şdm emlak didim / Mercedes-Benz Group – Wikipedia

Şdm Emlak Didim

şdm emlak didim

Osman Turan-Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi

%(1)% found this document useful (1 vote)
views pages

Description:

Osman Turan-Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi

Copyright

Available Formats

PDF, TXT or read online from Scribd

Share this document

Share or Embed Document

Did you find this document useful?

Description:

Osman Turan-Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi

Copyright:

Available Formats

Download as PDF, TXT or read online from Scribd
%(1)% found this document useful (1 vote)
views pages

Description:

Osman Turan-Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi

Copyright:

Available Formats

Download as PDF, TXT or read online from Scribd

Prof. Dr. OSMAN TURAN

r k

r--
y y y e Y ty iV C Ş i t < \ r i U i

Türk Dünya Nizamının Milli İslâmi


ve İnsanî Esasları
Cilt: I
TURAN NEŞRİYAT YURDU

^ 7 3

Prof. Dr. OSMAN TURAN

Türk cihân hâkimiyeti


mefkuresi tarihi
Türk Dünya Nizâmının Millî İslâmî
ye İnsanî Esasları

CİLD: 1

İ S T A N B U L

I. Cild

FİHRİST

I. TÜRK TARİHİNE GİRİŞ

Tarih ve M e fk û re 1

Türklerin A dı ve A nayurdu 19

Türklerin Irkî H usûsiyetle ri 26

M oğol Tesiri ve M ubalâğalandırılm ası 34

Türkçenin Tarih Sahnesine Ç ıkışı 40

Eski Türklerin D ini , 48

K am lar ve D inî V a zife le ri 54

T ürkler A rasında Yabancı D in le r . 62

II TÜRK CİHAN HÂKİMİYETİ MEFKÜRESİ

D estân ve Efsânelere göre 75

Cihân H âkim iyeti M e fkû resin in Tarihî A k isleri 83

Vatan, M illiy e t ve Din Duyguları 88

C ihân H âkim iyetin in İlâh î M enşei 94

H akanların Babalık V a zifesi

C ihân H âkim iyetin in M addi K aynakları .

İçtim a î ve Siyâsî Bünyenin Kudreti

K adınların İç tim a î ve Siyâsî Rolleri

VII
III. TÜRK-İSLÂM ClHÂN HÂKİMİYETİ

1. İslâm iy et ve T ürkler ..

2. Islâm iyetin M âverâünneh ir'de Y erleşm esi

3. İslâm laşm ayı K olaylaştıran S ebepler

4. İslâm iyetin M illî Din O lm ası

5. Büyük Türk M u h ac e re ti ve Selçuk H âkim iyeti . .

B. S elçuklular ve İslâm Dünyasının Şükrâıj H isleri -

7. Türk ve İslâm M e fk û re le rin in Kaynaşması . .

8. Selçuklu S u ltanlarının C ihangirlik D âvâları

9. M elikşâh ve Sancar’ın Dünya N izâm ı M e fkû releri .. ______

Türk C ihangirliği ve H ıristiy an lar

A nadolu'da Türk D estanları .. —

VIII
BAŞLAN GIÇ

•Ey Türk milleti, titre ve kendine dön! •


(Bilge Kağnn)

Milletlerin istikbali için tarih yazmak yapmak kadar mühimdir. V,ir;ı


devrimizde tarih şuûrunu taşıyan milletler milli kudret ve medeniye!
hamlelerinde bu hâzineden faydalandıkça tarihin onlar için taydaşı vtu-
dır. Bu sebeple tarih yazılıp bir kültür ve şuûr kaynağı olmadıkça, top­
rak altında kalan kıymetli madenler gibi, hiç bir mâna ifade etmez. Ni­
tekim çağımızda her ileri millet veya her medenî hamleye girişen mem­
leket hummalı bir şekilde tarih tedkıklerine girişmiş ve onu çok yüksek
bir seviyeye eriştiımişlerdir. Türk milleti tarihte ne kadar azametli bir
mevkie sâhip ise onun tedkikinde ve kültür hâzinesi olarak kullanılma­
sında da o derece geri kaldığı bir hakikattir. Bu münasebetle milli tar i­
hin siyasî, İçtimaî, İktisadî, dînî, hukukî, kültürel, edebî ve sanat bölüm­
leri üzerinde ciddî eser ve araştırmaların ya çok az veya hiç olmadığını
belirtmekte hiç bir tereddiid bulunmadığını ifâde edebiliriz. Bu durum­
da Türk tarihinin manevî ve mefkûrevî âmilleri hakkında bir tedkikin
meydana çıkmamış ve hatta böyle bir meselenin varlığının düşünülme­
miş olmasını hayretle karşılamamak gerekir. Bu sebeple «Türk Cihan
Hâkimiyeti M efkuresi Tarihi » adı ile çıkan bu eserin, bu şartlara göre,
ilk bakışta yadırganması mümkündür, Lâkin millî tarihin cihanşümul
azameti ve medeniyet âbidelerinin ihtişamı dolayısiyle umumî bir bil­
giye ve sağlam bir muhakemeye sâhip bir kimsenin bir takım büyük ma­
nevi ve mefkûrevî âmillerin mevcudiyetini düşünmesi ve böyle bir eseri
de ilmî ve millî bir tecessüsle karşılaması normaldir. Büyük ve ileri mil­
letlerin Üniversitelerinde kendi siyasî düşünceleri tarihine mahsus det s
veya kürsülerin konulduğuna şâhid olanlar Türklerin de tarihî fikir vc
mefkûreleri olduğunu düşünmüş; bu sebeple de ilmî ve millî bir boşlu-
ğım varlığını hissetmiş olmalaıı tabiîdir. Zira muhteşem tarihi olan bu
milletin bu hususta elbette zengin malzemeye ve hazînelere sâhip bu­
lunduğunu istidlâl etmekte isabet vardır.

IX
X

Filhakika milletlerin tarihleri ile siyasî düşünce ve inançları arasın­


da, zarurî olarak, bir takım münasebetlerin bulunması muhakemesi bize
de Türk tarihi üzerinde müessir mefkurevl âmilleri düşünmeği telkin
etmiş ve nitekim yirmi yıldan beri devam eden araştırmalarımız bu duy­
gu ve düşüncelerin hem varlığını ve hem de tarihin inkişafında büyük
rollerini sarahatle gösLermiştir.1 Gerçekten « Türk Cihan Hâkim iyeti
m efküresi tarihi » veya « Türk Dünya nizâmının m illî, İslâmî ve İnsanî
esasları» adını alan bu eser bu istikamette ilerleyen ve gittikçe kaynak
malzemesi zenginleşen çalışmalarımızın bir mahsûlü olarak viicuda gel­
miştir. Bazı tezadların mevcudiyeti hissedilse bile milliyet, din ve insan­
lık ideallerinin ahenkli bir şekilde kaynaşması vc dünya nizâmı hâlinde
yükselmesi cidden dikkate şayan bir hâdisedir. Zira '\ürk kağan ve sul­
tanlarının bir yandan İ l â h î irâde ve hâkimiyetle teyid olunduk­
larına ve T a n r ı n ı n h i m â y e s i n e mazhar ve m ü m ­
t a z bir milleti olduklarına inanmaları ile insanlık ideali arasında bir
tezadın olacağı akla g elir Lâkin millî hudutlar genişleyip yabancı ka­
vim ve dinler üzerinde kurulu büyük imparatorluklar meydana çıktıkça
milliyet duygularının insanlık ideali ile birleşmesi ve yükselmesi kolay
olmuştur. Zira İçtimaî adalete ve nizâma bağlı millî devlet ve demok­
ratik cemiyet anlayışının genişlemesi sayesinde m i l l e t i n babası
sayılmakta olan Türk hükümdarları imparatorluk halinde ve hususiyle
îslâm çağında derhal « C i h a n a i l e s i n i n b abas ı » mev­
kiine yükseliyor ve bunu bizzat ifâde ediyorlardı, ö t e yandan Tiirkler
İslâm çağında olduğu gibi Şamanı devrinde de ne kadar dindar ve Alla­
ha inanmış idiyse yabancı dinlere saygı göstermeyi de o derece kendi
hâkimiyet, adâlet ve insanlık duygularına uygun buluyorlardı, işte Türk
Cihân hâkimiyeti ve dünya nizamı mefkûreleri de bu temel üzerinde ve
bu sayede gelişiyordu.

Türkler millî, İslâmî ve insani duyguların ahenkli bir terkibi saye­


sinde böylece bir dünya nizâmı dâvâsma bağlanırken bu esaslara göre
Allahın cihân h â k i m i y e t i n i kendilerine emânet etti­
ğine inanıyorlardı ve bu emânete saygı göstermek suretiyle de bir hâne-
dân, bir sınıf ve zümrenin veya sadece bir milletin değil hiiküm sürdük­
leri biitün kavim ve dinlerin hâmisi olduklarını düşünüyorlardı. Bu se­
beple de Türk imparator!tıklarında milliyet, din ve sınıf tezâd ve m ü­
câdelelerine rastlanmamış; adâlet ve ahenk hüküm sürmüştür. Türk C i­
hân Hâkimiyeti vc nizâmının millctler-arası bir mahiyet alması, İslâmî

1 Bıı hususla yııptığınıız tedkikat vc neşriyat için bak. s, 1 1 , not 6.


XI

m ’ iıısııııi esaslar cUılııIiııcIe tekâmülü İm sayede mimıkim olmuşlıır. (Jr-


ta-Asya’da kurulmuş Şamanî Türk devletleri yalnız yabancı din ınensup-
Iıııma sığmak ve lıimâye bahşetmemiş; bizzat Türkler dc bu dinlere bi­
lerek türlü cemaatler hâlinde ve ahenk içerisinde bir arada yaşaınışlaı
ve bu suretle tarihte din hürriyetine aid ilk ve en güzel örnekleri ver­
mişlerdir.

Türkler İslâmiyet i kabııl edip İslâm dünyasına, daha somaları da,


sıra ile, Anadolu’ya, Balkanlara ve Orta-Avrupa’ya hâkim olunca bu m il­
lî an’auelere ve îslâmın yüksek dini ve hukukî prensiplerine bağlı kala-
lak, asırlar boyunca, bir çok yabancı kavim, din ve ıne/.hepiere hak ve
h ü ıın et bahşetmekle Cihan hâkimiyeti ve dünya nizâmı dâvalarını da en
yüksek bir dereceye eriştirmişlerdi. Bıı âdil ve insani dünya nizâmı ıııel-
l'.ı'ııesi ve tatbikatı sayesindedir, ki Bizans imparatorluğunda baskı \e
zulüm gören bir çok Hıristiyan kavimler, daha sonra da Katolik tahak­
kümü endişeleri karşısında milli varlıklarını ve dinlerini kurtarmak iste­
yen bizzat Ortodoks ve diğer milletler l i n k hakimiyetini tercih etmiş­
lerdir. Bu tercihin Bizans’a ki.rşı bizzat Rumlar tarafından da yapıldığı­
na dair pek çok misal vardır. Halta X V I ıneı asırda Papalığın tahakkü­
mü ve zulmü karşısında din hürriyetine kavuşmak isteyen .‘.hnaııya P r o ­
testanları da âdil Osmanlı idaresinin imdada yetişmesini arzu edhnrlar-
dı. Hıristiyan devletlerin Ortaçağda olduğu gibi modern çağlarda bile
miislümanlara hiç hir hayat hakki tanımadıkları, Hıristiyanlık ve ölüm
şıklarından birini tercih durumuna düşürüldüklerini hatırlayınca durum
daha iyi anlaşılır, Türkler İslâm dünyasında hüküm süren şiddetli mez­
hep mücadelelerine de nihayet vermişlerdi. İşte İslâm devrinde, biitün
din ve mezhep mensuplarının, Selçuklu ve Osmanlı iınpaıatoı hıklarına
bağlanmaları, çtık defa kendi arzuları ile onların idarelerine yaklaşma­
ları sebebi bııdur. Tiirk cihan hâkimiyeti ve diinya nizâmı ela bu esas­
lara dayanarak bir realite olmuş ve milli tarihin azameti de bıı sayede
yaratılmıştır. İslâm ve Hıristiyan kaynakların fâtilı Türkleıi beklemeleri
ve onların hâkimiyetlerine karşı şükran hislerini ifadeleri dununu çok
güzel aydınlatmaktadır. Türk, İslâm ve Hıristiyan kaynaklanıl bu husu­
sa dair verdikleri vesikalar o kadar zengin ve çeşitlidir, ki bunların kar­
şısında hayran olmamak miimkiin değildir. Nitekim eski devir müellif­
lerinin naklettiği hâdiseler ve yabancı bir hâkimiyet hakkında yazdık­
ları medhiyeler dünya tarihinde emsalsiz ve müstesna kalmaktadır. Iles
milletin tarihinde zulümler, yabancı ırk ve din mensuplarına karşı ya­
pılmış birçok vahşetler yerine Türk taıihi sâdece adalet, şefkat, yabancı
kavim ve dinlere lıiirriyct ve nihayet nizâm şuuru örnekleri ile dolu­
XII

dur. İşte zengin malzemeye dayanan bu inkişaflar artık bir Türk cihan
hâkimiyeti m efküresi ve dünya nizâmı dâ vâsinin tarih boyunca tabii
olarak !ııikünı sürdüğünü meydana koymuştur. IJu sebeple de bu mühim
mevza yalın/ Türk tarılıi değil dünya Larihi bakımından da aydınlanmak
icap ediyor ve aksi takdirde Lirdi in bu âmilleri de karanlığa gömül ivilip
bulunuyordu. Esasen Türk cihûn hâkimiyeti adalete, insanlık duyguları­
na ve mîlletlerin arzularına dayanmasa idi Lürk kudretinin tıırih boyun­
ca yaşaması da mümkün olamazdı. Burada mukayese için sadece Tiirk-
lerin Hindistan'da doku/, asır hüküm sürdüğünü, Ingili/Ierin ise, bütiin
kıtada, ancak bir asır kalabildiğini hatırlatmak yerinde ulur, Türk hâki­
miyeti yüz milyonluk bir Pakistan'ı ve İngiliz hâkimiyeti de, sayısız dil
ler arasında, müşterek hır anlaşma vasıtası olarak. İngilizceyi hırakm ışLır
Zira Türk hâkimiyeti Avrupalıl arın kin den farklı olarak yerli halklara
ikinci sınıf veya esir muamelesi yapmıyor; istismar gayesi de gütmüyor­
du, Bu esaslar ijamani devri için birinci bolümün bir bahsinde (Turkler
arasında yabancı dinim), İslâm devri için de beşinci blöiimde tafsilâtiylc
tetkik edilmiş; bu bölüme aid bulunan bahislerin bir kısmı vaktiyle Av­
rupa'da, Fransızca ve İngilizce ularak, neşredilen araştırmalar olup aynen
bu kitaba nakledilmiştir.

Türklerîn bu insani davranış ve siyasetleri, şüphesiz, millî mefkure


ve içtimai demokrasi anlayışının hır genişlemesi ve tekâmülüdür. G er­
çekten Türk kağan ve sultanları, başka milletlerden ve meselâ knmşu
Moğollardan farklı olarak, halkın devletin kuruluşu ve yükselişinde hiz­
metlerini beyan ederek millî \e demokratik gbrüş ve duygularını belir­
liyorlardı, Nitekim resmî vesikalara güre hakanlar nasıl ilâhî hâkimiyet­
lerini ve milletin saadeti için mıiı adete vazifesiyle mükellef olduklarını
ifade ediyorlarsa Türk îıalkmm da kendileri gibi ilâhî menşeden geldi­
ğini, devlet ve hükümdarları için çalışmayı öylece vazife saydığını da
açığa vuruyorlardı. Eıı karşılıklı anlayış milliyetçi ve demokratik duygu­
ların temelini teşkil ediyordu, İşle Türk tarihinde devletin kudsiyetî ve
hükümdarların babalık sıfatı da bu zihniyetin mahsulü idi. Osmanb
mefkûresi ve «Nizâm-i âlem » dâvası da din ve devlet, m ülk (vatan) ve
m illet gibi dört mukaddes unsura dayanıyor ve devlet dinden sonra
mevki alıyordu Kitabın ikiıui bölümü Türk devlet anlayışını, millî ve
İnsanî mefkûrclcrin nasıl bir cihân hâkimiyeti istikametinde yükseldiğini
ve dinin de bu gelişmelerde nasıl bir temel teşkil ettiğini göstermekte­
dir, Türk tarihinde bu mefkûrelerin zuhurunda maddî kudretin rnlü
aşikâr olarak meydana çıkmakta; içtimâi şartların, boy teşkilâtı, askerî
kuvvet ve tekniğin inançların doğuşuna nasıl yardım ettiği de gö/e çarp-
XI I I

inakladır. Bıı sebeple bu hususlara da ayrı bahisler tahsis edilmiştir. Boy


beyleri ile kadınların siyasî ve hııkııkî mevkileri de Türk devleti leşkilâ-
I iik Li miilıiın bir âmil olarak kendini gösleııniş; bunların da ıniisl>el ve
menfi ııelieeleıi ile Lelkiki gerekmiştir. Zira Şamaııî çakında olduğu gilıi
Osmanlılara kadar İslam Türk devletlerinde de boy beyleri ve kadınla­
rın siyâsî rolleri ile bıı millî devlet anlayışı devam etmiştir.
İslâm dini ve medeniyetine girmekle Türkler yalnız milli laı ¡İllerin­
de biiyıik bir inkılâp yapmamışlar; İslâm ve dünya tarihlerinde de bir
dönüm noktasına gelmişlerdi. Bıı sebeple İslâm devrinde, yâni Selçuk­
lular zamanında Türk mefkuresi ve cihan lıâkimiyeli dâvası meselele­
rine girişmeden önce Türklerin bu dini kabûlleriııe âmil olaıı şartlar vc
İslâmlaşma cereyanının inkişafı üzerinde ayrı bahisler halinde durmak
zarureti lıasıl olmııştıır, Filhakika Türklerin, diğer yabancı dinlerden
farklı olarak, İslâmiyeti kabûllerini kolaylaştıran ve süratleşliren sebep­
lerin bir kısmı Islâm medeniyetinin yüksekliği idiyse, diğeı kısmı da îs-
lâmiyetin onların mizaç ve ideallerine ııygun bulunması, bu arada Türk­
lerin kâinatın hâliki, insanların akıl ve kaderlerine hâkim tek bir Tanrıya
inanmaları ve onun Islâmın Allah inancı ile gösterdiği yakınlıktır. Bun­
dan dolayıdır, ki Islâmın cihân hâkimiyeti ve diinya nizâmını kendi riilı
ve inançlarına uygun bulan, Ilazreti Peygamberin hadisleriyle ve evli­
yanın tebşiratı ile de cezbedilen Tüıkler, diğer dinlerden farklı olarak,
İslâmiyeti süratle kabul etmiş; onu, az bir müddet süren intikal devre­
sinden sonra, umumî ve millî bir din hâline getirmişlerdir. Bu münase­
betle bu meseleler üzerinde ayn bahislerin konulması gerekmiştir. İslâm
çağında üçüncü bölümü teşkil eden Türk Cihân Hâkimiyeti, bir çok ya­
bancı kavim, din ve kültürler üzerinde kurulmuş ve yalnız Müslüman
milletler değil.,çok defa Hırıstiyanlar da bıı Türk idaıesini kurtarıcı ve
ınes’ud olarak vasıflandırmalardır. Kitabın giriş kısmını teşkil eden b i­
rinci bölüm, doğrudan doğruy'a siyasî düşünce ve inançlarla ilgili bulun­
mamakla beraber, Türklerin Ana-yıırtları, ırkları, dilleri, dinleri \e ya­
bancı dinlerin yayılışı hakkında da toplu tedkiklere ihtiyaç göstermiş
ve bu bölüm de bu sebeple bu hususlara aid bahisleri ihtiva etmiştir.
Böylece bu üç bölüm birinci cildi teşkil etmiştir.
Uç kıtanın ortasında ve iç denizler (Ak-deniz dâhil) üzerinde kuru­
lan Osmanh imparatorluğu Türk milletinin en büyük eserini, Tiiık, İs­
lâm ve dünya cihân hâkimiyeti tarihinin de en yüksek siyasî teşkilâtım
temsil eder. Gerçekten Osmanh imparatorluğu siyasî istikran, içi imal
adaleti ve bünyesinin sağlamlığı, kavimler ve dinler arasında kurduğu
âhengi, «Nizâm-i âlem » şuûr ve iradesiyle, çok yüksek ve ince idâıe ma­
X IV

kinesi, kudretli ordusu, yüksek askerî tekniği, geniş hukukî faaliyetleri


ile ve nihayet edebiyat, sanat ve mimaride vücûda getirdiği ihtişamlı
eserleri ile de tarihte müstesna mevkiini alınıştır. Osmanlı devri bu aza­
meti, hiç bir devlete nasip olmayan zengin milli ve ecnebi tarih kaynak­
ları, muazzam arşivleri ile kendi Nizâm-i âlem dâvasını çok geniş bir
şekilde tedkik imkânlarını bahşetmektedir. Bııııunla beraber Osmanlı
ınefkûrevi inançlarını, anahatları ile meydana koymak için başlıca kay­
naklara müracaat kâfi gelmiştir. Bu sebeple cie ikinci cildin dördüncü
bölümünü teşkil eden Osmanlı devrinde Cihângir pâdişâhlardan yalnız
Fâtilı, Yavuz ve Kanunî için hususî bahisler konmuş; aynı büyüklükte
gözüken ilk sultanlar ve meselâ dehâsı ve müstesna hasletleriyle tanınan
II. Murad hakkında aııcak diğer bahislerde çok kısa bilgiler verilmiştir.
Bütün bahislere şümulü dola\ isiyle insanlık ideali beşinci bölümü teş­
kil ederek Osmanb devri sonuna konmuştur. İnhitat devirlerinin mefku-
revî durumu, son manevî buhran ve ideolojik sarsıntılar da altıncı bö­
lümde tetkik olunmuş ve bu son üç bölüm de ikinci cildi teşkil etmiştir.

Türk milletinin millî, İslâmî ve insanı mefkurelerini, cemiyet ve


dünya nizâmı dâvalarını ve bunlarla ilgili meseleleri tetkik eder, bun­
ların millî tarihin azameti ve yükselişinde birinci dcrecede âmil olduğu­
nu izah ederken bu suretle, şüphesiz, büyük bir tarihi anlamak ve ilmî
bir ihtiyacı karşılamak istiyoruz. Tiirklerin siyasî düşünce ve inançlarını
ve bunları birinci derecede temsil eden Kağan, Sultan ve beylerin irade
ve duygularını ve nihayet halkın psikolojisini aksettiren kaynakların hu­
susiyetlerine de dikkati çekmeliyiz. Filhakika bizzat tarihî kaynaklar ya­
nında dinî inanışlar, destan ve efsâneler, kam (şaman) ların kehânetleri,
evliya menkibeleri ve başta Hazretı Peygamberin Türklere dair hadîs­
leri, Müslüman büyüklerinin kerametleri, nücûmî istihraçlar, hakanlara
ve din adamlarına aid ve yaygın rüyalar ve tâbirleri, atasözleri ve bir
takım kelimeler bizim için çok mühim olup birinci derecede vesikalar
arasında yer alır. Bu sebeple tarihi geniş mânâsiyle ve bilhassa psikolo­
jik unsurları ile inşaya çalışan ileri görüşlü bir ilim adamı bu türlü m al­
zemeyi ihmal ettiği veya sıkı metodlara göre kullanamadığı takdirde ga­
yeye ulaşamaz. Bu münasebetle de tarihçi için meselâ bir hadîsin sahîh
veya m evzu (uydurma) olmasından ziyâde onun cemiyet psikolojisinde
ve hâdiseler üzerinde icra eylediği tesir derecesinin ehemmiyeti olduğu­
nu belirtmeliyiz. Hususiyle bu eseıe aid meseleleri tetkikte bu türlü kay­
nakların rolü, başka mevzulara nazaran, çok daha fazladır. Bu sebeple
bu kitapta bu cins vesikalara, sık-sık, müracaat edilmiştir. Türk âlimleri
Hadîsden başka bir âyette geçen « Belclr-'t tayyibe» kelimeleriyle funduszeue.info-
XV

bulun kastedildiğini ileri siirmek ve halta E bccd hesabiyle bıııııın fetih


tarihini gösterdi”;ini belirtmek suretiyle de Türkler Allahın tebcilino
mazlıar bulunduklarına ve A l l a h ı n a s k e r i (Cund Allah) olduk­
larına inanıyorlardı. Nitekim Fâtih Sultan Mehmed HazreLi Peygambe­
rin hadîsleri gibi Kur’an âyetine de rnazhar ve taziz olunduğunu fetih­
namelerinde belirtiyordu. Türk cihân hakimiyeti mefkuresi Şamanî ve
daha ziyade İslâm çağlarında kuvvet kazandığından bu kitapta bu de­
virlere aid bu türlü vesikalar üzerinde durulmuş ve zaten diğer dinler
çerçevesinde bu cins malzemeye de pek az tesadüf edilmiştir.

Türk tarihinin yükselişinde büyük mefkûrevl âmilleri ve rollerini


meydana koyduktan sonra Tanzimatla. başlayan ve son devirde ağırlaşan
manevi buhran dolayısiyle sarsılan millî mefkure ve inançların nasıl bir
durum arz ettiğini de VI. Bölümde belirtmekte fayda vardır. Gerçekten
millî kültür ve mefkûrenin sarsılması ve kısırlaşması neticesinde aydın­
lar arasında ideolojik husumet cepheleri yaratılır ve bütün müesseseler,
nifak gayretlerine hedef teşkil ederken halk kitlelerini de etnik ve mez­
hebi tefrikalarla parçalamak fesadları gözden kaçmamakta; millî kültür,
mefkure ve vatan şuûru ile birlikte millî birlik de tehdide maruz kal­
maktadır. Halbuki, tarihî mefkûresiyle, Cihân harbi destanlarını ve İs­
tiklâl harbi menkibeleriııi yaratan Türk milleti, İmparatorluğun yıkılışı­
na ve azîm kayıplara karşı Anadolu’da milli birlik ve tecânüse kavuş­
makla teselli buluyor; bu sâyede daha kuvvetli olacağını ve kazanacağı
huziir ile'm edeniyet yolunda rahatça yükseleceğini ümid ediyordu. Böy-
lece Türk milleti, ilim ve medeniyet dışı bir anlayışla tarihinde görül­
memiş ağır bir manevî ve ideolojik buhrana düşmüştür. Bununla bera­
ber bu mefkûrevî sarsıntının sebebi olan fikir ve kültür sukutunu bura­
dan (altıncı bölümde) ziyâde «Dünya buhranı. kargınında Türk-îslâm
m edeniyetinin ihyâsı» adlı eserimizde tedkik ve izah edeceğiz. İlim v c
medeniyet tarihinin, rehberliğine dayanan bu eserde millî, İslâmî ve Av­
rupai unsurların terkibi sayesinde yeni bir medeniyet yolunun buluna­
cağı; bugünkü manevî kargaşalık, fikir ve mefkure kısırlığı ve yıkıcı
«Kültür ihtilâlhmm kendiliğinden bertaraf olunacağı gösterilecektir. Bu
da, şüphesiz, ilmin ve medeniyet tarihinin görüşü olmak gerekir. Bu mü­
nasebetle Avrupa medeniyetinin de, selefi eski medeniyetler gibi, öm­
rünü tamamladığını, bu medeniyetin son harikulade teknik kesil 1 erin e
ve seyyârcler-ara.sı seyahat hazırlıklarına rağmen mukadder âkibetine
doğru sü ratle ilerlediğini de izaha çalışacağız. Ziıa ınadde-rüh m u v a z e­
nesini kaybeden İni medeniyet boğulduğu materyalist hastalıklarla daha
şimdiden İTihitalım j'ü'.lermiş; dünya hâkimiyetini de elden çıkarmıştır.
XVI

Türklerin üstünlük ve inhitat devirlerine aid mefkûrevî durumlarını mu­


kayese ile hu eserin ilmî olduğu kadar millî ve terbi>evî bir gayesi de
bahis mevzuudur. Bu kitapta kültür ve mefkure kaynaklarımızı meydana
koymakla yeni neslin zekâ ve enerjisini ateşleyen büyük ve ebedî kıy­
metlerin cazibesi her şeyin üstünde bulunmakta; kabiliyetlerin ulvî ga­
yeler uğrunda harekete geçirilmesiyle işe başlamanın lüzûmıı belirmek­
tedir.
İşte çok mütevazı imkânlarla kıırulan «Turan Neşriyat Yurdu» mil­
letimizin tarih ilmi ve şuuruna, millî kültür ve mefkûresinin yükselme­
sine hizmet gayesiyle, ilk önce, bu «.Türk Cihân H âkim iyeti M efkûresi
Tarihi » ile neşriyata girişmeyi uğurlu bir başlangıç saymaktadır, Mües-
sesenin genç sahipleri gayelerine uygun bulunduğu ve maddi imkânları
el-verdiği nisbette her türlü telif ve tercüme eserleri de programına al­
mak ve Türk efkârına sunmak niyetindedir. Zira biz Türk kültürüne hiz­
met ederken ciddî neşriyatla sarsılan millî ahlâk ve nıefkûreyi korumaya
yardım edeceğimizi de düşünüyoruz. Maarif ve üniversitenin kifayetsiz­
liği ve bozuk neşriyatın sel halini almasiyle gittikçe derinleşen manevî
buhranın tedavisinde yüksek hislerin ilim ve şuura dayanması şarttır. Bu
sebeple malıdud da olsa ciddî neşriyatın devamlı tesir ve faydaları inkâr
olunamaz. Esasen zengin tarihî mirasa, kültür hazînelerine ve yüksek
hasletlere sahip milletimizin az bir emekle millî hayatiyet ve mefkûresi-
ni muhafaza edeceğinden ve sarsılan «.Millî nizâm »mı sağlam temeller
ve madde-rûh muvazenesi üzerinde kurarak medeniyet yolunu açacağın­
dan ve eski kudretini kazanacağından şüpheye hiç bir sebep yoktur. Ni­
tekim bütün mahrumiyetlere, iç-dış menfî kuvvet ve ideolojilerin mâhi-
râne tertiplerine ve baskılarına rağmen idealist memleket çocukları yine
de millî vazifelerini yapmaktadırlar Vatana hizmet aşklarına karşı çe ­
şitli engellerle mağlubiyetlere veya maddenin ifsadı ile uğratılan pek çok
kayıplara rağmen milletin henüz sağlam kalan kökü yine de yeni ve gür
filizler çıkararak kendileri ve yeni nesilleri korumaktadır. Esasen bu m il­
lî hayatiyet dolayısiyledir, ki imparatorluğun yıkılmasından sonra da
Türk milleti kem gözlerden kurtulamamış; menfi gayretler duraklamamış
ve millî rûhu ve birliği ifsâd faaliyetleri tahribatını yapmıştır.
Tarih boyunca tek bir Tanrıya inanmış; bin yıl boyunca da Islâmm
Allahı, hak ve adalet uğrunda cihâd yapmış bir milletin, yaşayan haslet­
leri sayesinde, tekrar İlâhî himâye ve yardıma mazhar olacağına inanı­
yor ve bunu diliyoruz. Nitekim, bu kitapta görüleceği üzere, Türk hakanı
«Tanrı Türk milleti yok o l m a s ı n ve y ü k s e l s i n
d i y e» müşkül zamanlarında nasıl hayırlı evlâdları vasıtasiyle yardımı-
X V II

ııı csiıgeıııemış; büytik Alp Aıslaıı’ın Buharalı imamı kendisine nasıl:


«Ey S u l t a n ! sen A l l a h ı n başka di nl e re zafer
va d e y l e d i ğ i İslâmiyet uğrunda cilıâd y a pı yor ­
s un . Bı ı s e b e p l e ben T a n r ı n ı n z a f e r i seni n
adına yazdığına i n a n ı y o r u m» ifadesiyle İlâhî müjdeyi
bildirmiş ise bu millet yine aynı yolda Hakkın teyidine mazhar olacaktır .2
Orlıorı Kitabeleri nasıl Çin esâretine düşmeyi milletin değil idareci ve
aydın sınıfın millî mefkûre ve ruhtan uzaklaşması neticesi olduğunu,
milli ıstırap \e şeref duyguları ile harekete geçen Türk hakan, halkı ve
başbuğları sayesinde kurtulduklarını heyecanlı hitabelerle bildirmiş ise
buğun de ahlâk ve mefkûresini kaybetmiş; maddenin esiri olmuş münev­
verler de aynı rolü oynamaktadır. Bu münasebetle Bilge Kağan’ın «E y
Türk Mi l l et i , titre ve k e n d i n e d ö n!» ihtânina gö­
re milletimizin kendi irâde ve ideallerini temsil eden akıllı, imanlı, m ef­
kûre ve cesaret sahibi hakikî evlâdlarım bütün müesseselerinde hâkim
kıldığı zaman Türk milletinin tarihî kudretini ve millî saadeti bulacağını
söyleyebiliriz.

Neşriyat Yurdu cihân hâkimiyetine dair ilk eserini büyük Türk eh


hângir ve gazilerinden Alp Arslan tarafından de kazanılan Malaz-
gird zaferi ile bu vatanın, Süleymanşâh tarafından İznik fethi ile de

3 Yahya Kemal’in Alp Arslan’tn Rûhuna gazel:

tklim -i Rûm’u tuttu Cihângîr savleti


Târih o işde gördü şîr savleti
Titretti arş u ferşi M alazgird önündeki
Cûş u hurûş-i rahş ile şemşir savleti
'On yılda vardı sâhil-i Konstantiniyye'ye
Yer - yer vatan diyânrn teshir savleti
Ey şanlı C edd-i ekberirniz âb-t lığının
B îhad imiş güneş gibi tenvir savleti
Tasvir ed er mi böyle şahinşâhı ey K em âl
Şimşekten olsa şiirde ta'bir savleti

Ömer öztürkmen de güzel şiirine :

Bir cum a sabahı sem âya karşı,


M alazgird’d e elli dört bin er;
B estelediler en güzel marşı:
Al!ahu ekb er, Allahu ekb erl

O büyük 2a ferin derin ve İlâhî mânasını sıkıştırmıştır.


X V III

Türkiye devletinin kuruluş tarihlerinin üncü yıl dönümlerinin hâtı­


ralarına armağan ederken üzgünlüğünü de ifâde etmek ister. Zira birçok
iiııiversiLeleri, ilim cemiyetleri ve resmi müesseseleri olan bu memleket­
le, bu mübarek günler için, ciddi bir İlmî hazırlığın henüz başlamadığı­
nı ve hu münasebetle de Türkiye’nin İlmî, millî ve mefkûrevî ba­
kımlardan nasıl bir kayıtsızlık içinde bulunduğunu müşahede etmekle
müteessir olmamak mümkün müduı? Mütevazi imkânlarımıza rağmen
bu eserimizi Selçuklular tarihi hakkında, diğer ciltler takip edecek ve
müşahede ettiğimiz azim bir İlmî ve millî boşluğu bir derece olsun dol­
durmağa çalışacaktır. Nitekim bir kaç yıl önce de aynı ihtiyacın ciddi­
yetle karşılanamıyacağı endişesiyle başka bir müessese tarafından neşre­
dilen «Selçuklular tarihi ve Türk-lsldm m edeniyeti » adlı eserimiz de yü­
ce Gazi Alp Arslan’ın ıûhlarına ithaf edilmişti. Neşriyatımızın birinci se­
risi bu tarihe tahsis olunmuştur,

Bıı kitap tamamiyle ilmi bir tez olarak yazılmakla beraber mevzuun
ehemmiyeti ve cazibesi dolayısiyle daha geniş bir münevver zümreyi
alakalandıracağı kanaatindeyiz. Bu münasebeLİe eserde analıatları ile bir
Tüık tarihi kadrosunun yazılması lüzumu da düşünülmüş; fakat hem
esas mevzuun dağılmaması, heın de lıacim zorluğu bizi bundan vaz ge­
çirmiş ve nihayet okuyucunun umumî tarih bilgisine sahip olması da der­
piş olunmuştur. Esere aid bibliyografya ve indeksleri yalnız ikinci cildin
sonunda dere etmeyi münasip bulduk. Öte yandan Osmanlı devrine aid
ve çok ağdalı olmayan bir kısım vesikaları da hemen aynen naklederken
metinlerin sadeleştirilmesine de liizûm görmediğimizi; Türk aydınlarının
bir az zahmetle ana dilinin tarihî metinlerine âşinâ olmalarını da istedi­
ğimizi belirtmeliyiz. Kullanılan vesikaların ve ileri sürülen fikirlerin
ehemmiyeti nisbetiııde kaynak ve mehaz gösterilip umumî bilgi veya
malûm sayılması gereken yerlerde bunların kaydından ve kitap isimle­
rini sıralamaktan vaz geçilmiştir. Kitabın intişarından sonra yeni tetkik
ve tenkidler sayesinde onun daha mütekâmil bir seviyeye ulaşacağını ve
müteakip baskılarının da buna göre yapılacağını umuyoruz. Tenkıd, mü­
talâa ve sualler bile esere ve dâvâya hizmet edeceğinden bunları büyük
bir memnuniyetle karşılıyacağız. Türkiye’de ciddî tenkidlerin henüz bir
an’ane hâline gelmemiş; hücum ve medh mahiyetinde kalmış olduğunu
veya bazan tabiî yahut kasıtlı kayıtsızlık halinde davranışlara sebebiyet
vermiş bulunduğunu da belirtmeliyiz. Bu münasebetle resmî müessiseler-
de görülmemiş İlmî aşırmaların vuku bulduğunu, bu suiistimallerin is-
batıııa rağmcıı, resmî müessese ve makamların, karışık âmillerle, bu ka­
nun ve ahlâk dışı hâdiseleri himaye ettiklerini dc görüyor; sâdece faille­
X IX

rini ıııâııeıı yıkan bin le çirkin bir hâdisenin Türkiye’de ccreyan etmesin­
den dula\ı hâsıl olan hazin durıınıa işaret elmiş bulunuyoruz.
Neşriyat Yurdu hilâl içinde ok ve yay işaretlerinden mürekkep bir
şekli bu kitap için olduğu kadar bütün eserleri için de uğurlu bit nişan
veya reniz (sym bole) saymaktadır. Zira hilâl rlü rk ve İslâm melkûrele-
riniıı en eski vc mukaddes bir alâmetidir. Ok ve yay ise, bu kiLabın çe­
şitli yellerinde görüleceği üzere, destânî Oğuz Han’dan beri bütün Türk
kağaıı ve sultanlarının hâkimiyet işaretidir. Gerçekten asker bir millet
olan ve dünya hâkimiyeti dâvasında bulunan bu milletin eski kağanları
gibi Müslüman sultanları da ok ve yay alâmetlerini mektup ve ferman­
ları başına koyarken bu hâkimiyet düşüncesiyle hareket ediyor; onu ken­
di isim ve unvanları ile süslüyorlardı. Kâşgarlı Malımud’un belirttiği üze­
re ü ğıız Türkleıi hakanların bu nişanlarına Tuğra adını veriyordu. Ni­
tekim kaynaklar Selçuk tuğralarının ok ve yay biçiminde bulunduğunu,
hatta Selçuklu çatr (sultanlara mahsus bir nevi şemsiye) larının da ok ve
yay şeklinde yapıldığını söylerler. Osmanlı tuğralarının pâdişâhların sa­
dece isim ve ünvanlarından mürekkep bulunduğu gözükürse de aslında
bunların da ok ve yay şeklinin bir tekâmülünden başka bir şey olmadığı
küçük bir dikkatle anlaşılmaktadır. Esasen her türlü sanat ve ihtişamın
zirvesine ulaşan Osmanlılar tuğra ve fermanları ile yazı sanatında da
incelik ve azametin en güzel örneklerini vermişlerdir. Öyle ki mimaride
Süleymaniye ve Selimiye ne ise yazıda da tuğra ve fermanlar aynı ihti­
şamı ve cihân hâkimiyeLi mefkûresini ifade eder. Nitekim mimarî, müzik,
ve daha sair sanatlarda olduğu gibi İslâm yazılan da en güzel örnekle­
rini Osmanlılara borçludur. İşte hilâl içinde ok ve yayın bu güzel kom­
pozisyonu Turan Neşriyat Yurdu sembolüne bıı suretle tıığra\ a benzer
bir hüviyet vermiştir. Tuğra’nm I. Murâd’ın de Raguza Cumhûri-
yeti ile yaptığı bir muahede-nâmeye, yazı bilmediği için, cl-pençesini
basmasından meydana geldiğine dair H am ıncı’e aid bir düşüne e, ilim
âlemi dışında, bir efsâne hâlinde yaygın ise de, ü-;maıılı tuğraları hak­
kında yapılan neşriyatta ne bu efsâne çürütülmüş, ne onun menşei üze­
rinde durulmuş ve ne de onun, yıldan beri, 1 ürk hâkimiyet sembolü
olarak üç ok ve yay işaretlerinin san’atkârâne bir tekâmülü neticesinde
Osmanlı tuğrasını meydana getirdiği düşünülmüştür. Ayrı bir m aka­
lemizin mevzuu olan bu mesele hakkında, şimdilik yapılan araştırmalar
için, P. W ittek tarafından yazılan N otes sur la Tughra Ottamane (Byzan-
lion X X , ) adlı makalede neşriyatın bir bibliyografyası da ıııev-
cııddur.
işte «Tiirk Cihan Hâkimiyeti M ejkûresi Tarihi » veya « Türk Diinya
XX

nizâmının millî, Islâm i ve İnsanî esasları » adını alan bu eserle İlmî ve


millî bir meseleyi meydana çıkarır ve aydınlatırken millî an’aneden kay­
nağım alan, milli tarihin ihtişamına ve Türk sanatının zerafetine uygun
olarak millî hâkimiyetin alâmeti sayılan bir sembolü böylece bu kitap
için de en münasip bir alâmet olarak kazanmış bulunuyoruz, Bu kitaba
uygun bulunan bu sembolün gayemize de yakışması bülün neşriyatımızı
temsil etmesine sebep olmuştur. Bu sembol ve kapak kompozisyonu,
yüksek sanat kabiliyeti olan ve ailesinden irs ederek bir çok sahalarda bu
kabiliyeti gösteren aziz refikam Sâtıa Turan’ın eseridir. İlmî ve millî bir
dâvâ aşkiyle hayırlı bir teşebbüse girişen «Turan Neşriyat Yurdu » Hak­
kın ve hak uğrunda tarihî cihâdını yapmış bir milletin yardımcı olması
dileğiyle işe başlıyor ve bunu Allahtan niyâz ediyor.

Osman Turan
Bahçelievlcr, Sok. 11/7
Ankara, XI
I. Bölüm

TÜRK TARİHİNE GİRİŞ

1. Tarih ve Mefkûre

• Üstte m avi g ök, altla yağız yer ve ik i­


si arastnda kişioğlu yar ah im in kişioğul-
lan üzerinde d e ecdddım Bumtn Kağan
v e istem i Kağan hüküm sürmüşlerdir. •
(Bilge Han)

Tarih şuûru din duygusu kadar eski olup insanların manevî vasıfları
ve medeniyet seviyeleri nisbetinde derinleşir. Cemiyetlerin iptidâî devir­
lerinde ataların ta’zîm ve takdis edilmesi veya bu münasebetle ecdat
kültlerinin teşekkülü tarih ve vatan şuûrunun ilk bir belirtisini, İnsanî ve
millî hislerinin de bir başlangıcını teşkil eder. Eski devirlerde halk kit­
lelerine ait efsâne, destân ve menkîbeler cemiyetlerin tarih ihtiyacı ile
teşekkül ediyor ve onun şuûrunu yaratıyordu. Bunlar cemiyetlerin geçmiş
zamanlarına ait yaşayış, düşünüş ve inanışlarının akisleri olarak bugün de
tarihin inşasında ve eksikliklerini tamamlamakta mühim bir kaynak va­
zifesini görür. Bununla beraber tarih ve efsâneler uzun zaman birbirine
karıştırılmıştı. İslâm medeniyeti, tarihi, efsâne ve destânlardan ayırmak­
la Yunan medeniyetine bir üstünlük kaydeder. Nitekim eski Yunan ve
Avrupa dillerinde kullanılan «Historia» kelimesi menşede hikâye mâna­
sına geldiği halde Islâm dünyasında, hakîkî medlülüne uygun olarak,
«Târih» ıstılahı zamanla kayıtlı hâdiseleri ifade eder. Beşeriyetin hafızası
ve insanlığın tecrübesi mevkiinde bulunan tarih şuûrda yaşadıkça, mil­
letlerin şahsiyetlerini geliştirmeğe, kültür ve mefkûrelerini kuvvetlendir­
meğe hizmet eder. Tarihini bilmeyen ve şuurunu taşımayan milletler
hâfıza ve idrâklerini kaybetmiş şaşkın kimselere benzer. Böyle bir du­
lumda milletlerin yükselmeleri veya millet vasfını muhafaza etmeleri ve
hattâ dağılmamaları zordur. Beşeriyetin tekâmülünde bu derece ehemmi­

1
2 Türk Cihan H âkim iyeti

yeti olan tarih, medeniyetin yükselmesi ile muvazi olarak ilerler ve mil­
letlerin istikbalini hazırlamakta yardımcı olur. Bu sebeple târih kültürü
ve şuûru cemiyetlerin idareci ve seçkinleri için rehberlik vazifesi görür.
Nitekim Ortaçağ tslâm dünyasında târih hükümdarlara ve yüksek taba­
kaya mahsus ve imtiyazlı bir ilim sayılmıştı.1 Bugün de milletlerin mede­
nî seviyelerini tarih tetkiklerindeki gayret ve kabiliyetlerine göre tayin
etmek mümkündür.

Tarihin geniş b ir tetkiki, cemiyet ve medeniyetlerin yükselişinde,


maddî-manevî kuvvetler arasında bir muvazenenin nasıl âmil olduğunu
meydana koyduğu gibi sukutlarının da bu muvazenenin bozulması ile
vuku’ bulduğunu gösterir. Maddenin tahakkümü ile cemiyetler manevî
buhran ve kargaşalıklara, ruhun hâkimiyeti ile de uyuşukluğa düşer ve
sukut mukadder olur. Birincisinde din ve mefkureler, İkincisinde de akıl
v e hayatın isyanı ile tekrar muvazene kurulmağa ve medenî inkişafa yol
açılır. Tiirkler eski çağlardan yakın zamanlara değin, yıllık tarih­
leri boyunca, maddî-manevî unsurlar arasında daha fazla muvazene ku­
rabilmiş ve bu sayede azametli devirler yaratmış bir millettir. Gerçekten
tarihte itidal ve ihtiyatı ile, vekar ve adaleti ile temayüz eden Türk m il­
leti millî, dinî v e İnsanî duygulara bağlı kalmış ve bunların ahengi üze­
rinde de bir Cihan hâkimiyeti mefkuresine inanmıştır. Üç kıt’a üzerinde
ve geniş ülkelerde kurulan tarihî Türk hâkimiyeti bu muvazene ile ge­
lişmiş, bu sebeple de ânî yükseliş ve sukut inkılâplarına da pek fazla mâ­
ruz kalmamıştır. îslâmdan önce Türkistan, İslâm devrinde de Yakın-şark
ve Türkiye merkez olmak üzere Çin, Hindistan, Afganistan, Horasan,
Şarkî ve Orta Avrupa, Balkanlar, İran, Azerbaycan, Kafkasya, Anadolu,
Rumeli, Irak, Suriye, Mısır ve Şimalî Afrika Türklerin başlıca istilâ, göç
ve i ıâk tın iyet sahaları olmuştu. T iir k le r bu ülkelerde birçok devletler ve
imparatorluklar kurmuşlar; muvakkat yurtlara ve devamlı imparatorlukla­
ra sâlıip olmu^Iatdır. Çımanı çağında Kıın (llitıng-nu) \e G öktü rk ka­
ğanlıkları, Ulânı çağmda Selçuklu ve Osınanlı Sultanlıkları Tiirk cihdn
hâkimiyetinin dört Iniyük devrini teşkil eder 1 Avrupa Hunları, Ak-IIun'-

1 Türkiye’de tahsilin kifayetsizliği, yazı değişikliği vc bıımınla ilgili tedbirlerin


alınmaması ve nihayet dil fâciası mâzi ile istikbal arasındaki bağlan koparmakla
Türk kültürü ve milli mefkûre ile birlikte larih şuûnımı da öyle sarsmıştır, ki bıı su­
retle hâsıl olan manevî kayıplann dereccsini burada aıılalnmk kolay değildir.
2 Burada tarihi devirler kasdedilip Türklerin eski devirlerine ait birtakım ııa-
zariyeler ve hususiyle hayâli tarih tezleri bahis mevzuu değildir. Medeniyet ve din
münasebetlerinin ehemmiyetine göre Türk talihini Şamanî ve Islâın olınak üzere
iki çağa ayırmak daha isabetlidir. Buounla beraber İslâm devrinin büyük ehemmi-
Tarih ve M cfkû re

lar, ihızaı, Uygur \r liulgar hanlıkları, Oğıız ve Karilik yabguhıkları,


mü.slıhııaıı İlil Bulgarları ve KarahanhUır, Gazııc, HArcznı, Mısır-Suriye
Memlûk ve Hindistan sultanlıkları, Türkistan, Orta-şark ve Allun-ordu
lıaıılıkları, Tinuirlü, BabürUi ve Safevî imparatorlukları bu dört büyük
devre dahildir.

Bu muazzam tablo, Türk tarihinde maddî-manevî büyük âmillerin


ıol oynadığını veya bu devirlerin Türklerin şuûrunda birtakım siyasî
inanç ve mefkurelerin teşkkülüne sebep olduğunu istidlale kâfidir. G er­
çeklen Türkler, başka milletlerden farklı olarak, daha peygambere sahip
olmadan, kendi anlayışları ile tek bir Tanrı inancına yükselmişler; millî
ve İnsanî duygularla birlikte tarih sahnesine çıkmışlardır. Dünya tari­
hinde bu müstesna vasıflarla tanınan, maddî-manevî kuvvetlerin im ti­
zacı ile de asırlarca cihân hâkimiyeti mefkûresine bağlanan Türkler Is-
lamiyeti kabûl edince bu yeni dinde kendi ruh ve mefkûrelerini bularak
daha yüksek bir mevkie sahip oldular. Bu sebepledir, ki son bin yıl zar­
fında İslâmiyet ve Türklük, zat ve sıfat olarak, öyle kaynaşmıştır, ki ar­
tık İslâmiyet Türklerin millî dini mahiyetini kazanmış ve bu iki unsurun
birbirinden ayrılması mümkün olmamıştır. Türk tarihinin inkişafında ve
azamet devirlerinin yaratılmasında müessir maddî-manevî kuvvetlerden
hangisinin daha önce âmil olduğu belli değildir. Zira Türkler tarihleri­
nin ilk devirlerinde siyasî teşkilât ve askerî kabiliyetleri, dünyada ilk de­
fa ata binerek onu bir muharebe vasıtası halinde kullanmaları sâyesinde
komşu kavimlere üstün bir kuvvet olarak meydana çıkmışlar; o zaman-
danberi de tek Tanrı’ya inanmış; millî şuûra ve insanlık duygularına bağ­
lanmış ve cihân hâkimiyeti dâvasına girişmişlerdi. Bu maddî-manevî
kuvvetlerle geniş imparatorluklar kuran Türkler hâkimiyetleri altına al­
dıkları ve münasebetlerde bulundukları kavimlere siyasî teşkilâtlarını ve
askerî tekniklerini vermişler; Uzak ve Yakın-şark ülkeleri, Asya ve Avru­
pa kıt’aları arasında din, kültür ve alfabelerin, ticarî ve sınaî maddele­
rin mübadelesine imkân hazırlayarak medeniyet tarihine hizmet etmiş­
lerdir.

Şamanı çağında Türkler Uzak-şark’tan Balkanlara ve Orta Avrupa’­


ya kadar yayılmışlar; Çin, Hindistan, Iran, Roma ve Bizans im parator­
luk veya ülkeleri hudutlarını aşmışlar; zaferler kazanmış ve bu uzak ül­
kelerde birtakım siyasî ve etnik teşekküller vücuda getirmişlerdir. Lâkin
bu geniş yayılışlara rağmen Türkistan yine de Türk tarihi ve nüfus ke-

yeti dolsyısiyle Türk Cihân hâkimiyeti mefkûresinin Şaman!, Selçuklu ve Osmanlı


adlan ile üç bolümde tetkikini yerinde bulduk.
4 Türk C ihan H âkim iyeti

safetinin merkezi kalmıştır. Bu çağda vuku’ bulan fetih ve göçler, kuru­


lan yurt ve devletler dünya tarihinde mühim bir rol oynamakla beraber
bunların te’sirleri gittikçe asırların derinliklerine gömülmüş; buralarda
geçen hâtıra ve tarihlerin izleri tedricen azalmış ve nihâyet bu Türk ka-
vimleri zamanla yerli ve komşu halklar tarafından temsil edilmiştir. Bu
sebeple, Ana-yurt dışında cereyan eden tarih Türkler için mühim bir
mîrâs bırakmamıştır. Gerçekten bu temsil edolayısıyle tarihe karışan
eski Türklerin Çin, Hindistan, Iran, Rusya, Balkan ve Orta-Avrupa ka-
vimlerinin kanlarına, siyasî ve kültürel inkişaflarına kattıkları unsurlar
sanıldığından çok daha fazla olmuştur. Nitekim, bugün de, Uzak-şark’-
tan Orta-Avrupa'ya kadar birçok ülke, deniz, nehir ve kavimlerin adlan
bu devrin hâtıralarım muhafaza eder. Hıristiyan Gagavuz ve musevî Ka­
rayım Türkleri de bu tarih denizinin son bakıyyeleridir.

İslâm çağında Türk tarihinin ağırlık merkezi Türkistan’dan Yakm-


şark’a ve hususiyle Türkiye’ye intikal eder. Eski medeniyet dünyası ve
Akdeniz havzası Türk hâkimiyet sahasına dahil olur. Bu devirde millî ve
İslâmî mefkûrelerin imtizacı sâyesinde Türkler daha yüksek bir medeni­
yet ve daha kudretli bir cihân hâkimiyeti ile yeni bir tarih devresine gi­
rerler. Türkler Islâm dini ve medeniyeti çerçevesinde kendi ideallerini
bularak yükselirken iç buhranlara ve dış istilâlara marûz kalan Islâm dün­
yasını ve hayatiyetini kaybeden müslüman milletlerini de kurtarmışlar­
dır. Bu yeni devirde Türklerin Türk, Islâm ve cihân tarihlerinde rolleri o
(Irıiîfe artar, ki bütün müslüman ve hıristiyan kavimlerin kaderleri üze-
ı iııduki tesirleri bugüne kadar devam eder. Gerçekten Islâm dünyası, X .
nsır da, dinî, İçtimaî ve siyasî buhran ve nifakla içeride, Bizans ve Avru-
Imııııı istilâları ile de dışarıda öyle tehlikeli bir duruma düşmüştü, ki
ıııiisl minanların tek tesellisi bu asırda IslâmiyeLin Türkler arasında sür’at-
lo yayıldığına dair gelen haberler idi. Bu münasebetle Fâtih Türklerin
IslftiMİyrii kurtaracağına dair birtakım hadîsler, evliyâ tebşirleri ve kehâ­
netler ıımslümanlara ümid verirken Türkler üzerinde de Islâmiyetin ca­
zibesini mtlırıyor ve ihtidaları süratlendiriyordu. Türkler boylece milli
ve islâıııl mefkûrelerin kaynaşması ile cihân hâkimiyeti dâvalarını can­
landı! ııkcıı müslüman mütefekkirleri de İslâmiyete yaptıkları hizmetler
dolayısıylc onlara karşı şükranlarını bildiriyor ve Türkler artık îslâmın
hâmisi ve bayrağı mevkiine yükseliyordu. Türkler İslâm dünyasını içeride
siyasî vc manevî birliğe, dışarıda da istilâlardan emîn bir duma getirdik­
ten sonra da Orta-Asya’yı, Kafkasya’yı, Anadolu’yu Rumeli’yi, Şarkî Av­
rupa ve Karadeniz’in şimal sahillerini, nihayet şimalî Hindistan’ı Islâm
dini ve medeniyeti hudutları içerisine dâhil ettiler. Yeni kültürel ve ikti-
Tarih ve M e fkû re 5

sadî lıamlclcrle de İslâm medeniyeti ikinci yüksek devrini idrâk etmiş ve


ona X V II. asra kadar uzun bir ömiir ve üstünlük sağlamıştır.
Selçukluların hâkimiyeti ve cihangirâııe hamleleri sayesinde Islâmm
hu kudreti kazanması Bizans imparatorluğunun artık inhitata uğrama*
sm.ı; fakat, yeri olmasına rağmen, Hıristiyan Avrupa’nın da meşhür Haç
lı seferleri ile birkaç asır süren taarruzlarına sebep oldu. Milyonlarca in­
sanın kanına mal olan hu Haçlı taarruzları nihayet Türk kudreti karşı­
sında kırılmış ve Avrııpalılar memleketlerine eli boş olarak dönmüşler­
dir. Lâkin onlar hiç farkına varmadan bu seferlerin büyük bir mükâfatı­
nı görüyorlardı. Filhakika Avnıpahlar bu münasebetle İslâm medeniye­
tini tanımış; Şarktan ilim ve kültür aşıları almak ve Akdeniz ticaretine
iuıkiın olmak sayesinde Yeniçağlar medeniyetinin temellerini atmağa mu­
vaffak oldular. Öyle ki, Hıristiyanlığın unutturduğu ve Avrupa'nın hay­
ran olduğu eski Yunan medeniyeti de ancak miisllimanlar sâyesinde öğ-
renitebikli, Boylere Türk hâkimiyeti bir yandan İslâm medeniyetinin ha­
yatiyetine ve yükselmesine imkân verdi; öte yandan da Avrupa medeni-
'içlinin doğuşuna hizmet eLti. Türkkrin îslâm dini ve medeniyeti sâye-
siııde >iiksclişlerine dair bir hâdiseye de burada dikkati çekmek yerinde
olur. Karadeniz şimalinden vııku'bnlan bin yılhk sayısız Türk göçlerine
rağmen buralarda Türklük nihayet tarihe karıştığı halde cenup yolu ile
vııku'bulan muhaceretler yüksek medeniyete ve nüfus kesafetine sâhip
bulunan Yakın-şark ve Anadolu’da Türkmenler yalnız varlıklarını muha­
faza etmemişler; aynı zamanda en büyük imparatorluklar kurup yüksek
bir medeniyetin ve cıhân hâkimiyeti dâvasmm da ileri bir temsilcisi ola­
bilmişlerdir.
Selçuklular devrinde istilâcı H açlılara karşı Anadolu’da ve Suriye’de
cihâd yapan Türkler Osmanlılar devrinde uğradıkları ikinci devir Haçlı
taarruzlarını, daha beylik halinde başlamak üzere, Rumeli’de, Orta-Av-
rupa’da, Akdeniz’de ve hattâ Okyanus’larda karşılayarak daha derin bir
mefkûre ve daha kudretli ordular sâyesinde daha muhteşem zaferler ka­
zandılar. Osmanh pâdişâhlarının kudreti ve dehâsı sâyesinde Türk cihân
hâkimiyeti dâvası en yüksek derece ve seviyesine ulaştı. Böylece KaLolik
kilisesinin giriştiği bu yeni H açlı taarruzları neticede Türk hâkimiyetini
Avrupa’nın ortalarına ve Akdeniz havzasına kadar genişletti. Nitekim
Macaristan zaferinden dönen Kanunî Sultan Süleyman, Avrupah elçilere,
Hıristiyan devletler e c d â d ı m a karşı beyhûde
d a i mî H a ç l ı taarruzlarına g i r i ş me s e y d i bu k a ­
dar k a n d ö k ii 1 m e z d i derken savaşların mes’uliyetinin onla­
ra ait bulunduğunu vc yapılan fetihlerin de bu zaruretle olduğunu mey­
6 Türk Cihan H âkim iyeti

dana koyuyordu. Türk milletinin tarihte en büyük eseri olan Osmanlı


imparatorluğu dünya tarihinde de ancak Roma ve Halifelik imparator­
lukları ile mukayese edilebilecek bir siyasî varlıktır. Fakat, aslında, bu
devletin onlardan da üstün vasıfları vardı. Filhakika Osmanh İmparator­
luğu maddî-manevî kudret kaynaklan, idaresinde yaşıyan çeşitli kavim,
din ve mezhepler-arası ahengi, siyasî istikrarı ve İçtimaî âhengi ile iki ev­
velki imparatorluktan da daha sağlam ve kuvvetli bir nizâmın temsilcisi
idi. O, Roma İmparatorluğu gibi yabancı istilâların tehdidi ve haraç
verme mecburiyeti altında değildi. Halifelik imparatorluğu gibi de sür’-
atle siyasî otoritesini ve birliğini kaybetmemişti. Materyalist hastalıklara,
dinî ve İçtimaî buhranlara düşmemekle, yüksek /enginler ve ezilen sefil
halk kitleleri ve sınıflar-arası uçurumlar yaratmamakla da mümtaz idi.
Osmanh devrinde üstün Romalı ve aşağı yabancı milletler tasnifine ben-
ziyen bir ayrılığa da rastlanmamıştır. Fransız âlimi Fr. Grenard’m ifadesi
ile O s m a n l ı İ m p a r a t o r l u ğ u h i ç b i r z a m a n m i l l i ­
yetler t e z a d ı n a , d i n ve m e z h e p m ü c a d e l e l e r i -
n e fırsat vermemiştir. Bu âhengi ile OsmanlıIar yalnız eski imparator­
luklar değil, hürriyet, demokrasi, lâiklik ve insanlık fikirlerinin yaygın
bulunduğu Modem çağ imparatorluklarından da daha ileri ve emsalsiz
bir nizâmın sâhibi idiler. Osmanh İmparatorluğu siyasî istikrarı, dinler-
arası âhegi ve İçtimaî adâleti ile Büyük Selçuklu imparatorluğundan da
daha üstün bir siyasî teşkilât idi. Bu sebepledir, ki emperyalist devletle­
rin taarruz ve tahriklerine kadar yabancı milletlerin isyan veya istiklâl
hareketleri de bahis mevzuu değildi. XV I. asırda Osmanh İmparatorluğu
üç kıt’ada, eski medeniyet ülkelerinde, iç denizlerde ve pek çok kavim­
ler üzerinde lıükûm sürerken Islâm dünyasının geri kalan memleketleri
de diğer Türk devletlerinin idaresinde bulunuyordu. Hindistan’da Ba-
bürlü ve İran’da Safevî şahlıkları, Türkistan’da ve Altun-ordu’da başka
Türk hanlıkları bulunuyordu. Böylece bu asırda Türk milletinin hâkimi­
yeti ve yayılışı Viyana kapılarından Ganj nehri vâdilerine, Altay dağla­
rından Atlas dağlarına, itil boylarından Habeşistan’a ve Büyük Sahra’ya
kadar eski dünyanın yansına kadar yayılıyordu. Bu sebepledir, ki bazı
Avrupa tarihçileri (meselâ E. Driault) haklı olarak bu devre « T ü r k
a s r ı » adını vermişler, ki Avrupalılann M u h t e ş e m dedikleri
Kanunî Sultan Süleyman bu devrin ve Türk cihân hâkimiyeti dâvasının
tâcını temsil eder. Türkiye’de, Türkistan’da, Hindistan’da ve Islâm dün­
yasının diğer ülkelerinde yükselen büyük mimarî âbideleri Türk ihtişam,
mefkûre ve san’at duygularının terkibini ve en giizel maddî ifadelerini
teşkil eder. İslâm mütefekkirleri de, X III. asırda, dünyanın dörtle birinin
Tarih vs M efkü re 7

Tiirklcrc ait bulunduğunu söylerken bu hususu da bu milletin üstünlük­


leri hakkında başka bir delil olarak gösteriyorlardı.
Osmanlı mütefekkirleri İmparatorluğun madd-manevî kudret kay­
naklarına o derece inanmışlardı, ki X V II. asırda başhyaıı inhitatı ari/.î
sayıyor; bir takım İslâhat tedbirleri sayesinde Kanunî devrini tekrar diril­
tebileceklerine inanıyorlardı. Hattâ X V III ve X IX . asırlarda, Rusya ve
Avrupa karşısında, uğranan ağır mağlûbiyetlere rağmen Türkler yine dc
in ilil ve İslâmî değerleri hakkında hiçbir şüpheye düşmüyor ve aslâ ma­
nevî mağlûbiyeti kabul etmiyorlardı. Gerçekten bu devletin hayatiyeti
ve kııdsiyeti Türklerin şuûrunda o derece yerleşmişti, ki İbn Haldun’un
devletlerin doğuş, yükseliş ve sukut nazariyesine bağlı kalan Osmanlı ta­
rihçileri İmparatorluğun «D e v 1 e t - i e b e d m ü d d e t » bulun­
duğuna ve bu sebeple de bu nazariyeden müstesnâ olduğuna inanıyor­
lardı, İmparatorluk, çok ağır şartlar içinde ve büyük hatâların kurbanı
olarak, Birinci cihân harbinde yıkılırken bile hayatını tarihî şeref ve
azametine uygun hamaset destânları ile kapatıyordu. H attâ İstiklâl H ar­
binin zaferle neticelenmesi ve yeni Türkiye’nin doğuşu da Osmanlı Türk­
lerinin ölüm sırasında dahi nasıl bir mefkûrevı kudrete sâhip olduğunu
g ö s te r m iş tir . Böylece manevî teslimiyet mânasına gelen Tanzim at’tan
sonra Avrupa karşısında küçük bir münevver zümrenin düştüğü aşağılık
duygusu ve ruhî çöküntü yine de bu manevî kudreti sarsacak bir derecde
değildi. Dikkate şayandır, ki Müslüman âleminin üstünlüğü karşısında
Yakın-şark hııistiyanları ve hususiyle Rumlar tam bir aşağılık duygusuna
gömüldükleri ve bu suretle de kendi sukutlarını bizzat hızlandırdıkları
halde Avrupa’da ne Araplar ve ne de Türkler karşısında böyle bir ruhi
çöküntü husûle gelmemiş; Kilisenin hâkimiyeti ve Hıristiyanlığa bağlılık
böyle bir durqma fırsat vermemişti, Lâkin ilmin ve fikir hürriyetinin in­
kişafı ile Hıristiyanlığa karşı uyanan bir itimatsızlık dolayısiyle Yeni-çağ-
lar Avrupasında da Türklerin İçtimaî, ahlâkî, dinî ve mefkûrevî üstünlük­
lerine dair bazı fikirler ileri sürülmüşse de Osmanlı İmparatorluğunun
gittikçe ağırlaşan inhitatı bu düşüncelerin aşağılık duygusu halinde ge­
lişmesine fırsat vermemiştir. Halbuki bugün yeni Türkiye’de, tersine bir
medeniyet anlayışı, millî kültür, ahlâk ve mefkurenin tahribine sebep ol­
makla aydınlar arasında ağır bir manevî buhran ve aşağılık duygusu ya­
ratmış; kaba materyalizme kurban ve rûhsuz nesillerin yetişmesi ilericilik
sayılarak Türk tarihinde ilk defa olarak millî birliği tehdid eden tehlike­
ler başgöstermiştir.
Türklerin maddl-manevî kuvvet kaynaklan ve cihân hâkimiyeti mefkû-
ıvleri sayesinde yaratılan tarihin azamet devirlerini izâh ederken başka ka-
« Türk C ihan H âkim iyeti

vimlerin yaşayış, düşünüş ve inanışları ile tarihi inkişafları arasında mevcûd


münasebetler de tabiatiyle alâkamızı çeker. Hindistan’da doğan dinlerin
savaşı ve hayvan kesmeği yasak etmesi de bu ülkede yaşayan kavimlerin
iklim ve hayat şartlan ile ilgili olup Hindlilerin siyasî bir kudret ve kabi­
liyet gösterememeleri ve yabancıların idareleri altında kalmaları bu mü­
nasebetlerin tabiî bir neticesidir. Hindistan’da halkların aşılmaz sınıf
(kast) uçurumları ile birbirlerinden uzaklaşmaları ve paryalara revâ gö­
rülen sefil hayat ve zulümler bu dinî inançların İnsanî bir menşe’le ilgi­
sini bertaraf eder. Hayat şartları ve inançlar arasındaki münasebetler
dolayısıyle Türkler de, Hindlilerin aksine olarak, savaşı günah değil var­
lıkları için meşrû’ ve hattâ savap sayıyorlardı. Nitekim millî destana gö­
re Oğuz Han devletini oğullanna taksim ederken: « E y o ğ u l l a r ı m !
Ben artık çok yaşlandım; çok s a v a ş t ı m ; Gö k-
tanrıya b o r c u m u ö d e d i m» demekle cidden savap işlediği­
ne inanıyordu. Bu sebepledir, kî Türkler kendi mizaçlarına uyğun gel-
miyen Hindistan dinlerini kabûle yanaşmıyorlardı. Nitekim Buda dini,
VI-VIII. asırlar esnasında, Orta-Asya’da yayılma faaliyetine girişirken
Gök-Türk hükümdarı Bilge Han ve onun hâkîm veziri Tonyukuk bu di­
nin kabulünü reddediyor; onun yumuşaklık ve miskinlik telkin ettiğini,
s a v a ş ı ve h a y v a n k e s m e y i yasaklıyarak Türklerin hayat
şartlarına uymadığını, mücadele güçlerini bozacağını düşünüyor ve ka­
labalık Çinliler karşısında istiklâllerini korumakta zorluk çekeceklerini
ileri sürüyorlardı. BÖylece bu mümtaz devlet adamları hakikaten millî
hususiyet, ihtiyaç ve endişelere göre hareket etmişlerdir. Bu münasebetle
IX. asır Arap mütefekkiri Câhiz’in Mani dinini kabûlden sonra Uygur­
ların s a v a ş ç ı k a b i l i y e t l e r i n i k a y b e t t i k l e r i n e dair
beyânını da hatırlamak yerinde olur.

Şamanl Türkler savaş gibi o esnada düşmanı öldürmeği de günah


değil hattâ savap sayıyorlardı. Bu sebeple de Gök-Türk kağanları ve bey­
leri öldürdükleri düşman büyüklerinin çirkin heykellerini veya, kendi ta­
birleri ile, Baibaflannı mezarları kenarına dikiyor ve bunların âhirette
kendilerine hizmet edeceklerine inanıyorlardı. Bu hâdise de Türklerin
savaşçı kabiliyetleri ve inanışları ile hayat şartlan arasındaki münasebet­
lere güzel bir misâl teşkil eder. Bununla beraber Orhun kitâbelerine göre
Türk kağanlan kendi milletinin sel gibi akan kanlarını ve dağ gibi yığı­
lan kemiklerini anlattıklan halde zaferleri esnasında öldürdükleri düş­
manlarının miktanndan bahsetmeye ve bununla iftihara tenezzül etme­
mişlerdir. Buna mukabil birçok eski ve çağdaş hükümdarlar düşmanlarına
karşı yaptıklan zulümlerle öğünüyorlardı. Gerçekten kağanlar d a i m a
Tarih ve M efkÛ re

s u l h vc n i z â m i y i n savaştıklarını ve muharebeyi sadcoc içeride


isyfıııları bastırmak, dışarıda da tecâvüzleri önlemek maksadı ile yaptık-
hırını belirtiyor ve bu münasebetle de onların günah ( y a z t ı k ) işlemeleri­
ni sebep olarak gösteriyorlardı .3 Bu durum, Tiirklerin savaş gayelerini
ancak İ s i â m i n cihâd mef kuresi ile mukayese ettiğimiz
takdirde hakikî mânasında anlamanın mümkün olacağına delâlet eder.
Selçuklu ve Osmanlı sultanları da Türk-lslâm esaslarına göre tecâvüz ve
tehlike karşısında harp ilân ediyor ve icabında da bunu dini bir fetve'ı
ile meşrulaştırıyorlardı. Esasen îslâmın cihâdı da bazan yanlış anlaşıl­
mış ve ancak bu gibi kayıt ve zarûretlerle müslümanlara farz kılındığına
dair hükümlere dikkat edilememiş; kendi nizâmına aldığı Semavî dinlere
ve mensuplarına da geniş hürriyet ve kanunî haklar tanımıştır. Halbuki
Hıristiyan kiliseleri yalnız yabancı dinlere değil, kendi mezhep ve tari-
katlerine de aslâ müsamaha etmemiş; hattâ mensuplarına hayat hakkı
rfahı tanımamıştır. Türk kahramanları atları ile gömülürken bunların
dünyada olduğu gibi ahirette de kendilerine binek olarak hizmet ede­
ceklerine inanıyorlardı. Moğol hanları ise, aynı hizmet inancı ile, i n s a n
k u r b a n ediyorlardı, ki bu iki kavim arasında mevcûd insanlık ve m e­
deniyet seviyeleri farkını göstermesi bakımından kayde değer. B ir haka­
nın Tiirklerin yalnız savaşta hileye cevâz verdiğine dair üzüntüsünü de
bu vesile ile hatırlatmak yerinde olur .1

Dinlerin kavimlerin tabiatı üzerinde olduğu gibi kavimlerin de din­


ler üzerinde tâdil edici te’sirlerde bulunduğu tarihî bir hakikattir ve sos­
yolojik kanunlara uygundur. Bu sebeple Câhiz’in Uygurlar hakkmdaki
beyânını biraz mübalâğalı bulmak iktiza eder. Nitekim, X , asır İslâm
kaynaklan, Uygurların, daha küçük bir devlet iken bile, kendi dindaşları
Mfjm/ıaisileri himâye maksadı ile Sâmânileri tehdid edebilecek bir kud­
rette olduğunu'belirtiyorlar.' Gerçekten aynı sosyolojik kanununa göre
Buda dini Uzak-şarkta ve Hıristiyanlık da Avrupa’da hayli değişikliklere
uğramıştır. Meselâ Avrupalılar, Hıristiyanlığın telkinlerine aykırı olarak,
eski savaşçı kabiliyetlerini zayıflatmamışlar; yine Hazret-i Isâ A l l a h ’
ın h a k k ı n ı A l l a h ’ a ve K a y s e r ’ i n h a k k ı n ı Kay­
s e r ’ e bıraktığı halde Saint Thomas’nın « B e d e n rûha tâbi-
d i r» düstûruna göre Papalık ruhanî hâkmiyet yanında dünyevî hâki-

* Tiirklerin bıı insani ve barışçı riilnı ve karakterlerine ilk clefa W . Barlhold


dikkat etmiş ve E. Chavanes’nin hatasını düzeltmiştir (Or/a-ast/n Tiirk tarihi h a k­
kında rlrrsler, İstanbul , s. 1 0 - 1 1 J .
1 Aşağıda Tiirkler’in dini bahsine bakınız (I. Böl. 6. bahis)
’ Tiirklf'r arasında vabancı dinler bahsine bak. Bol. F. bahis 8 .
10 Türk C ihan H âkim iyeti

miveti de elde etmeğe çalışmış ve bu uğurda uzun mücadelelere giriş­


miştir. Arap, Acem ve Türk milletlerinin de İslâm mezhep ve tarikatleri
üzerinde tesirlerini görmemek mümkün değildir. Meselâ İranlılar, eski
dinleri ve millî duygulan sebebiyle, Islâmiyeti tadil eden bir takım mez­
hepler ve hattâ ilk zamanlarda İslâmiyete düşman dinî zümreler (seetes)
vücuda getirmişlerdi. İslâmiyet! sâf şekline sokmak maksadı ile İbn Tey-
miyye'niıı fikirleri üzerinde kurulan Vehhabilik kıırıı, seıl ve san’attaıı
u/ak bir hüviyet alırken Arabistan’ın şartlarına uyuyordu. Tiirkler, diğer
milletlerden farklı olarak, Ilazret-i Peygamber sevgisi ile bir M e v 1 û d
â y i n i ihdas ederlerken hem derin kııdsiyet duygularını ve hem de
ince saıı’at arzularını talinin ediyorlardı. Bazı Türk tarikatları içinde mû­
siki \e sem a (raks) ın büyük bir dinî vecd vasıtası lıâline gelmesi de es­
ki Türk /camlarının te’sirlerini gösterir, Tasavvııfî Türk tarikatlarına ait
sa> ısız zaviyeler ve imaretler, bunlar vasıtasıyle yayılan hayir işleri de
eski Türk insanlık ve misafirperverlik duygularının İslâmiyetle birlikte
yükselmesinden başka bir şey değildir.

Türk tarihinde milli, dinî ve İnsanî duygulara dayanan bir cihan hâ­
kimiyeti mefkuresinin askerî ve siyasî kudretle muvazi olarak gelişme­
sini izah ederken manevî kuvvetlerin daha bârız rollerine de dikkati çek­
meliyiz. Filhakika bir avııç Arap kahramanının devrin Sasanî ve Bizans
gibi iki muazzam imparatorluğu yıkmasını veya kanatlarını kırmasını
Hazret-i Muhammed’in getirdiği ilâhı ruh ve tslâm mefkuresinin kudre­
tinden başka bir sebeple anlatmak mümkün değildir. Roma İmparator­
luğu da, bütün şiddet ve zulümlerine rağmen, fakir hıristiyanlara karşı
yenilmekten kurtulamamış ve yeni dinin zaferini önliyememiştir. Türkler
tarih sahnesine çıkışlarından beri, Şamanı ve İslâm çağlarında, tek bir
Allah’a bağlı bulunmuş; T a n r ı n ı n m ü m t a z bi r k a v m i
olduklarına ve onun kendilerini koruduğuna, kağan ve sultanlar A l l a h ’
ııı c i h a n h â k i m i y e t i n i kendilerine ihsân ettiğine ve bıı se­
beple de dünya nizâmını kurmağa memur bulunduklarına inanıyorlardı.
İslimim ilk ııın’eizesini nasıl büyük fetihleri teşkil etmiş ve müslümanlar
zafer müjdelerine inanmış idiyse Selçuklu ve Osmanlı Türkleri de öylece
İslâmî ve millî imanla kudret kazanıyorlardı. Bıı gibi sayısız manevî
âmiller karşısında da K. Marx’ın T a r i h î m a t e r y a l i z m i , tek
taraflı bir izah olarak, tabiatiyle, ilmî tenkidlere dayanamamış ve kolay­
lıkla iflâs etmiştir. Manevî değerlere bağlı bııhınan Türk kağan ve sul­
tanları milletlerinin istiklâli, birliği, refah ve yükselişi uğrunda mücade­
leyi tabiî bir vazife saydıklarını beyân ederlerken Türk halkı da ancak
d e v l e t i ve k a ğ a n ı m e v c û t o l d u k ç a çalışmanın fayda­
Tarih ve M e fkû re

sına inandığını belirliyor; böylece millî duygular tarihinde idareci ve


idare edilen olarak mühim bir kaynaşma hâdisesi vuku’bııhıyordu. Mu
sebepledir, ki Tiırkler devleti baba ve mukaddes sayıyor ve «D e v 1 e I
b a b a» tâbiri de bu tarihî inançtan doğuyordu. (îerçekten Tiirkler cıı
eski devirlerden millî duygulara sâlıip olmakla dünya milletleri arasında
mümtaz bir mevki almışlardı. Nitekim milli duygular tarihinde emsaline
rasllaııınıyan Orhun kitabelerinin bu i'ûhtına dikkat eden lins şarkiyat
tısı W. Baıthold da: « E s k i T ü r k l e r d e mi l l î vicdanın
teşekkül etmiş ol duğuna asla ş ü p h e c a i z o 1. -
ı y a e a k b i r d e r e c e d e tam bir sarahat va r-
d ı r » hükmünü verir ve bu husus «nâdir bir şet/tlir» derken bizi te’yid
eder. Nitekim bu kitabın çeşitli bölümlerinde 1 ürklerin millî, dinî, İnsa­
nî ve demokratik duygularla birlikte ve bunlar üzerinde bir cilıân hâki­
m iydi ın r itm e sin t inandıklarım gösteren pek çok vesika vermiş bulunu­
yoruz. Tiırkler. başlangıçtan Ormanlılara kadar, boy beyleri idaresinde
kabile birliğine ve feodal esaslara dayanan bir siyasî teşkilâta ve devlet
anlayışına sâlıip oldukları için, bazatı ayrı boy w- devlflter halinde, bir­
imleriyle savaşmaktan da çeri kalmıyorlardı. Lâkin bu siyasî parçalan­
ma ve mücadelelerin iistiinde yine de millî şııılr ve eihâıt hâkimiyeti mef*
küresi mevcuttu. Nitekim birbirleriyle daimî savaş halinde bulunan eski
Yunan siteleri de müşterek bir Yunanlılık şut'ıruna bağlı idiler."

Milliyetçi fikir cereyanlarının gelişmesini ve milli devletlerin teşek­


külünü Fransız ihtilâline bağlamak doğrıı ise de milli duyguların doğu­
şunu ve lıatlâ milletlerin teşekkülünü de onunla ilgili bulmak o derece
dar ve kifayetsiz bir görüşü temsil eder, Gerçekten milli duygular dn din
duyguları gibi eski devirlere kadar çıkar. Müşterek dil, din ve kültürle-
ı in. ortak seviııç. bayram, tehlike ve mâl emlerin başlamasından itibaren
milli dnygııhıriri Uıbii olarak meveûd olduğu sabittir. İslâmiyet ve 1 1 iris
tivanhk gibi iki cihânşümül din kendi iimmet birliği \e dvinyu nizâmı

0 Bundan önce *Tıirklpr t;c /«Mmiı/rt» ( D il, Tırılı Fak D firg isi, IV. 4 (İCM(İ),
s. 1-V - 4 8 5 ; l'hr itim i \Vnrtd tlumlmUloi) nm-.ıı ; rîj,- M rtlrovd Turkı, S tild in
Islıtmlca; farili llîö.î itV ı, 77 - fKJı Selçuklular tarihi m Ttırk ■ItJdtn mtdctt'\trii
ı.\ııli.ır;ı İFÎP3 ) adlı n ıa k a lr ve- rscrîeriınİTitı:' T iirlcli’i 'n Cllulıı M k ir n iy n i ıııef İtil reni
I ıkkınrta ı l ı . ’ -ı siırrU iğijıııU z lik id e r ııra$tırı alınmışın ik 'iili'm c a l ve g i'n isle m e si jh -
tm '^ irıtlv brı ktM p n ıc r tlılıU ¡ytlfm ^ilr. T ir it le r in y a b a n c ı k im in ve r ji n l r ı r knı^l
hürriyet w adilet ilıL •/.?-! .In rıcrrılp iii Seidjouktılrs rt h u n a tıjf/ ı n o n -
lı'rftik li’ fi
pıııı\iilmatvi‘ . S

PSA-grupp som går in. Certifikat: Vem äger vem som äger. Varumärken som tillhör berörda Daimler AG och BMW Group

: Raeway Malmasäsongen

Historia

I december 1974 Peugeot S.A. Protes 38,2% av CITROëN-aktier. Den 9 april 1976 ökade aktierna till 89,95% på grund av Citroëns konkurs, vilket framkom gROUP PSA. (PSA - Förkortning från Peugeot Société Anonyme ( gemensamt lager "Peugeot")), som blev kallad Pea Peugeot Citroën, och sedan - Groupe PSA.

CITROëN vid den tiden presenterade marknaden för två nya framgångsrika designkoncept (GSI CX) vid den tiden, och Peugeototen var rational att kassera finansiella resurserSom ett resultat har PSA Enterprise uppnått stor ekonomisk framgång under perioden 1976-1979.

Samarbete med BMW.

PSA i kris (2012-2014)

Den 29 februari 2012 tillkännagav PSA en stor transaktion med General Motors (GM), där GM blev den andra stora PSA-ägaren efter Peugeot-familjen med en andel på 7%. Det var planerat att alliansen skulle spara 2 miljarder dollar per år genom att tillämpa en gemensam plattform, gemensam upphandling och andra fördelar med den skala som unionen ger.

I juli 2012 rapporterade den officiella representanten för fackföreningen att PSA Peugeot Citroën planerar att minska jobb i Frankrike med 10% (8000-10 000) från total 100 356 heltids- och tillfälliga arbetstagare. Antalet förkortade jobb visade sig vara högre än vad som meddelades.

Den 24 oktober rapporterade PSA om avsikt att ingå ett avtal med fordringsägarnas banker om refinansiering på 11,5 miljarder euro (14,9 miljarder dollar) och om att få statliga garantier på 7 miljarder euro för ytterligare utlåning till Banque PSA-finansiering .

Den verkställande direktör Philip varent noterar att "Citroën och Peugeot är för liknande", och planerar att placera modellerna i Citroën C-serien under Peugeot-modellerna, och DS-modellerna ligger ovanför Peugeot-modellerna.

De 12 december 2013 tillkännagav General Motors försäljningen av sin andel i PSA PEUGEOT CITROëN (7%) av bolaget med en Multi-miljard omsättning - Padmapriya Automobile Investment Group.

År 2014 är Dongfeng Motor Group en kinesisk partner som utför produktionen av PSA-bilar i Kina - och den franska regeringen förvärvade 13% av aktierna i PSA som en del av finansiell återhämtning, vilket ledde till att andelen av Peugeot-familjen har minskade från 25 till 14%.

Snabb expansion (från 2014 till nutiden)

Efter inköp av Dongfeng och den franska statsaktien i Groupe PSA har olika åtgärder som vidtas för att sänka kostnaderna radikalt förändrat situationen i bolaget och får gradvis minska skulden PSA, varefter bolaget började göra vinst i 2015. En ny verkställande direktör Carlos Tavares utsågs, vilket fortsatte att arbeta med att minska kostnaderna, liksom över expansionen av ett modellintervall av alla tre huvudmärkena och skapa ett nytt DS-bilarmärke.

I början av 2016 publicerade PSA en färdplan med en detaljerad avkastningsplan till den nordamerikanska bilmarknaden för första gången sedan 1993. Det var förväntat att endast DS kommer att släppas till den nordamerikanska marknaden, men PSA meddelade att alla märken av bolaget kommer att presenteras på kontinenten. Avkastningsplanen till marknaden består av tre steg: partnerskap med ett transportinfrastrukturföretag, eget uthyrning fordon PSA till staten i flera år och hela lanseringen och skapandet av ett återförsäljarnätverk år 2020.

Förvärv av Hindustan Motors.

Den 10 februari 2017 tillkännagav PSA förvärvet av Hindustan-motorer och ambassadörsmärken, som kommer att användas med Peugeot, Citröne och DS-bilar i Indien, från och med 2018. Det innebär att för första gången under de senaste 20 åren kommer PSA att sälja bilar i Indien.

Förvärv av OPEL och VAUXHALL MOTORS

14 februari 2017 tillkännagav PSA förhandlingar om att förvärva Opel och Vauxhall motorer från General Motors. Förhandlingar var i full gång, men deras resultat var en överraskning för pressen och de flesta medlemmar i Opel Ledarskap. I samband med planerna för omvandling av bolaget vid produktion av endast elbilar baserat på Opel Ampera-E-plattformen, som skulle användas för ett brett utbud av modeller. GM överenskommits och vidareförsörjning PSA elbilar Ampera-E och teknik för produktion av andra elbilar.

GM tillkännagav förluster i beloppet 257 miljoner dollar från sin verksamhet i Europa 2016. Det blev det 16: e förluståret i rad för GM i Europa. Den totala beloppet av förluster i regionen för perioden 2000-2016 översteg 15 miljarder dollar.

Vissa experter uttrycker tvivel om den ultimata fördelen med detta förvärv för PSA. Trots detta, överväger hur mycket skuld, existerar hög sannolikhet GM-överföring av sina PSA-varumärken eller OPEL och Vauxhall-försäljningen till en betydligt lägre kostnad. Carlos Tavares förväntar sig att en synergistisk effekt ska erhållas 10 år efter absorption.

PSA verkställande direktör Carlos Tavares träffades med tysk kansler Angela Merkel och British premiärminister Teresa Maya. Som en del av dessa möten genomförde han utflykter till växter för produktion av Opel och Vauxhall i Tyskland och Storbritannien. Han övertygade ledarna att jobben kommer att räddas och Vauxhall-fabriken i Elsmir kommer att drivas av PSA åtminstone fram till 2021.

Tavares tillkännagav sin avsikt att behålla den tyska OPEL-märkesidentiteten och använda fördelarna med OPEL och MotorSport Design-utvecklingen, liksom företagets rykte på marknaden och kundernas förväntningar. Han tillkännagav också att varumärkena OPEL och Vauxhall skulle stiga till en ny nivå i Groupe PSA, inklusive försäljning av Opel och Vauxhall-bilar utanför Europa för första gången under många årtionden. Tavares tillåter oss också att använda varumärkena Opel och Vauxhall för frisläppandet av Groupe PSA till den nordamerikanska marknaden för första gången på många år.

Opel och Vauxhall Bilar kan också säljas i Sydamerika, Asien, Afrika, Australien och Mellanöstern. PSA planerar att fortsätta använda några av de befintliga plattformarna och OPEL-modellerna, varav många används i samband med GM, åtminstone inom några år innan du uppdaterar hela modellområdet och övergången till PSA: s egna plattformar. GM har diskuterat möjligheten att överföra olika patent, teknik och PSA-plattformar i utbyte mot att anta PSA-skyldigheter avseende pensionsprogrammet för OPEL-anställda. Tydligen kom PSA överens om dessa villkor.

Propon köp erbjudande

Den 17 februari 2017 tillkännagav PSA sitt förslag att förvärva protoninnehav, som äger proton- och lotusmärken, men några månader gav senare väg i den konkurrensbegränsade kampen.

Förvärv Aixam

28 januari 2018 förvärvade PSA en kontrollerande andel (56%) av aktier i Aixam. PSA hoppas också bli den viktigaste investeraren i Aixam och snart i företaget W motorer.

Joint ventures och partnerskap

"Peugeot Citroen Mitsubishi Cars Rus"

Sevel Spa

Sevel Company ( Société européenne de véhicules légers sa Och. Società Europea Veicoli Leggeri-Sevel S.P.A.) Det grundades 1978 med lika stora aktier i PSA-gruppen (Peugeot Citroën DS) och FIAT. Som ett resultat byggdes två anläggningar för montering av tre modellområden - Sevel Nord och Sevel Sud. Peugeots och Fiat i Argentina var också gemensamt som en del av företaget Sevel Argentina S.A. ( Sociedad Europea de Vehículos Para Latinoamérica). Fiat kom ut ur ett joint venture 1995. För närvarande släpper Sevel Fiat Ducato, Peugeot Boxer och Citroën Jumper.

Dongfeng Peugeot Citroën Automobile

Ett joint venture med det kinesiska företaget Dongfeng Motor Corporation (senare - Dongfeng Motor Group), som grundades 1992, producerar Citroën C-triomphe-bilar, 207, 307 och 408 vid fabriker i Uhana och Syanyan.

Toyota Peugeot Citroën Automobile

År 2002 ingicks ett avtal med Toyota Motor Corporation om gemensamma aktiviteter att utveckla och producera en serie stadsbilar på en ny fabrik i Tjeckien. Joint venture fick namnet TPCA ( Toyota Peugeot Citroën Automobile). Företaget producerar Citroën C1, Peugeot 108 och Toyota Aygo-bilar.

Changan PSA Automobile.

IKAP (Iran Khodro Automobiles Peugeot)

Ett joint venture med Iran Khodro skapades 2016 och producerar några Peugeot-modeller, och importerar också andra modeller som är monterade för den iranska marknaden. IKAP är ett joint venture med Iran Khodro, som är baserad i Teheran, med lika partnerskap.

Andra typer av deltagande

Under 2008 ansåg företaget möjligheten att förvärva Mitsubishi-motorer, men affären slutgallade inte och det annullerades 2010.

Ett av resultaten av förhandlingarna kan vara försäljning av Mitsubishi Outlander och Mitsubishi i-Miev under märken av Peugeot och Citroën i Europa.

Tidigare joint ventures

Från och med slutet av 2009 är Société Foncière Financiières et de deltagandes en av familjen som innehar Société Foncière Financières et de deltaganden tillhörde 22,13% av koncernens kapital.

Sedan första trimestern från 2012 gick General Motors koncernen med en andel på 7% och en Peugeot-familj, som består av cirka 300 aktieägare, har blivit ägare på 25% av kapitalet och 38,1% av rösträtten genom två strukturer: Établissement Peugeot Frres (EPF) och Société Foncière, Financières et de andelar (FFP).

Således är Peugeot-familjen avsett att behålla koncernledningen, vars ordförande konsekvent fokuserade på att säkerställa självständighet. Jean-Martin Folz motsatte sig starkt fusioner med en konkurrent och försökte ersätta honom med samarbete och upphäva stabiliteten i förvaltningen och det långsiktiga perspektiv som införs av familjen. Dock vägrade Christian Stref inte tanken på en sådan union efter att gruppen återhämtade sig: "Om det bara handlade om kapital skulle det säkert vara lättare, men jag skulle inte utesluta någonting. Vi är flexibla, mycket pragmatiska och redo att utforska alla dokument. " I en intervju med den italienska tidningen Il Sole 24 malm Från den 3 april 2008 har ordföranden för styrelsen för Thierry Peenened: "Vi är öppna för någon form av tillväxt - från föreningen till ett noggrant överenskommelse."

I februari 2012 tillkännagav han en union med GM med en ökning av PSA-kapitalet med 7%, som registrerades i 10 år, utan deltagande i Observationsrådet. Samtidigt deltog Peugeot-familjen också i ökat kapital för att bevara sitt deltagande på 25%. I december 2013 sålde GM sina aktier.

Den 31 mars 2014, efter officiellt meddelande om att komma in i aktieägarna i den kinesiska företaget Dongfeng Motor och den franska regeringen blev Peugeot-familjen ägare på 14% av aktierna (eller 14% av rösträtten).

Kapitalfördelning

  • Franska institutionella investerare: 10,45%.
  • Utländska institutionella investerare: 37,51%.
  • Anställda: 2,37%.
  • Självhäftande: 1,13%.
  • Andra: 7,50%.

Ägare och vägledning

För 2014 har PSA PEUGEOT CITROëN ett tvånivåkontrollsystem, oförändrat i sin struktur sedan 1972 och en betjäningsbekymmer som ärvd från Peugeot S.A. som en fusionsinitiator.

Ledningsnivå Ansvarig för strategisk och rörledning. Sammansättningen av toppledningen för april 2014 (15 personer):

  • Toppchef - Carlos Tavares.
  • Suppleanter i de viktigaste strategiska riktningarna, 3 personer: Grehur Olivier (riktning av Asien), Frederick Saint-Lub (varumärken), Guyom Fori (forskning och utveckling).
  • Förvaltningskommitté, 6 personer: Huvudsekreterare med ansvar för leverans, produktion och tekniska processer, Program, personal och kvalitet, finansiering.
  • Vägbeskrivning, 5 personer: Latinamerika, Ryssland och Ukraina, strategisk ledning, Intern företagskommunikation, externa anslutningar.

Inspektörsnivå Ansvarig för övervakning och kontroll. Sammansättningen av inspektionsutskottet i slutet av 2011 (14 personer):

  • Ordförande - Thierry Peugeot.
  • Vice ordförande: Jean-Philippe Peugeot, Jean-Louis Silvan.
  • Medlemmar av kommittén med rösträtt: 9 personer (främst Peugeot-familjen).
  • Konsulter utan rösträtt: Roland Peugeot, Francois Mishlen.

De största aktieägarna i bolaget i slutet av 2008: Peugeot-familjen - 30,30% (45,13% av röstaktierna), egna aktier - 3,07% (0%), toppledare - 2,76% (3,80%), fri omsättning - 60,52% (47,59%), Övrigt - 3,35% (3,51%).

De största aktieägarna i bolaget i slutet av 2011: Peugeot-familjen - 30,96% (48,30% av rösträtten), egna aktier - 7,34% (0%), toppledare - 3,26% (4,54%), fri omsättning - 58,44% (47,16%).

De största aktieägarna i bolaget för april 2014: Peugeot-familj - 14%, Dongfeng - 14%, fransk regering - 14%. [ ]

De största aktieägarna i bolaget för oktober 2017: Dongfeng - 30%, franska regeringen - 12%. [ ]

Företagsledning

Det totala antalet anställda är 211,7 tusen personer.

Under 2007 uppgick bolagets totala försäljningsvolym till 3,23 miljoner maskiner (2006 - 3,36 miljoner) uppgick intäkterna till 60,6 miljarder euro (56,5 miljarder euro), nettoförtjänst - 885 miljoner euro (176 miljoner euro)

Så, efter några veckors svåra förhandlingar, bestämde ölens öde äntligen: Nu kommer det att bli en del av PSA-gruppen. Transaktionen deltar också i bankkonglomeraten BNP-paribastor, som kommer att vara på paritetsprinciper med PSA-gruppen finansiella strukturer Opel och kommer att göra 300 miljoner euro i kassaflödet för General Motors. Således kommer fransmännen faktiskt att betala amerikaner 1,8 miljarder euro - ganska lite i moderna standarder, men faktum är att Opel på det här ögonblicket Företaget är olönsamt, och PSA-gruppcheferna måste göra ett bra jobb för att ta med det i ett plus.

Break-sufficient poäng är planerade att nå 2020. Optimering kommer huvudsakligen att göra på linjen för splicingplattformar för nya modeller och minska kostnaden för utveckling och produktion. Som det mest brinnande ämnet - den eventuella stängningen av Opel Fabriker i Europa (Vauxhall i Storbritannien), var chef för PSA Group Carlos Tavares, på en dedikerad sammanslagning av presskonferensen, uttrycktes för detta konto ganska dimmigt: de säger, Vi har inget mål att stänga och avfärda. Varje företag och varje anställd får chansen att frälsning ...

De brittiska växterna uppträdde i luften på grund av bracisite - här, enligt tavares, kommer mycket att bero på de brittiska myndigheternas politik, om hur du är intresserad av bilindustrins utveckling i separationen från Europeiska unionen, om de är redo att Investera i IT-stöd till befintliga företag.

Journalisten av en tysk tidning frågade Tavares, som han skulle uppfostra varumärkena Peugeot, Citroen och Opel, eftersom de i huvudsak är utformade för en målgrupp, och även med positionering av franska varumärken finns det kända problem - ungefär , många människor förstår inte än Peugeot-bilar skiljer sig från Citroen. Som svar på dessa Carlos tavares uppgav att den tyska journalisten är felaktig och inga svårigheter med Peugeot och Citroen positionering, båda märken känns bra på marknaden, och den största fördelen med Opel är att det här är ett tyskt varumärke, hon har sin egen köpare , och direkt konkurrera med Peugeot och Citroen, det kommer inte att vara.

Tack vare inköp av Opel kommer PSA Group att vara den näst största automaker i Europa efter Volkswagen. Tekniskt samarbete med GM fortsätter, men främst genom elbilar.

Läsaren är dock förmodligen mer intresserad av om ägaren kommer tillbaka till ägaren till Opel till Ryssland. Tyvärr, på denna kostnad, har guiden för PSA-gruppen ännu inte läst sin position, det är definitivt inte uppgiftsnumret, men med tanke på vilken typ av uthållighet, trots den fallande försäljningen, håller Märken av Peugeot, Citroen och DS för rysk marknadDet är möjligt att helt räkna med att Opel återvänder, men det är osannolikt att det kommer att hända snart.

  • PSA-gruppen och Opel har samarbetat nära i flera år. På Genèves motorutställning kommer det tyska företaget att presentera en underkompaktsövergång som utvecklats på den franska PF1-plattformen. Denna modell kommer inte att konkurrera med mock, och kommer att ersättas med Meriva Microven.
  • I år förväntas premiären av en större crossover, som är byggd på den franska modulära plattformen EMP2.
  • I februari blev det känt att PSA-gruppen köpte rätten till det indiska varumärket och förmodligen under det kommer att sälja sina bilar på den indiska marknaden, som den franska planen ska återvända 2020.

Ungefär trettio år sedan sade den berömda amerikanska chefen Lee Yakokka att i början av XXI-talet, kommer bara några få spelare att förbli på World Automotive Market. Ex-presidenten i Chrysler och Ford stötte trenden med den vidareutveckling av bilindustrin, så det är inte förvånande att dess förutsägelser bekräftas.

Den största världens autokontracers och allianser

Vid första anblicken kan det tyckas att det finns många oberoende biltillverkare i världen, men i själva verket ingår de flesta autokompany i olika grupper och allianser.

Således, om Yakokka såg ut i vattnet, och idag var det bara bara några få automakare som delar hela världsbilmarknaden.

Vilka märken tillhör Ford

Intressant, de företag som han ledde - Chrysler och Ford - ledarna för den amerikanska bilindustrin under ekonomisk kris lidit de allvarligaste förlusterna. Och i så allvarliga omdirigeringar hade de inte tidigare tidigare. Chrysler och General Motors blev konkurs, och Ford räddade bara ett mirakel. Men för detta mirakel var bolaget att betala ett för dyrt pris, för som ett resultat av Ford förlorade sin premiummedrivningspremiärgrupp, som inkluderade Land Rover, Volvo och Jaguar. Dessutom förlorade Ford Aston Martin - den brittiska supercarproducenten, Mazda-stavsstången och eliminerade kvicksilvermärket. Och idag var bara två varumärken från ett stort imperium - Lincoln och faktiskt Ford själv.

Vilka varumärken tillhör Avtocontracena General Motors

General Motors ledde inte mindre allvarliga förluster. Det amerikanska företaget förlorade Saturnus, Hummer, Saab, men dess konkurs hindrade fortfarande inte Opel- och Daewoo-varumärkena. Idag, som en del av General Motors, varumärken som Vauxhall, Holden, GMC, Chevrolet, Cadillac och Buick. Dessutom tillhör amerikanerna till det ryska joint venture GM-Avtovaz, som släpper ut Chevrolet Niva.

Autocontracene Fiat och Chrysler

Och den amerikanska berörda Chrysler fungerar nu som en strategisk partner av Fiat, som samlades under hans vinge varumärken som Ram, Dodge, Jeep, Chrysler, Lancia, Maserati, Ferrari och Alfa Romeo.

I Europa är saker något annorlunda än i USA. Här gjorde krisen också sina egna anpassningar, men positionen för den europeiska bilindustrins monster har inte skakats.

Vilka märken tillhör Volkswagen-koncernen

Volkswagen ackumulerar fortfarande varumärken. Efter inköp av Porsche 2009 växer Volkswagen-koncernen nio märken - Seat, Skoda, Lamborghini, Bugatti, Bentley, Porsche, Audi, Scania Truck Tillverkare och VW själv. Det finns information som Suzuki snart kommer att vara i denna lista, 20 procent av vars aktier ägs redan av Volkswagen Group.

Varumärken som tillhör berörda Daimler AG och BMW Group

När det gäller de andra två "tyskarna" - BMW och Daimler AG kan de inte skryta med ett sådant överflöd av varumärken. Under Wing of Daimler AG är den smarta, maybach och mercedes frimärken märkta, och BMW-historiken har mini och Rolls-Royce.

Automotive Alliance Renault och Nissan

Bland världens största biltillverkare är det omöjligt att inte tala om Renault-Nissan Alliance, som äger sådana varumärken som Samsung, Infiniti, Nissan, Dacia och Renault. Dessutom är Renault ägare till 25 procent av Avtovaz-aktierna, så Lada är inte oberoende av den franska japanska alliansen.

En annan stor fransk automaker är PSA-oro - tillhör Peugeot och Citroen.

Japanska AutoconeCern TOYOTA

Och bland de japanska bilarna, skryta med "samling" av märken kan utom Toyota, som tillhör Subaru, Daihatsu, Scion och Lexus. Även som en del av Toyota-motorn är hino truck tillverkaren listad.

Vem tillhör honda

Honda har mer blygsamma prestationer. Förutom motorcykelkontoret och Acura-märket har japanerna inget mer.

Framgångsrik Handai-Kia

Under de senaste åren bryts Hyundai-Kia Alliance framgångsrikt in i listan över världsbilindustrins ledare. Idag producerar han bilar endast under varumärkena KIA och HYUNDAI, men koreaner har någonsin allvarligt engagerat sig i att skapa ett premiummärke, vilket kan få namnet på Genesis.

Bland absorptionen och fusioner de senaste åren bör nämnas under vingen av det kinesiska Geely Volvo-varumärket, liksom köp av engelska premium varumärken Land Rover och Jaguar av det indiska företaget Tata. Och det mindre fallet är inköp av en berömd svensk märke Saab liten tillverkare av Spyker Supercars från Holland.

En gång en kraftfull brittisk bilindustri beställde länge att leva. Alla kända brittiska biltillverkare har länge förlorat oberoende. Deras exempel följde små engelska företag som har gått till utländska ägare. I synnerhet äger den legendariska Lotus idag Proton (Malaysia), och den kinesiska Saic köpte mg. Förresten, samma Saic innan den såldes av Korean Ssangyong Motor Indian Mahindra & Mahindra.

Alla dessa strategiska partnerskap, allianser, föreningar och absorption återigen visade sig om Yakokki är den rätta punkten. Fasta företag i modern värld Överleva kan inte längre överleva. Ja, det finns undantag, som japanska Mitsuoka, engelska Morgan eller Malaysian Proton. Men dessa företag är oberoende bara i den meningen att ingenting beror på dem ett jämnt konto.

Och för att få en årsomsättning, beräknad av hundratusentals bilar, för att inte tala om miljoner, utan en stark "bak" kan inte göra det. I Renault-Nissan Alliance stöds partners av varandra, och i Volkswagen-koncernen tillhandahålls det ömsesidiga genomförandet av antalet varumärken.

När det gäller sådana företag som Mitsubishi och Mazda finns det fortfarande stora svårigheter i framtiden. Medan Mitsubishi kan få hjälp av PSA-partners, kommer Mazda att behöva överleva ensam, vilket i den moderna världen blir svårare varje dag ...

Den franska berörda PSA tillkännagav accelerationen av sina planer för elektrifierade bilar, och hela modelllinjen som utvecklats sedan 2019 kommer att finnas tillgänglig med en hybrid eller en helt elektrisk enhet.

Från och med nästa år kommer varje ny modell släppt Peugeot, Citroën, DS, Vauxhall och Opel att vara tillgänglig med en förbränningsmotor, helt elektrisk installation eller PHEV. Vad som anges av pressen av oroen.

PSA hävdar att på bara två år kommer att släppa 15 nya elektrifierade bilar till marknaden. Åtta som kommer att få ett system med en plug-in-hybrid. Sammansättningen av den nya linjalen kommer att omfatta: DS 7 Crossback E-Tense 4 × 4, Peugeot 3008, Peugeot 508 och 508 SW, Citroën C5 Aircross, Vauxhall Grandland X och Opel Grandland X.

De återstående sju modellerna kommer att få helt elektriska system. Modellerna är ännu inte rapporterade, men det är redan klart att den nyligen representerade DS 3 Crossback E-Tense-modellen kommer in i deras nummer (visas på fotot).


För att uppnå sina ambitiösa PSA-planer, fokusera på att skapa nya modeller på två plattformar: CMP (Common Modular Platform) och EMP2 (effektiv modulär plattform). Företaget säger att dessa arkitekturer kan integrera "alla kraftaggregat i deras sammansättning: förbränningsmotorer, hybrider eller elmotorer.

Dessutom kommer föreningen av modeller och plattformar att göra det möjligt att bygga elektriceller och modeller med andra kraftenheter på samma produktionslinje. CPM-plattformen kommer att användas för linjen av bilar i budget och prisvärt segment. EMP2 kommer att ligga till grund för sedans, coupe, crossovers och högre nivå skåpbilar.

PSA beräknar helt elektrifiering av modelllinjen i varumärkena Peugeot, Citroën, DS, Opel och Vauxhall år 2025.



Observera också att inom en snar framtid väntar hela OPEL-sortimentet på övergången till en ny plattform. Men flaggskepp ny Sedan Insight Det släpptes först förra året, och hans uppdatering förväntas inte snart, men PSA-bekymmen bestämde sig för att lägga till en ny ekonomisk motor.



redigera wikitext]

Externa länkar[redigera redigera wikitext]

DaimlerChrysler sålde sina aktier i följande bolag:

  • 10,5 % Hyundai – köpta 2000–2001 för 572 miljonerdollar, sålda i augusti 2004 för 900 miljoner dollar.

Referenser[redigera

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.