hay bin yakzan kimin eseri / Hay b. yakzân - Edebiyat Haberleri

Hay Bin Yakzan Kimin Eseri

hay bin yakzan kimin eseri

Merhum mütefekkirimiz Şerif Mardin'in ısrarla üzerinde durduğu konulardan birisi de Hay bin Yakzan ve Robinson Crusoe romanlarının temsil ettiği medeniyet anlayışıydı.

Ona göre konu itibarıyla aynı temayı işleyen bu iki roman, Doğu ve Batı medeniyetlerinin arasındaki temel ahlaki farklılıkları ortaya çıkarması açısından son derece önemliydi.

şerif mardin funduszeue.info

Şerif Mardin / Fotoğraf: AA


İki eserin ihtiva ettiği farklılıkları ayrıntılı bir biçimde ele almadan önce Mardin'e göre aradaki keskin farkları şöyle sıralayabiliriz;

İki roman da benzer tecrübelere dayanır; ama Hay tabiatı gereği masumdur, Robinson köle peşinde koştuğu bir macera sonucunda adaya düşmüştür.

Robinson adada da kölelik anlayışını sürdürür, Yakzan adada anlam arayışındadır.

Robinson zamanı ve mekânı kontrol ederek adada krallık kurar, Hay başta coğrafya olmak üzere nesnenin mükemmel yaratılışı ve nizamına âşık olur.

Robinson adaya düştükten sonra da karakterini değiştirmez, bencil kimliğini sürdürür, Hay ise saf iyiliğe dayanan benliğini bilgeliğe taşır.

Ünlü İslam âlimi Roger Garaudy de iki eser arasındaki kesin farkları şu şekilde ortaya koymaktadır;

Bu ıssız ada romanının Robinson hikâyesi ile hiçbir ilgisi yoktur. Robinson, adasına kendisiyle birlikte ferdiyetçiliğini, silahını, tarıma elverişli hale getirdiği tabiat ve hâkimiyeti altına aldığı Cuma üzerindeki iktidar arzusunu da getirmiştir.

(Roger Garaudy - İslam'ın Vadettikleri, Pınar Yayınları)

Issız bir adada: Hay bin Yakzan

Hay bin Yakzan eserinin Şerefeddin Yaltkaya ve Babanzade Reşid'e ait tercümesini Yapı Kredi Yayınları toparlayarak Ahmet Özalp imzasıyla, üstelik birbirinden güzel dipnot ve notlarla, okurlarının dikkatine sunuyor. 

Eserden öğrendiğimize göre; Yakzan'ın bir diğer ismi Esrarü'l-Hikmeti'l-Meşrikiye'dir.

Eser ihtiva ettiği niteliklerle anlatı geleneğinden sıyrılarak modern romanın birçok özelliğini taşımaktadır.

Bunlardan ötürü olsa gerek Türk edebiyatının güçlü kalemi Ahmet Hamdi Tanpınar'Hay bin Yakzan'ı "Müslüman âleminin tek romanı" olarak tanımlamaktadır. 

Bu alegorik eseri ilk defa ünlü tıp insanımız İbn Sina kaleme almışsa da eser daha çok İbn Tufeyl ile anılmaktadır.

yapı funduszeue.info


Ayrıca sonraları Şehabeddin Sühreverdi de bir Hay bin Yakzan eseri kaleme almışsa da nitelik açısından kimsenin İbn Tufeyl'in eserine ulaşamadığını söylemek mümkündür. 

İbn Tufeyl'in eserinin neredeyse tamamında hâkim olan anlatı Kuran-ı Kerim'de Hazreti İbrahim'in Allah'ı arayış serüvenine benzemektedir;

Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. 'İşte Rabbim!' dedi. Yıldız batınca da, 'Ben öyle batanları sevmem' dedi.

Ay'ı doğarken görünce de, 'İşte Rabbim!' dedi. Ay da batınca, 'Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum' dedi.

Güneşi doğarken görünce de, 'İşte benim Rabbim! Bu daha büyük' dedi. O da batınca (kavmine dönüp), 'Ey kavmim! Ben sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım' dedi.

Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim.

(Enam )

İbn funduszeue.info

İbn Tufeyl'in temsili resmi / Görsel: Yayınevi


Hay'ın doğumundan Allah'ın varlığını ve birliğini keşfettiği hakikat merhalesine kadar sürekli arayış hali, akıl süzgecindeki değerlendirme ve en sonunda aşkın olanı kavrama durumu eserin tamamına hâkimdir.

Hay'ın doğumuna dair rivayet de tam olarak böyle başlar. Önce absürt bir efsane ortaya atılır ve Hay'ın 'Vakvak' isminde bir ağaçtan doğduğu Mesudi'den rivayet edilir; ama akılla izah edilemeyen bu iddia hemen reddedilir.

Doğru rivayete göre Hay bir prensesin oğludur; ama prensesin Hay'ın babası Yakzan ile evlenmesini istemeyen Sultan, bu evliliğe karşı çıkmıştır.

Babasından korkan prenses oğlu Hay'ı doğduktan hemen sonra bir sandığa koyarak suya bırakır ve şu sözleri sarf eder;

Rabbim, bu çocuğu yoktan var ettin. Rahim karanlığında rızkını verdin. Dünyaya gelinceye değin büyümesini, gelişmesini sağladın. Şimdi acımasız ve zalim sultanın zulüm ve azgınlığından korkarak onu yine senin koruyuculuğuna teslim ediyorum. Onu kurtarmanı, korumanı diliyorum. Lütfeyle, onu zorba sultanın ellerine bırakma.

(Hay bin Yakzan – Yapı Kredi Yayınları) 

Böylece Hay'ın ıssız adadaki macerası başlamış olur. 

hay bin funduszeue.info

Hay'ın canlılarla kurduğu ilişki

Robinson Crusoe adaya adımını attığı ilk andan itibaren mevcut tüm canlıları tahakkümüne alır.

Adadaki ilk dostu papağanı bile bunun bir yansımasıdır. Oysa Hay'ın adadaki canlılarla kurduğu ilişki onları anlamaya dayandığı gibi insani ilişkiler kurar.  

Bunun nedeni Hay'ın canlıları sadece gereksinim olarak görmeyip onlarla organik bir bağ kurmasından kaynaklanır.

Nitekim ona anne sevgisini verecek de bir ceylandır;

Hay'ı kendi yavrusu sanarak onun anneliğini üstlenen ceylan kendine barınak ve yurt olarak adanın en otlu, meyve ağaçlan en bol ve verimli kesimini seçmişti. Bu nedenle semiz ve sütü boldu. Çocuğun beslenmesine, onu emzirmeye son derece özen gösteriyor, ondan yalnızca otlanmak üzere ayrılıyordu. Hay'ı öylesine sevmiş, benimsemişti.

(Hay bin Yakzan - Yapı Kredi Yayınları) 

funduszeue.info

Ölüm gerçeği Hay'a aşkın olanı bulduruyor

Hay, ıssız adadaki en yakını olan ceylanın ölümü ile varlığa hayat veren 'şey'in ne olduğunu anlamaya ve araştırmaya başlıyor.

Bu araştırma ilkel bir insanın arayışına göre son derece akılcı ve dogmadan uzak sorularla gerçekleşmesi 12'nci yüzyılda yazılmış bir eserde dahi Doğu Medeniyetinin bilimsel birikimi ve merakı hakkında önemli ipuçları sunuyor; 

"Hay, yığılıp kalan ceylanın hareket etmediğini, elinin ayağının kıpırdamadığını görünce bağırıp çağırmaya başladı. Üzüntüsünden helak olacak bir kerteye gelmişti. Birbirlerini çağıra geldikleri üzere seslenerek yanıt vermesini, hareket etmesini istediyse de boşuna. Hiçbir tepki alamadı.


Önceki birtakım deneyimlerinden yola çıkarak sayrılığın kaynağını, çıkış yerini araştırmaya karar verdi. Şöyle düşündü: Gözlerini yumduğunda ya da önüne bir engel geldiğinde göremiyor, gözünü açtığı, ya da önündeki engeli kaldırdığı zaman görüyordu. Parmaklarını kulaklarına sokunca duyamıyor, parmaklarını çekince eskisi gibi duyuyordu.

Yine, burnunu tuttuğu zaman hiçbir kokuyu alamıyor, bırakınca yeniden kokuları almaya başlıyordu. Öyleyse ceylanın organlarını çalıştırmayan, onu hareketten alıkoyan temel bir neden, bir engel vardı. O engel ortadan kaldırılırsa, ceylan eski durumunu yeniden kazanabilirdi. Ne var ki ceylana ilişen hareketsizlik yalnızca bir organını, bir duyusunu değil tüm organlarını, tüm duyularını etkilemişti.

Ceylanın tüm gövdesi hareketten yoksun kalmış, canlılığını yitirmişti. Buradan yola çıkarak şu sonuçlara ulaştı: Gövdenin içinde, gözden gizli bir organ vardır. Diğer bütün organlar canlılıklarım ondan alırlar ve ona bağımlıdırlar. Hastalık işte o organdadır. O organı sağlığına kavuşturmak diğer tüm organları da sağaltmak olacaktır.


Yüreğin sağ gözünde bulunan şey, ceylanın gövdesi sağlam, parçalanmamışken yerinden ayrıldığına göre, böyle harap olduktan, parçalandıktan sonra geri dönmezdi. Bunu kesin olarak anladı. Gövde gözünde tüm değerini yitirdi. Değerli olanın bir süre gövdede bulunduktan sonra onu terk eden şey olduğunu kavradı. Artık bütün düşüncesini o şey üzerinde yoğunlaştırmalı, bütün çabasını o şeyi anlamak, bulmak için harcamalıydı."

(Hay bin Yakzan – Yapı Kredi Yayınları)

hay ve funduszeue.info

Yakzan ilkel ama akılcı yöntemlerle aradığı hayat kaynağı sonucunda daha keskin bir hakikate yani ruha ulaşacaktı;

Bütün bu karşılıksız sorular karşısında zihni dağıldı, şaşırdı kaldı. Gövdeden bütün bütün iğrendi, kafasından silip attı. Anlaşılıyordu ki kendisine acıyan, doyuran, sevecen kucağına alan gövde değildi. Gövdeden olduğu sanılan işlerle aslında gövdenin bir ilgisi yoktu.

Bütün bu işler, gövdeyi geçici bir süre için yurt edinen ve sonra onu terk eden şeyin eseriydi. O şey için gövde, kendisinin hayvanlarla döğüşmek üzere edindiği sopa gibi bir araçtan başka bir şey değildi.

 (Hay bin Yakzan - Yapı Kredi Yayınları)

Hay'ın bu keşfinden sonra kafasında sorular daha da artacak ve derinleşecekti.

Ruhu var eden neydi, zaman nasıl oluşmuştu, önce mekân mı var edilmişti; yoksa zaman mı?

Tüm bu sistemin arkasındaki güç, dengeyi nasıl sağlıyordu; suya atılan taş batarken ondan daha ağır olan kütük nasıl suyun üzerinde duruyordu?

Gökteki yıldızların hatta göğün bir sonu olabilir miydi? Her şey gözlerinin önünde zıttı ile kaim iken neden kendisi bu adada bir başınaydı?  

Tüm bu sırlar ve sorular Hay'ı adada bir bilgeye dönüştürüp Allah'a götürürken Robinson'un adasında bambaşka maceralar yaşanacaktı.

funduszeue.info

Robinson Crusoe (temsili)

Issız bir adada Robinson Crusoe

Robinson'un macerası Hay'ınkinden evvela amaç açısından ayrılır. Hay kendi iradesi dışında adaya gelmişken, Robinson'un macerası Batı sömürgeciliği ve emperyalizminin bir sonucu olarak başlamıştır.

O, Afrika'daki siyahi insanların boynuna zincirler vurup Güney Amerika bölgesindeki limanlarda satmanın hayaliyle bu yolculuğa çıkmıştır.

Üstelik adada yaşadığı deneyimlerin hiçbirisi onu bu arzularından alıkoyup arınmasını sağlamayacaktır.

Robinson'un adadaki yaşamı da Hay'ınkinden bir hayli farklıdır. Hay, yaşadığı adanın mucizeleri karşısında tevekkül edip bu mucizeyi anlamaya çalışırken, Robinson kendisini adanın sahibi ve kralı ilan eder. 

Ayrıca Robinson, adadaki diğer karakter olan Cuma'yı önce köleleştirir, ardından bir misyoner faaliyetine soyunarak onu Hıristiyanlaştırmaya kalkar.

robinson ve funduszeue.info


Bununla da yetinmeyen Robinson, Cuma'nın kültürünü aşağı bir medeniyet olarak görür ve onu Batı şuuru ile yetiştirmeye çalışır; ama bu eğitim elbette beyaz bir Batılı devşirmekten ziyade iyi bir uşak yapmak amacına hizmet eder.

Özetle söylenecek olursa Robinson'un adasında Batı emperyalizmi, sömürgeciliği ve misyonerliği hâkim düşüncedir.

Ada Robinson'a tecrübe katar; ama değiştirmez. Aksine Robinson adayı değiştirmeye hatta tahakkümü altına almaya çalışır.

Kendisine yarenlik eden tek dostu Cuma'yı önce köleleştirir ve ardından iyi bir uşak olması için eğitir. Başka bir ifadeyle Robinson, Cuma'yı yozlaştırır.

İki eser karşılaştırıldığında Robinson davranışları ve yaptıklarıyla Batı Medeniyetini temsil eder. Hay ise saflığı, arayışı ve hikmete olan hayranlığı ile Doğu Medeniyetinin bugünlerde kaybettiği her şeyin toplamını temsil etmektedir. 

*Daha ayrıntılı bir okuma için Yapı Kredi Yayınlarından çıkan "Hay bin Yakzan" tercümesi incelenebilir. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

hayy bin yakzan

  • "salaman ve absal" adlı mitik bir öyküden hareketle, asırda ibn tufeyl tarafından yazılan ilk felsefi roman. robinsonad; "adasal roman"ın da ilk örneği kabul edilir. (ibn tufeyl'den önce ibn sina tarafından yazılmış kısa bir versiyonu da mevcuttur.) bu kurmaca yapıt, hem roman türünün ilk örneği olması, hem de felsefi düşünceyi kurguyla anlatması bakımından anlatı tarihinde bir dönüm noktasıdır. nitekim yazıldıktan beş asır sonra, yani asırda çoğu batı dillerine çevrilmiş ve başta baruch spinoza olmak üzere birçok filozofu derinden etkilemiştir.

    hay adlı bir ademoğlunun tek başına bir adada, dünyayı, kendini ve tanrı'yı tanımasını anlatan hay bin yakzan (uyanık oğlu diri), türkçeye ilk yılında çevrilmiş ve ne hikmetse ancak yılında insan yayınları tarafından basılabilmiştir.

    ahmet hamdi tanpınar'ın müslüman dünyanın tek romanı olarak kabul ettiği bu eseri, nasıl bir alman'ın goethe'yi bilmemesi olur şey değilse, teknik olarak yılına kadar bilmememiz oluru olmazı geçtim, hakikaten nobellik bir durum 85'den sonra kompetanı mı olduk peki? asırda yazılan robinson crusoe, ortaöğretimde temel eserden biri, ya hay bin yakzan? dileğim, derhal ilk ona girmesi

  • endülüslü hekim, filozof ibn tufeylin funduszeue.info itibaren belli başlı bütün dünya dillerine tercüme edilerek, gerek felsefi içeriği gerekse edebiyat alanında getirdiği anlatı, roman hüviyetiyle avrupalıları büyüleyen romanı.
    dünyada "felsefi roman"ın olduğu kadar "robinsonad adasal roman" türünün de önemli bir örneğidir.

    hayy, ekvator'un altında hint adaları&#x;nın birinde anasız ,babasız bir takım tabii şartların oldukça duyarlı yöntemler ve yollarla bir araya gelişiyle varolmuştur. topraktan mayalanarak sıcak, soğuk, ıslaklık ve kuruluğun birbirine karışmasıyla.
    ikinci varsayım ise, geleneksel kültürlerde ve dinlerde çoğunlukla ittifakla savunulduğu gibi hayy'ın bir anne ve babadan dünyaya geliş hikayesine dayanır. bol miktarda kurani motifin kullanıldığı bu ikinci varsayımın kendinden türemeye dayanan birinci varsayıma göre ibn tufeyl in tercihidir.
    başlangıçta onu yavrusu sanarak anneliğini üstlenen ceylanla olaylar başlar. yırtıcı hayvanların olmadığı, fakat başta insan olmak üzere diğer canlıların yaşaması için oldukça elverişli tabii şartlara sahip olan bu ıssız adada anne-ceylan yavru-hayy'ı iki sene bereketli sütüyle besler. ceylan'ın koruyucu ve şefkat dolu kucağında yetişen hayy, zamanla annesini taklid eder, onun gibi sesler çıkarır; ancak insan yaratılışının sahip olduğu özellikler ve yeteneklerle fazladan diğer hayvanların ve kuşların seslerini, kendi aralarında anlaşma tarzlarını öğrenir. burada süleyman'ın kuşların dilini bilmesi motifine dikkat edilmeli. ama hayy, zamanla hayvanlarla kendisi arasında temel bir ayırım olduğu bilincine varır. onları daha yakından gözlemler, çevresi üzerinde düşünür. ademin cennetteki motifine uygun olarak onda ilk uyanan insani duydu utanma olur ve avret yerlerini örtme gereğini düşünerek onlardan farklılaşır.
    7 yaşına geldiğinde çevresinin kendisine sunduğu tabii malzemeleri kullanmayı öğrenir; sözgelimi sarmaşıklardan kuşak, ağaç dallarından sopa yapar, ellerini daha maharetle kullanır, becerilerini artırır.
    anne ceylan yaşlanıp güçten düşünce hayy artık onu beslemenin, ona bakma sırasının kendisine deldiğini akl eder ve ona bir süre bakar. ceylanın ölümü ile sarsılır. annesini kaybetmiş bir öksüzün derin psikolojik sarsıntısı içinde ne yapacağını bilemez. ceylanın ölü vucudunu araştırmaya girişir, onu hareketten kesen şeyin ne olduğunu öğrenmeye koyulur. amacı hasta sandığı ceylanı iyileştirmek iken, ölüm denilen o müthiş gerçekle karşılaşır ve bu, onu canlılara can ve hareket veren temel, neden fikrine götürür. hayy, can-ruh'u keşfettikten sonra, salt cisim ve madde olan beden gözünde önemsizleşir. demek oluyor ki, bedene güzelliği, canlılığı veren bedenin kendisi değil, kendince kalb'te olan, ama bedeni terkedince herşeyi de beraberinde alıp götüren şeydir. zaman'la cana karşı değerini iyiden iyiye kaybeden cisim leş olur, üstelik kokuşur.
    bu sırada hayy'ın imdadına kavga eden, sonra biri diğerini öldürüp toprağı eşeleyerek öldürdüğünü çukura gömen iki karga yetişir. bu, adem'in iki oğlu motifidir. hayy, gözlemlerine devam ederken, bütün canlı varlıklarda ve ceylan'da olan şeyin ne olduğunu düşünmeye başlar. bu, her hayvan ve bitki türünün çok sayıda bireyleri ve türevleri vardır fikrini uyandırır onda. şu halde kendisi de bireylerden oluşan bir türden başkası değildir

    romanın devamında tabiatın ve evrenin rahmani tazahürleriyle hayy cüz-i akl ve sezgi yoluyla mürşidi kamilmertebesine erişilebileceğini göstermiştir.
    romanın bir yerinde, hayy ibn yakzan komşu adaların birinden gelen, yani medeniyetten gelen absal adındaki birine buluşlarını anlatır ve akıl ve sezgi yoluyla tanrı'ya nasıl ulaştığını gösterir. sonra birlikte asal'ın geldiği adaya giderler ve salaman'la görüşürler; bu görüşmenin sonucunda yerleşik olan töresel dinin halk için daha faydalı olduğuna ve buluşlarını kendilerine saklamanın daha doğru olacağına karar vererek ıssız adaya geri dönerler, çünkü filozofların bilgi konusunda halk ile uyuşmalarının olanaksız olduğunu görmüşlerdir.

  • bir adada hayvanlar tarafından büyütülen bir insanın, "dil" kavramından bağımsız olarak da düşünüp anlamlandırabileceğini ve dilden bağımsız bir düşünüşün olabileceğini kanıtlayan bir romandır.

  • hikayenin kahramanı hay, yakzan'ın oğludur ve tek başına bir adada nasıl yaşadığı anlatılır lü yıllarda yazılmış olan ve bütün dünyada tercümeleri yapılmış, felsefe derslerine konu olmuş, akıcı ve bir o kadarda yalın olan funduszeue.infoon crusoe bu romandan sene sonra ortaya çıkmıştır..

  • ismi kızıderilileri hatırlatan şahıs.

    -selam hay bin yaksan,
    -merhaba osuran boğa

  • robinson crusoe-mc gyver-orman cocugu mowgli-hipokrat-aristo kirmasi hay yakzanoglu'nun akilalmaz maceralari.

  • roman herhangi bir peygamber ile muhatap olmayan (bizzat ya da başka bir şekilde) insanın tek başına tanrı'ya ulaşıp ulaşamayacağını irdeler. "kitap inmemiş, peygamber gönderilmemiş insanların öldükten sonra durumları ne olacak ?" sorusunun cavabını verir. insanın kendisine verilen akıl ve irade ile tanrıyı bulacağı/bulması gerektiği düşüncesinin romanıdır da diyebiliriz.

  • enduluslu arap filozofu ebu cafer ibn tufeyl'in 'de latincesi, 'de de ingilizcesi yayimlanan oykusudur. robinsonad yazininin onemli ve oncu eserlerindendir. robinson crusoe'nun da ana kaynaklarindan biridir. her iki eser arasinda pek cok benzerlik bulunmaktadir. her iki kahraman da issiz bir adada deneme yanilma yoluyla ogrenir, adim adim olgunlasir, ic-denetim araciligiyla kisiliklerini aydinlatir, dogruya, iyiye ve tanriya ulasir.

  • de foe robinson cruzo'yu hayy'dan etkilenip yazıyor. ibn-i tufeyl de ibn-i sina'nın hayy ibn-i yakazan risalesinden, ibn-i sina'nın huneyn ibn-i ishak'ın yunancadan çevirdiği bir öyküden yararlandığı düşünülüyor. en son düşünce bir helenistik çağ düşüncesini andırıyor deniliyor. aradan uzuuun uzuun yıllar geçtikten sonra da tournier pasifik arafı'nı yazıyor. buraya kadar gelmişken bir de hepimiz onu bekliyoruz'u okuyabilirsiniz. orda orhan pamuk buna benzer bir etkilenme hikayesi anlatıyor ve utanmadan da diyor ki çaldımsa miri malı çaldım.

  • hikaye ile ilgili genel düşünceler zaten aktarılmış olduğu için hiç o mevzuya girmeden romanın piyasadaki baskıları üzerinde durmak istiyorum:

    yky çevirisinde ibn-i sinâ ve ibn-i tufeyl versiyonları birliktedir. dünya çapında üne kavuşan versiyonu da ibn-i tufeyl'in yazdığıdır. sırasıyla şerafettin yaltkaya ve babanzade reşid çevirileri esas alnmıştır ama sadeleştirme sırasında ne yapmışlarsa, sürekli okuyucu rahatsız edip duran kelimeler geçtiği için daha mutedil bir çeviri bulmaya karar verdim. yky'nin de birçok son not vererek felsefeyle ilgili kısımlarını açıklamasını es geçmeyelim. ancak bu son notlarda da aynı rahatsız edici türkçe mevcut.

    etkileşim yayınları'ndan çıkan orijinal babanzade reşid çevirisini buldum, her ne kadar günümüz türkçesi açısından mutedil olmasa da benim en sevdiğim çeviri idi. sadece ibn-i tufely'in eserini içeren bu çeviri yüzyıl öncesinin türkçesini anlayabilecek olanlar için okuması son derece zevkli, anlayamayacaklar için de arkasına iliştirilmiş sözlüğü sayesinde birçok kelime öğrenebilecekleri bir kaynak niteliğindedir. dönemin fazlasıyla farsça terkiplere meraklı yazımına rağmen yine de çok sade denebilir. ayrıca felsefe ve akâid terimlerinin çoğu, türk medreselerinde de okutulan mantık ve akâid kitapları sayesinde o zamanda zaten dile girmiş olduğu için çevirmen traduttori traditori durumunda kalmamıştır. hakkındaki güzel bir yazı için

    gelelim en mutedil çeviriye: insan yayınları'ndan çıkan "ruhun uyanışı" altbaşlıklı çeviri ise yine her iki kitabı içermekle ve ifade tarzı yky'ye göre daha iyi olmakla beraber kitaba ilk ulaştığımda aslında bunun yky'nin çevirisinden önce çıktığını bilmiyordum. son yıllarda çıktığını düşündüm. içerisinde kitabın metinleri hariç epeyce dipnot, bazı paragrafların detaylı yorumlanışı ve kitapların her ikisinde de yer alan felsefi öğelerle ilgili bağımsız makaleler mevcut. yani bir nevi kitabı tam olarak felsefenin ışığında okumak isteyenlere yönelik her türlü malzeme okuyucuya sunulmuş. vakti olan ve üzerine düşünmek isteyenler için güzel bir kaynak.

    ayrıca, kitabın ibn-i sinâ versiyonunun orijinal arapçasına hiçbir kütüphanemizde rastlayamadım. orijinalinin zaten kısa bir risale olması ve genelde başka kitapların içinde bir ek gibi yer almasından dolayı olabilir. ibn-i tufeyl'in kitabının ise orijinali isam kütüphanesinde mevcut.

    eserle ilk tanışmamın, vhs zamanlarında bir şirketin çıkardığı hay isimli çizgi film sayesinde olduğunu da naklederek, bu kitaptaki karmaşık konuların sade anlatımını bir çocuğun bile idrak edebileceği seviyeye indirgenebildiğini göstermiş olayım. tabii ki çizgi filmde felsefe'den çok bir insanın vahiysiz de olsa dinin hemen hemen tamamını keşfedebileceği üzerinde daha çok durulmuştur.

ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.

Hay b. yakz&#;n

İslâm felsefesi literatüründe İbn Sînâ'nın başlattığı ve İbn Tufeyl, Şehâbeddin es-Sühreverdî gibi filozofların sürdürdüğü hikâye türünde felsefî eser verme geleneği, sistematik felsefe öğretilerinin sembolik bir dille ifade edilerek daha iyi kavranmasını temin maksadı taşır. Soyut felsefî kavramların somut kişi, nesne ve olaylarla temsil edildiği bu tür hikâyeler sayesinde bir taraftan somuttan soyuta yönelerek düşünmeye alışmış insan zihni için bir anlama imkânı sağlanmakta, diğer taraftan kavram düzeyinden imaj düzeyine indirilerek yeniden ifade edilen felsefî görüşler yeni bir te'vil işlemiyle yorumlanmaktadır. Söz konusu yorumlayış sürecinin, sistematik görüşlerin daha derinden kavranması için gerekli yoğunlaşmayı temin edeceği düşünülmüş, böylece felsefenin soyut anlatımı edebî dilin imkânlarıyla yeniden okunmaya elverişli hale getirilmiştir.

"Ḥay b. Yaḳẓân" başlığıyla yazılmış kitaplardan hareketle kaleme alınan eserlerin ortak tarafı belli bir felsefî aydınlanma öğretisine dayanmalarıdır. Bu öğreti esas itibariyle, gerekli nazarî ve amelî şartları yerine getirmiş insanın bilginin melekî kaynağıyla temasa geçerek Tanrı-âlem-insan münasebetlerine dair temel felsefî hakikatlere ulaşabileceği kabulüne dayanır. Bu felsefî aydınlanmaya bazan mistik tecrübe de eşlik edebilir. Sonuçta bu tür eserlerde felsefî bilgi teorisi akıl, mistik sezgi ve vahyin birbiriyle uyum içinde olduğu şeklindeki ana fikre dayandırılmış olur.

İbn Sînâ'nın Ḥay b. Yaḳẓân'ı. Filozofun Risâletü'ṭ-ṭayr ile Selâmân ve Ebsâl'in de yer aldığı üç sembolik eserinden biridir. İbn Sînâ'nın, () yılında Hemedan yakınlarındaki Ferdecân Kalesi'nde mahpus bulunduğu dönemde yazdığı Ḥay b. Yaḳẓân, onun sistematik eserlerinde "faal akılla ittisâl" öğretisi çerçevesinde ele aldığı konuları sembolik hikâye tarzında işlemektedir. Eserin ana tezi, insanın felsefî aydınlanışına engel olan bedenî ve nefsânî güçlerini aşarak bilginin semavî kaynağıyla temas kurabileceği ve böylece varlık mertebeleriyle kendisinin bu mertebeler arasındaki yerini kavrayabileceği fikridir. Bu amaçla kullanılan sembollerin metne has kinâyelerden ibaret olmayıp başlıcalarına çeşitli gnostik geleneklerde de rastlanan remizler olduğu anlaşılmaktadır (Corbin, Avicenna and the Visionary Recital, s. vd.).

Ḥay b. Yaḳẓân metnindeki sembolik anlatım kısaca şöyledir: Hikâyenin kahramanlarından olan filozof, kendi yurdunda oturduğu bir sırada arkadaşlarıyla birlikte civardaki bir yere gezintiye çıkar. Karşılarına olgun yaşta, dinç, gösterişli ve bilge bir kişi çıkar. Adı Hay b. Yakzân olan bu kişi Beytülmakdis yöresinden olduğunu söyler. Filozofla bilge kişi çeşitli ilmî meseleler üzerine sohbete dalarlar. Söz ferâset ilmine gelir. Hay, filozofa ahlâk ve psikoloji konuları çerçevesinde insanın erdem ve bilgi yolunda olgunlaşma imkânlarını anlatır. Böyle bir imkânı elde etmenin en temel şartı, filozofun bu yolda kendisine ayak bağı olan arkadaşlarından zamanı gelince uzaklaşmayı bilmesidir. Hay b. Yakzân daha sonra, sürekli olarak çıktığı seyahatleri esnasında gezip gördüğü beldeleri filozofa anlatmaya başlar. Bu beldeler doğu-batı arasında, batı istikametinde ve doğu istikametinde olmak üzere üç bölgede yer almaktadır. Son iki bölgenin sınırlarının ötesine geçmek sıradan seyyahların işi değildir. Ötelere gitmek ancak "hayat pınarı" denilen bir çağlayandan içmek, orada yıkanıp arınmakla mümkündür. Batı istikametinin son ucunda "ayn hamie" denilen büyük, kızgın bir deniz vardır. Burası güneşin battığı yerdir. Bu en uzak batı ile filozofun yaşadığı belde arasında çeşitli oluş ve bozuluşların yurdu olan beldelerle böyle değişmelere mâruz kalmayan istikrarlı, aydınlık, fakat ışığını başka yerden alan beldeler bulunmaktadır. Bu aydınlatılmış beldelerde oturanlar farklı ilim, karakter, maharet ve sanatlara sahiptir. Onların ötesinde ise on iki bölgeye ayrılmış geniş bir ülke yer almaktadır. Daha da ötesi insanların giremediği uçsuz bucaksız bir memleket olup burada ruhanî varlıklar oturmaktadır.

En uzak batıdan doğuya doğru olan istikamet hattında bulunan bütün beldeler âlemin sol cihetini teşkil eder. Bu hat boyunca uzanan mesafeler katedildikçe çeşitli madenlere, bitkilere, hayvanlara ve nihayet insanlara rastlanacaktır. İnsan türünün yaşadığı beldeden daha da doğuya ilerleyince "şeytanın iki boynuzu arasından güneşin doğduğu" beldeye ulaşılır. Gerekli şartları yerine getirip belirli engelleri aşanlar doğuya ilerleme imkânı bulabilirler. İlerisi meleklerin beldesi olup daha ötelerde bütün belde sakinlerinin itaate memur olduğu "ulu padişah"ın huzuru bulunmaktadır. Hay bütün bunları anlattıktan sonra filozofa, "Şimdi istersen benimle gel, seni ulu padişaha götüreyim" der. Risâle de bu teklifle sona erer.

Eserdeki sembollerin başında gelen Hay b. Yakzân, İbn Sînâ sisteminde faal aklı yahut Cebrâil'i simgelemektedir. Hay b. Yakzân sembolüyle yalnızca faal aklın melekî şahsiyeti öne çıkarılmış olmamakta, bu başmeleğin varlığın bilgisine ulaşma yolunda filozofun mürşidi olduğu da vurgulanmaktadır. İkinci önemli sembol doğu-batı kavramlarıyla ortaya konmuştur. Doğu sûretin, melekî ve ruhanî varlık mertebelerinin sembolü olarak kozmik doğudur ve kelimenin coğrafî anlamıyla ilgisi yoktur. Güneşin doğduğu yer olarak meşriḳ, hem varlık nurunu hem de felsefî aydınlanmayı simgeler. Batı ise en ucunda, Kur'an'da yer alan Zülkarneyn kıssasındaki güneşin battığı "ayn hamie" ile (el-Kehf 18/86) simgelenen heyûlâ (ilk madde) olup batıdan doğu istikametinde ilerleyiş heyûlâdan itibaren unsurlar, madenler, bitkiler, hayvanlar, insanlar ve gök cisimleri şeklindeki basitten karmaşığa doğru cismanî varlık mertebelerine ulaşma anlamına gelir. Ancak asıl kozmik doğuya ulaşmak, şeytanın iki boynuzuyla simgelenen şehvet/gazap ve mütehayyile güçlerinin cismanî bağlantılarından kurtulmakla mümkündür. Bu sembolle İbn Sînâ, "Güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğar" (Nesâî, "Mevâḳīt", 35, 40) meâlindeki hadise atıfta bulunmaktadır. Ayrıca ötelere geçmek için ön şart olarak zikredilen hayat pınarı sembolü mârifet vasıtası olan mantık bilgisine karşılıktır. Kozmosun sağındaki doğunun nihaî mertebesi Tanrı'nın huzurudur. Varlığın mertebeleri ve nihaî ilkesi hakkındaki bilgiye ulaşmak ise insan için sadece Cebrâil'in kılavuzluğunda mümkündür. Ancak hikâyenin başında da belirtildiği gibi insanın dünyevî yurdundaki ikametini kozmosun batı cihetinde tutan ve hikâyede filozofun arkadaşları ile simgelenen duyu, şehvet, vehim gibi bedenî ve psikolojik güçlerin varlığı bu aydınlanışı her zaman mümkün kılmamaktadır. Bunların etkisinden sıyrılıp "tenezzüh"e çıkılan müstesna zamanlarda ise Cebrâil kılavuzluğa hazırdır.

Ḥay b. Yaḳẓân'a üçü Arapça, biri Farsça dört şerh yazılmıştır. Arapça şerhlerden ilki filozofun öğrencilerinden İsfahanlı İbn Zeyle, ikincisi Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, üçüncüsü de (metindeki bazı sembollere münhasır olmak üzere) Muhammed Bâkır Dâmâd tarafından kaleme alınmıştır. Farsça şerhin müellifinin yine filozofun talebesi Ebû Ubeyd Abdülvâhid el-Cûzcânî olduğu tahmin edilmektedir (Corbin, Avicenna and the Visionary Recital, s. ).

Eserin modern neşri ilk defa A. F. Mehren tarafından yapılmıştır (Traités mystiques d'Avicenne, 1. Cüz, Leiden ). Daha sonra M. Şerefettin Yaltkaya bu neşri de gözden geçirerek eseri tercümesiyle birlikte yayımlamış (bk. bibl.), ardından Ahmed Emîn, İbn Tufeyl'in Ḥay b. Yaḳẓân'ı ve Şehâbeddin es-Sühreverdî'nin Ḳıṣṣatü'l-ġurbeti'l-ġarbiyye'si ile birlikte eseri neşretmiştir (Kahire ). Henry Corbin, Avicenna et la récit visionnaire (I-II, Tahran-Paris ) adlı eserinin ilk cildinde İbn Sînâ'nın sembolik hikâyelerini incelerken Ḥay b. Yaḳẓân için ayırdığı bölümde metnin Fransızca'sını, II. cildinde eserin Arapça aslı ile Cûzcânî'ye nisbet ettiği Farsça bir şerhinin tenkitli metnini Fransızca tercümesiyle birlikte yayımlamıştır. Bu incelemenin ilk cildi daha sonra W. R. Trask tarafından İngilizce'ye çevrilerek Avicenna and the Visionary Recital adıyla neşredilmiştir (New York ; Dallas ). Corbin'den sonra eser üzerinde en önemli inceleme İbn Sînâ uzmanı A. M. Goichon tarafından yapılmıştır. Goichon, Ḥay b. Yaḳẓân'ı Fransızca'ya tercüme edip İbn Sînâ'nın öteki eserleri ışığında yeniden yorumlamıştır (Le récit de Ḥayy Ibn Yaqẓān commenté par de textes d'Avicenne, Paris ). Metni yorumlarken Corbin'in Farsça şerhe, Yaltkaya'nın ise İbn Zeyle şerhine dayandığı görülmektedir. Bu arada Hasan Âsî bilinen Ḥay b. Yaḳẓân metninin başka bir versiyonunu neşretmiştir (et-Tefsîrü'l-Ḳurʾânî ve'l-luġatü'ṣ-ṣûfiyye fî felsefeti İbn Sînâ, Beyrut /, s. ). Eserin Abraham İbn Ezra'ya (ö. ) nisbet edilen, ancak İbn Zeyle şerhiyle birlikte tercümesinden ibaret olduğu anlaşılan Khay b. Meqîz adlı İbrânîce bir versiyonu mevcuttur (Corbin, Avicenna and the Visionary Recital, s. ).

İbn Tufeyl'in Ḥay b. Yaḳẓân'ı. Endülüs felsefe geleneğinin İbn Bâcce'den sonra en önemli temsilcisi olan İbn Tufeyl, saraydaki meşguliyetleri sebebiyle fazla eser verme fırsatı bulamamışsa da günümüze ulaşan Ḥay b. Yaḳẓân adlı eseri filozofun sistemini oluşturan ana fikirleri vermektedir. Esrârü'l-ḥikmeti'l-meşriḳıyye adıyla da tanınan eser günümüzde "adasal" olarak nitelendirilen bir felsefî hikâye olup sosyokültürel şartlandırmalardan uzak bir insanın tek başına bir adada tecrübe ettiği felsefî gelişimi anlatır. İnsan eli değmemiş tabiatın bağrında herhangi bir eğitim görmeden, yardım alabileceği sosyokültürel muhitten uzakta ve sadece fıtrî yahut tabii aklın tecrübî ve nazarî yönelişleri sayesinde bir insanın entelektüel olarak neyi başarabileceği hususu eserin başlıca konusunu oluşturur. İbn Sînâ'nın Ḥay b. Yaḳẓân'ından farklı olarak İbn Tufeyl'in eserlerindeki Hay faal aklın bir sembolü olmayıp bir beşer olarak yaşayan, dış dünya ile temas kuran, hisseden, tecrübe eden, düşünen ve bilen insanı temsil etmektedir. İnsanın tabiatla münasebetinin tecrübî bilgiye dönüşmesi, tecrübî seviyeden teorik seviyeye yükselmesi ve nihayet insanın mistik bir aydınlanışla gerçeği nefsinde tecrübe edişi Hayy'in felsefî gelişiminin merhalelerini oluşturur. Eserin ele aldığı bir başka husus da bozulmamış fıtrî aklın yönelişleriyle ulaşılan hakikatin vahyedilmiş gerçek hakikatle münasebetidir. İbn Tufeyl, selim bir aklın doğruları ile sahih bir dinin doğruları arasında hiçbir tenâkuz bulunmadığı yolundaki fikrini Ḥay b. Yaḳẓân'da işlemektedir. Ancak Hayy'in şahsında gerçekleşen felsefî gelişim ve mistik tecrübenin sahih bir dinin sosyokültürel muhit içinde algılanış ve yorumlanış biçimleriyle her durumda uyuşmayan sonuçlara da ulaşabileceğini vurgulayan filozof, bu durumu vahyedilmiş dinin özündeki derin hakikatin geniş kitlelerce idrak edilemeyişine bağlamaktadır. İbn Tufeyl'in kitlelere önerisi, dinin zâhirî mâna ve şekillerine sıkı sıkıya bağlanarak Allah'a ibadete devam etmeleri ve bununla yetinmeleridir. Vahyedilmiş mesajın derin anlamını kavrayan seçkinlerin kaderi ise kitlelerin itikadını sarsacak tartışmalara açıkça girmekten kaçınarak kendi mahrem maceralarını sürdürmekten ibarettir (bk. İBN TUFEYL).

İbn Tufeyl eserine, bu eseri İbn Sînâ'nın sözünü ettiği "meşrikī hikmet"in esrarını öğrenmek isteyen birine hitaben yazdığını belirterek başlamaktadır. Böyle bir başlangıç noktasının Ḥay b. Yaḳẓân'ın girişinde İbn Tufeyl'e kadar gelen felsefî birikimin kritiğini yapma ihtiyacı doğurduğu anlaşılmaktadır. Meşrikī hikmeti bir tasavvufî felsefe yahut felsefî tasavvuf şeklinde kavrama eğiliminde olan İbn Tufeyl Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Bâcce ve Gazzâlî'nin fikirlerini bu kavrayış biçimine göre değerlendirmektedir. Eserini yazarken kendilerinden faydalandığı anlaşılan bu düşünürler hakkında filozofun ulaştığı genel sonuç, onların meşrikī hikmetin öngördüğü hakikatleri ortaya koymayı yeterince başaramadıklarıdır. Dolayısıyla Ḥay b. Yaḳẓân onların eksik bıraktıklarını tamamlamak amacıyla kaleme alınmıştır.

Eserin konusunu teşkil eden olaylar birbirine yakın iki adada geçmektedir. Adalardan birinde tabiatla başbaşa yaşayan Hay b. Yakzân, diğerinde ise kendilerine has din, dil, örf ve âdetleri olan bir toplum ve bu toplumda temayüz etmiş Selâmân ve Asâl (Ebsâl) adlı iki kişi bulunmaktadır. Selâmân, halkı idare etmek üzere kendisini halk dinine uyduran ve aklını pratik işlerde kullanan bir kişiyi, Asâl ise tefekküre ve mistik hayata eğilimi olan bir şahsı temsil etmektedir. Öbür adada yalnız başına yaşayan Hayy'in doğumu konusunda iki nazariye mevcuttur. Birincisine göre Hay sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve yaşlığın dengeli biçimde oluştuğu bir ortamda mayalanmış ve organik özellikler kazanmış çamurun ruhla birleşip canlılık kazanmasıyla meydana gelmiştir. İkinci nazariyeye göre ise Hay, yakınlardaki diğer bir adada hükümdarın kız kardeşinin Yakzân adında biriyle yaptığı gizli evlilikten dünyaya gelmiştir. Annesi tarafından bir sandık içinde denize bırakılan çocuk dalgaların sürüklemesiyle bulunduğu adaya ulaşır. Eserinde bu iki nazariyeden hangisini benimsediğini açıkça belirtmeyen İbn Tufeyl'e göre Hayy'in maddî ve mânevî gelişmesi şöyle olmuştur: Açlık hisseden ve bu yüzden ağlayan Hayy'in yardımına ilk koşan varlık yavrusunu kaybetmiş bir ceylandır. Ceylan bir süre onu emzirir ve gelişmesini sağlar. Hay, önce çevresindeki varlıklar ve olaylarla ilgili birtakım fizikî kavramlara ulaşır; daha sonra maddeyi sûretten ayırt etmeye başlar ve bunun sonucu olarak cismanî âlemden ruhanî âleme yükselir. Varlıklar ve olaylar arasındaki münasebetlerin incelenmesi onu her hâdisin bir muhdisi olduğunu, yani her şeyin yegâne esası ve sebebi olan bir yaratıcının zorunlu varlığını keşfetmeye, O'nun birliğini kavramaya ve nihayet O'nun her şeyde âşikâr olduğunu sezmeye sevkeder. Bu noktada Hay, natüralist bakış açısıyla sınırlı bir tefekkür seviyesinin hudutlarını aşmış ve mistik bir ruh yapısına ulaşmıştır. Bundan sonra Hay, mutlak varlığın idrakine erişmiş biri olarak duyular dünyasını ve onun bir parçası olan kendi bedenini küçümsemek suretiyle mutlak varlıkta yok olmanın yollarını araştırır. Neticede O'nun varlığına ulaşmak için hissettiği kuvvetli arzuyu mistik bir tecrübe ile gerçekleştirir; nefsini arz ve semanın üzerinde derece derece yükselterek Allah'a ulaşır. Bu mertebe akılların idrakten, hayal gücünün tahayyülden, ifade kabiliyetinin tasvirden âciz olduğu "fenâ" halidir.

Hay bu durumda iken münzevi bir hayat yaşamak arzusu ile adaya Asâl gelir ve Hay ile karşılaşır. Bir süre sonra anlaşma imkânı bulunca Asâl kendi dilini ve dininin esaslarını Hayy'e öğretir; Hay'den de bu mertebeye nasıl ulaştığını öğrenir. Asâl, Hayy'in sırf kendi aklıyla ulaştığı gerçeklerle kendi dininin gerçeklerinin tam bir uyum içinde olduğunu görür. Asâl'den öğrendiği dinin esasları ile kendi aklıyla ulaştığı mertebede müşahede ettikleri arasındaki uyumu gören Hay de bu esasların ilâhî olduğuna şahadet ederek iman eder ve dinin öngördüğü mükellefiyetleri yerine getirmeye başlar. Daha sonra bu gerçekleri anlatmak üzere Asâl'in doğup büyüdüğü adaya giderler. Ancak düşüncelerini halka anlatmakta başarılı olamazlar ve halkın, mevcut dinin sınırları içinde kalmasının onlar için daha uygun olacağı kanaatine varırlar. Daha sonra da ölünceye kadar ibadet etmek üzere Hayy'in yetiştiği adaya dönerler.

Ḥay b. Yaḳẓân, insanın tabiatla olan pratik münasebetlerinden başlayarak kâinattaki olay ve olguları gözlemekle ulaştığı aklî sonuçların onu nasıl bir nizam ve gaye fikrine götürdüğünü, buradan mutlak, zorunlu ve tek Tanrı fikrine nasıl yükselebileceğini, nihayet insanın Tanrı ile nasıl mistik bir münasebete girebileceğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Esas itibariyle eserde, müellifin insan-kâinat-Tanrı münasebetleri konusundaki felsefî fikirleri işlenmektedir. Şartlanmalardan uzak selim insan aklının neyi bilebileceği, bu bilgilerin vahyedilmiş dinle nasıl uyum içinde olduğu eserde yer alan temel bir fikirdir. İbn Tufeyl, bir taraftan insanın tabii ihtiyaçlarını yine tabiatla uyum içinde kalarak karşılama gücünde olduğu mesajını verirken diğer taraftan kâinattaki olguların gözleminden hareketle saf aklın tek Tanrı fikrine ulaşabileceğini vurgulamaktadır. Bu bakımdan Ḥay b. Yaḳẓân genelde insan-tabiat, deney-akıl, din-felsefe, akıl-mistik sezgi ve nihayet mistik sezgi-din arasındaki ilişkileri ortaya koyan bir eserdir.

Eserdeki tiplemelerde müellifin İbn Sînâ'nın sembolik hikâyelerindeki kahramanlardan esinlendiği söylenebilirse de Hay, Asâl ve Selâmân, İbn Sînâ'nın onlara yüklemiş olduğu sembolik anlamlara sahip değildir. İbn Tufeyl'in eserinde kahramanlar birer insan tipini temsil ederken İbn Sînâ'nın eserlerinde birer soyut kavramın sembolüdürler. Ayrıca iki eserin kurguları arasında da alâka yoktur.

Ḥay b. Yaḳẓân'ın Yeniçağ Batı dünyasındaki etkileri Ortaçağ İslâm dünyasındakinden daha fazla olmuştur. İslâm kültür muhitinde İbnü'n-Nefîs'in er-Risâletü'l-kâmiliyye fi's-sîreti'n-nebeviyye adlı eseri geniş ölçüde Ḥay b. Yaḳẓân'dan ilham alınarak yazılmıştır (Kutluer, s. ). Eserin Batı'ya etkisi, İspanyol yazarı Gracian Baltasar'ın el-Criticon (Saragossa ) adlı kitabı ile başlatılmaktadır. Özellikle bu eserin kahramanı Andrenio'nun hayat hikâyesindeki ilk dönemlerin Hayy'inkine çok benzemesi sebebiyle muhtemel etkiler üzerinde uzun süre tartışılmıştır. Ayrıca Daniel de Foe'nun Robinson Crusoe'su ile "tarzan" tiplemelerinin Ḥay b. Yaḳẓân'dan mülhem olduğu ileri sürülmüştür. Eserin, Quakerlar adı verilen dinî bir cemiyetin üyelerinin de dikkatini çektiği ve cemiyet mensuplarından George Keith'in eseri 'te İngilizce'ye çevirdiği bilinmektedir (Sıddîkī, II, ). Ünlü filozof Leibniz de Opera Divinia'da Ḥay b. Yaḳẓân'daki teolojik tefekkür seviyesinin yüksekliğinden hayranlıkla bahsetmektedir (İA, V/2, s. ).

Çeşitli zamanlarda birçok dile aktarılmış olan eserin başlıca mütercimleri arasında Norbonnelu Moses Ibn Jashua ('da İbrânîce'ye), Pico della Mirandola (XV. yüzyılda Latince'ye), Edward Pococke (Philosophus Autodidactus adıyla ve Arapça neşriyle birlikte 'de Latince'ye), G. Keith ('te İngilizce'ye), George Ashwell ('da İngilizce'ye), Simon Ockley ('de İngilizce'ye), Leon Gauthier ('de Fransızca'ya), Babanzâde Reşid ('te Mihrab dergisinde Türkçe'ye; bu tercüme, Ruhun Uyanışı ya da Hayy İbn Yakzan'ın Olağanüstü Serüveni adıyla N. Ahmet Özalp tarafından sadeleştirilerek tekrar yayımlanmıştır [İstanbul ]), Z. A. Sıddîkī ('te Urduca'ya), Bedîüzzaman Fürûzanfer ('te Farsça'ya) ve L. E. Goodman ('de İngilizce'ye) sayılabilir. Ḥay b. Yaḳẓân'ın XX. yüzyıldaki neşirleri ise Leon Gauthier (Cezayir ), Cemîl Salîbâ – Kâmil Ayyâd (Dımaşk ), Ahmed Emîn (Kahire ) ve Albert Nasrî Nâdir (Beyrut ) tarafından gerçekleştirilmiştir.

Ḥay b. Yaḳẓân tarzında yazılmış bir eser de Şehâbeddin es-Sühreverdî'ye aittir ve İbn Sînâ'nın eserindeki sembolizmden hareketle kaleme alınmıştır. Müellif, İbn Sînâ'nın Selâmân ve Ebsâl adlı eserinde ilâhî kitaplarda dile getirilen yüksek hakikatler ve makamlara ilişkin mânası gizli sembollere rastladığını, ancak bu sırlara filozofun Ḥay b. Yaḳẓân'ında işaret bulunmadığını, bu sebeple aynı eserin sonunda yer alan, "Nitekim insanlardan bazıları O'na hicret edip yol bulmuşlardır" şeklindeki ifadeyi kendi eserine hareket noktası yaptığını ve metne Ḳıṣṣatü'l-ġurbeti'l-ġarbiyye adını verdiğini belirtmektedir. Dolayısıyla İbn Sînâ'nın eserinin bitiş noktası Sühreverdî'nin eserinin başlangıç noktası olmaktadır.

Sühreverdî'nin eserinde kardeşiyle birlikte avlanmaya çıkan filozofun mağribdeki bir köyde tutsak edilişleri anlatılmaktadır. Derin bir kuyuya hapsedilen kahramanların geceleri kuyudan çıkıp bir köşk mahallinden civarı seyretmelerine izin verilmiştir. Mehtaplı bir gecede hüdhüd kuşu onların bu esaretten nasıl kurtulacaklarını bildiren bir mektup getirir. Bu mektuptaki tâlimata göre hareket ederek kurtulurlar ve çeşitli beldeleri dolaşarak Tûrisînâ'ya kadar çıkarlar. Fakat filozof, nasıl olduğunu anlamadan kendisini yeniden mağrib diyarının zindanında bulur ve kurtulmak için niyaza başlar; zira son derece haz veren beldeleri görmekten tekrar mahrum kalmıştır.

Bu hikâyede de kozmosun batısında mahpus kalmış insan ruhunun doğuyu tanıdıktan sonraki özlemi anlatılmaktadır. Eser yanlış olarak Ḥay b. Yaḳẓân adıyla Ahmed Emîn (Kahire ) ve Ḳıṣṣatü'l-ġurbeti'l-ġarbiyye şeklindeki gerçek adıyla Henry Corbin tarafından (Opera Metaphysica et Mystica II, Tahran-Paris içinde, s. ) yayımlanmıştır (eser ve yazma nüshaları hakkında bk. Corbin, a.g.e., Prolégomènes II, s. ). Kitap İsmail Yakıt tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Çeviri ve ötesi

AYŞENUR NARBOĞA

Defoe, Bacon, Spinoza, Rousseau ve More gibi pek çok Batılı düşünürü etkileyen İbn Tufeyl imzalı Hayy bin Yakzan anlatısının neden bizde gerektiği ilgiyi göremediği sorusu bu eseri okuyan herkes gibi benim de dikkatimi çekmiştir. Oysa kendisinden ilhamla, iki yüz yıl sonra yazılmış olan Robinson Crusoe neredeyse tüm dünyanın tanıdığı bir karakterdir. Hatta Ian Watt’ın Modern Bireyciliğin Mitleri’nde iddia ettiği gibi Robinson modern bir mit olarak konumunu güçlendirmiştir. Peki bir ada romanı türü olarak adlandırılan robinsonad’ların ilki ve felsefi romanların öncüsü kabul edilen Hayy bin Yakzan bizde neden hak ettiği ilgiyi görememiştir?

Bir Yunan anlatısı olan Salaman ve Absal öyküsünün 9. yüzyılda Arapçaya çevrilmesinin ardından İbn Sina, Sühreverdi gibi alimler eserlerinde bu öykü tekniğini kullandılar. Ancak hiçbiri İbn Tufeyl’in kurgusundaki başarıyı yakalayamadı. Endülüslü düşünür, yüzyılda kaleme aldığı bu eserinde insanın kendi başına, doğayı inceleyerek hakikate ulaşabileceğini anlattı. Gözlem ve düşünce yoluyla elde edilen bilgilerin vahiyle çelişmeyeceğini iddia etti. Kendi dönemindeki felsefî ve kelami tartışmaları alegorik bir metin üzerinden değerlendirdi. Eseri o kadar başarılı oldu ki çok sayıda dile çevrilerek farklı kültürleri ve düşünce yapılarını etkiledi. Bir adada tek başına büyüyen Hayy, dini ve toplumsal herhangi bir norm olmaksızın, sadece düşünme ve sezgi yoluyla hakikatin bilgisine ulaşmayı başarmış otodidaktik bir metin olarak özellikle Batı dünyasında büyük yankı uyandırmıştır. Modern eğitimin ve pedagojinin temellerinin atıldığı, doğal hukuk tartışmalarının yürütüldüğü dönem Avrupası için Hayy, pek çok filozofun ilgisini çekti. (Detaylar için Avner Ben-Zaker’in Hay bin Yakzan’ı Okumak adlı eserine bakılabilir.)

Aynı kültür ve inanç düzleminde yer almamıza rağmen Hayy bin Yakzan’ın Türkçenin okuruyla buluşması oldukça geç bir tarihe denk düşer. Müderris Babânzade Reşid tarafından ’te Türkçeye çevrilen ve Mihrab isimli dergide tefrika olarak yayımlanan eser daha sonra derginin kapanmasıyla birlikte unutulup gider. Batılılaşma sürecinde yürütülen kültür politikalarımızın Doğu’ya yabancılaşmış olmasının, esere karşı gösterilen vefasızlığı derinleştiren etmenlerden biri olduğunu düşünüyorum.

Hayy bin Yakzan ile Türkçe okurunun en bilindik karşılaşması N. Ahmet Özalp’in değerli katkılarıyla yayına hazırladığı çalışmadır. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitapta hem M. Şerafettin Yaltkaya çevirisiyle İbn Sina’nın hem de Babânzade Reşid çevirisiyle İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan anlatıları yer alıyor. Bu iki kıymetli filozofun ayrı zamanlarda ele aldığı ancak isim benzerliğinden dolayı karıştırılan metinlerini inceleyen bu çalışma sayesinde önemli bir klasiğimiz olan Hayy bin Yakzan’la yakinen tanışmış oluyoruz. Ancak belirtmek gerekir ki çalışmada Şerefeddin Yaltkaya’nın İbn Sina çevirisi ile Babânzade Reşid’in İbn Tufeyl çevirilerinin güncel Türkçeye “sadeleştirilmesi” söz konusudur. Ayrıca Gerek İbn Sina’nın gerek İbn Tufeyl’in yazdığı iki Hayy anlatısı da içerdiği pek çok kavram, alegori ve tartışma nedeniyle kitapta çok sayıda dipnot ve açıklamalar bulunmaktadır. Özalp çeviriye pek çok dipnot ve açıklama ekleyerek metni okur açısından daha anlaşılır kılmaya çalıştığını belirtmiştir. Çünkü yüzyıla ait söz konusu tartışmaların bilinmesi ve tartışmada yer alan kavramların izahı yüzyıla okuru için oldukça mühim. ’da ilk baskısını yapan YKY çevirisi ile yeniden bilinirlik kazanan Hayy romanı (artık roman diyebiliriz) bundan sonraki Türkçe çeviriler için de cesaret verici olmuştur. Özalp’in çalışmasında temenni ettiği “kahramanın geri dönüşü” mümkün olmaya başlamıştır artık.

Tüm bu gelişmelere rağmen Hayy bin Yakzan’ı bir edebiyat eseri olarak göremediğimizi fark ettim. İslam felsefesi, zihin felsefesi, eğitim, pedagoji vs. gibi açılardan yapılan okumalar tatmin edici olabilir ancak bu tür bir okuma hedefinin dışında, sadece metne baktığımızda, edebî bir lezzet yakalamanın imkânı nedir? Orijinal dilinden çevrilmemiş, sık sık dipnotlarla bölünmüş ve yer yer çeviri zaaflarının görüldüğü bir eserden edebî bir lezzet yakalamak ne derece mümkün?

Derken Mehmet Hakkı Suçin’in Hayy bin Yakzan çevirisi imdada yetişti. Böylece Hayy bin Yakzan’ı edebî bir zevkle okuma imkânına da kavuşmuş olduk. Üstelik metin olabildiğince yalın, yani pek fazla dipnot içermiyor. Metnin bu şekilde kitaplaşmasının en büyük kazanımlarından biri de yediden yetmişe her okurun da artık Hayy’ı okuma ihtimali! Gençlerden oluşan okuma grubumla birlikte Hayy bin Yakzan’ı Suçin çevirisinden okuma deneyimine sahip bir öğretmen olarak oldukça iyi sonuçlar aldığımı belirtmeliyim.

Daha kapağından kendini belli eden tasarımı, iç sayfa görselleri ve kolay okunurluğu sağlayan ara başlıkları ile kitap cazibesini ilan ediyor. Kitabın tasarımla özdeşleştiği günümüz dünyasında, özellikle de genç okurların kitaba yaklaşımları göz önüne alındığında ortaya konan çalışmanın önemi daha iyi anlaşılır sanırım. Liseli gençlerin ellerinde, unutulmaya yüz tutmuş bir İslam klasiğini yeniden görebiliyorsak Özalp’in temenni ettiği “kahramanın geri dönüşü”ne dair umudumuz artıyor demektir.

İki tercüme arasında yürüttüğüm kıyas neticesinde bazı sonuçlara vardım. Bu sonuçlar, yürütülen tüm çeviri faaliyetlerine rağmen Hayy’ın hâlâ neden daha fazla okura ulaşamadığının açıklaması olabilir. “Kahramanın geri dönüşünü” hızlandırma arayışı da diyebiliriz.

Mehmet Hakkı Suçin’in Hayy bin Yakzan çevirisinde en başarılı bulduğum nokta İbn Tufeyl’in “din dili”nin korunması olmuştur. Hayy deyince akla gelen Özalp’in çevirisindeki aşırı Türkçeleştirmenin metne gölge düşürdüğünü düşünmüşümdür her zaman. Örneğin Allah yerine “Tanrı”, “ilah yoktur” ifadesi yerine “tapacak yoktur”, besmelenin karşılığı olan “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” ifadesi yerine “Tanrı adıyla başlarım” gibi tercihler nedeniyle metne sonradan giydirilmiş bir tını hâkim. Hayy’ın hikâyesinin yer aldığı kısımda, kendi başına bir insanın Yaratıcı Özne fikrine ulaştığı durumlar için Tanrı kelimesinin kullanılması olağan kabul edilse de Müslüman bir yazarın yüzyılda kaleme aldığı metinde, eserini bizzat kendisinin açıkladığı bölümlerde bile “Allah” lafzının kullanılmaması iddiamı doğrular niteliktedir. Hatta Absal’ın Hayy’a öğrettiği dinde dahi Allah lafzı geçmiyor, hep Tanrı ifadesi tercih ediliyor. Özalp’in çevirilerinde Tanrı sadece tek bir adla yer alırken Mehmet Hakkı Suçin çevirisinde Rab, İlah, Cenab-ı Hakk, Hakk gibi Allah’a ait diğer isimler de yer alıyor.

Bir başka husus da Özalp çevirisinde bazı yüzyıl İslam felsefe geleneğine ait kavramların aşırı Türkçeleştirmeye maruz kalmasıdır. İbn Tufeyl’in tartışmaya açtığı kavramlar yer yer parantez içinde, olması gerektiği gibi verilmiş olsa da parantezle açıklanmayan doğrudan çevirilerde aşırı Türkçeleştirme durumu söz konusu. Örneğin bir insanda potansiyel olarak bir şeyin bulunması anlamına gelen “kuvvet” terimi “güç” olarak çevrilmiş. “Nazari ilim” yerine “düşünme yolu”, “inkişaf” yerine “durumu görmeye özgü bir araç” gibi kelimeler tercih edilmiş. Suçin ise İslam felsefesi içerisinde yer alan kavramları çoğunlukla olduğu gibi vererek çok az parantez içi açıklama ihtiyacı duymuş.

Özalp’in yayına hazırladığı çevirideki kimi çeviri tercihlerinin metni anlamayı zorlaştırdığını düşünüyorum. “Özdekten arınmak, yüce bağıntılar, Tanrı’nın görünme yeri, ikircim, kahredici ünlü kılıç Muhammed, gönendirici bilgi” gibi ifadelerin ortalama bir okurdan ziyade daha üst düzey bir okur kitlesine hitap ettiği açıktır. Kitapta yer alan buna benzer kelime tercihleri nedeniyle Hayy bin Yakzan’ı okumak çok ‘sofistike’ bir eylem olarak tanımlanmıştır.

Bir lise öğretmeni olarak öğrencilerimin elinde Hayy bin Yakzan gibi etkisi yüzyıllara uzanan bir İslam klasiğini görmek beni ziyadesiyle memnun ediyor. Özalp’in yayına hazırladığı Hayy anlatısını, her ne kadar tarihin tozlu sayfalarından çıkıp bizi bulmuş olsa da, bir “ders kitabı” gibi görmekten de kurtulamadığımızı düşünüyorum. Oysa Hayy bin Yakzan’ı ilk olarak bir edebî metin olarak kabul etmek ve sadece metinle başbaşa kalarak insan, doğa ve Allah arasındaki ilişkiye dair düşünmek “kahramanın geri dönüşü”nü temenni edenler için daha hızlı yol almayı sağlayacaktır.

Roger Garaudy’in İslam’ın Vadettikleri’nde ifade ettiği gibi, “İbn Tufeyl’in felsefi romanı, 16 asırdan beri Batı’ya kaybetmiş olduğunu tüm boyutları ile iade ederken” bize de kaybettiklerimizi yeniden hatırlatacaktır.

İşe öncelikli olarak Hayy kelimesinde yitirilen “y” harfini aramakla başlayabiliriz.

İlk yayımladığı yer:Parşömen Fanzin, 19 Şubat

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor

İlgili

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası