Antibiyotiklerin yan etkileri herkesin dikkat etmesi gereken konular arasında yer alıyor çünkü her ne kadar son senelerde antibiyotik kullanımı hayli azalmış olsa da, hala hatırı sayılır miktarda kullanımı mevcut. Neyse ki günümüzde reçetesiz bir şekilde antibiyotik kullanımı mümkün değil.
Araştırmalar, ila yılları arasında antibiyotik kullanımının %40 oranında arttığını gösteriyorlar ve uzmanlar bu sürecin devam etmesi halinde ’ye kadar 10 milyon insanın antibiyotik direnci nedeniyle öleceğini belirtiyorlar.
Antibiyotik direncinin yükselişi devam ediyor ve bu nedenle antibiyotiklerin yavaş yavaş bazı bakterilere karşı etkili olamadıklarını görmek de mümkün oluyor.
Antibiyotikler bakteri enfeksiyonlarını tedavi etmek için kullanılıyorlar ve ilk antibiyotikler her ne kadar daha doğal yollardan üretilmiş olsalar da, günümüzde sentetik antibiyotiklerin kullanımı çok daha yaygın.
Antibiyotikler genellikle akne, bronşit, göz pembeliği, kulak enfeksiyonları, cinsel hastalıklar, cilt enfeksiyonları, boğaz enfeksiyonları, ishal, üst solunum yolu enfeksiyonları ve idrar yolu enfeksiyonları için kullanılıyorlar.
Unutmamak gerekir ki, antibiyotiklerin virüs kaynaklı hastalıklar üzerinde hiç bir etkileri bulunmuyor. Dolayısıyla onları bu tip rahatsızlıklardan kullanmamak gerekli. Bilhassa grip ve soğuk algınlığında antibiyotik kullanmak pek mantıklı değil çünkü bu rahatsızlıklar genellikle virüslerden kaynaklanıyorlar.
Ayrıca antibiyotik tedavisine bir defa başlandıktan sonra onu yarıda kesmek de çok tehlikeli çünkü bu durum geride kalan bakterilerin daha güçlü bir şekilde çoğalmalarına sebep oluyor. Uzun süreli antibiyotik tedavilerinde de böyle bir risk var.
Her sene binlerce kişi antibiyotiklere dirençli bakteriler nedeniyle hayatını kaybediyor. Bu direncin oluşmasında gereksiz antibiyotik kullanımının büyük etkisi var ancak hayvan yetiştiriciliğinde sıklıkla kullanılan antibiyotikler de maalesef bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç kazanmalarını sağlıyor.
Antibiyotiklere direnç kazanan bakterileri ortadan kaldırmak neredeyse imkansız hale geliyor ve bu nedenle bilhassa şehir bölgelerinde salgınlarla karşılaşmak da mümkün oluyor. Uzmanlar antibiyotiğin her kullanıldığı anda yan etkiler yaratabileceğini ve antibiyotik direncine yol açabileceğini belirtiyorlar.
Antibiyotiklerin yaygın olmadıkları dönemlerde, onları kullanarak hastalıkları tedavi etmek oldukça kolaydı. Ancak bakterilerin giderek daha zor tedavi edilir hale gelmelerinin sebebi ise tabii ki antibiyotik direnci. Bu durum tedaviyi uzatıyor veya giderek daha büyük dozların kullanımını mecburi kılıyor.
Yeni geliştirilen bir antibiyotiğin kullanım ömrü artık yıldan daha az ve kısa süre içerisinde antibiyotiklere dirençli bakterilerin ortaya çıktığını görmek mümkün.
Son çalışmalar antibiyotik kullanımı ve alerjiler arasında bağlar olduğunu gösteriyorlar. Antibiyotik alan bebeklerin astım ve alerji geliştirme risklerinin çok daha yüksek olduğu tespit edilmiş durumda.
Özellikle toz, polen, göz alerjileri ve anaflaksi ile astım riski bu çocuklarda %50 oranında artış gösteriyor.
Antibiyotik kullanımı sırasında ishal oluşması mümkün ve bunun sebebi dehidrasyon ile elektrolit dengesizliği. Antibiyotikleri bıraktıktan sonra bile haftalar boyunca ishal problemleri yaşamanız mümkün.
Antibiyotik kullanımında yorgun hissetmek en yaygın belirtiler arasında yer alıyor. Hasta olduğunuz için zaten bitkinsiniz ancak antibiyotik alımı ile birlikte bu bitkinlik çok daha güçlenecektir.
Amoksilin, penisilin tarzı antibiyotiklerin yan etkileri arasında dil problemleri de yer alıyor. Dilde şişkin, siyah ve tüylü bir görünümü mümkün kılıyorlar. Bu antibiyotiklerin diğer yan etkileri arasında şunlar bulunuyorlar:
• bulantılar
• kusma
• ishal
• mide ağrıları
• vajinal kaşıntılar
• baş ağrısı
• kızarıklıklar
Antibiyotiklerin adet döngüsünü bozup bozmadıklarına dair tartışmalar uzun yıllardır devam ediyorlar. Görünüşe göre bazı kadınlar herhangi bir sıkıntı yaşamazken, bazıları ise sorunlar yaşıyorlar. Zira antibiyotiklerin ve hormonların karaciğerde işlenmeleri gerekli ve bu da antibiyotik alımının östrojen ve progesteron metabolizmasını bozabileceğini gösteriyor.
Son zamanlarda fluoroquinolones adı verilen antibiyotik sınıfının hücre mitokondrilerine hasar verdiği ve sinir hasarına sebep olabildiği tespit edilmiştir.
Bu antibiyotiklerin kullanımı ile birlikte depresyon, zihinde bulanıklık, halüsinasyonlar ve hatta saykotik reaksiyonlar görülmektedir. Hatta bu antibiyotik sınıfının tendon yırtılması riskini de ciddi anlamda arttırdığı biliniyor.
Yapılan çalışmalar antibiyotikler yerine kullanılabilecek pek çok çözüm olduğunu gösteriyorlar ve sonuçları yan etkilere katlanmadan elde etmek mümkün oluyor. Ayrıca bakterilerin antibiyotik direncine sahip olmalarına engel olmak için devamlı antibiyotik kullanımından kaçınmak da gerekli.
Bunun için ham, pişmemiş sarımsak, sarımsak yağı ve sarımsak içeren besin destekleri oldukça iyi birer çözüm oluyorlar. Sarımsak bakteri, virüs, mantar karşıtı özellikler gösterir ve bilhassa kulak enfeksiyonları için çok etkilidir.
Oregano yağı da antibiyotiklere karşı doğal bir alternatif. Oregano bitkisi yemeklerde sık kullanılan bir bitkidir ancak enfeksiyonlarla savaşta da sıklıkla kullanılmıştır. Bakteri ve mikrop karşıtı etkiler göstermektedir.
Soğan, mantar ve zerdeçalın da hastalıklar ile tedavide size destek olacaklarını unutmayın.
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Sağlığına bizim kadar zarar veren, aynı hataları tekrarlayıp duran bizim gibi bir millet zor bulunur. Bu hatalardan birini de antibiyotik kullanımında yapıyoruz. Resmen “kendi kendimize kurşun sıkıyor” ve “kaş yapayım derken göz çıkarıyoruz”. Üstelik bu işi doktoru, eczacısı, hastası, ilaç üretici ve denetleyicisi hep birlikte yapıyoruz. Ne mi oluyor? Her yıl milyarlarca liramız boşa gidiyor. Her yıl binlerce insanımızın karaciğeri, böbreği, kemik iliği iflas ediyor. Her yıl bir başka antibiyotiğe karşı “direnç sorunu” gelişiyor.
Evet, bu pazartesi konumuz “antibiyotik suiistimali” dir. Bugün bu “kara tablo”yu masaya yatırıp sorunu on maddede özetlemeye çalışacağız. Buyurun…
BAĞIŞIKLIĞI ZAYIFLATIYOR
Bağırsaklarımızda yaşayan probiyotik bakteriler sağlığımızın da en büyük güvenceleri. Probiyotikler “faydalı ve dost bakteriler”. Bağırsaklardaki “iyi-kötü bakteri dengesi”ni korumak onların görevi. Denge bozulduğunda sindirim sistemi alarm vermeye başlıyor. Antibiyotiklerin önemli bir bölümü ise vücuda girer girmez önce bu bakterileri yok ediyor. Neticede “iyi kötü dengesi” bozuluyor. Bağışıklık sistemi çöküyor. Antibiyotik kullananlarda sık görülen ishallerin, mantar enfeksiyonlarının, antibiyotik kullanımı sonrasında ortaya çıkan bağışıklık problemlerinin nedeni de bu zaten.
KARACİĞERE, BÖBREĞE ZARAR
Antibiyotiklerin içindeki kimyasal maddelerin de çoğu toksik olabilen moleküller. Neredeyse her üç antibiyotikten biri karaciğer ve böbreğe zarar verebiliyor. Neticede gereksiz yere kullanılan bir antibiyotik karaciğer ve böbreğe sıkılan kurşun anlamına da gelebiliyor.
KEMİK İLİĞİNİ BOZABİLİYOR
Antibiyotiklerin bazıları kemik iliğinde üretilen farklı hücrelerin üretimini de baskılayabiliyor. Neticede kansızlık, kanama eğilimi ve ağır bağışıklık yetersizliği ortaya çıkıyor. Ayrıca kulağa, göze, kalbe, akciğere zarar verebilen, dişi, kemiği bozabilen antibiyotikler de var.
SÜPER ENFEKSİYONLAR
Vücudun kendi kendine yenebileceği basit bir enfeksiyonda bile antibiyotik kullandığınızda o enfeksiyonu takiben çok daha ağır enfeksiyonların ortaya çıkması da muhtemel bir gelişme. Örneğin sıradan bir üst solunum yolu enfeksiyonunda kullandığınız antibiyotiğin faturası size hafta sonra patlayan yeni bir kulak iltihabı, sinüs apsesi ya da zatürree olabiliyor.
BÜYÜMEYİ ENGELLİYOR
Antibiyotikler en çok çocuklarımıza zarar veriyor ve maalesef en fazla suiistimal de çocuklar hastalandığında yapılıyor. Oysa antibiyotik kullanan çocuklar daha yavaş gelişiyor, geç büyüyor, güçsüz oluyor. Direnç sistemleri zayıf kalıyor. Daha sık hastalanıyor, iştahsız, keyifsiz, mutsuz büyüyorlar.
DİRENÇ SORUNU ÇOK ÖNEMLİ
Antibiyotik direnci gereksiz antibiyotik kullanımın en korkulan sonucu ve biz bu konuda en kötü sicile sahip ülkelerden biriyiz. Direnç sorunu nedeniyle çoğumuz zaten boş yere antibiyotik yutuyoruz. Daha da önemlisi sonradan gelişebilecek enfeksiyonları tedavi edebilecek gerçek silahlardan da yoksun kalıyoruz. Yarın ciddi bir salgın hastalık çıksa elimiz kolumuz bağlı seyretmek zorunda kalacağız.
BİLGİSİZLİK VE İLGİSİZLİKTE ISRAR
Antibiyotiklerin her mikrobu yok edebileceğini zannediyoruz. Oysa bunlar sadece bakteri enfeksiyonlarında işe yarayabilen –o da kesin değil- ilaçlar. Virüs ve mantar enfeksiyonlarında ise hiçbir etkileri yok. Ayrıca her bakteri enfeksiyonunda etkili olabilen herhangi bir antibiyotik de mevcut değil, birinde etkili olan diğerinde hiçbir işe yarayamayabiliyor. Soğuk algınlığı, nezle, grip, herhangi bir nedenle ortaya çıkan ateş yükselmelerini bile antibiyotikle çözme cahilliğinden ise hala ve bir türlü –nedense- vazgeçmiyoruz.
DOKTORLARIMIZ HATA YAPTILAR
Biz doktorlar da sık ve gereksiz antibiyotik yazma konusunda hatalıyız. Gereksiz olduğunu bile bile, bazen “ya tedavi edemezsem?” korkusuyla, bazen de hastaların etkisinde kalarak reçetelerimizde antibiyotiklere çok sık yer veriyoruz. Doktor reçetelerinde antibiyotiğe yer verme oranları araştırılsa biz ülke olarak ilk ona rahatlıkla girer, şampiyonluğa bile oynarız! Koruyucu antibiyotik tedavisi yapan, “sizde zatürree başlangıcı var” diyip gereksiz yere antibiyotik kullanan, gördüğü her ateşli enfeksiyonu antibiyotikle iyileştirmeye çalışan, verdiği antibiyotiklerin yan etkilerini izlemeyi, hastalarını bilgilendirmeyi ihmal eden de biziz. Çok daha önemlisi antibiyotik etkinlik araştırması yapmadan, “antibiyogram testi ve direnç analizlerini” görmeden antibiyotik yazabiliyoruz. Bunların hepsi affedilmez hatalar.
YÖNETİCİLERİMİZ GEÇ KALDILAR
Dünyanın gelişmiş hiçbir ülkesinde antibiyotikler reçetesiz satılmaz, satılamaz. Böyle bir uygulamayı yakalayan her sağlık otoritesi cezayı anında keser. Bizim ülkemizde ise yıllarca önüne gelen arzu ettiği her antibiyotiği istediği her eczaneden, istediği kadar alabildi. Ekmeğin, suyun bile nasıl, hangi koşullarda satıldığını denetleyen resmi otoriteler sıra antibiyotiğe gelince yeteri kadar dikkatli davranmadı. Birkaç ay öncesine kadar da uygulama hep böyle oldu. Şimdi kontroller biraz sıklaştı ama hala yeteri olduğu söylenemez.
ECZACILARIMIZ DUYARLI OLMADILAR
Tamam, doktorlarımız biraz dikkatsiz davranıyor. Tamam, sağlık bakanlığımız gerekli kontrollerini yapmıyor. Tamam, hastalarımız her ateşli hastalığın antibiyotikle çözümleneceğini sanıyor. Peki, bu antibiyotikler nerede satılıyor? Eczanelerde. Peki, eczacılarımız bu ilaçları her isteyene neden veriyor? İlaçların üzerinde “reçetesiz satılamaz” diye yazmıyor mu? Kısacası antibiyotik kullanımını sınırlama, bilinçli antibiyotik kullanımı söz konusu olduğunda eczacılarımıza da çok iş düşüyor. Netice şu: “ANTİBİYOTİK BİLİNÇLENDİRME” kampanyası aralıksız sürdürülmeli, kampanyaların merkezi ECZANELER ve DOKTOR OFİSLERİ olmalıdır.
Bunlar azalırsa depresyon artar
Depresyon ruhsal bir sorun. Bundan kimsenin şüphesi yok. Ama arkasında kimyasal bazı süreçlerin olduğu da kesin. Ayrıca bazı vitamin ve mineraller azalıp bazı besinsel unsurlar eksilince de ona yakalanmanız kolaylaşıyor. Mesela mı? D vitamini eksikliği depresyonla ilişkilendirilen bir sorun. Yeteri kadar güneşlenen ve D vitamini stoklayanlarda beyinde serotonin seviyeleri daha yüksek. Onların kış depresyonuna girme ihtimalleri daha az. Omega-3 eksikliği, özellikle DHA’nın noksanlığı da önemli bir depresyon nedeni. Doğum sonrası dönemde ortaya çıkan ağır depresyonları DHA eksikliğiyle ilişkilendirenler var. Şaşırtıcı da değil.
PEKİ NELER YİYELİM
Beynimiz çok yağlı bir doku. İçi neredeyse tıka basa yağ dolu, %60’ı yağ. Bu yağların da en az üçte ikisini omega-3 ve omega-6’lar oluşturuyor ve birçok çalışmada depresyonlularda EPA’nın özellikle de DHA’nın düşük olduğu gösterilmiş. Bitmedi, depresyonla ilişkilendirilen başka şeyler de var. Demiriniz eksilince de depresyona yakalanma ihtimaliniz artıyor. B 12’niz, folik asidiniz, B6’nız azaldığında da aynı tehditle karşılaşma ihtimaliniz var. Özetle depresyona yakalanıp yakalanmamanız da ağzınıza aldığınız lokmaların içeriği ile yakından ilişkili. Balık, semizotu ve diğer yeşil sebzelere, yumurta ve süt ürünlerine, kırmızı ete, ceviz-fındık, yer fıstığı-badem ekibine sofralarda daha sık yer vermemiz lazım.
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
"Antibiyotiklerin soğuk algınlığı ve grip tedavisinde hiçbir yararı yok"
İnfluenza virüslerine bağlı gelişen gripte ise hastalığın boğaz ağrısı ile başladığını, buna karşın 38,5 ve üzeri derecelerde ateş, şiddetli kas ağrısı, baş ağrısı ve hatta eklem ağrısıyla seyrettiğini söyledi.
Antibiyotiklerin soğuk algınlığı ve grip tedavisinde hiçbir yararı olmadığının altını çizerek, gereksiz kullanıldıklarında vücutta bulunan yararlı flora bakterilerinde direnç gelişmesine yol açacağına dikkati çeken uzmanımız şunları kaydetti:
"Sonbahar ve kış aylarında solunum yolu enfeksiyonlarına yakalanan ortalama her hastadan 80'inde antibiyotik tedavisine ihtiyaç duyulmuyor. Çünkü gelişen solunum yolları enfeksiyonlarının yüzde 80'i virüslerden, geriye kalan bölümü ise bakterilerden kaynaklanıyor. Antibiyotikler ise sadece bakterilerin oluşturduğu enfeksiyonların tedavisinde kullanılıyor. Soğuk algınlığı ve risk grubu dışındaki kişilerde gelişen grip günde kendiliğinden iyileşir. Belki de doğal tedavi yöntemlerinin yakınmaları hafiflettiği ve daha hızlı iyileşme sağladığı hastalıkların en başında soğuk algınlığı ve risk grubu dışındaki kişilerde gelişen grip gelmektedir. Hekim tarafından soğuk algınlığı ya da grip tanısı alan kişilerde destek amacıyla yeterli istirahat, beslenme ve yeterli sıvı alınması yanı sıra bazı doğal ürünler de kullanılabilir. Ayrıca doğal ürünlerin çeşitli ilaçlarla etkileşimlerinin olabileceği unutulmamalı ve özellikle kronik hastalıkları nedeniyle çeşitli ilaçlar kullanan bireylerin bu konuda mutlaka hekime başvurmaları gerekiyor."
"Sarımsak soğuk algınlığında da etkinliği kabul edilmiş doğal bir ürün"
Sarımsağın da soğuk algınlığında etkinliği kabul edilmiş doğal bir ürün olduğunu, düzenli kullanıldığında hastalık sıklığını ve sayısını azaltabildiğini aktararak, bu tür durumlarda iyileşmeyi hızlandırabildiğini ifade etti.
Ekinezyanın da viral üst solunum yolu enfeksiyonlarında etkili doğal bir bitki olduğunu vurgulayan Büke, bu amaçla çeşitli şekillerde kullanılabildiğini belirtti.
Ayrıca C vitamininin de kış aylarından önceki süreçte kullanılmasının nezle ve soğuk algınlığı gelişme riskini azaltabildiğini vurgulayarak, vücutta eser miktarda ancak bütün hücrelerde bulunan çinkonun da hücre çoğalmasında, bağışık yanıtta, nörolojik fonksiyonlarda önemli rol oynadığını, bu nedenle soğuk algınlığı yakınmaları başlar başlamaz kullanılması durumunda hastalığın süresini ve şiddetini azaltabildiğini kaydetti.
Prof. Dr. Büke, çinkoyu besinlerle de almanın mümkün olduğuna dikkati çekerek, kabuklu deniz ürünleri, sakatat, baklagiller ve buğday tohumunda yoğun şekilde bulunduğunu söyledi.
"Boğaz ağrısı yakınmalarını hafifletmek için limonlu ballı su"
Boğaz ağrısının, soğuk algınlığı ve grip gibi viral enfeksiyonların seyri sırasında görülebileceği gibi, bakterilerin, özellikle de A grubu beta hemolitik streptokokların oluşturduğu anjin durumunda da ortaya çıkabildiğini dile getiren Büke, bu bakterinin özellikle yaş grubundaki çocuklarda kalp kapaklarında kardit ve böbrekte nefrite neden olabileceğini belirtti.
Büke, boğaz ağrısı, soğuk algınlığı gibi durumlarda tanı ve tedavi için mutlaka hekime başvurulması gerektiğini vurgulayarak, boğaz ağrısı yakınmasını hafifletmek için uygulanabilecek şu önerilerde bulundu:
" mililitre sıcak su içine 1 kahve kaşığı bal ve bir yarım limon suyunun karıştırılarak içilmesiyle boğaz ağrısı yakınması hafifletilebilmektedir. Bu karışımın antioksidan etkisi sayesinde boğazda enflamasyon da hafiflemektedir. Tuzlu ya da bikarbonatlı su ile yapılan gargara da bu süreçte uygulanabilir. Ayrıca ballı soğan şurubu ve okaliptus suyu da yakınmaları hafifletmeye yardımcı olabilir."
Basın Yansımaları: sabah
nest...