bunalıyorum çocuk / bunalıyorum çocuk - ekşi sözlük

Bunalıyorum Çocuk

bunalıyorum çocuk

Naim BABÜROĞLU

Anadolu, 10 yıl süren savaş sonunda yıkıntıya dönmüştü. Son atımlık cephanesini İstiklal Savaşı'nda harcamıştı. Askeri zafer kazanılmış, ancak yıkık ve bitkin bir ülkeyi kalkındırma savaşı tüm hızıyla sürüyordu.

Ülkenin kaynakları tükenmiş olmasına rağmen Osmanlı Devleti'nin borçları da ödeniyordu. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı da patlak vermişti.

Mustafa Kemal Paşa, halkın sıkıntılarını dinlemek, görmek ve çözüm bulmak için sık sık yurt gezisine çıkar.

***

6 Mart 1930 günü Antalya'dadır…

Lider, kaldığı odaya çekilir ve koltuğa yığılır. Çok yorgun ve sinirlidir. Elleri titreyerek sigarasını yakar. Yanında Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak vardır. İçini döker:

"Bunalıyorum çocuk, büyük bir acı içinde bunalıyorum.Görüyorsun ya, gittiğimiz her yerde devamlı dert, şikâyet dinliyoruz... Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi bir perişanlık içinde... Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; memleketin gerçek durumu bu işte. Bunda bizim bir günahımız yoktur.

Uzun yıllar, hatta asırlarca dünyanın gidişinden aymaz, birtakım bilinçsiz yöneticilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak duruma düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen düzeyde ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, yetersiz ve şaşkın... Büyük yeteneklere sahip olan zavallı halkımız ise, kendisine kutsal inanç şeklinde telkin edilen bir sürü temelsiz görüş ve inanışların etkisi altında uyuşmuş, kalmış...

Bu itibarla, önce kafaları ve vicdanları yıpranmış, geri, uyuşturucu düşünce ve inançlardan temizleyeceksin. İşlerin uzmanı, idealist ve enerjik insanlardan kurulu, düzenli, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet mekanizması kuracaksın. Sonra bu mekanizma, halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddi ve manevi her türlü doğal yetenek ve kaynaklarımızı harekete getirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacaktır…"(1)

***

Liderin gözleri doldu… Elleri titriyordu…

Gözlerindeki yaşları görmemesi için Hasan Rıza'ya, "Kalk, bana bir kahve getirmelerini söyle de, gel..." diyecekti.

Hasan Rıza bunu anladı, kahve söylemek bahanesiyle dışarı çıktı. Odaya hemen dönmedi.

***

Mustafa Kemal Paşa, 1923'te İzmit halkına şöyle diyordu:

"Hepimiz biliyoruz ki, hükümet kurmaktan amaç, o hükümeti kuran milletin korunması, refah ve mutluluğunun sağlanmasıdır. Hangi hükümet yönettiği milletin varlığını korumuşsa, koruyorsa ve koruyabilecekse ve hangi hükümet yönettiği milletin refah ve mutluluğunu sağlamış ve sağlayabilme yeteneğini göstermişse o hükümet, millet için iyidir… Milletin refah ve mutluluğunu sağlayamayan hükümetler, zarar vericidir, kötüdür ve değiştirilmesi gerekir."(2)

Ülkeyi yöneten hükümetin milletin varlığını koruması, refah ve mutluluğunu sağlaması gerektiğini belirtiyor, Yüce Atatürk.

***

Atatürk, kendisinden sonra gelecek yöneticilerin niteliğini iyi bildiği için, kurumları kökleştirmede ve geliştirmede çok hızlı çalışmıştır. Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün çevresinde ona ve yaptıklarına inanmayan kişilerin bulunduğunu, bu kişilerin onun ölümünden sonra, Cumhuriyet Halk Partisi ve Çankaya'nın çevresini sardığını anlatır. Bu kişilerin siyasi nüfuza sahip olduğunu, Kemalizm'in ve laikliğin programdan çıkarılmasını istediklerini söyler. (3)

2023'te gelindiğinde, bu kişilerin sayılamayacak kadar çok sayıda olduğunu belirtmek gerek.

Çağın akışını değiştiren lider, ömrünü milletine adamıştı. 1938'den bugüne, Büyük Atatürk'e yapılmayan haksızlık ve nankörlük kaldı mı?.. Ara ki bulasın…

Atatürk'ten geriye ne kaldı? Nasırlaşan yüreklerdeki tükenmeyen sevgisi ve umut dışında…

Tarih nankör değil...

Kaynakça:

(1) Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2019.

(2) Atatürk'ün Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1995.

(3) Yalçın Kaya, Bozkırdan Doğan Uygarlık-Köy Enstitüleri, Cilt 2, Tiglat Matbaacılık, 2001.

- Naim Babüroğlu, Tarihin Kıskandığı Lider, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2021.

Atatürk ve Antalya (1)

Bugün 6 Mart 2011. Atatürk kentimizi ilk kez ziyaret edeli tam 71 yıl olmuş. Bugün değişik yerlerde resmi ve özel sektör temsilcileri günün anlamına uygun törenler düzenleyecek, çeşitli resepsiyonlar gerçekleşecek. Atanın Antalya’yı onurlandığı gün konuşulacak.

Ben bu vesile ile Atatürk’ün Antalya’da geçen ama çok bilinmeyen, iyi irdelenmeyen bir konuşması üzerinde durmak istiyorum bugün.     

ULU ÖNDER ATATÜRK’ÜN ANTALYA’DA BAŞINDAN GEÇEN BİR ANI

Büyük önder Atatürk’ün bu toprakların yetiştirdiği gerçek bir bilge kişilik olduğunu hepimiz biliyoruz. Yaşadığı dönemde ne dediyse hep doğru çıkmış, Türk toplumuna verdiği tüm sözleri yerine getirme konusunda hiçbir başarısızlığa düşmemiş, sözünün eri bir kişilik olduğunu dünya alem biliyor.

Ağzından çıkan her söz bir özdeyiş, kaleme aldığı her yazı akıl süzgecinden geçmiş, tecrübe imbiğinde damıtılmış, denenmiş ilkelerle ve yaşama ve işleyişe ilişkin doğru görüş ve düşüncelerle doludur. Bunların içinde özellikle vurgulanması ve üzerinde durulması gerekenler vardır. “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” ve “Onuncu Yıl Nutku” ve “Bursa Nutku” ayrı birer yer tutmaktadır.

Atatürk, çok fazla dikkat çekmeyen, çok insan tarafından bilinmeyen, ama en az yukarda adını zikrettiğimiz konuşmaları kadar önemli ve mesaj dolu bir konuşmasını da Antalya’da ve Bugün Atatürk Evi ve Müzesi olarak kullanılan Işıklar Caddesindeki binada yaveri Hasan Rıza Soyak’a yapmıştır:

Hasan Rıza Soyak, Atatürk’le aralarında geçen konuşmayı bir yazısında şöyle anlatmaktadır:

6 Mart 1930 günü halkın tezahüratları arasında ikametine ayrılan eve geldik. Sofrada buluşmak üzere refakatinde bulunanlardan ayrıldı ve beni yanına alarak yatak odasına girdi. Bir koltuğa oturdu ve eliyle işaret ederek, beni de oturttu. Yorgun, düşünceli ve sinirli görünüyordu, bir sigara yaktı ve konuşmaya başladı:

“Bunalıyorum çocuk, büyük bir ızdırap içinde bunalıyorum. Görüyorsun ya her gittiğimiz yerde durmadan dert ve şikayet dinliyoruz.”

“ Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi perişanlık içinde. Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz. Maalesef, memleketin gerçek durumu bu işte.”

“Bunda bizim günahımız yoktur. Uzun yıllar, hatta asırlarca dünyanın gidişinden habersiz, bir takım şuursuz yöneticilerin elinde kalan bu cennet memleket, düşe düşe şu acınacak hale düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın. Büyük istidatlara sahip olan değerli halkımız ise, kendisine mukaddes akideler (inanlar) şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyumuş kalmış.”

“Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın zihninde kökleştirilmiş olan her şeyi başta bulunanlardan beklemek alışkanlığı. İşte bu zihniyetle; herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün iyilikleri bir şahıstan, yani şimdi benden bekliyor, fakat nihayet ben de bir insanım be birader. Kutsal bir kudretim yok ki.”

“ Münasebet düştükçe, daima tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün ihtiyaçların giderilmesi, herşeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim,  feragat ve ihtisas sahibi adam meselesidir. Sonra da zaman ve imkan meselesi. Bu itibarla, öncelikle kafaları ve vicdanları köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin. İşleri ehli, idealist ve enerjik insanlardan oluşmuş muntazam, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, işleyecek, böylece memleket ileriye,  refaha yol alacak başka çaremiz yoktur, ileri milletler seviyesine erişmek için, bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da  imkansızdır.

“Biz şimdi o yol üzerindeyiz; kafileyi hedefe doğru yürütmek için beşer takatinin üstünde gayret sarf ediyoruz. Başka ne yapabiliriz ki?..”

Büyük Kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk; her zaman olduğu gibi olayları olduğu gibi algılıyor ve gerçekleri görüyordu. Kahvesini içtikten sonra konuşmasını metanet içinde sürdürdü ve şöyle dedi:

“Her ne hal ise, ne ise değil. Hatta en ufak bir tereddüte dahi düşmeye mahal yoktur; halimizi bilmekle beraber, cesaretimizi kaybetmemeli, ümit ve şevk içinde yolumuza devam etmeliyiz, Fakat er geç gayemize varacağız.” Ve konuşmayı kesti.

YORUM

Bu içtenlikli konuşmadan anlıyoruz ki, Atatürk Antalya’ya gelene kadar çıktığı hemen tüm yurt gezilerinde halkın dertlerini dinlemekten, yakınmalarını duymaktan huzursuz olmuş. Ülkenin derin bir yokluk yoksulluk, maddi ve manevi anlamda bir perişanlık içinde olduğunu ifade ederek gerçekçi bir durum tesbiti yapıyor.

Gerekçelerini nesnel bir biçimde değerlendirerek, cennet vatanın yıllar boyunca bilinçsiz yöneticiler elinde acınacak duruma düşürüldüğünü, yöneticilerin ve devlet memurlarının istenilen düzeyde ve nitelikte olmadıklarını, her konuda yetenekli olan halkın ise, kendisine mukaddes inanlar olarak telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların etkisiyle uyutulduğunu söylüyor.

Atatürk, kendisini üzen asıl konunun, halkımızın zihninde kökleştirdiği, her şeyi başta bulunanlardan beklemek alışkanlığı olduğunu, insanların bu beklenti ile, büyük bir tevekkül (kabul etmişlik) ve rehavet (uyuşukluk) duygusu içinde, bütün umutlarını başta bulunan tek kişiye bağladıklarını, bunu da o günlerde kendisinden beklediklerini söylüyor. Sonuçta kendisinin de ölümlü bir insan olduğunu, kutsal bir gücünün olmadığını açıkça ifade ediyor.(Atatürk’ün bu değerlendirmesine bakarak, onu ilahlaştırıyorsunuz diyenlere en güzel cevabı bizzat kendisi vermiş olmuyor mu? YAS)   

Sadece tespitle kalmıyor, her zaman yaptığı gibi çözüm önerisinde de bulunuyor. 

Toplumca çekilen bütün sorunların öncelikle daha başka koşullar  altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adamlarla ve zaman ve olanakların sağlanması ile mümkün olacağını düşünüyor. Bunu başarabilmek için ise, öncelikle kafaları ve vicdanları köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizlemek gerektiğini, işlerin ehline, idealist ve enerjik insanlara verilmesini, düzenli çalışan ve her parçası yerli yerinde, modern bir devlet çarkının kurulmasını, makinanın dişlilerinin uyum içinde çalışmasını, makinanın halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışması, işlemesi ile ancak memleketin ileriye gideceğini, toplumun refaha erişmesi ve çağdaş uygarlık seviyesine ulaşabilmesi için yapılacak başka çıkar yol, başka çare olmadığını söylüyor. Bütün bu işleri yapmanın da belli bir zaman alacağını, çok kısa zamanda bunları başarmanın olası olmadığını sözlerine ekliyor. Çağdaşlığa giden yol üzerinde olduklarını, Türk halkını hedefe doğru yürütmek için beşer takatinin (insan gücünün) üstünde gayret sarf ettiklerini de söylüyor.

UMUT DA ŞIRINGA EDİYOR

Yukarda saydığı tüm uygunsuz koşullara rağmen, Atatürk, her koşul altında en ufak bir tereddüte düşmeden, bulunduğumuz yeri, durumumuzu bilmekle beraber, asla cesaretimizi kaybetmememiz gerektiğini, ümit ve şevk içinde yolumuza devam etmemiz gerektiğini söyledikten sonra Türk toplumu olarak er geç bu amacımıza ulaşacağımıza olan inancını vurguluyor.

GÖSTERİLEN HEDEF NE?

Konuşmasının sonunda Atatürk, Türk insanına özellikle Türk gençliğine asla ümitsizliğe düşmeden, gayeye ulaşmayı hedef gösteriyor.

Aziz Atanın bu konuşması ile ilgili olarak kıssadan hisse çıkartacak olursak, Türk Gençliği olarak, Atatürk’ün bize yüklediği misyonu yerine getirip, üzerimize düşen görevi kusursuz yapmalıyız. Siz ne diyorsunuz?

  Devam edecek

 

Bu makale 9762 kişi tarafından okunmuştur.

Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

İnsanız be birader

Yıl 1930  Cumhuriyet  kurulalı 7 yıl olmuş, bu süre zarfında  eski dış borçlar meselesi, Suriye hududu ve Musul ihtilafları, Yunanlılarla mübadele işinde çıkan anlaşmazlıklar, İtalyanlar ile yaşanan anlaşmazlıklar, Seyh Said İsyanı, İzmir Süikastı, Ağrı Dağı harekatı, Yunanlıların Anadolu’dan çekilirken tahrip ettikleri yerlerde açıkta kalan vatandaşlar, Birinci dünya savaşı nedeni ile evinden ailesinden ayrılan vatandaşların yuvalarına dönüşü, Bağdat demiryolu, tütün rejisinin satın alınması, 1800KM lik demiryolu inşaası, A’şar vergisinin kaldırılması, Yerli buğdayın himaye edilmesi ve istihsalin memleketin ihtiyacını karşılayacak hale getirilmesi, Şeker fabrikalarının kurulmaya başlanması (iki tanesi kurulmuş), Dokuma sanayiinin kurulması. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele. Bankacılık faliyetleri İş ve Emlak bankalarının kurulması

Gibi bir çok konu halledilmişti...

Ve Mustafa Kemal 6 Mart 1930 günü Otomobil ile Antalya’ya varmış....

Bundan sonrasını Hasan Rıza Soyak’tan dinleyelim

Ben Isparta’ya gitmemiş,trenden gece Baladız istasyonunda  inerek, yapılan hazırlıkları görmek üzere daha evvel Antalya’ya gitmiştim.

O gün kendisini orada karşıladım ve beraberce,  halkın tezahürleri arasında, ikameti için hazırlanan eve geldik. Refakatinde bulunanlardan, biraz sonra sofrada buluşmak üzere ayrıldı, beni yanına alarak odasına girdi ve kapıyı kapattı; bir koltuğa yığılır gibi oturdu; eliyle işaret ederek beni de oturttu. Çok yorgun, düşünceli ve sinirli görünüyordu; bir sigara yaktı:

            “Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum” dedi. “Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikayet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi, manevi   bir perişanlık içinde. Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz; maatesüf memleketin hakiki durumu bu işte! Bunda bizim günahımız yoktur; uzun yıllar hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket; düşe düşe şu acınacak hale düşmüş. Memurlarımız henüz istenilen seviyede ve kalitede değil; çoğu görgüsüz, kifayetsiz ve şaşkın. Büyük istidatlara malik olan zavallı halkımız ise, kendisine mukaddes akideler şeklinde telkin edilen bir sürü batıl görüş ve inanışların tesiri altında uyuşmuş kalmış.

Bu arada beni en çok üzen şey nedir bilir misin? Halkımızın zihninde kökleşmiş olan, herşeyi başta bulunandan beklemek itiyadı. İşte bu zihniyetle; herkes büyük bir tevekkül ve rehavet içinde, bütün bu iyilikleri bir şahıstan, yani benden istiyor, benden bekliyor; fakat nihayet bende insanım be birader, kutsi bir kuvvetim yoktur ki.

Münasebet düştükçe daima tekrar ediyorum; bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçların giderilmesi, herşeyden evvel, pek başka şartlar altında yetişmiş; bilgili, geniş düşünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adam meselesidir, sonra da zaman ve imkan meselesi. Bu itibarla evvela kafaları ve vicdanları kohne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin. İşlerinin ehli, idealist ve enerjik insanlardan mürekkep, muntazam, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın; sonra bu makina halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, ........

.......Böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacak.....

İleri milletler seviyesine erişmek işini; bir yılda , beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak imkasızdır......

.................Biz şimdi o yol üzerindeyiz...... Kafileyi hedefe doğru yürütmek için, beşer takati üztünde, gayret sarfediyoruz....

...........

......

Her ne hal ise!  Yeise değil, hatta ufak bir tereddüte dahi düşmeye mahal yoktur; halimizi bilmekle beraber cesaretimizi kaybetmemeli, ümit ve şevk içinde yolumuzua devam etmeliyiz; er geç fakat muhakkak gayemize varacağız.

Hasan Rıza Soyak....Atatürk’ten hatıralar...(sayfa 389-390)

bunalıyorum çocuk

  • tam hali "bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içinde bunalıyorum." olan atatürk serzenişi.

    bunalmamak ne mümkün? koskoca ülke karanlığın içinde debelenip duruyor. acaba güzel günler gelecek mi ya da daha karanlık yarınlar bizi mi bekliyor? keşke şu gencecik yaşımızda gecenin bu saatinde memleket meseleleriyle uykularımız bölünmeseydi be! giden gençlik geri gelmecek ya ona yanıyorum.

  • yine bir 10 kasım'da, ülkenin ahval ve şeraiti insanı hiç olmadığı kadar karamsarlığa sürüklerken atatürk'ün akıllara gelen sözü.
    niye böyle yaptın memleketim, niye az geliştin?

  • bunalmamak ne o gün mümkündü, ne de bugün !

  • ona bu sözleri hasan rıza soyak ile yaptığı bir dertleşme faslında söyleten 6 mart 1930 tarihinde yola çıktığı yurt gezisidir.
    gördüğü manzara bunalmayacak gibi değildir. dahası için : https://www.aydinlik.com.tr/…m-cocuk-331171?sayfa=7

ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası