القوات التي حررت الحرم المكي / altıncı uluslar arası orta doğu semineri

القوات التي حررت الحرم المكي

القوات التي حررت الحرم المكي

‫“ما ُك ُّل َما َي َت َم َّنى ا ْل َمر ُء يُ ْدرِ ُك ُه‬
َ
ّ ْ
6 ”‫ـت ْالَ ْفـ َـا َك‬ ُ ‫“ “ َلـ ْـو َل َك َلـ ْـو َل َك َمــا َخ َل ْقـ‬Sen olmasaydın, alemleri yaratmazdım.” Keş-
fu’l-Hafâ, 2/, no Sagânî, mevzu olduğunu belirtmiştir.
7 ﴾‫اك إ َِّل َر ْح َمـ ًة ِل ْل َعا َل ِميـ َـن‬
َ ‫﴿و َمــا أَ ْر َسـ ْل َن‬
َ “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet
olarak gönderdik.” el-Enbiyâ, 21/
8 “Kişi bütün arzu ettiklerine ulaşacak değildir. Rüzgarların gemilerin arzu
etmediği şekilde estiği de olur.” Beyit, Ebu’t-Tayyib el-Mutenebbî’ye aittir,
bkz. el-Hamâsetu’l-Magribiyye, 2/, Nihâyetu’l-Ereb, 3/
24 │ MUKADDİME - İhyâ Tercüme ve Şerhi

mâ-sadakınca mahz-ı şîve-i kazâ vü kader-i rabbânîden midir yoksa


mahsûl-i kusûr-ı tâli¡-i ahter-i bed-baht ve sû-i hatt-ı kemter-i fakîrâ-
nemden midir her ne hâl ise vatan-ı ¡âcizîde bir takım ¡avârız-ı hâdisât
ve fiten-i mütekârisâta sâ'id-i ümniyye ve âmâlim peyveste ve mâye-i
fahr ü şeref ü mübâhâtımız olan hizmetten dûr kalıp onda pây-ı mük-
net ve bâzû-yı iktidârım şikeste ve beste olmasıyla ilcâ-yı hâl ü zamân
ve iktizâ-yı devr ü mekân üzerine umûr-ı iftâdan keff-i yed ve bi’l-ız-
tırâr esbâb-ı ma¡îşeti aramak, bâr-ı girân-ı düyûna bir çâre ve tedbîr
bulmak tasavvuruyla 9”‫يض ـ ٌة‬ َ ِ‫يضـ ِـة َفر‬ ِ ‫ط َلــب ا ْلحـ‬
َ ِ‫ـال َب ْعـ َـد ا ْل َفر‬ َ ُ َ “ fehvâsınca idâ-
re-i ehl ü etfâle bir medârik-i iktisâb bâbında hâh u nâ-hâh terk-i dâr u
diyâr ile der-i yâr-i sa¡âdet-medâr-ı hazret-i mülk-dârîye gelip dehâ-
let ettiğimde egerçi meşâyih-i ¡izâm-ı İslâmiyye taraflarından bi-ha-
sebi’l-kadr nev¡an-mâ dil-nüvâz u lutf-dîde oldumsa da lâkin zahm-ı
dile bir merhem bulamayıp ancak leyte ve le¡alle ile ¡ömr-i ¡azîzimizi
tazyî¡ ve o âna gelince on seneden ziyâde bu sevâb-ı ifâde vü istifâ-
deden mahrûm kalmakla ve bu bî-behrelik hâli mümtedd ve müttetâ-
vil olacağı dahi karâyin-i hâl ve emsâl-i a¡mâl ile istidlâl kılınmış
olmakla 10”‫ـار َمــا ُهـ َـو ْالَ ْهـ َـو ُن‬ ِ ِ ‫ “مـ ِـن‬kaziyyesine tatbîken gur-
ُ ‫ابتلـ َـي َب َبل َّي َت ْيـ ِـن َي ْخ َتـ‬
ُ َ
bete devâm edip birle neşr ve irşâd makâmında kâim olmak üzere
bir münâsib kitâbın şerh ve tercemesine ¡inân-ı kasd u ihtiyârı keşîde
eyledim.
Ve böyle bir hizmete bu perîşânî-i hâtır ve melâlet-i kalb ve müzâ-
yaka-i hâl ile berâber mâye-i liyâkat u ehliyyet ü iktidârım egerçi
dûn, belki mefkûd ve nâbûd ise de ammâ bu yolda vâki¡ olacak kusûr
ve hatâ ve cürm ü cinâyet-i dâ¡iyânem nazar-gâh-ı ehl-i intibâh ve
ashâb-ı mecd ü câh ve ¡ulâ vü mürüvvette mahfî ve mestûr kalıp
¡uyûb-ı lisân ve hefevât-ı zebânım zîr-i nikâb-ı tevârîde terk ile fakî-

9 “Farzları yerine getirdikten sonra helal rızık aramak farzdır.”


10 “İki belaya müptela olan kişi daha az zararlı olanı tercih eder.” el-Makâ-
sıdu’l-Hasene, 1/, ; Keşfu’l-Hafâ, 2/, no: Bu kaynaklarda
”‫“مـ ِـن ْاب ُت ِلــي بِب ِلي َتيـ ِـن َف ْلي ْخ َتــر أَ ْسـ َـه َل ُه َما‬
َ “iki musibete duçar olan kişi daha hafif olanını
ْ َ ْ َّ َ َ
seçsin” şeklinde hadis olmayıp Hazret-i Aişe’nin bir ifadesinden mülhem
sayılmıştır.
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 25

ri ma¡zûr tutup o zeyg-ı hâme ve hatâ-i perîşaniyyet-i zihne haml


ِ ‫ــذ مــا ص َفــا دع مــا َك‬
ve 11”‫ــد َر‬ َ ْ َ َ َ ْ ‫“خ‬ ُ kabîlinden olarak mütecâsir-i imlâsı bu-
lunduğum ¡ibârâtın münâsibini kabûl ü tahsînle zellât-ı sâiresi dahi
bi’l-ıslâh ber-hüsn-i te™vîl ile ta¡dîl ve tecmîl ve ta¡mîl etmek hâli fu-
zalâ-yı ¡asrın şîme-i fahîme-i merhamet-sâzîlerinden ümîd-i kavî bu-
lunmakla hemân o niyyet-i hâliseye cezm ve mesîr-i ¡umûmu’l-mu-
vahhidîn olan İhyâu ¡Ulûmi’d-Dîn kitâbı memâlik-i ¡Arabiyyede fazl
ve menâfi¡i meşhûd olup fi’l-hakîka bir mürşid-i kâmil makâmında
kâim bir eser-i mahmûd göründüğünden ve Türkî lisânıyla şerh ve
terceme olunursa ebnâ-i diyâr-ı Rum’a dahi nef¡i ihâta ve şümûl ede-
ceğinden ve bu yolda mihmân ve müsâfiri bulunduğum diyâra dahi
bir hüsn-i hidmet olması vechen-mâ mütebâdir-i hâtır olmakla bu
yüzden dâimî olarak bir ecr ve sevâb ve hayr du¡âyı iktisâb etmek
kasdında ma¡a-kılleti’l-bizâ¡a ve ¡ademi’l-istitâ¡a nühüfte-i zamîrin
ibrâzına teşmîr-i sâk-ı hâme ve şed-bend-i nitâk-ı ihtimâm etmekle
kitâb-ı müstetâb-ı hikmet-nisâb-ı mezkûrun ber-vech-i mutasavver
lisân-ı ¡azbü’l-beyân-ı ¡Osmânî ile terceme ve şerhine şürû¡ ve mü-
bâşeret kılındı.
Ve bu hizmetten murâd ve maksûd olan fâide ve nef¡ egerçi bi’l-
kasd ma¡nen husûlü eltâf-ı ilâhiyyeden mütemennâ ve me™mûl ise
de ammâ hakîkat-i vücûdu ancak fevâyid-i ¡âmme ile hâsıl olur. Ve
bundan ¡âmmenin intifâ¡ı ancak onun tab¡ ve neşriyle mümkin ola-
cağından ve fakr-i hâl-i dâ¡iyânem egerçi bu maksad-ı hayr-mersada
dahi hâciz ve mâni¡ olduğu melhûz ise de ammâ hâmî-i dîn ü devlet
ve yâver-i ümmet ü millet olan şehriyâr-ı Eflâtûn-şi¡ârın mehâsin-i
enzâr-ı merhamet-disârları bu vâhimeye râfi¡ ve dâfi¡ görünüp lâ-siy-
yemâ bu âsâr-ı cedîdeye iksîr-i nigâh-ı ¡âlî-i [6] hazret-i hilâfet-penâhî
a¡nî ecell ü a¡zam-ı şehenşâhân-ı cihân ve efham-ı pâdişâhân-ı zamân,
mihr-i münîr-i devlet-i müselmânî ve bedr-i tâb-dâr-ı burc-ı saltanat-ı

11 “Duru olanı al, bulanık olanı bırak.” Özdeyiştir, bkz. Tâcu’l-¡Arûs, ‫ كدر‬mad-
desi, Lisânu’l-¡Arab, ‫ كــدر‬maddesi, (‫ كــدر‬kelimesinde dâl zamme, fetha ve
kesre ile okunabilir).
26 │ MUKADDİME - İhyâ Tercüme ve Şerhi

¡Osmânî, kâşif-i mu¡∂ılât-ı devrân ve hallâl-i müşkilât-ı hisân-ı kıb-


le-gâh-ı hâss u ¡âmm ve melce™ ü penâh-ı kâffe-i ehl-i İslâm, mefhar-i
cehâbize-i dânişverân ve masdar-ı fezâyil-i dânişmendân, nükte-dân-ı
dekâyık-ı ¡ulûm-ı nakliyye ve hakâyık-şinâs-ı hikem-i ¡akliyye, pîş-
vâ-yı sâlikân-ı râh-ı hakîkat ve muktedâ-yı ehl-i câh u tarîkat, necm-i
sipihr-i semâ-i rifâ¡î ve kevkeb-i felek-i mesâ¡î, sâhib-i tîg ü kalem
ü tâc ve mâlik-i rikâb-ı kulûb-ı e¡âzım-ı turuk u ehl-i minhâc, mem-
dûh-ı efâzıl-ı şark u garb ve mahmûd-ı elsine-i ¡Acem ü ¡Arab, kiş-
ver-güşây-ı fünûn-ı edebiyye ve hükm-rân-ı ekâlîm-i umûr-ı erebiyye,
hâkân-ı mülk ü millet ve sultân-ı selâtîn-i devlet, erîke-pîrây-ı taht-ı
hilâfet, emîrü’l-mü™minîn ve imâmü’l-müslimîn ve ser-efrâz-ı mülûk-ı
zemîn, sâhib-i tevkî¡-i refî'-i hamîd-i rabbânî ve zîb ü zînet-i tuğra-yı
garrâ-yı cenâb-ı cihân-bânî, şevketli, kudretli, kerâmetli, ¡azametli şe-
henşâh-ı ¡âlî-câh-ı enâm ve pâdişâh-ı encüm-sipâh-ı İslâm, veliyy-i
ni¡met-i âlem, mâlik-i rikâbu’l-ümem, hazret-i gîtî-sitân-ı mu¡azzam
u müfahham es-sultân ibnü’s-sultân es-Sultân el-Gâzî ¡Abdülhamîd
Hân ibnü’s-Sultân el-Gâzî ¡Abdülmecîd Hân halledallâhu bi’l-¡adli
saltanetehu ve eyyede bi’t-tevfîki devletehu ve etâlallâhu ta¡âlâ ¡um-
rehu ve ¡âfiyetehu efendimizin hüsn-i iltifâtına sezâ ve mazhar olursa
mergûb-ı ¡umûm-ı sekene-i âfâk ve meşhûr u mahbûb-ı Rum u Türk
ü ¡Irâk olur. Ve zîr-i zıll-ı zalîl-i bî-¡adîl-i hükm-rânîlerine muhît ve
şâmil olan ni¡am-ı ¡âliye-i gâliye vü mütevâliyeye bir lâhika-i fâika vü
râyika olur ki kebîr ve sagîr ve hakîr ve fakîr ve bay ve gedâ ve emîr
bu me™âsirin fevâyid ve ¡avâyidinden behre-dâr olur.

ُ ‫ ”لَ َي ْعرِ ُف ا ْل َف ْض َل ِإل َّ َذ ُو‬mâ-sadakınca işbu kitâb-ı hikmet-me™âb-ı


Ve ”‫وه‬ 12

mezkûrun rişte-i metninde muntazam bulunan dürer-i semîne-i hikem


ve gurer-i güzîne-i silem zîver-i nu√ûr-ı kâffe-i ebnâ-i beşer olmağa

12 “Fazileti ancak fazilet sahibi bilir.” Feyzu’l-Kadîr, 3/8; el-Makâsıdu’l-Ha-


sene, 1/; Kenzu’l-¡Ummâl, 13/; Keşfu’l-Hafâ, 1/, no: Bu
kaynaklarda hadis olarak ”‫( “إ َِّن َمــا َي ْعــرِ ُف ال َف ْضـ َـل ألَ ْهـ ِـل ال َف ْضـ ِـل أهـ ُـل ال َف ْضـ ِـل‬Fazilet sa-
hiplerinin faziletini ancak fazilet erbabı bilir, takdir eder) şeklinde, bazen ‫أهل‬
yerine ‫ ذو‬veya ‫ ذوو‬ile.
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 27

şâyeste ve hakîkaten böyle bir şerh ve tercemeye muhtâc olup ta¡mîm-i


fâidesi buna vâbeste olduğunu ancak bu gibi ¡allâme bir pâdişâh-ı fezâ-
yil-iktinâh bilir. Ve bu cihetle kendim dahi bu bâbda mes¡ûd ve bahtiyâr
¡add ve bu ¡asr-ı ma¡delet-hasra benim eser-i hâmem zuhûru dahi vâci-
bü’t-teşekkür bir başkaca birr ü ni¡met-i ¡uzmâ zu¡m olduğu ve bunun-
la te™lîf ve tasnîfe kat-ender-kat şevkim mütezâ¡if ve mütezâyid olup
bi-lutfihi’l-Kerîm bu mecellât-ı ¡aliyye dahi rehîn-i tahsîn-i lehazât-ı
seniyye olduktan sonra zîver-i eyâdî-i intişâr u iştihâr olmak emel ve
ümîdiyle onun itmâmına sarf-ı tamâmî-i nakdîne-i imkân u kudretle
ketb ve ebvâb ve fusûlünü dokuz mücellede taksîm birle bu terceme ve
şerhi tehzîb ve tertîb ve ismi cismine muvâfakat eylemek için Mesîru
¡Umûmi’l-Muvahhidîn İlâ İhyâi ¡Ulûmi’d-Dîn diye vaz¡ ve tesmiye ey-
ledim. Ve nezd-i ehl-i fazl u ¡irfânda hafî ve pinhân olmadığı vech üzere
metn-i kitâb ¡ibâdât ve ¡âdâta câmi¡dir ve envâ¡-ı mehâsin-i ahlâk ve as-
nâf-ı ¡ulûm ve ed¡iye ve esniye ve tesbîhâta hâvî ve şâmildir. Ve her bir
bahsi envâr-ı rüşd ü hidâyetle lâmi¡ ve her bir hükmü levâmi¡-i berâhîn-i
katî¡a ile sâtı¡ bulunmuş olduğundan ve mü™ellifi Şâfi¡iyyü’l-mezheb
bulunduğundan ve keyfiyyet-i a¡mâl-i ¡ibâdât mezheb-i Şâfi¡î hükmün-
ce beyân ve zikr ettiğinden mezheb-i Hanefî’de olup ¡ulûm-ı şer¡iyyeye
mümâreseleri olmayan ¡avâmm kendi mezhebini şaşırıp bununla tâyih
olmamak için her nerede bir ihtilâf-ı mezheb vâki¡ olduysa o keyfiy-
yet mezheb-i Şâfi¡î üzere olduğu iş¡âr ve mezheb-i Hanefî’de olan key-
fiyyet icrâsı dahi zamîme ve ¡ilâve kılınmış ve’l-hâsıl müteşâbihât ve
müteşâkilâtının kâffesine ve ¡umûm-ı medlûlât-ı hafiyyesine işbu şerh
ta¡arruz edip mehmâ-emken dekâyık-ı nühüfte ve hakâyık-ı nev-şü-
küftelerine ebvâb-ı lâzime fethiyle teshîlât-ı fehmine sa¡y olunmuş
ve ¡umûma mezâyâ-yı elfâzı vâsıl olup onunla râh-ı selâmet ü necâ-
ha ¡âmmeten mütevâsıl olmak bâbında sa¡y u gûşiş-i belîg gösterilmiş;
vallâhu’l-muvaffıku li’l-itmâmi ve huve’l-muste¡ânu fî cemî¡i’l-umûri
ve’l-mehâmmi.
28 │ MUKADDİME - İhyâ Tercüme ve Şerhi

[7] Der-Beyân-ı Terceme-i Hâl-i Mü™ellif-i Kitâb Hazret-i İmâm Gazzâlî


¡Aleyhi’r-Rahmetu ve Rızâu’l-Meliki’l-Vehhâb

Bismillâhirrahmânirrahîm
el-Hamdu lillâhi vahdehu ve’s-salâtu ve’s-selâmu ¡alâ men lâ nebiy-
ye ba¡dehu, ammâ ba¡du, …u†b-ı ¡âlem-i rabbânî ve heykel-i nûr-ı same-
dânî, şems-i tâbân-ı fazl u ¡irfân ve bedr-i münîr-i âsumân-ı hidâyet u
burhân, şeref-i hıtta-i ¡Irâk ve mecd-i dâire-i âfâk, sirâc-ı bilâd-ı Kuds
ü Şâm ve çerâg-ı Bagdâd-ı medînetü’s-selâm, nâsır-ı dîn-i mübîn ve
…âhir-i gürûh-ı mübtedi¡a vü mu¡ânidîn, vâkıf-ı sırr-ı hakâyık ve ¡ârif-i
künh-i gavâmiz ü dekâyık, serdâr-ı cehâbize-i kümmelîn ve server-i
ehl-i yakîn, a¡lem-i ¡ulemâ-yı ¡asr-ı pesîn ü pîşîn ve efdal-i fuzelâ-yı dehr
ü hîn, nükte-dân-ı ¡âlem-i mülk ü melekût ve dakîka-şinâs-ı esrâr-ı ce-
berût, imâm-ı celîl ve hümâm-ı cemîl, hakîm-i kişver-i tevhîd ve hâ-
kim-i iklîm-i temcîd, müftehar-i ehl-i tarîkat ve mu¡teber-i râh-ı hakîkat,
vâsıl-ı sırr-ı şühûd ve nâil-i şeref ü sa¡d u sü¡ûd, mazhar-ı hitâb-ı Kelîm
der-huzûr, nûr-ı deycûr-ı vücûd hazret-i sultân-ı rüsül Cenâb-ı Ahmed
ü Muhammed ü Mahmûd ¡aleyhi’s-salâtu ve’s-selâmü ilâ yevmi’l-haşri
ve’l-hulûdi, necm-i semâ-i arz-ı Tûsî Hazret-i Ebû Hâmid Muhammed
b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Gazzâlî et-Tûsî hicret-i ne-
beviyyeden dört yüz elli sene mürûruyla Tûs karyesinde mütevellid olup
zîver-i mehd-i şühûd olmuştur. Ve beş yüz beş senesinin cemâzi’l-â-
hirinin on dördüncü günü yevm-i isneynde mürtehil-i dâr-ı hulûd olup
kezâlik Tûs karyesinde defîn-i hâk-i ¡ıtr-nâk olmuştur.
Ve ber-mûceb-i tahkîk-i efâzıl u rüvât imâm-ı müşârünileyhin vâlid-i
mâcidi ehl-i zühd ü salâhtan olup san¡atı gazl-i sûf olmakla o münâsebet
ile imâm-ı müşârünileyhe Gazzâlî lakabı hâsıl olmuştur. Ve be-gâyet
muhibb-i fukahâ vü ulemâ olup hemîşe ziyâret ve musâhabetlerine mülâ-
zim ve hidemâtlarına kıyâm ile vüs¡ ve kudreti yettiği mertebede onlara
¡atiyye vü ihsân vermeğe cidd ve ictihâd ve mümkini olduğu mertebede
üzerlerine dahi infâk eder idi. Velâkin zâten ashâb-ı servet ü sâmândan
olmayıp vech-i ma¡îşeti hirfet-i desti olup dâimâ yününü eliyle eğer ve
Tûs’ta kâin olan dükkânında satıp esmânı ribhiyle ta¡ayyüş ve tasadduk
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 29

ve ihsân u infâk-ı fukarâ ederdi. Ve fukahâ meclislerine varıp kelâm-ı


fukahâyı işittikçe bükâ ve tazarru¡ edip ona bir veled-i fakîh rızk ve nasîb
olmasını zât-ı zi’l-celâlden diler idi ve dînde ziyâdesiyle mütefakkıh ol-
masını dahi temennî ve du¡â ederdi. Ve kezâlik mecâlis-i va¡za gidip
hâzır oldukça nasîhat ve va¡zdan hoşlandıkça yine tazarru¡ ve zârî edip
ağlar ve ona vâ¡iz olarak bir veled ihsân olunmasını zât-ı zü’l-celâlden
su™âl ve taleb ederdi.
Ve bu iki du¡âsı rehîn-i icâbet ü kabûl olup matlûbu vech üzere iki
veled-i sâlihe nâil oldu ki birisi imâm-ı müşârünileyhtir ve fi’l-hakîka
efkah-ı ehl-i zamânı oldu, kat-ender-kat akrânına fâik oldu. Ve ikincisi
birâderi ¡allâme-i sânî Ahmed-i Vâ¡iz idi. Böyle bir vâ¡iz idi ki te™sîr-i
nush u pendinden hacer-i §ammâdan eşedd ve akvâ ve eledd ve aksâ
olan kulûb iki pâre olurdu ki onun tahzîrine taş dayanmazdı ve meclis-i
zikrinde hâzır bulunanların vücûdları mürte¡iş ve lerze-nâk olup ferâi§-
leri titrerdi. Ve İmâm Gazzâlî’nin fıkhı ise hakkında hâss ve ¡âmm keli-
me-i vâhide olarak onunla şehâdet ve teslîm edip fi’l-hakîka ehl-i zamâ-
nın imâmı ve fâris-i meydânı olduğuna muvâfık u mu“âlif ve mu¡âdî
vü mu√âlifi i¡tirâf ve tasdîk etmiştir. Mü™ellefât ve musannefâtı dahi bu
müdde¡âyı isbât ve tahkîk eyler.
Ve ber-minvâl-i meşrûh pederi fukarâ-yı sâbirîn ü sâlihînden bulun-
duğundan ve ¡amel-i yedi olan gazl-i sûf kesbinden geçinip başkaca bir
vech-i ma¡îşeti olmadığından maraz-ı mevtinde ve takarrüb-i vefâtında
ehl-i salâh u takvâdan bulunan sadîk-i mukarrebi bir merd-i mutasavvıfı
oğulları Ebû Hâmid ile Ahmed’in üzerlerine vasî-i muhtâr nasb edip ona
dedi ki “Terk-i hattan dolayı benim pek çok tahassür ve ¡azîm bir te™es-
süfüm vardır ve bana geçmiş olan ni¡met evlâdıma husûlüyle telâfî-i mâ-
fât kaziyyesi ümîdinde bulunmuş olduğumdan bu yolda onlara benim
terk edeceğim muhallefâtın kâffesini sarf olunsa bile, sen ona mübâlât
etmeyip hemân emr-i ta¡lîmlerine yine bezl-i mâye-i iktidâr u himmet
etmenizi recâ ve tevakku¡ ederim.” Ve vasî-i mezkûr dahi onun vefâtı
vukû¡uyla pederlerinin vasiyyeti mûcebince ta¡lîmlerine ikdâm ve gayret
edip tâ ki pederlerinden mevrûsları olan mâl-ı kalîl ve nezr-i yesîri biti-
30 │ MUKADDİME - İhyâ Tercüme ve Şerhi

rip bir gûnâ mâlları kalmadı ve emr-i infâk u idârelerine kıyâm etmek o
vasî-i sûfîye müte¡azzir olunca zarûrî olarak vasî-i merkûm onlara dedi
ki “Ma¡lûmunuz olduğu vech üzere pederinizin kâffe-i metrûk u mu-
hallefâtını sizin üzerinize sarf ve infâk ile mâlınız cümlesi gitti. İmdi
sizin bir mâlınız kalmamış ve ben dahi ehl-i tecrîdden fakîrü’l-hâl bir
âdem bulunmuş olduğumdan sizi onunla müvâsât edecek benim bir mâ-
lım yoktur. Sizin için en ziyâde aslah ve enseb olan tarîki böyle gördüm
ki siz medreselerin birisine sanki talebe-i ¡ulûmdansınız, ilticâ edesiniz,
tâ ki vaktinize i¡âne edecek bir kût size hâsıl ola.” Onlar dahi onın bu
nushunu kabûl edip medreseye girdiler ve sa¡âdetlerine ve ¡ulüvv-i de-
recâtlarına dahi o keyfiyyet sebeb-i müstakil oldu, hattâ İmâm Gazzâlî
hikâyet ederdi ki “Biz ¡ilmi zât-ı zi’l-celâlin gayrısına taleb ettik, velâkin
¡ilm-i şerîf zât-ı zi’l- [8] celâlin gayrısına olmaktan ibâ ve imtinâ¡ edip
zât-ı zi’l-celâle ¡âyid ve muhtass oldu.”
Ve ber-minvâl-i muharrer tahsîl-i ¡ilme vâki¡ olan cidd ve cehdi
rehîn-i tevfîk ve karîn-i rızâ-yı Bârî ve tahkîk olunca zât-ı kemâlât-
sıfâtı ¡ulûm-ı şettâya câmi¡ olup menkûl ve mefhûmda beyne’l-hâss
ve’l-¡âmm bir ¡âlim-i mümtâz u mübriz olmakla e™imme-i ¡izâm-ı es-
lâfın makâmlarına varıp ve o makâm gâye-i mesâ¡îsi olduğuna kanâ¡at
etmeyip daha ziyâde ileriye varmağa sa¡y-ı belîg etti. Ve nihâyet u
âhirini i§ti…sâ etmeksizin bir mevkifte durmayıp hemîşe matlab-ı a¡lâ-
ya sarf-ı gûşiş ederek kendi zamânında vahîd-i dehr ve ferîd-i ¡asr
olarak fehhâme-i yektâ oldu. Eyâdî-i mücâdilîn itfâsına muktedir ola-
mayan nîrân-ı bida¡ı ta“mîd ve itfâ eyledi. Hünerle egerçi ∂ırgâm bir
zât idi, ammâ ondan üsûd-ı nîrân mütevârî olup huzûrunda lerzân ve
mehâfe-zenân olurlardı ve heykel-i cismi dahi bedr-i tamâm ise de
velâkin onun envâr-ı rüşd ve ziyâ-i hidâyeti leylen ve nehâren müşrı…
olup ¡aled-devâm mütevâliyen ¡âlemi rûşen-dâr ederdi. Ve fi’l-hakîka
beşer idi, ammâ sebât ve istikâmette bir †avd-ı ¡azîm ve cebel-i şâmi“
ü şehî… u cesîm idi. Ve egerçi ba¡zu’n-nâs olup velâkin cemâdın ba¡-
zı olan dürr-i nazîm gibi idi. Zamân-ı mecî™i firye-i felâsifenin def¡i
için ona ihtiyâc-ı ¡âmme o mertebeye varmıştı ki leyle-i muzlimede
mesâbîh-i âsumâne halkın olan ihtiyâcı gibi olmuştu ve himmetine
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 31

olan fakr ve ıztırârları dahi katarât-ı mâ™a arz-ı cedbânın fakr ve ız-
tırârı gibiydi.
Ve ¡ulüvv-i himmetiyle kendisi çün bu hâli gördü, dîn-i hanîfin
muhâfazasına şedd-i nitâk-ı ihtimâm edip havze-i √imâsı üzerine tîg-i
tîz-i hûn-rîz-i makâli ile mücâhede ve gazâ ve sihâm-ı kelâmı sînehâ-yı
muhâlifîne bi’l-havâle hadd-i ni§âli telvîs-i dimâ ve hubs-i hûn ile âlûde
ve tel†î“ etmeksizin kılâ¡ u bikâ-ı kulûb-ı a¡dâyı zabt ve teshîr eyledi,
tâ kim zamân-ı yümn-iktirânında husûn-i ¡akâ™id-i ¡âmme mahfûz ve
masûn ve hablü’l-metîn-i dîn-i mübîni vesîku’l-¡urâ olup gayâhib-i şü-
behât-ı dâlle kâmilen âfitâb-ı ¡âlem-tâb-ı ¡ilm ü ¡ameli ile münkeşif oldu.
Sanki o ¡avârız-ı târiye havâdis-i müfteriyeden gayrı bir şey değil idi. Ve
bununla berâber zamîri hâvî olduğu vera¡ ve takvâyı kâbil-i vasf u ta¡rîf
değildir. Dâimâ halvet-nişîn-i ¡uzlet olup ¡ibâdet ve tâ¡atten başka onun
bir semîri olmamakla terk-i dünyâ ve hecr-i mâ-sivâ ederek hubb-ı câh u
mâlı arkası sonra ilkâ edegeldiği meşhûr ve mütevâtirdir.
¡Unfuvân-ı sabâvetinde kendi vatanında Ahmed b. Muhammed
er-Râzekânî nâm fakîh-i nebîhten egerçi fıkhın bir tarafını okuduysa da
ba¡dehu Ebû Nasr İsmâ¡ilî’den kırâ™et eylemek üzere cânib-i Cürcân’a
¡azîmet ve sefer ve rıhlet edip ¡allâme-i mûmâileyhten hayliden hay-
li ¡ulûm-ı nâfi¡ayı tahsîl ve sûy-i vatanına ¡avdet ve rahîl ettikte İmâm
Es¡ad-i Mîhenî’nin rivâyeti mûcebince esnâ-i tarîkte tâife-i ¡ayyârîne râst
gelip mâ-hasalı bulunan mâl ve menâli gâret-zede olmuş ve onun kütü-
bü giriftâr-ı dest-i reh-zenân olunca istihlâsları bâbında kuttâ¡-ı tarîkin
eserlerini iktizâ edip gitti. Ve pîş-rev-i gürûh-ı ¡ayyârîn ona dönüp iltifât
ettikte “Yazık sana, geriye dön, yoksa helâka uğrarsın!” diye ircâ¡ına
çalıştıkta o dahi “Siz ondan necât ve selâmeti recâ ettiğin zât ¡aşkına sen-
den dilerim ki bu torba ve ta¡lîkamı sen bana redd edip veresin, zîrâ siz
onunla müntefi¡ olacağınız bir şey değildir” diye tahlîs-i kütübe ihtimâm
etmiş. Ve ser-âmedân-ı eşkıyâ “Bu ta¡lîkan nedir?” diye ondan istifsâr,
o dahi “İçinde benim bir takım kitaplarım vardır ki ben onun istimâ¡ ve
kitâbet ve ma¡rifet-i ¡ilmi için hicret etmiştim” diye beyân ve ihbâr edin-
ce re™îs-i eşkıyâ gülüp dedi ki “Sen onun ¡ilminin ma¡rifetini nice da¡vâ
32 │ MUKADDİME - İhyâ Tercüme ve Şerhi

edersin ki o hâl ile ki biz onu almışız ve ¡ilminden mütecerrid olup ¡il-
msiz kalmışsın!” Ba¡dehu ona redd ve i¡tâsı için ashâbına emr vermekle
onun kütübü ona i¡âde ve teslîm kılındı. Rivâyet olunur ki imâm-ı müşâ-
rünileyh demiş ki “Bu bir müstantik idi, zât-ı zü’l-celâl benim emrimde
beni irşâd etmek için onu öylece nutk ettirdi. Ve çün Tûs’a vâsıl oldum,
¡ale’t-tevâlî üç sene hıfzlarına ikbâl ve iştigâl ile ta¡lîkine muvaffak ol-
duğum kâffe-i ¡ulûm u ehâdîsi kâmilen ve tamâmen ezber eyledim, tâ ki
böyle bir hâle geldim ki kuttâ¡-ı tarîk şerrine uğrayıp ta¡lîkât ve kütübüm
bir dahi gâret-zede olur ise onların ¡ilmlerinden mütecerrid kalmam.”
Bu hikâyeti imâm-ı müşârünileyhten rivâyeten [9] Nizâmülmülk nâm
vezîr nakl ve hikâyet etmiştir, nitekim Nizâmülmülk tercemesinde İbn
Sem¡ânî zeylinden mervî ve musarrah bulunmuştur.
Sonra İmâm Gazzâlî ¡aleyhi’r-rahme hazretleri İmâmu’l-◊arameyn’e
mülâzemet eylemek üzere Nîsâbûr’a gidip onda dahi bir müddet ikâ-
met etti. Ve tekmîl-i envâ¡-ı ¡ulûm ve itmâm-ı asnâf-ı fünûna mezîd-i
ihtimâm ve sa¡y u gûşiş ve cidd ü ictihâd-ı tâmm edip tâ ki ¡ilm-i mezheb
ü hilâfta ve fenn-i asleyn ve cedel ve mantıkta fâik-i akrân ve müşârün
bi’l-benân oldu. Ve ¡ilm ve hikmet ve felsefeyi dahi gereği gibi kırâ™et ve
ta¡allüm etti ve kâffelerini tahkîm ve takrîr eyledi tâ ki bu ¡ulûm sâhib-
lerinin kelâmlarını tamâmen fehm edip anladı ve üzerlerine kelâmlarını
redd ve ibtâl, da¡vâlarına kıyâm ve tasaddî etti ki bu ¡ulûmun her bir
fenninde bir kitâb te™lîf etti ve ¡acîb ve garîb ve be-gâyet hasîn ve rezîn
bir tarz üzere onları tehzîb ve tasnîf eyledi, hattâ dürer-i edille vü berâhîn
ile safâyih-i suhufu tarsî¡ ve sahâyif-i kütübü tar§îf etmiş, artık dâd-ı Hak
ve feyz-i fazl-ı Vehhâb-ı mutlaktan zât-ı kerâmet-âyâtı ¡acîb ve garîb
bir fıtratla meftûr olup şedîdü’z-zekâ, müfritü’l-idrâk, ba¡îdü’l-gavr bir
merd-i fatîn idi ki gavvâs-ı ¡ummân-ı ma¡ânî-i dakîka ve nükte-şinâs-ı
mebânî-i ¡ibârât-ı rakîka idüği müsellem-i hâss u ¡âmm idi.
Hulâsa-i kelâm bir cebel-i ¡ilm idi, münâzarada husamâsına galebe
etmeklikte şöhret-şi¡âr idi, hattâ şeyhi İmâmü’l-◊arameyn kendi telâmi-
zesini vasf ederken hakkında: “Gazzâlî bahr-i ma¡rifettir ve Kiyâ esed-i
mu“ri…tir ve Hâfî âteş-i mu√ri…tir” diye vasf eylemiş. “Kiyâ” kesr-i kâf
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 33

ve feth-i yâ-yı müsennât ile bir telâmîzin ismidir ki İmâm-ı ◊arameyn’in


dersi mu¡îdlerinden idi ve İmâm Gazzâlî’nin ikincisi idi, belki ondan
daha ziyâde asîl ve savt ve nazarda aslah ve atyeb idi; dört yüz elli târî-
hinde vilâdet ve beş yüz dört senesinde Bagdâd-ı behişt-âbâdda vefât
etmiştir. Ve ”âfî dahi ”âf’a mensûb olan Ebü’l-Muzaffer Ahmed b. Mu-
hammed b. el-Muzaffer el-Hâfî’dir ki o dahi ehl-i zamânının enzarı ve
a√≠a…ı bir zât-ı kiyâset-sıfât idi.
Rivâyet olunur ki İmâmu’l-◊arameyn âhir-i emrde bâtınen İmâm
Gazzâlî’den kıskanıp azıcık çekinir idi, velev ki zâhiren onunla rûy-i
beşâşet ü behcetî gösterir idi. Ve İmâmu’l-◊arameyn’in vefâtından son-
ra İmâm Gazzâlî, Nizâmülmülk nâm vezîre müteveccihen ve kâsıden
ordugâhına çıkıp gitti ve meclisinde e™imme ve ¡ulemâ ile münâzara edip
husamâsını kahr eylerdi. Onun kelâmı kâffesi üzerine zâhir olup kâtıbe-
ten onun fazl ve kemâline i¡tirâf ve tasdîk etmeleriyle sâhib-i ¡âlî-câh
dahi onu ta¡zîm ve tebcîl ile telakkî edip Bagdâd’da kâin olan medrese-
sinin müderrisliğine ta¡yîn ve tevliyet etti.
Ve medreseye ¡azîmeti husûsu emr ve irâde edince o dahi Bagdâd’a
varıp dört yüz seksen dört târîhinde Medrese-i Nizâmiyye’de müderris
oldu ve vazîfe-i tedrîse güzelce kıyâm edip onun hüsn-i kelâmı ve kemâl
ve fazlı ve fesâhat-i lisânı ile nüket-i dakîka ve işârât-ı latîfe vü reşîkaları
¡âleme i¡câb ettiğinden Bagdâd ahâlîsi be-gâyet onu muhabbet ettiler ve
gözleri menzilelerinde onu inzâl edip ona dediler ki “Ecille-i menâsıba
ehl ve müstahak bulunan ¡allâme-i bî-nazîre merhabâ!” Ve bu celâl ve
cemâl ve fazl ve kemâl ile ¡azîmü’l-câh ve ¡âli’r-rütbe ve zâyidü’l-haş-
met ve meşhûru’l-ism olarak bir müddet ta¡lîm-i ¡ilm ü tedrîse devâm
ve muvâzabet ettikten sonra ve zât-ı sütûde-sıfâtı ¡âleme bir darb-ı me-
sel olup onun ziyâretine emâkin-i ba¡îdeden şedd-i rihâl ile efâzıl-ı dehr
gelip celâdet-i kadrine teslîm-i küllî hâsıl olduktan sonra nefs-i nefîsi
rezâyil-i dünyâdan müşrif olup nâil olduğu câh ve takaddümü raf∂ ile ve
kâffe-i ¡alâyık-ı dünyâyı ardı sonra terk ile Beyt-i Harâm’ın ziyâretine
¡azîmet ve ba¡de edâi’l-hacc Şâm-ı şerîfe ¡avdet ve dört yüz seksen sekiz
senesinin şehr-i zi’l-ka¡desinde berr-i Şâm-ı cennet-meşâmma vürûdun-
34 │ MUKADDİME - İhyâ Tercüme ve Şerhi

da birâderi medrese-i mezkûrenin müderrisliğine tevkîl ve inâbe edip


Beytü’l-Makdis’in ziyâretine teveccüh ve orada dahi bir müddet mü-
câveret ettikten sonra tekrâr Dımaşk-ı Şâm’a rücû¡ ve ¡avdet ve Câmi¡-i
Emevî’de Gazzâlî’nin Zâviyesi demekle ma¡rûf olan zâviyede i¡tikâf ve
¡uzlet etmiş ve libâs-ı hırka-i peşmîne ve siyâb-ı galîza ü haşîne ile nef-
sine mücâhede ve taklîl-i ta¡âm u şarâb ile riyâzet ve müzâhede ettikte
işbu İhyâu ¡Ulûmi’d-Dîn kütübünün te™lîfine bed™ ve mübâşeret eyledi.
Ve ma¡a-zâlik meşâhid-i mu¡azzama ve türeb ü mesâcid-i muhte-
remenin tavâf ve ziyâretlerine mü&âberet ve müdâvemet ve sahârâ ve
…ıfârda geşt ü güzâr ile mücâhede-i ebrâr ile nefsine ilzâm ve mihen
ve meşâkkı teklîf ve tahmîlle ¡ibâdât-ı marziyye ve tâ¡ât-ı kurbiyyenin
envâ¡ıyla nefs-i nefîsini ta¡vîd ve temcîd edip mertebe-i ¡ulyâya irtikâ ey-
ledi. Ve’l-hâsıl kutb-ı vücûd ve birke-i her muhdes ve mevcûd oluncaya
dek sa¡y-i bî-pâyân ve mücâhede-i bî-hadd ü bî-kerân etti. Ve rızâ-i Rah-
mân’a mûsıl olan tarîka vâsıl olduktan sonra Bagdâd-ı dârü’s-selâma
[10] rücû¡ ve içinde mecâlis-i va¡z u irşâdı ¡akd ile ehl-i hakîkat üzerine
tekellüm ve bu İhyâu’l-Ulûm kitâbı ile tahdîs ve ta¡lîm-i ¡ulûm eyledi.
Hattâ hakkında Muhammed b. Yahyâ demiş ki “İmâm Gazzâlî Şâfi¡î-i
sânîdir.” Ve Es¡ad-i Mîhenî demiş ki “İmâm Gazzâlî’nin ¡ilmi ma¡rifeti-
ne ve mezîd-i efdâli fehmine kemâl-i ¡akl u ¡irfâna karîb olmayan kimse
varamaz, ancak fürûg-ı ¡aklı onun gibi vâsıl-ı hadd-i kemâl olan zât bi-
lir.” Sonra Horâsân’a ¡avdet edip nefs-i Nîsâbûr’da kâin olan Medrese-i
Nizâmiyye’de dahi tedrîs ve müddet-i yesîre onda ikâmet ettikten sonra
maskat-ı re™si olan karye-i Tûs’a rücû¡ ve hânesi kurbünde fukahâ için
bir medrese ve sûfiyye için bir hânkâhı ittihâzıyla kırâ™et-i Kur™ân ve
mücâlese-i erbâb-ı kulûb ve tedrîs-i ¡ulûma evkâtını tevzî¡ ve taksîm ve
irtihâl-i dâr-ı hulûd edinceye dek idâme-i savm u salât ve ityân-ı sunûf-ı
¡ibâdet ü tâ¡âta muvâzıb olmuştur.
Ümmet-i Muhammediyye’ye envâ¡-ı rüşd ü hüdâ ile delîl ve zulmet-i
cehle dahi onun ¡ilm ve ¡irfânı leyle-i @almâyı tenvîr eden bedr-i münîr
gibi nûru nezîl ve bî-misl ü ¡adîldir. Hâsid ve zındîkdan gayrı onu bir
kimse bugz etmez. ¡Alâ-rivâyetin &aπr-ı İskenderiyye’de mukîm bir zât,
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 35

İmâm Gazzâlî’ye ba¡zı mertebe mu¡âdât eder idi ve hakkında dahi ba¡zı
kelimât ile gıybet ve zebân-dırâzlık eyler idi, tâ ki bir gecede ¡âlem-i
ma¡nâda zât-ı sâmî-i Hazret-i Risâlet-penâhî ile onun etrâfında yâr-i gârı
Hazret-i Ebî Bekr es-Sıddîk ve sâhib-i ¡âlî-vakârı Hazret-i ¡Ömer el-
Fârûk’u ¡aleyhime’r-rıdvânı görüp İmâm Gazzâlî dahi huzûr-ı ¡âlîde du-
rup o zâtın şahsını gördükte, “Yâ Resûlallâh, benim hakkımda tekellüm
ve beni îzâ eden zât işte bu âdemdir!” diye ¡arz-ı şikâyet etmekle sultân-ı
enbiyâ vü mürselîn ¡aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm efendimiz değneklerin
ihzârına emr ve fermân buyurdu. Ve değnek hâzır oldukta İmâm Gaz-
zâlî için o zâtı mahzar-ı ¡âlî-i hümâyûnlarında değneklerle darb olunmak
husûsu irâde ve fermân buyurdu. Ve o vechile ba¡de’d-darb o şahs uya-
nıp bîdâr oldukta onun arkasında darb-ı siyâ†ın eseri görülüp müşâhede
olunmuştur.
Ve ¡alâ-rivâyetin uhrâ imâm-ı mûmâileyhin sonki te™lîfi olan işbu
İhyâu’l-¡Ulûm kitâbı hıtta-i garbiyyede müştehir ve mütedâvil oldukta
ekâbir-i meşâyih-i mutasavvifeden bir zât kitâb-ı mezkûru onun re™yi-
ne muvâfık görmeyip ve kendisi hıtta-i garbiyyenin emîri yanında nâfi-
zü’l-kelim ve ¡aliyyü’l-makâm bir zât-ı ¡irfân-sıfât bulunduğu hasebiyle
bu kitâbın tedâvülden men¡i için cem¡ ve âteşe ilkâ ve ihrâkını tensîb
edip emîr dahi o zât-ı muhtereme kemâl mertebe vüsûk ve hüsn-i zann
u i¡tikâdı olduğundan onun tensîbini bi’t-tasvîb hıtta-i merkûmeden o
kitâbı toplatıp cem¡ ile ihrâkları sadedinde iken ve ¡alâ-rivâyetin onları
ihrâk ettikten sonra o re™yi ictihâd eden zât-ı mezkûr ¡âlem-i ma¡nâda bir
rü™yâ görür ki içinde sâkin olduğu memleketin câmi¡-i kebîrine gitmiş
ve ¡âdeti üzere derûn-ı câmi¡e dâimâ girdiği kapıdan girmeyip ancak câ-
mi¡in dîger kapısından girmiş. Ve câmi¡in bir kûşeşinde zât-ı ¡âlî-i Haz-
ret-i Risâlet-penâhî bir serîr üzerine câlis ve cânib-i yemîninde Hazret-i
Sıddîk-i Ekber ve Ebû Bekr ¡aleyhi’r-rıdvân dahi kezâlik bir kürsî üstün-
de kâ¡id bulunmuş oldukları hâlde İmâm Gazzâlî ¡aleyhi’r-rahme kitâbı
koltuğu altında mevzû¡ ve kendisi ayak üzere el bağlı dîvân durup vâkıf
olduğunu görmüş. Ve o zât uzaktan görülünce İmâm Gazzâlî ona bakıp
ba¡dehu “Yâ Resûlallâh, benim kitâbımı ihrâk ve benim ¡amelimi izâ¡a
edip beni îzâ eden zât bu âdemdir!” diye şekvâ ve kitâbı koltuğu altından
ihrâc ve efendimize takdîm ile “İşte kitâb dahi budur. Kendi zu¡mümce
ben bu kitâb ile sünnet-i seniyye-i cenâb-ı peygamberîye hüsn-i hidmet
etmişim. Eger bu kitâbımda benim bir kusûr var ise ben hakkıma râzî-
yım, yoksa ben bu âdemden benim &e™rimi almak isterim!” diye ahz-ı
intikâmı istirhâm ettikte, efendimiz kitâba ihâle-i nigâh-ı iltifât etti. Son-
ra Ebû Bekr’e verip “Sen dahi al bak, içinde muhâlif-i sünnet bir şey
görmedim” diye fermân buyurdu. Ve Ebû Bekr dahi alıp onu nazarından
yaprak yaprak geçirdikten sonra mugâyir-i şer¡ bir nesnesini görmedim
diye o dahi tasdîk ve kitâba senâ ve tahsîn edince İmâm Gazzâlî “Ben
bu âdemden hakkımı isterim!” diye i¡âde-i hadîs ettiğinde derhâl ¡aley-
hi’s-salâtu ve’s-selâm efendimiz değneklerin celb ve ihzârına irâde ve
değneklerin huzûrunda o zâtı huzûr-ı sa¡âdete celb ile ta¡zîren onun darbı
emr ve fermân buyruldukta ve onun arkasına bir iki değnek darb olun-
dukta Hazret-i Ebû Bekr şefâ¡atine rû-nihâde edip buyurdu ki “Yâ Resû-
lallâh, bu âdem ictihâdında hatâ etmiştir, li-garazin değildir ve bu cihetle
ma¡zûr tutulup ¡afvı gerektir.” Ve İmâm Gazzâlî dahi bi’l-muvâfaka ¡afv
ve tahliye-i sebîlini niyâz edicek darbından ferâgat ve keff-i yed vâki¡
oldu. Ve o zât uyanıp eser-i darbı arkasında ve elem-i darbı nefsinde
hiss etmekle emîrin huzûruna varıp vâkı¡asını beyân ve hatâ ve kusûruna
bi’l-i¡tirâf kitâbın sıhhatini ma¡a’l-kasem tasdîk ve kendi yediyle neşr
etmiştir. Ve ¡alâ-kile’r-rivâyeteyn imâm-ı müşârünileyhin ¡ulüvv-i men-
zilet ü makâmına bu kıssa burhân-ı kâtı¡dır. Ve menâkıb ve me™âsiri pek
çok olup bundan ziyâdeye makâm-ı tahrîr mütehammil olmamasıyla bu
kadarcık me™âl ile terceme-i hâli üzerine iktisâd kılındı.
Ve tesânîfi dahi kesîr olup ez-cümle müştehir ve ma¡rûf olan kütübden
Basî† ve Vasî† ve Vecîz ve Hulâ§a ve Mus†a§fâ ve Men√ûl ve Ta√sînu
Edille ve ve Şifâu’l-∏alîl ve el-Esmâu’l-◊usnâ ve er-Reddu ¡Ale’l-Bâ†i-
niyye ve Minhâcu’l-¡Âbidîn ve İ√yâu ¡Ulûmi’d-Dîn nâm kitâblardır. Ve
bu âsâr-ı nefîsesi dahi onun kemâl-i ¡ilm ü hilm ü ¡irfânına delîl-i kâfî
ve sened-i kavî vü sarîhtir, radiyallâhu ¡anhu ve erdâhu ve efâda ¡aley-
nâ bi-bereketihi envâ¡e birrihi ve ihsânihi. Ve veffakanâ limâ ehabbehu
ve’rtedâhu âmîn bi-câhi’n-nebiyyi’l-emîn ve âlihi ve sahbihi’l-ekremîn
rıdvânullâhi ¡aleyhim ecma¡în.
[11] HUTBE-İ KİTÂB

]‫[بسم اهلل الرحمن الرحیم‬


Bismillâhirrahmânirrahîm zemzeme-i hayr-mültezimesinin bereket
ve i¡ânesi mülâbese ve istishâbıyla Kur™ân-ı ¡azîmü’ş-şâna iktidâ¡en ve
hadîs-i şerîf-i Hazret-i Fahrü’l-mürselîne imtisâlen ve sünen-i müstahse-
ne-i meşâyih-i sâlife-i mü™ellifîne i…tifâ™en sınâ¡a-i pür-bizâ¡a-i zümre-i
¡ulemâ-i kudemâ-i musannifîne ittibâ¡en ahsen-i siyâk u sibâk üzere mu-
sannif-i merhûm bi-tevfîkihi subhânehu ve ta¡âlâ te™lîf ve tasnîfine mu-
vaffak olduğu işbu İhyâu ¡Ulûmi’d-Dîn nâm kitâb-ı müstetâbı teyemmü-
nen ve teberrüken ibtidâ birle teşekküren dahi cihet-i ta¡zîm ü tebcîl üzere
olan vasf-ı cemîl ve senâ-i cezîli terdîfiyle emr-i ibtidâyı kemâ-yecibu
itmâm ve tekmîl eylemek üzere nagme-i mühimme-i hamd ü sipâs ile
dehen-güşây-ı şürû¡ u iftitâh edip buyurdu ki:

]‫[أحمد اهلل أوال حمدا كثيرا متواليا وإن كان يتضاءل دون حق جالله حمد الحامدين‬
Ya¡nî her ne mertebede vefîr ve kesîr ve mütevâlî olarak sâdır olsa bile
hamdü’l-hâmidîn Hazret-i Zi’l-Celâl ve’l-Kemâl’in hakk-ı celâli dûnuna
za¡îf ve nahîf ve dûn olmaktadır, lâkin 13”‫ “مــا ال يــدرك كلــه ال يتــرك كلــه‬feh-
vâsınca “Ben yine evvelâ ona hamd-i kesîr-i mütevâlî ile hamd ederim”
diye teşekkür ve netîce-i mahsûl-i kelâmı “Hazret-i Müte¡âlî’nin ni¡am-ı
lâ-tuhsâsına mukâbil ve mütevâlî olarak ya¡nî bî-fasl u terâ“î hemân yek-
dîgere muttasıl ve mütelâhık olan şükr ü sipâs-ı lâyık u râyikı ¡arz ve
takdîm ederim” demektir.
Ve o vechile farîza-i zimmeti edâ ve îfâsıyla ¡âmme-i ¡âlemiyâna bâ-
dî-i hayât-ı ebedî ve havâss-ı âdemiyâna mahz-ı hayr u sa¡âdet-i sermedî
olup fıtrat-ı mükevvenâta ¡illet-i gâiyye olan, a¡nî şeref-yâfte-i kabâ-yı
dîbâ-yı mecd-i saltanat-ı 14”‫ــت ْالَ ْف َــا َك‬
ُ ‫ “ َل ْــو َل َك َل ْــو َل َك َل َمــا َخ َل ْق‬ve mazhar-ı

13 “Tamamı elde edilemeyen şeyin tamamı terk edilmez.” Keşfu’l-Hafâ, 2/,


no; 2/, no Hadis olmadığı belirtilmiştir.
14 “Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım.” Keşfu’l-Hafâ, 2/, no Sa-
gânî, mevzu olduğunu belirtmiştir.
38 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

َ ‫﴿و َمــا أَ ْر َســ ْل َن‬


sırr-ı serîr-i zîbâ-yı hükm-i münîf-i ﴾‫اك‬ َ , mahmûd-ı ins ü cinn
15

ü emlâk ve mihr-i münîr-i dâire-i seb¡u’s-simâk, seyyidü’s-sâdât, habîb-i


bâ-safâ ve nebiyy-i mustafâ Muhammed b. Abdullâh ¡aleyhi minallâhi
etemmü’s-salâti ve e¡ammü’t-teslîmâti mâ-dâmeti’l-arzu ve’s-semâvâtın
merkad-i münevver ve makarr-ı mu¡attarlarına ma¡a’l-hamd takdîm u ih-
dâsı kâffe-i mü™minîne mefrûz olan tuhfe-i tahiyyeyi istirhâmında:

]‫[وأصلي وأسلم على رسله ثانيا صالة تستغرق مع سيد البشر سائر المرسلين‬
niyâzı de™b-i âdâb-ı ta¡zîm ü ihtirâm üzere “Tahsîsen ba¡de’t-ta¡mîm,
sâniyen ma¡a seyyidi’l-beşer sâirü’l-mürselîne şümûl ve ihâta ve istigrâk
eder bir salât ve selâmı okurum” diye müşk-i ¡abîr-i tahiyye ile sahîfe-i
ta¡bîri dahi ta†yîb ve ta¡†îr ettikten sonra, hidmet-i müstefizü’l-merhamet-i
mezkûresine müte¡allik olup ¡alâ-rivâyetin mü™ellifîne vâcib ve ¡alâ-rivâ-
yetin uhrâ müstehab olan beyân-ı sebeb-i te™lîf ve i¡lân-ı ism-i mü™ellife
¡atf-ı ¡inân-ı takrîr edip buyurdu ki:

]‫[وأستخیره تعالى ثالثا فيما انبعث عزمي من تحرير كتاب في إحياء علوم الدين‬
Ya¡nî [12] “Üçüncü mertebede dahi İhyâu ¡Ulûmi’d-Dîn’de tahrîrine
¡azmim münba¡is olan kitâb için Hak subhânehu ve ta¡âlânın lutf ve kere-
minden hayrı taleb edip ondan isthâre ederim” diye √a&&en ¡ale’l-istihâre
ve ta¡lîmen li’t-tâlibîn hayr ve istihâreye ihtimâli olan lafz ile ¡unvân-ı
bünyân-ı tibyânı tasdîr etmekle sâik-ı tevfîk-i rabbânî ve kâid-i fâid-i
tervîk-ı ilhâm-ı samedânî ile te™lîf ve tasnîfine kıyâm ettiği kitâbın sebt
ve tahrîrine mersûl-i Hazret-i Rabbü’l-¡âlemîn olan ¡azm ve cezmi için
ya¡nî ma¡a’l-ihlâs teveccüh-i kalb ve tekevvün-i kasd u niyyetine mâlik-i
yevmü’d-dînden dîn-i mübîn hürmetine hayrı taleb ve tevakku¡ ve recâ
ve tazarru¡ etmek vesîlesiyle nâm-ı kitâbı i¡lâm ve onun te™lîfi makrûn-ı
istihâre-i mesnûne olduğu îhâm ve telmîh ve fâide-i mazmûn-ı meknû-
nu ihyâ-yı ¡ulûm-ı dîniyye idüği dahi îmâ ve nazm-ı mûcez ile berâ¡at-i
istihlâliyye icrâsıyla mevzû¡-ı kitâb-ı bâ-savâbı gösterdi ve dahi ¡illet ve
hikmet-i tedvîni ibrâzına sell-i seyf-i nâtıka edip nehc-i hakîmâne üzere

15 ﴾‫اك إ َِّل َر ْح َمـ ًة ِل ْل َعا َل ِميـ َـن‬


َ ‫﴿و َمــا أَ ْر َسـ ْل َن‬
َ “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet
olarak gönderdik.” el-Enbiyâ, 21/
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 39

¡âleme irşâden nefs-i levvâmeden bir şahs-ı ¡â≠ili intizâ¡ ve tarîk-i gay-
betten tarîk-i hitâba bil-iltifât meydân-ı mücâhedede pây-ı rahş-ı güftârı
tahrîk ve muhâvereye girip dedi ki:

‫[وأنتــدب لقطــع تعجبــك رابعــا أيهــا العــاذل المتغالــي فــي العــذل مــن بيــن زمــرة‬
]‫ المســرف بالتقريــع واإلنــكار مــن بيــن طبقــات المنكريــن الغافليــن‬،‫الجاحديــن‬
Ya¡nî mertebe-i râbi¡adan olarak zümre-i câ√idîn beyninden hadd-i
¡azl ü melâmetten tecâvüz ve gulüvv eden ey ¡â≠il ve tabakât-ı münkirîn-i
gâfilîn mâ-beyninden dahi takrî¡ ve inkâr ile müsrif olmuş olan ey mün-
kir-i gâfil, senin rişte-i ta¡accüb ve istigrâbının kat¡ına ber-muktezâ-yı
evâmir-i seniyye-i sünniyye vü Kur™âniyye bi’l-icâbeti’s-serî¡ati ta¡lîmen
ve irşâden söylerim ki:

]‫[فلقد حل عن لساني عقدة الصمت وطوقني عهدة الكالم وقالدة النطق‬


Zîrâ ki Hallâk-ı ezelî benim lisânım üzerinden ¡ukde-i hâmûşu hall
ü küşâd ve boğazıma ¡uhde-i kelâmın tavkı ile farîza-i nutkun dizimini
geçirip beni bu ribâ… ile ta†vî… ve bu ¡ahd-i ezelî ile rabt ve tevsîk ve cevâ-
hir-i semîne-i nutkıyye ile zâtımı tezyîn ve tervîk etmiştir. Ya¡nî sen ey
¡âzil-i gâfil, hâb-ı gafletten uyanıp bîdâr ve gûşiş-i hûş-ı medhûşunu açıp
istimâ¡-ı pend ü mevâ¡ize nigeh-dâr ol ki tezkiye-i nefs ve iftihâr olmaya-
rak ancak 16﴾‫ث‬ ِّ ‫ِــك َف َح‬
ْ ‫ــد‬ َ ‫﴿وأَ َّمــا ب ِِن ْع َم ِــة َر ّب‬
َ mâ-sadakınca ¡âleme irşâd için Haz-
ret-i Rabbü’l-¡ibâd ¡ale’t-tahkîk benim lisânımdan girih-i samt u sükût-ı
hayevânî[yi] hall ile zebân-ı beyânımı küşâd ve ıtlâk etmiş ve zâtına
¡ibâdet ve ¡ibâdına menfa¡at yolunda bulunmaklığım için ya¡nî ahkâm-ı
celîle-i şer¡iyyesi teblîgine rûz-ı elestten beri ¡uhde-i kelâmın tavkını ve
le™âlî-i nutkun kılâdesini rakabe-i rıkkıyyetime geçirmiş ve bu hizmetin
edâsı üzere benden vesâtat-ı enbiyâ vü mürselîn ile ahz-ı ¡ahd ü mîsâk et-
miştir. İşte ben dahi ¡ahde vefâ ve ni¡metin şükrü edâsında [13] derim ki:

‫[مــا أنــت مثابــر عليــه مــن العمــى عــن جليــة الحــق مــع اللجــاج فــي نصــرة الباطــل‬
]‫وتحســين الجهــل‬
Nedir bu senin zuhûru gün gibi âşikâre olan nûrun görmesinden olan

16 “Rabbinin nimetine gelince, işte onu anlat.” ed-Duhâ, 93/


40 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

körlüğe mü&âberet ve nusret-i bâtıl ve tahsîn-i cehlde ma¡a’l-lecâc olan


mübâderetin? Ya¡nî rûşen güneş gibi ¡ayân olan emr-i Hakk’ı görmek-
ten bî-basar kalmağın ve nusret-i bâtıl ve tahsîn-i cehle lecâc etmen
cây-ı ta¡accüb olup lâ-siyyemâ bu hâl üzere olan mü&âberetin ve bilerek
lecâc ve muhâlefetin ma¡a’z-ziyâdet agreb ve a¡cebdir, çünkü bu reviş
şân-ı ¡ukalâ vü ashâb-ı basardan değildir.

‫[والتشــغيب علــى مــن آثــر النــزوع قليــا عــن مراســم الخلــق ومــال ميــا يســيرا عــن‬
‫مالزمــة الرســم إلــى العمــل بمقتضــى العلــم طمعــا فــي نيــل مــا تعبــده اهلل تعالــى بــه مــن‬
]‫تزكيــة النفــس وإصــاح القلــب‬
Ve dahi onun için mahlûk bulunduğu ¡amel ve ¡ibâdetin neyl ve ik-
tisâbı tama¡ına, ya¡nî tezkiye-i nefs ve ıslâh-ı kalb etmek için ¡ilmi muk-
tezâsına ¡amel etmeğe azıcık mülâzemet-i resmden bir meyl-i yesîr ile
meyl ve merâsim-i halktan azıcık intizâ¡ı î&âr eden âdemin hakkında
senin bu ta¡n ve ta¡yîbin nedir ve ne içindir? İşte bu gibi ta¡yîb ve taşgîf
umûr-ı ¡acîbedendir.

‫[وتــداركا لبعــض مــا فــرط مــن إضاعــة العمــر يائســا عــن تمــام حاجتــك فــي الحيــرة‬
‫ “أَ َشـ ُّـد‬:‫وانحيــازا عــن غمــار مــن قــال فيهــم صاحــب الشــرع صلــوات اهلل عليــه وســامه‬
]”‫القي َامـ ِـة َع ِالــم َلــم َي ْن َف ْعـ ُـه ُســب َحا َن ُه ب ِِع ْل ِمـ ِـه‬
ِ ‫ـاس عذابــا يــوم‬
ِ ‫النـ‬
ْ ْ ٌ َ َ ْ َ ً َ َ َّ
“Ve dahi ma¡a-tezkiyeti’n-nefs ve ıslâhi’l-kalb o murâd için ¡ilmi
muktezâsına ¡amel ve merâsim-i halktan nefsinin intizâ¡ını ihtiyâr ve
onu mülâzemet-i resm üzerine tercîh ve î&âr eden, mâ-hulika li-ecli-
hi ¡ameli cânibine meyl ve senin makâm-ı hayrette olan hâcetinizin
tamâmından ye™s ve nâ-ümîdîde kalarak ¡ömründen bi’t-tefrît zâyi¡ olan
zamânda iktisâb edemediği ¡amelin ba¡zına telâfî ve istidrâk eden ve
eşedd-i ¡azâb ile yevm-i kıyâmette ma¡zûb olacak gürûhun gadîrine
magmûr olmaktan muhtâz olmak isteyen kimsenin hakkında senin bu
ta¡yîb ve teşgîbin nedir?”
Ya¡nî ¡ilmi ile müntefi¡ olamayan kimse yevm-i kıyâmette eşedd-i
¡azâb ile mu¡azzeb olacağı va¡îdini nâtık olan hadîs-i şerîf-i nebevîye
ısgâ bu va¡îd-i şedîdden ihtirâz edip va¡îdin tahtına dâhil olmuş olan
kesândan in√iyâzı murâd ile ¡ilmi mûcebince ¡amel ve ¡ömrünce bi’t-
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 41

tefrît zâyi¡ olan zamân içinde müktesib olamadığı ¡amelinin ba¡zısının


tedârükü için merâsim-i halktan meyl eden ¡âkıle ta¡yîb etmek umûr-ı
¡acîbe vü garîbedendir. Görmez misin şehenşâh-ı kişver-i emr ü menâhî
ve pâdişâh-ı iklîm-i sıdk u güvâhî, mümehhid-i kavâ¡id-i asl u fer¡ Haz-
ret-i Sâhibü’ş-şer¡ sallallâhu ¡aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri:
17 ِ ِ ِ
”‫ـاس َع َذ ًابــا َيـ ْـو َم ا ْل ِقي َامـ ِـة َع ِالــم َلــم َي ْن َف ْعـ ُـه اهللُ ُســب َحا َن ُه بِع ْلمــه‬
ِ ‫ “أَ َشـ ُّـد النـ‬diye terk-i ¡amel
َّ
ْ ْ ٌ َ
üzerine in≠âr ve tah≠îr etmiştir. Ve hadîs-i münîfin hulâsa-i me™âli:
“Hak subhânehu ve ta¡âlâ o ¡âlim ki onu müktesebi olan ¡ilm ile mün-
tefi¡ etmemiştir, o ¡âlim yevm-i kıyâmette ¡umûm-ı nâsın ¡azâbından
ezyed ve eşedd bir ¡azâb ile mu¡azzeb olur” demektir. Ve hâl böyle iken
senin bu cehle ısrâr, körlük üzerine devâm [14] ve istimrâr ve bu hâl-i
nâ-be-me™âlden firâr ve ihtirâz edip tedârük-i mâ-fâte kıyâm ve ¡amele
ikdâm ile ıslâh-ı nefs ü kalbe ihtimâm edene bu ta¡yîb ve ¡azl ve inkârın
nedir, kâr-ı ¡akl mıdır? İşte senin bu târik-i dünyâdan ta¡accübün şâyân-ı
ta¡accübdür.

‫[ولعمــري إنــه ال ســبب إلصــرارك علــى التكبــر إال الــداء الــذي عــم الجــم الغفيــر بــل‬
]‫شــمل الجماهيــر‬
“Ve ben kendi ¡ömrüme kasem ederim ki senin bu tekebbür üzere
olan ısrârına cemm-i gafîre ¡âmm ve cemm-i gafîre yalnız değil, belki
cemâhîre şâmil olan dâ™ ve derdden gayrı bir sebeb yoktur.”
Ya¡nî o hâl üzere olan mü&âberet ve karâr vechile lecc ve nusret-i
bâtıla olan ısrâr ile ¡amele meyl edenlere ta¡yîb ve harekâtlarını inkâr
etmekliğin mahz-ı tekebbürdür. Ve bu tekebbüre olan ısrârın dahi
¡ale’t-tahkîk cumhûra muhît ve şâmil olan ¡illettir. Ve bu sebeb ve o
¡illetten başka ona bir âher sebeb yoktur. Ve o ¡illet müdâvât ve tîmâ-
ra muhtâc olmağın beyân-ı ¡illet ü devâya bed™ ve sûret-i mu¡âlece vü
tîmârı irâ™e etmek üzere evvelâ menşe™ini göstermek için bu emri bir
cebel-i şâhik u ¡âlîye mecâzen temsîl ve ¡alâ-sebîli’l-isti¡âre o cebele bir

17 “Kıyamet günü azabı en çetin olacak olan kişi, Allah’ın, ilminden yarar-
lanmayı nasip etmediği alimdir.” el-Mu¡cemu’s-Sagîr, 1/, , Şu¡a-
bu’l-Îmân, 2/, İsnadı zayıf sayılmıştır. ez-Zebîdî’ye göre el-Mun-
zirî zayıf hadis addetmiştir.
42 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

tepe isbâtıyla ta¡rîf-i müşebbehe şürû¡ edip dedi ki “Ve o derd ve ¡illetin
menşe™i nedir diye su™âl edersen:

]‫[من القصور عن مالحظة ذروة هذا األمر والجهل‬


“O dahi bu emrin tepe ve yücelik mahallini mülâhaza etmekten
zuhûr eden kusûrdandır ve nâdânîdendir.”
Ve çün mânend-i tabîb-i nabz-âşinâ o emrde menşe-i derd ü bîmârîyi
beyân edince sür¡at-i mu¡âlecesine kıyâm ve kemâliyle ona dikkat ve
ihtimâm olunmak için bu derdin mikdârı ve vücûb-ı tîmârı ve tafsîl-i
azrârı ile emr-i ihtâr ve tahzîr ve inzâra ¡atf-ı nigâh-ı ihbâr ve √a&& ve
tergîbe girişip dedi ki:

]‫[فإن األمر أد والخطب جد‬


“Zîrâ ki ¡ale’t-tahkîk bu bizim dediğimiz emr bir emr-i ¡azîm ü ¡acîb-
dir ve bu derd ve musîbet dahi bir büyük ve cesîm musîbettir”, mühim-
sememeğe gelmez ve tesâhül ve temâhül elvermez, çünkü tahkîk ve
tahkîken ¡ömr-i insân sür¡atle geçer.

]‫[واآلخرة مقبلة والدنيا مدبرة‬


“Ve dahi âhiret ikbâl edip ileriye gelmekte ve dünyâ dahi arkaya
dönüp gitmektedir.” Ve sevfe ve le¡alle ile tesvîf-i vakt ve te™ennî edip
te™hîr-i tîmârı dahı mahzûrdan sâlim olamaz.

]‫[واألجل قريب والسفر بعيد والزاد طفيف والخطر عظيم والطريق سد‬
“Çünkü ecel-i mukadder karîb olup ve mesâfe-i sefer ba¡îddir ve
bu¡d-i mesâfeye nisbeten ¡ömrü içinde insân ne kadar ¡amel eder ise ki o
¡amel onun zâd ve tûşesi makamındadır, o zâd †afîf ve cüz™î ve lâ-şeydir.
Ve yolun hatarı çok ve ¡azîm olup ve lâ-siyyemâ yol kapalıdır.”
Ya¡nî 18”‫يــب‬ ٍ
ٌ ِ‫“ك ُّل آت َقر‬
ُ medlûlünce dâr-ı dünyâda ve benî-âdem her
ne kadar ziyâdece yaşayıp mu¡ammer olsa bile onun müddet-i ¡ömrü
gideceği diyârda edeceği ¡ömre nisbet ile [15] bir şey deme değildir. Ve
ona nisbet ile tedârük olunacak zâd-ı tarîk dahi kezâlik lâ-şey demektir.

18 “Her gelecek yakındır” Keşfu’l-Hafâ, 2/, no, 2/, no


Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 43

Ve bu yolun, hâl ve tûlüne nazaran pek ziyâde muhâtaralıdır ve imdâd-ı


fütûhât-ı rahmâniyye yetişmedikçe kapalı kalıp bu bâbda ihmâl ve im-
hâle gelmez.

]‫[وما سوى الخالص لوجه اهلل من العلم و العمل عند الناقد البصير رد‬
“Ve riyâdan berî ve garaz-ı dünyeviyyeden ¡ârî ve hâsseten rızâ-yı
Bârî’ye merbût olmayan ¡ilm ve ¡amel-i sâlih ü hâlis makbûl değildir;
kalb akçe gibidir, sâhibine i¡âde olunur, zîrâ onun nakkâdı basîrdir,
¡amel-i magşûş onun üzerine geçmez.”
Ve bu kelâmda bir hadîs-i şerîfe telmîh vâki¡ olmuştur, nitekim
¡inde’l-muhaddisîn isnâdıyla ma¡an ma¡lûm olan hadîs-i meşhûrun19
hulâsa-i me™âlinde mefhûm olmuş ki nakdeyn-i ¡ilm ü ¡amelden mâ-si-
va’l-hâlis li-vechillâhi ta¡âlâ nâkıd-ı basîrin ¡indinde merdûd ve gayr-i
makbûldür. Ya¡nî sarrâfân-ı hazâyin-i mülûk-i dünyeviyyeden hâzık
ve dakîka-şinâsân-ı nukûd-ı zer ü sîm olanların ¡indlerinde nuhâs ile
magşûş veyâhûd kalb olan nukûd ne sûretle kabûl ve i¡tibârdan sâkıt
olup sâhibine redd olunur ise kezâlik li-gayri vechillâh vâki¡ ve ¡amel-i
süm¡a vü riyâ ile magşûş olmuş olan mahsûl-i ¡ulûm u a¡mâl dahi geriye
sâhibine redd olunup makbûle geçmez, zîrâ ki nakkâdı basîr olup ve
aldanmasının imkân ve ihtimâli yoktur. Ve mâdâm ki tarîk-i âhiretin
zâd ve tûşesi hasenât-ı a¡mâldir, bu yolda yarayacak hasenâtın istishâbı
îcâb eder. Sâlik-i râh olan kimse şu dakîkayı bilip tedârük edeceği zâd
ya¡nî işleyeceği a¡mâl-i sâliha hâlise olmaklığına kemâl mertebe dikkat
ve ihtimâm etmesi lâzımdır.

]‫[وسلوك طريق اآلخرة مع كثرة الغوائل من غير دليل وال رفيق متعب ومكد‬
“Ve burasını dahi bilip ona göre tedârük-i levâzimât-ı râhiyyeye
i¡tinâ etmesi îcâb eder, nitekim müstagnî-i beyândır ki dâr-ı dünyâ-
da kalb ve züyûf akçe ile bir kısacık yola çıkılmaz ve bî-refîk ü kıla-

19 Herhalde bu hadis “Kendisinde zerre kadar riya olan ameli Allâh cennete
kabul etmez” mealindeki “‫ ”ال یقبــل اهلل عمــا فیــه مقــدار ذرة مــن ریــاء‬hadisidir. Bkz.
Câmi¡u’l-Ulûm ve’l-Hikem, 1/17; et-Tergîb ve’t-Terhîb, 1/36, no: 54; Hilye-
tu’l-Evliyâ, 8/; Safvetu’s-Safve, 4/
44 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

vuz gidilmez ve kesret-i gavâyil istishâb olunmaz, tarîk-i âhireti dahi


bi-tarîki’l-evlâ çürük a¡mâl ile gidilemeyeceği gibi bilâ-delîl ve lâ-refîk
kesret-i gâvâyil ile tarîk-i âhireti geçmek kolay olamaz.” Ya¡nî kesret-i
gavâyil ile arkadaşsız ve kılavuzsuz âhiret yolunda geçmek katı çok
yorgunluk ve meşakkattir ve behemehâl tedârük-i refîk ü delîl emr-i
ehemm ü elzemdir. Ve tarîk-i âhiret için delîl kimdir diye sorulur ise:

]‫[فأدلة الطريق هم العلماء الذين هم ورثة األنبياء وقد شغر منهم الزمان‬
“İşte o tarîkin edillesi verese-i enbiyâ-i ¡izâm olan ¡ulemâ-i kirâmlar-
dır, hâlbuki zamân onlardan “âlî olmuştur” diye musannif-i merhûmun
şu cümle-i hâliyye ile olan ihbârı egerçi ¡ale’l-ıtlâk vâki¡ olmuş ise de
lâkin ¡ulemâ-i ¡âmilînden külliyen zamânın [16] “ulüvvü kaziyyesine
teslîm olunamaz, çünkü 20”‫ــت‬ ْ ‫ــت ُب ِل َي‬
ْ ‫ “ َل ْــو ُخ ِل َي‬delîli ona mu¡ârızdır. Ve bu
delîlin hükmü üzere “âlî olmuş olsaydı dünyânın belâ ve harâbı iktizâ
ederdi. Ve buna binâen bu makâli behemehâl te™vîle mübtenî olmak
gerektir ve’l-¡ilmü ¡indallâh. Tevcîhi budur ki yâ zamân-ı sâlifte vücûda
gelen ¡ulemâ-yı ¡âmilînin kesreti fikdânıyla ¡ulûm-ı dîniyye ashâbına
kıllet târî olup şâzz ve nâdir kalmalarıyla mevcûdu ma¡dûm hükmün-
de koyup tagallüben denmiş olur veyâhûd gerdiş-i devrân iktizâsınca
onun ¡asr ve diyârı bir hâl-i şûriş ü teşvîşe giriftâr olmasıyla li-hikme-
tin erâdehallahu ta¡âlâ ¡ilm-i mezkûrda mu¡âsırı bulunan dânişmendân
kendilerini mefâze-i iftitândan kûşe-i ¡uzlet ü inzivâya çekip o aralıkta
vücûd-ı bihbûdları mefkûd ve mihr-i münîr-i fazl u ¡irfânları zîr-i per-
de-i sehâb-ı ihticâbda mestûr ve muhtefî olmakla meydân-ı ¡ulûm eyâ-
dî-i ¡ulemâ-i rüsûmda mevcûd görünüp ve onların bir delâlet ve irşâd-
ları kalmadığından hurşîd-i vücûd-ı pür-sûdları mütevârî-i zeyl-i ufk-ı
gurûb ¡addiyle o kelâm-ı esef-meşâmmı îrâd etmiştir. Ve ¡alâ-kile’t-tak-
dîreyn bu sûrette olan da¡vâsı te™vîlli olacağı mukarrerdir. Ve ba¡de-mâ
bu kabîlden olacak zikr ve îmâsı dahi o tevcîh üzere mahmûldür. Ve
ondan murâdı te™lîf-i kitaba lüzûm göründüğünün mukaddimesini bir
temhîd etmektir, ya¡nî zamân zâhirde verese-i enbiyâ olan ¡ulemâdan
hâlî kalınca delîl-i tarîk-i âhiret kütüb-i müdevvene kaldı ve sâlik-i

20 “Dünya hayırdan yoksun kalmaz” anlamında bir özdeyiş.


Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 45

tarîk-i âhirete delâlet etmek üzere ben dahi bu kitâbın te™lîfine ¡azmim
münba¡is oldu demek ister. Ve zâhir-i hâle nazaran cümle-i hâliyye-i
mezkûreyi tefsîrinde dedi ki:

]‫[ولم يبق إال المترسمون وقد استحوذ على أكثرهم الشيطان واستغواهم الطغيان‬
Ya¡nî “Edille-i tarîk-i âhiret olacak ¡ulemâdan zamân hâlî olunca
sahn-ı vücûd-ı zâhirîde müteressimûndan gayrı bir kimse kalmadı ve
kalan ¡ulemâ-i müteressimînin ekserisi üzerine ¡aleyhi mâ-yestehık şey-
tân-ı la¡în mütesallıt ve müsta√vi≠ olmuştur ve tugyân dahi onları isti-
gvâ etmiştir.” Ya¡nî maglûb-ı nefs ü şeytân olup semt-i nâ-be-selâmete
med¡uvv olmaktadırlar.

‫[وأصبــح كل واحــد بعاجــل حظــه مشــغوفا فصــار يــرى المعــروف منكــرا والمنكــر‬
]‫معروفــا‬
“Ve çün maglûb-ı nefs ve meftûn-ı mekr-i mel¡ûn oldular, artık her
biri ¡âcil hazzıyla meşgûf olarak sabâh ettiler, ya¡nî hubb-ı câh u mâl-ı
dünyeviyle sabâh ederler ve ta¡ammür ederler ve binâberîn ma¡rûfu
münker ve münkeri ma¡rûf görür oldular.”

]‫[حتى ظل علم الدين مندرسا ومنار الهدى في أقطار األرض منطمسا‬


“Tâ kim ¡ilm-i dîn münderis ve bî-eser ve menâr-ı hüdâ aktâr-ı arzda
mün†amis oldu.” Ya¡nî ¡adem-i neşrinden nâşî ¡ilm-i dîn cihânda nâ-be-
dîd ve nûr-ı irşâd munkatı¡ ve nâ-resîd oldu ve ¡âlem ¡itâm-ı nâdânî-i
umûr-ı dîniyyede tâyih ve vâlih kaldı.

‫] أن ال علــم إال فتــوى حكومــة تســتعين بــه القضــاة‬17[ ‫[ولقــد خيلــوا إلــى الخلــق‬
‫علــى فصــل الخصــام عنــد تهــاوش الطغــام أو جــدل يتــدرع بــه طالــب المباهــاة إلــى الغلبــة‬
]‫واإلفحــام أو ســجع مزخــرف يتوســل بــه الواعــظ إلــى اســتدراج العــوام‬
“Ve o ¡ulemâ-i rüsûm ise, zât-ı zi’l-celâle kasem ederim ki ¡âlemi
igfâl etmişler ve onlara ta“yîl ederek bir zann-ı fâside düşürmüşler ki
†aπâm ya¡nî erâzil-i nâs olanların tehâvüşlerinde ya¡nî yekdîgerleriyle
bir da¡vâdan dolayı karış muruş olduklarında onların husûmetlerinin
faslı üzerine hükkâm-ı şer¡iyye onunla müsta¡în olacakları hükm fetvâsı
46 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

¡ilminden yâhûd tâlib-i mübâhât ¡inde’l-münâzara hasmına galebe ve


if√âm etmek için onunla mütederri¡ olacağı san¡at-ı cedeliyye fenninden
veyâhûd istidrâc-ı ¡avâmm için vâ¡iz onunla mütevessil olacağı kelâm-ı
mukaffâ vü müsecca¡ ve müzahref ¡ilminden gayrı bir ¡ilm yoktur.”
Ve mâ-hasal-ı kelâm ¡ulemâ-i rüsûm halkı aldatıp böyle bir zu¡ma
düşürmüşler ki ¡âlemde tahsîl ve ta¡lîmi îcâb eden ¡ulûm ancak üç kısm-
dır: Yâ ¡ilm-i fetvâ-yı fasl-ı da¡vâ veyâ ¡ilm-i cidâl veyâhûd ¡ulûm-ı
nazm-ı kelâm ve tahsîn-i sec¡ ü fıkarât-ı vâ¡iziyyedir. Ve bunlardan gay-
rı iktisâb olunacak başka ¡ilm yoktur! Ve ta“yîl etmeleri o ¡ulûma te¡âtî
ve ragbet etmeleriyle hâsıl olmuştur. Ve bunun sebeb ve ¡illeti odur ki:

]‫[إذ لم يروا ما سوى هذه الثالثة مصيدة للحرام وشبكة للحطام‬


“Onlar ya¡nî ¡ulemâ-i rüsûm hubb-ı câha meftûn olmalarından nâşî
himmetleri iktisâb-ı mâl u iştihâra mahsûr olmuştur ve bu aksâm-ı selâ-
senin mâ-¡adâsı sayd-ı harâm için bir dâm ve iktisâb-ı √u†âm için bir
şebeke ve tuzak, ¡avâmm görememişlerdir.”

‫[فأمــا علــم طريــق اآلخــرة ومــا درج عليــه الســلف الصالــح ممــا ســماه اهلل ســبحانه فــي‬
‫كتابــه فقهــا وحكمــة وعلمــا وضيــاء ونــورا وهدايــة ورشــدا فقــد أصبــح مــن بيــن الخلــق‬
]‫مطويــا وصــار نســيا منســيا‬
“Ve ¡ilm-i tarîk-i âhiret olup nazar-ı i¡tibârlarından sâkıt olan ve
¡adem-i te¡âtîlerinden nâşî külliyyen metrûk kalmış olan ¡ilm ise ecell-i
¡ulûm ve a¡zamı olup ve Hak subhânehu ve ta¡âlâ ona kitâb-ı münez-
zelinde fıkh ve hikmet ve ziyâ ve nûr ve hidâyet ve rüşd diye tesmiye
buyurduğu ¡ilmlerdendir. Ve o ¡ilm üzerine selef-i sâlih dâric ve sâ-
lik olmuştur. Ve bu cemâl ve kemâl ile mu¡attal ve mehcûr olup halk
mâ-beyninde matvî ve nesyen mensî olmuştur.”

‫[ولمــا كان هــذا ثلمــا فــي الديــن ملمــا وخطبــا مدلهمــا رأيــت االشــتغال بتحريــر هــذا‬
‫الكتــاب مهمــا إحيــاء لعلــوم الديــن وكشــفا عــن مناهــج األئمــة المتقدميــن وإيضاحــا لمناهي‬
]‫العلــوم النافعــة عنــد النبييــن والســلف الصالحيــن‬
“Ve çün bu hâl-i esef-iştimâl ra§înü’l-bünyân olan kasr-ı dîn-i mü-
bîn-i şâmi“u’l-erkânın cidâr ve dîvârına bir büyük gedik ve ¡azîm bir
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 47

“arem ve &ülem-i mülimm ve musîbet-i ¡uzmâ vü muzlime ve dâhi-


ye-i müdlehimm bulundu; ihyâen li-¡ulûmu’d-dîn ben dahi lede’l-en-
biyâi’l-¡izâm ve’s-selefi’s-sâlihîne’l-kirâm müntehâ-yı ¡ulûm-ı nâfi¡ayı
îzâh ve tebyîn etmek ve o bâbda olan menâhic-i e™imme-i mütekad-
dimîni keşf ve ta¡yîn eylemek için bu kitâbın tahrîriyle iştigâl etmek
husûsunu bir emr-i mühimm gördüm.”

[Tertîb-i Kitâb]

‫] أربــاع وهــي ربــع العبــادات وربــع العــادات وربــع‬18[ ‫[وقــد أسســته علــى أربعــة‬
]‫المهلــكات وربــع المنجيــات‬
“Ve onu dahi dört rub¡ ya¡nî dört kısm üzerine te™sîs ve tertîb ettim
ki bir rub¡u şe™n-i ¡ibâdâta ve bir rub¡u ahvâl-i ¡âdâta ve bir rub¡u âfât-ı
mühlikât ve keyfiyyâtına ve bir rub¡u esbâb-ı münciyât ve tasarrufâtı-
na hâvî ve câmi¡ ola.” Çünkü nev¡-i beşerin hayât ve necâtı bunların
mahzûr ve muhassenâtını bilip hüsn-i mu¡âmelâtlarıyla hâsıl olur ve
kıyâm-ı sakf-ı vücûdları bu erkân-ı erba¡a iledir.

]‫[وصدرت الجملة بكتاب العلم ألنه غاية المهم‬


“Ve gâye-i emr-i mühimm olduğu haysiyyet ile işbu aksâm-ı erba¡a-
nın cümlesini mebâhis-i ¡ilmiyenin kitâbıyla tasdîr ettim.” Ya¡nî birinci
kısmın ibtidâsında onu zikr ve ahvâl ve kemiyyet ve keyfiyyâtını beyân
eyledim, çünkü cümle-i ahvâl ü şü™ûnun aslı ve menşe™i olup ve ak-
sâm-ı erba¡a-i mühezzebenin vâsıta-i ma¡rifet ü icrâ™âtıdır; lâ-siyyemâ
bu mü™ellifin ¡ille-i gâiyyesinin medâr-ı a¡zamıdır.

‫[ألكشــف أوال عــن العلــم الــذي تعبــد اهلل علــى لســان رســوله صلــى اهلل عليــه وســلم‬
]‫األعيــان بطلبــه‬
“Tâ kim Cenâb-ı Rabbü’l-¡ibâd, Hazret-i Resûl-i ekreminin mübâ-
rek lisânı üzere âti’l-beyân olan hadîs-i zî-şânın mefhûmuyla halâyıkı
onunla müte¡abbid olduğu ¡ilmin ahvâli üzerine keşf edeyim.” Ya¡nî
tahsîli matlûb ve a¡yân üzerine ta¡allümü hadîs-i şerîf-i mezkûrun med-
lûlünce mefrûz olan ¡ilmi temyîz ve ta¡yîn edeyim, zîrâ bu terk-i †ârî
48 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

ile rûy-ı münîri mütevârî-i nikâb-ı ihticâb olmuştur ve ¡âşık-ı cemâline


mehâsini muhtefî kalmıştır.
Ve hulâsa-i kelâm her bir ferdin üzerine ta¡allümü vâcib ve ¡ayn-ı
¡ibâdet olan ¡ilmin fevâyid ve ¡avâyidine bahs ve fazl-ı ¡ilm ü ta¡lîm ü
ta¡allümü herkese i¡lâm ile kemiyyet ve keyfiyyet ve ehemmiyyetini
ta¡rîf için onu ¡unvân-ı kitâb ettim demektir.

َ ِ‫ط َل ُب ا ْل ِع ْل ِم َفر‬
]”‫يض ٌة َع َلى ُك ّ ِل ُم ْس ِل ٍم‬ َ “ :‫[إذ قال رسول اهلل صلى اهلل عليه وسلم‬
“Nitekim Resûl-i ekrem sallallâhu ¡aleyhi ve sellem ‫ــم‬ ِ ‫ط َلــب ا ْل ِع ْل‬
ُ َ “
21 ٍ ِ
”‫يضــ ٌة َع َلــى ُك ّ ِل ُم ْســلم‬
َ ِ‫ َفر‬diye irâde ve fermân buyurmuştur.” Ve hulâsa-i
mefhûm-ı nazm-ı şerîfi “Her bir müslimin üzerine taleb-i ¡ilm mefrûz-
dur.”

]‫[وأميز فيه العلم النافع من الضار‬


“Ve dahi onda zarar verici ¡ilmden nef¡ verici ¡ilmi temyîz ve ifrâz
ederim.”
ِ َّ ‫ “ َنعو ُذ ب‬:‫[قال صلى اهلل عليه وسلم‬
]”‫ِالل ِم ْن ِع ْل ٍم َل َي ْن َف ُع‬ ُ
“Zîrâ ki menfa¡at vermeyen ¡ilm insâna muzırr olur ve ondan ta¡av-
vüz etmek mesnûndur, nitekim ümmetine ifhâmen ve ¡i¡lâmen ¡aleyhi
efdalü’t-tahiyyât ondan ta¡avvüz edip buyurmuş ki ‫ــم َل‬ ِ
ٍ ‫ِــالل ِمــن ِع ْل‬
ْ َّ ‫“ َن ُعــو ُذ ب‬
22
”‫ــع‬
ُ ‫ َي ْن َف‬Ve hulâsa-i medlûl-i nazmı “Menfa¡at etmeyen ¡ilmden biz Al-
lâh-ı ¡azîmü’ş-şâna sığınırız.” Bu ta¡avvüz edişi onun zararına delâlet
eder.

‫[وأحقــق ميــل أهــل العصــر عــن شــاكلة الصــواب وانخداعهــم بالمــع الســراب‬
]‫واقتناعهــم بالقشــر عــن اللبــاب‬

21 “İlim talep etmek her Müslümana farzdır.” İbn Mâce’nin (Mukaddime, 17,
no: ) Enes’ten rivayet ettiği bu hadisin senedini Ahmed b. Hanbel ve
Beyhakî (Şu¡abu’l-Îmân, 2/) zayıf olarak nitelemişlerdir. Ayrıca bkz.
Tahrîcu Ehâdîsi İhyâ™, 1/7, (hadis no 2)
22 “Fayda sağlamayan ilimden Allâh’a sığınırız.” İbn Mâce, Du¡â™, 3, no: ;
Câmi¡u Beyâni’l-¡İlm, 1/, no: ; et-Teysîr bi-Şerhi’l-Câmi¡i’s-Sagîr,
1/; et-Tenvîr Şerhu’l-Câmi¡i’s-Sagîr, 6/, no
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 49

“Ve dahi onda ehl-i ¡asrın şâkile-i savâbdan vâki¡ olan meyl ve in-
hirâflarını ve lem¡-i serâb ile aldanılmış olduklarını ve içinden yalnız bir
kabuğu ile kanâ¡at edegeldiklerini tahkîk edeyim.” Ya¡nî ehl-i zamân
çöl ve beyâbânda susadıkları evânda serâbın parlaması ile aldanıp ve
onun için reh-i râst ve doğru yolu terk ile râh-ı tebâha meyl ve inhirâf
ettikleri misilli, bu yolda dahi ne sûretle aldanıp meyl ve ¡udûl ettikleri-
ni ve semere-i ¡ilmi igtinâm etmek sırasında ne vechile onun magzı ve
içini bırakıp yalnız kışr ve kabuğuyla i…tinâ¡ edegelmiş bulunduklarını
beyân ve isbât edeyim. [19]
]‫[ويشتمل ربع العبادات على عشرة كتب‬
“Ve rub¡-ı ¡ibâdât on ¡aded kitâba müştemildir ki
]‫[كتاب العلم‬
Birincisi “kitâbu’l-¡ilm”dir.
]‫[وكتاب قواعد العقائد‬
Ve dahi ikincisi “kitâbu kavâ¡idi’l-¡akâ™id”dir.
]‫[وكتاب أسرار الطهارة‬
Ve üçüncüsü “esrâr-ı tahâret kitabı”dır.
]‫[كتاب أسرار الصالة‬
Ve dördüncüsü “kitâbu esrâri’s-salât”
]‫[كتاب أسرار الزكاة‬
Ve beşincisi “kitâbu esrâri’z-zekât”
]‫[كتاب أسرار الصيام‬
Ve altıncısı “kitâbu esrâri’s-sıyâm”
]‫[كتاب أسرار الحج‬
Ve yedincisi “kitâbu esrâri’l-hacc”
]‫[كتاب آداب تالوة القرآن‬
Ve sekizincisi “kitâbu âdâbi tilâveti’l-Kur™ân”
50 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

]‫[كتاب األذكار والدعوات‬


Ve dokuzuncusu “kitâbu’l-ezkâr ve’d-da¡avât”

]‫[كتاب ترتيب األوراد في األوقات‬


Ve onuncusu “kitâbu tertîbi’l-evrâd fi’l-evkât”
İşte umûr-ı ¡ibâdâtın ehemm ve elzemi bu kütüblerde hasr ve tibyân
kılınıp ve buna rub¡-ı ¡ibâdât i¡tibâr kılınmıştır.

]‫[وأما ربع العادات فيشتمل على عشرة كتب‬


Ve rub¡-ı ¡âdât ise o dahi on ¡aded kitâba şâmil olmuştur:

]‫[كتاب آداب األكل‬


Birinci kitâbı “kitâbu âdâbi’l-ekl” olup ya¡nî yemek içmek âdâbı be-
yanındadır.

]‫[كتاب آداب النكاح‬


Ve ikincisi “kitâbu âdâbi’n-nikâh” ya¡nî evlenmeğin âdâb ve şurûtu
ve ahkâmı beyânındadır.

]‫[كتاب أحكام الكسب‬


Ve üçüncüsü “kitâbu ahkâmi’l-kesb” olup ve o dahi kâr ve kisbin
beyân ve ahkâmı tibyânındadır.

]‫[كتاب الحالل والحرام‬


Ve dördüncüsü “kitâbu’l-helâl ve’l-harâm”

]‫[كتاب آداب الصحبة والمعاشرة مع أصناف الخلق‬


Ve beşincisi “kitâbu âdâbi’s-sohbet ve’l-mu¡âşeret ma¡a-asnâ-
fi’l-halk” ya¡nî asnâf-ı halk ile hüsn-i âmîzeş ü mu¡âşeret ile âdâb-ı soh-
betin tibyânındadır.

]‫[كتاب العزلة‬
Ve altıncısı “kitâbu’l-¡uzlet”tir, ya¡nî halktan ictinâb ve ¡uzlet ve kû-
şe-nişînlik ve inzivânın muhassenâtı beyanındadır.
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 51

]‫[كتاب آداب السفر‬


Ve yedincisi “kitâbu âdâbi’s-sefer”dir.

]‫[كتاب السماع والوجد‬


Ve sekizincisi “kitâbu’s-simâ¡ ve’l-vecd” olup o dahi nagamât-ı
ezkâr ve hâlât-ı ¡ışk ve vicdânî-i mahabbetin ahkâm ve âsârı beyanın-
dadır.

]‫[كتاب األمر بالمعروف والنهي عن المنكر‬


Ve dokuzuncusu “kitâbu’l-emr bi’l-ma¡rûf ve’n-nehy ¡ani’l-mün-
ker” olup ya¡nî emr-i ma¡rûf ve nehy-i münkerin keyfiyyât ve emâkin ü
suver-i icrâ™ât ile ahkâmı beyânındadır.

]‫[كتاب آداب المعيشة وأخالق النبوة‬


Ve onuncusu “kitâbu âdâbi’l-ma¡îşet ve ahlâki’n-nübüvvet” olup o
dahi ahlâk-ı nübüvvet ve âdâb-ı ma¡îşetin beyânındadır.
Ve işbu rub¡-ı sânî egerçi min cihetin ¡âdete müte¡allik olduğu hay-
siyyetle ona rub¡-ı ¡âdât diye ıtlâk etmiştir, velâkin cihet-i uhrâdan ic-
tinâb-ı muharremât ve ittikâ-i şübehât ve tetebbu¡-ı sünen-i âsâr ve ıs-
lâh-ı makâsıd-ı niyyât ile te¡âtîsi kezâlik emr-i tâ¡ât u ¡ibâdâttandır ve
menâ†-ı sevâb u ¡ikâb olur mevâddandır.

]‫[وأما ربع المهلكات فيشتمل على عشرة كتب‬


Ve kısm-ı sâlisi ki rub¡-ı mühlikât ise o dahi kezâlik on ¡aded kitâba
hâvî ve müştemil ve câmi¡dir.

]‫[كتاب شرح عجائب القلب‬


Ve birinci kitâbı ise “kitâbu şerhi ¡acâyibi’l-kalb” olup ya¡nî ¡acâ-
yib-i kulûbün zikr ve beyânındadır.

]‫[كتاب رياضة النفس‬


Ve ikincisi “kitâbu riyâzeti’n-nefs”tir ya¡nî nefs-i insâniyyenin key-
fiyyet-i riyâziyyet ü ahkâmı tibyânındadır.
52 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

]‫[كتاب آفات الشهوتين شهوة البطن وشهوة الفرج‬


Ve üçüncüsü “kitâbu âfâti’ş-şehveteyn şehvetü’l-batn ve şehve-
tü’l-ferc” mebâhisindedir, ya¡nî âfât-ı şehveteyn ki şehvet-i ekl ü cimâ¡
ve onlara müte¡allik olan umûr ve ahvâl ve ahkâmın beyanındadır.

]‫[كتاب آفات اللسان‬


Ve dördüncüsü “kitâbu âfâti’l-lisân” olup ya¡nî nutkun darr ve kelâ-
mın şerri ve zebânın âfât ve musîbâtı beyanındadır.

]‫[كتاب آفات الغضب والحقد والحسد‬


Ve beşincisi “kitâbu âfâti’l-gazab ve’l-hıkd ve’l-hased” mebâhisin-
dedir, ya¡nî ebnâ-i beşerin yekdîgerlerine bi-hasebi’l-ahlâk vâki¡ olan
gazab ve hıkd ve hased, ya¡nî kıskanç ve kîn ve tehevvürün âfâtı beya-
nındadır.

]‫[كتاب ذم الدنيا‬
Ve altıncısı “kitâbu zemmi’d- [20] dünyâ” olup ya¡nî dünyânın ¡uyûb
ve nevâkısı beyânındadır.

]‫[كتاب ذم المال والبخل‬


Ve yedincisi “kitâbu zemmi’l-mâl ve’l-buhl” olup ya¡nî hubb-ı mâl
ve imsâki seyyi™âtı beyanındadır.

]‫[كتاب ذم الجاه والرياء‬


Ve sekizincisi “kitâbu zemmi’l-câh ve’r-riyâ” mebâhisidir; o dahi
hubb-i câh ve ¡adem-i ihlâs-ı niyyet mehâzîri beyanındadır.

]‫[كتاب ذم الكبر والعجب‬


Ve dokuzuncusu “kitâbu zemmi’l-¡ucb” ya¡nî kibr ve ¡ucb ve hod-pe-
sendliğin mezemmetindedir.

]‫[كتاب ذم الغرور‬
Ve onuncu kitâbı “kitâbu zemmi’l-gurûr” olup ya¡nî gurûr ve
hod-bînlik âfâtı beyânındadır.
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 53

Ve bu rub¡-ı mühlikâtta mezkûr olan umûr şâyân-ı ma¡rifet ü ittikâ-


dırlar, zîrâ onların cehâletleri mü™eddî-i mu¡â†ât u müdâvemâtı olup ve
netîce-i semerâtı hasâr-ı dünyâ ve ziyân-ı âhirettir.

]‫[وأما ربع المنجيات فيشتمل على عشرة كتب‬


Ve kısm-ı râbi¡i ya¡nî rub¡-ı münciyât ise o dahi kezâlik on ¡aded
kitâb üzerine müştemildir ki

]‫[كتاب التوبة‬
Birincisi “kitâbu’t-tevbe”dir.

]‫[كتاب الصبر والشكر‬


Ve ikincisi “kitâbu’s-sabr ve’ş-şükr”dür.

]‫[كتاب الخوف والرجاء‬


Ve üçüncüsü “kitâbu’l-havf ve’r-recâ™”dır.

]‫[كتاب الفقر والزهد‬


Ve dördüncüsü “kitâbu’l-fakr ve’z-zühd”dür.

]‫[كتاب التوحيد والتوكل‬


Ve beşincisi “kitâbu’t-tevhîd ve’t-tevekkül” olup

]‫[كتاب المحبة والشوق واألنس والرضا‬


Ve altıncısı “kitâbu’l-mahabbet ve’ş-şevk ve’l-üns ve’r-rızâ”dır,
ya¡nî mahabbet-i ilâhiyye ve şevk-ı likâ vü tâ¡at ile ünsiyyet ve takdîrât-ı
rabbâniyyeye irâ™e-i rızâ vü teslîmiyyet ahvâli ve efdâli beyanındadır.

]‫[كتاب النية والصدق واإلخالص‬


Ve yedincisi “kitâbu’n-niyyet ve’s-sıdk ve’l-ihlâs” mebâhisindedir,
ya¡nî a¡mâle ihlâs-ı kasd u taviyyet ve tesbît-i sıdk u istikâmet ve il-
tizâm-ı ihlâs-ı niyyet muhassenâtı beyanındadır.

]‫[كتاب المراقبة والمحاسبة‬


Ve sekizincisi “kitâbu’l-murâkabe ve’l-muhâsebe”
54 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

]‫[كتاب التفكر‬
Ve dokuzuncusu “kitâbu’t-tefekkür”

]‫[كتاب ذكر الموت‬


Ve onuncusu “kitâbu zikri’l-mevt” olup ve bu rub¡-ı râbi¡i kezâlik
ecell-i envâ¡-ı tâ¡ât u ¡ibâdâtı şâmildir ve semere-i ¡ilmi onda mezkûr
olan tasarrufât ile i…†itâf olunur ve temessük-i ezyâli mûsıl-ı sa¡âdet-i
ebedî ve necât-ı sermedîdir.
Ve ¡alâ-vechi’l-icmâl aksâmı ve her bir kısmın müştemil olduğu
envâ¡ı zikr ve tebyîn ettikten sonra √a&&en li’t-tâlibîn cihet-i vahdesi
makâmında kâim olmak üzere o aksâmda mevzû¡-ı bahsi olan mevâddı
dahi bi’l-icmâl göstermek ve zikrleriyle onların iktisâbları müstelzim
olduğu menâfi¡i bilinmek üzere musannif-i merhûm buyurdu ki:

‫[فأمــا ربــع العبــادات فأذكــر فيــه مــن خفايــا آدابهــا ودقائــق ســننها وأســرار معانيهــا مــا‬
‫يضطــر العالــم العامــل إليــه بــل ال يكــون مــن علمــاء اآلخــرة مــن ال يطلــع عليــه وأكثــر ذلــك‬
] ‫ممــا أهمــل فــي فــن الفقهيــات‬
Ya¡nî rub¡-ı ¡ibâdâtta zikr edeceğim mebâhis ise fenn-i fıkhiyyâtta
zikri fi’l-ekser mühmel olup ve ona muttali¡ olamayan kimse ¡ulemâ-i
âhiretten olamayan ve min külli’l-vücûh ¡âlim-i ahkâm-ı dîniyye ona
muhtâc ve muztarr olan umûrdur ki âdâb-ı ¡ibâdâtın hafiyyâtı ve sü-
nen-i seniyyenin dekâyık ve nikâtı ve ma¡ânîsinin esrâr-ı ledünniyâtı
gibi şeylerdir.

‫[وأمــا ربــع العــادات فأذكــر فيــه أســرار المعامــات الجاريــة بيــن الخلــق وأغوارهــا‬
]‫ودقائــق ســننها وخفايــا الــورع فــي مجاريهــا وهــي ممــا ال يســتغني عنهــا متديــن‬
Ve rub¡-ı ¡âdât kütüblerinde mezkûr olacak keyfiyyât ise o dahi
merd-i dîndâr ondan müstagnî olamayacak mebâhis ve ezkârdır ki bey-
ne’l-halk cereyân eden mu¡âmelâtın esrâr ve agvârı ve o mu¡âmelâtın
dekâyık-ı sünen ve mecârîsinde olan hafâyâ-yı vera¡ ve ittikâ gibi
mevâdd-ı mühimme ve ma¡rifeti farîza-i zimmet-i ümmet olan ahvâl-i
mühimmedir. İşte o rub¡da dahi bunları zikr ederim.[21]
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 55

‫[وأمــا ربــع المهلــكات فأذكــر فيــه كل خلــق مذمــوم ورد القــرآن بإماطتــه وتزكيــة النفــس‬
]‫عنــه وتطهيــر القلــب منــه‬
“Ve rub¡-ı mühlikât ise onda dahi imâ†a ve izâlesiyle ondan tezkiye-i
nefs ve tathîr-i kalb edilmesi hakkında nass-ı Kur™ânî vârid olan ahlâk-ı
mezmûmeyi zikr ederim.” Ya¡nî ber-muktezâ-yı emr-i rabbânî kalbden
tard ve ib¡âd ile ondan nefs-i insânı tathîr etmek lâzım gelen esbâb-ı
muzırre-i sülûk-ı tarîk-i âhireti beyân ve “imâ†atu’l-ezâ ¡ani’t-tarîki min
şu¡abi’l-îmân”23 hadîs-i şerîfinin hükmü îcâbınca tarîk-i ¡âmmede mûzî
ve muzırr olan hâr u hâşâk gibi ¡avâyik-ı râhiyyeye müşâbih olup tarîk-i
âhireti kâtı¡ ve sülûkuna muzırr ve mûzî veyâhûd mâni¡ olan her bir
hulk-ı menhî ve muharremi zikr ve tibyân ederim.

]‫[وأذكر من كل واحد من تلك األخالق حده وحقيقته‬


“Ve def¡ ü ref¡ine medâr-ı yüsr ü sühûlet olmak üzere imâ†aya müs-
tahak olan her bir hulk-ı makdûh u mezmûmun hadd ve hakîkatini dahi
zikr ederim.” Ya¡nî o ahlâk-ı menhiyye ve muharremeyi birer birer
gösterip ve her bir hulk-ı mezmûmun hakîkati nedir ve haddi ne asldır
¡alâ-vechi’t-tafsîl beyân ve ta¡rîf eylerim.

]‫[ثم أذكر سببه الذي يتولد منه‬


“Ve “ed-Def¡u eshelu mine’r-ref¡i’24 misdâkınca o hulk-ı mezmû-
mu vücûda gelmeden emr-i müdâfa¡asına bakılmak üzere onun menşe™i
olan esbâbı dahi orada beyân ederim.” Ya¡nî her bir hulk-ı mezmûmun
hadd ve hakîkatini zikr ettikten sonra ondan mütevellid olduğu sebebi
dahi zikr ederim.

]‫[ثم اآلفات التي عليها تترتب‬


“Ve ondan sonra ona müterettib olan âfâtı ya¡nî o ahlâk-ı seyyi™enin
üzerine terettüb eden âfâtı dahi onda zikr ederim.”

23 Burada “el-Îmânu bi∂¡un ve sebûne bâben ve ednâhâ imâ†atu’l-e≠â ¡ani’†-


†arî…i” hadîsine işaret edilmektedir.
24 “Bir şeyin vukuundan önce korunma tedbiri almak onun vukuundan sonra
bertaraf edilmesinden daha kolaydır.”
56 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

]‫[ثم العالمات التي بها تتعرف‬


“Ve ondan sonra onunla bilinip müte¡arrif olacağı ¡alâmâtı dahi
kezâlik orada zikr ederim.”

]‫[ثم طرق المعالجة التي بها منها يتخلص‬


“Ve ondan sonra o ahlâk-ı mezmûme ve menşe™i olan esbâb ile ona
müterettib olan âfâtın esbâb-ı izâlesi ve ondan mûcib-i tahlîs olan tu-
ruk-ı mu¡âlecâtı dahi zikr ederim.” Ya¡nî o ahlâk-ı seyyi™e mâdâm ki
emrâz-ı ma¡neviyye-i bâtıniyyeye müşâbihtirler, gerek def¡ ve gerek
ref¡i müdârât ve müdâvâta muhtâc olup ve hekîm-i hâzık ¡illeti bilip ve
mütevellidâtını anlayıp ve merzâya beyân-ı ahvâl ettikten sonra nice
emr-i tîmâra şürû¡ ve mu¡âlecâta başlarsa, kezâlik ben dahi o ahlâkın
hadd ve hakîkat ve menşe™ ve mütevellidâtını gösterdikten sonra tarîk-i
mu¡âlece vü tîmârını orada gösteririm.

]‫[كل ذلك مقرونا بشواهد اآليات واألخبار واآلثار‬


“Ve bu zikr edeceğim mevâddı da¡vâ-yı mücerrede bırakmayıp
ancak her biri âyât-ı celîle-i Kur™âniyye ve ahbâr-ı cemîle-i peygam-
beriyye ve âsâr-ı fazîle-i sahâbiyye şevâhid ve berâhîni ile makrûn ve
ma§√ûb olarak zikr ederim.” Ya¡nî o mevâdd ve ahkâmı ile tedâbîr-i
müdâvât u irşâdı bi-tamâmihâ edille-i âyât ve ahbâr ve âsâr ile ma¡an
zikr ve ta¡rîf ve beyân ve tavsîf eylerim.

]22[ ‫[وأمــا ربــع المنجيــات فأذكــر فيــه كل خلــق محمــود وخصلــة مرغــوب فيهــا مــن‬
]‫خصــال المقربيــن والصديقيــن التــي بهــا يتقــرب العبــد مــن رب العالميــن‬
“Ve rub¡-ı münciyât ise, onda Hazret-i Rabbü’l-¡âlemînden ¡abd-i
mahlûk onunla mütekarrib olur ve hısâl-i hasene-i mukarrebîn ü sıd-
dîkînden bilinir her bir haslet-i mergûbe ve hulk-ı mahmûdu zikr ede-
rim.” Ya¡nî vesîle-i kurb-i rabbânî ve müstefîz-i rahmet-i samedânî olan
ahlâk-ı hamîde ve hısâl-i mecîde-i hazerât-ı ricâl-i mukarrebîn ü sıd-
dîkîni o kısm-ı münciyâtta îrâd ve beyân ederim, tâ kim tâlib-i necât u
sa¡âdet olan zât enbiyâ-yı ¡izâma ittibâ¡en o sıfât-ı hasene-i marziyye ile
müte«allık ve müte√allî ve o tâ¡at ve vuslata müte†arrı… ve müte«allî ve
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 57

o ni¡met-i ¡uzmâya mütevessil ve mütevellî ola.

‫[وأذكــر فــي كل خصلــة حدهــا وســببها الــذي بــه تجتلــب وثمرتهــا التــي منهــا تســتفاد‬
‫وعالمتهــا التــي بهــا تتعــرف وفضيلتهــا التــي ألجلهــا فيهــا يرغــب مــع مــا ورد فيهــا مــن‬
] ‫شــواهد الشــرع والعقــل‬
“Ve dahi her bir hasletin haddi ve onunla müctelib olacağı sebebi ve
ondan müstefâd olacak semereyi ve onunla ma¡rûf olacağı ¡alâmeti ve
mûcib-i ragbeti olan fazîleti hakkında vârid olan şevâhid-i şer¡iyye vü
¡akliyesiyle ma¡an zikr ederim.” Ya¡nî o ahlâk-ı memdûha ve hasâyil-i
meşrûhayı orada beyân ederken her bir hasletin haddini gösteririm ve
esbâb-ı iktisâbı ile i…†itâf olunacak esmârı ve bâdî-i ma¡rifeti olacak
¡alâmât ve âmârı ve müstelzim-i ragbet ü mahabbeti olan fezâyil ve
âsârı birer birer şevâhid-i şer¡iyye ve berâhîn-i ¡akliyesiyle ma§√ûb ola-
rak zikr ederim, tâ kim merd-i dânâ ¡ömr-i ¡azîzini âher bir mülâbis
ve müşâbihin kesbiyle nâfile yere zâyi¡ etmeye ve mâye-i ¡ilmiyyeden
mahrûm ve bî-vâye kalmaya ve ¡abese iştigâl eylemeye.

[Sebeb-i Te™lîf ve Tertîb]

‫[ولقــد صنــف النــاس فــي بعــض هــذه المعانــي كتبــا ولكــن يتميــز هــذا الكتــاب عنهــا‬
]‫بخمســة أمــور‬
“Ve egerçi fî mâ-selef işbu ma¡ânî-i mezkûrenin ba¡zısında ¡ulemâ-i
mâziye kütüb-i müte¡addideyi tasnîf edegeldikleri vâki¡ ve mütehakkık
ise de velâkin bu kitâb beş haslet ve hâssiyyet ile o kütüb-i musannefe-
den mümtâz olur.” Ya¡nî egerçi mezkûr olan ma¡ânî mühmel kalmamış-
tır ve fî mâ-sebak ¡ulemâ-i mütekaddimîn tarafından dahi bu ma¡ânînin
ba¡zısında kütübler te™lîf ve tedvîn edilmiş ise de velâkin ba¡zı ma¡ânîsi-
nin o kütüb-i mü™ellefe-i sâbıkadan istifâdesi emr-i ¡asîr ü hatîr olup bu
kitâbda ma¡ânî-i mühimmeyi kâmilen ve sarîhen zikr olunacağı cihetle
bu kitâb başka bir hâssiyyet ve meziyyeti iktisâb etmiştir ve beş meziy-
yet ile o kütübden mümtâz olmuştur.
Hulâsa-i murâd su™âl-i mukaddere cevâb îrâd edip der ki benim bu
kitâbın te™lîfine olan iştigâlim kütüb-i sâbıkaya nazaran ¡abes denilemez
58 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

ve bu kitâba ihtiyâc yok idi denilemez, zîrâ egerçi benden evvel bu


ma¡ânînin ba¡zısında kütüb-i mütedevvene bulunmuştur, velâkin benim
bu kitâbım câmi¡ olduğu fevâyid o kütüblerde tamâmen bulunmaz ve
beş ¡aded haslet ile onlardan münferid ve mümtâz olmuştur.

]‫[األول‬
Birincisi:

]‫[حل ما عقدوه وكشف ما أجملوه‬


“¡Ulemâ-i mütekaddimînin mü™ellefâtlarında mezkûr olan ma¡ânî-i
mu¡akkadenin halli [23] ve ¡ibârât-ı mücmele ve me∂âmîn-i mu¡a∂∂i-
lenin keşfi meziyyeti olup ya¡nî mü™ellefât-ı sâbıkada istinbât-ı ehl-i
kemâle i¡timâden vâki¡ olan ¡ibârât-ı mu¡akkade ve mefhûmât-ı muta-
zammine vü mültezimeyi bu kitâb açık olarak gösterecektir ve li-hik-
metin perde-i elfâz-ı mühezzebenin mâverâsında kalmış olan ma¡ânî-i
müstetireyi bu kitâbın edille-i sarîhası keşf ve herkese hüsn-i mazmûnu
irâ™e edecektir.

]‫[الثاني‬
İkincisi dahi:

]‫[ترتيب ما بددوه ونظم ما فرقوه‬


“Onların ya¡nî o ashâb-ı te™lîf olan ¡ulemânın mü™ellefâtlarında dağı-
nık ve müteferrik olarak zikr ettikleri umûrunun tertîb ve nazm ve teh-
zîbi hâssiyetidir.” Ya¡nî o mü™ellefâtta mübedded ve müşettet ve gayr-i
muntazam zikr olunan eşyâ bu kitâbda münâsebât-ı makâmiyyesini gö-
zeterek mecmû¡ ve muntazam olarak zikr edileceğinden dolayı ta¡allüm
ve ta¡lîmleri mûcib-i sühûlet olur ve fâide ile müteferrid olmuştur.

]‫[الثالث‬
Üçüncüsü dahi:

]‫[إيجاز ما طولوه وضبط ما قرروه‬


“Onların ya¡nî o mü™elliflerin kesret-i hurûf u elfâz ile ma¡a’l-i†nâb
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 59

ve’t-ta†vîl kütüb-i musannefelerinde zikr ve îrâd ettikleri ¡ibârâtı bu kitâb-


da mûcez ve maksûdu bi-tamâmihi ifâde eder bir elfâz ile zikr ve beyân
ve onların taht-ı zâbıtada zikr etmedikleri kelâmı burada taht-ı zâbıtada
idhâliyle takrîr ve ityân kılınmış olduğundan artık bu yüzden dahi bu te™lîf
onların i†nâb ve ta†vîl ettikleri mebâhis îcâz ve takrîr ettikleri ta¡rîfâtı zabt
ve ihrâz etmiş bulunduğu haysiyyetle mümtâz olmuştur.

]‫[الرابع‬
Dördüncüsü dahi:

]‫[حذف ما كرروه وإثبات ما حرروه‬


“Onların arz-ı garaz-ı âher için mü™ellefâtlarında mükerrer olmuş olan
kelâmın hazf ve mahal ve mevki¡e nisbetle tahrîr ettikleri umûrun isbâtı-
dır.” Ya¡nî mükerrerât ile iştigâl etmek nasabından müstefîdi vâreste kal-
ması meziyyetiyle bu kitâb rehîn-i imtiyâz olmuştur.

]‫[الخامس‬
Beşincisi dahi:

]‫[تحقيق أمور غامضة اعتاصت على األفهام لم يتعرض لها في الكتب أصال‬
“Efhâma güç ve düşvâr olup ona kütüb-i mü™ellefe-i sâlife ta¡arruz
edemedikleri umûr-ı gâmize vü hafiyye vü müşkilenin tahkîki hâsiyye-
tidir.” Ya¡nî istinbâtı sa¡b ve ¡asîr ve fehmi güç olup kütüb-i sâbıkada
zikr olunamayan ba¡zı umûru bu kitâbda sehlü’l-me™haz zikr ve ityân ve
kemâ-yenbagî tedkîk ve tahkîk kılınmış olduğundan yine te™lîf-i mezkûr
bu cihetten o kütüb-i mü™ellefe-i sâbıkadan mümtâz olmuştur.
Ve kezâlik def¡-i su™âl-i mukadder için bu misilli umûr-ı gâmizenin
tahkîkinden mü™ellefât-ı sâbıkanın “ulüvv ve ¡adem-i ta¡arruzları umûr-ı
münkereden olmadığının beyânı bâbında musannif-i merhûm buyurur ki:

‫[إذ الــكل وإن تــوارد علــى منهــج واحــد فــا مســتنكر أن يتفــرد كل واحــد مــن الســالكين‬
]‫بالتنبيــه ألمــر يخصــه ويغفــل عنــه رفقــاؤه‬
“Velev ki kâffe-i sâlikîn bir tarîk u menhec-i vâhid üzere tevârüd eder-
ler, lâkin ¡akldan ba¡îd ve müstenker değildir ki her bir sâlik-i râh münfe-
60 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

riden bir emre intibâh edip zikr eder ve onu tahsîsen tenbîh eyler ve onun
ruf…ası ondan gâfil kalıp âgâh olamazlar ve onda vâki¡ olan teferrüdü
garîb ve ¡acîb olmaz.” [24]
Ya¡nî sâlik-i câdde-i şerî¡at, sâlik-i râh-ı besâtîn gibidir. Olur ki bir
cem¡iyyet tarîk-i besâtînde geçerken onların birisi bir semereyi görür ve
im¡ân-ı nazar-ı dikkat ile onu tahkîk ve husûsî olarak onun üzerine tenbîh
eder. Ve sâir rufekâsı geçerken ondan gâfil kalmışlar ve şekl ve rengin-
den husûsî olarak bir bahs etmezler. Hâlbuki ondan bahs edeni dahi ta¡yîb
ve kelâmı tekzîb olunmaz. İşte câdde-i şerî¡at sâliki buna kıyâsen eşcâr-ı
edille ve esmâr-ı ahkâmdan eger bir nev¡ semereye nazar-ı tedkîki tesâdüf
eder ve hâsseten onun üzerine îmâ ve tenbîh ederse ve ondan gayrı o yol-
da sâlik bulunanların taraflarından ona bir gûnâ ta¡arruz vâki¡ olmamış ise
onun o ta¡arruz ve tenbîhi ¡akldan ba¡îd ve müstenker olmaz.

]‫[أو ال يغفل عن التنبيه ولكن يسهو عن إيراده في الكتب‬


“Ve mümkindir ki onun üzerine tenbîh etmekten dahi gâfil olmamıştır
ve şifâhen vaktiyle onu söylemiştir, lâkin kitâbı te™lîf ederken onu unutup
kitâbında onun üzerine husûsî olarak bir tenbîh edememiştir.”

]‫[أو ال يسهو ولكن يصرفه عن كشف الغطاء عنه صارف‬


Ve olur ki onu sehv etmemiştir velâkin onun üzerine kapağı kaldır-
maktan bir sârif ve mâni¡ onu sarf etmiştir.” Ya¡nî mümkindir ki bir hüsn
veyâhûd bir mahzûr mütâla¡ası üzerine o emrin örtüsünü kaldırmamıştır
ve zikrini örtülü olarak geçirmiştir ve li-hikmetin te™lîflerinde zîr-i perde-i
ibhâm u îhâmda mestûr ve mahfî kalmıştır.

]‫[فهذه خواص هذا الكتاب مع كونه حاويا لمجامع هذه العلوم‬


“İşte bu kitâb bu ¡ulûmun mecâmi¡ine hâvî olduğu hâlde onun havâs-
sı bunlardır.” Ya¡nî ber-minvâl-i muharrer kütüb-i mü™ellefe-i sâlifede
mezkûr olan kâffe-i ¡ulûmun mecâmi¡ine muhît ve şâmil olduğu hâlde
onlardan zâyid ve fazla olarak bu fevâyide dahi mazhar ve havâss-ı nefîse
ile muhtass olagelmiştir.

]‫[وإنما حملني على تأسيس هذا الكتاب على أربعة أرباع أمران‬
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 61

“Ve bu kitâbın bu nesak üzere dört kısm üzerine te™sîs etmeğe beni
haml eden ancak iki emr olup” ya¡nî bu sûret-i te™lîfi dahi egerçi bu bâbda
tasnîf olunan kütübe tevfîk ve tatbîk edilmemiştir, ammâ o dahi li-hikme-
tin vâki¡ olmuştur ve ¡an ¡ilmin tarîk-i tehzîb-i eslâftan bu tarîka meyl ve
¡udûl olunmuştur ve bundan murâd olunan fâide budur diyerek bu te™sîsin
sebebini göstermiştir ki:

]‫[أحدهما‬
Ya¡nî bu dört rub¡ üzerine bu te™lîfin te™sîsine beni haml eden emreynin
birisi:

]‫[وهو الباعث األصلي‬


Ki bâ¡is-i aslî dahi odur ki

]‫[أن هذا الترتيب في التحقيق والتفهيم كالضروري‬


“¡Ale’t-tahkîk bu tertîb kitâbda zikr olunacak umûrun emr-i tahkîk ve
tefhîminde emr-i zarûrî gibidir.”

[Bahs fî Tertîbi’l-¡Ulûm]

]‫[ألن العلم الذي يتوجه به إلى اآلخرة ينقسم إلى علم المعاملة وعلم المكاشفة‬
“Zîrâ ki dâr-ı âhirete onunla müteveccih olacak ¡ilm iki kısma mün-
kasımdır: bir kısmı ¡ilm-i mu¡âmele ve dîger kısmı ¡ilm-i mükâşefedir.”

]‫[وأعني بعلم المكاشفة ما يطلب منه كشف المعلوم فقط‬


[25] “Ve ¡ilm-i mükâşefeden benim murâdım o ¡ilmdir ki ondan yalnız
keşf-i ma¡lûm taleb olunur.” Ya¡nî ¡ilm-i mu¡âmele ile ma¡lûm olunmuş
olan umûr ve mevâddın hakâyık ve a¡yânı üzerine ¡ayne’l-yakîn müşâhe-
desiyle olacak keşf ve mu¡âyenesinin talebine ¡ilm-i mükâşefe ıtlâk olu-
nur demektir.

]‫[وأعني بعلم المعاملة ما يطلب منه مع الكشف العمل به‬


“Ve ¡ilm-i mu¡âmeleden dahi benim maksûdum o ¡ilmdir ki ma¡a’l-
keşf ondan onun mûcebince ¡amel etmek matlûb olunur.”
62 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

]‫[والمقصود من هذا الكتاب علم المعاملة فقط‬


“Ve bu kitâbdan maksûd ise yalnız ¡ilm-i mu¡âmele olup ondan başka
bir ¡ilm murâd olunmamıştır.”

]‫[دون علم المكاشفة‬


“Ya¡nî ondan yalnız keşf-i ma¡lûm taleb olunup ve ona ¡ilm-i mükâşe-
fe ıtlâk olunan ¡ilm maksûd değildir.”

]‫[التي ال رخصة في إيداعها الكتب‬


Ve bu kelâm ile bir su™âl-i mukadderi def¡ eder, ya¡nî maksûddan müs-
tesnâ olan ¡ilm-i mükâşefe ile sıfatı olarak bunda vâki¡ olan işbu cümle ki
murâd buyrulmayan ¡ilm-i mükâşefe “o ¡ilmdir ki kütübe îdâ¡ına ruhsat
olmayan ¡ilmdir” ¡ibâresi bir su™âl-i vâride cevâbdır ki egerçi bu kitâbda
¡ilm-i mükâşefeye müte¡allik ba¡zı umûr vâki¡ olmuştur.
Ammâ ¡ilm-i mükâşefe birkaç nev¡den ¡ibâret olur:
Bir nev¡i kütübe sarâheten zikri câiz olmaz, belki işâret ve îmâ ve
telmîh ve ta¡rîz ile ona ta¡arruz etmek îcâb eder.
Ve bir nev¡i dahi kütübe îdâ¡ ve zikr ve tevriye ve îmâsı memnû¡dur.
Ve dîger nev¡i mektûm tutulmamış, ¡ilm-i mu¡âmeleye min-vechin
ta¡alluk ciheti olmakla kitâblara idhâli mesâg altında bulunmuştur.
Ve bu kitâbda mezkûr olan ba¡zı ahvâl kabîl-i evvel ü sâlistendir ve
aslâ idhâli câiz olmayan ¡ilmdir ki bu kitâbda murâd olunmamıştır. Ve
¡ilm-i mükâşefe bu aksâma inkısâmı ba¡de-mâ vârid olacak kelâmın delâ-
letiyle anlaşılır. Ve dahi mektûm tutulması îcâb eden kısm bî-lüzûm ol-
madığını bildirmek için musannif-i merhûm buyurur ki:

]‫[وإن كانت هي غاية مقصد الطالبين ومطمح نظر الصديقين‬


“Velev ki o ¡ulûm-ı mükâşefe matmah-ı nazar-ı sıddîkîn ve gâye-i
murâd u maksad-ı tâlibîndir”, ammâ kütübde izhârı câiz olamamıştır ve
bu ketmi ¡ulüvv-i şânına burhândır.

]‫[وعلم المعاملة طريق إليه‬


Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 63

“Hattâ ¡ilm-i mu¡âmele ona bir tarîk ve yoldur” Ve mektûm tutulup


kütübe ¡adem-i mesâg-ı îdâ¡ı sünen-i seniyye-i Hazret-i Peygamberiyye
ile müstedlel olduğundan bu da¡vâyı isbât etmek için dedi ki:

‫[ولكــن لــم يتكلــم األنبيــاء صلــوات اهلل عليهــم مــع الخلــق إال فــي علــم الطريــق‬
]‫واإلرشــاد إليــه‬
Ya¡nî egerçi nazargâh-ı sıddîkîn ve müntehâ-yı makâsıd-ı tâlibîn
¡ulûm-ı mükâşefedirler ve asl-ı ¡ilm ve maksûd-ı bizzât odur ve ¡ilm-i
mu¡âmele onun vesîle-i istihsâl ü tarîkidir, ammâ biz sünen-i enbiyâya
ittibâ¡ımız vâcibdir. “Ve enbiyâ-i ¡izâm ¡aleyhimü’s-selâm onun tarî-
ki olan ¡ilm-i mu¡âmele ve ona delâlet ve irşâd edecek umûrun gayrı-
sında halk ile tekellüm etmediklerinden” biz dahi ¡ilm-i mu¡âmele ve
ona delâlet edecek umûrun mâ-¡adâsında halk ile tekellüm edemeyiz ve
haddimizi tecâvüz edemeyiz. Ve bu hükme binâen kitâbımızdan ¡ilm-i
mükâşefe-i mezkûre murâd olunmamıştır.
Ve çün bu ¡ibâresi [26] ¡ilm-i mükâşefe mektûm tutulduğunu göster-
di ve onunla enbiyâ-i ¡izâm ¡aleyhimü’s-selâmın ¡adem-i tekellümlerini
beyân etti, ¡ilm-i mükâşefe kısmı dahi ne sûretle anlaşıldığının beyânı
bâbında ve onda tarik-i tekellümü irâ™esinde buyurdu ki:

‫[وأمــا علــم المكاشــفة لــم يتكلمــوا فيــه إال بالرمــز واإليمــاء علــى ســبيل التمثيــل‬
]‫واإلجمــال‬
“Ve ¡ilm-i mükâşefe ise onlar ya¡nî muktedâmız olan enbiyâ-i ¡izâm-
lar onda ¡alâ-sebîli’t-temsîl ve’l-icmâl remz ve îmâ’nın mâ-¡adâsıyla
âher bir tarîk ile tekellüm etmemişler.” Ve bu ¡ibâreden mefhûm olur
ki ¡ilm-i mükâşefeyi külliyen metrûk bırakmamışlar ve remz ve işâret
ile onda tekellüm etmişler. Ve o rümûzât ile vücûd ve kitmânına istidlâl
vâki¡ olmuştur. Ve ketminin hikmetine su™âl teveccüh ederse, o hikme-
tin beyânında dedi ki:

]‫[علما منهم بقصور أفهام الخلق عن االحتمال‬


“Ya¡nî o ¡ulûm-ı mükâşefenin ¡ulüvv-i şân ve &i…al-i tibyânına nisbe-
ten efhâm-ı halk kâsır olup ve enbiyâ-i ¡izâm ¡aleyhimü’s-selâm mu¡ci-
64 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

ze-i nübüvvetle o ¡ulûmun ihtimâlinden efhâm-ı halkın kusûrlarına hâ-


sıl olan ¡ilmlerine binâen onu mektûm tutup sarâheten onunla tekellüm
etmemişler.”
ِ ‫[و“اَ ْلع َلماء ور َث ُة ْالَ ْنبِي‬
]25”‫اء‬
َ َ َ ُ َ ُ َ
“Ve çün ¡ulemâ-i ümmet-i Muhammediyye medlûl-i hadîs-i ¡âlî üze-
re enbiyâ-i ¡izâmın ¡ulûmlarına vârislerdir.”

]‫[فما لهم سبيل إلى العدول عن نهج التأسي واالقتداء‬


“Onlar için ya¡nî ¡ulemâ için enbiyâ-i ¡izâmın iktidâları tarîkinden
gayrı başka bir tarîk yoktur ve o tarîkten meyl ve ¡udûl ve âher bir sebî-
li sülûk etmeğe mesâgları yoktur.” Behemehâl onlar dahi sabrı ihtiyâr
ile enbiyâ-i ¡izâma ittibâen efhâm-ı halk ona mütehammil olamayacağı
hafî ma¡ânîden bi’s-sarâhet bahs etmemeleri lâzım gelir. Ve binâberîn
bu kitâbda dahi ¡ilm-i mükâşefenin üzerine sükût edilip yalnız tarîk ve
vesîlesi olan mu¡âmele ile ona müte¡allik olan delâletten bahs etmek
murâd ve ihtiyâr olunmuştur.

‫[ثــم إن علــم المعاملــة ينقســم إلــى علــم ظاهــر أعنــي العلــم بأعمــال الجــوارح وإلــى‬
]‫علــم باطــن أعنــي العلــم بأعمــال القلــوب‬
Ve ¡ilmin ber-minvâl-i muharrer bi-hasebi’z-zarûret iki kısma mün-
kasım olup bir kısmı mektûm ve bir kısmı mahall-i bahs ü rüsûm oldu-
ğu senin ma¡lûmun olduktan sonra kısm-ı gayr-i mektûmu ki ona ¡ilm-i
mu¡âmele ıtlâk olunan kısm idi, o dahi kezâlik bi-hasebi’t-ta¡alluk iki
kısma münkasım olur: Birisi kısm-ı zâhir ki a¡mâl-i cevârihe müte¡allik
olan umûrun ¡ilmidir ve dîger kısmı bâtındır ki a¡mâl-i kulûbe olan ah-
vâl ve keyfiyyâtın ¡ilmidir.

]‫[والجاري على الجوارح إما عادة أو عبادة‬


“Ve cevârih üzerine cârî olan umûr yâ ¡âdât veyâ ¡ibâdettir.”

25 “Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.” Ebû Dâvûd, ‘İlm, 1, no: ; Tir-


mizî, ‘İlm, 19, no: ; İbn Mâce, Mukaddime, 18, no: ; Sahîhu İbn
Hibbân, 1/, no
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 65

‫[والــوارد علــى القلــوب التــي هــي بحكــم االحتجــاب عــن الحــواس مــن عالــم‬
]‫الملكــوت إمــا محمــود أو مذمــوم‬
“Ve âlem-i melekûttan havâss-ı zâhirenin üzerine hükm-i ihticâbda
bulunan kulûbün üzerine mütevârid olan ahvâl dahi yâ mahmûd veyâ
mezmûmedir.”

]‫[فبالوجوب انقسم هذا العلم إلى شطرين ظاهر وباطن‬


“Ve bu hükm i¡tibârıyla bi-tarîki’l-vücûb bu ¡ilm-i mu¡âmele iki nıs-
fa mütenassıf ve münkasım oldu, ya¡nî nısf-ı evveli ki zâhir ve nısf-ı
sânîsi ki bâtındır.

]‫[والشطر الظاهر المتعلق بالجوارح انقسم إلى عادة وعبادة‬


“Ve cevârihe müte¡allik olan nısf ki kısm-ı zâhirdir, o dahi ¡âdet ve
¡ibâdete münkasım olunca”

‫[والشــطر الباطــن المتعلــق بأحــوال القلــب وأخــاق النفــس انقســم إلــى محمــود‬
]‫ومذمــوم‬
[27] “Ve şatr-ı bâtınî dahi ki ahvâl-i kalb ve ahlâk-ı nefse müte¡allik
idi, kezâlik mahmûd ve mezmûm kısmlarına inkısâmı vâki¡ olunca”

]‫[فكان المجموع أربعة أقسام‬


“Bi’z-zarûret mecmû¡-ı kitâb dört kısm oldu.” Ya¡nî bu ahvâle naza-
ran mecmû¡-ı te™lîf dört kısma inkısâmı tabî¡at ve maslahat iktizâsından
oldu.

]‫[وال يشذ نظر في علم المعاملة عن هذه األقسام‬


Ve bu aksâm-ı erba¡aya müte¡allik olmayarak aslâ ¡ilm-i mu¡âme-
leden bir nazar bulunmaz ve şâzz ve nâdir bile olmaz.” Ya¡nî ¡ilm-i
mu¡âmelede nazar olunduğu vaktte behemehâl manzûrun-fîh olan emr
her ne ise elbette cevârih-i zâhireye veyâhûd ahvâl-i kalbiyyeye onun
bir ta¡alluk edecek ciheti bulunacaktır. Ve ¡ilm-i mu¡âmeleden bir nazar
olup da bunların hâricinde kalmış olacağının imkânı yoktur ve şâzz ka-
bîlinden vukû¡u dahi mutasavver olmaz.
66 │ HUTBE-İ KİTÂB - İhyâ Tercüme ve Şerhi

]‫[الباعث الثاني‬
“Ve bâ¡is-i sânî ise” ya¡nî bu kitâbın aksâm-ı erba¡a üzerine tertîbini
mûcib olan emreynin ikincisi dahi oldur ki:

‫[أنــي رأيــت الرغبــة مــن طلبــة العلــم صادقــة فــي الفقــه الــذي صلــح عنــد مــن ال يخــاف‬
‫اهلل ســبحانه وتعالــى المتــدرع بــه إلــى المباهــاة واالســتظهار بجاهــه ومنزلتــه فــي المنافســات‬
]‫وهــو مرتــب علــى أربعــة أربــاع‬
“Ben talebe-i ¡ulûmun ragbetini havf-ı Bârî’den ¡ârî ve onunla mü-
bâhâta mütederri¡ ve münâfeselerde dahi onun câh ve menzilesiyle
müstazhir olan kesânın ¡indlerinde sâlih olmuş olan fıkha sâdıka ve
onunla ünsiyetlerini ziyâde ve tâm ve kâmile gördüm.” Ve o dört kısm
üzere müretteb olup ben dahi cezb-i kulûb-ı talebe-i ¡ulûm ümîdiyle o
vechile tertîbini münâsib gördüm. Ya¡nî benim zamânımda çün talebe-i
¡ulûmun ragbetlerini ¡ilm-i fetvâ-yı husûmete münhasır gördüm ve o
¡ilm için ism-i fıkh ıtlâk olunmuş ve havf u haşyet-i rabbânîden âzâde
olanlar dahi ona pek çok revnak vermeleriyle herkesin meyli ona ziyâde
olmuş. Ve o fıkh ise dört rub¡ üzerine müretteb bulunmuştur.

]‫[فلم أبعد أن يكون تصوير الكتاب بصورة الفقه تلطفا في استدراج القلوب‬
“Ben dahi istidrâc-ı kulûbda telattuf etmek için o fıkhın sûretiyle bu
kitâbın tasvîrinden uzağa gitmedim.” Ya¡nî onun tertîbini o şekl ve sû-
retin üzerine vaz¡ etmekten mübâ¡adet etmedim veyâ bu ¡illet için şekli
o sûretle musavver olmaktan ba¡îd görmedim.”

‫[ولهــذا تلطــف بعــض مــن رام اســتمالة قلــوب الرؤســاء إلــى الطــب فوضعــه علــى هيئــة‬
]‫تقويــم النجــوم‬
“Ve bunun için hukemâ-i tıbbiyeden kulûb-ı rü™esâyı ¡ilm-i tıb-
ba meyl ettirmek kasdında bulunan zât fenn-i tıbda te™lîf ettiği kitâbı
hey™et-i takvîm-i nücûm üzere vaz¡ etti.” Ya¡nî istidrâc-ı kulûbda telat-
tuf etmek için öbür tabîb-i hâzık u hekîm fenn-i tıbda te™lîfini tasavvur
ettiği kitâbın o zamânda ¡inde’l-ekâbir mergûb olan ¡ilm-i nücûm ced-
veli kâ¡idesince terkîbini tasvîb etmiştir ve o sûret üzere onu bi’t-tertîb:
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 67

]‫[موضوعا في الجداول والرقوم‬


“Ya¡nî cedâvil ve rukûmda mevzû¡ olduğu hâlde tanzîm”

]‫[وسماه تقويم الصحة‬


“Ve onu takvîmü’s-sıhhat ismiyle dahi tesmiye etmiştir.”

]‫[ليكون أنسهم بذلك الجنس جاذبا لهم إلى المطالعة‬


“Tâ kim o rü™esâ ve ekâbir o cins ile [28] hâsıl olan ünsiyyetleri onun
mütâla¡asına onları câlib ve câzib ola.”

‫[والتلطــف فــي اجتــذاب القلــوب إلــى العلــم الــذي يفيــد حيــاة األبــد أهــم مــن التلطــف‬
]‫فــي اجتذابهــا إلــى الطــب الــذي ال يفيــد إال صحــة الجســد‬
“Hâlbuki hayât-ı ebediyyeyi ifâde eden ¡ilme emr-i ictizâb-ı kulûbda
telattuf etmek, behemehâl yalnız sıhhat-i cesediyyeyi ifâde eden ¡ilm-i
tıbba ictizâb-ı kulûb için icrâsı münâsib görülen telattuftan ehemm ve
elzemdir.” Ya¡nî mâdâm ki bu misilli ma¡ânînin istihsâli için üslûb-ı
hakîmâne ile icrâ-yı telattufa mesâg ve lüzûm görünür, elbette o ma¡ânî-
den ehemm ve a¡zam olan umûra bi-tarîki’l-evlâ icrâ-yı tasannu¡ ve telat-
tuf vâcib olur. Ve binâenaleyh ben dahi bu kitâbın mütâla¡ası için cezb-i
kulûb etmek bâbında tarîk-i telattufu ihtiyâr ve onunla ehl-i zamânın
istînâs ve ragbetleri nümûdâr olan ¡ilm-i fıkhın tertîbi üzere onun te™lîfini
tasvîb edip ve o hekîme tevfîk-i hareketi îsâr eyledim. Ve tıbba teşbîhinin
cihet-i câmi¡asını sarâheten beyân etmek üzere buyurur ki:

]‫[فثمرة هذا العلم طب القلوب واألرواح المتوصل به إلى حياة تدوم أبد اآلباد‬
“Ve bu ¡ilmin semeresi ise ebedü’l-âbâd dâim olan hayâta sebeb ve
mûcib-i vuslat-ı ervâh olan kulûbün tıbb ve müdâvâtıdır.” Ya¡nî o te™lîf-i
tabîbin semeresi ancak tıbb-ı ecsâd ve müdârâtıdır ve bu te™lîfin semeresi
tıbb-ı kulûb ve ervâhın müdâvâtıdır ve cihet-i câmi¡aları izâle-i maraz-ı
mühliktir. Fakat bu tıbbın semeresi o semereden a¡zamdır. Ve o mülâbese
ile onun emri ziyâdece ehemmdir, çünkü bunun mahsûlü selâmet-i rûh
ve istikâmet-i kulûbdür. Ve istikâmet-i kalb ve sıhhat ü selâmet-i rûh,
sıhhat ü selâmet-i bedenden ehemm ve elzemdir, zîrâ bedenin fenâsı ve
rûhun bekâsı mukarrerdir. Ve çün rûh-ı insânî ilâ ebedi’l-âbâd bununla,
ya¡nî bu ¡ilmin semeresiyle sâlim ve hayât-ı dâimîye vâsıl olur, artık min
külli’l-vücûh onun şânına i¡tinâ ve dikkat ve buna cezb-i kulûb için telat-
tuf ve tasannu¡ edip istifâde-i rikkat umûr-ı mühimme vü mu¡azzamadan
olur. Ve bu semereye nazaran belki ¡ilm-i tıbb ona müşâbih tutulamaz,
zîrâ ki müşebbehün-bih müşebbehten a¡zam ve etemm olmak iktizâ eder
ve bu ise müşebbehün-bih müşebbehten ekall ve enkastır. Ve onun için
buyurdu ki:

‫[فأيــن منــه الطــب الــذي يعالــج بــه األجســاد وهــي معرضــة بالضــرورة للفســاد فــي أقــرب‬
]‫اآلماد‬
Ya¡nî bu semereye nazaran ¡ilm-i tıbb bu ¡ilmden nerede kalır! Çünkü
tıbbın semeresi sıhhat-i ebdân u ecsâddır ve ecsâd ise bi’z-zarûret akreb-i
ezmine vü âmâdda fesâda ma¡riz bulunmuştur. Ve bu ¡ilmin semeresi
tıbb-ı ervâh idi ve ervâh ise bu ¡ilmin eseriyle ebedü’l-âbâde dâim ve bâkî
ve fesâddan emîn ve âzâde olan hayâta mavsıldır. Ve bu sûretle ma¡riz-i
fesâd olacak cesedin ıslâhına lâzım olan ¡ilm, fesâddan emîn ve hayât-ı
sermediyyeye rehîn olan rûhun ıslâhına muktezî olan ¡ilm ile nice mü-
tesâvî olabilir ve bu nerede ve o nerede kalır! Ve bu nazar ile beynlerinde
olan fark ve tefâvüt ma¡lûm olur. [29]

]‫[فنسأل اهلل سبحانه التوفيق للرشاد والسداد إنه كريم جواد‬


Ve çün bu ¡ilmin ¡ulüvv-i şân ve mu¡azzam-ı nef¡i ma¡lûm ve bu kitâbın
dahi sebeb-i te™lîfi vü tasnîfi ile vech-i tertîb ü zabtı mukarrer ve mefhûm
olup bu misilli emr-i hatîrin üzerine ikdâm ve îfâ-yı vazîfeye kemâ-yen-
bagî ve yecibu kesb-i kudret ve kıyâm vâbeste-i ¡avn ü ¡inâyet-i rabbânî
ve muhtâc-ı tevfîk ü ilhâm-ı samedânîdir. Ve o ni¡met-i cemîle vü celîleye
mazhariyyet-i bendegân dahi ancak lutf u kerem ü cûd u ihsân-ı Hazret-i
Cevâd u Kerîm ü Rahmân ile hâsıl olur. Biz dahi bilâ-istihkâk dergeh-i
kerem-i ¡âlî-i Hallâk’a tevcîh-i vech-i kulûb u cenân edip o ¡inâyeti recâ
ve tevakku¡ ve bu te™lîfe ve mebânî-i tasnîfe dahi sâlik olacağımız tarîk-i
tahkîkte nûr-ı tevfîki bize rehber ve refîk etmek ve dâimâ reşâd ve sedâda
vâsıl olmaklığımız için hemân Hak subhânehu ve ta¡âlâdan tevfîki dileriz
ve bi’t-tazarru¡ onu su™âl ve istirhâm ederiz, zîrâ ki tahkîken kerîm ve
cevâd odur.
KİTÂBU’L-¡İLM VE FÎHİ SEB¡ATU EBVÂB

]‫[كتاب العلم وفيه سبعة أبواب‬

Rub¡-ı ¡ibâdâtta olup sadr-ı kitâbda vürûdu taht-ı ta¡rîfte vâki¡ olan
kitâbü’l-¡ilm budur. Ve onda olan mebâhis yedi kısm üzere münkasım
olup ve her bir kısm için bir bâb tanzîm kılınmış olduğundan onda yedi
bâb vardır diye icmâlen îmâ ettikten sonra ebvâb-ı mürettebenin me-
bâhisine kezâlik bir işâret olmak üzere tafsîl kılıklı ebvâb-ı seb¡anın
tafsîline şürû¡ edip dedi ki:

]‫[الباب األول في فضل العلم والتعليم والتعلم‬


Ya¡nî kitâb-ı mezbûrun birinci bâbı ¡ilmin ve ta¡lîm ve ta¡allümün
fezâyilleri beyânındadır.

‫[البــاب الثانــي فــي فــرض العيــن وفــرض الكفايــة مــن العلــوم وبيــان حــد الفقــه والــكالم‬
]‫مــن علــم الديــن وبيــان علــم اآلخــرة وعلــم الدنيــا‬
İkinci bâbı ¡ulûmdan farz-ı ¡ayn ile farz-ı kifâye olan ¡ilmlerin beyâ-
nındadır, ya¡nî hangisinin tahsîli her bir mü™min ve mü™mine-i mükel-
lefeye mefrûzdur ve hangisinin tahsîli havâss-ı mü™minîn ve ba¡zı müs-
limîn üzerine farz-ı kifâye tarîkiyle vâcibdir, ya¡nî ¡âmmenin üzerine
tahsîli farz olmayıp ancak o ¡ilme ehliyyeti ve kâbiliyyeti ma¡lûm olan-
ların üzerine emr-i tahsîli teveccüh eder ve çün kâffeten onu terk eder-
ler, terkin i&m ve günâhı ¡âmmeye lâhık olur. Ve dahi bâb-ı mezkûrda
¡ilm-i dînden ¡ilm-i fıkh ile ¡ilm-i kelâmın hadleri zikr olunur ve dahi
¡ilm-i âhiret ile ¡ilm-i dünyâ beyân olunur, ya¡nî ¡ilm-i fıkh ve ¡ilm-i
kelâm ne mikdârdırlar ve mevzû¡ları nedir ve hadd ve ta¡rîfleri ne asldır
ve ¡ilm-i âhiret ile ¡ilm-i dünyâ hangi ¡ilmlerdir onların tafsîlen bahs ve
tibyânları o bâbda mezkûr olacaktır.

‫[البــاب الثالــث فيمــا تعــده العامــة مــن علــوم الديــن وليــس منــه وفيــه بيــان جنــس العلــم‬
]‫المذمــوم وقــدره‬
70 │ KİTÂBU’L-¡İLM - İhyâ Tercüme ve Şerhi

Ve üçüncü bâbı ¡ilm-i dînden olmayıp ¡âmme onu ¡ilm-i dînden ¡add
ettikleri ¡ulûmun beyanındadır, o bâbda ¡ilm-i mezmûmun cins ve mik-
dârının ta¡rîf ve beyânı vâki¡ olur.

]‫] الناس في الخالف والجدل‬30[ ‫[الباب الرابع في آفات المناظرة وسبب اشتغال‬
Ve dördüncü bâbı âfât-ı münâzara ile hilâf ve cedel fenlerinde işti-
gâl-i nâsın esbâbı beyânındadır.

]‫[الباب الخامس في آداب المعلم والمتعلم‬


Ve beşinci bâbı dahi mu¡allim ve müte¡allimin âdâbı beyânında,
ya¡nî esâtize ve meşâyih-i mu¡allimînin vezâyifi ile müte¡allim ve müs-
terşid olan talebe-i ¡ulûm ve müstefîdînin vezâyifi beyânındadır.

‫[البــاب الســادس فــي آفــات العلــم والعلمــاء والعالمــات الفارقــة بيــن علمــاء الدنيــا‬
]‫وعلمــاء اآلخــرة‬
Ve altıncı bâbı dahi ¡ilm ve ¡ulemânın âfâtı ile ¡ulemâ-i dünyâ ile
¡ulemâ-i âhiretin beynlerinde olan ¡alâmât-ı fârikanın ta¡rîf ve beyânın-
dadır.

]‫[الباب السابع في العقل وفضله وأقسامه وما جاء فيه من األخبار‬


Ve yedinci bâbı ¡akl ve fazlı ile aksâmı ve onda ahbârdan vârid olan
edillenin beyânındadır, ya¡nî ¡akl ile fezâyil ve aksâmı hakkında şe-
ref-müte¡allik olan ehâdîs-i şerîfe-i nebeviyyenin mebâhisine şâmildir.

el-Bâbu’l-Evvel fî Fazli’l-¡İlmi ve’t-Ta¡lîmi ve’t-Ta¡allumi ve Şevâhidihi


mine’n-Nakli ve’l-¡Akl

]‫[الباب األول في فضل العلم والتعليم والتعلم وشواهده من النقل والعقل‬

Fazîletu’l-¡İlm ]‫[فضيلة العلم‬

¡İlmin fezâyili ise şevâhid-i nakliyye vü ™akliyye ile sâbittir. Ve


şevâhid-i nakliyye âyât-ı Kur™âniyye ve ehâdîs-i nebeviyye ve ahbâr-ı
sahâbiyye ve akvâl-i e™imme vü müctehidînden ¡ibâret olmakla
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 71

[eş-Şevâhidu’l-Kur™âniyye]

‫﴿شــهِ َد ّٰالُ أَ َّنـ ُـه َل ِإ ٰلـ َـه إ َِّل ُهـ َـو َوا ْل َم ٰل ِئ َكـ ُة َوأُولُــو‬
َ ‫[شــواهدها مــن القــرآن قولــه عــز وجــل‬
]﴾‫ا ْل ِع ْلـ ِـم َق ِائ ًمــا بِا ْل ِق ْسـ ِـط‬
İşte Kur™ân-ı ¡azîmü’ş-şânın âyâtından fazîle-i mezkûrenin şâhidleri
bu âyât-ı vâridelerdir. Ez-cümle Hazret-i Zi’l-¡izzet ve’l-celâlin buyur-
ِ ‫ــم َق ِائمــا بِا ْل ِقس‬
duğu 26﴾‫ــط‬ ِ ‫﴿شــهِ َد ّٰال أَ َّنــه َل ِإ ٰلــه إ َِّل ُهــو وا ْلم ٰل ِئ َكــ ُة وأُولُــو ا ْل ِع ْل‬
َ Hâsıl-ı
ْ ً َ َ َ َ َ ُ ُ
müfâd-ı nazm-ı celîli “Allâh ta¡âlâ kendiden gayrı ¡ibâdete müstahak
kimse olmadığını ve vahdâniyyetini nasb-ı delâil ile izhâr eyledi ve
melâike dahi ikrâr ettiler ve ¡ilm sâhibi mü™minler dahi îmân getirdiler.
O Allâh ta¡âlâ emr ve nehyinde ¡adâleti ikâmet ettiği hâlde yâhûd o
¡ilm sâhibleri vahdâniyyet-i Bârî’ye huccet ikâmet ettikleri hâlde ondan
gayrı ilâh yoktur illâ o Allâh-ı ¡azîmü’ş-şân ki tevhîd etmeyene münta-
kım ve vahdâniyyetine şehâdete hâkimdir.”
Ve bu âyet-i kerîme Medîne-i münevverede nâzil ve iki yüz âyeti
şâmil olan sûre-i Âl-i ¡İmrân’ın on yedinci27 âyeti olup ve sebeb-i nüzû-
lü ¡alâ-rivâyetin zamân-ı sa¡âdette Şâm-ı cennet-meşâmdan Medîne-i
münevvereye gelmek üzere kurb-ı Medîne’de yekdîgerine hitâben “Bu
memleket âhir zamânda teşrîf edecek nebiyy-i âhirü’z-zamânın mem-
leketine ne ¡aceb müşâbeheti vardır” diyen ve nişîmen-gâh-ı ¡âlî-i Haz-
ret-i Risâlet-penâhî’ye vusûl ve huzûr-ı ¡âlîlerine mü&ûllerinde dahi kü-
tüb-i sâlife mütâla¡alarından müstefîd oldukları ¡ilm ile bi-hasebi’s-sıfât
zât-ı ¡âlî-i peygamberi bilip “Sen Muhammed misin?” diye su™âl ve o
dahi “ne¡am” diye cevâb i¡tâsından sonra, “Sen yine Ahmed misin?”
Be-tekrâr i¡âde-i su™âl ü istifsârlarında [31] “Ene Muhammedun ve
Ahmedu” ya¡nî “Ben Muhammed’im ve Ahmed” diye irâde ve beyân
ve onlar “Sana bir su™âlimiz vardır, ona muvâfık ma¡lûmâtımız olarak
bir cevâbını alır isek sana îmân eder müslümân oluruz” demeleriyle,
sultân-ı ¡âlem dahi “Selâ!” diye ya¡nî “Su™âl ediniz” diyerek onlara

26 “Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şa-
hitlik ettiler.” Âlu İmrân, 3/
27 Doğrusu “on sekizinci” olmalı.
72 │ KİTÂBU’L-¡İLM - İhyâ Tercüme ve Şerhi

irâ™e-i ruhsat ve onlar dahi “Kelâm-ı Bârî’de a¡zam-ı kelime ve eşref-i


şehâdet nedir?” dediklerinde bu âyet nâzil ve müfâdına vâkıf olmalarıy-
la ikisi müslümân olan iki ¡aded a√bâr-ı Mûsevî’nin su™âlleridir.
Ve zât-ı zi’l-celâle müstenid olan şehâdet yâ hükm yâ i¡lâm veyâhûd
tebyîn ma¡nâsınadır. Ve sultânu’l-müfessirîn Hazret-i İbn ¡Abbâs onun
tefsîrinde buyurduğu kelâmın hulâsa-i mazmûnu Hazret-i cihân-âferîn
celle şânuhu ¡ani’l-me&îl ve’l-karîn ecsâdı halk etmezden dört bin sene
akdem ervâhı halk edip ve ervâhı halk etmezden dört bin sene evvel er-
zâkı dahi halk ve kâffe-i mahlûku halk etmezden akdem kendi kendine
şehâdet edip vahdâniyyetini hükm ve i¡lâm ve tebyîn etmiştir demiş.
Ve bu âyet-i kerîmenin havâss-ı kırâ™etine bir hadîs-i şerîf rivâyet
olunmuş ki ‫اللُ َت َعا َلــى ِإ َّن ِل َعبـ ِـدي َهـ َـذا ِع ْنـ ِـدي َع ْهـ ًـدا‬ ُ ‫احب َِهــا َيـ ْـو َم ا ْل ِق َي َامـ ِـة َف َي ُقـ‬
َّ ‫ـول‬ ِ ‫“يجــاء بِص‬
َ ُ َ ُ
ْ
28 ِ ِ َ ِ َ َ
”‫ َوأ َنــا أ َحـ ُّـق َمـ ْـن َو َفــى بِا ْل َع ْهــد أ ْدخ ُلــوا َعبــد َي ا ْل َج َّنـ َة‬Ve hulâsa-i mefhûm-ı nazm-ı
ْ
şerîfi ise: “Yevm-i kıyâmette bu şehâdet sâhibi ile celb olunup ve
¡akîb-i mecî™inde Allâh-ı ¡azîmü’ş-şân buyurur ki ‘Bu benim kulumun
¡indimde bir ¡ahdi var ve ben isem ¡ahdine vefâ edenlerin ehakkıyım. Bu
kulumu cennete idhâl ediniz” demektir.
ِ ‫ ﴿أُولُــو ا ْل ِع ْل‬kelimesinin delâlet-i
Ve mahall-i istişhâd-ı musannif ﴾‫ــم‬
mevki¡iyye vü hâliyyesidir ve beyânı bâbında buyurur ki:

]‫[فانظر كيف بدأ سبحانه وتعالى بنفسه وثنى بالمالئكة وثلث بأهل العلم‬
“Ya¡nî sen dahi ey tâlib-i râh-ı ma¡rifet, nazar-ı dikkat ile bak ki
zât-ı zi’l-celâl nice evvelen zât-ı ¡azamet-âyâtı ile bed™ ettikten sonra
melâikenin zikri ile o lafzı tesniye ve ehl-i ¡ilm zikri ile lafzı teslîs etti!”
Ve böyle bir mahalde böylece zikr olmaları ¡azîm bir şeref ve menzilete
delâlet eder.

]‫ونيل‬
ً ‫وجالء‬
ً ‫وفضل‬
ً ‫[وناهيك بهذا شر ًفا‬
“Ve bu şeref şeref-i kâfî vü fazlî ve celâ™ vü neyl-i vâfî olduğundan ar-
tık bununla sana gâye-i şeref ü ¡alâ ve nihâye-i ¡atâ vü celâ vardır.” Ya¡nî

28 el-Mu¡cemu’l-Kebîr, 10/, no; Şu¡abu’l-Îmân, 4/69; Câmi¡u Beyâ-


ni’l-¡İlm, 1/, no:
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 73

¡ilm için fazîlet aranıldığı takdîrde işte bu fazl-ı zâhir sana kâfîdir ve bun-
dan ecell ve a¡zam bir fazl ve şeref ve ¡atâ ve tahsîs-i imtiyâz olmaz.
ٍ ‫الل ا َّل ِذين ٰامنوا ِم ْن ُكم وا َّل ِذين أُوتُوا ا ْل ِع ْلم درج‬
]﴾‫ات‬ َ ََ َ َ َ ْ َُ َ ُ َّ ‫﴿ي ْر َف ِع‬ َ ‫[وقال اهلل تعالى‬
Ve dahi şevâhid-i Kur™âniyye’den ‫وتــوا‬ ُ ُ‫اللُ ا َّل ِذيـ َـن ٰا َمنُــوا ِم ْن ُكـ ْـم َوا َّل ِذيـ َـن أ‬
َّ ‫﴿ي ْر َفـ ِع‬
َ
29 ٍ ‫ ا ْل ِع ْلــم درجـ‬mezkûr olan kelâm-ı rabbânîdir.
﴾‫ـات‬ َ ََ َ
Ve hulâsa-i mefhûm-ı münîfi “Allâh-ı ¡azîmü’ş-şân ehl-i îmânı dün-
yâda nusret ve hüsn-i zikr ile ref¡ ve âhirette dahi gurefât-ı cinânda onla-
rı ref¡ eder” Ya¡nî kadr ve menziletleri refî¡ ve ¡âlî ve yüce kılar ve ehl-i
îmândan olan ¡ulemâ-i ¡âmilîni dahi hâsseten derecât-ı ¡âliyeye kezâlik
ref¡ ve ta¡liye eder. Ve derecât-ı ¡ulemânın beyânında:

‫] بســبعمائة‬32[ ‫ للعلمــاء درجــات فــوق المؤمنيــن‬:‫[قــال ابــن عبــاس رضــي اهلل عنــه‬
]‫درجــة مــا بيــن الدرجتيــن مســيرة خمســمائة عــام‬
Server-i müfessirîn Hazret-i İbn ¡Abbâs demiş ki “Mü™minlerin de-
recâtı fevkinde ¡ulemâ-i ¡âmilîn için yedi yüz derece ile irtifâ¡ vardır ve
mâ-beyne’d-dereceteyn olan irtifâ¡a beş yüz senelik yol mesîresi var-
dır.” Ve bu tefsîri ¡ulüvv-i derecâtlarından kinâye olup ya¡nî ¡ulemâ-i
¡âmilînin derecât ve makâmâtı be-gâyet mürtefi¡ ve ¡âlîdir.

]﴾‫ون‬
َ ‫ين َل َي ْع َل ُم‬ ِ َ ‫[وقال عز وجل ﴿ ُق ْل ه ْل يستوِ ي ا َّل ِذين يع َلم‬
َ ‫ون َوا َّلذ‬ ُ َْ َ َ َْ َ
Ve dahi şevâhid-i Kur™âniyye’den Hazret-i Hak ¡azze ve cellenin
َ ‫ـون َوا َّل ِذيـ َـن َل َي ْع َل ُمـ‬
buyurduğu 30﴾‫ـون‬ َ ‫ ﴿ ُقـ ْـل َهـ ْـل َي ْسـ َـتوِ ي ا َّل ِذيـ َـن َي ْع َل ُمـ‬olup bu âyet-i
kerîme Kur™ân-ı ¡azîmü’ş-şânın sûrelerinden yetmiş beş âyeti şâmil ve
üçünün mâ-¡adâsı Mekke-i mükerremede nâzil olan sûre-i Zümer’in
onuncu31 âyetidir.
Mebde™i: 32﴾‫اج ًدا َو َق ِائ ًما َي ْح َذ ُر ْال ِخر َة َو َير ُجوا َر ْح َم َة َر ّب ِِه‬
ِ ‫ت ٰا َن َاء ال َّلي ِل س‬
َ ْ
ِ
ٌ ‫﴿اَ َّم ْن ُه َو َقان‬
ْ َ
29 “Allah içinizden inananların ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini
yükseltsin.” el-Mücâdile, 58/
30 “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ez-Zümer, 39/9.
31 Doğrusu “dokuzuncu” olmalı.
32 “(Böyle bir kimse mi Allah katında makbuldür,) yoksa gece vakitlerinde,
secde hâlinde ve ayakta, ahiretten korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak
74 │ KİTÂBU’L-¡İLM - İhyâ Tercüme ve Şerhi

Ve hulâsa-i mefhûm-ı nazm-ı münîf-i âyet: “O hâlde olan kâfirler mi


hayrlıdır yoksa Allâh ta¡âlâya mutî¡ ve münkâd olan mı hayrlıdır? On-
lar gecenin sâ¡atlerinde sâcid ve kâim oldukları hâlde âhiret ¡azâbından
korkar ve rabbisinin rahmetini recâ eder. Yâ Muhammed de ki ¡âlim-
lerle câhiller berâber olur mu! Onların berâber olmadığı gibi, …ânitlerle
¡âsîler berâber olmaz! Bu emsâlle ancak ¡ukûl-i tâmme sâhibleri mu¡te-
bir ve mütte¡i@ olur.
Ve bu âyetin sebeb-i nüzûlünde İbn ¡Abbâs radiyallâhu anhü Haz-
ret-i Ebî Bekr-es-Sıddîk radiyallâhu anhünün şânında nâzil olmuştur
demiş. Ve Dahhâk’in rivâyesi üzere Ebî Bekr ve ¡Ömer’in şânlarında-
dır denilmiş. Ve ¡Abdullâh b. ¡Ömer radiyallâhu anhü ve ¡an ebîhinin
rivâyesinde Hazret-i ¡Osmân b. ¡Affân radiyallâhü ¡anhünün şânında-
dır demiş. Ve Kelbî nâm râvînin rivâyesi üzerine Hazret-i İbn Mes¡ûd
ve ¡Ammâr ve Selmân radiye ¡anhümü’r-Rahmân’ın şânlarındadır de-
nilmiştir. Ve mahall-i istişhâd ise darb-ı mesel mevridinde ¡adem-i
mümâseletlerinin iş¡ârıdır ki ¡âlimlerle câhiller berâber olur mu denil-
mekliğidir.

]﴾‫الل ِم ْن ِعب ِاد ِه ا ْل ُع َل ٰم ُؤا‬


َ َّ ‫[وقال تعالى ﴿إ َِّن َما َي ْخ َشى‬
َ
Ve dahi şevâhid-i Kur™âniyye’den tebâreke ve ta¡âlâ hazretlerinin
﴾‫ــاد ِه ا ْل ُع َل ٰم ُــؤا‬ِ ‫الل ِمــن ِعب‬ ‫ ﴿إ َِّن َمــا َي ْخ َشــى‬buyurduğudur. Ve bu âyet-i kerîme
َ ْ َ َّ
33

Kur™ân-ı ¡azîmü’ş-şânın sûrelerinden kırk beş âyeti şâmil ve Mekke-i


mükerremede nâzil olan sûre-i Fâtır’ın yirmi altıncı34 âyetidir. Ve
ِ َّ ‫ــك إ َِّنمــا ي ْخ َشــى‬ ِ َ ِ ِ ِ ‫﴿و ِمــن الن‬
mebde™i ‫ــن‬ ْ ‫الل م‬ َ َ َ َ ‫اب َو ْالَ ْن َعــام ُم ْخ َتل ٌــف أ ْل َوانُ ُــه َك ٰذل‬
ِّ ‫الــد َو‬
َّ ‫ــاس َو‬ َّ َ َ
﴾‫ـور‬ ‫ـ‬ ‫ف‬ ‫غ‬ ‫ـز‬ ‫ـ‬ ‫ي‬ ِ‫ز‬ ‫ع‬ ‫الل‬ ‫ن‬ ِ
‫إ‬ ‫ا‬ ‫ـؤ‬‫ـ‬ ‫م‬‫ل‬ ‫ع‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ِ
‫ه‬ ِ
‫ـاد‬‫ـ‬ ‫ب‬ ِ
‫ع‬
ٌ ُ َ ٌ َ َ َّ َّ ُ ٰ َ ُ ْ
35
َ

itaat ve kulluk eden mi?” ez-Zümer, 39/9.


33 “Allah’a karşı ancak; kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar.” el-
Fâtır, 35/
34 Doğrusu “yirmi sekizinci” olmalı.
35 “İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket eden (diğer) canlılardan ve hayvanlar-
dan yine böyle çeşitli renklerde olanlar vardır. Allah’a karşı ancak; kulları
içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibi-
dir, çok bağışlayandır.” el-Fâtır, 35/
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 75

Ve hulâsa-i mefhûm-ı münîfi: “Ve nâstan ve yerde yürüyen cemî¡


hayvânâttan ve deve ve bakar ve ganemden dahi meyve ve yollar gibi
muhtelif renkler kıldık. Allâh ta¡âlâdan ancak ziyâde havf eden, onun
sıfât ve ef¡âllerini bilenlerdir. Allâh ta¡âlâ mülkünde ¡azîz ve gâlib ve
tevbekârları magfiret edicidir.” Ve mahall-i istişhâd ¡ulemâya havf ve
haşyeti hasren vukû¡ bulan isnâd iledir, zîrâ ki ¡ilm-i ma¡rifet-i sıfât u
ef¡âli müstelzimdir ve onların ma¡rifetleri tâ¡at ve ¡ibâdâta mü™eddîdir.
Ve tâ¡at ve ¡ibâdet dahi câlib-i rızâdırlar. Ve rızâ ise mûcib-i sa¡âdettir.
Ve vesîle-i sa¡âdet olan şeyin fazîleti mukarrerdir. [33]
]﴾‫اب‬ ِ ‫يدا َبي ِني َو َبي َن ُكم َو َم ْن ِع ْن َد ُه ِع ْلم ا ْل ِك َت‬ ِ ‫[وقال تعالى ﴿ ُق ْل َك ٰفى ب‬
ِ‫ِالل شه‬
ُ ْ ْ ْ ً َ َّ
Ve dahi şevâhid-i Kur™âniyye’den Hak subhânehu ve ta¡âlânın ‫﴿ ُق ْــل‬
ِ ‫ــن ِع ْن َــد ُه ِع ْلــم ا ْل ِك َت‬
﴾‫ــاب‬ ِ َّ ‫ َك ٰفــى ب‬buyurduğu kelâmdır.
ِ ً ِ‫ِــالل َشــه‬
ْ ‫يدا َب ْينــي َو َب ْي َن ُك ْــم َو َم‬
36
ُ
Ve bu âyet-i şerîfe Kur™ân-ı ¡azîmü’ş-şânın sûrelerinden kırk beş âyeti
şâmil ve Medîne-i münevverede nâzil olan sûre-i Ra¡d’ın kırk beşinci37
âyetidir. Ve mebde™i ‫يدا َبي ِنــي‬ ِ ‫ـول ا َّل ِذيــن َك َفــروا َلســت مرسـ ًـا ُقـ ْـل َك ٰفــى ِبـ‬
ِ‫ـالل شــه‬ ُ ‫﴿و َي ُقـ‬
ْ ً َ َّ َ ُْ َ ْ ُ َ َ
38
﴾‫ـاب‬ ِ ِ ِ
ِ ‫َو َبي َن ُكــم َو َمـ ْـن ع ْنـ َـد ُه ع ْلــم ا ْلك َتـ‬
ُ ْ ْ
Ve hulâsa-i mefhûm-ı nazm-ı münîfi: “Mekke müşrikleri yâ rü™esâ-
yı Yehûd: ‘Yâ Muhammed, sen nâsı Allâh’a da¡vet için peygamber de-
ğilsin’ dediler. Sen de ki ‘Benimle sizin beyninizde Allâh ta¡âlâ şehâ-
deti kâfîdir ve onun şehâdeti ki ¡indinde levh-i mahfûz ¡ilmi ola.” Ya¡nî
Cebrâil ¡aleyhi’s-selâm yâhûd ¡ilm-i Kur™ân u Tevrât ola, ¡Abdullâh b.
Selâm gibi ve ¡alâ-rivâyetin bu âyet-i kerîme ¡Abdullâh b. Selâm’ın şâ-
nında nâzil olmuştur. Ve mahall-i istişhâd ise 39﴾‫ــاب‬ ِ ‫ــن ِع ْن َــد ُه ِع ْلــم ا ْل ِك َت‬
ْ ‫﴿و َم‬َ
ُ
nazm-ı celîlinin hükm ve medlûlüdür.

36 “De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında Kitap
(Kur™an) bilgisi bulunanlar yeter.” er-Ra¡d, 13/
37 Doğrusu “kırk üçüncü” olmalı.
38 “İnkâr edenler, “Sen peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin
aranızda şahit olarak Allah ve bir de yanında Kitap (Kur™an) bilgisi bulunan-
lar yeter.” er-Ra¡d, 13/
39 “Ve yanında Kitap (Kur™an) bilgisi bulunanlar.” er-Ra¡d, 13/
76 │ KİTÂBU’L-¡İLM - İhyâ Tercüme ve Şerhi

َ ‫ـاب أَ َنــا ٰا ِتيـ‬


‫ـك ِبـ ِـه﴾ اآليــة تنبيهــا علــى أنــه‬ ِ ‫ـال ا َّلـ ِـذي ِع ْنـ َـد ُه ِع ْلــم ِمـ َـن ا ْل ِك َتـ‬
ٌ َ ‫[وقــال تعالــى ﴿ َقـ‬
]‫اقتــدر بقــوة العلــم‬
Ve dahi şevâhid-i Kur™âniyye’den Hak subhânehu ve ta¡âlânın ‫ــال‬ َ ‫﴿ َق‬
40 ِ
َ ‫ـاب أَ َنــا ٰا ِتيـ‬
﴾‫ـك ِبــه‬ ِ ‫ ا َّلـ ِـذي ِع ْنـ َـد ُه ِع ْلــم ِمـ َـن ا ْل ِك َتـ‬buyurduğu kelâmdır. Ve bu nazm-ı
ٌ
münîf Kur™ân-ı ¡azîmü’ş-şânın sûrelerinden doksan üç âyeti şâmil ve
Mekke-i mükerremede nâzil olan sûre-i Neml’in kırkıncı âyetinden
olup ve âyet Belkîs’ın kıssası beyânına nâzil olan âyât-ı beyyinâttandır.
Ve hulâsa-i mefhûm-ı âyet-i münîfe ise: “Onun ¡indinde kitâb-ı
münzelden ¡ilm olandan birisi dedi ki, o Cebrâil ¡aleyhi’s-selâm yâ
Hızr ¡aleyhi’s-selâm yâhûd Süleymân ¡aleyhi’s-selâmın vezîri Âsaf b.
Berhiyâ ola ki ism-i a¡zamı bilirdi, ben onun tahtını bir tarafından bir
tarafına dönünceye dek getiririm. Vâki¡-i hâl sol tarafından sağ tarafı-
na döndükte o tahtı yanında durur gördü. Süleymân ¡aleyhi’s-selâm bu
ni¡mete şükr ile dedi ki ‘Bu kerem rabbim celle şânuhunun fazlındandır
ki beni tecribe eder. Âyâ ben şükr mü ederim yoksa edâ-i vâcibde kusûr
ile küfrân-ı ni¡me mi olurum? Kim ki ni¡mete şükr ederse kendi nefsi
için eder ki ni¡metin devâm ve ziyâdeliğine bâdî olur; kim ki küfrân-ı
ni¡me olursa tahkîk rabbim ta¡âlâ onun şükründen ganî ve müstahaklara
kerem edicidir.”
Ve mahall-i istişhâdı vakt-i yesîrde mahall-i ba¡îdden o taht-ı ¡azîm ü
kebîrin celb ve ihzârına ¡ilm-i kitâb kuvvetiyle Hazret-i Âsaf’ın nümû-
dâr olan iktidarıdır, çünkü musannif-i merhûm bunda buyurdu ki ‫﴿ع ْنـ َـد ُه‬ ِ
ِ ‫ــن ا ْل ِك َت‬
﴾‫ــاب‬ ِ ‫ ِع ْل‬kaydı onun iktidârı ve o ¡ilmin kuvvetiyle olduğuna
َ ‫ــم م‬
41
ٌ
tenbîh içindir. Ve bu sûretle olan kuvvet ve iktidâr ve tasarruf ¡ilmin
semeresi olunca ¡ilmin fazîleti dahi elbette bununla mütehakkık olur.
Ve ¡alâ-rivâyetin menkûl olan taht altından masnû¡ ve dürr ü yâkût-ı
ahmerden murassa¡ ve zeberced-i ahzardan münakkaş olup ve kavâyimi
dahi kezâlik yâkût ve zümrüd taşlarından ma¡mûl ve mürekkeb idi ve
üstünde yedi ¡aded oda varmış ve mesâhası ¡alâ-rivâyetin tûlen ve ¡ar-

40 “Kitaptan bilgisi olan biri: “Ben onu, sana getiririm” dedi.” en-Neml, 27/
41 “Kitaptan bilgisi olan” en-Neml, 27/
Şerh-u Terceme-i Kitâb-ı İhyâu Ulûmi’d-Dîn │ 77

zen ve irtifâ¡en otuzar zirâ¡ ve ¡alâ-rivâyetin uhrâ seksener zirâ¡ ve âher


bir rivâyetin üzerine tûlü seksen ve ¡arzı kırk ve irtifâ¡ı otuz zirâ¡ olup
ve beynlerinde olan bu¡d-ı mesâfe-i tarîk iki mâh veyâhûd bir mâhlık
yoldur. [34]
ِ ‫ـال ا َّل ِذيــن أُوتُــوا ا ْل ِع ْلــم وي َل ُكــم َثــواب‬
‫اهلل َخيــر ِل َمـ ْـن ٰا َمـ َـن َو َع ِمـ َـل‬ َ ‫﴿و َقـ‬
ٌ ْ ُ َ ْ َْ َ َ َ ‫[وقــال عــز وجــل‬
].‫َص ِال ًحــا﴾ اآليــة بيــن أن قــدر عظــم اآلخــرة يعلــم بالعلــم‬
Ve dahi şevâhid-i Kur™âniyye’den Hazret-i Hak ¡azze ve cellenin
﴾‫ــن َو َع ِم َــل َص ِال ًحــا‬ ِ ِ ‫ ﴿وقــال ال ِذيــن أُوتــوا ال ِعل‬âyet-i
َ ‫ــن ٰا َم‬
ْ ‫اب اهلل َخ ْي ٌــر ل َم‬
ُ ‫ــم َو ْي َل ُك ْــم َث َــو‬
َ ْ ْ ُ َ َّ َ َ َ
42

celîlesinde buyurduğu kelâmdır. Ve bu âyet Kur™ân-ı ¡azîmü’ş-şânın


sûrelerinden seksen bir âyeti şâmil ve bir âyetin mâ-¡adâsı Mekke-i
mükerremede nâzil olan sûre-i Kasas’ın sekseninci âyetidir ve tetim-
mesi 43﴾‫ون‬ َ ‫الصاب ُِــر‬
َّ ‫يهــا إ َِّل‬
َ ‫﴿و َل يُ َل ّٰق‬
َ Ve hulâsa-i mazmûn-ı celîli: “Şunlar ki
onlara ¡ilm verilip ahvâl-i âhireti ve bereket-i kanâ¡ati bilir Yûşa¡ ¡aley-
hi’s-selâm ve ashâbı gibi kimseler, o Kârûn misilli mâl temennî eden-
lere dediler ki ‘Ey tâlib-i dünyâ, vây size! Îmânla ¡amelü’s-sâlihi cem¡
edenler için Allâh ta¡âlânın sevâbı, Kârûn’un ve dünyâ ve mâ-fîhânın
mâlından hayrlıdır. O sevâba ancak me¡âsîden hazerle tâ¡ate sabr eden-
ler mülâkî olurlar.”
Ve mahall-i istişhâdın beyânında musannif-i merhûm buyurdu ki
”‫ “بين‬ilh. Ya¡nî Allâh-ı ¡azîmü’ş-şân bu âyet-i münîfenin nazmıyla dâr-ı
âhiret ¡azametinin kadri ¡ilm ile bilinmekte olduğunu beyân etmiştir. Ve
netîce-i müfâdı, çün ¡azm-i kadr-i âhiret ve mikdârı ¡ilm ile bilinir ve o
¡ilm o menâfi¡in iktisâbına sebeb olur ve vesîle-i menâfi¡-i ¡uzmâ olan
şey fazîl olması mukarrerdir. İşte bu netîce-i müfâd dahi fazîlet-i ¡ilme
delâlet eder demektir.

َ ‫اس َو َما َي ْع ِق ُل َها إ َِّل ا ْل َع ِال ُم‬


]﴾‫ون‬ َّ َ ُ ُ ‫﴿و ِت ْل َك ْالَ ْم َث‬
ِ ‫ال َن ْضرِ بها ِللن‬
َ ‫[وقال تعالى‬
Ve dahi şevâhid-i Kur™âniyye’den tebâreke ve ta¡âlânın ‫ـال‬ َ ‫﴿و ِت ْلـ‬
ُ ‫ـك ْالَ ْم َثـ‬ َ
42 “Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, “Yazıklar olsun size! İman edip de iyi
işler yapanlara Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlıdır” dediler.” el-Ka�-
sas, 28/
43 “Ona da ancak sabredenler kavuşturulur.” el-Kasas, 28/
78 │ KİTÂBU’L-¡İLM - İhyâ Tercüme ve Şerhi

44
َ ‫ــاس َو َمــا َي ْع ِق ُل َهــا إ َِّل ا ْل َع ِال ُم‬
﴾‫ــون‬ ِ ‫ َن ْضرِ بهــا ِللن‬buyurduğu âyet-i kerîmenin med-
َّ َُ
lûlüdür. Ve bu âyet Kur™ân-ı ¡azîmü’ş-şânın sûrelerinden altmış yedi
âyeti şâmil ve Mekke-i mükerremede nâzil olan sûre-i ¡Ankebût’un kırk
ikinci âyetidir. Ve hulâsa-i mefhûm-i nazm-ı şerîfi: “Bu meselleri ki biz
nâsa beyân ederiz, onları ta¡akkul edip nef¡lenmezler, meger ki eşyâ-
nın hakâyıkına vâkıf ¡âlimler ola.” Ve mahall-i istişhâd ta¡akkul emsâli
¡ulemâya vukû¡ bulan isnâd ve hasr iledir ve bu gibi hasr ve isnâd fazî-
letine delâlet eder.
ِ ِ ِ ِ ِ
َ ‫الر ُســول َو ِإ َلــى أُولــي ْالَ ْمــرِ م ْن ُه ْــم َل َعل َم ُــه ا َّلذ‬
‫يــن‬
َّ
‫وه ِإ َلــى‬
ُ ‫﴿و َل ْــو َر ُّد‬
َ ‫[وقــال تعالــى‬
‫َي ْس َــت ْن ِب ُطو َن ُه ِم ْن ُهــم﴾ اآليــة رد حكمــه فــي الوقائــع إلــى اســتنباطهم وألحــق رتبتهــم برتبــة‬
ْ
]‫األنبيــاء فــي كشــف حكــم اهلل‬

1 Volume 21 No 3 (Special Edition) Cilt 21 Sayı 3 (Özel Sayı) Al-Aqsa Mosque and the Night Journey Mescid-i Aksa ve İsra-Mirac ISSN: e-issn:

2 Journal of ISLAMICJERUSALEM STUDIES ISSN: e-issn: Volume 21, No 3, (Special Edition) Cilt 21, Sayı 3, (Özel Sayı) Founding Editor Kurucu Editörü Prof. Dr. Abd Al-Fattah EL-AWAISI Editorial Board Editör Kurulu* Dr. Haithem F. AL-RATROUT, Prof. Dr. İbrahim ÖZCOŞAR, Dr. Khalid EL-AWAISI, Dr. Maher ABU MUNSHAR, Prof. Dr. Mohd Roslan Bin Mohd NOR, Dr. Ziya POLAT Issue Editor Sayı Editörü Doç. Dr. Khalid EL-AWAISI & Dr. Ayşe ÇEKİÇ Secretariat Sekreterya* Reyhan ÖNAL Advisory Board Danışma Kurulu* Prof. Abd Allah AL-NIFISSI (Kuwait University, Kuwait), Prof. Abdul-Nabi ISSTAIF (Damascus University, Syria), Dr. Abdulkadir MACİT (Kocaeli University, Turkey), Prof. Abdullah EKİNCİ (Harran University, Turkey), Dr. Abdulmuttalip ARPA (Sabahattin Zaim University, Turkey), Dr. Ahmed M. A. AL-SAMARRAE (University of Samarra, Iraq), Dr. Ahmet KÜTÜK (Mardin Artuklu University, Turkey), Prof. Ali MAHAFZAH (University of Jordan, Jordan), Dr. Aminrassuyid YATIBAN (University Utara Malaysia, Malaysia), Dr. Ayhan AK (Samsun 19 Mayıs University, Turkey), Dr. Beverley MILTON-EDWARDS (Queen s University of Belfast, UK), Prof. Beyhan KANTER (Mardin Artuklu University, Turkey), Dr. Bustami Mohamed KHIR (University of Birmingham, UK), Prof. Fathia EL-NABARAWY (Al-Azhar University, Egypt), Dr. Fatih TOK (Eskişehir Osmangazi University, Turkey), Dr. Feridun BİLGİN (Mardin Artuklu University, Turkey), Dr. Haithem F. AL-RATROUT (An-Najah University, Palestine), Prof. Hugh GODDARD (University of Edinburgh, UK), Dr. Hussein ABDUL-RAOF (University of Leeds, UK), Dr. Ian A.K. HOWARD (University of Edinburgh, UK), Dr. Jabal BUABEN (University Brunei Darussalam, Brunei), Karen ARMSTRONG (London, UK), Khudhr E. J. ALMOHAMMED (Educational College, Iraq), Prof. Mahmoud AL-SARTAWI (University of Jordan, Jordan), Prof. Mahmoud AYOUB (Temple University, USA), Dr. Mahmut KAYA (Harran University, Turkey), Prof. Michael DUMPER (University of Exeter, UK), Prof. Mohammad A. AL-BAKHIT (Al-Bayt University, Jordan), Prof. Dr. Mohd Roslan Bin Mohd NOR (University of Malaya, Malaysia), Prof. Muhammad AL-MAJALI (University of Jordan, Jordan), Dr. Muhammed Fatih KILIÇ (Social Sciences University of Ankara, Turkey), Dr. Muhammad I. SURTY (Birmingham University, UK), Prof. Mustafa GÜLER (Afyon Kocatepe University, Turkey), Dr. Othman Saeed HURAN (Yalova University, Turkey), Raif NIJEM (Amman, Jordan), Dr. Sabah H. K. ALKUBISY (Iraqi University, Iraq), Prof. Saleh HAMARNEH (University of Jordan, Jordan), Dr. Suha Taji-FAROUKI (University of Exeter, UK), Prof. Walid KHALIDI (Harvard University, USA), Dr. Yasin TAŞ (Harran University, Turkey), Dr. Yunus KAPLAN (Van Yüzüncü Yıl University, Turkey). * In alphabetical order Ada göre alfabetik sıra Proof Reading Tashih Arabic Arapça - Mustapha ELADEL English İngilizce - Adiba FIRMANSYAH Turkish Türkçe - Ayşe ÇEKİÇ Design Tasarım A. EL-AWAISI Correspondence İletişim Academy for Islamicjerusalem Studies (ISRA), PO Box , Dundee, DD3 6WX, Scotland, UK Web: [email protected] Beytülmakdis Çalışmaları Vakfı Web: [email protected] Kudüs Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi - Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Web: Kudüs ve Filistin Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi - Mardin Artuklu Üniversitesi Web: Journal of Islamicjerusalem Studies is an international biannual peer-reviewed journal which is published twice yearly (Summer and Winter) by the Academy for Islamicjerusalem Studies ISRA (UK) in Cooperation with Beytülmakdis Çalışmaları Vakfı (Turkey), Social Sciences University of Ankara (Turkey) and Mardin Artuklu University (Turkey). The contents of the journal cannot be published partially or entirely without permission. Journal of Islamicjerusalem Studies is Indexed by DOAJ, Index Islamicus, ASOS Index, Ulrichsweb (Ulrich s Periodicals Directory) amongst others. Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, Academy for Islamicjerusalem Studies (Britanya), Beytülmakdis Çalışmaları Vakfı (Türkiye), Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi (Türkiye) ve Mardin Artuklu Üniversitesi (Türkiye) iş birliğinde altı ayda bir yaz ve kış dönemlerinde yayınlanan uluslararası hakemli bir dergidir. Dergideki yazılar kısmen ya da tamamen başka bir yerde izinsiz yayınlanamaz. Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi; DOAJ, Index Islamicus, ASOS ve Ulrichsweb Index gibi veritabanlarında taranmaktadır Academy for Islamicjerusalem Studies

3 Contents İçindekiler ARTICLES - MAKALELER Turkish Articles Analysing of the Ahadith Relating to the Prophet s Gathering with other Prophets during the Night Journey and Ascension - Türkçe Makaleler Mehmet Emin ÇİFTÇİ İsmail ALTUN Hz. Peygamber in İsrâ ve Mi rac ta Peygamberlerle Görüştüğüne Dair Hadislerin Tahlili Evaluation of Narrations on the Virtues of Worship at al-aqsa Mosque Mescid-İ Aksâ da İbadetin Faziletine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi Fath and Settlement in Bayt al-maqdis during the Reign of Caliph Umar ibn al-khattab ( ) Miraj in Islam and Narratives of Ascension in pre-islamic Middle Eastern Beliefs: The Question of the Authenticity of the Islamic Tradition of Miraj Arabic Articles Ömer SABUNCU Mehmet BOZKURT Hz. Ömer Döneminde ( ) Beytülmakdis in Fethi ve İskân İslam Öncesi Ortadoğu İnançlarında Göğe Yükseliş Anlatıları ve İslâm da Mi rac: İslâm Geleneğindeki Mi rac Anlatısının Özgünlüğü Meselesi - Arapça Makaleler Fethi ABDULKADIR Al-Aqsa Mosque and the Night Journey in the Qur an and the Books of Tafsir Kur an-ı Kerim ve Tefsir Kitaplarında Mescid-i Aksa ve Gece Yolculuğu The Religious Symbolism of Al-Aqsa Mosque and its Role in Motivating Muslims to Liberate Bayt al-maqdis from the Crusaders Ottoman Celebrations of the Night Journey and Ascension according to Ottoman Archival Documents and Sources Nergis KADDRU Metin ŞERİFOĞLU Khaled SHAHIN Beytülmakdis in Haçlılardan Kurtarılmasında Mescid-I Aksa nın Önemi ve Müslümanları Motive Etmedeki Rolü (M H. ) Osmanlı Belgelerine Göre Osmanlıların İsra ve Miraç Gecesi Kutlaması The Zionist Strategy towards the Al-Aqsa Mosque Mescid-i Aksa ya Yönelik Siyonist Strateji

4

5 Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21(3): DOI: /beytulmakdis HZ. PEYGAMBER İN İSRÂ VE Mİ RAC TA PEYGAMBERLERLE GÖRÜŞTÜĞÜNE DAİR HADİSLERİN TAHLİLİ Mehmet Emin ÇİFTÇİ * ÖZ: Hz. Peygamber in büyük mucizeleri arasında yer alan İsrâ ve Mi rac ta birçok hadise meydana gelmiştir. Bu hadiselerle ilgili çok sayıda rivâyet mevcuttur. Bu haberler içinde Hz. Peygamber in bazı peygamberler ile görüşmesi de bulunmaktadır. Diğer konularda olduğu gibi bu konudaki rivâyetler de muhteliftir. Bu çalışmada İsrâ ve Mi rac ta görüşülen peygamberler ile ilgili rivâyetler muteber hadis kaynaklarından tahriç edilip lafız farklarına işaret edilmiştir. Bu rivâyetlerin bazılarına göre Hz. Peygamber İsrâ gecesinde Beytülmakdis e giderken Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile görüşmüş ve Mescid-i Aksâ da peygamberlere iki rekât namaz kıldırmıştır. Bazı rivâyetlerde ise Resûlullah (s.a.v.) Mi rac ta semaların her birinde sırasıyla Hz. Âdem, Hz. Îsâ ve Hz. Yahyâ, Hz. Yûsuf, Hz. İdrîs, Hz. Hârûn, Hz. Mûsâ ve Hz. İbrâhim le buluşmuştur. İsrâ ve Mi rac ta görülmüş olan peygamberler ile ilgili durumun değerlendirilmesi için muhtelif rivâyetlerin sened ve metinleri bütüncül bir değerlendirme ile ele alınmıştır. ANAHTAR KELİMELER: Hz. Muhammed, Hadis, İsrâ, Mi rac, Beytülmakdis. Analysing the Ahadith relating to the Prophet&#;s gathering with other Prophets during the Night Journey and Ascension ABSTRACT: The Night Journey and Ascension (al-isra wal-mi raj) are amongst the great miracles of the Prophet Muhammad. There are numerous narrations about this event, some of which mention his meeting with other Prophets. Yet, narrations on this subject differ in their coverage of the event. This paper will examine the narrations on Isra and Mi raj that have been compiled in reliable hadith canonical books and will observe the differences in the wordings of such narrations. According to some narrations, during the Night Journey, the Prophet Muhammad met numerous Prophets in Bayt al-maqdis, such as Abraham, Moses and Jesus, and led the prophets in a two rak ah prayer inside al-aqsa Mosque. In some narrations, the Messenger of Allah had met, during the Ascension, with Prophets Adam, Jesus and Yahya, Joseph, İdris, Harun, Moses and Abraham in each of the seven heavens respectively. In order to evaluate such events holistically, the narrations isnad (chain of narrators) and matn (text) are examined in this paper. KEYWORDS: Prophet Muhammad, Hadith, Isra, Mi raj, Bayt al-maqdis. * Dr. Öğretim Üyesi, Harran Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Hadis Anabilim Dalı, Şanlıurfa/Türkiye, [email protected], ORCİD:

6 Mehmet Emin ÇİFTÇİ Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) GİRİŞ Sözlük anlamı gece yürüyüşü olan İsrâ, Resulullah ın bir gece Mescid-i Haram dan Mescid-i Aksâ ya yürümesini veya bir şekilde oraya ulaşmasını ifade etmektedir. Mi rac ise yükseğe çıkmak anlamında olup, Resulullah ın İsrâ ile başlayıp göklere yolculuk yaptığı mucizesini ifade etmektedir (Aynî, ts, s. ). İsrâ ve Mir ac ile ilgili rivâyetler, başta hadis olmak üzere İslâm tarihi, siyer, meğazi ve tefsir gibi kaynaklarda geniş yer tutmaktadır. Hadis literatüründe ise bu rivayetler ilk yazılı kaynaklardan başlamak üzere muteber kitaplarda yer almış, içerisinde yer alan çeşitli hadiselerden dolayı iman, ibadet, tefsir, ahkâm, salat, fiten gibi birçok bab başlığı altında tasnif edilmiştir. Bu hadisler, olayın meydana geldiği zaman ve mekânlar ile ilgili çeşitli bilgilerin yanı sıra hadise esnasında yaşandığı rivâyet edilen bazı olaylara dair bilgiler içermektedir. Hz. Peygamber in İsrâ ve Mi rac yolculuğunda Mescid-i Aksâ ya gidip orada namaz kılması, semalara çıkması, orada peygamberlerle görüşmesi, elli vakit namazın farz kılınması ve daha sonra farz vakitlerin hafifletilmesi, Resûlullah ın Mi rac ta şahit olduğu cennet ve cehennem manzaraları, Mi rac dönüşü yaşananlar vb. hadiseler bu konulardandır. İsrâ ve Mi rac ile ilgili hadisler incelendiğinde Resûlullah ın (s.a.v.) bu hadise esnasında diğer bazı peygamberlerle görüştüğüne dair rivâyetlerin geniş bir yer tuttuğu görülmektedir. Bazı rivâyetlerde Hz. Peygamber İsrâ gecesinde Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile görüşmüştür. Bazı rivâyetlerde ise Mekke de Cibrîl Hz. Peygamber in göğsünü açıp zemzemle yıkadıktan sonra iman ve hikmetle doldurup kapatmış ve O nu semaya çıkarmıştır. Hz. Peygamber bundan sonra semalarda bazı peygamberlerle görüşmüştür. Resûlullah ın (s.a.v.) Mi rac ta kendisinden önceki peygamberlerle görüştüğüne dair rivâyetler de birden farklı haberler barındırmaktadır. Onun semanın hangi katında hangi peygamber ile karşılaştığı ihtilaf konusu olmuştur. Mi rac rivâyetlerinin bir kısmına göre Hz. Peygamber Mekke den semaya yükselmiştir. Bazılarına göre ise Resûlullah (s.a.v.) Mekke den Kudüs te bulunan Beytülmakdis e gitmiş ve oradan semaya yükselmiştir. Bu kabulü yansıtan rivâyet grubunda da birbirinden farklı lafızlarla birçok haber aktarılmıştır. Bu haberlerden biri Resûlullah ın İsrâ yolculuğunda namaz kıldığına dairdir. Buna göre Resûlullah Mi rac a yükselmeden önce münferit olarak veya peygamberlerden meydana gelen bir cemaate imam olarak namaz kılmıştır. Bazı rivâyetlerde Resûlullah (s.a.v.) Taybe (Yesrib), Tûr-i Sînâ 1 veya Beytüllahim de 2 namaz kılmış, daha sonra Mescid-i Aksâ ya gitmiştir. Bazılarında ise Resûlullah (s.a.v.) Mekke den Mescid-i Aksâ ya gitmiş ve orada namaz kılmıştır. Bazı rivâyetlere göre Hz. Peygamber Mi rac a çıkmadan önce Burak adlı binekle Mekke den Kudüs teki Mescid-i Aksâ ya gidip orada peygamberlere namaz kıldırmış ve Mi rac yolculuğuna başlamıştır. Bu çalışmada Hz. Peygamber in İsrâ ve Mi rac ta peygamberlerle görüştüğüne dair rivâyetler, hadis kaynaklarından, özellikle de Kütüb-i tis a dan tahric edilerek değerlendirilmiştir. Hadislerin değerlendirilmesinde hadis şerhleri başta olmak üzere, Tefsir, Tarih ve diğer kaynaklara başvurulmuştur. Konuyla ilgili

7 HZ. PEYGAMBER İN İSRÂ VE Mİ RAC TA PEYGAMBERLERLE GÖRÜŞTÜĞÜNE DAİR HADİSLERİN TAHLİLİ hadisler, Hz. Peygamber in İsrâ da görüştüğü peygamberler ile ilgili rivâyetler ve Mi rac ta görüştüğü peygamberler olmak üzere iki başlık altında tetkik edilmiştir. 1. HZ. PEYGAMBER İN İSRÂ DA GÖRÜŞTÜĞÜ PEYGAMBERLER Mi rac mucizesinin ilk aşaması Mekke den Mescid-i Aksâ ya gece yolculuğu olan İsrâ dır. Rivâyetlere göre İsrâ yolculuğunda Hz. Peygamber bazı peygamberler ile görüşmüştür. Bu rivâyetlerde özellikle üç ilahi dinin sahiplendiği Hz. İbrâhim in geçmesi dikkat çekmektedir. Ayrıca Resûlullah ın (s.a.v.) diğer iki semavî dinin peygamberleri olan Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile görüştüğü aktarılmıştır. Ancak bu konudaki rivâyetlerde lafız farkları bulunmaktadır. Dolayısıyla bu rivâyetleri aşağıdaki gibi tasnif etmek mümkündür Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile Görüştüğüne Dair Rivâyetler Yaptığımız araştırmaya göre Hz. Peygamber in İsrâ da Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ yı gördüğüne dair hadisin isnadlı olarak geçtiği ilk eser İbn İshâk ın (ö. /) es-sîretü n-nebeviyye sidir. Bu müellifin Saîd b. Müseyyeb (ö. 94/) tariki ile tahriç etmiş olduğu habere göre Hz. Peygamber İsrâ yolculuğunda Beytülmakdis e gitmiş ve orada Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile görüşmüştür. Bu rivâyete göre Hz. Mûsâ buğday tenli uzun boylu olup Şenue Kabilesi erkeklerine benzemektedir. Hz. Îsâ ise orta boylu olup, sanki hamamdan çıkmış gibi kırmızı tenlidir. Hz. Peygamber, Hz. İbrâhim için ise evlatları arasında ona en çok benzeyenin kendisi olduğunu söylemiştir. (İbn İshâk, , s. ). Bu rivâyete Hz. Peygamber İsrâ da Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile görüşmüş ve onların vasıfları hakkında bilgi vermiştir. Söz konusu hadisi Mukâtil b. Süleymân (ö/) da tefsirinde Ümmü Hânî rivâyeti olarak senetsiz vermiştir. (Mükâtil b. Süleymân, , ss ). Bu rivâyetin geçtiği ilk hadis eseri ise İbrâhim b. Sa d ın (ö. /) Cüzü dür. İbn Sa d ın Ebû Sâlih-İbrâhim-İbn Şihâb-Saîd b. Müseyyeb tariki ile tahriç etmiş olduğu haberde İbn İshâk ın rivâyetinden farklı olarak söyle denilmiştir: Hz. Peygamber: Bana iki kaptan içecek getirildi, birinde şarap, diğerinde süt vardı. Ben sütü tercih ettim. Sen fıtratı seçtin denildi. (İbrâhim b. Sa d, , s. ). Hicri III. asırda yazılmış olan birçok muteber hadis kaynağında da bu rivâyet tahriç edilmiştir. Ebû Dâvud et-tayâlisî (ö. /) bu rivâyeti bu lafızla Müsned ine Saîd b. Müseyyeb tariki ile tahriç etmiştir (Et-Tayâlisî, , s. ). Ayrıca Ahmed b. Hanbel (ö. /) (Ahmed İbn Hanbel, a, s. (No: )), Buhârî (ö. /) (Buhârî, a, s. Ehâdîsu l-enbiyâ 24, (No: )), Müslim (ö. /) (Müslim, ts, s. İmân 74, (No: )), Tirmizî (ö. /) (Tirmizî, , s. Tefsir, 18 (No: )) ve İbn Hibbân (ö. /) (İbn Hibbân, , s. ) bu hadisi tahriç etmişlerdir. Müslim in rivâyetine göre Hz. Peygamber İsrâ da Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ yı namazda oldukları halde görmüştür (Müslim, ts, s. ). Nesâî de bu hadisi aynı lafızla rivâyet etmiştir (Nesâî, a, s. ). Bu rivâyetlerde Hz. Peygamber görüşmüş olduğu üç peygamberin vasıflarından bahsetmiş; ancak ikram edilen içeceklerden bahsetmemiştir. Ahmed b. Hanbel in tahriç ettiği başka bir rivâyetinde Hz. Îsâ nın Urve b. Zübeyr e benzediği ifade edilmiştir (Ahmed İbn Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

8 Mehmet Emin ÇİFTÇİ Hanbel, a, s. (No: )). Buhârî bu hadisi aynı lafızla İbn Abbâs (Buhârî, a, s. Bedu l-halk 7, (No: )) tariki ile tahriç etmiştir. Et-Tayâlisî Saîd b. Müseyyeb (ö. 94/) tariki ile bu haberi mürsel olarak tahriç etmiştir. Bu haberde de ikram edilen içecekler zikredilmemiştir (Et-Tayâlisî, , s. (No: )). Bu rivâyetlerin senedini şema olarak şöyle göstermek mümkündür: Hz. Peygamber İbn Müseyyib Ebû Hüreyre İbn Abbâs İbn. Müseyyib Ebû Âliye Zührî Zührî Katâde İbn Sa d Ma mer Şeybân Şu be Ebû Dâvud Abdurrezzak Hişâm Yûnus Ğunder İbn Ğaylân Abd İbn b. Mûsâ İbn Beşşâr et-tayâlisî İbn Hanbel İbn İbrâhim Tirmizî İbn Râfi Buhârî İbn Hanbel Buhârî Abdullah b. Muhammed Müslim Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) İbn Hibbân Bu rivâyet bazı tefsir ve tarih kaynaklarında da yer almıştır. (Mükâtil b. Süleymân, , ss ). İbn Hişam ın (ö. /) Abdullah b. Mes ud tarikiyle tahriç etmiş olduğu rivâyetine göre Mir âc ta Hz. Peygamber Beytülmakdis e gitmiş orada Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ ve Hz. İsâ ile görüşmüş ve peygamberlere namaz kıldırmıştır (İbn Hişâm, , s. ). Ayrıca İbn Sa d (ö. /) Tabakat ına göre Hz. Peygamber Beytülmakdis e gitmiş ve orada Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile görüşmüş, onlara namaz kıldırmıştır (İbn Sa d, , s. ). Bu konudaki rivâyetler Ümmü Hânî, İbn Abbâs ve Ebû Hüreyre tarafından aktarılmıştır. Bazı tariklerde ise hadisi Saîd b. Müseyyeb mürsel olarak rivâyet etmiştir. Her ne kadar hadis kaynaklarının oluşumundan daha sonra yazılmış olan hadis usûlü kaynaklarında ittisâl şartı sahih hadisin sıhhat şartlarından sayılmış olsa da ilk dönem âlimlerine göre mürsel hadis makbul sayılmıştır (Çiftçi, , ss ). Fakihlerin cumhuru-ki İmam Ebû Hanife, Mâlik, Süfyan-i Sevri, Evzâî ve iki rivâyetten birine göre Ahmed b. Hanbel de bunlardandır- mürsel rivâyetin haberin sıhhatine zararı olmadığını söylemişlerdir (İbnu s-salâh, , s. 55). Hadislerde ittisâl şartını ilk olarak aramış olan Şâfiî dir. Ancak Şâfiî nin İbn Müseyyeb in mürsellerini istisna tutması (İbn Hacer, , ss ) bu rivâyetin makbul görülmesini mümkün kılmaktadır. Hz. Peygamber in İsrâ da Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ

9 HZ. PEYGAMBER İN İSRÂ VE Mİ RAC TA PEYGAMBERLERLE GÖRÜŞTÜĞÜNE DAİR HADİSLERİN TAHLİLİ ve Hz. Îsâ ile görüştüğüne dair rivâyetlerin hem ilk dönem kaynaklarında yer almış olması hem de hadislerin altın çağı olarak kabul edilen hicri III. asırda yazılmış olan Ebû Dâvud et-tayâlisî, Ahmed b. Hanbel, Tirmizî ve İbn Hibbân ın eserlerinde de tahriç edilmiş olması haberin makbul olmasını kuvvetlendirmektedir. Özellikle bu konudaki rivâyetin sahih hadisleri bir araya getirmek amacıyla telif edilmiş olan Buhârî ve Müslim in sahihlerinde yer alması haberi muttefakun aleyh konumuna getirmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber in İsrâ da üç peygamberle görüştüğüne dair rivâyetler sened bakımından sahih kabul edilmektedir. Muhaddisler rivâyetleri daha çok sened açısından değerlendirmiş olduğundan, bazen senedi sahih metni zayıf olan haberler de söz konusu olmaktadır. Ancak Hz. Peygamber in İsrâ da üç peygamber ile görüşmüş olduğu hadisin metni konusunda herhangi bir tenkid tespit edilmemiştir. Bu konudaki rivâyetleri şerh etmiş olan muhaddisler de herhangi bir olumsuz değerlendirmede bulunmamışlardır. Dolayısıyla bu rivâyetlerin metni de makbul görünmektedir Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ nın Kıyamet ile İlgili Konuşmaları Hz. Peygamber İsrâ da Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile görüşmüş ve onların kıyamet konusundaki konuşmalarına tanık olmuştur. Bu konudaki rivâyetin geçmiş olduğu ilk eser İbn Ebû Şeybe nin (ö. /) Müsned i ve Musannef idir. Abdullah b. Mes ûd tariki ile tahriç edilen bu habere göre Resûlullah (s.a.v.) Îsrâ gecesinde Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile görüşmüştür. Hz. Peygamber olayı şöyle aktarmıştır: Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ aralarında kıyamet saatini müzakere ediyorlardı. Önce İbrâhim e kıyameti sordular. O kıyamet konusunda bilgisinin olmadığını söyledi. Mûsâ ya aynı soruyu sordular o da bilgi sahibi olmadığını söyledi. Îsâ ya sordular. O da vakti konusunda tam bir bilgi sahibi olmadığını; ancak Allah ın ona bu konuda bazı bilgiler vermiş olduğunu söyledi: Deccal çıkacak ve ben de semadan inip onu öldüreceğim. İnsanlar beldelerine dönecekler. Ye cûc ve Me cûc onları karşılayacak. Bu kavim uğradıkları her şeyi yağmalayıp ifsad edecektir. Ulaştıkları bütün suları tüketecekler. Bundan dolayı insanlar dua etmem için bana gelecekler. Duamla Yüce Allah onları helak edecek. Daha sonra bunların kokuları her yeri kaplayacaktır. İnsanlar bu kokudan rahatsız olup tekrar dua için bana gelecekler. Yine duamla Yüce Allah yağmur yağdırıp onların cesetlerini denize taşıyacaktır. Sonra dağlar ufalacak ve dümdüz olacaktır. Ancak Kıyametin saatini kimse bilmez. (İbn Ebû Şeybe, , s. (No: )). İbn Ebû Şeybe Musannef inin Fiten babında bu rivâyeti aynı lafızla tahriç etmiştir. (İbn Ebû Şeybe, , s. Fiten 2, (No: )). Ahmed b. Hanbel de Müsned inde Abdullah b. Mesûd tariki ile bu rivâyeti vermiştir. Rivâyetin sonunda Yezîd b. Hârûn Sonra dağlar ufalacak düz olacak ve kıyamet kopacak. Ancak Kıyametin saatini kimse bilmez (Ahmed İbn Hanbel, b, s. 19 (No: )). şeklinde açıklamada bulunmuştur. Bu durumda son cümlenin bu raviye ait olduğu anlaşılmaktadır. İbn Mâce de bu rivâyeti İbn Mes ûd tariki ile Fiten bölümünde tahriç etmiştir (İbn Mâce, ts, s Fiten 33, (No: )). Hâkim ise bu hadisi Abdullah b. Mesûd dan Tefsîr bölümünde aynı lafızla tahriç etmiştir (Hâkim, ts., s. Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

10 Mehmet Emin ÇİFTÇİ Tefsîr 21, (No: )). Bu rivâyetlerde Hz. Peygamber üç peygamber ile görüşmüş ve onların kıyamet ile ilgili konuşmalarından haber vermiştir. Hz. Peygamber in İsrâ da görüştüğü Hz. İbrâhim ümmeti için bazı tavsiyelerde bulunmuştur (Gündüz, , 2/90). Bu konudaki rivâyetler şöyledir: Ahmed b. Hanbel in Eyyûb el-ensârî tariki ile tahriç ettiği rivâyete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: İsrâ gecesinde İbrâhim e uğradım. Bana şöyle dedi: ümmetin Cennet için çok fidan diksinler. Oranın toprağı verimli ve arazisi ise geniştir. Cennette dikilen ا وا ل ق و ة ا إ ل ب ا لل fidan ا ل و )). (No:. dir "ا (Ahmed İbn Hanbel, c, s. ل ا ح Tirmizî nin Dea vât bölümünde tahriç ettiği İbn Mes ûd rivâyetine göre ise Resûlulah (s.a.v.) şöyle buyurdu: İsrâ gecesinde İbrâhim ile görüştüm, bana dedi ki Ya Muhammed! benden ümmetine selam söyle cennetin suyu tatlıdır ve suyu tutan bereketli toprağı vardır. Onun fidanları ise أاك ا بر ا و ا وال ا حم د لل ا وا ل إ ال ا ه إ ل ب ا حا ان. dır س Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) Bu hadis aynı lafızla Ebû Eyyûb dan da rivâyet gelmiştir. Tirmizî bu hadis için hasenğarip demiştir (Tirmizî, , s. Da vât 60, (No: )). Ahmed b. Hanbel (d, s. (No: )) ve Nesâî nin Enes b. Mâlik tariki ile tahriç etmiş oldukları rivâyete göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: İsra gecesinde Mûsâ ya uğradım kırmızı tepenin yanında kabrinde namaz kılıyordu (Nesâî, b, s. Kıyâmü l-leyl 15, (No: )). Hz. Peygamber in diğer peygamberlere namaz kıldırması ve Hz. Mûsâ nın namazı hususunda farklı bir takım değerlendirmeler yapılmıştır; bu görüşlere göre İbadetler mükellefler için olmakla beraber mükellef olmayanlar da zikir, şükür veya sevgi anlamında bazı ibadetleri yerine getirebilirler (el-munâvî, , s. 5/). Nasıl ki çocuklar veya melekler mükellef olmadıkları halde namaz ve diğer ibadetleri yerine getirebiliyorlarsa aynı şekilde Hz. Mûsâ ve diğer peygamberlerin de mükellef olmadıkları halde namaz kılmaları mümkündür. Peygamberlerin öldükten sonra namaz kılmaları onlar için istisnai bir durumdur. (İbn Hacer, , s. ); (Kastalânî, , s. ). Münâvî ise Hz. Mûsâ nın namazının sözlük anlamında olduğunu yani Hz. Mûsâ nın dua ve senada bulunduğunu ifade etmiştir. (el- Munâvî, , s. ) Hadis şerhleri, tarih kaynakları ve tefsirlerde âlimlerin Hz. Peygamber in üç dinin kutsalı olan Beytülmakdis te bu dinlerin peygamberleri ile görüşmesi hususunda herhangi bir olumsuz yorumu tespit edilmemiştir. Bu eserlerde konu ile ilgili rivâyetler verilmiş ve açıklamalar yapılmıştır. Hz. Âdem den Hz. Peygamber e kadar birçok peygamber gönderilmiş olduğu halde Hz. Peygamber in İsrâ da görüştüğü üç peygamberin de bu mabetle ilgisi olan dinlerin peygamberleri olması manidardır İsrâ da Görüştüğü Diğer Peygamberler ile İlgili Rivâyetler Nesâî nin Sünen inde Enes-tarikiyle tahriç ettiği hadise göre Hz. Peygamber şöyle haber vermiştir:

11 HZ. PEYGAMBER İN İSRÂ VE Mİ RAC TA PEYGAMBERLERLE GÖRÜŞTÜĞÜNE DAİR HADİSLERİN TAHLİLİ Ben ve Cibrîl merkepten büyük katırdan küçük olan beyaz renkli ve çok hızlı olan Burak a bindik. Bir yere gelince Cibrîl bana: İn ve namaz kıl dedi. Ben de inip namaz kıldım. Bana: sen namaz kıldığın yeri biliyor musun? Burası hicret edeceğin Taybe (Yesrib) dir dedi. Sonra başka bir yerde yine bana: İn ve namaz kıl dedi. Ben de inip namaz kıldım. Tekrar bana: Sen namaz kıldığın yeri biliyor musun? Burası Hz. Mûsâ nın Yüce Allah ile konuştuğu Tûr-i Sînâ dır. dedi. Sonra başka bir yerde yine bana: İn ve namaz kıl. dedi. Ben de inip namaz kıldım. Tekrar bana: Sen namaz kıldığın yeri biliyor musun? Burası Îsâ nın doğduğu yer olan Beytülahm dır dedi. Bundan sonra Beytülmakdis e girdim. Peygamberler yanıma geldiler. Cibrîl onlara imam olmak için beni öne aldı ve ben de onlara namaz kıldırdım. Daha sonra Hz. Peygamber Cibrîl ile semaya yükselmiştir (Nesâî, c, s. Salât (No: )). Nesâî bu hadisi önceki haberden muhtelif lafızla aktarmıştır. Bu rivâyete göre Hz. Peygamber: 1. Hicret yurdu olacak Taybe de (Yesrib) iki rekât namaz kılmış, 2. Tûr-i Sînâ da iki rekât namaz kılmış, 3. Beytüllahm de iki rekât namaz kılmış, 4. Hz. Peygamber Beytülmakdis te peygamberlere imam olup namaz kıldırmıştır. 5. Mi rac ta görüşülen peygamberler: Birinci semada Hz. Âdem, ikinci semada Hz. Îsâ ve Hz. Yahyâ, üçüncü semada Hz. Yûsuf, dördüncü semâda Hz. Hârûn, beşinci semâda Hz. İdrîs, altıncı semâda Hz. Mûsâ ve yedinci semâda Hz. İbrâhim ile görüşmüştür Nesâî nin Sünen inde zikredilen yukarıdaki hadise göre Hz. Peygamber İsrâ da peygamberler ile görüşmüş ve onlara namaz kıldırmıştır. Ayrıca Resûlullah (s.a.v.) Beytülmakdis e giderken yolda hem Yesrib de hem Hz. Mûsâ nın Yüce Allah ile konuşmuş olduğu Tûr-i Sînâ da hem de Hz. Îsâ nin doğmuş olduğu Beytülahm de namaz kılmıştır. Ancak bu rivâyette Hz. Peygamber in isrâ da Hz. İbrâhim, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile görüştüğüne dair haber zikredilmemiştir 2. Mİ RAC TA GÖRÜŞÜLEN PEYGAMBERLER İLE İLGİLİ RİVÂYETLER Hz. Peygamber Mi rac ta da bazı peygamberler ile görüşmüştür. Ancak görüşülen peygamberler ve bulundukları tabakalar hususunda muhtelif rivâyetler aktarılmıştır. Bu konudaki rivâyetlerin bazılarında Hz. Peygamber Mi rac a Mekke den çıkmış bazılarında ise Beytülmakdis ten çıkmıştır. Dolayısıyla bu rivâyetleri aşağıdaki gibi iki başlık altında tasnif etmek mümkündür Mi rac a Beytülmakdis ten Çıkıldığına Dair Rivâyetlerde Görüşülen Peygamberler İbn Ebî Şeybenin, Musannef inde Enes-tarikiyle tahriç ettiği hadise göre Hz. Peygamber merkepten büyük katırdan küçük olan beyaz renkli ve çok hızlı olan Burak ile Beytülmakdis e gitmiştir. Burada Burak ı diğer peygamberlerin bineklerini bağlamış olduğu halkaya bağlayıp mescitte iki rekât namaz kılmıştır. Resûlullah (s.a.v.) mescitten çıkınca Cibrîl (a.s.) O na biri içki diğeri de süt ile dolu olan iki kap getirmiş Resûlullah (s.a.v.) sütü tercih edince Cibrîl O na: Fıtratı seçtin. demiştir. Daha sonra Cibrîl ile semaya yükselmiştir. Cibrîl, dünya semasının Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

12 Mehmet Emin ÇİFTÇİ kapısının açılmasını istemiş içerden ona kim olduğu sorulmuş Cibrîl olduğunu söyleyince yanında kimsenin olup olmadığı sorulmuş o da yanında Hz. Muhammed in olduğunu söylemiştir. Görevli Cibrîl den Hz. Peygamber in izni olduğunu öğrenince kapıyı açmıştır. Hz. Peygamber ilk semada Hz. Âdem i görmüş onunla selamlaşarak hayır duasını almıştır. Sonra ikinci semâya yükselmiş orada da aynı şekilde Cibrîl izin istemiş aynı diyaloglar burada da geçmiştir. Kapı açılınca Hz. Peygamber iki teyze oğlu olan Hz. Îsâ b. Meryem ve Hz. Yahyâ b. Zekeriyyâ ile karşılaşmış, onlarla selamlaşarak hayır dualarını almıştır. Sonra üçüncü semâda Hz. Yûsuf, dördüncü semâda Hz. İdrîs, beşinci semâda Hz. Hârûn ve altıncı semâda Hz. Mûsâ ile görüşmüştür. Yedinci semâda ise sırtını Beytü l-ma mur a dayamış bir vaziyette olan Hz. İbrâhim ile görüşmüştür. Devamında Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Cenâb-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hz. Mûsâ, elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah tan onu hafifletmesini istememi tavsiye etti. Bu rivâyete göre namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber in huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Mûsâ ile diyalogu devam etmiş böylece namaz vakitleri beşer beşer hafifleştirilerek beş vakit olmuştur. Daha sonra Yüce Allah: Ey Muhammed bir gün ve gecede beş vakit namaz vardır. Her namaz on vakte bedeldir. Dolayısıyla beş vakit elli vakte bedeldir. Kim bir iyilik yapmaya niyetlenip yerine getirmezse ona bir iyilik yazılır. Bu iyiliği yaparsa on kat ile mükâfatlandır. Kim bir kötülük yapmaya niyetlenip işlerse bir günah yazılır. O kötülüğü işlemezse bir şey yazılmaz. (İbn Ebî Şeybe, , s. (No: )) Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) Ahmed b. Hanbel ve Müslim de Enes tariki ile aynı metni tahriç etmişlerdir (Ahmed İbn Hanbel, d, s. (No: ); Müslim, ts, s. İmân 74 (No: )). Nesâî nin tahriç etmiş olduğu habere göre de Hz. Peygamber in görüştüğü peygamberler aynıdır. Ancak önceki rivâyetten farklı olarak dördüncü semâda Hz. Hârûn, beşinci semada Hz. İdrîs zikredilmiştir. Ayrıca bu rivâyette namaz vakitleri onar onar indirilmişti (Nesâî, c, s. (No: )). İbn Hanbel in Müsned indeki Enes rivâyetinde Hz. İdrîs dördüncü semadadır (Ahmed İbn Hanbel, e, s. (No: )). Tirmizî de Hz. İdrîs in dördüncü tabakada olduğuna dair hadisi tahriç etmiştir (Tirmizî, , s. Tefsir (No: )). Dolasıyla Hz. İdrîs in beşinci semada olduğu haber sahih görülmemektedir. Bütün bu rivâyetlerde Hz. Peygamber in görüşmüş olduğu peygamberin isimleri aynıdır. Sadece Enes b. Mâlik ten rivâyet edilen hadislerin bazılarında Hz. Enes peygamberlerin tabakalarını hatırlamışken bazılarında yanlış hatırlamış veya hatırlamıyorum diyerek eksik hatırlamış olduğunu açıklamıştır. Ayrıca Tirmizî nin de ifade ettiği gibi bazı râviler hadisleri ihtisâr etmişlerdir. (Tirmizî, , s. ) Namaz vakitlerinin tahfifinde de aynı durum görülmektedir. Bütün rivâyetlerin ortak noktası beş vakit namazın Mi rac ta farz kılınmış olmasıdır. Ancak elli vakitten beş vakte tahfifinde bazı rivâyetlerde beşer beşer (Ahmed İbn Hanbel, d, s. (No: )); (Müslim, tsz, s. (No: ))bazılarında onar onar (Ahmed İbn Hanbel, f, s. (No: )); (Buhârî, b, s. 52 (No: )) bazılarında da yarın yarım olmuştur. (Ahmed İbn Hanbel, g, s. (No: )); (Buhârî, c, s. 78 (No: )). Bazı rivâyetlerde

13 HZ. PEYGAMBER İN İSRÂ VE Mİ RAC TA PEYGAMBERLERLE GÖRÜŞTÜĞÜNE DAİR HADİSLERİN TAHLİLİ ise herhangi bir açıklama yapılmadan elli vakit namazın beş vakte indirildiği şeklindedir (Ahmed İbn Hanbel, h, s. 70 (No: )). Burada da râvilerin hadisleri ihtisâr etmesi ya da eksik veya yanlış hatırlaması söz konusudur. Bu rivâyetlerin senedini şema olarak şöyle göstermek mümkündür: Enes b. Mâlik Sâbit Hammâd b. Seleme Yezîd b. Ebû Mâlik Saîd b. Abdulaziz Şeybân b. Ferrûh Hasan b. Mûsâ b. Eşyeb Mahled Müslim İbn Ebû Şeybe İbn Hanbel Amr b. Hişâm Nesâî Mi rac a Mekke den Çıkıldığına Dair Rivâyetlerde Görüşülen Peygamberler Ahmed b. Hanbel in Enes b. Mâlik- Übey b. Kâ b (ö. 33/ [?]) tariki ile tahriç etmiş olduğu habere göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Ben Mekke de iken Cibrîl geldi göğsümü yardı sonra zemzem ile yıkayıp iman ve hikmet ile doldurup göğsümü kapattı ve beni Dünya semasına çıkardı. Orada oturan, sağında ve solunda birtakım karaltılar bulunan, sağına baktıkça gülen, soluna baktıkça da ağlayan birisi ile karşılaştık. Bu Âdem di. Bana merhaba dedi ve benim için hayır duada bulundu. Cibrîl, Sağındaki ve solundaki şu karaltılar, onun soyundan gelen çocuklarının ruhlarıdır. Onlardan, sağında olanlar cennetlik, solunda olan karaltılar da cehennemliktirler! Sağına bakınca güler, soluna bakınca da ağlar! dedi. Bu rivâyete göre Hz. Peygamber Mi rac ta Hz. Âdem, Hz. İdrîs, Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ ve Hz. İbrâhim ile görüşmüştür. Enes ilk tabakada Hz. Âdem altıncı katta ise Hz. İbrâhîm in olduğunu ancak diğer peygamberlerin tabakalarını hatırlamadığını ifade etmiştir (Ahmed İbn Hanbel, g, s. (No: )). Buhârî (c, s. 78 (No: )) ve Müslim in (ts, s. (No: )) tahriç etmiş olduğu Enes b. Mâlik- Ebû Zerr rivâyeti de Übey b. Ka b in haberi gibidir. Bu habere göre Mi rac a Mescid-i Ka be den çıkılmıştır. Bu haberde ismi geçen peygamberler Hz. Âdem, Hz. Hz. İdrîs, Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ ve Hz. İbrâhim dir. Burada Hz. Yûsuf, Hz. Yahyâ ve Hz. Harûn un ismi geçmemiştir. Ahmed b. Hanbel in Enes b. Mâlik-Mâlik b. Sa sa tarikiyle tahriç ettiği rivâyete göre; Hz. Peygamber evinde uyku ile uyanık arasında iken Cibrîl gelip göğsünü yarmış zemzem ile yıkamış iman ve hikmetle doldurmuştur. Sonra Burak ile semaya çıkarılmıştır. Semada şu peygamberler ile görüşülmüştür: Birinci semada Hz. Âdem, ikinci semâda Hz. Îsâ ve Hz. Yahyâ, üçüncü semâda Hz. Yûsuf, dördüncü semâda Hz. İdrîs, beşinci semâda Hz. Harûn, altıncı semâda Hz. Mûsâ ve yedinci semâda Hz. İbrâhim ile görüşülmüştür. (Ahmed İbn Hanbel, f, s. (No: )). Bûharî nin haberine göre Hz. Peygamber Hatim veya Hicir den Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

14 Mehmet Emin ÇİFTÇİ Mi rac a çıkmıştır (Buhârî, b, s. 52 (No)). Bu rivâyette görüşülen peygamberler ve tabakaları tek tek verilmiştir. Bu metinde ismi ve tabakaları zikredilen peygamberler hakkındaki bilgi Mi rac a Kudüs ten çıkıldığına dair haberlerdeki gibidir. (Ahmed İbn Hanbel, d, s. (No: )); (Müslim, ts, s. İmân 74(No: )); (Tirmizî, , s. ). Buhârî nin Enes b. Mâlik tariki ile tahriç etmiş olduğu başka bir rivâyete göre Hz. Peygamber dünya semasında Hz. Âdem ile karşılaşmıştır. İkinci semada Hz. İdrîs, dördüncü semâda Hz. Hârûn ile görüşmüştür. Beşinci semayı hatırlamamıştır. Altıncı semâda Hz. İbrâhim ve yedinci semâda Hz. Mûsâ ile görüşmüştür. Elli vakit namaz ile ilgili haber diğer rivâyetlerde olduğu gibidir. Bu rivâyette namaz vakitleri onar onar indirilmiştir (Buhârî, d, s. (No: )). Âlimler Yüce Allah ın elli vakit namazı farz kılıp sonra da beş vakte indirmesini, bir hükmün fiiliyata geçmeden nesh olunabileceğine delil göstermişlerdir (Nevevî, , s. ). Bazı haberlerde elli vaktin beş vakte indirilmesinden sonra beş vaktin elli vakte bedel olduğuna dair açıklama bulunmaktadır (Ahmed İbn Hanbel, d, s. (No: )). Bu rivâyetlerin senedini şema olarak şöyle göstermek mümkündür: Hz. Peygamber Ubey b. K ab Ebû Zerr Mâlik b. Sa sa Enes b. Mâlik Enes b. Mâlik Enes b. Mâlik Enes b. Mâlik Şerîk b. Abdullah İbn Şihâb İbn Şihâb Katâde Süleymân Yûnüs b. Yezîd Yûnüs İbn Ed-Destüvâî İbn b. Yahyâ İbn Abdullah Enes b. İyâd el-leys İbn Vehb Yahyâ b. Saîd Hudbe b. Yahyâ Buhârî Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) İbn. İshâk İbn Bükeyr Harmele b. Yahyâ İbn Hanbel Buhârî Abdullah Buhârî Müslim İbn Hanbel Bu haberlerde Hz. Peygamber in görüştüğü peygamberler ve bulundukları tabakalar farklı verilmiştir. Bütün bu rivâyetlerin ortak ravisi Enes b. Mâlik tir. Bazı rivâyetlerde kendisi Hz. Peygamber den bizzat işitmiş gibi hadisi aktarmışken, bazılarında ise Ebû Zerr, Mâlik b. Sa saa ve Übey b. Ka b olmak üzere farklı sahâbîlerden rivâyet etmiştir. Hz. Enes bütün rivâyetleri hikâye ederek anlatmıştır. Onun bizzat aktardığı haberlerin mürsel olduğu anlaşılmaktadır. Enes b. Mâlik in bu konuda muhtelif lafızlarla haberleri anlatmış olması hadisleri yazmamış olabileceği zannını oluşturmaktadır. Dolayısıyla Hz. Enes in bu haberleri değişik zamanlarda anlatmasından İsrâ Mi rac ı eksik veya fazla olarak hikâye etmiştir. Bu

15 HZ. PEYGAMBER İN İSRÂ VE Mİ RAC TA PEYGAMBERLERLE GÖRÜŞTÜĞÜNE DAİR HADİSLERİN TAHLİLİ rivâyetlerde Hz. Peygamber in Mekke den direkt semalara yani Mi rac a çıktığına dair haber verilmiştir. Ancak hem Kur ân-ı Kerîm de hem de birçok hadis-i şerife göre Resûlullah (s.a.v.) İsrâ da Mekke den Mescid-i Aksâ ya gitmiştir. Yüce Allah İsrâ Sûresi nde: Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescidi Harâm dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir. (İsrâ: 17/1) buyurmak suretiyle Mi rac ın başlangıç noktasına işaret etmiştir. Bu ayeti tefsir etmiş olan müfessirlere göre İsrâ da Mekke den gidilen yer Kudüs teki Beytülmakdis tir. Bu müfessirlerden Mukâtil b. Süleymân (ö. /) (Mükâtil b. Süleymân, , s. ) ve Kurtubî ye (ö. /) göre İsrâ da Mescid-i Aksâ ya yani Kudüs teki Beytülmakdis e gidilmiştir (Kurtubî, , s. ). Yine İbn Kesîr (ö. /) (İbn Kesîr, , s. 5), Şevkânî (ö. /) (Şevkânî, , s. ) ve Elmalılı ( ) (Yazır, , s. ) bu görüştedirler. Birçok rivâyette göre ise Hz. Peygamber Burak ile Beytülmakdis e gitmiştir. (Ahmed İbn Hanbel, c, s. (No: )). Ebû Hüreyre tarikiyle gelen rivâyette İsrâ da önce İlya ya (Beytülmakdis in diğer adı İlya dır) gidilmiştir (Buhârî, e, s. 83 (No: )). Enes b. Mâlik tarikiyle gelen rivâyette de gidilen yer Beytülmakdis tir (Müslim, ts, s. (No: )). Başka bir senedle gelen benzer bir rivâyette de Mi rac gecesi gidilen yerin Beytülmakdis olduğu söylenmektedir (Tirmizî, , s. (No: )). Hem Kur ân-ı Kerim de hem de birçok hadise göre Hz. Peygamber İsrâ da Mekke den Mescid-i Aksâ ya gitmiş ve buradan Mi rac a çıkmıştır. İsrâ-Mi rac konusunda farklı rivâyetlerin olmasından bazı âlimler Mi rac ın birden fazla vuku bulduğu görüşü beyan etmişlerdir. Bunlardan bir görüşe göre İsrâ Mi rac tan ayrı olmuştur. Bazılarına göre birkaç kez olmuştur. Bazılarına göre farklı zamanlarda olmuştur (Derveze, , s. 82). Bir kısım âlimin iddia ettiği gibi birden fazla Mi rac olduğu görüşü doğru kabul edilmesi durumunda rivâyetler arasında lafız farklılıkları problem teşkil etmez. Ancak konu ile ilgili muhtelif rivâyetlerin ortak noktalarında dolayı Mi rac ın birden fazla gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Örneğin bütün haberlerin ortak noktası elli vakit namazın farz kılınması ve bu namazın beş vakte indirilme mevzusudur. Çünkü beş vakit namazın farz kılınmasının Mi rac esnasında olduğu konusunda ittifak vardır (İbn Battâl, , s. 6). Hz. Peygamber Mi rac dönüşü Hz. Mûsâ ya uğranmış o da ümmetinin elli vakit namaza güç yetiremeyeceğini söylemiş ve bunun hafifletilmesi için Yüce Allah a gitmesini önermiştir. Beş vakte inmesi ile ilgili de farklı rivâyetler aktarılmıştır. Namazın elli vakitten beş vakte inmesi ile ilgili lafız farkları râvinin tasarrufu, ihtisârı veya hatalı aktarımıdır (İbn Hacer, b, s. ). Yine semada görüşülen peygamberler ile ilgili haberler de aynıdır. Dolayısıyla hadislerin farklı lafızlarından dolayı birkaç Mi rac olmuştur demek mümkün değildir. Hattâbî Enes in bu kıssayı Hz. Peygamber e isnad etmeden kendine göre hikâye ederek anlattığını ifade etmiştir. Dolayısıyla lafız farlılıklarının meydana gelmesi kaçınılmazdır. İbn Hacer de bu kanaattedir. Bu rivâyetin sahâbenin mürseli olduğunu ifade etmiştir. Buna muhalif görüş beyan etmiş olan kimse de yoktur. Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

16 Mehmet Emin ÇİFTÇİ Hadisler ilk dönemlerde yazıdan ziyade ezberden intikal etmiş olduğundan bazı olaylar ile ilgili haberler birden fazla farklı metin halinde aktarılmış ve her biri müstakil bir hadis olarak değerlendirilmiştir. Bu durum aslında aynı şeyleri ifade eden rivâyetlerin farklı hadisler gibi algılanmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla bir konu hakkında sağlıklı bilginin alınabilmesi, rivâyetlerin bütün parçalarının bir araya getirilmesi ile mümkün olur. Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) SONUÇ Mi rac hadisesi çeşitli açılardan inceleme konusu olmuştur. Bu rivayetlerin içerisinde Resulullah ın kendisinden önceki peygamberlerle görüştüğüne dair rivayetler geniş bir yer tutmaktadır. Aktarılan dağınık rivayet lafızlarını bir araya getirdiğimizde bu konuyla ilgili bir tablo elde etmemiz mümkündür. Buna göre Mekke de Hz. Peygamber in göğsü açılıp hikmet ve iman ile doldurulup kapandıktan sora Kudüs e doğru yola çıkılmıştır. Hz. Peygamber yolculuk esnasında birkaç yerde mola verip namaz kılmıştır. Beytülmakdis te bazı peygamberler ile görüşmüş ve onlara namaz kıldırmıştır. Burada Hz. İbrâhîm, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ ile de görüşmüştür. Daha sonra Mi rac a çıkarılmıştır. Mi rac ta birinci tabakada Hz. Âdem, ikinci tabakada iki teyze oğlu olan Hz. Îsâ b. Meryem ve Hz. Yahyâ b. Zekeriyyâ, üçüncü tabakada Hz. Yûsuf, dördüncü semâda Hz. İdrîs, beşinci semâda Hz. Harûn, altıncı semâda Hz. Mûsâ ve yedinci semâda sırtını Beytü l-ma mur a dayamış bir vaziyette olan Hz. İbrâhim ile görüşülmüştür. Bazı rivâyetlerde Hz. Mûsâ ile Hz. İbrâhim in tabakalarının yerleri değiştirilmiştir. İbn Hacer in de ifade ettiği gibi iki haber arasında telif yoluna gidilmesi mümkündür. O zaman Hz. Peygamber Mi rac a çıkınca Hz. Mûsâ altıncı semada Hz. İbrâhim ise yedinci semada bulunuyordu. Döndükten sonra Hz. Mûsâ ile namaz meselesinde aralarında geçen diyalogdan da anlaşılacağı gibi Hz. Mûsâ yedinci semada Hz. İbrâhim de altıncı semaya inmiş olabilir. Ya da Hz. Peygamber Mi rac a çıkınca Kelîm olmasından dolayı Hz. Mûsâ nın onunla yedinci semaya uruç ettiği de söylenebilir. Mi rac ta elli vakit namaz farz kılınmıştır. Her ne kadar bu namazın hafifletilmesi konusunda farklı oranlar zikredilmişse de hepsinin ortak noktası son şeklinin beş vakit olmasıdır. Bazı haberlerde elli vaktin beş vakte tebdil edilmesinden sonra Yüce Allah: Ey Muhammed bir gün ve gecede beş vakit namaz vardır. Her namaz on vakte bedeldir. Dolayısıyla beş vakit elli vakte bedeldir. Kim bir iyilik yapmaya niyetlenip yerine getirmezse ona bir iyilik yazılır. Bu iyiliği yaparsa on kat ile mükâfatlandırılır. Kim bir kötülük yapmaya niyetlenip işlerse bir günah yazılır. O kötülüğü işlemezse bir şey yazılmaz. Hadis kaynakları bu hadisenin metninde yer alan dikkat çekici birçok konu bulunmasına rağmen metin tenkidi yapmamışlar, daha çok bu konuları izah etme eğilimi göstermişlerdir. Bunlardan biri, namazın elli vakit olarak farz kılındıktan sonra beş vakte kadar indirilmesidir. Bu husus, insanlara tebliğ edilmeden bir hükmün neshedilebileceği kanaatini oluşturmuştur.

17 HZ. PEYGAMBER İN İSRÂ VE Mİ RAC TA PEYGAMBERLERLE GÖRÜŞTÜĞÜNE DAİR HADİSLERİN TAHLİLİ Resulullah ın peygamberlerle görüştüğü konusunda ağırlıklı olarak Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. İbrahim in isimlerinin geçtiği tespit edilmiştir. Hz. Peygamberin diğer peygamberlerle görüşmüş olması tevhidi sembolize etmektedir. Bu durumu bütün peygamberlerin bir olduğu ve aralarında ayrım yapılmasının doğru olmadığı şeklinde yorumlamak mümkündür. Hz. Peygamber in diğer peygamberlere imamlık yapması ise İslâm dininin bütün dinlerin mükemmeli olduğunu göstermektedir. KAYNAKÇA Ahmed İbn Hanbel, A. b. M. (a). Müsned (thk. Şuayb Arnavût-Âdil Mürşid vd., Ed.; C. 16). Müessesetü r-risâle (b). Müsned (thk. Şuayb Arnavût-Âdil Mürşid vd., Ed.; C. 6). Müessesetü r-risâle (c). Müsned (thk. Şuayb Arnavût-Âdil Mürşid vd., Ed.; C. 38). Müessesetü r-risâle (d). Müsned (thk. Şuayb Arnavût-Âdil Mürşid vd., Ed.; C. 19). Müessesetü r-risâle (e). Müsned (thk. Şuayb Arnavût-Âdil Mürşid vd., Ed.; C. 21). Müessesetü r-risâle (f). Müsned (thk. Şuayb Arnavût-Âdil Mürşid vd., Ed.; C. 29). Müessesetü r-risâle (g). Müsned (thk. Şuayb Arnavût-Âdil Mürşid vd., Ed.; C. 35). Müessesetü r-risâle (h). Müsned (thk. Şuayb Arnavût-Âdil Mürşid vd., Ed.; C. 5). Müessesetü r-risâle. Aynî, B. E. M. M. b. A. b. M. el-aynî. (ts). Umdetü l-kârî Şerhu l- Buhârî (C. 2). Dâru ihyâi t-türâs. Buhârî, E. A. M. b. İ. (a). Sahîhu l-buhârî (thk. Muhammed b. Zuheyr b. Nâsır, Ed.; C. 4). Dâru Tûku n-necât (b). Sahîhu l-buhârî (thk. Muhammed b. Zuheyr b. Nâsır, Ed.; C. 5). Dâru Tûku n- Necât (c). Sahîhu l-buhârî (thk. Muhammed b. Zuheyr b. Nâsır, Ed.; C. 1). Dâru Tûku n- Necât (d). Sahîhu l-buhârî (thk. Muhammed b. Zuheyr b. Nâsır, Ed.; C. 9). Dâru Tûku n- Necât (e). Sahîhu l-buhârî (thk. Muhammed b. Zuheyr b. Nâsır, Ed.; C. 6). Dâru Tûku n- Necât. Çiftçi, M. E. (). Hadis Usûlünde Sahih Hadisin Tanımı Problemi [Doktora Tezi]. Dicle Üniversitesi. Derveze, M. İ. (). Et-Tefsîrü l-hadîs (C. 2). Daru l-kütübü l-arabî. el-munâvî, Z. (). Feyzu l-kadîr Şerhu l-câmii s-sağîr (C. 1). el-mektebetu t-ticâriyei l-kebîr. Et-Tayâlisî, S. b. D. (). Müsned (C. 3). Dâri Hicr. Gündüz, A. (). Hz. İbrahim e Yakın Olmak. Uluslararası Hz. İbrâhim (a.s) ve Nübüvvet Sempozyumu, 2, Hâkim, E. A. M. b. A. en-nîsâbûrî. (ts.). El-Müstedrek ale s-sahîhayn (thk. Mustafa Abdülkâdir A ta, Ed.; C. 2). Dârü l-kütübi l-ilmiyye. İbn Battâl, E.-H. (). Şerhu Sahîhi l-buhârî (thk. Ebû Temîm Yâsir b. İbrâhîm, Ed.; C. 2). Dâru n-naşr. İbn Ebî Şeybe, E. B. A. el-kûfî. (). El-Musannef fî l-ehâdîs ve l-âsâr (C. 7). Mektebetü r- Rüşd. İbn Ebû Şeybe, E. B. (). Müsned (Âdil b. Yûsüf el-azâzî ve Ahmed b. Ferîd el-mezîdî, Ed.; C. 1). Dâru l-vatan. Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

18 Mehmet Emin ÇİFTÇİ Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) İbn Hacer, E.-F. A. b. A. el-askalânî. (). Fethu l-bârî Şerhu Sahîhi l-buhârî (C. 6). Dâru lma rife. İbn Hibbân. (). Sahîh, (el-ihsân fî takrîbi Sahîhi İbn Hibbân, İbn Balaban tertibi) (thk. Şuayb Arnavût, Ed.; C. 1). Müessesetü r-risâle. İbn Hişâm, A. b. H. (). Es-Sîretü n-nebeviyye (Thk. Mustafa es-sekkā - İbrâhim el-ebyârî - Abdülhafîz eş-şelebî, Ed.; C. 1). Şirketu Mektebetü Mustafâ elbâbî. İbn İshâk, M. b. İ. b. Y. (). Sîretu İbn. İshâk (thk. Süheyl Zekâr, Ed.; C. 1). Dârru l-fikr. İbn Mâce, E. A. M. b. Y. el-kazvînî. (ts.). Es-Sünen (thk. Muammed Fuâd Abdülbâkî, Ed.; C. 2). Dâru l-kutubi l-arabî. İbn Sa d. (). Tabakâtü l-kübrâ ((thk. Muhammed Abdulkadir Ata, Ed.; C. 1). Daru l- Kütübü l-ilmiye. İbnu s-salâh. (). Mukaddimetu İbnu s-salâh (Nureddin Itr, Ed.). Dâru l-fikir. İbrâhim b. Sa d, İ. b. S. b. İ. b. A. b. A. (). Cüzü min Nusheti İbrâhim b. Sa d (thk. Halâf Mahmûd Abdussemî, Ed.). Daru l-kütübü l-ilmiye. Kastalânî, A. b. M. b. E. B. (). İrşadü s-sârî li Şerhi Sahîhi l-buhârî (C. 8). Matbaatü l- Kübrâ l-emîrî. Kurtubî, E. A. M. b. A. b. E. B. b. F. el-ensârî. (). El- Câmi li ahkâm ul- Kur an (C. 10).,Dâru l-kütübü l-mısrî. Küçük, A. (). Beytülahm. İçinde TDV İslâm Ansiklopedis (C. 6, ss ). TDV Yayınları. Mükâtil b. Süleymân. (). Tefsîru Mükâtil b. Süleymân (thk. Abdullah Mahmûd Şehâte, Ed.; C. 2). Dâru ihyâi t-türâs. Müslim, E.-H. M. İ.-H. el-kuseyrî. (ts.). El-Câmiu s-sahîh (thk. Muammed Fuâd Abdülbâki, Ed.; C. 1). Dâru İhyai t-türâsi l-arabî. Nesâî, A. A. b. Ş. (a). Sünen (thk. Abdülfettah Ebû Ğudde, Ed.; C. 10). Mektebetü l- Matbuati l-islamîye (b). Sünen (thk. Abdülfettah Ebû Ğudde, Ed.; C. 3). Mektebetü l-matbuati l- İslamîye (c). Sünen (thk. Abdülfettah Ebû Ğudde, Ed.; C. 1). Mektebetü l-matbuati l- İslamîye. Nevevî, E. Z. M. Y. b. Ş. en-nevevî. (). el-minhâc Şerhu Sahîh-i Miislim b. El-Haccâc (C. 2). Dâru İhyai t-türâsi l-arabî. Sinanoğlu, M. (). Sînâ. İçinde TDV İslâm Ansiklopedis (C. 37, ss ). TDV Yayınları. Tirmizî, E. İ. M. b. İ. b. S. (). Sünen-i Tirmizî (thk. Ahmed Fuad Şâkir (I-II)- Muhammed Fuâd Abdulbâkî (III)-İbrahim Atvah (IV-V), Ed.; C. 5). Şirketü Mektebetu ve Matbaatu l- Albâbî. SONNOTE 1 Sînâ Yahudi, Hıristiyan ve İslâm geleneklerinde Hz. Mûsâ ya Tevrat ın verildiği yer olarak kabul edilir (Sinanoğlu, , s. ). 2 Aramice de adı, ekmek evi anlamına gelen Beytlehem Arapça da Beytülahm şeklinde ifade edilmiştir. Kelime Batı dillerinde ve Hıristiyan kutsal kitabında Bethlehem şeklinde yer almaktadır. Beytüllahm Kudüs ün km. kadar güneyinde Yuda bölgesinde, denizden yüksekliği m. olan bir şehirdir. Nesâî nin kaydettiği bir hadiste ise Beytüllahm Hz. Îsâ nın doğduğu yer olarak belirtilir (Küçük, , s. 86).

19 Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21(3): DOI: /beytulmakdis MESCİD-İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ İsmail ALTUN * ÖZ: İslâm da ibadet, belli bir zamana ve mekâna bağlı olmaksızın her an her yerde yapılabilmektedir. Ancak ibadetin fazileti bakımından bazı zaman ve mekânlara ayrıcalık tanınmıştır. Aylar içerisinde Ramazan, günler içerisinde Cuma, geceler içerisinde Kadir, Miraç, Berat ve Regaip, diğer zamanlara nispetle daha hayırlı ve faziletli kılınmıştır. Kezâ şehirler içerisinde Mekke, Medine ve Kudüs, mescitler içerisinde ise Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ, diğer mekânlara nazaran daha mübarek ve mukaddes kabul edilmiştir. Söz konusu mescitlerde ibadetin faziletine dair çok sayıda rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetlerin eleştirel bir yaklaşımla ele alınıp değerlendirilmesi, Müslümanların bu mescitlere atfettikleri önemin ve kudsiyetin temellendirilmesi bakımından önem arz etmektedir. Bu çalışmada Mescid-i Aksâ da ibadetin faziletine dair Hz. Peygamber e nispet edilen söz ve uygulamalar ele alınmış, ilgili rivayetler isnad ve metin açısından incelenip değerlendirilmiştir. Mezkûr rivayetlerin bir kısmının sahih olduğu, önemli bir kısmının ise bazı muhaddisler tarafından cerh edildiği müşahede edilmiştir. Konu ile ilgili hadisler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî müstesna olmak üzere Mescid-i Aksâ da yapılan ibadetlerin diğer mescitlere kıyasla daha faziletli olduğuna dair inanç ve kanaatlerin temelsiz olmadığı anlaşılmıştır. ANAHTAR KELİMELER: Hz. Peygamber, Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi, namaz, Beytülmakdis, Mescid-i Aksa, ibadet. Evaluation of Narrations on the Virtues of Worship at al-aqsa Mosque ABSTRACT: Worship in Islam can be done anywhere, at any time, regardless of a specific time and place. However, in terms of the virtue of worship, certain times and places are privileged. Ramadan, compared to other months; Friday compared to other days; and the Nights of Qadr, Miraj, Bara at and Regaip nights compared to other nights, they are considered more virtuous. Likewise, Makkah, Madinah and Bayt al-maqdis compared to other cities, and particularly al-masjid-i al-haram, al-masjid al-nabawi and al- Masjid al-aqsa compared to other mosques, are considered more blessed and sacred. There are many narrations about the virtues of worship in these mosques. The critical approach and evaluation of these narrations is of paramount importance in terms of justifying the importance and holiness * Prof. Dr., Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi Ana Bilim Dalı, Erzurum/Türkiye, [email protected], ORCİD:

20 İsmail ALTUN that Muslims attribute to these mosques. In this study, the narrations and practices attributed to the Prophet about the virtues of worship in al-aqsa Mosque are discussed, and related narrations are examined and evaluated in terms of isnad (chain of narration) and matn (text). It has been observed that some of the aforementioned narrations are authentic, and a considerable part have been considered weak by some hadith authority (in terms of jarh). Once the hadiths related to the subject are evaluated as a whole, it can be demonstrated that the beliefs and convictions that the worships performed in al-aqsa Mosque -with the exception of al-masjid al- Haram and al-masjid al-nabawi- are more virtuous compared to other mosques, are not unfounded. KEYWORDS: Prophet Muhammad, al-masjid al-haram, al-masjid al-nabawi, prayer, Bayt al-maqdis, al-masjid al-aqsa, Worship. Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) GİRİŞ İslâmî bir terim olarak ibadet, mutlak sevgi, saygı ve itaat içinde Allah rızasını kazanmak niyetiyle her zaman ve mekânda ilahî hükümlere boyun eğmek ve riayet etmek demektir. Dolayısıyla İslâmî açıdan insan hayatı, ibadetten yani kulluktan ibarettir. Nitekim bir ayette cinlerin ve insanların sadece Allah a ibadet için yaratıldıkları bildirilmiştir (Zâriyât, 51 / 56). Bir başka ayette de insanın ölünceye kadar Rabbine kulluk etmesi emredilmiştir (Hicr, 15 / 99). Resûlullah da (s.a.v.) bir hadislerinde yeryüzünün kendisine mescit kılındığını beyan buyurmuştur (Buhârî, Ṣalât, 56, no: ; Müslim, Mesâcid, , no: , ). Başka bir hadiste ise göz açıp kapayıncaya kadar kendisini nefsine bırakmaması için Allah a dua etmiştir (Ahmed b. Hanbel, : V, 42, no: ; Ebû Dâvûd, ts.: Edeb, , no: ). Demek oluyor ki İslâmî anlayışa göre yeryüzü bir mabettir, insan her an ibadet halinde olmalı ve kulluk bilincini dinamik tutmalıdır. Bu nedenle her ne kadar oruç ve hac ibadeti gibi belli zaman ve mekânlara tahsis edilen bazı özel ibadetler bulunsa da mutlak anlamda ibadeti mahdut bir mekâna ve sınırlı bir zamana hasretmek doğru değildir. Günümüzde Müslümanların birçoğu ibadeti namaz, oruç, hac ve zekât gibi bir kısım ibadetlerle sınırlamıştır. Oysa beş vakit namazın Medine ye hicretten on altı ay önce, oruç ve zekât ibadetinin hicretin ikinci yılında, hac ibadetinin ise hicretin dokuzuncu yılında farz kılındığı düşünüldüğünde bu tür mahdut bir ibadet anlayışının bilgi eksikliğinden, sığ ve kısır anlayışlardan kaynaklandığı anlaşılır. Zira mezkûr ibadetlerin farz kılınmasından önce de Müslümanlar ibadetle mükellef kılınmışlardır. Mekkî sûrelerde ibadeti emreden ayetler bunun apaçık delillerindendir. Şu hâlde ibadeti, hayatın her alanında her an ilahî yasalara riayet etme yani her an her yerde tapınma halinde olma şeklinde anlamak gerekir. Ancak cemaat, vahdet ve sosyal dayanışma ruhunu canlı tutmak için belli mekânlarda hususi mescitler inşa edilmiş ve şu kısacık ömrü daha iyi değerlendirmek, bereketlendirmek ve az zamanda çok kazanç elde etmek için bir kısım ibadetlerin bazı özel zaman ve mekânlarda yapılması daha faziletli sayılmıştır. Bu özel mekânlardan birisi de etrafının mübarek kılındığı Kur an ile

21 MESCİD İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ sabit olan Mescid-i Aksâ dır. Hz. Peygamber, bazı ibadetlerin bu mescitte yapılmasının önemine ve faziletine dikkat çekmiş, İsrâ gecesinde ilk olarak orada ibadet eden kişi kendisi olmuştur. Bununla da kalmayıp Müslümanların bu konuya önem vermelerini ve gerekli hassasiyeti göstermelerini istemiştir. Bu makalede Mescid-i Aksâ da ibadetin önemi ve bu önemin dayandığı dinî referanslar üzerinde durulacaktır. Özellikle bu mescitte ibadet etmenin önemine dair Hz. Peygamber e atfedilen söz ve uygulamalar tespit edilecek; bu önemin nedenlerine, İslâmî arka planına işaret edilecek ve konuyla ilgili olarak rivayet edilen birbirinden farklı muhtevaya sahip muhtelif hadisler hakkında bazı yorum ve değerlendirmelere yer verilecektir. 1. MESCİD-İ AKSA DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLER Mescid-i Aksa da ibadet etmenin, namaz kılmanın, oruç tutmanın, itikâfta bulunmanın, hac ve umre için ihrama girmenin ve bu kutsal mekân uğrunda gerektiğinde cihad etmenin önemine ve faziletine dair çok sayıda hadis bulunmaktadır. Öncelikle bu hadisleri ve konumuzla ilgili olarak Hz. Peygamber in uygulamalarını gözden geçirelim Mescid-i Aksâ da Namazın Faziletine Dair Rivayetler Kur ân-ı Kerîm de çevresinin mübarek kılındığı belirtilen Mescid-i Aksâ nın özelliklerinden biri, içerisinde kılınan namazların pek faziletli olmasıdır. Birçok hadiste Mescid-i Aksâ da kılınan namazların, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevî hariç diğer mescitlerde kılınan namazlara göre daha faziletli olduğu bildirilmiştir. Ancak bu namazların fazilet derecesi ile ilgili olarak nakledilen rivayetler muhteliftir. Şu hâlde öncelikle bu rivayetleri tespit etmek sonra da sened ve metin açısından inceleyip değerlendirmek uygun olacaktır. Mescid-i Aksâ da kılınan namazın faziletinin iki yüz elli kat olduğuna delalet eden bir rivayet Ebû Zer den (r.a.) merfu olarak şu şekilde nakledilmektedir. Benim mescidimde kılınan bir namaz, orada (Beytülmakdis te) kılınan dört namazdan daha faziletlidir (Tahâvî, I, ; Taberânî, Kahire: IV, , VIII, ; Hâkim en-nîsâbûrî, V, , no: ; Beyhakī, VI, 42 no: ; Heysemî, III, , no: ; İbn Hacer, IV, ; Cürâ î, ). Bu hadis, Mescid-i Aksâ da kılınan namazın faziletinin iki yüz elli kat olduğuna delalet etmektedir. Zira Sahîhayn da yer alan bir hadiste Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır: Benim mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Harâm haricindeki mescitlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır (Buhârî, Fażlu ṣ-ṣalât fî Mescid-i Mekke ve l-medîne, 1, no: ; Müslim, Hacc, 94, no). Bezzâr ın Müsned inde Ebu d-derdâ dan (r.a.) nakledilen bir hadiste de şöyle buyrulmaktadır: Mescid-i Harâm da kılınan namazın fazileti, diğer mescitlerde kılınan yüz bin namaza denktir. Benim mescidimde / Mescid-i Nebevî de kılınan namazın fazileti, bin namaza denktir. Beytülmakdis mescidinde / Mescid-i Aksâ da kılınan namazın fazileti ise, beş yüz namaza denktir (Bezzâr, : X, 77, no: Benzer ifadeler için ayrıca bk. Heysemî, III, , no: ).Abdullah b. Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

22 İsmail ALTUN Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) Abbas tan (r.a.) gelen bir hadiste ise Mescid-i Aksâ da kılınan namazın, bin kat faziletli olduğu belirtilmektedir (Zerkeşî, ). Yine bir başka hadiste bildirildiğine göre Resûlullah (s.a.v.), ümmetini Mescid-i Aksâ da namaz kılmaya teşvik etmiş ve orada kılınan bir namazın, (başka yerde kılınan) bin namaz gibi olduğunu belirtmiştir. Hz. Peygamber in zevcesi Hz. Meymune, bir gün Hz. Peygamber e hitaben, Yâ Resûlallah! Beytülmakdis hakkında bize fetva verir misin (tavsiyede bulunur musun) dedi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Orası Mahşer ve Menşer (yeniden diriliş) yeridir. Oraya gidin ve içinde namaz kılın. Çünkü orada kılınan bir namaz (başka yerde kılınan) bin namaz gibidir. Bunun üzerine orada bulunan sahabiler, Yâ Resûlallah! Peki, oraya gitmeye gücü yetmeyen kimse (ne yapsın?) dediklerinde Resûlullah şu cevabı verdi: Oraya gitmeye gücü yetmeyen kimse orada yakılmak üzere oraya zeytinyağı göndersin. Kim oraya zeytinyağı gönderirse oraya gitmiş gibi olur (Ebû Ya lâ : XII, , no: ). O zaman burası Dâru l-harb di. Onun için Allah Resûlü, Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin buyurdu (Ebû Dâvûd, ts.: Ṣalât, 14, no: ). Aynı hadis, benzer ifadelerle ve farklı isnadlarla Hz. Peygamber in hizmetçisi Meymune tarafından da rivayet edilmiştir (Ahmed b. Hanbel, : VI, , no: ; Ebû Dâvûd, ts.: Ṣalât, 14, no: ; İbn Mâce, İkāmetü ṣ-ṣalât, , no: ). Bu hadise istinaden Beytülmakdis e gitmeye gücü yetmeyen kimselerin, kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı göndermelerinin müstehap olduğuna hükmeden fakihler olmuştur (Cürâ î, ). Abdullah b. Abbas tan (r.a.) rivayet edilen bir başka hadiste Allah Resûlü (s.a.s.), Mescid-i Aksâ da kılınan namazın yirmi bin namaza denk geldiğini bildirmiştir (Makdisî, ; Makdisî, ). İbn Mâce nin Sünen inde tahric edilen merfu bir hadiste de Mescid-i Aksâ da kılınan namazın elli bin namaza denk geldiği ifade edilmiştir. Hz. Enes ten gelen mezkûr hadiste şöyle buyrulmaktadır: Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin sakinlerinin devam ettikleri camide kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescid-i Aksâ da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim mescidimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescidi Haram da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir. (İbn Mâce, İkāmetü ṣ-ṣalât, , no: Ayrıca bk. Taberânî, VII, , no: ). 1 Mescid-i Aksâ da kılınan namazların faziletine dair daha başka hadisler de bulunmaktadır. Hz. Enes ten rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Her kim Beytülmakdis te her biri dörder rekât olmak üzere beş nafile namaz kılar, beşinde on bin هو هللا أحد قل okursa şüphesiz ki o kişi, ateşin, aleyhinde herhangi bir delili olmaksızın Allah Tebâreke ve Teâlâ dan nefsini satın almıştır

23 MESCİD İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ (Cehenneme girmesi için aleyhine bir delil söz konusu olmaz). (Makdisî, ; Zerkeşî, ; Cürâ î, ). Resûl-i Ekrem in (s.a.v.), İsrâ gecesinde Cebrâîl (a.s.) ile birlikte bu mescide girip içerisinde namaz kıldığı da sahih rivayetlerle sabittir. Nitekim Müslim in Sahîh inde yer alan ve Enes b. Mâlik ten gelen bir hadiste Resûlullah Kudüs teki mescitten söz ederek şöyle buyurmuştur: Burak getirildi. O, beyaz, uzun, merkepten büyük, katırdan küçük, ön ayaklarını gözünün gördüğü en son noktaya koyan bir hayvandı. Ona bindim, Nihayet Beytülmakdis e geldim. Onu peygamberlerin bağladığı halkaya bağladım ve mescide girdim. İki rekât namaz kıldım, sonra çıktım. Cibril (a.s.) bana bir kâse şarap, bir kâse süt getirdi. Ben sütü seçtim. Bunun üzerine Cibril, Fıtratı seçtin. dedi (Müslim, İman, , ). 2 Kezâ Müslim in Sahîh inde ve daha başka hadis kaynaklarında Resûlullah ın Beytülmakdis te peygamberlerden bir cemaate namaz kıldırdığı belirtilmektedir (Müslim, Îmân, , Ayrıca bk. Nesâî, Ṣalât, 1, no: ; Ebû Ya lâ, I, ; Makdisî, ). Yeryüzünde Beytülmakdis in dışında Peygamberlerin bir araya geldiği ve namaz kıldığı hiçbir bölgenin bulunmadığı ifade edilmektedir (Hîle, ). Yine Resûlullah, ibadet maksadıyla kendilerine özel yolculuk yapılabilecek üç mescitten birinin Mescid-i Aksâ olduğunu beyan etmektedir. Nitekim birçok hadis kitabında yer alan ve sahih olduğu belirtilen bir hadisi şerifte Resûlullah şöyle buyurmuştur: (İbadet kastıyla) yolculuk, ancak şu üç mescitten birine olur: Mescid-i Harâm a, Mescid-i Rasûl e ve Mescid-i Aksâ ya (İbn Ebî Şeybe, VIII, , no: ; Ahmed b. Hanbel, : III, 7; Buhârî, Fażlu ṣ-ṣalât, 1, 6. Benzer ifadeler için bk. Abdürrezzâk, : V, , no: , , ; İbn Ebî Şeybe, V, , no: , VIII, , no: , , ; Ahmed b. Hanbel, : II, ; Buhârî, Cezâü ṣ-ṣayd, 26, Ṣavm, 67; Müslim, Hacc, 15 / , , ; Ebû Dâvûd, ts.: Menâsik, 98; İbn Mâce, İkāmetü ṣ- Ṣalât, ; Tirmizî, Ṣalât, ; Nesâî, Mesâcid, 10). Yapılan bir araştırmada farklı sened ve varyantları tahric edilen mezkûr hadisin, sahih olduğu ve hadis kaynaklarındaki tahricinin, hadisin sıhhatini desteklediği görülmüştür (Alparslan, ). Ayrıca Allah Rasûlü, namaz kılmak kastıyla Mescid-i Aksâ ya gidenlerin hatalarının bağışlanması için Hz. Süleyman ın Allah a dua ettiğini haber vermiştir. Abdullah b. Amr dan (r.a.) nakledilen ve sahih olduğu belirtilen bir hadis-i şerifte (Ahmed b. Hanbel, : II, , no: ; Zerkeşî, 29; Elbânî, , no: Mezkûr hadisin bütün râvîlerinin sika olduğuna dair ayrıca bk. Ahmed Yusuf, , 71) Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Süleyman b. Dâvûd Beytülmakdis i bina ettiğinde Allah Teâlâ dan üç dilekte bulunmuştur. Bunlar, Allah ın hükmüne uygun hüküm verme (gücü ve kabiliyeti), kendisinden sonra kimselere nasip olmayacak bir mülk ve saltanat ve yalnızca namaz kılmak niyetiyle bu Mescide gelen kimsenin anasından doğduğu günkü gibi günahlarından kurtulmasıdır. Hadisin devamında Hz. Peygamber in şu Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

24 İsmail ALTUN Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) açıklaması yer almaktadır: Cenab-ı Hak, Süleyman a bunlardan ilk ikisini vermiştir. Üçüncü dileğinin de kabul edilmiş olmasını umarım. (İbn Mâce, İkāmetü ṣ -Ṣalât, , no: Benzer ifadeler için bk. Ahmed b. Hanbel, : II, , no: ; Nesâî, Mesacid, 6, no: ; Münzirî, II, , no: ). Şu hadisler de Abdullah b. Amr hadisini teyit eder niteliktedir. Ebû Hüreyre den (r.a.) rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Her kim Beytülmakdis te namaz kılarsa bütün günahları mağfiret olunur (Makdisî, ; Makdisî, ). Ebû Ümâme el-bâhili den (r.a.) rivayet edilen bir hadiste de Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Her kim hac veya umre yapar, Beytülmakdis te namaz kılar, cihad eder ve sınır boylarında nöbet tutarsa bütün sünnetimi tamamlamış olur (Makdisî, ). Bir başka hadiste şu ifadelere yer verilmiştir: Her kim İslâm ın haccını gerçekleştirir (hac vazifesini yerine getirir), kabrimi ziyaret eder, bir gazveye katılır ve Beytülmakdis te namaz kılarsa Allah, kendisine farz kıldığı şeyler hususunda o kimseye hesap sormaz. (Şevkânî, VI, ). Câbir den (r.a.) gelen bir rivayete göre ise, insanlardan ilk önce hangisinin cennete gireceği sorulduğunda Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Nebiler, sonra şehitler, sonra Kâbe nin müezzinleri, sonra Beytülmakdis in müezzinleri, sonra şu benim mescidimin müezzinleri, sonra da amellerinin miktarına göre diğer müezzinler (Makdisî, ; Makdisî, I, 93; Zerkeşî, ; Cürâ î, ) Mescid-i Aksâ da Namaz İçin Nezirde Bulunmaya Dair Rivayetler Sahabeden bazıları Beytülmakdis te namaz kılacaklarına dair nezirde bulunmuşlardır. Hz. Peygamber, bu sahabilere Beytülmakdis e gitmelerinin gerekli olmadığı ve Mescid-i Haram da namaz kılmaları halinde nezirlerini yerine getirmiş olacakları yönünde talimat vermiştir. Nitekim Abdurrezzak ın Musannef inde yer alan bir rivayete göre Sakīf kabilesine mensup bir sahabi olan Şerîd b. Süveyd (r.a.), fetih günü Resûlullah a (s.a.v.) gelerek şöyle dedi: Ey Allah ın Nebisi! Ben, şayet Allah, Nebisine (s.a.s.) ve müminlere Mekke nin fethini nasip ederse mutlaka Beytülmakdis te namaz kılacağım diye nezirde bulundum. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), Burada (Mescid-i Haram da) kıl buyurdu. Adam, bu sözünü üç kez tekrarladı. Hz. Peygamber (s.a.v.) her defasında Burada kıl buyuruyordu. Adam dördüncü kez ısrar edince Peygamber (s.a.s.), O halde git orada kıl, fakat şunu bil ki, Muhammed i (s.a.v.) Peygamber olarak gönderen Zât a yemin ederim ki şayet burada kılsan bu, Beytülmakdis te kılacağın namaz borcunu düşürür buyurdu (Abdürrezzâk, : VIII, , no: , Benzer ifadeler için bk. Ahmed b. Hanbel, : III, , no: ; Ebû Dâvûd, ts.: İman, 20, no: ; Taberânî, ts.: VII, , no: ; Hâkim, IV, , no: ). Abdullah b. Abbas tan (r.a) rivayet edildiğine göre de Medine de bulunan bir kadın, hastalığından şifa bulduğu takdirde mutlaka Beytülmakdis te namaz kılacağına dair bir adakta bulunur. Sonra şifa bulur ve durumu Resûlullah ın (s.a.v.) eşlerinden Hz. Meymune ye anlatır. Bunun üzerine Hz. Meymune kadına kararından vazgeçip Medine de kalmasını ve Resûlullah ın (s.a.v.) Mescidinde namaz kılmasını emreder ve orada kılınan namazın Kâbe Mescidi hariç diğer

25 MESCİD İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ mescitlerde kılınan namazlardan bin kat daha faziletli olduğuna dair Resûlullah dan (s.a.v.) bir hadis duyduğunu ifade eder (Ahmed b. Hanbel, : VI, , no: ; Müslim, Hac, 95, no: ; Şevkânî, X, ) Mescid-i Aksâ da Orucun Faziletine Dair Rivayetler Zerkeşî nin sened belirtmeksizin naklettiği bir rivayete göre Mescid-i Aksâ da tutulan oruç cehennemden kurtuluşa vesiledir. Mezkûr rivayette şöyle buyrulmuştur: Beytülmakdis te bir gün oruç tutmak ateşten kurtuluştur (Zerkeşî, ; Heyet, : XXXVII: ). Bu sebeple Beytülmakdis te oruç tutmak müstehap kabul edilmiştir (Zerkeşî, ; Heyet, : XXXVII: ) Mescid-i Aksâ da İtikâfın Faziletine Dair Rivayetler Dinî bir terim olarak itikâf, ibadet niyetiyle ve kurallarına uyarak belli bir süre belli bir mescitte inzivaya çekilmek anlamına gelir. İtikâfın meşruiyeti Kur an ve Sünnet ile sabittir. Mescidlerde i tikâfta bulunduğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın (Bakara, 2/) meâlindeki âyetle Hz. Âişe nin, Resûl-i Ekrem ramazanın son on gününde itikâfa girerdi. O bu âdetine vefatına kadar devam etmiştir. Sonra onun ardından hanımları itikâfa girmiştir (Buhârî, İʿtikâf, 1, no: ; Müslim, İʿtikâf, 5, no: ) şeklindeki rivayeti bu ibadetin meşruiyetininin delilleri arasında yer almaktadır. İtikâf kişinin mânen olgunlaşması için önemli vesilelerden biridir. Zira dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı bir ortam, insana derin bir mânevî ufuk ve imkân sunmaktadır (Şener, XXIII, ). Mescid-i Aksâ nın özelliklerinden biri de içerisinde itikâfa girmenin diğer mescitlere göre daha faziletli olmasıdır. Nitekim konuyla ilgili olarak Hz. Huzeyfe den şöyle bir rivayet nakledilmektedir: İbrahim (en-neha î) anlatıyor: Huzeyfe (b. Yemân), Abdullah (b. Mes ûd a) geldi ve Senin evinle (Ebû Mûsâ) el-eş arî nin evi arasında yani mescitte (Kûfe Mescidi nde) itikâfa girenleri garip karşılamıyor musun? dedi. Abdullah, Belki de onlar isabet etmiş, sen hata etmişsindir dedi. Huzeyfe, Bilmiyor musun ki itikâf ancak üç mescitte olur! Bunlar Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve Mescid-i Resûl dür (s.a.s.). Ben, orada veya şu çarşıda itikâf etmen arasında fark görmüyorum 3 (İbn Ebî Şeybe, VI, , no: Benzer bir rivayet için bkz. Abdürrezzâk, : IV, , no: ; Tahâvî, IV, ; Taberânî, ts.: IX, , no: ; Beyhakī, : IX, ; Heysemî, III, , no: ). Mezkûr rivayet, Ebû Vâil tarikiyle de rivayet edilmiştir (Beyhakī, IV, ). Ebû Vâil rivayetinde Hz. Huzeyfe nin, Abdullah a hitaben, Sen Resûlullah ın (s.a.s.) itikâf ancak üç mescitte olur dediğini biliyorsun şeklinde bir hatırlatmada bulunduğu, Abdullah ın, Belki de sen unutmuşsundur, onlar hafızalarında tutmuştur. Sen hata etmişsindir onlar isabet etmiştir şeklinde buna karşılık verdiği Hz. Huzeyfe nin ise bu cevap karşısında sessiz kaldığı ifade edilmektedir (Tahâvî, IV, ) Mescid-i Aksâ da İhrama Girmenin Faziletine Dair Rivayetler Hac ve umre ibadeti için Mescid-i Aksâ dan ihrama girmenin faziletine dair hadisler bulunmaktadır. Nitekim İbn Mâce nin, Müminlerin annesi Ümmü Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

26 İsmail ALTUN Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) Seleme den rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Her kim Beytülmakdis ten umre için ihrama girerse mağfiret edilir (İbn Mâce, Menâsik, 49, no: ). Yine İbn Mâce nin, Ümmü Seleme den rivayet ettiği bir başka hadiste Resûlullah (s.a.s.), Her kim Beytülmakdis ten umre için ihrama girerse bu umre onun geçmiş günahlarına keffaret olur buyurmuştur (İbn Mâce, Menâsik, 49, no: ). Bu iki hadiste umre için Beytülmakdis ten ihrama girenlerin mağfiret edileceği belirtilmektedir. Bazı rivayetlerde ise hac ve umre ibadeti birlikte zikredilmektedir. Nitekim Ahmed b. Hanbel in Müsned inde yer alan bir hadiste şöyle buyrulmuştur: Her kim Mescid-i Aksâ dan umre veya hac için ihrama girerse geçmiş günahları mağfiret edilir. (Ahmed b. Hanbel, : VI, , no: ). Kezâ Ebû Dâvûd, Taberânî ve Ebü l-meâli Müşrif el-makdisî konuyla ilgili olarak şu hadisi nakletmektedirler: Her kim Mescid-i Harâm a gitmek üzere Mescid-i Aksâ dan hac ve umre için ihrama girerse geçmiş ve gelecek günahları affedilir veya cennet kendisine vacip olur (Ebû Dâvûd, ts.: Menâsik, 8, no: ; Taberânî, VI, , no: ; Makdisî, ). Taberânî ise hac ve umre ifadelerini kullanmaksızın Abdullah b. Ömer den (r.a.) şu hadisi rivayet etmektedir: Her kim Beytülmakdis ten ihrama girerse mağfiret olunmuş olarak girer (Taberânî, IX, 97, no: ). Bu sebeple Ümmü Hakîm, Abdullah b. Ömer, Muâz b. Cebel, Kâ b el-ahbâr ve seleften daha başkaları Kâbe yi ziyaret için Mescid-i Aksâ dan ihrama girmişlerdir (Ahmed b. Hanbel, : VI, , no: ; İbn Mâce, Menâsik, 49, no: ; Makdisî, ; Zerkeşî, ) Mescid-i Aksâ da Cihadın Önemine Dair Rivayetler Ebû Ümâme el-bahilî den (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Ümmetimden bir zümre, kendilerine Allah ın emri gelinceye kadar din/ hak üzere birbirine yardım etmeye ve düşmanlarını mağlup etmeye devam edeceklerdir. Onlar hak üzere hep böyle sebat edip durdukları müddetçe başlarına gelen sıkıntılar hariç, kendilerine karşı çıkanlar onlara zarar veremeyecektir. Orada bulunanlar, Yâ Resûlallah! Bu kimseler nerede olacaklar? diye sordular. Hz. Peygamber, Beytülmakdis te ve onun çevresinde olacaklar buyurdu (Ahmed b. Hanbel, : V, , no: ; Heysemî, VII, no: Benzer ifadeler için bk. Taberânî, ts.: no: ; Makdisî, ; Zerkeşî, ). Abdullah b. Ömer ile Ebû Hüreyre den rivayet edilen iki ayrı hadiste ise Allah Resûlü (s.a.v.), istikbalde Müslümanlarla Yahudiler arasında bir savaş yaşanacağını ve bu savaşta Müslümanların zafer elde edeceğini müjdelemiştir. Buna göre kıyamet kopmadan önce Müslümanlar Yahudilerle savaşacak, neticede Müslümanlar galip gelerek Yahudileri öldürecektir. Hatta ağaçlar ve taşlar bile (dile gelerek) Yahudilerin saklandığı yeri Müslümanlara haber verecektir (Müslim, Fiten, 79, 80, 81, 82, no: , ). Onun içindir ki Müslümanlar Kudüs ü cihat ve ribat şehri olarak nitelendirmişlerdir (Karadavi, 20, 21).

27 MESCİD İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ 2. MESCİD-İ AKSA DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Görüldüğü üzere Mescid-i Aksâ da ibadetin faziletine dair çok sayıda hadis bulunmaktadır. Bu hadislerden bir kısmı aynı isnad ve metinle, bir kısmı farklı isnadlarla ama benzer muhtevayla rivayet edilmektedir. Bir kısmında ise içerik farkları ve ihtilafları görülmektedir. Binaenaleyh konu ile ilgili olarak vârid olan hadislerin isnad ve sıhhat açısından durumlarını tespit etmek konunun daha sağlıklı anlaşılması bakımından önem arz etmektedir. Şu halde Mescid-i Aksa da yapılan ibadetlerin önemine ve faziletine dair rivayet edilen hadislerin sened ve metin açısından incelenerek sıhhat durumlarının tespit edilmesi gerekmektedir Mescid-i Aksâ da Namazın Faziletine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi Özellikle Mescid-i Aksâ da namaz kılmanın faziletine dair rivayet edilen hadisler problemlidir. Bu hadislerin bir kısmının isnadı ve muhtevası aynı iken, bir kısmının isnadları farklı olmakla birlikte muhtevaları benzerlik arz etmektedir. Fakat bir kısmında görülen içerik farklılıkları ve uyuşmazlıklar, konunun anlaşılmasını müşkil hale getirmektedir. Nitekim namaz ile ilgili olarak vârid olan hadislerde, Mescid-i Aksâ da kılınan namazın fazilet derecesi ile ilgili olarak muhtelif rakamlar verilmektedir. Binaenaleyh öncelikle namaz ile ilgili hadislerin sened ve metin açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Mescid-i Aksâ da kılınan namazın faziletinin iki yüz elli kat olduğuna delalet eden ve Ebû Zer den nakledilen hadisin muhtelif tarikleri bulunmakta ve her birinin senedinde Katâde yer almaktadır (Tahâvî, I, ; Taberânî, VII, , no: , VIII, , no: ; Hâkim, IV, , no: ; Beyhakī, VI, 42, no: ; Dârekutnî, VI, , no: ; Heysemî, III, , no: ; İbn Hacer, IV, ; Cürâ î, ). Taberânî ve Hâkim de hadisi Haccâc b. Haccâc, Katâde den naklederken, Tahâvî ve Beyhakī de mezkûr hadisi Sa îd b. Beşîr, yine Katâde den rivayet etmektedir. Birinci rivayet için ricâlu ssahîh ifadesi kullanılmıştır (Heysemî, III, , no: ). Yani mezkûr hadisin râvîleri Buhârî nin veya Buhârî ile Müslim in Sahih isimli kitaplarında rivayeti bulunan râvîlerdir (Aydınlı, ). Aynı hadisin isnadının sahih olduğu belirtilmiştir (Hâkim, VIII, , no: ; Elbânî, 6: ). Sa îd b. Beşîr in Katâde den rivayet ettiği hadisi ise bazı muhaddisler sened yönünden tenkid etmişlerdir. Nitekim Ebû Ahmed el-hâkim hadisin râvîlerinden biri olan Sa îd b. Beşîr i Leyse bi l-kaviy olarak tavsif ederken, İbn Ma în ve Nesâî ise onu za îf olarak nitelendirmişlerdir (Makdisî, ; Zehebî, : VII, ). İlim ehlinden bazıları da bu hadisin metninde bir garabetin (zayıflık) bulunduğunu belirtmişlerdir (Beyhakī, VI, 42). 4 Görünen o ki Taberânî ve Hâkim, adı geçen hadisi Tahâvî ve Beyhakī nin isnadından daha güvenilir bir isnadla rivayet etmişlerdir. Bu sebeple Beyhakī nin rivayeti bazı araştırmacılar tarafından hasen lizâtihi olarak değerlendirilirken, Hâkim in rivayeti sahih olarak nitelendirilmektedir (Yusuf, 81). Bir araştırmacı Katade nin mudellis 5 bir râvî olduğunu dolayısıyla her iki rivayetin de isnad bakımından zayıf olduğunu ileri sürmüştür (Sâlih er-rüfâ î, ). Lakin büyük hadis imamlarının Katâde nin rivayetlerini eserlerine almış olması onunla Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

28 İsmail ALTUN Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) ilgili bir güven probleminin bulunmadığını göstermektedir (Birışık, XXV, 22). Dolayısıyla Hâkim in rivayeti sahih olarak kabul edilebilir. Mescid-i Aksâ da kılınan namazın beş yüz namaza denk geldiğine dair Bezzâr ın tahric ettiği hadis merfudur (Şevkânî, X, ; Yusuf, 68). Süyûtî, Ebu d-derdâ dan gelen bu hadisi zayıf olarak nitelendirmiştir 6 (Süyûtî, , no: ). Nâsıruddîn el-elbâni ise sahih kabul ettiği Ebû Zer hadisine aykırı olduğu gerekçesiyle aynı hadisi munker 7 olarak değerlendirmiştir (Münzirî, II, , no: ). Mezkûr hadis başka tariklerle de rivayet edilmiştir. Nitekim Beyhakī bu hadisi Hz. Câbir b. Abdullah dan rivayet etmiştir 8 (Beyhakī, VI, 42, no: ). Aynı hadis, Süyûtî tarafından da nakledilmiş ve hadis hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunulmamıştır (Süyûtî, , no: ). Ancak Câbir b. Abdullah rivayetinin isnadını zayıf görenler de olmuştur (Beyhakī, VI, 41; Sâlih er-rüfâ î, , , ). Yine bu hadisin bir benzeri başka bir isnadla Ebû Muhacir den de rivayet edilmiştir. Ancak bu rivayetin senedinde yer alan bazı raviler bir kısım cerh ve ta dîl âlimlerince zayıf, metrûk, 9 leyyinü l-hadîs 10 ve kesîru l-galat 11 olarak nitelendirilmişlerdir (Süyûtî, , no: ; Makdisî, ). Buna rağmen Bezzâr ın tahric ettiği hadis umumiyetle hasen olarak değerlendirilmiştir (Bezzâr, : X, 78, no: ; Heysemî, III, , no: ; Yusuf, 69). Heysemî ye göre hadisin râvîleri sikadır (Heysemî, III, , no: ). İbn Teymiye ise mezkûr hadis hakkında Bu (hadis) doğrudur hükmünü vermiştir (Cürâ î, ). Mescid-i Aksâ da kılınan namazın bin kat faziletli olduğuna dair Abdullah b. Abbas tan gelen hadisi 12 Zerkeşî garib 13 olarak değerlendirmektedir (Zerkeşî, ). Yine Mescid-i Aksâ da kılınan bir namazın (başka yerde kılınan) bin namaz gibi olduğuna dair Ebû Ya lâ el-mevsılî tarafından rivayet edilen Hz. Peygamber in zevcesi Hz. Meymune hadisinin râvîlerinin sika olduğu belirtilmektedir (Ebû Ya Lâ, XII, , no: ; Heysemî, III, , no: ). Buna rağmen isnatta yer alan Ziyad b. Ebû Sevde ve kardeşi Osman ın rivayetlerinden tevakkuf edilmesi gerektiğini ifade eden hadisçiler bulunmaktadır (Zehebî, ts.: II, 90, no: ). Hz. Peygamber in hizmetçisi Meymune den rivayet edilen hadise gelince bu hadisin özellikle İbn Mâce tarîkinin isnadı sahih olarak nitelendirilmekte ve râvîlerinin sika olduğu belirtilmektedir. (İbn Mâce, İkāmetü ṣ-ṣalât, , no: ). Ancak İbn Mâce nin rivayet ettiği hadis de dâhil, gerek Hz. Peygamber in zevcesi Hz. Meymune den, gerekse Hz. Peygamber in hizmetçisi Meymune den rivayet edilen mezkûr hadisin bütün isnadlarında özellikle Ziyad b. Ebû Sevde yer almaktadır. Ziyad b. Ebû Sevde hakkında ise ihtilaf edildiği için hadisin senedinde illet olduğu belirtilmiştir (Sâlih er-rüfâ î, ). Bu nedenle Ahmed in Müsned inde hadisi tahkik eden Şuayb Arnavut ve arkadaşları, bu hadisin isnadının zayıf olduğunu kaydetmişlerdir (Ahmed b. Hanbel, : VI, , no: ). Bazıları bu hadisi leyse bi Kaviyy 14 olarak nitelendirmişlerdir (Zehebî, ts.: II, 90, no: ; Zerkeşî, ). Zehebi ise söz konusu hadis için, bu hadis munker cidden 15 şeklinde bir açıklamada bulunmuştur (Zehebî, ts.: II, 90, no: ). Zehebi ye göre Meymune nin, Sünen de

29 MESCİD İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ dört hadisi bulunmakta olup dördü de munkerdir. Bazıları ise zeytinyağının asıl merkezi Kudüs olduğu halde Hicaz dan oraya zeytinyağı gönderilmesinin emredilmesini garipseyip hadiste yine nekâretin 16 olduğunu belirtmişlerdir (Cürâ î, ). Kısacası hadis, sened ve metin itibariyle cerh edilmiştir. Mescid-i Aksâ da kılınan namazın yirmi bin namaza denk geldiğine dair Abdullah b. Abbas tan rivayet edilen hadisin muztarib 17 olduğu belirtilmektedir. Zira adı geçen hadis için hadîsun vâhin 18 ifadesi kullanılırken hadisin râvîlerinden Hişâm b. Süleyman el-mahzûmî için de muztaribü l-hadîs 19 ifadesine yer verilmiştir (İbn Ebû Hâtim, : IX, Ayrıca bk. Makdisî, ; Makdisî, ). Dolayısıyla bu hadis de zayıf olarak değerlendirilmiştir. Mescid-i Aksâ da kılınan namazın elli bin namaza denk geldiğine dair İbn Mâce nin, Sünen inde tahric ettiği hadisin tek bir isnadı bulunmakta olup (Taberânî, VII, , no: ) 20 bu hadisin isnadı da zayıf görülmüştür. Zira hadisin râvîlerinden Ebu l-hattâb ed-dımeşki nin cerh ve ta dil durumu bilinmemektedir (İbn Mâce, İkāmetü ṣ-ṣalât, , no: ; İbn Hacer, IV, ). Diğer râvî Ruzeyk hakkında ise değişik görüşler vardır. Nitekim Ebû Zür a onun hakkında lâ be se bih 21 derken (Ebû Zür a, III, ; İbn Mâce, İkāmetü ṣ-ṣalât, , no: ); İbn Hibban onu hem sikalar, hem zayıflar arasında zikretmektedir (İbn Hibbân, IV, ; A. Mlf, I, ). İbn Hibban ayrıca Ruzeyk in, bazı rivayetlerinde tek kaldığını ve bu rivayetlerin güvenilir râvîlerin hadislerine benzemediğini dolayısıyla onun rivayetlerinin ancak bu râvîlerin rivayetlerine uygun olması durumunda delil alınabileceğini belirtmektedir (İbn Hibban, I, Ayrıca bk. İbn Mâce, İkāmetü ṣ-ṣalât, , no: ; Yusuf, 72). Zehebi ise söz konusu hadis hakkında bu hadis munker cidden şeklinde bir değerlendirmede bulunmaktadır (Zehebî, ts.: IV, , no: ). Süyûtî mezkûr hadis için sahih hükmünü vermiştir (Süyûtî, no: ). Fakat Münâvî, Süyûtî nin bu görüşüne katılmayıp bu hadisi İbnü l-cevzî nin sahih saymadığını, İbn Hacer in de hadisin senedinin zayıf olduğunu söylediğini ifade etmektedir (Münâvî, , IV, Ayrıca bk. Örenç, ). Bu arada belirtmek gerekir ki Mescid-i Nebevî de kılınan bir namazın Mescid-i Harâm haricindeki mescitlerde kılınan bin namazdan daha hayırlı olduğuna dair Sahihayn da yer alan rivayete (Buhârî, Fażlu ṣ-ṣalât fî Mescid-i Mekke ve l- Medîne, 1, no: ; Müslim, Hacc, 94, no: ) dayanarak Mescid-i Aksâ da kılınan namazın faziletinin, diğer mescitlerdeki namazlarla aynı derecede olduğunu düşünmek olmaz. Zira Câbir b. Abdillah tan ve Hz. Ömer den rivayet edilen bir hadiste de, Mescid-i Haram da kılınan bir namaz, diğer mescitlerde kılınan yüz bin namazdan daha faziletlidir buyrulmuştur (Ahmed b. Hanbel, : III, , no: ; Tahâvî, I, ). 22 Yine Ebû Hüreyre den veya Hz. Aişe den rivayet edilen bir başka hadiste, Benim mescidimde kılınan bir namaz Mescid-i Aksâ haricindeki mescitlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır buyrulmuştur (Ahmed b. Hanbel, : II, , no: ; Heysemî, III, , no: ). Şimdi meseleyi aynı bakış açısıyla ele alacak olursak Câbir b. Abdillah tan ve Hz. Ömer den nakledilen rivayete dayanarak Mescid-i Harâm da Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

30 İsmail ALTUN Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) kılınan namazların faziletinin, Mescid-i Nebevî de dâhil diğer mescitlerdeki namazlardan yüz bin derece faziletli olduğunu kabul etmek gerekecektir. Oysa konuyla ilgili diğer rivayetler dikkate alındığında Süfyan b. Uyeyne nin de belirttiği üzere Mescid-i Harâm da kılınan namazların, Mescid-i Nebevî de kılınan namazlardan yüz derece daha faziletli olduğu anlaşılmaktadır (Tahâvî, I, ). Kezâ ikinci rivayete dayanarak Mescid-i Harâm da kılınan namazların faziletinin, diğer mescitlerdeki namazlarla aynı derecede olduğunu kabul etmemiz gerekecektir ki bunun da doğru olmadığı açıktır. Binaenaleyh en doğru yaklaşım, ilgili rivayetlerin tamamını göz önünde bulundurarak incelemek, yorumlamak ve değerlendirmektir. Muhaddislerin sahih kabul ettikleri üç mescit hadisi ile Abdullah b. Amr ın Hz. Süleyman hakkında rivayet ettiği hadis başta olmak üzere konuyla ilgili diğer rivayetler bir bütün olarak ele alınıp değerlendirildiğinde Mescid-i Aksâ da kılınan namazların, Mescidi Harâm ve Mescid-i Nebevî haricindeki mescitlerde kılınan namazlardan daha faziletli olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim dört mezhebe göre de Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî den sonra en faziletli mescid, Mescid-i Aksâ dır (Cezîrî, I, ; Şener, VII, 92). Esasen Peygamberler tarafından tesis edilen Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ ile ilgili ayetler de, bu üç mescidin kutsiyet ve faziletinin diğer mescitlere göre daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Kur ân-ı Kerim de Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksâ nın mübarek mekânlar olduğu, Mescid-i Nebevî nin ise takva üzere tesis edildiği bildirilmektedir (Âl-i İmrân 3/96; el-isrâ 17/1; et-tevbe 9/). 23 Böylesine mübarek ve mukaddes mekânlarda kılınan namazların ve diğer ibadetlerin, başka mekânlara nispetle daha bereketli ve faziletli olması gayet tabiidir. Ancak bu faziletin derecesi ile ilgili olarak kesin ve net bir görüş ortaya koymak oldukça zor gözükmektedir. Nitekim Mescid-i Aksâ da kılınan namazın fazilet derecesine dair ilim ehlinin de muhtelif görüşleri bulunmaktadır. Son devir hadis âlimlerinden Nâsırüddin el-elbânî, Mescid-i Aksâ da kılınan namazın fazileti hakkında nakledilen rivayetlerin en sahih olanı Ebû Zer (r.a.) hadisidir demektedir (Elbânî, VI, ). Dolayısıyla Elbânî, Mescid-i Aksâ da kılınan namazların Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevî haricindeki mescitlerde kılınan namazlara oranla iki yüz elli kat daha faziletli olduğunu kabul etmiş görünmektedir. İbn Teymiye (ö. /), mezkûr hadisler içerisinde, Bezzâr ın tahric ettiği hadis hakkında, Bu (hadis) doğrudur hükmünü vererek (Cürâ î, ) Mescid-i Aksâ da kılınan namazın, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevî haricindeki mescitlerde kılınan beş yüz namaza denk geldiğini bildiren rivayeti tercih etmekte ve bu hadisin eşbeh (doğruya en çok benzeyen, daha doğru) olduğunu belirtmektedir (İbn Teymiyye, XXVII, 8). Hadis âlimi ve hâfızı Irâkī (ö. /), Medine Mescidi nde de Beytülmakdis te de kılınan namazın faziletine dair nakledilen hadislerden tariki en sahih olanlarının her iki mescitte de kılınan bir namazın (Mescid-i Haram hariç) diğer mescitlerde kılınan bin namaza denk geldiğine delalet eden hadislerin tarikleri olduğunu kaydetmektedir. Buna göre Mescid-i Aksâ, Medine mescidi ile

31 MESCİD İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ eşit fazilette olmuş olmaktadır. Irâkī, Ebû Hüreyre den veya Hz. Âişe den nakledilen Benim mescidimde kılınan bir namaz Mescid-i Aksâ haricindeki mescitlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır (Ahmed b. Hanbel, : II, , no: ; Heysemî, III, , no: ) mealindeki hadisin de 24 buna işaret ettiğini belirtmektedir (İbnü l-irâkī, ts.: VI, 52). Münziri, Hz. Âişe den nakledilen bu hadisin râvîlerinin sahih olduğu kanaatindedir (Münzirî, II, , no: ). Bütün râvîleri sika olduğundan mezkûr hadis sahih olarak kabul edilmektedir (Yusuf, 70). Ancak bu hadisin isnadını zayıf görenler de vardır. Bunlar, hadisin ravileri arasında bulunan Ata nın, ihtilat ettiğini yani hafıza bozukluğuna uğradığını belirtmektedirler (Ahmed b. Hanbel, : II, no: ). Kanaatimizce Hz. Aişe nin rivayet ettiği bu hadisi, Ebu d-derdâ hadisi ile birlikte düşünmek de mümkündür. Bu durumda ise Mescid-i Nebevî de kılınan namazın Mescid-i Aksâ da kılınan namazdan iki kat daha faziletli olduğu beyan edilmiş olmaktadır. Hanefî fakihi ve muhaddis Tahâvî (ö. /) ise, hadisler arasında nesh söz konusu olduğunu, Allah Teâlâ nın, kullarına olan lütfu ve rahmeti sebebiyle bu mescitte kılınan namazların faziletini tedricen/ gitgide artırarak Mescid-i Nebevî deki namazlara müsavi kıldığını dolayısıyla her iki mescitte kılınan bir namazın (Mescid-i Haram hariç) diğer mescitlerde kılınan bin namaza denk geldiğini belirtmektedir (Tahâvî, I, , ). Öyle anlaşılıyor ki Tahâvî Mescid-i Aksâ da kılınan namazın elli bin namaza denk geldiğine dair İbn Mâce nin Sünen inde yer alan hadisi -muhtemelen isnadını zayıf bulduğundan veya böylesine abartılı ifadeleri Hz. Peygamber in üslûbuna uygun bulmayıp zayıf/ uydurma emaresi saydığından olsa gerek- dikkate almamıştır. Bir araştırmacı, Tahavi nin görüşünü herhangi bir delile dayanmadığı ve söz konusu hadisler mütekellem/ cerh edilmiş olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştirse de (Sâlih er-rüfâ î, ) kanaatimizce Tahavi nin görüşü, kayda değer önemli bir görüştür. Görüldüğü üzere Mescid-i Aksâ da kılınan namazın fazilet derecesi ile ilgili olarak kesin ve net bir görüş ortaya koymak oldukça zor gözükmektedir. Bununla birlikte muhtelif sayısal ifadelere yer veren hadisler içerisinde en sahih olanının Ebû Zer hadisi olduğu söylenebilir. Bu hadis, Mescid-i Aksâ da kılınan namazın faziletinin ikiyüz elli namaza denk geldiğine delalet etmektedir. Mezkûr mescitte kılınan namazın beş yüz namaza denk geldiğine dair Bezzâr ın tahric ettiği hadis umumiyetle hasen olarak değerlendirilmektedir. Konu ile ilgili olarak rivayet edilen diğer hadislerin ise zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Sübkî, yeryüzünde bu üç mescidin dışında zatı itibariyle faziletli olan herhangi bir yerin bulunmadığını, bunların dışındaki beldeler için yapılan yolculukların o mekânların zatından kaynaklanmadığını, ziyaret, ilim ve cihad gibi mendup veya mubah işler için söz konusu olduğunu ifade eder (İbn Hacer, III, 66; İbnü l-irâkī, ts: VI, 41). Nitekim cumhûrü l-ulemâ ya göre bu üç mescitten başka mescitlere yolculuk yapmak haram ya da mekruh değildir. Ancak diğer mescitlere yolculuk yapmanın herhangi bir fazileti yoktur. Nitekim Ebû Saîd el- Hudrî den merfu olarak rivayet edilen şu hadis de buna delalet etmektedir Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

32 İsmail ALTUN Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) (İbnü l-irâkī, ts: VI, 41): Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve şu benin Mescidim hariç içerisinde namaz kılma kastedilerek herhangi bir mescide yolculuk için binit hazırlamak uygun olmaz (Ahmed b. Hanbel, : III, 64, no: ). Hulasa konuyla ilgili hadislere, özellikle de sahih olduğu belirtilen, farklı sened ve varyantları tahric edilen ve hadis kaynaklarında tahrici bulunan, (Bk. Alparslan, ) üç mescid hadisi ne istinaden İslâm âlimleri, namaz, dua, zikir, Kur an kıraati ve itikâf gibi meşru bir ibadet için Mescid-i Aksâ ya yolculuk yapmanın müstehap olduğu hususunda ittifak etmişlerdir (İbn Teymiyye, XXVII, 6; Zerkeşî, ; Heyet, : XXXVII, ; Hîle, ). Dolayısıyla Kudüs, Müslümanların nezdinde Mekke ve Medine den sonra üçüncü kutsal şehir, Mescid-i Aksâ ise Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî den sonra üçüncü kutsal mescit olarak kabul edilmiştir (Altun, ). Özellikle müminin miracı olarak vasıflandırılan namazda miracı yaşamak ve manen yükselmek, bilhassa miracın mekânı olan Mescid-i Aksâ ile mümkün olabilir. Zira Mescid-i Aksâ, yeryüzünün gökyüzüne açılan kapısı, fizik ve metafizik âlemin buluştuğu yerdir. Dolayısıyla Mescid-i Haram ın sakinleri de dâhil ümmetin yükselişi, Mescid-i Aksâ ile mümkün olacak, Mescid-i Aksâ ya varmadan miraç gerçekleşmeyecektir. Bu arada belirtmek gerekir ki, Yahudi asıllı Macar müsteşrik Goldziher, üç mescid hadisi nin siyasî gayelerle uydurulduğunu iddia etmiştir. Ona göre Emevi halifelerinden Abdulmelik b. Mervan, kendisiyle hilafet mücadelesinde bulunduğu Abdullah b. Zübeyr in hâkim olduğu Mekke ye karşı Kudüs e kudsiyet kazandırmak için İbn Şihab ez-zühri ye hadis uydurma görevi vermiş, o da Abdulmelik in arzusuna uyarak bu hadisi uydurmuştur (Goldziher, ). Goldziher, bu iddiasını Şiî Ya kûbî nin Tarih indeki bir rivayete dayandırmış, fakat bu rivayeti de istismar etmiştir. Çünkü söz konusu rivayette Abdumelik in, Zühri ye hadis uydurma görevi verdiğine dair her hangi bir ifade bulunmamaktadır (Bk. Ya kūbî, II, ). Ayrıca söz konusu hadis, daha başka tariklerle de rivayet edilmiştir (Bk. Müslim, Hacc, 15/, , , Detaylı bilgi için bk. Yazıcı, ; Altun, ; Özçelik, , ; Çiftçi, ). Kaldı ki İbn Teymiye mezkûr hadisin sahih olduğu hususunda ümmetin ittifak ettiğini belirtmiştir (İbn Teymiyye, XXVII, ) Mescid-i Aksâ da Namaz İçin Nezirde Bulunmaya Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi Beytülmakdis te namaz kılacaklarına dair nezirde bulunanların Beytülmakdis e gitmelerinin gerekli olmadığına, Mescid-i Haram da namaz kılmaları halinde nezirlerini yerine getirmiş olacaklarına dair Abdurrezzak ın Şerîd b. Süveyd den naklettiği hadisin isnadının sahih olduğu belirtilmekte (Ebû Dâvûd, ts.: İman, 20, no: ) dolayısıyla hadisin sahih olduğu kaydedilmektedir (Hâkim, IV, , no: ). Ancak İslâm âlimleri Mescid-i Aksâ da namaz kılmak veya itikâfa girmek için oraya gitmeye nezreden kimsenin bu nezrini yerine getirmesinin vacip olup olmaması hakkında ihtilaf etmişlerdir. Cumhûrü l-ulemâ bu nezrin yerine getirilmesinin vacip olduğu görüşündedir. (İbn Teymiyye, XXVII, 7). Bunlar Buhârî nin Hz. Aişe den naklettiği şu hadisi delil getirmektedirler:

33 MESCİD İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ من نذر أن يطيع هللا فليطعه ومن نذر أن يعصيه فال يعصه Her kim Allah a itaat etmeyi nezrederse O na itaat etsin. Kim de Allah a isyan etmeyi nezrederse O na isyan etmesin (Buhârî, İmân ve n-nüzûr, 28, no: ). Bazı âlimler ise Şerîd b. Süveyd den ve Hz. Meymune den rivayet edilen hadisleri delil göstererek nezirde bulunan kişinin, içerisinde bulunduğu yerden daha faziletli bir yerde veya fazilet bakımından içerisinde bulunduğu mekâna eşit olan bir mekânda namaz, sadaka vb. gibi ibadetleri yerine getireceğine dair nezirde bulunması durumunda nezrini, nezrettiği mekânda yerine getirmesinin gerekli olduğu kanaatine varmışlardır. Nezreden kişinin, nezir anında içerisinde bulunduğu yerden daha az faziletli olan bir mekânda mezkûr ibadetleri yerine getireceğine dair nezirde bulunması durumunda ise nezrini, nezrettiği mekânda yerine getirmesinin gerekli olmadığı, nezrettiği şeyi bulunduğu yerde yerine getirmesinin yeterli olduğu yönünde görüş beyan etmişlerdir (Şevkânî, X, ) Mescid-i Aksâ da Orucun Faziletine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi Mescid-i Aksâ da oruç tutmanın faziletine dair Zerkeşî nin naklettiği Beytülmakdis te bir gün oruç tutmak ateşten kurtuluştur mealindeki rivayetin senedi zikredilmemekte ve فقد روي rivayet edildi ki diye söze başlanmaktadır. Dolayısıyla bu rivayet zayıf kalmaktadır. Ancak malum olduğu üzere fezailde zayıf hadislerle amel edilebilir. Bu sebeple Beytülmakdis te oruç tutmak müstehap kabul edilmiştir. (Zerkeşî, ; Heyet, : XXXVII: ) Mescid-i Aksâ da İtikâfın Faziletine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi Mescid-i Aksâ da itikâfa girmenin faziletine dair İbrahim en-nehaî nin Hz. Huzeyfe den naklettiği İtikâf ancak üç mescitte olur! Bunlar Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve Mescid-i Resûl dür (s.a.v.) mealindeki hadisin râvîleri güvenilir olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla mezkûr hadisin isnadının sahih olduğu belirtilmektedir (Taberânî, IX, , no: ; Heysemî, III, , no: ; Sâlih er-rüfâ î, ). Fakat rivayet mevkuftur ve İbrahim (en-nehaî) de Hz. Huzeyfe ye yetişememiştir (Taberânî, IX, , no: ; Heysemî, III, , no: ). Ancak mezkûr hadis Ebû Vâil Şakīk b. Seleme el-esedî tarikiyle de rivayet edilmiştir (Beyhakī, : IV, ). Ebû Vâil muhadramundan olduğundan (Ahatlı, XXXVIII, ) Hz. Huzeyfe ye yetişmiştir. Ayrıca bazı rivayetlerde Hz. Huzeyfe bu hadisi Resûlullah a nispet etmektedir (Beyhakī, : IV, ). Bu sebeple bu rivayet merfu olarak kabul edilebilir. Ancak hadisi Resûlullah a nispet eden rivayetlerin râvîleri de cerhedilmiştir (Sâlih er-rüfâ î, ). Hz. Huzeyfe nin rivayeti merfu ve sahih kabul edilecek olursa söz konusu mescitlerdeki itikâfın diğer mescitlere göre daha faziletli olduğu anlaşılır. Ancak bu rivayete dayanarak mezkûr üç mescidin dışındaki mescitlerde itikâfa girmenin caiz olmadığını düşünmek doğru olmaz. Zira Tahavî nin de belirttiği üzere Mescidlerde itikâfta bulunduğunuz zaman kadınlara yaklaşmayın (Bakara 2 / ) mealindeki ayet bütün mescitlere şamildir ve bütün Müslümanlara hitap etmektedir (Tahâvî, IV, ). 25 İtikâfın bu üç mescide hasredilmesi durumunda Mekke, Medine ve Kudüs dışında yaşayan Müslümanlar bu ayete muhatap olmamış olacaktır. Nitekim Ebû Vâil tarikiyle Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

34 İsmail ALTUN Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) gelen rivayette de bu üç mescidin dışındaki mescitlerde itikâfta bulunmanın cevazına işaret vardır. 26 Adı geçen rivayette Huzeyfe, Abdullah a hitaben, Sen Resûlullah ın (s.a.s.), İtikâf ancak üç mescitte olur dediğini biliyorsun demiş, Abdullah onun bu sözüne, Belki de sen unutmuşsundur, onlar hafızalarında tutmuştur. Sen hata etmişsindir onlar isabet etmiştir şeklinde karşılık vermiş Hz. Huzeyfe bu cevap karşısında sessiz kalmıştır (Tahâvî, IV, ). Hz. Aişe nin Oruçsuz itikâf olmaz ve cemaat mescidi olmayan mescitte itikâf olmaz sözü de (Ebû Dâvûd, ts.: Ṣavm, 80, no: ) 27 bu görüşü destekler mahiyettedir. Hz. Aişe nin bu ifadesi cemaat mescidinde de itikâfta bulunmanın cevazına delalet etmektedir. Şu halde söylenmek istenen kâmil anlamda itikâfın ancak bu ال عالم في البلد benzer: mescitlerde mümkün olabileceğidir. Bu, Arapların şu sözüne Bu beldede Zeyd den başka âlim yoktur. Burada kastedilen aslın değil إال زيد kemalin nefyedilmesidir. Yani bu beldede Zeyd ile beraber âlimler yok değildir. Ancak kâmil anlamda Zeyd den başka âlim yoktur demektir (Sâlih er-rüfâ î, ). Hulasa anlatılmak istenen, bu mescitlerdeki itikâfın diğer mescitlere göre daha faziletli olmasıdır Mescid-i Aksâ da İhrama Girmenin Faziletine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi Hac ve umre ibadeti için Mescid-i Aksâ dan ihrama girmenin faziletine dair hadislere gelince İbn Mâce nin rivayet ettiği Her kim Beytülmakdis ten umre için ihrama girerse mağfiret edilir (İbn Mâce, Menâsik, 49, no: ) 28 mealindeki hadisin isnadı sahih olarak değerlendirilmiştir (Münzirî, I, , no: ). Yine İbn Mâce de yer alan Her kim Beytülmakdisten umre için ihrama girerse bu umre onun geçmiş günahlarına keffaret olur. (İbn Mâce, Menâsik, 49, no: ) mealindeki hadisin, 29 Ebû Dâvûd, Taberânî ve Ebü l-meâli Müşrif el- Makdisî nin rivayet ettikleri Her kim Mescid-i Harâm a gitmek üzere Mescid-i Aksâ dan hac ve umre için ihrama girerse geçmiş ve gelecek günahları affedilir veya cennet kendisine vacip olur (Ebû Dâvûd, ts.: Menâsik, 8, no: ; Taberânî, VI, , no: ; Makdisî, ) mealindeki hadisin ve Ahmed b. Hanbel de yer alan Her kim Mescid-i Aksâ dan umre veya hac için ihrama girerse geçmiş günahları mağfiret edilir (Ahmed b. Hanbel, VI, , no: ) mealindeki hadisin 30 isnadlarında yer alan Ümmü Hakîm in cerh-tadil yönünden durumunun meçhul olduğu yine Yahyâ b. Ebî Süfyân ın meşhur olmayıp mestur bir ravi olduğu yani cerh-tadil yönünden onun da durumunun bilinmediği gerekçesiyle bu rivayetlerin senedlerini zayıf sayanlar olmuştur (Ahmed b. Hanbel, : VI, , no: ; Ebû Dâvûd, ts.: Menâsik, 8, no: ). Ancak İbn Hibban, Ümmü Hakîm i sika raviler arasında zikretmiştir (İbn Hibbân, IV, ). Hafız İbn Hacer ise onun makbul bir ravi olduğunu kaydetmiştir (İbn Hacer, ). Abdullah b. Ömer den rivayet edilen Her kim Beytülmakdis ten ihrama girerse mağfiret olunmuş olarak girer (Taberânî, IX, 97, no: ) mealindeki hadisin senedinde yer alan Galib b. Abdillah el-ukaylî nin de metrûk bir ravi olduğu kaydedilmiştir (Heysemî, III, , no: ; Makdisî, ). Böyle bir ravinin ise rivayetinin hüccet olarak alınamayacağı belirtilmiştir (Aydınlı, ).

35 MESCİD İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ İlk dört hadisi Ümmü Hakîm bint Ümeyye, Ümmü Selme den; son hadisi ise Nafi, Abdullah b. Ömer den rivayet etmektedir. Bu hadislerden İbn Mâce nin rivayet ettiği ilk hadis ile Ebû Dâvûd, Taberânî ve Ebü l-meâli Müşrif el-makdisî nin rivayet ettikleri üçüncü hadis hariç diğerleri zayıf görülmüştür. Ancak İbn Mâce nin rivayet ettiği ilk hadisin isnadına zayıf hükmünü verenler olduğu gibi sahih olduğunu belirtenler de olmuştur. Nitekim Elbânî mezkûr hadise zayıf hükmünü verirken Münziri hadisin isnadının sahih olduğunu belirtmiştir (Münzirî, I, , no). Kezâ Ebû Dâvûd, Taberânî ve Ebü l-meâli Müşrif el- Makdisî nin rivayet ettikleri üçüncü hadisin isnadını zayıf sayanlar da (Ebû Dâvûd, ts.: Menâsik, 8, no: ; İbn Ḥibbân, IX, 13, no: ) ceyyid 31 sayanlar da olmuştur (Cürâ î, ). Esasen Abdullah b. Ömer, Muâz b. Cebel, Kâbu l-ahbâr (Makdisî, ; Zerkeşî, ), Ümmü Hakim Hukeyme bint Ümeyye, (Ahmed b. Hanbel, : VI, , no: ; İbn Mâce, Menâsik, 39, no: ) ve Vekî b. Cerrâh (Ebû Dâvûd, ts.: Menâsik, 8, no: ) başta olmak üzere seleften bir grubun Mescid-i Aksâ dan ihrama girmiş olduklarına dair rivayetler bu mübarek mekândan ihrama girmenin temelsiz olmadığını göstermektedir. Kaldı ki yukarıda da belirtildiği üzere fezailde zayıf hadislerle amel edilebilir. Bu nedenledir ki, hac ve umre için Mescid-i Aksâ dan ihrama girmek müstehap kabul edilmiştir (Zerkeşî, ; Heyet, : XXXVII, ) Mescid-i Aksâ da Cihadın Önemine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi Beytülmakdis ve onun çevresinde Muhammed ümmetinden bir topluluğun, hak üzere muzaffer oldukları halde kendilerine Allah ın emri gelinceye kadar (kıyamet kopuncaya kadar) düşmanlarını kahretmeye devam edeceklerine ve başlarına gelen sıkıntılar dışında onlara muhalif olan hiç kimsenin kendilerine zarar veremeyeceklerine dair Ebû Ümâme el-bahilî den rivayet edilen hadisin râvîlerinin sika olduğu belirtilmektedir (Heysemî, VII, , no: ). Hz. Peygamber in, kıyamet kopmadan önce Müslümanlarla Yahudiler arasında bir savaşın yaşanacağını ve bu savaşta Müslümanların zafer elde edeceklerini, ağaçların ve taşların bile (dile gelerek) Yahudilerin saklandığı yeri Müslümanlara haber vereceğini müjdelediğine dair Abdullah b. Ömer ile Ebû Hüreyre den rivayet edilen hadisler ise Müslim in Sahîh inde yer almaktadır (Müslim, Fiten, 79, 80, 81, 82, no: , ). Bu hadis-i şeriflerde Kudüs şehrinin düşmanlar -özellikle de Yahudiler- tarafından zaman zaman işgal edileceği ve büyük bir tehdide maruz kalacağı fakat netice itibariyle galibiyetin Müslümanlara ait olacağı anlatılmaktadır. Hz. Peygamber in ise ümmetine sürekli olarak bu kutsal şehri korumalarını, düşman eline esir düşmemesi için uğrunda cihad etmelerini ve esir düşmesi halinde ise savaşıp onu özgürlüğüne kavuşturmalarını öğütlediği anlaşılmaktadır. SONUÇ Mescid-i Aksâ da kılınan namazların faziletine dair çok sayıda hadis bulunmaktadır. Lakin bu hadislerin birçoğu bir kısım münekkidler tarafından cerh Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

36 İsmail ALTUN Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) edilmiştir. Ancak bu durum, mezkûr mescitte kılınan namazların diğer mescitlere kıyasla daha faziletli olmadığı anlamına gelmez. Zira muhaddislerce sahih kabul edilen üç mescit hadisi ile Abdullah b. Amr ın Hz. Süleyman hakkında rivayet ettiği hadis, burada kılınan namazların faziletini açıkça ortaya koymaktadır. Konuyla ilgili hadisler bir bütünlük içerisinde ele alınıp değerlendirildiğinde Mescid-i Aksâ da kılınan namazın faziletinin kemiyetine dair zikredilen rakamlar muhtelif olsa da keyfiyet olarak Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevî hariç diğer mescitlerde kılınan namazlardan daha faziletli olduğu anlaşılmaktadır. Esasen Peygamberler tarafından tesis edilen Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescidi Aksâ ile ilgili ayetler de, bu üç mescidin kutsiyet ve faziletinin diğer mescitlere göre daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Böylesine mübarek ve mukaddes mekânlarda kılınan namazların ve diğer ibadetlerin, başka mekânlara nispetle daha bereketli ve faziletli olması gayet tabiidir. Bu sebeple Hz. Peygamber, Mescid-i Aksâ da namaz kılmış, peygamberlerden bir gruba namaz kıldırmış ve ümmetini orada namaz kılmaya teşvik etmiştir. Fakat Mescid-i Aksâ da kılınan namazın fazilet derecesi ile ilgili olarak kesin ve net bir görüş ortaya koymak oldukça zor gözükmektedir. Bununla birlikte muhtelif sayısal ifadelere yer veren hadisler içerisinde en sahih olduğu anlaşılan ve Mescid-i Aksâ da kılınan namazın faziletinin ikiyüz elli namaza denk geldiğine delalet eden Ebû Zer hadisini tercih etmek mümkündür. Ayrıca Tahâvî nin, hadisler arasında nesh söz konusu olduğuna, Mescid-i Aksâ da kılınan namazların faziletinin tedricen artırılarak Mescid-i Nebevî deki namazlara müsavi kılındığına dolayısıyla her iki mescitte kılınan bir namazın (Mescid-i Haram hariç) diğer mescitlerde kılınan bin namaza denk geldiğine dair yorumu da dikkate değerdir. Esasen hadislerde verilen muhtelif rakamlara bakarak hadisler arasında tenakuz aramamak gerekir. Zira Mescid-i Aksâ da kılınan namazların faziletine dair zikredilen rakamların kesretten kinaye olması da ihtimal dâhilindedir. İtikâfa dair hadisler, bu üç mescitteki itikâfın diğer mescitlere göre daha faziletli olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim cumhûrü l-ulemâ Mescid-i Aksâ da namaz kılmak veya itikâfa girmek için oraya gitmeyi nezreden kimsenin bu nezrini yerine getirmesinin vacip olduğu görüşündedir. Beytülmakdis te bir gün oruç tutmanın ateşten kurtuluş olacağına dair nakledilen rivayetin zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Ancak fezailde zayıf hadislerle amel edilebileceğinden Mescid-i Aksâ da oruç tutmanın müstehap olduğu belirtilmiştir. Aynı şey Mescid-i Aksâ dan ihrama girme için de söz konusudur. Nitekim seleften bazıları hac veya umre için Mescid-i Aksâ dan ihrama girmişlerdir. Binaenaleyh günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı nın Kudüs bağlantılı umre seferleri düzenlemesinin yerinde bir uygulama olduğunu belirtmek gerekir. Hulasa Hz. Peygamber in söz ve uygulamaları, Mescid-i Aksâ da yapılan ibadetlerin ve özellikle o mekânda kılınan namazların kat kat faziletli olduğuna delalet etmektedir. Ayrıca tarih boyunca Müslümanların Mescid-i Aksâ yı ziyaret ederek orada ibadet etmeye gayret göstermeleri, Mescid-i Aksâ da yapılan

37 MESCİD İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ibadetlerin diğer mescitlere kıyasla daha faziletli olduğuna dair düşünce ve kanaatlerin temelsiz olmadığını göstermektedir. Konu ile ilgili rivayetler, Müslümanları Mescid-i Aksâ yı ziyaret etmeye, orada namaz kılmaya, itikâfa girmeye, oruç tutmaya, hac veya umre ibadeti için Mescid-i Aksâ dan ihrama girmeye ve inanç ve medeniyet değerlerimiz açısından büyük önem taşıyan bu mübarek mekân uğrunda gerektiğinde cihad etmeye teşvik etmektedir. KAYNAKÇA Abdurrezzâk, Ebû Bekir es-san ânî ( ). el-muṣannef, thk. Habîburrahman el-a zamî, el- Mektebü l-islâmî, Beyrut. Ahatlı, Erdinç (). Şakīk b. Seleme, DİA, XXXVIII, İstanbul. Ahmed b. Hanbel ( ). Müsned, thk. Şuayb el-arnaût v.dğr., Müessesetü r-risâle, Beyrut. Alparslan, Hande Nuran (). Üç Mescid İle İlgili Rivayetler ve Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Sabahattin Zaim Üniversitesi, İstanbul. Altun, İsmail (). Sahabe Gözünde Kudüs ve Mescid-i Aksâ, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İlahiyat Tetkikleri Dergisi (İLTED), cilt: XLVII, Aydınlı, Abdullah (). Hadis Istılahları Sözlüğü, Hadisevi, İstanbul. Beyhakī, Ebû Bekr Ahmed b. el-hüseyn ( ). es-sünenü l-kübrâ (İbnü t-türkmânî nin el- Cevherü n-naḳī fi r-reddi ʿale l-beyhaḳī adlı kitabıyla birlikte), Haydarâbâd (). Şuʿabü l-îmân, Mektebetü r-rüşd, Riyad. Bezzâr, Ebû Bekr Ahmed b. Amr ( ). Müsned, Mektebetü l- Ulûm ve l-hikem, Medine. Buhârî, Muhammed b. İsmâîl (). el-câmi u ṣ-ṣaḥîḥ, thk. Muhammed Züheyr b. Nâsır, Dâru Tavki in-necât, İstanbul. Cezîrî, Abdurrahman (). Kitabü l-fıḳh ʿale l-meẕâhibi l-erbaʿa, 2. Baskı, Dâru l-kütübi l- İlmiyye, Beyrut. Cürâ î, Ebû Bekir b. Zeyd el-cürâ î es-sâlihî el-hanbelî (). Tuḥfetü r-râki ve s-sâcid bi Aḥkâmi l-mesâcid, Kuveyt. Çiftçi, Mehmet Emin (). Hadislerde Kudüs ve Mescid-i Aksa, Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, cilt: XX, sayı: 3, Dârekutnî, Ebü l-hasen Alî b. Ömer (). el-ʿilelü l-vâride fi l-eḥâdîs İ n-nebeviyye, nşr. Mahfûzurrahmân Zeynullah es-selefî, Riyad. Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-eş as es-sicistanî (ts.). Sünen, Dâru l-kitâbi l- Arabî, Beyrut. Ebû Ya lâ, Ahmed b. Alî el-mevsılî (/). el-mucem, nşr. Hüseyin Selîm Esed. Beyrut ( ). el-müsned, nşr. Hüseyin Selîm Esed, Dımaşk-Beyrut. Ebû Zür a er-râzî, Ubeydullāh b. Abdilkerîm (). Kitâbü ḍ-ḍuʿafâʾ, nşr. Sa dî el-hâşimî, Medine. Elbânî, Nâsırüddin (). Ṣaḥîḥ-i İbn Mâce, Mektebetü l-maârif, Riyad (). Silsiletü l-eḥâdîs İ ṣ-ṣaḥîḥa ve Şeyʾün min Fıḳhihâ ve Fevâʾidihâ, Riyad. Goldziher, I. (). Muslim Studies, (İngilizceye çev. C. R. Barber-S. M. Stern), New York Üniversitesi Yayınları, İngiltere. Hâkim en-nîsâbûrî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh (). el-müstedrek ʿale ṣ-ṣaḥîḥayn, thk. Mustafa Abdülkādir Atâ, Dâru l-kütübi l- İlmiyye, Beyrut. Heyet ( ). el-mevsûʿatü l-fıḳhiyye, haz. Vezâretu l-evkaf ve ş-şu ûni l-islâmiyye, Kuveyt. Heysemî, Ebü l-hasen Nûrüddîn Alî b. Ebî Bekr (). Mecmaʿu z-zevâʾid ve Menbaʿu l-fevâʾid, nşr. Abdullah Muhammed Dervîş, Dâru l-fikr, Beyrut. Hîle, Nûr (). eş-şübühât havle mekâneti l-mescidi l-aksâ fi l-ehâdîsi n-nebeviyyeti s-sahîhâ ve r-red aleyhâ, Temel İslâm Bilimleri Araştırmaları, İbn Ebî Hâtim, Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Muhammed er-râzî ( ). el-cerḥ ve t- Taʿdîl, Beyrut. İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed İbrâhîm el-absî el-kûfî (). el-muṣannef fi l- Eḥâdîs ve l-âs âr, thk. Muammed Avvâme, Dâru Kurtuba, Beyrut. Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

38 İsmail ALTUN Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) İbn Hacer el-askalânî, Ebü l-fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî (). Taḳrîbi t-tehẕîb, thk. Hassan Abdul-Mennan, Beytü l-efkâri d-devliyye, Amman (). Telḫîṣü l-ḥabîr fî Taḫrîci Eḥâdîs İ r-râfiʿiyyi l-kebîr, Kurtuba (). Fetḥu l-bârî bi-şerḥi Ṣaḥîḥi l-buḫârî, nşr. Muhammed Fuâd Abdüllbaki-Muhibbüddin el-hatîb, Dârü l-ma rife, Beyrut. İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed el-endelüsî el-kurtubî ( ). el-muḥallâ, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Kahire. İbn Hibbân, Ebû Hâtim Muhammed (). Kitâbü l-mecrûḥîn mine l-muḥaddis În ve ḍ-ḍuʿafâʾ ve l-metrûkîn, thk. Mahmûd İbrâhim Zâyed, Beyrut (). Kitâbü&#;s -S iḳāt, thk. Şerefüddîn Ahmed, Dâru l-fikr, b.y (). Ṣaḥîḥu İbn Ḥibbân bi Tertîb-İ İbn Belbân, Beyrut. İbn Kesîr, Ebü l-fidâ İsmâil b. Ömer ( ). el-bidâye ve n-nihâye, thk. Abdullah b. Abdi l- Muhsin et-türkî, Dâru Hicr, Cîze (). Tefsîrü l-ḳurʾâni l-ʿazîm, thk. Mustafa Seyyid Muhammed v.dğr., Kahire. İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd (). Sünen, İstanbul. İbn Teymiyye, Ebü l-abbâs Takıyyüddîn Ahmed b. Abdilhalîm el-harrânî (), Mecmû atü l- Fetâvâ, thk. Enver el-bâz - Âmir el-cezzâr, 3. Baskı, Dâru l-vefâ, Riyad. İbnü l-irâkī, Ebû Zür a Veliyyüddîn Ahmed b. Abdirrahîm el-kürdî el-mihrânî (ts.). Ṭarḥu t-tesṟîb fî Şerḥi t-taḳrîb, Beyrut. Karadavi, Yusuf (). Her Müslümanın Ortak Davası Kudüs, Nida Yayıncılık, İstanbul. Makdisî, Ebû Abdillâh Ziyâüddîn Muhammed b. Abdilvâhid (). Feżâʾilü Beyti l-maḳdis, nşr. Muhammed Mutî el-hâfız, Dımaşk. Makdisî, Ebü l-meâlî Müşrif b. Müreccâ (). Feżâʾilü Beyti l-maḳdis, thk. Eymen Nasruddîn el- Ezherî, Dâru l-kütübi l- İlmiyye, Beyrut. Makdisî, Ebû Mahmûd Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed (). Müs îrü l-ġarâm ilâ Ziyâreti l- Ḳuds ve ş-şâm, nşr. Ahmed el-hatîmî, Beyrut. Mübârekpûrî, Ebü l-ulâ Muhammed Abdurrahmân b. Abdirrahîm (ts.). Tuḥfetü l-aḥveẕî Şerḥu Câmiʿi t-tirmiẕî, Dâru l-fikr, Beyrut. Münâvî, Zeynüddîn Muhammed Abdürraûf (, ). Feyżü l-ḳadîr Şerḥu l-câmiʿi ṣ-ṣaġīr, Kahire. Münzirî, Ebû Muhammed Zekiyyüddin Abdülazim b. Abdülkavi (). et-terġīb ve t-terhîb, thk. Nâsıruddîn el-elbâni, Riyâd. Müslim, Ebü l-hüseyn b. Haccâc (). Ṣaḥîḥ, Beytü l-efkâri d-devliyye, Riyad. Nesâî, Ahmed b. Şu ayb (). Sünen, thk. Abdülfettah Ebû Gudde, Mektebü l-matbû âti l- İslâmiyye, Haleb. Örenç, Aşır (). Kudüs ve Mescid-i Aksa&#;nın Faziletine Dair Hadisler ve Yorumu, Türk- İslâm Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, Özçelik, Fikret (). Hadis Usûlünde Râvi Değerlendirme Metodu İbn Ebî Hâtim Örneği-, İstanbul (). Hz. Peygamber in Beytülmakdis Tasavvuru, Kudüs ve Mescid-i Aksa, Sâlih er-rüfâ î, İbn Hâmid b. Saîd (). el-eḥâdîsü l-vâride fî Feżâili l-medine, Medine. Süyûtî, Ebü l-fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr eş-şâfiî (). el-câmiʿu ṣ-ṣaġīr, Dâru l- Kütübi l- İlmiyye, Beyrut. Şener, Mehmet (). İʿtikâf, DİA, XXIII, İstanbul (). Cami-Dini Hükümler, DİA, VII, İstanbul. Şevkânî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Alî es-san ânî el-yemenî (). Neylü l-evṭâr min Esrâr-İ Münteḳa l-aḫbâr, thk. Ebû Muâz Târık b. İvadullah b. Muhammed, Riyad. Taberânî, Ebü l-kāsım Süleymân b. Ahmed (). el-muʿcemü l-evsaṭ, nşr. Târık b. İvazullah - Abdülmuhsin b. İbrâhim el-hüseynî, Kahire (ts.). el-muʿcemü l-kebîr, thk. Hamdî Abdülmecîd es-selefî, Mektebtü İbn Teymiyye, Kahire. Tahâvî, Ebû Ca fer Ahmed b. Muhammed el-mısrî (). Müşkilü l-âs âr, Haydarâbâd.

39 MESCİD İ AKSÂ DA İBADETİN FAZİLETİNE DAİR RİVAYETLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsâ (). Sünen, nşr. Ahmed Muhammed Şâkir, İstanbul. Ya kūbî, Ebü l-abbâs Ahmed b. Ebî Ya kūb İshâk (). Târîhu l-ya kūbî, thk. Abdulemîr Mihnâ, Beyrut. Yazıcı, Hafize (). Üç Mescid Dışında Dini Amaçlı Yolculuk Yoktur Hadisi ve Çağdaş Hadis Tartışmalarındaki Yeri, (V. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Bildiriler Kitabı 3), Yusuf, Ahmed (). Tahrîcu ehâdîsi fezâili Beyti l-makdis ve l-mescidi l-aksâ, Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, cilt: I, sayı: 2, Zehebî, Ebû Abdillâh Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed ed-dımaşkī (ts.). Mîzânü l-iʿtidâl, nşr. Ali Muhammed el-bicâvî, Dâru l-ma rife, Beyrut ( ). Siyeru Aʿlâmi n-nübelâʾ, thk. Şuayb el-arnaût v.dğr., Beyrut. Zerkeşî, Ebû Abdillâh Bedrüddîn Muhammed b. Bahâdır et-türkî el-mısrî (). İʿlâmü s-sâcid fî Aḥkâmi l-mesâcid, nşr. Ebü l-vefâ Mustafa el-merâgī, Vezâretü l-evkāfi l-mısriyye, Kahire. SONNOTE 1 Süyûtî de Mescid-i Aksa da kılınan namazın sevap derecesi beş bin olarak geçmektedir. Süyûtî, Ebü l- Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr eş-şâfiî, el-câmiʿu ṣ-ṣaġīr, Dâru l-kütübi l- İlmiyye, Beyrut , , (no: ). 2 Hz. Huzeyfe, Hz. Peygamber in Beytülmakdis te namaz kılmadığı görüşündedir. Bk. İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed İbrâhîm el-absî el-kûfî, el-muṣannef fi l-eḥâdîs ve l-âs âr, nşr. Muhammed Avvâme, Beyrut: , XIV, (no: ); İbn Kesîr, Ebü l-fidâ İsmâil b. Ömer, el- Bidâye ve n-nihâye, thk. Abdullah b. Abdu l-muhsin et-türkî, Cîze: , IV, Ancak İbn Kesir in de belirttiği üzere Huzeyfe nin bu görüşü kabule şayan görülmemiştir. Zira Hz. Peygamber in Beytülmakdis te namaz kıldığı sabittir. Bkz. İbn Kesîr, Tefsîrü l-ḳurʾâni l-ʿazîm, thk. Mustafa Seyyid Muhammed v.dğr., Kahire: , VIII, ; A. Mlf., el-bidâye ve n-nihâye, 4: Öyle anlaşılıyor ki Hz. Peygamber in Beytülmakdis te namaz kıldığına dair hadisler Hz. Huzeyfe ye ulaşmamıştır. Bk. Mübârekpûrî, Ebü l-ulâ Muhammed Abdurrahmân b. Abdirrahîm, Tuḥfetü l-aḥveẕî şerḥu Câmiʿi t- Tirmiẕî, Beyrut, Dâru l-fikr, ts., VIII, Parantez içindeki ifadeler Tahâvî ve Taberânî ye aittir. 4 Mezkûr hadis için Münzirî şöyle bir kayıt düşmüştür: رواه البيهقي بإسناد ال بأس به وفي متنه غرابة Bk. Münzirî, Ebû Muhammed Zekiyyüddin Abdülazim b. Abdülkavi, et-terġīb ve t-terhîb, thk. Nâsıruddîn el-elbâni, Riyâd, , II, , (no: ). 5 Mudellis râvî, hadiste bulunan bir kusuru veya ekseriya hoş görülmeyen bir özelliği gizleyerek onun bulunmadığını zannettirecek şekilde rivayet eden râvîdir. Bk. Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, İstanbul, , s Hadisin isnadı şöyledir: حدثنا إبراهيم بن حميد قال: نا محمد بن يزيد بن شداد قال: نا سعيد بن سالم القداح قال: نا سعيد بن بشير عن إسماعيل بن عبيد هللا عن أم الدرداء عن أبي الدرداء رضي هللا عنه. 7 Munker hadis, za if râvînin kendisinden daha iyi durumda olan râvîye aykırı bir şekilde rivayet ettiği hadistir. Daha başka tarifler de yapılmıştır. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Hadisin isnadı şöyledir: حدثنا عبد هللا بن يوسف نا أبو محمد عبد هللا بن محمد بن إسحاق الفاكهي نا أبو يحيى بن أبي مسرة نا أبي نا إبراهيم بن أبي يحيى عن عثمان بن األسود عن مجاهد عن جابر بن عبد هللا. 9 Metrûk bir râvînin rivayet ettiği hadis hiçbir şekilde alınmaz. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Böyle bir râvînin rivayet ettiği hadis, başka bir senedinin olup olmadığını araştırmak ve ona göre değerlendirmek üzere yani itibar için alınır. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Hadisin öğrenim ve öğretiminde çok yanlışlık yapan râvîdir. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Hadisin isnadı şöyledir: ثنا علي بن إسحق ثنا إبراهيم بن يوسف الغرياني المقدسي ثنا عمرو بن بكر ثنا مقاتل عن الضحاك عن ابن عباس رضي هللا عنهما. Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

40 İsmail ALTUN Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) 13 Garip hadis, za îf râvîlerle birlikte sadece bir sika râvînin rivayet ettiği hadistir. Senedinin herhangi bir yerinde (tabakasında) râvî sayısı bire düşen ve çoğunlukla daha iyi durumdaki râvîlerin rivayetine aykırı olan hadis olarak da tarif edilmiştir. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Leyse bi Kaviyy ifadesi, Zehebi, Irâki ve Sehâvî ye göre Leyse bi-hücce manasınadır. Bu siga ise cerhin Zehebi ve Iraki ye göre beşinci, Sehâvî ye göre altıncı mertebesinde bulunan bir râvî için kullanılır. Böyle bir râvînin rivayet ettiği hadis, başka bir senedinin olup olmadığı itibara alınarak değerlendirilir. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Munker cidden ifadesi, yaygın olarak mevzû hadis anlamında kullanılmaktadır. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Nekâret, hadisin veya râvînin munker olması anlamına gelmektedir. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Muztarib hadis, birbirine zıt oldukları halde birini diğerine tercih imkânı bulunmayan hadislerden her biridir. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Hadîsun vâhin, başka bir rivayetinin olup olmadığını araştırmak ve ona göre bir değerlendirme yapmak üzere yani itibar için alınabilen zayıf hadistir. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Böyle bir râvînin rivayet ettiği hadis, başka bir senedinin olup olmadığını araştırmak ve ona göre değerlendirmek üzere yani itibar için alınır. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Hadisin isnadı şöyledir: حدثنا هشام بن عمار. حدثنا أبو الخطاب الدمشقي حدثنا رزيق أبو عبد هللا األلهاني عن أنس بن مالك. 21 Ebû Zür a bu sigayı sika / güvenilir anlamında kullanır. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s Ancak lâ be se bih ifadesinin başka âlimler tarafından farklı anlamda kullanıldığı da olmuştur. Geniş bilgi için bk. Fikret Özçelik, Hadis Usûlünde Râvi Değerlendirme Metodu İbn Ebî Hâtim Örneği-, İstanbul, , s Ahmed in Müsned ini tahkik eden Şuayb Arnavut, Câbir den nakledilen hadisin isnadının Buhârî nin şartına göre sahih olduğunu belirtmektedir. 23 Bazı hadislere göre Kur ân-ı Kerim de takva üzere tesis edildiği bildirilen mescid, Mescid-i Nebevî dir. Bkz. Müslim, Ebü l-hüseyn b. Haccâc, Ṣaḥîḥ, Beytü l-efkâri d-devliyye, Riyad, , Ḥac, 96, (no: ); Nesâî, Ahmed b. Şu ayb, Sünen, thk. Abdülfettah Ebû Gudde, Mektebü l-matbû âti l-islâmiyye, Haleb, , Mesâcid, 8 (no: ). 24 Mezkûr hadisin isnadı şöyledir: حدثنا عبد الرزاق حدثنا ابن جريج أخبرني عطاء أن ابا سلمة بن عبدالرحمن أخبره عن أبي هريرة عن عائشة. 25 Son devir hadis âlimlerinden Nâsıruddîn el-elbâni bu görüşe itiraz ederek şöyle der: Hadis sahihtir. Ayet umum, hadis hâstır. Usul gereğince umum, hâs olana hamledilir. Dolayısıyla hadis, ayeti tahsis ve tebyin etmiştir Neticede hadisin lafzından anlaşıldığı üzere üç mescid dışında itikâf olmaz. Bk. Nâsırüddin el-elbânî, Silsiletü l-eḥâdîs i ṣ-ṣaḥîḥa ve Şeyʾün min Fıḳhihâ ve Fevâʾidihâ, Riyad, VI, (no: ). Kanaatimice Elbânî nin bu görüşü isabetli değildir. Zira ayetin sübutu kat î, manaya delaleti zannî iken söz konusu hadisin hem sübutu, hem de manaya delaleti zannîdir. Dolayısıyla yapılması gereken, ayetin değil hadisin usule uygun olarak yorumlanması ve itikâf ancak üç mescitte olur ifadesindeki itikâfın, kâmil anlamdaki itikâfa hamledilmesidir. 26 Esasen itikâf yapılacak mescidin niteliği hususunda âlimler arasında ihtilaf vardır. Bk. İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed el-endelüsî el-kurtubî, el-muḥallâ, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Kahire , V, Ebû Dâvûd da bu rivayetin isnadı hasen olarak değerlendirilmiştir. 28 Bu rivayetin isnadı şöyledir: حدثنا أ بو بكر بن أ بي شيبة ق ال : حدثنا ع بد ا أأل على بن عبد األعلى عن محمد بن إسحاق ق ال: حدثني سليمان بن س حيم عن أم حكيم بنت أمية عن أم سلمة. 29 Bu rivayetin isnadı şöyledir: حدثنا محمد بن ا ألمص ف ى ا ألح أمص ي ق ال حدثنا أ حمد بن خالد ق ال: حدثنا محمد بن إ أسحاق عن يحيى بن أبي سفيان ع ن أمه أم حكيم بنت أمية عن أم سلمة. 30 Bu rivayetin isnadı şöyledir: حدثنا يعقوب ق ال: حدثني أ بي عن ابن إ أسحاق قال: حدثني سليمان بن س حيم مولي ال جبير عن يحيى بن أبي سفيان االخنسي ع ن أمه أم حكيم إبنة أمي ة االخنس عن أم سلمة. 31 Ceyyid, Hasen li-zâtihi mertebesinden yüksek olmakla beraber sahih derecesine vardığından tereddüt edilen hadistir. Bu tür hadisleri sahih veya makbul hadis olarak değerlendirenler de vardır. Bk. Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s

41 Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21(3): DOI: /beytulmakdis HZ. ÖMER DÖNEMİNDE ( ) BEYTÜLMAKDİS İN FETHİ VE İSKÂN Ömer SABUNCU * ÖZ: Hz. Ömer döneminde Amr b. Âs, Filistin bölgesindeki şehirleri fethetmiş, Beytülmakdis i ise kuşatma altında tutmuş ancak ilk etapta başarılı olamamıştı. Daha sonra ise Ebû Ubeyde nin bölgeye gelmesi ve Beytülmakdis te kaleye sığınan halkın daha fazla dayanamayacaklarını anlaması sonucu şehir, halkın isteği ile Hz. Ömer e teslim edilmiştir. Hz. Ömer in Beytülmakdis halkına vermiş olduğu emannâme ile halkın can ve mal güvenliği, dinlerini serbestçe yaşamaları teminat altına alınmıştır. Resûlullah ın hadislerindeki teşvikler ve Beytülmakdis in Müslümanlar için önemi birçok sahâbîyi buraya yerleşmeye sevk etmiştir. Gerek Hz. Ömer döneminde gerekse sonraki dönemlerde sahâbîler Beytülmakdis e gelmişlerdir. Bunların fetih ordusunun komutan ve askerleri sıfatıyla, ikamet amacıyla, ziyaret niyetiyle, ilim öğrenmek veya öğretmek için buraya geldikleri kaydedilmektedir. Bu çalışmada Hz. Ömer Döneminde Beytülmakdis in fethi ve İskân konusu ele alınmaya çalışılacaktır. ANAHTAR KELİMELER: Hz. Ömer, Beytülmakdis, İliya, Sahâbî, Fetih, İskân. Fath and Settlement in Bayt al-maqdis during the reign of Caliph Umar ibn al-khattab ( ) ABSTRACT: During the reign of Caliph Umar ibn al-khattab, Amr ibn al- As conquered many cities in the Palestine region and besieged the city of Aelia (Bayt al-maqdis), but he was not initially successful in taking it. Once Abu ʿUbayda came to the region, the people of Bayt al-maqdis, who took shelter in the fortified city, realised that they could no longer withstand the conquest, and delivered the holy city willingly to Caliph Umar. With the Assurance of Safety given by Umar to the people of Aelia, he assured them the safety of life, property and freedom of religion. The prophetic tradition on the virtues of Bayt al-maqdis and the importance it held in the eyes of Muslims encouraged many companions to settle there during Umar s times as well as in subsequent periods. It is recorded that commanders, as well as soldiers, of the Muslim army resided, visited and came to acquire or pass on knowledge in Bayt al- Maqdis. This paper will deal with the subject of the Muslim Fath as well as the nature of Muslim settlement in Bayt al-maqdis. KEYWORDS: Umar ibn al-khattab, Bayt al-maqdis, Aelia, Companions, Conquest, Settlement. * Doç. Dr., Harran Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü, Şanlıurfa/Türkiye, [email protected], ORCİD:

42 Ömer SABUNCU Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) GİRİŞ Hz. Ömer in hilafet dönemi, İslâm dinini benimsememiş halklarla düzenli irtibatın kurulduğu bir dönem olmasıyla öne çıkar. Hz. Ebû Bekir in hilafete gelmesiyle başlatılan ve Hz. Ömer zamanında devam eden İslâm fetihleri ve bunun neticesinde sınırların genişlemesiyle gayrimüslimler de bu sınırların içerisine dâhil olmuştur (el-belâzürî, , s. ). İlk iki halifenin yönetime geçtiği dönem içerisinde fetihleri gerçekleştirilen bölgelerde Müslüman idaresi altına girmiş bütün gayrimüslim gruplara Allah Resûlü nün belirlemiş olduğu ilkeler, en ince ayrıntısına kadar büyük bir titizlikle takip edilmiştir (Söylemez, , s. ). Hz. Peygamber, üzerine düştüğü bu hassas noktanın önemini kendinden sonraki Müslüman idarecilere şu sözleriyle vurgulamıştır: Benden sonra gelecek olanlara İslâm yönetimi altında bulunan insanların haklarına riayet edilmesini, o insanların zulme ve haksızlığa karşı korunmasını ve onların ödeyemeyeceği ağır vergilerden sorumlu tutulmamasını sizlere tavsiye ediyorum (el-kûfî Ebû Yûsuf, /, s. 14). Allah Resûlü nün bu tavsiyesini dikkate alan Müslümanlar kendi idareleri altında olan insanlara adaletli davranmışlardır. Fethedilen yerlerde de bu hassasiyeti takip etmiş ve insanların bulunduğu toprakları fethetmeden önce gönüllerini fethetmişlerdir (Özel, , s. ). Beytülmakdis ve o bölge içerisinde bulunan şehirler Yahudi ve Hıristiyan toplulukları için büyük önem arz ettiği gibi Müslümanların nazarında da büyük önem taşımaktaydı (Harman, , s. ). Müslümanların bu bölgeye fetih amacıyla gitmesi ve ardından o bölge halkının talebi üzerine Halife Ömer in Medine den kalkıp bu şehre gelmesi ve emannâmeyi Beytülmakdis halkına bizatihi kendi vermesi de Müslüman halkın bu bölgeye verdiği önemi ifade etmektedir (Fayda, , s ). Beytülmakdis şehrinin kelime anlamıyla ilgili olarak İbn Manzûr (ö. /) Kuds ün temizlik, tahâret anlamlarında olduğunu, bunun yanında bütün ayıp ve noksanlıklardan münezzeh manalarına da geldiğini belirtir (İbn Manzûr, , s. 6/). 1 Kuruluşundan günümüze değin Beytülmakdis e verilen isimleri incelediğimiz takdirde kente hâkim olan toplumlardan hangisinin kullandığı lisan ile ifade edilirse edilsin, iki ana esas göze çarpmaktadır: Bunlardan birincisi barış diğeri ise kutsallık anlamını ifade eden kelimeler olmalarıdır. Fakat tarihte yaşananları incelediğimiz zaman genellikle barışın, kutsallık için feda edildiğini müşahede etmekteyiz. Beytülmakdis, bilhassa İslâm hâkimiyeti ve Osmanlı yönetimi hariç tutulursa, zulüm ve istilaların getirdiği büyük yıkımlara uğramıştır (Gül, a, s. ). Müslümanlar Beytülmakdis in fethini "Ömerî Fetih şeklinde isimlendirmişlerdir. Bu fetih, tüm dünyaya barış, güven hoşgörü ve kerem hususunda eşine az rastlanır bir örnek sunmuştur (Demirci, , ss ). Fethin şehirde meskûn bulunan halk üzerinde nasıl bir etki yaratacağını kazanılan Ecnadeyn ve Yermûk savaşları sonrasında Bizans ın baskı ve zorbalıklarından kurtulan yerli halkın İslâm ordusunu bayram havasında ve şarkılarla karşılarken (el- Belâzürî, , s. ). Sizin yönetim ve adalet anlayışınızı daha önce içinde bulunduğumuz zulüm ve baskıya tercih ediyoruz (el-belâzürî, , s. ) sözlerinde bulabilmekteyiz.

43 HZ. ÖMER DÖNEMINDE ( ) BEYTÜLMAKDIS IN FETHI VE İSKÂN Kadim bir şehir olan Beytülmakdis üç ilahi din olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet için kutsiyet ifade etmektedir. Kutsal kitabımız Kur ân-ı Kerîm de adı doğrudan anılmayan fakat birçok âyetlerde bereketli kılındığının (İsrâ 17/1; Araf 7/; Sebe 34/18) yanı sıra kutsal arz olarak da (Mâide 5/21) nitelendirilen Beytülmakdis şehri bilhassa İsrâ hadisesinden sonra Müslümanlar nezdinde ehemmiyet kazanmıştır. İslâm ın Mekke döneminde İsrâ ve Mi raç hadiselerinin gerçekleşmesi ve Medine döneminin ilk on yedi aylık zaman dilimine kadar kıble olarak yönelinen Beytülmakdis şehri, İslâm ın Mekke döneminden itibaren Hz. Peygamber (s.a.v.) başta olmak üzere tüm ashâbın ilgisini ve sevgisini celp etmekteydi. Beytülmakdis şehriyle ilgili Kur ân-ı Kerîm de yer alan ayetlerin yanında, birçok Peygamber in elçilik görevini bu şehirde üstlenmeleri ve tevhit mücadelelerini sürdürmeleri şehrin dinimizdeki anlam ve önemini arttırmaktadır. Şehrin dikkat çeken bir diğer yönü de Hz. Peygamber in ashâbına Beytülmakdis te yapılan ibadetlerin faziletleri noktasındaki teşvikleri olmuştur. Bununla ilgili Ebû Derdâ Hz. Peygamber in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. Kim Beytü l-makdis de sevabını sadece Allah tan bekleyerek namaz kılarsa tüm günahları affedilir. Başka bir rivayette ise Kim hiçbir karşılık beklemeden Beytü l- Makdis i ziyaret ederse ona, bin şehit ecri verilir (el-uleymî, , s. 1/). Ayrıca Beytülmakdis, Kâbe-i muazzamanın bulunduğu Mekke ve Allah Resûlü nün bina ettiği Mescid-i Nebevî nin bulunduğu Medine şehrinden sonra Müslümanlar için kutsal üçüncü şehirdir. Hz. Peygamber bunu dile getiren bir rivayette ise şöyle buyurmaktadır. Allah için yolculuk, yalnızca üç mescit için yapılır ki Bunlar: Mescid-i Harâm, Mescid-i Aksâ ve benim mescidim, yani Mescid-i Nebevî dir (el-uleymî, , s. 1/). Hz. Peygamber in Beytülmakdis ve Mescid-i Aksâ ya gitmek ve orada ibadet etmenin faziletleriyle ilgili birçok rivayeti bulunmaktadır. 1. Hz. Ömer in Beytülmakdis i Fethe Yönelik Yaptığı Hazırlıklar Beytülmakdis, tarih boyunca birçok noktada dünyanın merkezi olma özelliğine sahip olmuş ve bu özellikleri ile muhtelif dönemlerde ele geçirilme teşebbüslerinden dolayı çeşitli felaketlerin yaşanmasına şahitlik etmiştir. Hz. Ömer in hilafetinde Müslüman orduların Beytülmakdis i fethi, gerek dinî gerek toplumsal boyutuyla önceki işgallerden farklı olmuştur(mert, , s. ). Müslümanların gerçekleştirdiği bu fetih, İslâm dininin tüm dünyada tesis etmek istediği; adalet, hoşgörü, barış vb. hasletler için eşsiz bir örnek olmuştur. Beytülmakdis i de içine alan Filistin bölgesi, Hz. Peygamber den (s.a.v.) sonra Hz. Ebû Bekir ile başlayıp ardından Hz. Ömer in askerî faaliyetleriyle devam eden fetihlerin İslâm medeniyetinin bir anlamda dünyaya açılan kapısı konumunu almıştır. Filistin topraklarının güney bölgesinin ilk kez Müslümanlar tarafından fethini kolaylaştıran ilk savaş Bizans ordusuna karşı Amr b. Âs komutasında gerçekleştirilen Ecnadeyn zaferidir (13/) (el-belâzürî, , s. ). Müslüman ordularının yapmış olduğu taarruz sonucunda Bizans ordusu Beytülmakdis bölgesine doğru geri çekilmek zorunda kalmıştır. Daha sonra Müslüman ordusu Hâlid b. Velîd komutasında Bizans ordusunu Yermûk te (15/) yenilgiye Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

44 Ömer SABUNCU uğratmıştır. Bu durum Müslümanların hem güney hem de kuzey bölgesinden kuşatma altına aldığı Beytülmakdis in alınma sürecini hızlandırmıştır (İbnü l-esîr, , s. 2/). Beytülmakdis fethedilmeden önce Filistin bölgesinde bulunan Nablus, Amvas, Gazze, Yübna, Kınnesrîn, Yafa ve Rafah şehirleri kısa süre önce Müslüman askerleri tarafından fethedilmiş Beytülmakdis ise kuşatma altına alınmıştı. O bölgeyi kuşatan Amr b. Âs, Ecnadeyn ve Yermük savaşlarında yenilerek şehirlerine geri dönen Hıristiyan askerlerin sayıca çok olması ve kale surlarının yüksek ve geçilmez olması sebebiyle Beytülmakdis in fethini gerçekleştiremedi. Beytülmakdis halkı ve savaştan dönen askerler, Amr ve Müslüman askerleri çok uğraştırmıştı (Taberî, , s. 3/ ). Beytülmakdis te Müslümanların yardıma ihtiyaç duyduğu haberini alan Ebû Ubeyde b. Cerrâh, 16/ yılında fetih için gitmiş olduğu Kınnesrîn ve çevresini fethettikten sonra Amr ın yanına gelerek kuşatmaya destek takviyesinde bulundu (el-belâzürî, , s. ). Ebû Ubeyde, Beytülmakdis e doğru yola çıkmadan önce Hâlid b. Velîd i yanında bir ordu ile Beytülmakdis e gönderdi. Ebû Ubeyde Beytülmakdis e geldiğinde kalede bulunanlara barış teklifinde bulunup savaş yapılmaksızın şehirlerin teslim edilmesini teklif etti. Ancak Beytülmakdis halkı bu teklifi kabul etmeyip şehirlerini savunmak üzere kalede direnmeye devam ettiler (İbn Aʻsem, , s. 1/ ). Beytülmakdislilerin sulh teklifini kabul etmediğini gören Ebû Ubeyde b. Cerrâh şehrin kuşatma şiddetini arttırdı. Kalede bulunanlar Müslüman askerlerin geri adım atmayacaklarını anlayınca, bir an kalenin kapılarını açıp Müslümanlara saldırdılar. Bu saldırı karşısında İslâm ordusu büyük bir taarruzla düşman ordusunu hezimete uğratıp tekrar kalelerine sığınmaya zorladılar. Kalede bulunanlar bir süre sonra kaçışın olmadığını anlayınca Müslümanlardan sulh yapılmasını talep ettiler (Halîfe b. Hayyât, , s. ). Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) 2. Hz. Ömer in Beytülmakdis i Teslim Alması Müslümanlar Beytülmakdis bölgesine herhangi bir girişimde bulunmamışken Beytülmakdis halkı çevrede yaşanan gelişmelerden haberdar olmuştu. Müslümanların fethettiği yerlerde bulunan halka vermiş oldukları emannâmelerin bir benzerinin Hz. Ömer tarafından kendilerine verilmesi karşılığında şehri teslim edeceklerini söylemişlerdir. Bu teklif karşısında komutan Ebû Ubeyde b. Cerrâh Beytülmakdis halkının taleplerini Hz. Ömer e bildirdi (Sırma, , s. ). Hz. Ömer yaptığı istişareler sonunda yanına Hz. Ali yi alarak Beytülmakdis&#;e gitmesinin daha faydalı olacağına karar verdi. Hz. Ömer, Medine de yerine vekâleten birini bırakarak Hz. Ali ile beraber, 16/ yılında Beytülmakdis e doğru yola çıktı. Halife, Suriye yakınlarına ulaştığında Hâlid b. Velîd ve Yezîd b. Ebû Süfyân onları karşıladılar. Hz. Ömer; Câbiye bölgesinde bir süre dinlendi ve Beytülmakdis halkına vereceği emannâmeyi burada hazırladı (İbnü l-esîr, , s. 2/). Hz. Ömer, Beytülmakdis halkı ile kaleme almış olduğu emannâmeyi imzalamasının ardından m yılında Beytülmakdis i teslim aldı (İbn Kesîr, , s. 3/7). Hz. Ömer, Beytülmakdis şehrini teslim alırken şehrin kapısından kibir ile değil; tevazu ile

45 HZ. ÖMER DÖNEMINDE ( ) BEYTÜLMAKDIS IN FETHI VE İSKÂN girmişti (Taberî, , s. 3/). Hz. Ömer, Beytülmakdis patriğinin refakatiyle ilk olarak Mescid-i Aksâ yı ziyaret edip ardından Hz. Davud un mihrabının yanına geldi ve Hz. Davud un Allah&#;a yapmış olduğu duayı içeren âyetleri okudu. Beytülmakdis patriği, Hz. Ömer in namaz kılmak için bir yer talep etmesine binaen onu bir kiliseye götürdü ancak burada namaz kıldığı takdirde Müslümanların bu kiliseyi Hıristiyanlardan alıp kendi kontrolleri altına alma korkusuyla namazını başka bir yerde kılmıştır (Vâkıdî, , s. 1/). Müslümanlar, sonraki bir dönemde Hz. Ömer in namaz kıldığı bu bölgede bir cami inşa ederek Ömer Camii ismini vermişlerdir. Hz. Ömer, Beytülmakdis i Hıristiyanlardan teslim aldıktan sonra o bölgede yaşayan Beytülmakdis halkına İslâm dinini öğretmek üzere Ubâde b. Sâmit ve Abdurrahman b. Ganm i görevlendirdi (Sallâbî, , s. 1/). 3. Hz. Ömer in Beytülmakdis e (Îliya) Verdiği Emannâme Hz. Ömer in, Beytülmakdis halkına vermiş olduğu emannâme metni şu şekildedir: Rahman ve Rahim olan Allah ın adıyla. Bu metin, Allah ın kulu ve müminlerin emiri olan Ömer den Îliya [Beytülmakdis] halkına verilen emândır. Onların canları, malları, kiliseleri, haçları, hastaları ve tüm fertlerine vermiş olduğu bir güvencedir. İçerisinde ibadet etmiş oldukları kiliselere el konulmayacak ve yıkılmayacak. Bu kiliselerin içerisinde bulunan değerli ve kutsal eşyalara kesinlikle zarar verilmeyecektir. Hiçbir insan dinî inancından ötürü zorlanmayacak, hiçbir şekilde zarar görmeyecektir (Sönmez, , s. ). Buna binaen Îliya halkı emân talep eden diğer şehirler gibi Müslümanlara cizye verecektir. O bölge içerisinde ikamet eden Rumlar çıkarılıp gittikleri bölgeye kadar güvenlikleri kontrol altında tutulacaktır. O bölgeden çıkmayıp orada yaşamak isteyenler Îliya halkı gibi Müslümanlara cizye verecektir. Bu bölgede arazileri üzerinde tarım yapanlar arasından burada kalıp hasat işlemlerini yapmak isteyenler hasadını yapacak, ayrıca ürünlerini satmak isteyenlere pazar imkânları sağlanacaktır. Bu emân, Allah Resûlü nün, Halifenin ve tüm Müslümanların Îliya halkına verdiği emândır (Taberî, , s. 3/). Hz. Ömer, Beytülmakdis e gelerek vermiş olduğu bu emannâmeyle; Hıristiyanların himaye altına alınması, ibadet etme noktasında serbest bir ortama sahip olabilmeyi ve daha öncesinde Bizans a verdikleri ağır vergilerden daha az bir miktarın ödenmesini temin etmiştir(fayda, a, s. ). Netice itibariyle Îliyalılar, Müslümanlardan Suriye de bazı bölgelere vermiş olduğu imtiyazlara benzer bir emân verilmesini talep etmeleriyle onlara da aynı imtiyazların verilmesi genel anlamda yapılan fetih hareketlerinin var olduğunu ve insanların bu fetihlerden memnun kaldığını ifade etmektedir (Sallâbî, , s. ). Çünkü o bölgede yaşayan insanlar, bu bölgeye hâkim olmak için çeşitli istilalar yapan ordularla bu emannâme vesilesiyle ilk defa aynı konum ve haklara sahip olduklarını anlamıştır (Fayda, a, ss ). 4. Îliya Halkının Müslümanlara Olan Bağlılığı Filistin e özelde ise Beytülmakdis e hâkim olan Bizans ın sert politikasının varlığı karşısında bölge halkı, İslâm ordularının bu bölgeleri fethetmesini ve Müslümanların bu coğrafyaya yerleşmesini bir kurtuluş olarak görmüşlerdir. Bu Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

46 Ömer SABUNCU Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) nedenle Bizans ın baskı ve şiddet politikası altında yaşayan halk, Hz. Ömer in ordusu ile bu bölgeye gelmesini büyük bir sevinçle karşılamışlardır (Eraslan, , s. 99). Batılı tarihçi ve düşünürler Müslüman tarihçilerin yapmış olduğu bu değerlendirmeyi objektif bir şekilde değerlendirilmediğini düşünse de tarih bundan daha fazlasına şahitlik etmiştir. Beytülmakdis halkı, Bizans ın yapmış olduğu zulümden kurtuldukları ve kendilerinin lehine olan imtiyazlarla emân aldıkları İslâm ordusuna karşı daha olumlu bir tutum sergilemişlerdir (Demircan, , s. ). Beytülmakdis halkının bu tutumu takınmasından İslâm dinini benimsedikleri algısını oluşturmak yanlış bir izlenimi oluşturacaktır. Çünkü Müslümanların vermiş olduğu emannâme içerisinde Beytülmakdis halkına verilen haklar içerisindeki en önemli maddelerden bir tanesi: İçerisinde ibadet etmiş oldukları kiliselere el konulmayacak ve yıkılmayacaktır. Bu kiliselerin içerisinde bulunan değerli ve kutsal eşyalara kesinlikle zarar verilmeyecektir. Hiçbir insan dinî inancından ötürü zorlanmayacak, kendisine hiçbir şekilde zarar verilmeyecektir. maddesiydi. Bu madde ile Beytülmakdis halkının dinlerini rahat bir şekilde yaşayabilecekleri ve bu konuda kendilerine özgür bir ortam sağlandığı anlaşılmaktadır (Karabulut, a, ss ); Bu ahitnameye Müslümanlar tarih boyunca hep sadık kalmışlardır. Emânnameye aykırı davranmamışlardır. Mesela Endülüs de Gırnata nın son emiri Ebu Abdullah ile yılında yapılan antlaşmada Müslümanların yaşam ve inanç dokunulmazlığı kayıt altına alındığı halde kısa süre sonra buna riayet edilmemiş, Müslümanlar büyük acılar yaşamışlardır (Bk. Karan, , s. ; Matthew Carr, t.y., s. vd.). Müslümanların Beytülmakdis halkına vermiş olduğu emannâmede yer alan Beytülmakdis bölgesinde Yahudiler yerleştirilmeyecektir maddesi ile ilgili bazı eleştirilerin bulunduğu bilinmektedir. Ortaya konulan eleştirilerin içeriği genel anlamda Hz. Ömer in tutumunda bir çelişki olduğu yönündedir. Çünkü kendi halifelik döneminde yoksul Yahudilere Beytülmâl dan yardım sağlayan Hz. Ömer in Yahudilerin yerleşim konusunda bu tutumu nasıl takındığı konusunda akıllarda bazı sorular oluşmuştur. Ancak Yahudilere yapılan maddi yardım ile Beytülmakdis bölgesine Yahudilerin yerleştirilmesi konusu tamamen birbirinden farklı konulardır. Biri devletin sosyal politikası iken diğeri siyasi ve diplomatik bir konudur. Bu sebeple Hz. Ömer in tutumunda herhangi bir çelişkinin olduğu söz konusu değildir (Fayda, a, s. ). Belâzurî (ö. /), Hz. Ömer in Îliya halkına vermiş olduğu emannâmeden bahsetmemiş, Şam bölgesinde bulunan şehirlerle yapılmış bir antlaşma olarak tanımlamıştır (el-belâzürî, , s. ). O dönemde halife Ömer in Yahudiler hakkında öne sürmüş olduğu ilgili madde aslında ilk metinde yer almayıp daha sonra Beytülmakdis te yaşayan Hıristiyanlar tarafından konulduğu ileri sürülmüştür. Beytülmakdis te yaşayanlar ise Yahudilerle ilgili maddenin ilk metinde geçtiğini ancak daha sonra Yahudilerin yapmış olduğu bazı hilelerle antlaşma metninden çıkardıklarını ifade etmişlerdir. Verilen bu emannâme

47 HZ. ÖMER DÖNEMINDE ( ) BEYTÜLMAKDIS IN FETHI VE İSKÂN Müslümanlar tarafından İslâm tarihi süresince korunmuş ve hassasiyetle uygulanagelmiştir. Yusuf el-karadâvî Her Müslümanın Ortak Davası Kudüs adlı kitabında şu hususa dikkatleri çekmiştir: Hz. Ömer in vermiş olduğu emannâme metninde Yahudilerle alakalı geçen madde kendilerini ciddi şekilde rahatsız etmiş ve yapılan bu antlaşmanın lağvedilmesi neredeyse imkânsız olduğu için Yahudiler, birtakım sahte evraklar hazırlayıp halifenin Beytülmakdis ile yapmış olduğu emannâmenin bir sahte nüshasını hazırlamışlar ve Yahudilerin Beytülmakdis bölgesinde yerleşemeyeceğine yönelik maddeyi antlaşma metninden silmişlerdir. Yapılan bu sahte evrak girişiminin kim döneminde ve kim tarafından yapıldığı henüz bilinmemektedir. Bu sahte evrak olayı sonrasında Yahudiler Beytülmakdis bölgesine doğru yerleşme girişimlerini hızlandırmışlardır (Karadâvî, , ss ). Hz. Ömer in antlaşma ile Beytülmakdisli Hıristiyanların canları, malları ve inanmakta oldukları dinlerini emniyet altına aldığından, antlaşma maddelerinde Yahudilerin şehirde oturmalarına izin vermemiştir. Hıristiyanlar Hz. Îsâ yı Yahudilerin Beytülmakdis te çarmıha gerdiklerine inanmakta ve sorumlu olarak Yahudileri görmekteydiler. Bunun yanında İslâm ordularının bölgede fetihlerinden önce İran-Bizans arasında meydana gelen muharebeler esnasında Yahudiler İranlılara yardım ederek kendilerini arkadan vurmuşlar, hatta İranlılardan Hıristiyan esir satın alarak boğazlamışlardır (Mazak, , s. 69). Hz. Ömer in de Hıristiyan halkın Yahudiler den duyduğu rahatsızlık yüzünden ya da orada bulunan patriğin bu yasağın sürmesini talep etmesi nedeniyle ilgili maddeyi antlaşmaya koyduğu düşündürtmektedir (Mert, , s. ). Ancak fetih akabinde yaşanan uygulamalar incelendiğinde Müslümanların şehre girişiyle birlikte Yahudilerin şehirde yaşam imkânı bulduklarını ve Yahudilerin şehirden çıkarılmalarına dair maddenin pek de gerçeği yansıtmadığı görülmektedir. Nitekim Mustafa Fayda da antlaşmanın maddeleri arasında bulunan Yahudiler Beytülmakdis te iskân edilmeyecektir maddesinin sıkıntılı olduğunu ifade etmiştir. İlgili maddenin İskenderiye nin fethi sonrasında yapılan antlaşmanın metninde yer alan Yahudiler in şehirde iskân etmelerine izin verilecektir maddesiyle uyum göstermediğini belirtir. Zira kısa bir zaman sonra gerçekleşen bu fetih sırasında iskâna izin verilirken Beytülmakdis in fethi sırasında izin verilmemesinin pek de makul olmadığını ifade eder (Fayda, b, s. ). 2 Şehrin fethi sonrasında yapılan bu antlaşma hem Hz. Ömer, hem de Beytülmakdis şehri açısından önem taşımaktadır. Hz. Ömer antlaşma vesilesiyle Arabistan dan ayrılan ilk halîfe olmuş ve antlaşmayı bizzat kendisi imzalamıştır. Bu da İslâm dini ve sahâbe açısından şehrin fethedilmesinin anlam ve öneminin ne kadar büyük olduğu hakkında bize fikir vermektedir (Balcı, , ss ). Hz. Ömer in antlaşma metninde görüldüğü üzere gayrimüslimlere karşı iskân noktasında yaptığı ilk icraat Hıristiyan Beytülmakdis halkının yaşamakta oldukları topraklarda cizye ve haraç ödemek şartıyla kalmalarına izin vermek olmuştur. Bunun yanında yıllardan beri Beytülmakdis in Hıristiyan halkı üzerinde dinî baskı kuran Ortodoks Bizanslılar ve Yunanlılar bulunmaktaydı. Müslümanlarla savaşmalarına rağmen Bizanslıları şehirde kalıp kalmamak noktasında muhayyer Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

48 Ömer SABUNCU bırakmış, hangisini tercih ederse etsin emniyet içinde olacakları güvencesi verilmiştir. Bu Müslümanları galip geldikleri savaşlarda dahi mağluplara ne kadar hoşgörülü davrandıklarının bir kanıtıdır. Beytülmakdis halkı da kendisini merhametsizce ezen Yunanlılar ve Bizanslılarla bu anlaşma sayesinde ilk defa aynı haklara sahip olma şansını yakalamıştır. Böylece Hıristiyan halk, kendisine baskı ve şiddet uygulayan Ortodoks Hıristiyanlarından Müslümanların gelişiyle kurtulmuşlardır (Azimli, , s. ). Journal of Islamicjerusalem Studies, , 21 (3) 5. Fetih Sonrası Gelişmeler Hz. Ömer, Beytülmakdis fethedildikten sonra orada yaşayan insanların güven içerisinde yaşayabileceklerini ve emannâmede belirtilen hususların göz önünde bulundurulacağını söylemiştir (İbn Asâkir, , s. 65/). Ayrıca o bölgede bulunan ordu komutanlarına talimatlar göndererek bölgenin kontrolünü takip etmelerini ve güven ortamının oluşturulmasını emretmiştir (Fayda, a, s. ). Müslümanlar Beytülmakdis ve bölgesini fethettikten sonra Bizans; o bölgeyi terk edip Mısır havzasına doğru yola çıkmıştır (İbnü l-esîr, , s. 2/). Bizans ın o bölgeyi bırakıp Mısır a doğru yola çıktığını gören yakın civardaki köyler, İslâm ordusuna daha fazla direnemeyip bulundukları bölgeleri Müslüman askerlere teslim etmişlerdir (Sallâbî, , s. ). Hz. Ömer in Medine den ayrılıp Beytülmakdis e gelmesiyle birlikte Şam bölgesinde görev yapan komutan ve valiler de bölgeye geldiler. Halife, Îliya halkına karşı nasıl bir tavır ve tutum sergileyecekleri hususunda valiler ve komutanlarla uzun istişareler yapması hasebiyle Îliya ziyaretini uzun tutmuştur (Numanî, , s. ). Hz. Ömer komutanlarıyla yaptığı toplantıda yetkili komutanlara birtakım görevler vermişti. Verdiği görevler içerisinde en fazla dikkat edilmesini istediği husus; Beytülmakdis ve çevresinde birden fazla karargâhın kurulması ve oralara süvarilerin yerleştirilmesini istemesiydi (Orta, , s. 19). Hz. Ömer in bunu istemesinin en önemli sebebi dışarıdan yapılabilecek saldırı vb. bir durum söz konusu olduğunda bu birliklerin varlığı sebebiyle gelecek tehlike ve tahriplerin oluşmaması; Müslüman askerleri ve o bölge halkını tek bir merkezde toplayabilmenin kolay olmasıydı (Fayda, a, ss ). Halife Ömer, bu bölgede güvenlik noktasında bazı önlemleri alarak halkın güven noktasında huzur içinde yaşamasını istemiştir. Hz. Ömer Beytülmakdis bölgesinden ayrılmadan evvel kimlerin bu bölgede valilik yapacağını tespit etmiş ve bu bölgeyi ikiye ayırmıştır (Avcı, , s. ). Beytülmakdis in bir tarafına Alkame b. Hakîm i, diğer tarafına da Alkame b. Mücezziz i tayin etmiştir (İbnü l-esîr, , s. 2/). Hz. Ömer, bölgelere vali tayinlerini de gerçekleştirdikten sonra Medine ye dönüş hazırlıklarını tamamlamış ve ardından şöyle bir hutbe îrad etmiştir: Rahman ve Rahîm olan Allah ın adıyla; Ey Beytülmakdis halkı! İyi bilin ki Müslümanların halifesi konumunda olan ben sizlere zulmetmeyecek ve sizin haklarınıza sahip çıkacak yöneticiler belirledim. Allah ın bana vermiş olduğu yetkiyle size karşı vazifemi hakkıyla yerine getirme gayreti içerisinde oldum. Yönetimden size ait olan malların tamamı hesaplanıp

49 HZ. ÖMER DÖNEMINDE ( ) BEYTÜLMAKDIS IN FETHI VE İSKÂN aranızda eşitlik gözetilerek taksim edildi. Oturacağınız evler ve üzerinde tarım yapacağınız arazileri de aranızda adaletli bir şekilde bölüştürdük. Müslüman askerlerden oluşan süvarilerle çeşitli bölgelerde ordugâhlar kurularak güvenliğinizi arttırıp huzurlu ve güvenli bir ortam oluşturuldu. Sizleri de sağlam sınırlar içerisine yerleştirerek gelecek tehlikelere karşı sizi savunma içerisine aldık. İslâm dini; bir insanın yeni bir şey öğrendiği zaman elinden geldiğince onunla amel etmesi gerektiğini belirtmiştir. Bizler de Allah ın bize vermiş olduğu güç ve iradeyle bildiklerimizi yerine getirmeye çalışmaktayız. Güç ve kudret yalnızca Allah katındandır (Taberî, , s. 4/). Hz. Ömer, Îliya halkının şartını yerine getirmiş ve burada bir müddet kalıp ardından zilhicce ayının ortalarında tekrar Medine ye gelmiştir (İbn Kesîr, , s. 7/70). Hz. Ömer hilafetinin ilk yıllarında yapmış olduğu bu girişimler neticesinde Şam bölgesinde bulunan şehirlere İslâm dininin yayılmasını kolaylaştırmıştır (Zehebî, , s. 3/). İslâm ordusu Filistin e ait sahil bölgelerini de fethederek deniz yolları üzerinde de hâkimiyet kurmak istemiştir (İbnü l-esîr, , s. 2/). Beytülmakdis in Müslümanlar tarafından fethedilmesi çevresinde bulunan diğer şehirlerin de hâkimiyet altına alınması noktasında kilit bir konuma sahip olmuş, çeşitli bölgelerin fethedilmesinde bir üs olma görevini yüklenmiştir (Şakir, , s. 3/). Şam bölgesi içerisinde fiziki olarak en büyük topraklara sahip olan Beytülmakdis; çevresinde bulunan şehirlerin de Müslümanlardan emân istemesine ve hâkimiyetleri altına girmelerine vesile olmuştur (İbn Kesîr, , s. 7/ ). Beytülmakdis fethi gerçekleştirildikten sonra Amr b. Âs, Mısır ı fethetmiş ve Beytülmakdis ten buraya kaçan Artabon u yakalayıp öldürülmesini emretmiştir (el- Belâzürî, , s. ). Bu konuyla alakalı başka bir kaynakta komutan Amr; Artabon u serbest bırakmış, Artabon ise Mısır dan ayrılıp Bizans bölgesine gelmiş ve Bizans ordularında komutan vasfıyla görev almıştır (İbnü l-esîr, , s. 2/). Hz. Ömer in yaptığı antlaşmayla Müslümanlar fetihten sonra da mevcut ahalinin huzur içinde yaşayabilmesini sağlamaya çalışmanın yanında, şehrin refah ve huzurunu gözetmişlerdir. Fetihler sonrasında ele geçirilen topraklarda gayrimüslim halka, istedikleri takdirde diledikleri coğrafyaya yerleşme yetkisi tanınmıştır. Bu durumun İslâm tarihinde sadece birkaç istisnası vardır (Söylemez, ). Bu bağlamda Hz. Ömer, fethedilen topraklarda Müslümanların ziraatla meşgul olmalarını yasaklayarak arazinin işlenmesini oranın yerli halkına bırakmıştır. Bunu yaparken de dayanak olarak, Haşr sûresi âyetleri 3 göstermiş, fetihler sonucu ele geçirilen toprakları ganimet malları gibi dağıtmayıp, tüm Müslümanları yararı için kullanılmak üzere toprak sahiplerinin ellerinde bırakmıştır. Beytülmakdis te yaşam sürdüren halkı devletin birer işçisi statüsünde davranmış, toprakları işleme karşılığında haraç vergisi 4 almış ve bu geliri Müslümanlara dağıtmak üzere Beytülmâl e aktarmıştır (el-kûfî Ebû Yûsuf, t.s, s. 34). Böylece yerli halk da hayatlarını kazanmak için uğraştıkları geçim yollarını değiştirmeden huzur içinde hayatlarına devam etmişlerdir. Fethedilen toprakların, fatihler arasında paylaştırılmaması ise Müslümanlar için hayırlı sonuçlar doğurmuştur. Müslümanlar Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, , 21 (3)

50

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası