Ege ve Marmara bölgesini kapsayan bölgede birçok kişiden maddi destek almaya başladı. Bu dönemde tanıdığı önemli isimlerin desteği ve camilerde verdiği vaazların da etkisi ile birçok önemli kişiye ulaşma imkanı buldu. Kestanepazarı’nda başlayan yardım toplama faaliyetleri zamanla genişleyen Gülen'e işadamları da finansal destek verdi. Gülen’in kendi deyimiyle “halk atını arabasını satıp” kendilerine verdi. Ev ve okulların bulunduğu her ilde bu yapıya destek veren bir esnaf ve iş adamı grubu meydan getirildi. Böylece finansal destek sağlayan Gülen'in paralel yapısı daha hızlı genişlemeye ve büyümeye başladı.

FETÖ’nün para çarkı

Gülen'in bu dönemde yaptığı konuşmalarda halkı yardıma teşvik etmesiyle birlikte ‘himmet verme’ cemaatin içinde bulunan iş adamları ve esnaflar için bir görev haline geldi. Bazı evlerde sohbet adı altında düzenlenen toplantılarda Gülen’in videokasetleri izletiliyor ve sapkın fikirleriyle dolu olan kitapları okutuluyordu. Sohbet sonrasında ise katılımcılardan himmet adı altında örgüte finansal destek isteniyordu. Bu finansal destek çalışmaları sayesinde Örgüt mensupları kısa sürede büyük bir gelir elde etti. Elebaşı Gülen, Yalçın Doğan ile yaptığı bir mülakatta okul açmayı “istiklal mücadelesi” olarak tanımlarken, okulların finansmanı ile ilgili soruları ise; alternatif himmet toplantıları aracılığıyla zengin ve holding sahibi insanlardan para toplandığını ve bununla finansal destek sağladığını belirtiyordu.

Gülen’in şirketleşme metaforu: Süpermarket

Gülen, bir yandan esnaf ve iş adamlarından himmet toplarken, diğer yandan da onları işbirliği yapmaya yönlendiriyordu. Gülen’in esnaf ve iş adamlarına “bir araya gelin” talimatından sonra birlikte hareket etmeye başlayan Fetullahçı esnaf ve iş adamları ’lı yılların başından itibaren çeşitli illerde dernek kurmaya ve işbirliği yapmaya başladı. Yapının güçlenmesi için önemli olan bu adımdan sonra, küçük ve orta ölçekli birçok işletme ve şirket de faaliyetlerin içerisinde yer aldı. Bundan sonraki adımda iç pazarda etkin olmaya başlayan işletmeler zamanla dış pazara da açılacak düzeye geldi. Yurt dışında bulunan örgüt okullarının yaptığı lobi sayesinde birçok işletme yurt dışındaki pazarlarda da kendisine yer buldu. Bu sayede daha fazla güç kazanan bu yapıya mensup

şirketler Anadolu’da da birçok yeni faaliyet başlattı. yılına gelindiğinde yine terörist elebaşı Gülen’e bağlı olan iş adamları bir araya gelerek Asya Finans’ı kurdu. Gülen’in ‘sözümün geçtiği insanlar’ diye nitelendirdiği isimlerin başında Ali Kervancı geliyor. Nurettin Veren’in belirttiğine göre, Asya Finans’ın kuruluşuna onay veren Gülen’in talimatı sonrası İstanbul’da bulunan Duru Evyap fabrikasında Nurettin Veren ile birlikte Selçuk Berksan, Tahsin Tekoğlu, Mehmet Hasırcılar ve Mustafa Özcan toplantı yaptı. Bu iş adamları Asya Finans’ın kuruluşuna en büyük desteği sağlayan isimler oldu. Asya Finans, Tahsin Tekoğlu üzerinden kurulurken, kuruluş aşamasındaki en büyük destek ise dönemin Başbakanı Tansu Çiller’den geldi. Asya Finans’ın kurulmasından sonra Gülen’e bağlı Türkiye’deki bütün üniversite hazırlık kursları, öğrenci yurtları ve kolejlerden elde edilen gelirler ve yine Gülen’e bağlı olan televizyon ve gazete gibi sektörlerden elde edilen paralar buraya yatırılmaya başlandı.

Gülen’in talimatı ve desteği ile kurulan bir diğer şirket ise yılında kurulan Işık Sigorta oldu. Şirket TL sermaye ile kurulurken, kısa süre içerisinde Asya Finans ile birlikte büyüdü. Şirketin en önemli iş ortağı da yine Asya Finans oldu. Şirketin yönetim kurulu üyeleri arasında İhsan Kalkavan, Mehmet Emin Hasırcılar, Ahmet Kurucan ve Fazıl Karaman gibi Gülen’e yakın isimler bulunuyordu.

'de katıldığı bir TV programında halkın ilgisi için ‘Teveccühü bir kredi kartı gibi kullandım” sözlerini sarf eden Gülen, gerçek niyetini de gözler önüne seriyordu.

Elebaşları Gülen’in “birleşin” talimatı sonrası harekete geçen örgüt mensuplarının kurduğu kuruluşlar arasında; Çağ Öğretim İşletmeleri AŞ, Feza Gazetecilik AŞ, Eflak AŞ, Kazak Türk Liseleri Genel Müdürlüğü, Sebat AŞ, Silm AŞ, Başkent Eğitim Şirketi, Serhat Eğitim Öğretim ve Sağlık Hizmetleri AŞ, Tolerans Vakfı, Ufuk Eğitim Vakfı, Toros Eğitim Hizmetleri Turizm ve Ticaret AŞ, Ertuğrulgazi Eğitim Öğretim AŞ, Karaçay Çerkeş Toros Eğitim Hizmetleri AŞ, Duane 94 Şirketi, Özel Burg AŞ, Dostluk Yurdu Derneği, İnternational Hope Ltd. Comp, Fezalar Eğitim Öğretim Ticaret Ltd. Şirketi, Balkanlar Eğitim ve Kültür Vakfı, S.C Lumina SA Şirketi, Gülistan Eğitim Yayın ve Ticaret Ltd. Şirketi, Sema Eğitim Öğretim İşletmeleri AŞ, Samanyolu AŞ, Türkiye Sağlık ve Tedavi Vakfı, Yayasan Indonesia Vakfı gibi şirketler bulunuyor. Bu şirketler Gülen’in çarpık amaçları ve direktifleri doğrultusunda çalışmalar yaparken, büyük servetler edindiler. Hem Asya Finans hem de diğer şirketler üzerinden ekonomik anlamda da büyüyen örgütün, hem içeride hem de dışarıda ağırlıklarını artırdı.

Siyasilerle ilişkiler

FETÖ elebaşı Gülen’in siyasetle ilk tanışması gençlik yıllarına dayanıyor. 17 yaşında Erzurum’dan Edirne’ye gitmeden önce bir süre Ankara’da yaşayan Gülen, burada ‘babamın yakın dostu’ dediği Erzurum milletvekili Mustafa Zeren’in yanında kalır. Mustafa Zeren, Gülen’in Diyanet İşleri Başkanlığı sınavına girmesine yardımcı olan isimdir. Gülen Ankara’da bulunduğu dönemde Diyanet’in açtığı sınava girmesinin ardından ona sınav sonucunu bildiren isim de Zeren olur. Gülen, Küçük Dünyam kitabında henüz 18 yaşındayken Edirne’de görevli olan emniyet mensupları, hâkim ve savcılarla da yakın bir ilişki içerisinde olduğunu iddia ediyor.

Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı Gülen

’lı yıllara gelindiğinde Gülen ‘dostumuz’ dediği, İsmet İnönü döneminin CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek ile tanıştı. Gülek, Türkiye’deki ‘Komünizm ile Mücadele Dernekleri’nin kuruluşuna öncülük eden isimlerdendi. Fetullah Gülen, ’lı yıllarda Erzurum’da Komünizmle Mücadele Derneği’ni açtı ve bir süre başında bulundu. Gülen ile Gülek’in ilk ortak noktası da bu dernek oldu. ’lı yıllardan itibaren Gülek ile sıkı bir ilişki geliştiren Gülen, bu sayede siyaset çevresi ile de yakınlaşmaya başladı. Gülek, aynı zaman Gülen’i ABD Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz ile tanıştıran isimdir. Terörist elebaşı Gülen’in CIA ile bağlantı kurmasında Gülek’in dahli olduğu iddiaları ise sık sık gündeme geldi.

Gülen'e Mason Teşkilatı'ndan madalya

Kasım Gülek’in ismi Türkiye’de bulunan gizli Mason teşkilatı ile de bağlantılı olarak geçiyor. Gülek’in Mason olduğu birçok kaynakta geçerken yıllar sonra ortaya çıkan Gülek imzalı bir mektupta bu iddiaları doğruluyor. Gülek, Mason teşkilatına yolladığı mektupta kendisinin de Mason olduğunu söylüyor. Mektupta en fazla dikkati çeken konu ise Gülek’in ‘kardeşlerim’ diye hitap ettiği Mason teşkilatı üyeleri arasında Fetullah Gülen’in isminin de geçiyor olmasıdır. Gülek’in 16 Temmuz yılında yazdığı mektup “Türkiye'de yegane ve muntazam mason teşkilatı, Türkiye hür ve kabul edilmiş masonların büyük locası (Türk Yükseltme Cemiyeti)dir. Hal böyle iken bazı kimselerin biraraya gelerek bir dernek kurmalarıyla bunca yıllık, temeli 'lere dayanan ve dünyaca tanınmış ve kabul görmüş Türk masonluğunu bir kenara itmeğe çalışmak doğru bir iş değildir” sözleriyle başlarken, birçok masonun küstürülmesinden şikayet ediliyor. Gülek’in ‘küstürüldüler’ dediği isimlerden biri ise Fetullah Gülen’dir. Gülek, “Birtakım yan fikirlerle destekleyip kamufle edilen bu şiddetli ihtiras Türk masonluğunu ikiye hatta üçe bölmüş, bir kısım arkadaşlarımızı Ş.K., A.Ş., Fethullah Gülen, A.D., Z.E., K.T., V.K. ve T.K. biraderleri küstürmüşlerdir. Bu arkadaşlarımızın büyük locadan en büyük madalya aldıkları unutulmaktadır. Üstün hizmet madalyasına sahip olmak her masonun rüyasıdır” deniliyor. Gülen’in Mason teşkilatı ile ilişkisini ortaya koyan bir diğer önemli belge ise 25 Mart 'e aittir. Gülen’in ettiği yemine dair bilgilerin yer aldığı belgede, Gülen’in Türkiye Büyük Mason Mahfili'ndeki 'Tekris Yemini'ni ettiği belirtiliyor.

Masonluk literatüründe 'Tekris' hem örgüte giriş sırasında hem de derece yükseldiğinde yapılan bir yemine anlamına geliyor. Gülen’in ettiği yeminde, “Evrenin Ulu Mimarının ve şu Mason topluluğunun huzurunda, kendi arzu ve irademle samimi olarak yemin ederim ki: Bana öğretilecek ve söylenecek Masonluk sırlarını bir Masondan başkasına ve Mason Mahfilinden başka bir yerde asla beyan ve ifşa etmeyeceğim. Masonluk için çalışacağım. Prensiplerine sadık kalacağım. Toplantılarına muntazam devam edeceğim. Şeref ve haysiyetimi koruyacağım, insanları seveceğim ve onların iyiliği için çalışacağım. Aileme ve vatanıma karşı fedakar olacağım. Cehalet ve taassupla mücadele edeceğim. Adalet ve hakkaniyetten ayrılmayacağım ve başkalarının haklarına da kendi hakkım kadar saygı göstereceğim. Türkiye Büyük Mason Mahfili'ni, Türkiye'de remzi üç derecenin nazım ve hakim otoritesi olarak tanıyacağım. Türkiye Büyük Mason Mahfili'nin anayasası, iç tüzüğü Mahfiller genel tüzüğü ile Muhterem Mahfilin iç tüzük ve kararlarına riayet edeceğim. Bu taahhütnameyi günü İstanbul yedisinde hakikat nurunun kaynağı olan Muhterem Üçgen Mahfilinin resmi celsesinde imza eyledim" denilmektedir.

FETÖ elebaşı Gülen’in Mason teşkilatı ile ilişkisi birçok farklı belgede de net bir biçimde görünüyor. Kasım

Gülek’in ‘büyük locadan en büyük madalya aldığını’ söylediği Fetullah Gülen’in Mason teşkilatı ile ilişkisi ise ’lı yıllardan itibaren başlar. Nitekim Gülen’in 17 Temmuz yılında Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’ndan taltif madalyası aldığı Orhan Demiriz’in gönderdiği mektup ile anlaşılıyor. Demiriz’in tören için gönderdiği mektupta “Kardeşlerimizin daima birarada bulunmaları, 'MAH'in haricinde birbirleriyle ve ailelerine samimi münasebetler idamesi en büyük emellerimizden biridir. Tanışmadan, görüşmeden sevmek pek nazaridir. Birbirimizi içten anlayarak teati efkar etmek çok mutit semereler doğurabildiği herkesce malumdur. Bir müessesenin idamei hayatı her zaman o taazzuvu idare eden insanlar arasında ahenk ve anlaşma ile meydana gelebildiğini düşünerek bu işe çok kıymet ve ehemmiyet veren vazifederan 'KK'iniz, resmi celseleri takip eden her Salı günü akşam veya öğleden sonra yahut geceleri olmak üzere muhtelif toplantılar yapan yeni fikir ve mutallerle görüşmelere katkı sunan Muhammed Fetullah Gülen biraderimizin 'KK' katılacağı törenle taltif madalyasıyla ödüllendirilmesine oy birliğiyle karar verildi" ifadeleri kullanılıyor. Gülen’in aldığı taltif madalyası ile ilgili belge Gülen’in Mason Teşkilatı içerisinde yer alan ve Masonlar için büyük bir öneme sahip bir sapkın olduğunu gösteriyor.

Gülek’in yazdığı mektuptan da Mason teşkilatı içerisinde etkin olduğu anlaşılan Gülen’in ’li yıllarda da Mason teşkilatının birçok toplantısına katıldığı belgelerle anlaşılıyor. Nitekim 21 Nisan tarihli bir davetiyede Fetullah Gülen, Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Mason Locası Sekteri Orhan Demiriz tarafından ‘Hoşgörü’ konulu bir toplantıya davet ediliyor. Aynı şekilde Gülen, 20 Mayıs tarihinde ise Mason Teşkilatı üyeleri A. Kürkçüoğlu, F. Buyurman, S. Hattatoğlu, A. Kıymaz ve E. Kadaster'in 7 Haziran'daki yükseliş törenlerine çağrılıyor. Yine benzer şekilde Gülen’in Mason Teşkilatı tarafından organize edilen 5 Temmuz ve 19 Temmuz tarihli toplantılara da katıldığı belgelerle ortaya çıkıyor.

5 Temmuz tarihli davetiyede “Her tatil devresinde olduğu gibi, bu tatil devresinde de tuz ve ekmeğimizi paylaşmak üzere, kardeş soframızı kuracağız. Bütün kardeşlerin teşriflerini, sevgi ve saygıyla rica ederiz" ifadeleri kullanılırken, Mason Teşkilatı üyelerinin inancında yer alan ekmek ve tuza vurgu yapılıyor. Mason olanlar için ekmek yaşamak için gerekli olan asgari gıdadır. Tuz ise Mason olanların işlediği kusur ve hataların temizlenmesi ve üstün niteliklere evrilmesi için önemli bir araç olarak görülür. Nitekim Gülen’in uzun yıllar boyunca ortaya koyduğu sapkın görüşleri, ihanet girişimleri ‘altın nesil’ algısı oluşturmaya çalışması ve bunları birer sevap işleme aracı olarak sunması Masonların inandığı fikirlerle ortaklık göstermesi dikkat çekicidir.

Mason Teşkilatı içerinde yer alan önemli isimlerden biri olan Kasım Gülek ile Gülen’in ilişkisi de sözde vaiz Gülen’in mason olduğunu doğrulayıcı niteliktedir. Gülek için ‘yakın dostum’ diyen Gülen, birçok defa Gülek ile ilgili övgü dolu sözler kullanmıştır. Bunun en açık örneği ise Gülen’in 1 Eylül yılında Zaman gazetesinde yayınlanan yazısında görülüyor. Gülen bu yazısında Gülek için övgü dolu sözler kullanarak; "ABD'de görüştüğüm insanlardan biri Abramowitz idi. O, Türkiye'de bir zaman elçi olarak kalmıştı. Müşterek dostumuz Kasım Gülek Bey vardı. Onun vasıtasıyla gıyaben onu tanıyorduk Türkiye, şimdiye kadar çok ölüm-kalım krizlerine maruz kalmıştır. Bunu isterseniz bir kriz sayın ama bu millet bunu aşar dedim. Hatta bu ses, imkânı varsa Beyaz Saray'a kadar, Kongre'ye kadar, Pentagon'a kadar götürülmeli dedim" diyor. Gülen ile Gülek’in ’larda başlayan dostluğu ilerleyen süreçte daha da güçlendi. Gülek, yılında öldüğünde yakın dostunun cenaze namazını kıldıran isim ise de Fetullah Gülen’di.

Şenler: Gülen Mason'dur

Gülen’in İzmir Kestanepazarı’nda bulunduğu yıllarda en büyük desteği veren isim ise bölgede tanınan zengin bir iş adamı olan Ali Rıza Güven’dir. Mason Teşkilatı’na üye olan Güven’in İzmir’de bulunan devlet görevlileri, hakimler ve savcılarla sıkı bir ilişkisi bulunuyordu. Güven, Gülen’in İzmir’e yerleştikten sonra burada güçlü bir örgütlenme kurmasına aracılık ederek onu koruması altına almıştır. FETÖ elebaşı Gülen’İn İzmir yıllarında ona en büyük finansal destekte Güven’den gelmiştir. Gülen burada bulunduğu yıllar etrafına topladığı kişilere sapkın fikirlerini öğretmeye başladı. Gülen’in Ege Bölgesi’ndeki faaliyetleri de doğrudan Mason Teşkilatı üyesi Güven’den gelmiştir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden olan Üzeyir Şenler’in TRT 1’de yayınlanan bir videosu Güven'in Mason olduğunu net bir şekilde gösteriyor. Şenler Mason dediği Ali Rıza Güven ile ‘Huzur Sokağı’ romanın yazarı olan kız kardeşi Şule Yüksel'in başörtüsü konusundaki sözleri nedeniyle hakkında açılan dava için İzmir'e gittiklerinde tanıştığını söyler. Şenler aldıkları bir tavsiye üzerine Güven’e gittiklerini ve orada tanıştıklarını ifade eder.

Hasta yatağında konuşan Şenler, Güven ile tanışmaları ile ilgili olarak, "Mahkeme dolayısıyla geldik İzmir'e. İzmir'de Ali Rıza Güven diye birini tavsiye ettiler. Ondan sonra bu arada biz Ali Rıza Güven'le sıkı münasebete bulunuyoruz. Şey olarak yani akşamları geliyor. Ali Rıza Güven mahkemeye nüfuz etti ve beraat ettik. Yani aracı buldu. Hakimler adamı, etkin tabii zengin" diyor. Ali Rıza Güven davanın sonuçlanmasının ardından Şenler’e Masonluk teklif eder. Üzeyir Şenler, Güven'in teklifi için "Sizi dedi biz inceledik. Yakinen sizi tanıyoruz. Sizde dedi öyle bir kabiliyet var ki, artık başladı şey etmeye… Ali Rıza Güven bana masonluk teşkilatına girme teklifinde bulundu" diyor. Şenler, Güven'in kendisine çok önemli bir kurumun genel müdürlüğü teklifinde bulunduğunu belirtirken, "Mason olmak şart oluyor diyor. Tepkim daha dehşetliydi sertti. Benden sert cevap aldıktan sonra artık şeyi kesti” dediğini belirtiyor. Şenler, Güven’in kendisinden sonra Masonluk teklifini Fetullah Gülen’e yaptığını ve Gülen’in bu teklifi kabul ettiğini söylüyor. Fetullah Gülen’in Masonluğu için konuşan Şenler, diyor. Nitekim ’ten itibaren aralarında sıkı bir ilişki gelişen Gülen ile Güven'in yakın dostluğu uzun yıllar boyunca devam etmişti. FETÖ’nün yayın organı STV, terör örgütü elebaşı Gülen’in yol arkadaşı ve en büyük destekçisi olan Güven için yılında özel bir belgesel yayınlanmıştır.

Orta Asya’da ve Balkanlarda birçok okul, yurt, dershane ve üniversite açan örgüt mensupları, kısa süre içerisinde bu ülkelerde etkili bir güce dönüştü ve lobi faaliyetleri yürüttü. İş adamlarının yurt dışı yatırımlarında aracılık eden ve onları devlet başkanları ve devlet yetkilileri ile görüştüren bir aktör haline geldi.

MSP hamlesi ters tepti

Gülen'in siyaset ile teması ’lerde daha da artmıştı. Popüler bir vaiz olmaya başlayan Gülen, bu yıllarda güçlü bir meydan okumayla ortaya çıktı ve siyaset ile yakın ilişki kurmakta bir sakınca olmadığını savundu. Bu tezi Nurcular arasında tepki toplayan Gülen, seçimlerde MHP’ye destek verilmesi gerektiğine vaazlarında yer verdi. MHP’den sonra ise MSP ile yakınlaşmaya çalışan Gülen, özellikle de MSP’nin gençlik yapılanması üzerinden tüm Türkiye’ye yayılmaya ve buralarda evler açmaya çalıştı. Bir süre sonra da Nur Cemaati ile yollarını ayırdı. Tamamen bağımsız olan ve kendi öğretilerini yaymayı hızlandıran Gülen’in hedefinde ise Milli Selamet Partisi vardı. Fakat tabana yayılma girişimleri, öğretileri tepki çeken Gülen, Türkiye’deki siyasal İslam’ın lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan ile ters düştü ve bir süre sonra MSP ile ilişkisini kesti.

Özal’ın politikası ve Gülen’in öfkesi

12 Eylül darbesinin ardından ’te gerçekleşen seçimlerin ardından siyasetin yeniden tesis edilmeye başlanması ve Özal’ın başa geçmesi ile birlikte Türkiye’de birçok yenilik yaşanmaya başladı. Özal’ın liberal politikaları ve özel sektörü teşviki yeni fırsatlar doğurdu. Dershane ve okullar da bu dönemde özel sektör teşvikinden yararlandı. Bu kapsamda Gülen'in örgütü tarafından da kısa süre içerisinde ülkenin birçok bölgesinde yeni okullar ve dershaneler açıldı.Gülen bu dönemde ‘eğitimi’ araçsallaştırdı ve eğitim odaklı bir söylemini kullandı. Bu durum, Özal’ın izlediği politikaya uygundu. Özal başageldikten sonra içeride özel sektörü teşvik ederken, dışarıda da Neo-Ottomanism(Yeni Osmanlıcılık) üzerinden geniş bir açılım arayışındaydı. Özal’ın amacı Türkiye’yi bölgede güçlü bir ülke haline getirmekti ve bunun için bölge ülkeleriyle yakın ilişki kurmayı amaçlıyordu. Bu çerçevede diğer ülkelerle ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkileri geliştirmeye önem verdi. Gülen de bu dönemde taraftarlarına yurtdışına açılmalarını söyledi. Gülencilerin ‘eğitim’ odaklı faaliyetleri yurtdışına açılmak için iyi

bir fırsattı.

’lerin ortasından itibaren Avrupa’da da yapılanmaya başlayan Gülencilerin yeni hedefi yurt dışında okul açarak dünyaya açılmaktı. Gülenciler ’da Orta Asya’ya yöneldi. Kısa sürede okullar ve yurtlar açtı. Gülencilerin ‘eğitim’ adı altında yurt dışına açılması Özal’ın bölgedeki güçlü Türkiye stratejisine uygundu. Bu sebepten ötürü Orta Asya ve Balkanlar’da okul açma çalışmaları Özal tarafından da desteklendi. Özal, yurtdışı ziyaretlerinde bu okulları ziyaret etti. İş adamlarının yurt dışına yatırımlarını teşvik etti. Orta Asya’da ve Balkanlarda birçok okul, yurt,dershane ve üniversite açan Gülenciler, kısa süre içerisinde bu ülkelerde etkili bir güce dönüştü ve lobi faaliyetleri yürüttü. İş adamlarının yurt dışı yatırımlarında aracılık eden ve onları devlet başkanları ve devlet yetkilileri ile görüştüren bir aktör haline geldi. Özal ile Gülen arasındaki ilişki görünürde böyleydi. Fakat Gülen’in arka planda çok başka hesaplar yaptığı, Özal cumhurbaşkanı olup Anavatan Partisi genel başkanlığı ve başbakanlığı Mesut Yılmaz’a bırakması ile ortaya çıktı.

Yakın dönemde kullandığı beddua dilini yılında Sızıntı dergisindeki başyazısında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı direkt hedef alarak kullanan sözde vaiz Fetullah Gülen, nasıl bir siyasi hesabının olduğunu da ortaya koyuyordu. Gülen, eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümünden yaklaşık 2 yıl önce yazdığı yazıda, “Şimdi istersen uyu; çünkü bundan sonra kopacak kıyamet senin kıyametin olacaktır! Evet, yakın bir gelecekte sen,sırtında bir kambur gibi târihî mesûliyetlerin, derdest edilip tarihleşeceğin gayyaya götürülürken, senin ihmaline, senin iğfaline, senin hıyanetine uğramış,bütün ihmalzedelerin, bütün iğfalzedelerin, bütün hıyanetzedelerin kahredicibakışları, çıldırtan çığlıkları ve arş-ı adaleti ihtizaza getiren tazallümleriyle, ölüp ölüp dirilecek ve 'keşke, ben de toprak olsaydım' deyip inleyeceksin" diyordu. Her satırından kin damlayan yazının hikayesine ise Fetullahçı yazarlardan Faruk Mercan, ‘Fethullah Gülen’ isimli kitabının “Çankaya Köşkü'nde yankılanan başyazı” adlı bölümünde açıklık getiriyordu.

Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı seçilerek Çankaya Köşkü'ne çıkmasından sonra iktidar partisi ANAP'ı liberal bir isim olan Mesut Yılmaz'a emanet ettiğini ve bunun üzerine devlette muhafazakâr ve dindar bilinen bazı kadroların tasfiye edildiğini kaydeden Mercan, Gülen’in neden bu kadar öfkelendiğini açıklarken aslında büyük bir ifşaatta bulunmuştu: “Sızıntı başyazısındaki tavrı, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet gibi kurumlarda bazı devlet görevlilerinin dindar oldukları gerekçesiyle görevlerinden alınmalarıyla ilgiliydi..Gülen'e göre Özal, devlete sadakatle görev yapan bu bürokratlara sahip çıkmalıydı."

Gülen’in devlet adamlarının seçimi ve bürokrasideki görev değişikliklerini ’de bu denli sorun etmesinin aradan geçen 25 yıl sonra ‘siyaset üzerinden kadrolaşma hamlesi’ olarak değerlendirildi.

Özal: Gülen’i Hitler’e benzetiyorum

Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hakkında yazılanlar ve Fetullah Gülen ile ilişkisi hakkında ne düşündüğünü ise yıllar sonra Nuh Albayrak Star Gazetesindeki köşesinde kaleme aldı. Özal’ın çok sevdiği ve güvendiği bir gazeteciye, Fetullah Gülen hakkında yaptığı yorum ise şöyle: "Uzun yıllardır tanırım, ilk Planlama’dayken görüşmüştük. Sonrasında da çok istedi ama birkaç zaruri görüşme dışında randevu vermedim. Houston’da ‘geçmiş olsun’ ziyaretime gelmişti, görüştük. Bende bıraktığı intiba kendisinden soğumama hatta çekinmeme sebep oldu. Çünkü büyük bir ihtirasa sahip olduğu anlaşılıyor. Ona Türkiye yetmiyor, dünyayı istiyor. Sonraki dönemlerde bana gelen bilgiler de bu fikrimi destekliyor. Yalanı da rahat söylediğini fark ettim. Bunu güvendiğim müntesiplerinden birine örnek vererek anlattığımda, 'Onun yalanı bile güzeldir' demesi beni daha da ürküttü. Zira bu zat etrafındakilere hulul ediyor ve neredeyse onları esir alıyor. Son görüşmemizde yüzüme iltifatlar yağdırırken gıyabımda olmadık şeyler söylediği ve yazdığı kulağıma geliyor. Benim bildiğim İslam alimleri böyle davranmıyor. 'Dünyayı, düzeltmek için kontrol etme' anlayışı da Hitler’i hatırlatıyor. Hitler ilkokul mezunuydu ama dünyanın en önemli hatiplerindendi. Yüksek ikna kabiliyeti ile Almanları peşinden sürükledi. Hocaefendiyi de tahsili olmamasına rağmen fevkalade hitabeti ve ikna kabiliyeti açısından Hitler’e benzetiyorum. Hitler ‘milliyetçi’ bir yol tutturmuş bu ise motivasyon için dini kullanıyor. İnşallah ben yanlış düşünüyor olurum"

Turgut Özal, vefatından kısa süre önce, Nisan ’te 5 Orta Asya ülkesini kapsayan yurt dışı seyahatine çıktı. Cumhurbaşkanı Özal ziyareti kapsamında Gülen’e yakın grupların açtığı okulları da ziyaret etti. Gülen, Özal’ın okulları ziyareti ile ilgili olarak ’te yaptığı açıklamada taraftarları için demesi ise kafalarda soru işareti olarak kaldı.

Gülen: Demirel Türkiye için bir şans

Özal sonrası dönemde Gülen’in siyasetçilerle diyaloğu daha da gelişti. ’lı yılların çalkantılı dönemlerinde Gülen başta Demirel ve Çiller olmak üzere birçok siyasetçi ile görüştü. Gülen, siyasetçilerle sık sık görüşmesinin nedeni sorulduğunda ise geçmişten örnekler vererek açıklıyordu. Edirne yıllarında adliyede çalışan görevlilerle diyaloğunun çok iyi olduğunu ve sürekli üst düzey insanlarla iyi geçinmeyi istediğini belirten Gülen, "Şimdi de siyasi liderlerle iyiyim” diyordu.

Turgut Özal’ın vefatından sonra Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel de Gülencilerin yurtdışındaki faaliyetlerine büyük destek sağladı. Demirel birçok defa görüşen ilişkileri konusunda, “Demirel ile iyi ilişkilerimiz oldu. Görüşme sayımız az olmakla beraber görüştük. Ben ABD’de tedavi olurken aradı. Demirel Türkiye için bir şans” ifadelerini kullanmıştı.

‘Lobi kuruyorum’

Gülen siyasetçilerle sık görüşmesini ise ‘lobi kuruyorum’ sözleriyle değerlendiriyor. Tansu Çiller ile defa, Mesut Yılmaz ile defa, Ecevit ile 3 defa, Deniz Baykal ile defa, Necmettin Erbakan ile de defa görüştüğünü ifade eden Gülen, Asya Finans’ın açılışına katılan Çiller ile yakın bir ilişkisinin olduğunu ise özellikle vurguluyordu.

Nurettin Veren: Çiller 33 ilçeyi Gülen’e verdi

Tansu Çiller ile Gülen’in ilişkisi hakkında konuşan Nurettin Veren, özellikle Asya Finans’ın kuruluş sürecinde Çiller’in kendilerine büyük destek sağladığını belirtmişti. Veren, Çiller ile görüşmeleri için, “Tansu Çiller ile Özer Çiller, Fetullah Gülen ile Başbakanlık kontunda gizli bir görüşme yaptırdıktan sonra, dediler ki; ‘Biz size nasıl destek olabiliriz, Hükümet olarak size faydalı olacağımız bir isteğiniz var mı?’ Hatta bu arada bizim cemaat olarak partiye katılmamızı da teklif ettiler. Tansu Hanım "33 ilçenin tamamını siz doldurabilirsiniz. Sizin insanlarınızla bu mafyadan ve düşük ahlaklı insanların elinden buraları kurtarabiliriz’ dedikten sonra aldığı kararla İstanbul’daki bütün ilçeleri fes etmiş ve benden bir hafta içerisinde isim listesi vermemi istemişti” iddiasında bulunuyor.

Ecevit, yılında gerçekleşen MGK toplantısında askerin Gülen hakkındaki uyarılarına sert tepki gösterdi.

Kayıt dışı paralara Çiller’den çözüm

Nurettin Veren, Asya Finans’ın kuruluş sürecinde Tansu ve Özer Çiller’in Altunizade FEM ve Bozyaka’da çok defa Gülen ile görüştürdüğünü ifade ediyor. Özer Çiller’in görüşmede Gülen’e “Hocam ben size bir finans kurumu kurayım, bu sizin çok işinize yarar, çünkü siz bu kayıt dışı paralarla bir denetim geçirirseniz sizin belinizi kırarlar. En büyük operasyon ve en büyük kaybınız bu kayıt dışı paralardan gelir” dediğini ve Gülen’in bu teklifi kabul ettiğini belirtiyor. Veren, Özer Çiller’in “Siz elinizi çabuk tutup karar verin bende size yardım edeyim ve bu Finans kurumunu kuralım” dediğini ve Asya Finans isminin de bu konuşmalar olurken bizzat Fetullah Gülen tarafından verildiğini belirtiyor. Veren, Asya Finans’ın kuruluşu için iş adamı Tahsin Tekoğlu’nu Çiller’in özel uçağı ile Özbekistan’a götürdüğünü belirtiyor. Çillerin büyük desteği sonucu Asya Finans kuruldu ve açılış törenine de Gülen ile Çiller birlikte katıldı.

Gülen’in 'kalkanı' Ecevit

Sol geleneğin en önemli isimlerinden olan Bülent Ecevit’in, Fetullah Gülen ile ilişkisi ise bir hayli ilginç. Gülen’in ’lı yıllarda Türkiye’deki çok sayıda siyasetçi ile olduğu gibi Ecevit’le de yakın bir ilişkisi vardı. Ecevit de örgüt mensuplarının yurt dışında açtığı okullara büyük destek sağladı. Gülencilerle ilgili tartışmalara karşı ise her zaman okulları örnek gösterdi ve sözde vaiz Gülen’e sahip çıktı. Ecevit, Başbakan olarak Belçika’ya yaptığı gezi çerçevesinde Gülencilerin okulunu ziyaret ederek hem kendi sol tabanına hem de tüm ülkeye mesajını net bir şekilde verdi. Gülen'in faaliyetleri bu dönemde sık sık tartışılsa da Ecevit için kuşku duyulacak biri değildi. Ecevit’e göre Gülen; açıklamalarında laiklikle ters düşmemeye özen gösteriyor, çağ dışı bir akım temsil etmiş olabileceği izlenimi vermiyordu. ’de Gülencilerin emniyete sızma girişimleri ile ilgili bir rapor hazırlayan Eski Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, durumu dönemin

Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’ı bildirdiğinde, Yılmaz’ın "Ecevit bu konuda hassastır, bu soruşturma sağlıklı yürümez" uyarısı ile karşılaştığını söyledi.

Ecevit, yılında gerçekleşen MGK toplantısında askerin Gülen hakkındaki uyarılarına sert tepki gösterdi.Başbakan Bülent Ecevit, Gülen ile ilgili dostluğuna işaret ederek, diyerek, askerin görüşlerine karşı çıktı. Sözde vaiz Gülen, Ecevit’in evine gidecek kadar Ecevit’i kendisine yakın görüyordu. Rahşan Ecevit, Habertürk’e verdiği bir mülakatta, Gülen’in evlerine geldiğini belirterek, bu görüşmede ‘eğitimin’ görüşüldüğünü anlatıyor. DSP ve Ecevit, Gülen ile ilişkileri konusunda eleştirilse de, bu duruma Ecevit’in tepkisi ‘Gülen’in çağdışı bir akımı temsil ettiği izlenimini vermediği’ şeklindedir.

"Bahçeli'ye göre 'FETÖ' üyesi olmanın kriterleri neler?"

'Habertürk yazarı Sevilay Yılman, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son grup toplantısındaki açıklamalarını değerlendirdi. Yılman, Bahçeli'nin 'FETÖ' üyesi kriterlerini sıralayarak ve birçok insana haksızlık yapıldığını söyledi.

Yılman, ''Devlet Bahçeli’nin sorularına kim, nasıl cevap verecek?'' başlığıyla (14 Nisan ) yayımlanan yazısında MHP liderinin kriterleri için şunları yazdı:

''MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son grup toplantısında değindiği, ancak yeterince gündem olmayan bir konuya değinmek istiyorum bugün.

Öncelikle birçoğunuzun, “Bunu sorarsam bana da FETÖ’cü, vatan haini derler” endişesiyle sorgulamaya çekindiği banka, özel okul ve sendika gibi kriterlerden dolayı kişilerin terörist ilan edilmesinin doğru olup olmadığı yönündeki sorusu için teşekkür ediyorum. Hem bir gazeteci olarak kendi adıma bu teşekkür, hem de bu kriterler dolayısıyla işsiz güçsüz kalan binlerce insan adına!

Bahçeli’nin bu sorusu, muhatabı olan insanlar tarafından cevaplanır ya da cevaplanmaz bilemiyorum ama ne olursa olsun bu sorulamayan soruyu yöneltmiş olmasını çok kıymetli buluyorum. Çünkü gerçekten de şu anda yüz binlerce insan, bir zamanlar bu devletin himayesinde olan okullarına gittiği, bankalarına para yatırdığı veya sendikalarına üye olduğu için işsiz güçsüz ve perişan bir hâlde.

Elbette ben bu kriterler dolayısıyla işinden olanların tamamının 'FETÖ' üyesi olmadığını filan savunmuyorum. Elbette onların okuluna giden, sendikasına üye olan veya bankasına para yatıran birileri de gerçekten bu alçak terör örgütüne göbekten bağlı, ama bu kriterlerden birini ya da ikisini taşıyor diye tüm insanlara suçlu muamelesi yapmak hakkaniyetli bir yaklaşım değildir.

Keşke imkânım olsaydı da tarafıma iletilen mektupları tek tek sizlerle paylaşabilseydim. İnsanın içi büzülüyor okuyunca. Sırf vaktinde yasal olarak kabul gören sendikasına üye olduğu için öğretmenlikten atılan, çocuklarını FETÖ’nün okullarına gönderdi diye doktorluktan ihraç edilen ya da Bank Asya’ya para yatırdığı için polislikten olan binlerce insanın hikâyesi var önümde.

Duyuyorum bazılarınızın, “Fazla duygusala bağlamışsın Sevilay! Bunların ağlamalarına, sızlamalarına aldanıp da sakın kalbini yumuşatma” dediğini, ama lütfen demeyin. Çünkü bunun duygusallıkla filan alakası yok! Bu tamamen gerçeklikle, hak ve hukukla alakalı. Yani adaletle! Ben bu kriterler konusunda çok adil bir yaklaşım olduğuna inanmıyorum artık. Eğer mesele Bank Asya’da hesabı olanın defterini dürme meselesiyse herkesinki dürülsün o hâlde ya da amaç FETÖ’nün okullarında okuyanlara hesap sormaksa o zaman o okullara giden herkesten hesap sorulsun! Kimse kusura bakmasın ama ben değil on binlerce insanın, bir kişinin bile haksızlığa uğramasını istemem ve uğradığına inandığımda da buna asla göz yummam! Çünkü ben de tıpkı, “Bir tek kişiye yapılan haksızlık, bütün topluluğa yönelmiş bir tehdittir” diyen Montesquieu gibi düşünüyorum.

“Bir kişiye haksızlık tüm toplum yapılmış haksızlık sayılmalıdır!” diyorum

**********

FETÖ’cü olmanın kriterleri

BANK Asya’da hesap sahibi olmanın, sendika üyeliğinin ve okullarında eğitim görülmesinin FETÖ üyesi kriterlerinden sayılamayacağını söyleyen Bahçeli’ye göre asıl kriterler neler peki?

*ByLock veya benzeri bir programı indirerek kullanmış ve böylesi bir haberleşmeye gereklilik duymuş olmak.

* Pennsylvania’lı kardinale ruhen, aklen, vicdanen iltica etmek. FETÖ köleliğine tamam demek.

* Terör örgütünün emellerine açıktan katkı verip bunu süreklilik içinde yaparak hıyaneti diri tutmak.

* Kanlı hedeflere kilitlenmek.

* Dini kisveye bürünüp belli bir program dahilinde devleti ele geçirme hesaplarının merkezinde, vatanı parçalama planlarının içinde şuurlu yer almak.

*Terör örgütüne aidiyeti benimseyip kabullenmek.

**********

Sakıp Sabancı Ağa’ma minnetle

GEÇEN salı günü, yani 10 Nisan’da Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve Sabancı Üniversitesi Onursal Başkanı Sakıp Sabancı’nın vefatının 14’üncü yıldönümü idi. Merhum işadamının vasiyeti üzerine her yıl düzenlenen “Sakıp Sabancı Uluslararası Araştırma Ödülleri”törenine ben de davetliydim. Sabancı Ailesi ile Sabancı Üniversitesi’nin ev sahipliğinde Sabancı Center’da gerçekleşen organizasyona birbirinden kıymetli insanlar davet edilmişti. Davet edilen herkesin gönlünde mutlaka Sakıp Sabancı’nın ayrı bir yeri, önemi vardır, ama benim hayatımda onun anlamı çok daha başkadır. Zira eğitim hayatımın büyük bir bölümünü onun kurucusu olduğu devlet okulunda aldım.

O zamanlar, yani bizim ortaokul ve lise yıllarımızın olduğu yıllarda çok fazla özel okul, kolej gibi imkânlar yoktu. Sınavla girilen Anadolu liseleri, fen liseleri vardı, bir de yabancı liseler. İmkânlar elverişli olmadığı için insanlar çoğunlukla eve en yakın okula gitmek mecburiyetinde olurdu. Bizim de evimize en yakın okul İnsa Lisesi idi. Sakıp Ağa’nın İNSA Fabrikası’nı kurarken devlete bağışladığı okul.

Şimdilerde ne hâlde bilmiyorum ama o yıllarda çok kaliteli bir eğitime sahipti ve birçok Anadolu lisesinden daha başarılıydı. Lisemizin başarısının ünü öyle yaygındı ki Bakırköy, Yeşilköy, Bahçelievler’de oturan aileler bile bizim liseye çocuklarını göndermek için uğraşırlardı. Allah gani gani rahmet eylesin Sakıp Ağa bizzat ilgilenirdi okulun her bir şeyiyle. Binayı yapıp Milli Eğitim’e bağışlamıştı, ama hiçbir zaman arkasını dönüp gitmemişti.

Ne zaman Avcılar’daki fabrikasını ziyarete gelse muhakkak bizim okula da bir uğrar, şöyle hızlıca bir gezinirdi. Bir ara okul küçük gelmeye başlayınca ek bina yaptırmak mecburiyeti doğmuştu. O ek binanın açılışında da gelmişti rahmetli. Popstar gibiydi. Birbirimizi ezmiştik elini öpebilmek, ona dokunabilmek için. O da hiç yorulmadan, sıkılmadan tek tek sarılıp öpmüştü bizleri.

Velhasıl, Sabancı Center’da yapılan törene gelen herkes çok duygulandı onu anarken, ama ben başka bir duygulandım. Bugün her biri bambaşka yerlerde olan arkadaşlarım adına da teşekkür ettim içimden hep. Daha farklı, minnetle, içtenlikle andım onu. Ve onun vasiyeti gereği yapılan o ödül törenini izlerken hep rahmet okudum içimden

Yargıtay’dan yeni FETÖ kriterleri

FETÖ/PDY davalarından yargılanan yüz binlerce kişinin gözü kulağı Yargıtay Ceza Dairesi’nin vereceği emsal kararlarda.

Darbe girişiminin üzerinden geçen üç yıllık süre sonunda çok sayıda kişi hakkında verilen mahkumiyet kararları kesinleşti.

Yargıtay, yerel mahkemelerin verdiği kararları incelerken yeni kriterler belirledi.

Yargıtay, dosyaları incelerken suç örgütü üyeliği veya yöneticiliğine delil olarak gösterilen pek çok konuda içtihat oluşturan kararlara imza attı. İşte, Yargıtay’ın yeni FETÖ kriterleri

Zaman gazetesine üye olan değil, üye yaptıran…

Örgüt üyesi veya yöneticisi olduğu gerekçesiyle yargılanıp mahkum olanlara dair gösterilen deliler arasında, örgütün yayın organı olarak kabul edilen Zaman gazetesine üye olunması yer alıyordu. FETÖ-PDY yargılamalarında sanık olarak yargılananların Zaman gazetesine üye olmaları, “Kanaati kuvvetlendirici delil” kabul ediliyordu.

Yargıtay Ceza Dairesi, bu konuda verdiği kararlarda; Zaman gazetesinin yaklaşık 1 milyonu bulan tirajının olması ve bu nedenle gazeteye abone olan herkesin örgüt üyesi olarak kabul edilemeyeceğine dikkat çekti. Yargıtay, bu nedenle sanık olarak yargılanan kişinin Zaman gazetesine üye olması yerine, “Üye yaptırması” delil olarak kabul etti. Bu karara göre, Zaman gazetesine üye yaptırtan kişiler örgüt üyesi veya yöneticisi olmaktan mahkum olacak. Tek başına gazeteye abone olunması, örgüt üyeliği için kanaati güçlendirici delil olarak kabul edilmeyecek.

Digitürk iptal ettirenlerin ses kayıtları dikkate alınacak…

FETÖ-PDY Terör örgütüne yönelik yürütülen soruşturmalarda önemli delillerden biri de örgütün televizyon kanallarının DİGİTÜRK’den çıkartılmasının ardından aboneliklerin iptal edilmesi yer alıyordu.

Yargıtay Ceza Dairesi, bu delile ilişkin olarak da içtihat oluşturacak kararlar verdi. Yargıtay, DİGİTÜRK’ü iptal ettirenlerin ses kayıtlarının getirtilmesi ve dinlenilmesi kriterini belirledi. Buna göre getirtilen ses kayıtlarında örgütsel tavır sergileyerek üyeliğini iptal ettirenler örgüt üyesi kabul edilirken, DİGİTÜRK’den memnun olmadığı için iptal ettirenler örgüt üyesi kabul edilmeyecek. Yargıtay aynı zamanda özgürlükçü düşünceye sahip kişilerin “düşünceye özgürlük” kapsamında DİGİTÜRK’ü iptal ettirdiğini söyleyenleri de örgüt kapsamı dışına aldı.

Bank Asya’nın normal mudileri örgüt üyesi sayılmayacak

Yargıtay Ceza Dairesi’nin FETÖ-PDY davalarında örgüt üyeliğine dair önemli deliler arasında yer alan “Bank Asya’da hesabın olması” konusunda da kriterler belirledi. Buna göre Daire, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü soruşturmalarında tutuklama ve gözaltı gerekçeleri arasında yer alan Asya Katılım Bankası A.Ş. de hesabın bulunmasını, örgüt üyeliği için delil sayılamayacağına karar verdi.

Yargıtay Ceza Dairesi, verdiği son kararda şöyle denildi: “BDDK nın tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen ve 22 Temmuz tarihli kararı ile de sayılı Bankacılık Kanunu’nun maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası A.Ş.’de gerçekleştirilen rutin hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etmek kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, sanık F.Y. nin Bank Asya’daki hesabı üzerinden gerçekleştirdiği mutad bankacılık işlemlerinin örgütsel faaliyet olarak kabul edilmesi kanuna aykırıdır”

FETÖ/PDY silahlı örgütüne üye olmak suçlamasıyla haklarında dava açılanlar, eğer örgütün talimatıyla bankada hesap açıp para yatırmamışlarsa, Bylock kullanıcısı bile olsalar daha az ceza alacaklar. Örgüt üyeliğinden mahkumiyet hükmü kurulurken örgütsel faaliyet sayısının azlığı veya fazlalığı verilecek cezanın artmasına veya azalmasına neden oluyor. Buna göre, FETÖ-PDY silahlı terör örgütü üyeleri BANK Asya’da örgütün emir verdiği tarihlerde işlem yapmamışsa daha az ceza alacak.

Yargıtay Ceza Dairesi, verdiği kararla örgütün talimatıyla para yatıran kişilerle, örgütten habersiz bankada hesap açıp işlem yapanları birbirinden ayıracaklarını göstermiş oldu.

FETÖ’ye himmet…

FETÖ-PDY Terör örgütüne himmet veren örgüt üyelerine ilişkin verilen kararlarda da yeni kriterler belirlendi. Bazı sanıkların birden fazla tarikata para yatırdığını ve bunu dini inancı gereği yaptığını ifade etmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, bu konuda da yeni kriterler belirledi.

Buna göre “himmet” adı altında örgüte mali yardım yaptığı iddiasıyla mahkum olanlar, eğer başka dini tarikatlara da yardım yaptıklarını delilleriyle ispatlıyorlarsa örgüt üyeliğinden beraat edilecekler.

FETÖ okullarında çocuk okutmak…

Yargıtay Ceza Dairesi, çocuklarını FETÖ okullarında okutup, dershanelerine gönderenlere ilişkin olarak da kriterler belirledi. Yargıtay Ceza Dairesi, bu konuda verdiği kararlarda, “Sanığın çocuğunu örgüte müzahir okula göndermesi örgütsel faaliyet kapmasında kabul edilmez” görüşüne yer verdi.

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir