mehmet sürmeli hoca / Uzm. Dr. Mehmet Sürmeli - Yorumları incele ve randevu al | funduszeue.info

Mehmet Sürmeli Hoca

mehmet sürmeli hoca

başlıklı yazını okudum.

[*-Nakşibendî ya da Kadiri tarikatının şeyhi,

Ahmet Palazoğlu ?Efendi Hazretleri?

92 yaşında vefat etmişti.

*-Cenaze töreni,

?bilhassa Bolu dışından gelenlerle?

bir hayli dikkat çekiciydi.

Saadet Partililer

,

Genel Başkanları Recai Kutan

ve Eski Adalet Bakanı Şevket Kazan

ve eski meşhur Rize Belediye Başkanı

ve Milletvekili Şevki Yılmaz başta olmak üzere,

kalabalık bir partili kitlesi ile cenaze törenine katıldılar.

****

*-Sayın Çevre ve Orman Bakanımız ,

eysel Eroğlu da törene katılanlar arasındaydı.

Sayın Veysel Eroğlu?nun kişisel olarak mı,

yoksa Bakanlar kurulunu temsilen mi,

cenazeye katıldığını bilemiyorum.

****

*-Ama şu bir gerçek ki;

ülkemiz Müslümanları

arasında,

herhangi bir ?tarikata?

ve dolayısıyla bir ?şeyhe intisap?,

bir hayli yaygın görünüyor.]

demişsin.

[ Bu konuda bolununsesi?nin değerli başyazarı,

Bolu Lisesinden okul arkadaşım,

50 yıllık dostum Yurdaer Kalaycı?nın,

ileriki günlerde sütununda hepimizi tenvir edecek,

bir köşe yazısına imza atmasını bekliyorum.

Yurdaer, hakikaten bu konularda üstad diyebileceğimiz,

bir bilgi birikimine sahip olduğunu,

her haftaki yazılarıyla gösteriyor.

****

Bolununsesi?nde birlikte yazarken,

bir hafta kendisine çok içten bir şekilde,

?Hocam?

diye hitap etmiştim.

Ancak Yurdaer bu yakıştırmama bir hayli alınmış

ve kendisiyle dalga geçtiğimi zannetmişti.

Aradan geçen günler beni destekledi.

Çünkü Yurdaer Hocamız,

müteakip günlerde,

mezhepler ve tarikatlarla ilgili,

hepimizin bilgi dağarcığını zenginleştiren ,

yazılar kaleme almaya başladı.]

demişsin.

[CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce,

büyük bir aculiyetle,

Meclis Başkanlığı?na bir soru önergesi vererek,

Ahmet Palazoğlu

?nun,

Tokadi Hayrettin

diye bilinen mezarlığa gömülmesini,

?siyasi bir malzeme?

konusu yapmış.

Meclisin en çalışkan,

milletvekillerinden biri olduğunu,

takip ettiğimiz Sayın Muharrem İnce?nin,

bu aculiyetini doğrusu anlayamadım.

****

Palazoğlu ailesi de,

Hacı Ahmet Palazoğlu?nun belki kişisel vasiyeti,

belki de babası cennetmekân,

?Sürmeli Hoca? namıyla maruf,

Hacı Muhittin Palazoğlu?nun,

Tokadi Hayrettin?e gömülmüş olması nedeniyle,

orasını tercih etmiş olabilirler.

Belki de tarikat kültürünün devamı için,

böyle bir defin yapılmıştır.

****

Bolumuzun kültüründe önemli bir yere sahip olan,

Elmalık köyündeki,

Tokadi Hayrettin Mezarlığı?nın,

hukuki durumunu tam anlamıyla bilemiyorum.

****

Bendenizin de,

uzaktan da olsa,

Sürmeli Muhittin Hoca Hazretleri ile,

akrabalık

bağı vardır.

****

Ahmet Efendi?nin yerine de,

oğlu Yekta Palazoğlu kardeşimizin geçtiği söyleniyor.

Kendisi ve müntesipleri için hayırlı ve uğurlu olsun.

****

Meşhur yazar Nezihe Araz?ın ,

?Anadolu Evliyaları?

kitabında,

Tokadi Hayrettin

Efendi?nin,

ismi zikredilmemektedir.

Burasının,

Bolu Tapu Dairesinde de,

bir kaydı yok.

Acaba Orman arşiv ve kayıtlarında,

bir açıklık var mı?

Tapuya kayıtlı olmayan bir mezarlık,

Acaba;

Tabiat ve Kültür Varlıkları Kurulu tarafından,

tescil edilebiliyor mu?

Şayet böyle bir tescil varsa,

Bakanlar Kurulu kararı

istenir mi,

istenmez mi?

Bu konuların da,

açıklığa kavuşması gerekir.

Yani diyeceğim,

ölülerle uğraşmak,

hiç birimize yakışmaz.]

demişsin.

****

Ne desem bilmem ki!!!

Dr Mehmet SÜRMELİ

Kur'ân-ı Kerim’i Anlamada Rasûlullah Dönemi Arapça’sını Bilmenin Önemi
Dr. Mehmet SÜRMELİ

“Dil”, anlatım araçları bütünü, bütün bireylerde ortak olan şifre “Code”dir. Söz ise, bu şifre veya kodun bireysel kullanımıdır.[1] İnsanı hayvanlardan farklı kılan en önemli özellik, düşünmesi ve düşündüklerini dil yetisi aracılığıyla ifade etmesidir. “İnsan hangi ortamda bulunuyor ve ne yapıyor olursa olsun sahip olduğu dil yetisi sayesinde konuşur, düşüncelerini dile getirir, varlık evrenindeki her şeyi yorumlar.”[2] Dil, toplumun dünyayı algılama ve düzenlemedeki en etkin aracıdır. Hiçbir dil yaşadığı toplumun kültüründen ve olgudan kopuk değildir. Kültürden ve olgudan kopuk bir dilden bahsetmek imkânsızdır.[3] İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için, kelimelerle ve işaretlerle yapmış oldukları bir anlaşma olan[4] dilin beş temel işlevi vardır:

1. “Belli bir anlama yapılan göndermenin simgeleştirilmesi.
2. Dinleyiciye yönelik tutumun açığa vurulması.
3. Göndermeye yönelik tutumun açığa vurulması.
4. Amaçlanan etkinin uyandırılması gerekir.
5. Anlama yapılan göndermenin de desteklenmesi lâzımdır.”[5]

Eğer bir dil, bu işlevlerini yerine getirmeyecek olursa, söyleyenle söylenen arasındaki iletişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleştiğinden bahsetmek mümkün değildir. Hatta dilin işlevi bağlamında şu realitenin de gözden kaçırılmaması gerekir: “Dinleyici, görünür simgeleri hatasız biçimde alabilmeli, yani; sadece söylenen sözü doğru olarak işitip, kullanılan dili bilmekle kalmamalı, kullanılan jest ve ses uyumu gibi kelime dışı simgeleri doğru olarak gözlemlemelidir.”[6] Sözlü kültür ürünleri yazıya geçirilince; sonraki muhataplar, kullanılan jest ve mimikleri göremedikleri için, anlamalarında az da olsa kusur vardır. Bu kusuru aşmak, ancak söylenen söze gerçek anlamda şahid olmakla mümkün olabilir.

Diğer yandan konuşulan dillerin mekânı vardır. Buna dilin coğrafyası denir. Dilin iyi anlaşılmasında etkili olan coğrafyasından kasıt, bir dilin anlatım yollarını, o dili konuşan toplumun geçmişini, yaşam biçimini, geleneklerini ve çeşitli özelliklerini belirten önemli ipuçlarını bilmektir.[7] Tüm bu sayılanlar, semantik yapabilmenin de anahtarlarıdır.[8] Bu çerçevede Arap dilini ele alırsak, Kur’an’ın nâzil olduğu dönemindeki dili; o dönemin ve bölgenin, kendisine özgü şartların, Arap örf ve adetlerinin, kısaca bir hayat tarzının ürünü olduğu görülecektir. Kelimelerin anlamı, o çevrenin ve o şartların içerisinde doğmuş, o dönem Arap kültürünün etkisiyle şekillenmiştir.[9] “Belirli bir kültürün ve coğrafyanın oluşturmuş olduğu dil olgusunun ürünlerini; çeşitli amaçlar için ortaya konan metinleri sadece birer araç olarak görmek, çok yönlü bağlamından koparmak suretiyle ele almak, ahlâk dışı bir davranıştır.”[10]

Sahâbenin dil konusundaki yetenek ve yeterliliklerinin anlaşılması sadedinde Arapça’nın doğuşu ve coğrafyası konusu önemli bir husustur. Hz. İsmail, “Arab-ı Âribe” olan Cürhümden bir kadınla Mekke’de evlenmiştir.[11] Hz. İsmail’in Cürhümlülerden kız alması, Hz. İbrahim’in oğlunu ziyarete gelmesi, Cürhüm kabilesiyle İbranîler arasında yakınlık kurulmasına, İbranilerin bazısının Hicaz’a hicretlerine ve iki kavmin karışmasıyla yeni bir kavmin (Arab-ı Musta’ribe) meydana gelmesine sebep olmuştur. Bunlar eski Arapça ile eski İbraniceden oluşan bir dil oluşturmuşlardır. Kur'an, Arapların edebî ve içtimaî lisanı olan bu dil ile nâzil olmuştur.[12]

Arap dili, sahip olduğu ahenk, kelime yapısı, fiil çekimi ve telaffuzundaki kaideleri bakımından çok önemlidir. En küçük bir açıklığı ve teferruatı bile zayi etmeksizin bu dil, veciz ve özlü ifadeler taşıyan bir lisandır. Hz. Muhammed’in arkadaşları bu dili rahatlıkla anlayabiliyorlardı.[13] Çünkü Kur’an, o dönemin Arapçasıyla inmiştir. Dolayısıyla onu anlama çabaları da yine Arap dili vasıtasıyla olacaktır.[14] Sahâbe bu dille konuşan ve bu dilin yatağında doğup büyüyen insanlar oldukları için deyimlerine, dilde yapılan sanatlara vakıftılar. Kur’an’ın indiği dili bilmeyen ve garip kelimeleri anlamayan, bugün de tefsir yapamaz.[15] Kur’an’ın kelimelerini öğrenmek için yapılan her türlü çalışma, Kur’an’ı doğru anlamaya yönelik bir gayrettir. Aynı zamanda Müslümanlar, Kur’an’ın kelime ve kavramlarıyla meşgul olmakla, ilahî olanla irtibata geçtiklerine inanırlar.[16]

Sahâbe döneminin Arapça’sına baktığımızda görürüz ki, Araplar konuşmalarında ve şiirlerinde hakikat ve mecaz, tasrih ve kinaye, icaz ve itnab gibi edebî sanatları kullanıyorlardı. Bundan dolayı Kur’an, Arabın kullandığı bu söz sanatlarını, daha yüksek ve edebî bir şekilde kullanmıştır. “Arap dili üslubu ile nâzil olan Kur’an’ı, ilk muhatapları, kendi kültür seviyeleri nispetinde anlayabilmişler, anlayamadıkları kısımları, bu hususta en salahiyetli zat olan Hz. Peygambere sormuşlardır.”[17] Çünkü sahâbe şu gerçeği biliyordu; Allah ile kendileri arasında olan ontolojik farklılıktan dolayı, onunla direkt konuşmak mümkün değildir. Ancak bir Peygamber aracılığı ile iletişim kurulabilir.[18] Haliyle, Peygamber de onların bilmediği sözcük ve terimleri biliyordu. Ümmetinin tüm problemleriyle ilgilenen Peygamberin en temel görevi, ayetlerdeki kapalılıkları açıklamak, beyan etmek, anlaşılır kılmak ve anlamaktır. Dil ne kadar açık ve anlaşılır olursa o kadar iyidir.[19] Vahyin ilk nâzil olduğu yerin; Mekke halkının lehçesi, Kureyş lehçesiydi. Hz. Peygamberin Mekke’de yaşıyor olması ve Kureyş lehçesini konuşması kapalılıkları izah etmede onun işini de, vahye muhatap olanların işini de kolaylaştırmaktaydı. Çünkü Kur’an, Arap lisanıyla, onların örf ve adetlerini konu alır vaziyette nâzil oluyordu.[20] Hatta İmam Şafii’ye (ö: /) göre Kur’an’da Arapça’nın dışında hiçbir sözcük yoktur.[21] Tüm sözcüklerin Arapça olması, sahâbenin Kur’an’ı anladığının bir ifadesidir.

Dili iyi anlamak için bir takım öncüller vardır. Bu öncüller ne kadar iyi bilinirse dil o kadar iyi bilinir. Bu öncüllerin en önemlilerinden birisi de, dilin bağlamıdır: “Kur’an metninin anlaşılabilmesi için önce onun dil dokusu, dokuyu oluşturan sözcük ve tümcelerin yapı ve delalet yönlerini, sözcüklerin kök manalarıyla sonradan müktesep delalet zenginliklerini; ayrıca anlamın oluşmasında etkisi ve katkısı olan dil dışı unsurları, kısaca kültürel, toplumsal, tarihsel ve olgusal bağlamları bilmek gerekmektedir.”[22] Usûlî anlamda tanımını öne çıkardığımız sahâbîler, tüm bunları bilen insanlardı. Fetihlerle beraber sınırları genişleyen İslâm coğrafyasında, Müslümanların dini sözcüklerine izafî manalar yüklendi. Sözcük ve terimler, bağlamından koparıldı.[23] Sahâbîlerden sonra dili anlama sorunu ortaya çıktı ve büyüdü. Zira sahâbenin her biri Kur’an’ı ve onun ayrı ayrı kelime terkiplerinin tamamını bilirdi.[24] Öyle ki, Hz. Ömer, Kur’an’ı en iyi şekilde anlamanın olmazsa olmaz iki anahtarı olarak kabul ettiği dil ve sünnet konusunda valisi Ebu Musa el-Eş’arî’ye (ö: 44/) gönderdiği mektupta şu tâlimatı veriyordu: “Sünneti ve Arap dilini iyi öğreniniz.”[25] Hatta Hz. Ömer’in seçmiş olduğu sözcüğün “Tefakkuh ediniz” şeklinde olduğunu iyi düşünürsek; öğrenmekten kasıt, dile tam vukûfiyeti içeren mükemmel bir anlama faaliyetidir.

Kur’an’ı doğru anlamada sahâbenin en büyük avantajlarından birisi, Kur’an’ın dünya görüşünü bilmeleridir. “Kur’an’ın kullanmış olduğu dil ve üslup bizi bu dünya görüşüne yükseltmeyi amaç edinen bir söz, kelâm ya da hitaptır. Dolayısıyla, onun ifadelerini sıradan olgu ve olaylar düzeyinde kalan bir uyaran-tepki nedenselliği bağlamında, ya da gündemde bulunduğu salt dış dünyaya ait nesne, durum ve olaylar hizasında anlamak, bir yerde onu hiç anlayamamakla aynı kapıya çıkar.”[26] Eğer, sahâbî dediğimiz bu insanlarda, Kur’an’ın dünya görüşüne doğru bir algı yükselmesi olmasaydı iman etmezlerdi. İmanlarının dereceleri Kur’an’ın dünya görüşünü algılamalarına bağlı olarak anlam kazanmıştır. Sahâbîlerin Kur’an’ı anlamada eşit seviyede olmadıklarını söyleyebiliriz. Sahâbenin bilgi ve kültür yapısıyla, Arap dili ve edebiyatına vakıf olmaları hususunda yetişkinlik dereceleri, ayrıca Hz. Peygamberin yanında devamlı bulunma veya bulunmama durumları, böyle bir anlayış farklılığını zorunlu kılmıştır.[27] Zaten onları sonraki nesillerden üstün kılan özellik, halis bir Arapça selikasına ve kendilerini teslimiyete sevkeden halis bir İslâm fıtratına sahip olmalarıdır.[28]
Kur’an’ı iyi anlamada Sahâbenin iki önemli önceliğe sahip olduğu daha önce söylenmişti. Bunlar, dil ve Hz. Peygamberin sünneti. Konumuz, dil olgusu olduğu için burada şu hususu iyi bilmek gerekir. Dilden kasıt, Rasûlullah dönemi dilidir. Çünkü Kur’an yılları arasındaki süreçte indiğine göre, bilinmesi gereken genel anlamda “Arap dili” değil, Kur’an’ın nâzil olduğu dönemde konuşulan Arap dilidir.[29] Kur’an’ın nüzul sürecinde de Arap diline sızmalar olmuştur. Bundan dolayı sahâbe, o dönemin bu tür kelimelerini bilemiyordu denirse, şu cevap verilir: Yabancı kökenli de olsa, bir kelimeyi Araplar kullanmışlar ve kendilerine maletmişlerse, artık o kelime kendi dillerinden olmuştur. Dikkat edilecek olursa, Araplar hiçbir yabancı kelimeyi orijinal dilindeki telaffuzu üzerine bırakmazlar.[30] Müfessirin de, Kur’an ayetlerini meydana getiren kelime ve kavramların ilk ortaya çıktıkları sırada ve onların ilk okuyucusu olan Rasûlullah tarafından okunduğunda, onun etrafında bulunan kimselerin onlardan ne anladıklarını tespit etmeye özellikle dikkat etmesi gerekir.[31]
Arapça olarak inen Kitab’ı[32] anlama konusunda her Müslüman’ın öğrenmesi gereken asgari bir miktar vardır. Bu da, kelime-i tevhidin anlamını bilmesi, Kur’an’ı okuması, insana emredilen tesbihat ve tekbirlerin anlamlarının kavranmasıdır.[33] İhtisas ve içtihadî yeterlilik için ise bundan daha fazla bilgiye sahip olmak gerekir. Daha fazla bilgiden kasıt, dildeki inceliklerin bilinmesidir. Bunlar öğrenilmeden Kur’an’ın muhteviyatının tam hakkı verilemez.[34] Dildeki incelikten kasıt, peygamber dönemi Arapça’sının lügatinin bilinmesi, beyan, meânî, bedî’nin öğrenilmesi, mübhemin belirlenmesi, mücmelin/kapalılıkların açıklanması, vahyin nüzul ortamının, nasih ve mensuhun tanınması, mutlak, mukayyed, umumî ve hususî lafızların kavranması, emir ve nehiylerin, kıraat farklılıklarının, Allah için caiz ve caiz olmayan şeylerin öğrenilerek özümsenmesidir.[35] Kişi tüm bunlarla beraber Kur’an lafızlarındaki çeşitli şekilleri; vucuh ve nezâir’i bilmedikçe Kur’an’ı hakkıyla anlayamaz.[36] Kur’an’ı anlayamamanın dille alâkalı bir başka sorunu da, derinlemesine araştırma yapmayan, dilin lügatini, sanatlarını, kültürel alt yapısını ve buna bağlı olarak semantik bilmeyen insanların Kur’an kelimelerine sübjektif anlamlar yüklemesidir. “Tarih boyunca ve günümüzde, Kur’an’a, onun özgün yapısına yabancı yeni anlamlar yükleme şeklinde tezahür eden bu üretim faaliyetinin iç içe işleyen iki temel düzeneğini şöyle betimlemek mümkündür: 1. Dilin evrimini göz ardı etmek suretiyle, herhangi bir kelimenin herhangi bir zamanda kazandığı anlamı Kur’an’a yüklemek. 2. Sosyal değişim olgusunu göz ardı etmek suretiyle herhangi bir toplumun, herhangi bir dönemde içinde bulunduğu durumu Kur’an’a yüklemek.”[37]

Belirtilen her iki yanlışa düşmemek için, dilin yatağını ve onu var eden kültürel olguların önemini kavrayan sahâbîler Kur’an’daki kelimelerle dönemin şiir dili arasındaki ilgiyi bildikleri için Arab’ın divanı mesabesinde olan cahiliyye dönemi şiirini öğrenmeye önem vermişlerdir. Sahâbe, zaman zaman mescidde toplânıyor aralarında şiirler okuyup, cahiliyye dönemi olaylarını anıyorlardı. funduszeue.infoed onları yapmış oldukları bu eylemden men etmediği gibi onların davranışlarına gülümseyerek karşılık veriyordu.[38] Hz. Peygamberin onları bu tip hadiselerden men etmemesindeki asıl neden, şiir dilinin Kur’an’ın dilini çözmeye yardım edeceğini bilmesidir. Bu bağlamda hemen belirtmekte fayda var. Hz. Ömer de aynı amaç uğruna şöyle demişti: “Ey İnsanlar, cahiliye devri şiirlerini toplamaya bakınız, çünkü onda kitabınızın tefsiri bulunmaktadır.”[39]
Şiirle Kur’an sözcükleri arasında ilgi kuran Abdullah b. Abbas (ö: 68/): “Kur’an’dan bir şey size yabancı gelirse, şiire bakınız. Çünkü şiir Arab’ın divanıdır.”[40] demiştir. Sahâbîler bazı Kur’an sözcüklerini bilemezlerse onları, Kur’an’daki kelimelerin kapalılığını giderebilir diye, itimat ettikleri, saf Arapça’ya vakıf olan bedevîlerden sorarak öğrenirlerdi. Konuyla ilgili şu iki örnek oldukça önemlidir. Hz. Ömer anlatıyor: “Kinaneden Müdlec oğullarından bir bedevî gelmişti. Ona ‘Harac nedir?’ diye sordum. Şöyle cevap verdi: ‘Ne bir vahşi hayvanın ne de bir çobanın kendine ulaşabileceği[A1] bir ağaçtır.’ Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle bir yorum, deyim yerindeyse semantik yapar: ‘İşte kâfir kişinin kalbi de böyledir. Ona imandan, salih amelden ve hayırdan hiçbir şey ulaşamaz.’ ”[41] Kur’an kelimelerinin kaynakları ile ilgili ikinci örnek de şudur: İbn Abbas: “Ben ‘Fâtıru’s-Semâvâti ve’l-Ardı’ ayetindeki[42] ‘Fatır’ sözcüğünün anlamını iki bedevî gelip bir kuyunun başında münakaşa edene kadar bilmiyordum. Onlardan biri diğerine diyordu ki: ‘Ene fatartuha’[43] (Onu ilk önce ben yardım.)” İbn Abbas, bedevîlerden ‘Fatara’nın, bir şeyi ilk önce, en evvel yapmaya başlamak anlamına geldiğini öğrenmiştir.

Daha çok sözcükler konusunda problemi olanlar; geç dönem Müslüman olan sahâbîlerdir. Kur’an’ın nüzul ortamına erken dönemde ve sürekli şahit olamayınca sözcüklere lafızcı yaklaşıyorlar ve sonunda kendilerine problem çıkarıyorlardı. Fakat hiçbir problem çözümsüz bırakılmıyordu. Bu tip sahâbîlerden birisi de Adiy b. Hatem’dir. “Oruç gecesi, hanımlarınızla beraber olmak, size helal kılındı. Onlar sizin, siz de onların elbisesisiniz. Allah, sizin kendinize yazık etmekte olduğunuzu bildi de tevbenizi kabul edip sizi affetti. Artık şimdi onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğunu arayın, şafağın beyaz ipliği siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için; sonra tâ gece oluncaya dek orucu tamamlayın”[44] ayeti inince, ayetteki ‘Siyah ve beyaz iplik’ ifadesini zâhiri manada anlamıştı. Sonra da bir beyaz bir de siyah iplik alıp ayaklarına bağlamış, onlar birbirinden iyice ayırt edilinceye kadar sahurda yiyip içmeye devam etmişti. Durumu Hz. Peygambere haber verince, Rasûlullah gülmüştür. Beyaz ve siyah iplikten kastın, gecenin karanlığı ve gündüzün beyazlığı olduğunu söylemiştir.[45]

Tüm bunlara rağmen sahâbeye yine de kapalı gelen bir kelime olursa, ‘Cevâmiu’l-Kelîm’ sahibi[46] Hz. Muhammed’den sorarak öğreniyorlardı. Sonunda sahâbe her hangi bir anlama sorunu olmadan Kur’an okuyordu. Yüce Allah, onlara anlayacakları dille hitap ediyor, göndermiş olduğu elçi kavminin dilini konuşuyor ve kitabı onların lisanı üzerine okuyordu. Bu meyanda şunu söylemek gerekir ki, Arapların fasih Arapça konuştuğu bir zamanda en beliğ Arapça’yla Kur’an nâzil olmaya başlamıştı. Sahâbe de, Kur’an’ın görünen manalarını ve hükümlerini biliyorlardı. Şayet çok ince içsel anlamlar içeren sözcük veya mesele varsa, derin araştırmalardan ve Rasûlullah’a sorduktan sonra kapalılık kalmıyordu.[47]

Dinlerin kullanmış olduğu diller; özellikle de sâmi dinlerin kullanmış olduğu dil semboliktir. Anlamları remizlere dayanır. Bu dil, insanlığın henüz keşfettiği en güzel dildir.[48] Sembolik bir dil olan Arapça’nın en temel özelliklerinden birisi harflerin harekeyle okunmasıdır. Arapça bir metni önce anlamak gerekir ki, sonra düzgün olarak okunabilsin.[49] Bu dilin sembolik olduğunu ve önce anlamı kavramanın önemini bilen sahâbe, Hz. Peygamber ayetleri kendilerine tebliğ ederken onun jest ve mimiklerini, ses tonunu da görerek anlama konusuna yardım eden temel faktörleri yerinde, zamanında hallediyorlardı. Ayrıca onlar, dilin coğrafyasını, nüzul ortamının Arapça’sını, fasih bir dil selikasını, dil semantiğini ve dili meydana getiren kültürel olguyu biliyorlardı. Kur’an dahil tüm metinleri anlamada dilin anlaşılması en önemli husustur. Konunun anlaşılmasına yardımcı olur ümidiyle dilin önem ve işlevini belirten şu açıklamayla bu bahsi tamamlayalım: 1. “Dil, anlamanın en önemli bir elemanıdır. 2. Dil, sadece kendisine yüklenen anlamı taşımakla kalmaz, aynı zamanda; ait olduğu kültürel ortamı, konuşulduğu kavmin millî özelliklerini, o tarihin ve milletin dünya görüşünü, ahlâkını, edebiyat ve sanatını, din ve felsefesini bize ulaştırır, bunları anlamamızı sağlar. 3. Tarihi doğru anlamamıza yardım edecek en önemli bir araçtır. Bu yolla elde edilecek bilgi güvenilir kabul edilmelidir. 4. Semantik tahlil yöntemiyle dil bize, anlamak durumunda olduğumuz metinden, daha doğru bir anlamı anlamamızı sağlar. Hatta, bu sayede, toplumsal değişimin zaman içindeki aşamalarını tespit etmemiz de mümkün olacaktır. 5. Dilin bu özellikleri kutsal metinler için de geçerlidir. Onları anlamada da bu prensiplerden yararlanılmalıdır. 6. Dil, kendi yapısı gereği farklı anlamlara imkân tanımaktadır. Özellikle kelimelerin bir çok anlamı beraber yüklenebilmeleri ve kazandıkları izafî anlam nedeniyle, farklı anlamlar mümkün olmaktadır. Dilin kendisindeki bu özellik sayesinde, yorumsama ve yorum bilim yöntemiyle değişik anlamları bir metinden çıkarmamız mümkün olmaktadır.”[50]

 

Mehmet Sürmeli Hoca Yazdı. " Kötülüklere Karşı Tavırlı Olmak İmandandır "

Pasif yaşamayı ve toplumdan kopmayı yeren Peygamber Efendimiz, Müslüman’ın hayatının topluma adanmasını tercih etmiştir. Bu açıklamamızla ilgili, sahabeden birinin Hz. Peygamber’e yapmış olduğu bir müracaata verilen cevap oldukça düşündürücüdür. Olay şöyle nakledilmiştir. “Sahabeden birisi bir vadiye uğramış, orda güzel manzaralarla; sularla, ağaçlarla karşılaşmıştır. Kendi kendine, orada kalıp ibadet etmeye; ölene kadar namaz kılmaya karar vermiş ama Hz. Peygamber’den onay almadan da bu kararının doğru olmayacağı sonucuna varmıştır.

Makalenin devamını okumak için linki tıklayınız. 

Etiketler : #Mehmet,#Sürmeli,#Hoca,#Yazdı.,#Kötülüklere,#Karşı,#Tavırlı,#Olmak,#İmandandır,

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası