taassup dini anlamı / Taassup nedir? Taassup sahibi olmak ve taassup ehli ne demektir? - Son Dakika Haberleri Milliyet

Taassup Dini Anlamı

taassup dini anlamı

KUTSAL ÜRETEN TAASSUP

“Taassubu İbn Hazm şöyle tanımlamaktadır: “Yaptığının yanlışlığı aşikârken yahut doğruluk yanlışlık ihtimali eşitken, inadı sürdürme çabasıdır.” Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır biraz daha ileri bir yaklaşımla şöyle söylemektedir: “Taassupla ataları taklit, şirke eşittir.” İmam Gazali’ye atfedilen ifadelerin şiddeti de az değildir: “Söz, söyleyene göre değil, gerçekliğine göre değerlendirilmelidir. Kulaktan dolma bilgi taassuba götürür.”

“Taassubun en fazla tezahür ettiği, entelektüel ve estetik elbisesine büründüğü alan aşktır. Aşkın bütün dünya sözlüklerindeki anlamı olumsuz bir durum iken, insanlar yine de ondan vazgeçmemeye direnmektedirler. Müslümanlar bakımından büyük günahlar arasında sayılması lazım gelen anlamıyla aşk, düşünme melekesini ortadan kaldıran, körü körüne bir tutku ve bağımlılıktan başka nedir ki?”

KUTSAL ÜRETEN TAASSUP

Kuddüs olan Allah’ın takdis ettikleri dışında bir kişi, yer, nesne vb. hakkında kutsallık atfı yapmanın İslâmî bir tutum olmayacağı kanaatindeyiz. Ne var ki Müslüman âleminde bazıları Hıristiyan kültürünün, bazıları İslâm’dan önceki inançlarının etkisi, çoğu da mezhep, meşrep taassubu sebebiyle keyiflerine göre kutsallıklar türetmekte gecikmemiştir.

Metin Önal MENGÜŞOĞLU - Umran Dergisi sayı 

Kutsal kelimesi bazen Arapça kuds ya da ondan türemiş bulunan mukaddes ile akraba gibi anlaşılır ve anlatılır, bazen de Türkçede uğur, baht, şans, talih demek olan kut ile irtibatlandırılır. İki anlam arasında önemli farklar bulunduğu ortadadır. Mukaddes kökünden gelenin mutlak temizlik, eksik ve noksanlardan arınmışlık karşılığı, İslâm terminolojisinde yalnızca Allah hakkında kullanıldığı açıktır. Ötekinin ise İslâm dışı kültürlerden maalesef bazı Müslümanların diline aktarılarak kullanıldığına tanıklık edilmektedir. İslâm şansa asla açık kapı bırakmamıştır. Talih, baht, uğur gibi kehanet terimlerini ise daha başından lanetlemiştir.

            Batı dillerinde hayat, kutsal ve profan diye ikiye ayrıldığı için, profan dünyevi, kutsal ise uhrevi ya da onların literatürüne göre dini alanı nitelemektedir. Bizde böyle bir düalist mantık bulunmadığından, bize göre yegâne kutsal Allah’tır. Kur’an canlı cansız bütün yaratıkların, melekler dâhil, yalnız Allah’ı takdis ettiklerini öğretir. Yaratılmış bulunan, kulluk vasfı taşıyan insan, melek, cin, hayvanlar ve bitkiler, bölgeler, topraklar, yapılar, mabetler hiçbiri bu anlamda kutsal sayılmamalıdır. Bugünkü Kudüs şehri tarihi değeri olan belki mübarek bir beldedir ve Filistin halkınındır ama ona kutsallık atfedenler Müslümanlar olmamalıdır. Şu bilinen Mescid-i Aksa meselesi ise ne yazık sanıldığının aksine, bugünkü yerde bulunan mekân değil, bir görüşe göre Mekke’de Kâbe’ye en uzak bir mevkide, bir diğerine göre ise yine Kudüs’te ama başka bir mekândadır.

Kutsallık Meselesi

            Tarih boyunca, dünyanın bütün inanç sistemlerinde, insanlar bağımlılıklarını taassup boyutuna yükselttikleri her seferinde, din adamlarını, mabetleri, bölgeleri, nesneleri, ideolojileri kutsallaştırmakta oldukça ileri gitmişlerdir. İslâm, din adamı tanımaz. Bütün müminler dininin adamıdırlar. Allah, her inananı kendisinin müftüsü olabilecek kapasitede yaratmıştır. Düşünen, araştıran, kendini geliştiren, çalışan her mümin bunu başarabilir. “Müslüman doğruyu arayandır” şeklinde tercüme edilebilecek olan Cin Suresi ayeti kerimesi bu düşüncenin önünü açmaktadır. Ve mesela Müslüman asla cahil olmaz; bildiğinin âlimidir her birisi. Ve her bir mümin aynı zamanda Allah’ın velisidir. Nitekim Allah da müminlerin velisidir.

            İsra Suresi ayeti kerimesi, her insanın kendi hayat macerasını tercihte özgür kılındığını, ahirette işleyip işlemediklerinin bir sicil kaydı gibi önüne getirileceğini söyler. İlahi Kelam, müşrik, münafık ve kâfirlerin din büyüklerine, kahramanlara, belde ve bölgelere kutsallık atfı yaptıklarından ötürü onları şiddetli bir dille eleştirir. (Bkz. Kur’an ; ; ; )

            Biraz daha açılacak olursa ancak Allah mukaddestir denilmişti. Kuddüs onun isimlerindendir. Kendisinde hiçbir eksiklik ve kusur taşımayan, ortağı ve benzeri bulunmaktan münezzeh olan (eşsiz-benzersiz), yaratıklarca takdis edilmeye layık olan biricik varlık anlamındadır. Hangi mümin bu ifadelere denk bir kutsallıktan söz açabilir? Elbette İlahi Kelam’da bir iki defa kök anlamıyla sanki başka yaratık, söz ya da bölge için kullanıldığı görülen bu kelime, yanıltıcı olmamalıdır. Şunu asla unutmamak gerekir ki, kendisi takdis edilmeye layık yegâne Varlık iken, onun takdis ettiği, temizlediğini söylediği bir bölge, yaratık ya da söz varsa, buna insanların itiraz etmeye hak ve yetkileri elbette olamaz. Burada eleştiri konusu olan, kutsallık atfının, Allah tarafından değil insanlar tarafından belirlenmesidir.

            Allah’ın takdis etmesi demek, gözle görülen necaseti bizzat gidermesi demektir ki mesela Hz. Musa ile alakalı kimi ayeti kerimelerdeki kutsanmış vadi, (Taha Suresi),Vahiy Meleği ile alakalı ( Nahl Suresi) ve onun taşıyıp getirdiği kelam, elbette dokunulmazlık anlamında kutsaldır (ruhu’l Kuddüs). Allah’ın tecelli ettiği vadi, gönderdiği kelam ve kelamı getiren melek, bizzat Allah tarafından temiz tutulmuş ve korunmaktadır. Sadece bu sebeple yani temiz, katışıksız olmaları bakımından kavramın tanımı içerisine alınmışlardır. Peki, bizzat Allah Elçileri böyle bir korunmuşluk halesi içerisinde midirler?

            Hıristiyan kültürü, bırakınız Allah Elçilerini, kiliseyi, ruhbanları, insan eliyle üretilmiş tasvir ve heykelleri bile kutsamaktadır. Kitab-ı Mukaddes’te Petrus şöyle konuşur: “Sizi çağıran tanrı kutsal olduğuna göre siz de her davranışınızda kutsal olun. Nitekim şöyle yazılmıştır: Kutsal olun, çünkü ben kutsalım.” Oysa bize Allah Elçilerini tanıtan Son İlahi Kelam, Allah Elçilerinin bizler gibi birer beşer olduklarını, açıkça söyler. (Bkz. Kur’an, Fussilet:6; Kehf) Bilinen bir korunmuşluğu bulunmayan, yiyen, içen, çarşılarda gezen, acıkan, unutan, yanılan, savaşta zırh kullanmak zorunda kalan, mağlup olan kimselerin kutsallığından söz edilebilir mi? Elbette şunu unutmuyoruz; en azından Son Allah Elçisi bakımından, insanlığa ulaştırdığı İlahi Mesaj’da bir katkısı ve eksiltmesi olmadığı gibi yaşarken gerçekleşen yanılgıları da öylece kalmamış, Allah tarafından uyarılmış ve tashih edilmiştir. Bu anlamda Allah Elçisi’nin vefatından sonraya, kendisinin işlediği, tashih edilmemiş bir yaşama modeli bırakılmamıştır. Çünkü Allah’ın örnek gösterdiği Elçi’nin Yaşayan Sünnet’i sonraki kuşaklar bakımından da bağlayıcıdır.  

            Kuddüs olan Allah’ın takdis ettikleri dışında bir kişi, yer, nesne vb. hakkında kutsallık atfı yapmanın İslâmî bir tutum olmayacağı kanaatindeyiz. Ne var ki Müslüman âleminde bazıları Hıristiyan kültürünün, bazıları İslâm’dan önceki inançlarının etkisi, çoğu da mezhep, meşrep taassubu sebebiyle keyiflerine göre kutsallıklar türetmekte gecikmemiştir. İnsanüstü olmayan Allah Elçileri için bile kullanılması sakıncalı bulunan kutsallık kavramı, “kuddüsesırrıhu, kaddesallahuruhehu” terkipleriyle, hem Şii hem de kendini Sünni diye tanıtan çevrelerde, ulu, veli, hüccetullah, ruhullah, Ayetullah sıfatları takılan insanlar hakkında bolca tüketilmektedir.

            Her meşrep, her mezhep, bağlısı bulunduğu hoca, üstat, şeyh, veli ile birlikte bizzat kurumu da kutsamaktan geri kalmamaktadır. İslâmî düşüncede İlahi Kelam’ın bizzat Allah tarafından temizlenmiş, mübarek kılınmışlığını, insanların ürettiği kutsallıkla karıştırmak da yanlıştır. Bu hususta daha çok Türkçeye de geçmiş bulunan bereket ve tahir kelimeleri kullanılmıştır. Hele ki şans, uğur, talih, baht anlamı taşıyan kutsallıkla hiçbir alakası yoktur söz konu bu temizliğin. Mesela Kâbe ve kurban gibi motifler hakkında da yine kutsal yerine mübarek ibaresi kullanılmaktadır. Meryem Suresi’nde, Hıristiyanların “Tanrının oğlu” diyerek kutsadıkları Hazreti İsa’nın ağzından, bu telakki sahipleri adeta azarlanmaktadır. (Meryem: ) Hazreti İsa kendisine inanmayan sonraki zamanlarda da Onu ilahlaştıranlara konuşur, mealen: “Bakın, dedi, Allah’ın kuluyum ben. O bana İlahi Mesaj bahşetti ve beni Elçisi yaptı. Ve nerede bulunursam bulunayım beni mübarek ve erdemli kıldı. Yaşadığım sürece bana salâtı, arınmak için vermeyi (zekât) emretti.”

            İlahi Kelam’ı dikkatle okuyup öğrenenler, insanların keyfi biçimde kutsallaştırma eğilimlerine yönelik ciddi uyarıları da göreceklerdir. Olur olmaz hallerde, mabetleri, kişileri, yer ve zamanı kutsallaştıranların defalarca kötü akıbetle tehdit edildikleri ortadadır. Vaat edilmiş topraklardan tutun, hahamlarını, ruhbanlarını kutsama alışkanlığı, sonuçta Yahudilerin Uzeyr, Hıristiyanların ise İsa Peygamberi “Tanrı’nın Oğlu” sayarak kutsamalarına öylesine şiddetli bir tepki verir ki daha önce zikredilen ( 9 Tevbe 30) ayetinin ifadesi, “Allah onları kahretsin” diye Türkçeleştirilebilir.

Taassup Üreten Yatkınlıklar

            Kutsalın bir anlamı da korku ve gizem dolu olan, korku ve hayret uyandırandır. İlahi Kelam’ın apaçık bir mesaj olduğu düşünülürse bu biçimde bir kutsallığından söz açılamaz. Çünkü sır ve gizem ancak sihir, büyü, fal benzeri, insanları duygularından yakalayarak sömürmeye çalışan uğraşlar hakkında düşünülebilir. Bir de bu uğraşların akrabası olan mistisizmin söylemlerinde sır ve gizeme rastlanır. Nitekim sorgulamanın bulunmadığı, bazı ulu kişilerin de yeryüzünde tanrı gibi tasarruf edebileceği, insanların kalbinden geçenleri bilen velilerin bulunduğu gibi kabuller bu türden sayılabilir. İlahi Kelam, sıradan korku kavramından ziyade, insan duygularından ümit ve uyarı üzerinden bir mesaj taşıdığı unutulmamalıdır.

            Taassubun batı dillerindeki karşılığı fanatizm ise eğer, bilindiği gibi eski Roma’da tapınaklar çevresinde dolaşan, cezbe gösterileri yapan kimseler, siyahlar giyinmiş, boru ve trampet sesleri arasında şehri dolaşan Bellona Rahipleri, ilk fanatiklerdir. Onlar bir dine, davaya, partiye, mezhebe tutkuyla bağlı olanlardır. Aşırı kör kabullerle, başkalarını daima hak ve hakikatin dışına iten, bir nevi hakikat tekelciliğidir fanatizm. Arapçadan Türkçeye de geçen taassup, her ne kadar kelime kökü sinir olması sebebiyle, öncelikle akraba kayırmacılığı, kavmiyetçilik şeklinde anlaşılsa da, neticede her tür kör taraftarlığın ismi olmuştur. Haklı ya da haksız olduğuna bakmaksızın, ortaya konulan her tür yandaşlık, taassup sergileyecektir. Taassup en fazla put üreten beslenme kaynağıdır aynı zamanda.

            Veda Hutbesi’nde Allah’ın Son Elçisinin şiddetle yerdiği hususların başında asabiyet, adam kayırmacılığı, kör kabuller ve haksız yandaşlıklar gelmektedir. “Halkı bir asabiyet için toplanmaya çağıran, asabiyet uğruna ölen/ öldüren bizden değildir. Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Atanız Âdem’dir. Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, beyazın siyaha, siyahın da beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada(Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımakta)dır.”

            Bakara Suresi ayeti kerimesi mealen şöyledir: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış birbirinden ayrılmıştır. O halde şeytani güçlere ve düzenlere (uymayı) reddedenler ve Allah’a inananlar, hiçbir zaman kopmayacak en sağlam mesnede tutunmuşlardır. Zira Allah her şeyi işitendir, her şeyi bilendir.” Ayette geçen Urvet’ül Vüska, sağlam mesnet, Cemalettin Afgani’nin çıkardığı mecmuaya boşuna isim olarak konmamıştır. İnsanların sıklıkla ayağını kaydıran, Allah’tan başka dayanaklar, yardımcılar, destekler, ortaklar arama çabalarıdır. Tövbe etmeden ölen müminlerin büyük küçük günahlarını Allah dilerse affedebilecektir; bunu öğretirken, yalnızca şirk işleyip tövbe etmemişleri affedilen günahların dışarısında tutmuştur. İbadetlerine son derece düşkün olan kimi bilgisiz yahut mezhep, meşrep, tarikat taassubuna kapılmış kimseler, İlahi Kelam’ın bu mesajları üzerinde yeniden, uzun boylu düşünmelidirler.

            Taassubu İbn Hazm şöyle tanımlamaktadır: “Yaptığının yanlışlığı aşikârken yahut doğruluk yanlışlık ihtimali eşitken, inadı sürdürme çabasıdır.” Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır biraz daha ileri bir yaklaşımla şöyle söylemektedir: “Taassupla ataları taklit, şirke eşittir.” İmam Gazali’ye atfedilen ifadelerin şiddeti de az değildir: “Söz, söyleyene göre değil, gerçekliğine göre değerlendirilmelidir. Kulaktan dolma bilgi taassuba götürür. Mezheplere yönelmeyi bırakıp düşünerek gerçeği (yahut sana kolay geleni) kendin bul ki, bir fikrin olsun. Kılavuzunun koluna takılıp giden âmâ gibi olma. Kurtuluş bağımsızlıktadır (Allah’tan başkasına bağlanmamakta). Yalnız kuşkular insanı gerçeğe götürür, çünkü şüphe etmeyen gerçeği göremez.”

            Bu bahiste Müslüman fakihlerin önderleri olan Numan bin Sabit, Ahmet bin Hanbel, Muhammed bin İdris ve İmam Malik’i hatırlamamak olmaz. Kimseyi kendi kanaatlerine çağırmamış, herkesi düşünmeye davet etmişlerdir. Evet, kanaatlerinin doğruluğunu savunmuş ama daima şunu eklemişlerdir: “Bizim kanaatimiz doğrudur, yanlış olmak ihtimaliyle.” Bu ihtiyat tavrını mutlaka edinmek lazımdır. Çünkü mezhepçilik özetle, bir inanış veya düşünceye gerçeğini anlayıp dinlemeden körlemesine sıkı sıkıya bağımlılıktan ibarettir. Mezhepçilik, taraftarlığın şiddetinden ötürü apaçık delil ortaya konduğunda bile gerçeği reddetmektir. Mülk Suresi ayeti kerimesi “dinleyip akletseydik ateşin dostu olmazdık” der.

            Paul Tillich, İmanın Dinamikleri adlı eserinde meseleye derinliğine yaklaşır şöyle yazar: “Din, nihai kaygının objesidir. İnsanlara bir şeyler götürmeden, onlara hitap etmeden, önce onları dinlemek, kendileri hakkında neler söylüyorlar bilmek, dünyayı nasıl algılıyorlar anlamak gerekir. İman bir özgürlük meselesidir. Özgürlük ise odaklanmış kişisel eylemler imkânından başka bir şey değildir. Özgürlük ve iman özdeştir. Taassup ise silme hissiyattır. Tek bir hissin mahkûmu olmaktır.” Taassup duyguların sömürüye açık bırakılmasıdır da denilebilir. Bu kapıdan dileyen herkes, her iddia, her inanış, her benimseyiş, her korku girer. Oysa iman bir başka açıdan da (Allah ile birlikte olduktan sonraki) korkulardan emin olma halidir.

            Taassubun en fazla tezahür ettiği, entelektüel ve estetik elbisesine büründüğü alan aşktır. Aşkın bütün dünya sözlüklerindeki anlamı olumsuz bir durum iken, insanlar yine de ondan vazgeçmemeye direnmektedirler. Müslümanlar bakımından büyük günahlar arasında sayılması lazım gelen anlamıyla aşk, düşünme melekesini ortadan kaldıran, körü körüne bir tutku ve bağımlılıktan başka nedir ki? Aşka bahsinde üstat Aliya İzzetbegoviç’in yaklaşımı daha da açıklayıcı olacaktır; şöyle yazmıştır: “Sarhoşlar arasında ayık bir adamın bulunması komiktir. Sarhoşlar çoğunluktadır, normalliğin ölçüsünü onlar koyar. Ayık kişi burada anormal görünecektir.” Bunca âşık insan arasında aşka taş koyanın vay haline.

            Taassup, tutuculuktur, bir anlamda muhafazakârlık, bir başka anlamda gelenekçiliktir de. Çünkü çoğunlukla gelenekçi, “sadece soran kişi cevap alacaktır” mottosuna itibar etmez. O yeter ki bir rivayet yakalasın, derhal ve sorgusuz sualsiz ona güvenir ve bağlanır. Bu sebeple de yeniliklere, değişime bütün kapılarını kapamıştır. Orijinal üretimden rahatsızlık duyduğu için kültürel birikimini şerh ve haşiyeleri kutsamaya hasrederek, onlarla yetinmeyi hem de marifet sayar. Tipik tutuculuk olan şerh ve haşiyecilik üzerinden Aliya’nın başka bir uyarısı şöyledir: “Hurafe, vazıh teolojik ilkelerin yerini aldığında, ahlaki kayıtsızlık da ahlakın yerini alır. Hurafe ahlaktan feragatle el ele yürür.”

            Neden ahlakla irtibatlandırıldı denilirse, malum ki ahlak, insan davranışlarının bütününe verilen isimdir. Her kişinin kendine mahsus bir ahlakı vardır, olmalıdır. Ancak hiç davranmayan, hiç konuşmayan, hiç düşünmeyen, hiç üretmeyen, hiç yaratmayan, kâğıt üzerinde hatasız, kusursuz bu kişi aynı zamanda ahlaksızdır da. Buradaki ahlaksızlığı kötü anlamında değil yokluk anlamında kullanıyoruz. Zira böyle bir durum muhaldir. Çünkü nötr bir kavram olan ahlakın iyisi ve kötüsü vardır. Yukarıda bahsi geçen davranışsızlık durumu olağanüstü bir haldir. Kendisi davranmamakta, daha önceki davranışları yinelemekte de değil sadece okşamakta, ululamakta, yüceltmekte, kutsamaktadır.

            Gerek İlahi Kelam ve gerekse siret malzemesinden öğrenildiğine göre, Allah Elçileri, davet sürecince, kendi sözleri ile ayetler arasında, ısrarla hem bir fark göstermiş ve hem de ikisinin aynı bağlamda ele alınmamasını öğütlemişlerdir. Kendi sözlerinin ise yazılmasını yasaklamışlardır. Bütün siret kitaplarının bu tanıklığı ortada dururken, bugün memleketimizdeki Kur’an muhalefeti ve güya hadis taraftarlığının anlaşılabilir bir yanı kalmamıştır. Nasıl böyle bir mukayese yapılabilir ki? İlahi Kelam bizzat Allah tarafından korunan bir hitaptır. Oysa elimizdeki bütün hadis kaynakları, siret metinleri insan eliyle ve Allah Elçisi’nin vefatından en az bir asır sonra tespit edilmiştir.

            Peşin yargıları ve yanlış anlamaları gidermek bakımından şunu tekrarda fayda vardır. Bir mukayeseyi yanlış buluyor olmak, elimizdeki zengin siret ve hadis metinlerini yok saymak yahut değersizleştirmek değildir asla. Elbette bu zengin malzeme muhteşem kazanımlar sağlamıştır bize ve sağlamayı da sürdürecektir. Ancak taassupla, körü körüne, hiçbir kritiğe tabi tutmadan, yalnızca filan muteber sayılan kaynakta mevcuttur diyerek, sadece bu sebeple sorgusuz sualsiz benimsemeleredir eleştirilerimiz. Yani ezberlere ve alışkanlıklaradır.

            Araf Suresi ayeti kerimesi şöyledir, mealen: “Ve sen (ey Resul) bir ayet (mucize) getirmediğinde bazıları, onu Allah’tan almaya çalışsan ya, derler. De ki: Ben sadece bana Rabbimden vahiy olunana uyarım.” Yunus Suresi ayeti kerimesi de mealen şöyledir: “Bize bu ayetlerden (mucizelerden) başkasını getir, değiştir; diyenlere, onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak bana vahiy olunana uyarım.”

            Aşırı yüceltme, kutsama nasıl taassuptan doğuyorsa, aşağılama da çoğu kere tarafgirliğin, tutuculuğun sonucu gerçekleştirilmektedir. Kutsamada, kutsanan kişi, bir abdi aciz olduğu için, görünüşte pek hissettirmese bile örtülü, gizli bir biçimde, bundan kendisine pay çıkartmaya başlayabilir. Bir süre sonra bu değerlendirme onda alışkanlığa dönüşüp egosunu besleyen bir gıda halini alır. Ve daima okşanmayı, ululanmayı, yüceltilmeyi bekler durur. Olmayanı icat etmeye başlar. Kendisini bir gizem perdesi arkasına konumlandırarak hoşnutluğunun sürmesini sağlar. Artık bu durumun meşruiyetini sorgulamaya imkân ve ihtimal kalmamıştır. Şeyh uçmasa da müritleri onu uçurmayı iyi bilirler. Öyle vahim iddialar doğmuştur ki bu yüceltmeler sonrasında, iki cihanda tasarruf gücü bulunan, herkesin kalbinden geçeni bilen, hakkında, izni olmadan yeryüzünde bir kedinin bir fareyi bile tutamayacağı söylenen, Kutbu’l-Aktâb sıfatlı beşerler üretilmiştir. Ama elbette uçanın da kaçanın da kim olduğunu en iyi bilen yalnız Allah’tır. 

            İlahi Kelam’da tanıtılan “tağut” kavramını kimi müfessirler “zihinsel put” olarak anlamışlardır. İnsan zihnini ablukaya alarak yeni düşünme ve üretimlere kapatan barikatlar, engeller diyebiliriz. Aşk bunların başında gelir. Ve diğer tutuculuklar. Allah insanları kendisine bir “basiret” üzere inanmaya çağırır. (Bkz. Kur’an Hud; Casiye; Yusuf) Kısacası Allah’a, Kur’an’a, Resullere, İslâm’a bağlılık eğer bir taassupla gerçekleşmişse, körü körüne, ataların izinden gitmek amacıyla ise, ortada iman yok demektir. Zihinsel bir takım putlar edinilmiş, onları din-iman zannetmektedir bağnaz kişi. Kendinden geçerek değil azami ölçüde kendinde olarak benimsemedir iman. İbadetler de böyledir. Eğer niyet yoksa ibadet ancak adetten ibarettir. Niyet ise dil ile tekrarlanan bir ezber kalıp sanılmasın, ne yaptığının bilincinde olmak demektir.

            Zihinsel putları temizlemenin en kestirme yolu birçok ayeti kerimede geçen (bkz. Zümer:2; Beyyine: 5; Mümin) “Din’i Allah’a has kılmak”la mümkündür. Tek kelimeyle Allah’tan başkasına mutlak güven duymamak, O’nun kelamına daimi muhatap olmak son çaredir. Mehmed Akif, Şark dünyasını yani bildiğimiz şu Müslüman dünyayı eleştirdiği şiirinde şöyle söylemekteydi: “Allah’a değil taptığın evhama dayandın/ Yandınsa eğer, hakk-ı sarihindi ki yandın.” Evham, zihinsel putların baş aktörlerindendir. Allah’tan başka korku duvarları, güç, kudret tanımaktır.

            Sözün özü şudur ki insanın hak ve hakikatten kopuk yaşaması bedeninin bu dünyadan göçmesi anlamındaki ölümden daha sahici bir ölümdür. Çünkü ölümden sonraki hayatı karanlığa boğmuştur.




Paylaş

Taassup ne demek? Taassup nedir? Taassup TDK kelime anlamı

Haberin Devamı

Taassup kelimesi kimi yerde düşüncelerini sonuna kadar savunmak anlamı taşır. Bazı yerlerde ise, fanatik düşünceleri temsil eder.

Taassup Ne Demek?

Taassup, sahip olduğu fikirleri koruyan, savunan anlamında kullanılabilir. Bir kimsenin savunduğu görüşlere olan bağlılığı taassup ile ifade edilebilir. Ancak bu sözcük, bazen fikirlerdeki aşırılıkları temsil eder. Bir görüşe gereğinden fazla bağlanmak, şiddetle savunmak, taassup olarak açıklanmaktadır. Fanatik fikirler, düşünceleri tehlikeli olabilecek kadar şiddetli savunmak taassuptur.

Taassup Ne Demek?

Taassup, dilimizde uzun dönemlerden bu yana kullanılmaktadır. Bu sözcüğün kullanımı Osmanlı Türkçesinde yaygınlaşmıştır. Bunun öncesinde orta Türkçe olarak adlandırılan dönemde de bazı eserler taassup sözcüğüne yer vermektedir. Genellikle dini eserlerde ve sosyal düzeni ilgilendiren eserlerde bu sözcük geçmektedir.

Haberin Devamı

Taassup TDK Kelime Anlamı

Taassup sözcüğü dilimizde yaygın biçimde kullanıldığından TDK tarafından da ele alınmıştır. TDK sözlüğü taassup kelimesini "bağnazlık" anlamıyla ele almıştır. Bir fikre körü körüne bağlanmak, bağnazlık olarak açıklanır.

Bağnaz kimseler, savundukları fikirleri hiç değişmeden savunmaya devam eder. Konu hakkında hiçbir araştırma yapmaz. Bu tür kimseler TDK sözlüğüne göre taassup sahibi olarak tanımlanmaktadır. Ve Türk Dil Kurumu sözlüğü, taassup sözcüğünü bu anlamlarını esas alarak açıklamaktadır. Sözcüğü doğru şekilde kullanmak için bu anlamlar gözetilmelidir.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası