para insanı değiştirir / Para insanı değiştirir mi? - Sorcev

Para Insanı Değiştirir

para insanı değiştirir

Para insanı değiştirir mi?

Para sahibi olan insanlar, daha bencil, daha acımasız, daha duyarsız, daha tutucuPara insanı değiştiriyor.

Para insan davranışlarını değiştirir mi? Siyasi görüşlerini nasıl etkiler? Son yıllarda bu sorunun yanıtını araştırmak üzere yapılan deneyler, refah sahibi insanların daha bencil, merhamet ve empati yoksunu, vurdumduymaz ve tutucu olduğunu ortaya çıkarttığı gibi, zenginden yoksula para transferi beklentisinin de gerçekçi olmadığını gösteriyor.

Batı kültüründe paranın insanları olumsuz yönde değiştirdiği düşüncesi yaygındır. Çok sayıda Batılı öykü yazarı, para kazanma hırsına kapılan insanların acıma ve adalet duygularını nasıl yitirdiklerini anlatır. Son yıllarda ise büyük kazançlar peşinde koşan bankacıların çevirdikleri dolapları da bugün medyadan okuyoruz. Fakat bu klişeler acaba gerçeği ne kadar yansıtıyor? Gerçekten de zenginler bencilliklerinin ve hırslarının esiri mi? Merhamet ve empati gibi insani duygularını tamamen yitirmiş olabilirler mi? Eğer öyleyse bunun nedeni nedir? Bilim insanları, yüzyılda sosyal bilimlerin doğuşundan bu yana sınıfların insan psikolojisi üzerindeki etkisini irdelediği halde, ancak son yıllarda paranın insanları nasıl değiştirdiği konusunu ele aldı. Bu araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre zenginlik klişe tiplemelerden çok farklı bir psikolojik yapı yaratıyor; bu da para ve insan ilişkilerine farklı bir bakış açısı getiriyor. Bu ilişkinin daha iyi anlaşılmasıyla, zengin ve yoksulu ayıran diğer faktörlerin neden olduğu sorunlara daha gerçekçi çözümler üretilebilecek. Hatta, halihazırda dünyamızı etkisi altına alan ekonomik krizin neden olduğu reaksiyonlar daha iyi değerlendirilebilecek.

ZENGİNLİK VE EMPATİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden Dacher Keltner bu son çalışmalarda başı çekiyor. Keltner, Wall Street bankacılarında yaygın olan “kişisel çıkar ve sosyal kopukluk” olgusu ile yoksul mahallelerdeki yardımseverlik ve dayanışma alışkanlığını karşılaştırdığı zaman, zenginlik ve empati arasındaki bağlantının incelenmesi gerektiğine karar verdi. Keltner’e göre insan, çevresindekilerin yardımlarına muhtaç ise, kendisi de çevresindekilerin duygularına daha büyük duyarlılıkla yaklaşıyor. Örneğin evinize giren para, çocuğunuzun eğitimine ve beslenmesine yetmiyor ve siz başkalarının yardımları ile ayakta duruyorsanız, bir takım sosyal beceriler kazanmak zorunda kalırsınız.

Oysa bunun tam tersi, parası olanlar çevresindekilere çok fazla ilgi göstermek zorunda değildir. Bu da işletmenin kasasına sahip olan patronun sempatik olmak için niçin gayret sarf etmediğini açıklar. San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden Michael Kraus ile birlikte çalışan Keltner, tasarladıkları deneylerle farklı sosyal çevrelerden gelen insanların kurdukları ilişkileri incelediler. Çalışmalarından birinde, yaklaşık gönüllüyü birbiriyle eşleştirdiler. Daha sonra her çiftin birbirleri ile tanışma anlarını filme aldılar. Bu görüntüleri değerlendiren Keltner ve Kraus, yanlı yorumlarda bulunmamak için iki bağımsız gözlemciye daha videoları izletti.

ZENGİNLER SOĞUK VE UZAK

Sonuçlar Keltner’in kuramını destekler nitelikteydi. Beklenildiği üzere görece olarak yoksul denekler daha sıcak ve daha cana yakın bir vücut dili sergilerken, zenginler daha mesafeli ve ilgisizdi (Psiychological Science, vol 20, p 99). Deneyi yürütenlere göre iletişim tarzı, deneklerin diğer insanların duygularını tahmin etme yeteneğine bağlı olarak değişiyor. Araştırmacılar, zenginlik ile empati arasında bir bağlantı olup olmadığını anlamak için bir dizi deney daha yaptılar. Hepsinden aynı sonucu aldılar: Statüsü yüksek olanların ve zenginlerin duygusal zekâsı, yoksul ve düşük seviyedekilerden daha zayıftı. Daha da önemlisi Keltner ve Kraus zengin-yoksul arasındaki davranış farklılıklarının, kişinin grup içinde kendi konumunu nasıl algıladığı ile de ilgili olduğunu düşünüyor. Bu amaca yönelik olarak yapılan deneylerden şu sonuçlar alındı: İnsanlar kendilerini diğerlerinden düşük konumdaymış gibi hissettiği zaman, o diğerlerine karşı daha anlayışlı ve duyarlı olabiliyor.

ZENGİNLİĞİN ETKİLEDİĞİ DİĞER DAVRANIŞLAR

Zenginliğin başka hangi davranışları etkilediğini araştıran Keltner ve Kraus, yaptıkları deneylerle özgecilik olarak nitelendirilen başkalarının çıkarlarını korumak için kendi çıkarlarını göz ardı etme olgusuna odaklandılar. Pek çok deneyden alınan sonuçlara göre toplumun alt basamaklarından gelen kişiler daha özverili bir tavır sergilerken, zenginler paylaşım konusunda daha cimriler (Journal of Personality and Social Psychology, vol 99, p ). Zenginlerin özveriye yanaşmaması beraberinde başka sonuçları daha getiriyor. Bunlardan biri zenginlerin ahlaki konularda yoksullardan daha rahat hareket etmesi. Örneğin Keltner’in son deneylerinden birinde zengin insanların trafikte kuralları daha fazla ihlal ettiği, herhangi bir ödülün söz konusu olduğu yarışlarda, kazanmak için kuraldışı yöntemlere başvurduğu ortaya çıktı (Proceedings of the National Academy of Sciences, vol , p ).

Bütün bu bulgular bir araya getirildiğinde Keltner’in kuramının doğrulandığı görülüyor. Ancak Kaliforniya’daki San Diego Eyalet Üniversitesi’nden Linda Gallo, aynı sonuçların laboratuvarlarda değil, gerçek yaşam koşulları altında gerçekleştirilen deneylerden alınıncaya kadar kesin bir yargıya varılmaması gerektiğini ileri sürüyor. Bu konuda pek çok deneyin laboratuvar ortamında yapıldığına dikkat çeken Gallo, ayrıca denek olarak öğrencilerin tercih edilmesini de sakıncalı buluyor. Zira öğrenciler popülasyonun tümünü temsil etmez. Ayrıca Batılı, sanayileşmiş ülkelerin eğitimli insanları üzerinde yürütülen deneylerden çıkartılan sonuçlar, tüm insanlık adına geçerli olmayabilir.

PARASI OLANLAR DAHA VURDUMDUYMAZ

Kültürün davranışlar üzerindeki etkilerini araştıran Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesi’nden Hazel Rose Markus, sosyal ve mali başarıların insanları çevrelerinde olup bitenlere karşı daha duyarsız kıldığını ortaya çıkartmış. Markus’a göre zenginler paralarını nereye harcayacaklarını düşünmekten, diğer insanların ihtiyaçlarını düşünmeye vakit bulamıyorlar (Social Psychological and Personality Science, vol 2, p 33). Markus, “Profesyonel orta sınıfın yaşam koşulları, insanların kendi ihtiyaçlarına, meraklarına ve tercihlerine odaklanmalarına zemin hazırlıyor.

Bu da insanları daha vurdumduymaz yapıyor” diyor. Markus, psikolojik farklılıkların zengin ve yoksul arasındaki diğer eşitsizliklerin açıklanmasına yardımcı olacağını düşünüyor. Örneğin Londra’da zengin semtlerinden Kensington ve Chelsea’da yaşayanların yaşam süreleri ortalama 88 yıl iken, Tottenham Green gibi daha yoksul bölgelerinde insanlar ortalama olarak 71 yıl yaşıyor. Bu fark doğrudan şöyle açıklanıyor: Parası olanlar daha sağlıklı beslenebiliyor, spora gidiyor ve sağlık kontrollerini düzenli olarak yaptırabiliyor. Dahası, paralılar daha iyi bir eğitim alabildiği için çalışma koşulları daha az yorucu ve tatminkâr olabiliyor. Yoksul insanlar bütün bu açılardan zenginler kadar avantajlı değil. Ve dezavantajlı konumda olduklarının farkında oldukları için büyük stres altındalar. Bu stresin olumsuz yaşam koşullardan doğan rahatsızlıkları arttırdığı yönünde bulgular da mevcut. Örneğin İngiliz kamu çalışanlarının sağlık durumlarını onlarca yıldır izleyen Whitehall çalışması, alt kademeden memurlar ile hastalıklar arasında kesin bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Hiyerarşinin alt kademelerinde bulunanların kalp-damar ve solunum sistemi hastalıklarına yakalanma riski daha yüksek olduğu gibi, daha genç yaşta yaşamlarını yitiriyorlar.

UMUTSUZLUĞU VE STRESİ ARTTIRAN FAKTÖRLER

Bu son bulguların ışığı altında zenginlik davranışları ve duygusal yapıyı nasıl etkiliyor olabilir? Önce sosyal ilişkilerin insanların bedensel ve zihinsel sağlıklarını olumlu yönde etkilediği kuramı burada geçerli değil. Dolayısıyla yoksul kesimlerde daha sıcak seyreden sosyal bağların bu stresi azaltması beklenirken ne yazık ki gerçekte böyle olmuyor.

Tam tersi yüksek empatinin insanların sırtındaki yükü arttırıcı bir rol oynadığına inanan Markus, bu konudaki görüşlerini şöyle ifade ediyor: “İnanıyorum ki emekçi kesimde daha yoğun olan empati duygusu, insanları stresten korumak bir yana, streslerini arttırıyor. Çünkü herkes herkesin sorununu kendine dert ediniyor.” Daha yoksul kesimden gelenleri umutsuzluğa, depresyona iten bir diğer faktör de sürekli olarak haksızlığa uğradıkları düşüncesi. Bu da hastalığa yakalanma riskini arttırıyor. Gallo bu konuda şöyle konuşuyor: “Emeği ile para kazanan insanların sık sık hastalanmalarının nedeni bu insanların öz saygılarının düşük olması ve çevrelerindeki olayları kontrol edememenin doğurduğu depresyon, endişe ve umutsuzluk gibi negatif duygulardır.”

ZENGİNLİK VE SİYASİ GÖRÜŞLER

Zenginlik insanların siyasi görüşlerini de etkiliyor. Keltner’in ekibi üniversite öğrencilerine Amerikan toplumunda giderek artan eşitsizliğin nedenlerini sorduğunda, yoksul kesimden gelenler eğitimde fırsat eşitsizliğinin ve siyasi etkilerin en önemli neden olduğunu belirttiler. Oysa daha zengin öğrencilere göre nedenler yetenek azlığı ve yeterince çalışmamaktı (Journal of Personality and social Psychology, vol 97, p ). Başka bir deyişle yaşamlarını sürdürebilmek için başkalarının yardımına ihtiyaç duyan yoksul insanlar, sosyal faktörlerin kurbanı olduklarına inanırken, sosyal ve mali kaynaklara sahip olanlar yaşamda “ne ekersen onu biçersin” felsefesinin geçerliliğine inanıyordu.

Zenginlerin niçin böyle düşündüğünü anlamak bir bakıma mümkün. Zengin insanlar sahip oldukları parayı hak ettiklerine inanmak isterken, yoksullar parasız kalmalarının sorumlusunun kendileri olmadığını düşünüyorlar. Fakat bu çıkarımlar iş siyasete dayandığı zaman önemli sonuçlara yol açıyor. Refah, kişilik ve siyasi görüşler arasındaki kördüğüm olmuş bağlantıları çözmek çok zor olsa da, zenginliğe ve başarıya eşlik eden empati azlığının daha tutucu, sağ kanada yakın bir siyasi görüşe zemin hazırladığını söylemek olası. Bu görüş, tahmin edileceği gibi zenginlerin çıkarlarını gözetmeye odaklı. Keltner’in çalışmaları ne yazık ki en iyi niyetli politikacının bile özverili davranma eğilimlerinin törpülenmiş olduğunu gösteriyor. Kraus bu konuda şöyle konuşuyor: “Zengin ve eğitimli insanların kontrolündeki bir hükümet, halihazırdaki sosyal düzeni devam ettirmek ister. Bu hükümetin üyelerinin herkesin refahını sağlamak gibi bir gayeleri yoktur; tek istedikleri kendi refahlarını sürdürmek ve hedeflerini tutturmaktır.”

CUMHURİYET BİLİM TEKNİK EKİ


Bilimsel olarak araştırıldı: Para insanı bozuyor mu?

Üniversitelerin popüler konuları inceleyerek sosyal yaşantımıza ışık tuttuklarını bilirsiniz. Hayatınızda en az bir kere duyduğunuz ya da sorduğunuz bir konu üzerine Univercity of California Berkeley Üniversitesi'nde de bir grup uzun süren bir araştırma yaptı. Üniversite zengin olmanın insan üzerindeki etkilerini araştırdı ve “Para karakteri bozar mı?" sorusu deneklerle test edildi. Peki, burada 'bozmaktan' kasıt nedir? Amerika’daki çalışmada, insanların çok para karşısında davranışlarının değişip değişmediği araştırıldı. Paranın kurallara uyma, nazik olma ya da saygılı davranma gibi davranışları etkileyip etkilemediği incelendi. Sonuçlara bakalım

Çalışmada önce deneklere Monopoly oynatıldı. Emlakçılık konulu ve zarla oynanan bu oyunda, tıpkı gerçek hayattaki gibi çeşitli yerler satın alarak; kiralama, inşa etme gibi ticari faaliyetlerde bulunup ekonomik olarak güçlü olmaya çalışırsınız.

Oyun bittikten 15 dakika sonra

Bilimsel olarak araştırıldı: Para insanı bozuyor mu

Oyuncuların bir bölümü yazı tura atarak, yani tesadüfi biçimde seçilerek, diğer oyunculara göre bazı avantajlara sahip oldu. Oyuna yaklaşık iki kat daha fazla parayla başladılar. Zengin seçilen oyuncular iki zar atarken, diğerleri ise tek zarla kaldı. Ve doğal olarak oyunu zengin başlayanlar kazandı. Gelelim oyun süresince gözlemlenen davranışlara Zengin oyuncular piyonlarını oyun tahtasına adeta vurarak ilerletti. Masadaki tabaktan daha çok kraker yediler. Abartılı başarı tepkileri gösterdiler. Fakir oyuncuya kaba ve duyarsız davranmaya ve sürekli ne kadar iyi oynadıklarını ifade etmeye başladılar.

İşin daha da ilginci ise, oyunun başında tamamen rastgele olarak zengin seçilenler, bunu bilmelerine ve oyunun hileli olduğunun açık olmasına rağmen, oyun bittikten 15 dakika sonra; nasıl başarılı olduklarını, mülkleri nasıl aldıklarını, kazanma şekillerini uzun uzun anlattılar. Yani onları başarılı hale getiren çift zar atma durumunu tamamen gözardı ettiler.

"Tüm zenginler böyledir" demek doğru değil

Bilimsel olarak araştırıldı: Para insanı bozuyor mu

Başka bir deneyde; deneklere 10 dolar verilerek, isterlerse bu parayı yabancılarla paylaşabilecekleri ve bu yabancıların bir daha karşılarına asla çıkmayacağı söylendi. Yıllık kazancı 25 bin dolar olan katılımcılardan paralarını başka bir kişiyle paylaşanların sayısı, yıllık kazancı bin dolar ve üstü olan katılımcıların sayısına göre yüzde 44 oranında daha fazla oldu.

Ama benim favorim, arabalar üzerinde yapılan çalışma Araştırmacılar sokağa çıktı ve araçlarının değerine göre insanların davranışlarını inceledi.

Bilimsel olarak araştırıldı: Para insanı bozuyor mu

Amerika’da yaya geçidinde yayaların geçiş üstünlüğü vardır. Yapılan çalışmada bu kural kullanıldı. Bir yaya geçidinde karşıdan karşıya geçer gibi yapan bir yayaya kimlerin yol verip vermediği incelendi. Günlerce yapılan denemelerde ucuz aracı olan sürücülerinin yasayı çiğnemediği; pahalı araç sürülerinin yarısının ise yasayı çiğnediği görüldü.

Daha birçok çalışma ve deney yapan ekibin bulgularına göre, varlıklı bireyler müzakerelerde yalan söylemek, iş yerinde kasadan para çalmak gibi etik olmayan davranışları onaylamaya ve rüşvet almaya daha yatkın. Kişinin varlık seviyesi arttıkça merhamet ve empati duygularının azaldığı ve kişisel çıkar düşüncesinin arttığı da bir başka sonuç. Ancak "Tüm zenginler böyledir" demek doğru değil. Paul Piff’e ait bu çalışmanın detaylarını kişisel web sitesinde detaylı inceleyebilirsiniz.

Ata Demirer: Başarı ve para insanı değiştirir

‘Olanlar Oldu’ Ata Demirer, senaryosunu yazıp rol aldığı 6’ncı filmine Hakan Algül’ün yönettiği ‘Olanlar Oldu’ ile imza attı. Tuvana Türkay, Ülkü Duru ve Salih Kalyon’la başrolü paylaşan Demirer, ‘Zafer’ ile erkeği, ‘Döndü’ ile de kadını canlandırarak kariyerinde bir ilki gerçekleştirdi. Demirer’in tutkunu olduğu deniz ve denizle iç içe yaşayanlar ‘Olanlar Oldu’nun zeminini oluştururken, film izleyiciye elbette daha önce olduğu gibi yine komedi ve romantizm vaat ediyor.


Ata Demirer, komedyenlerdeki dram filmlerinde rol alma arzusunun neden yoğun olduğunu, “Kapı zilim de belli, telefon numaram da belli” diyerek hangi usta yönetmenlere çağrıda bulunduğunu, dünyadaki terör ortamında komedinin yerinin ne olması gerektiğini, bu tür olaylardan sonra sanatsal faaliyetlerin iptal edilip edilmemesi hakkında ne düşündüğünü, şöhretin ve başarının kendisi için nasıl bir tehlike oluşturduğunu Arnavutköy’de balık tutarken anlattı.


Deniz hikâyelerini çok seviyorum. Denizle ilgili yazılmış neredeyse her şeyi okudum. Cevat Şakir’ler, Sait Faik’ler Onları okumak bana sonsuz zevk vermiştir. Ben de deniz üzerinden bir masal anlatmak istedim. Kendi dünyamdan bir şeyleri paylaşma arzusu. ‘Eyyvah Eyvah’ serisinde olduğu gibi İnsanın bir aidiyet duygusu var. Ben kendimi Egeli hissediyorum ve hikâyeleri oralardan anlatıyorum. Çünkü denizde ve deniz insanlarının yanında daha çok mutlu oluyorum.


Herkesin tatmin olma ve kendini ifade etme biçimi vardır. Yazma süreci benim için bir boşalma ve ruhsal rahatlama süreci. Doğal olarak negatif anlamda ne kadar dolarsam, yazarken pozitif başarı elde etme şansım o kadar yüksek oluyor. Her şey güllük gülistanlıkken yazmaktansa, kişisel olarak bazı arzularla veya negatif yüklüyken yazmak daha avantajlı. Yani “Derdimi ummana döktüm masumane inledim” durumu. Ben kendimi mutlu etmek, kendimi o gerçeklik duygusundan koparıp bir hayal dünyasında yaşamak için yazıyorum. Çocukken yaptığımız gibi Jules Verne okurduk, top oynardık. O çocukluğu kaybetmemek gerekiyor. Senaryo da aynı o duyguyla yazılabilir. Sonuç olarak “Bu filmi neden yaptın?” sorusu çok önemli. Ben o sorunun peşindeyim.


Bir amacım varsa, kendimi tedavi etmek veya bir meseleyi halletmek üzerine kurulu eser insanlara mutlaka daha çok dokunacaktır. Çünkü ben de insanım ve diğer herkesle ortak arzulara sahibim, ortak kaygılar taşıyorum. Doğal olarak yaptığım şey gerçek bir arzuya dayanırsa insanları etkilemesi daha kuvvetli olur. Bu, “Her şey güllük gülistanlıkken yazılmaz” demek değildir. İnsan kendini bir arzunun peşindeyken daha farklı hissediyor. Elbette her şey güllük gülistanlık olsun da ben de o neşeyle yazayım. O da ayrı bir mesele.





Başkalarından komedi filmi senaryoları geliyor. Ben zaten komedi üretiyorum. Kimsenin senaryosunu küçümsemiyorum ama kendi mizahımla yaşamaktan hoşlanıyorum. Önemsediğim kalemlerden de henüz komedi üzerine bir senaryo gelmedi. Ama dram da oynamak isterim. Komedyen olarak değil de başka türlü değerlendirmek isteyenler için kapı zilim de belli, telefon numaram da. Benim aradığım usta bir yönetmenle çalışmak ve varsa başka bir oyuncu tarafımın değerlendirilmesi. Örneğin Yılmaz Erdoğan bana “Bir rol var ama komik değil. Şöyle bir şey oynuyorsun derse”, “Olur” derim. Çünkü saygı duyduğum ve beğendiğim bir kalemi var. Keza Yavuz Turgul ve Nuri Bilge Ceylan da öyle.

Komedinin hafif olduğunu söyleyen fena çarpılır. Bütün oyuncular komedinin müthiş bir matematik ve zamanlama hadisesi olduğunu bilir. Bu nedenle soytarılık yapmadan güldürebilen bütün komedyenlere saygım sonsuzdur. Bütün sanatsal tarafım, bütün sahne temaşa gösterilerim kendimi mutlu etmek içindir. Çünkü kendimi mutlu kılmak için yaptıklarımın başkalarını da mutlu kıldığını gördüm. Bir dram yapımında yer almak istememin nedeni kendimin o tarafını da tatmin etmek istememdir. Belki benim kendi kişisel tatminim o yönetmeni, o senaristi, sonuç olarak da izleyiciyi mutlu etmemi sağlayacaktır. Şener Şen’in ‘Eşkıya’da yaptığı gibi bana da bir fırsat gelsin isterim. Tabii ki Şener Şen gibi bir ustayla kendimi bir kefeye koymuyorum ama ben de şansımı kullanmak isterim.


Benim için bunun nedeni ölümlü olma durumudur. Çok az bir zaman ve anlatmak istediğim çok hikâye var. Doğal olarak onlara yer açmak istiyorum. Hayat kısa, kendi arzularımın ve duygularımın tatmini yönünde iş üretiyorum. Bir filmin devamını arzulamıyorsam bunu yapmak tamamen sipariş bir duruma geçer. Arzu, benim temel dinamiğimdir.


Bunun nedeni seri filmin veya seri filme sebep olan filmin insanlarda çok fazla etki ve hatıra bırakmış olmasıdır. Aslında bu durumda diğer filmlere biraz haksızlık oluyor. Ama bu durumu birçok sinemacı yaşadı. Mesela ‘Baba’ serisinden sonra Francis Ford Coppola da aynı durumla karşılaştı. Buna yapacak bir şey yok. Seri filmlerin dışında filmler çekmekten vazgeçmemek gerek. Aksi takdirde tek iş yapılır. O da insana tekdüzelikten ve paradan başka bir şey getirmez.


Belki de olmuştur, bilmiyorum.


Kolay başa çıkılacak hadiseler değil. O yüzden de atalarımız “Bu adamı para bozdu” demişler. Üstelik başarının ve paranın şöyle bir numarası var. Kişiye bozulduğunu hissettirmiyor. Kişiyi öyle güzel değiştiriyor ki, kişi kendisindeki değişimi fark etmiyor. Kişinin eşinin, dostunun, arkadaşlarının sağlam insanlar olması gerek. Onlar kişiyi acımasızca eleştirmeli. Görmüşlük, görmemişlik de önemli. Kişinin hangi ailede, çevrede büyüdüğü önemli. Sonuçta kişi başarı ve parayla büyük değişimler yaşıyor. Taş değil ya kardeşim. Başarı ve para insanı değiştirir, en azından bir süre davranışlarını bozar. Başarının ve paranın beni değiştirme tehlikesi oluşturmadığı kadar sağlam bir yapım olduğunu söylemiyorum. Çevremiz gerekli olduğunda balans ayarı yapmalı.


yıllarında çok çalışıyordum. O zamanlar çok pervasız ruh haline kapılmıştım. 3 gün dizi çekip 4 gün gösteri yapmaktan yani çok çalışmaktan bıkmıştım. O günlerde kardeşimin büyük kıyaklarını gördüm. Kardeşim, abim gibi hareket edip ‘Abi saçmalamaya başladın, istersen ara verelim. Çünkü yoruldun, bak böyle laflar edilmez, böyle davranılmaz’ diyerek bana balans ayarı yaptı. Tehlike beni sarmış, farkında değilim. Önemli olan şu: Serüvene kimlerle başlandıysa o insanlarla birlikte devam edilmeli. Hangi pozisyona gelinirse gelinsin yola çıkılan insanlarla devam edilirse başarı ve paranın kişiyi bozması mümkün olmayacaktır. Yola çıkılan insanlar küçümsenir, sıkıcı bulunup unutulursa kibir belası vücuda öyle bir girer ki





Komediye, sanata daha çok sarılmamız gereken bir dönemden geçiyoruz. Her hafta görüyorum, kulise gelip “Allah razı olsun, böyle günlerde yüzümüzü güldürdünüz” diyorlar. Sonuç olarak sanat icra etmek bir amme hizmetidir. Böyle günlerdeyse daha çok amme hizmetidir. Komedyenler, müzisyenler, ressamlar, şairler; deniz tabiriyle fırtınada savrulan teknenin sarılabileceği tonozlardır. Böyle zamanlarda neşemizi kaybetmemek elbette kolay değil. Evdeki sobanın içine girip saklanamayacağımıza göre neşeyi korumak gerekir. Ve neşe üreticileri olarak bizim susmaya hakkımız yok.


Evet. Fakat şöyle bir gerçek var: Bu iptallerin kimseye bir faydası olmuyor ama yaşanan acılara saygı duymak diye de bir şey var. Diyelim ki sabah bir olay oldu, akşam gösterimi iptal etmemek olmaz. Gerçekleşen olayın 5 gün ya da 1 hafta sonrasındaki gösteriyi iptal etmenin kimseye faydası dokunmayacağından söz ediyorum. İnsanları umutsuzluğa yöneltecektir. Yaşanan bir olaydan 1 hafta sonra sahneye çıktım, hem insanlara umudumuzu korumamız gerektiği mesajını verdim hem de o gösteriden elde edilen geliri şehit ailelerine bağışladım.





Teknik olarak erkekken kadın kılığına girmek değil de bir kadın olarak başlayıp erkek olarak devam etmek Türk sinemasında herkese nasip olan bir durum değil. Bu durum da benim için çok heyecan verici, riskli ve kıymetli bir şey.


Erkeksin ve filme bir kadın olarak başlıyorsun.


Bizim Kuzey Ege’deki, Bozcaada’daki teyzeler. ‘Döndü’ karakteri oralarda yaşayan teyzelerin toplamı gibi.

Alkış ve doğayla baş başa kalmak.


Hayranlarını hayal kırıklığına uğratmamak.


Baksana olan oldu zaten. Kiloları tekrar aldım.


Sinema konuşalım lütfen.




Denizdeki yaşantımla bayağı ilişkili.


Annemin öyle arzuları yok ama her annenin geçtiği gibi benimkinin de kalbinden geçer öyle şeyler. Benim annem de ‘Bizim çocuk 40’lık oldu, ne olacak?’ diye düşünüyordur herhalde ama senaryoyu ona danışarak yazmadım.


Film Sayısı

Toplam İzleyici kişi

Toplam Hasılat TL

*Senaryosunu yazıp rol aldığı filmler.


Röportaj: Mehmet Çalışkan

Fotoğraflar: Sinan Bilgenoğlu

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası