diyanet maun suresi tefsiri / Maun Suresi, Maun suresi ve anlamı, Tefsiri ile okunuşu, Eraeytellezi Suresi

Diyanet Maun Suresi Tefsiri

diyanet maun suresi tefsiri

TEFSİR:

Âhirete, ilâhî huzurdaki hesap ve cezaya iman, İslâm’ın önemle üzerinde durduğu bir esastır. Dolayısıyla burada geçen “din” kelimesinden maksat, dinin bizzat kendisi olabileceği gibi, daha ziyade “hesap ve ceza” mânası tercih edilir. Kur’an, insanın her türlü inanç, söz ve fiillerini oraya bağlar. Bir gün mutlaka bunların hesabının görüleceğini ısrarla tekrar eder.

İnsanın dünyadaki hal ve hareketleri, hesap ve cezaya inanıp inanmamasına göre şekillenir. Buna inanan kişi, hayatını Allah’ın dinine göre yaşamaya son derece dikkat gösterirken, inanmayan için bağlayıcı bir şey söz konusu değildir. O, kendisini bir kısım haramlardan kaçınmaya ve bir kısım buyrukları yapmaya mecbur tutan dini kabul etmez. Nefsinin istediği gibi yaşamayı arzu eder. Burada âhirete, hesap ve cezaya imanı olmayan kişinin, pek çok yanlışı arasından sadece örnek olması için iki mühim özelliği öne çıkarılır:

Birincisi; din, yetimlerin haklarını korumayı, onlara şefkat ve merhametle muameleyi emrederken, onun yetimlere olan muamelesi çok kötüdür. Yetimin hakkını yer. Babasından kalan mirasa el koyarak yetimi kovar. Yetim ona yardım için gelse merhamet etmez, hatta yanından defeder. Yetim çaresizlik dolayısıyla gitmeyip beklese bu kez iterek kovalar. Yetime zulmeder. Mesela bakmak üzere yetimi evine aldıysa evin bütün işlerini ona yaptırır. Yetim evde herkesin kahrını çekmek zorunda kalır. Böyle davranmak, artık o yalancının çirkin ahlâkı ve mezmûm karakteri olmuştur. Hep böyle davranır. Yaptığı işin kötü olduğunu bile düşünmez. Hiçbir şey hissetmeden bu tavrına devam eder. Yetimin yalnız olduğunu, yardım edeninin olmadığını zanneder. Onun için yetimin hakkını yemekte bir sakınca görmez.

Halbuki yetimlerin hakları konusunda Kur’an’ın beyânı çok keskin ve serttir:

“Yetimlere mallarını verin. Helâli haram olanla değiştirmeyin; onların mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. Çünkü böyle yapmanız, gerçekten çok büyük bir günahtır.” (Nisâ 4/2)

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, aslında karınlarına sadece ateş doldurmuş oluyorlar. Onlar pek yakında çılgın alevli bir ateşe gireceklerdir.” (Nisâ 4/10)

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de, yetimlere zulmedenleri ikaz ederken, bir taraftan da onlara şefkatle muamele edenleri en büyük mükâfatla müjdeler. Nitekim birgün:

“Yetimi koruyup kollayan kişi ile ben cennete şu ikisi gibiyiz” buyurmuş, aralarını biraz açarak işaret ve orta parmağını göstermiştir. (Buhârî, Edeb 24)

Efendimiz (s.a.s.) yine, ümmetini toplumdaki kanadı kırıklarla meşgul olmaya teşvik ederek şöyle buyurmuştur:

“müslümanlara ait en hayırlı ev; içinde yetime iyi muamele edilen evdir. müslümanlara ait en kötü ev de yetime kötü muamele edilen evdir.” (İbn Mâce, Edeb 6)

“Bir kimse, müslümanların arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr 14/)

Hak dostlarından Dâ­vûd-i Tâî Haz­ret­le­ri’nin şu hâli bu konuda pek güzel bir numûnedir:

Hiz­me­ti­ne ba­kan mü­rî­di bir­gün ona:

“– Bi­raz et pi­şir­dim; bu­yur­maz mı­sı­nız?” de­di ve üs­tâ­dı­nın sü­kût et­me­si üze­ri­ne eti ge­tir­di. An­cak Dâ­vûd-i Tâî (k.s.), önü­ne ko­nan ete ba­ka­rak:

“– Fa­lan­ca ye­tim­ler­den ne ha­ber var ev­lâ­dım?” di­ye sor­du. Mü­rîd, du­rum­la­rı­nın ye­rin­de ol­ma­dı­ğı­nı iz­hâr sa­de­din­de içi­ni çe­kip:

“– Bil­di­ği­niz gi­bi efen­dim!” de­di. O bü­yük Hak dos­tu:

“– O hâl­de bu eti on­la­ra gö­tü­rü­ver!” de­di. Ha­zır­la­dı­ğı ik­râ­mı üs­tâ­dı­nın ye­me­si­ni ar­zu eden sa­mî­mî mü­rîd:

“– Efen­dim, siz de uzun za­man­dır et ye­me­di­niz!..” di­ye ıs­rar ede­cek ol­du. Fa­kat Dâ­vûd-i Tâî Haz­ret­le­ri ka­bul et­me­yip şöy­le bu­yur­du:

“– Ev­lâ­dım! Bu eti ben yer­sem dı­şa­rı çı­kar, fa­kat o ye­tim­ler yer­se, arş-ı a‘lâ­ya çı­kar!..” (el-Hadâiku’l-Verdiyye, s. )

İkincisi; din, fakir ve yoksullara yardımı, onları doyurmayı ve ihtiyaçlarını karşılamayı en mühim bir içtimâî ibâdet sayarken, bu inançsız kişi, onları yedirmediği, doyurmadığı gibi başkasını da buna teşvik etmez. Kendi malını vermeye kıyamadığı gibi, başkasının malını da kıyamaz. Cimrilik ve mal hırsı bu kadar onun benliğini sarmıştır. Bu kadar bencil ve hodgâmdır. Âyette اِطْعَامُ الْمِسْك۪ينِ(it‘âmu’l miskin) değil, طَعَامُ الْمِسْك۪ينِ (ta‘âmu’l miskin) tâbiri kullanılır. Eğer "“it’âmu'l miskîn”  denilseydi mâna, “yoksullara yemek yedirmeye teşvik etmez” olurdu. Halbuki “ta’âmu’l miskîn” tâbiri ise “Miskinin kendi yemeğini, bizzat onun hakkı olan yemeği vermez” mânasına gelir. O yemek, haddi zâtında yemeği verenlere değil, o yoksula aittir. Çünkü bu, imkânı olanların vermek mecburiyetinde bulundukları yoksulun hakkıdır. Veren, onu bir bahşiş olarak değil, aksine yoksulun hakkı olduğu için zorunlu olarak vermektedir. Bu hususta Hak dostlarından Ubeydullah Ahrar Hazretleri’nin şu örnek davranışı ne güzeldir. O şöyle anlatıyor:

“Birgün pazara gitmiştim. Bir kişi yanıma geldi ve:

«−Açım, beni Allah rızâsı için doyurur musun!..» dedi.

O an, hiçbir imkâ­nım yoktu. Sadece eski bir sarığım vardı. Bir aşhâneye girip aşçıya:

«−Şu sarığımı al. Eski, ama temizdir. Bulaşıklarını kurularsın. Ancak bu­nun mukâbilinde şu aç insanı doyurur musun?» dedim.

Aşçı, o fakire yemek verdi; sarığımı da bana iâde etmek istedi. Bütün ısrarlarına rağmen kabul etmedim. Kendim de aç olduğum hâlde o fakîr doyuncaya kadar bekledim.”

Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Takvâ sahibi o kullar, mallarından hem yardım isteyen fakirlere, hem de muhtaç olduğu halde iffetinden dolayı dilenmekten çekinen yoksullara pay ayırırlardı.” (Zâriyât 51/19)

Sûrede resmedilen ikinci tip insana gelince:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Mâûn Sûresi Ayetler:

1 - 3 4 - 7

Maun Sûresi’nin Müthiş Tefsiri

Maun Sûresi’nin anlamı, tefsiri ve sure hakkında bilgilier

Maun Sûresi’nin kısaca tefsiri.

MAUN SÛRESİ’NİN MEÂLİ:

1. Dîni yalanlayanı gördün mü?

2. İşte o yetimi şiddetle itip kakandır.

3. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez.

4. Yazıklar olsun, o namaz kılanlara ki,

5. Onlar namazlarını ciddiye almazlar.

6. Onlar gösteriş yapanlardır.

7. Ve hayra da mânî olurlar.

MAUN SÛRESİ HAKKINDA BİLGİLER

Mâûn Sûresi, Mushaf’taki sıralamaya göre , iniş sırasına göre sûredir. Tekâsür Sûresi’nden sonra, Kâfirûn Sûresi’nden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Yedi âyettir.

Son âyetteki “mâûn” kelimesi, sûreye isim olmuştur. Bu sûreye “Eraeyte” ve “Dîn” Sûresi de denir. Bazı rivâyetlerde bir kısmının Mekke’de, bir kısmının Medine’de; bazı rivâyetlerde de tamamının Medine’de indiği de ifade edilmiştir.

MAUN SÛRESİ’NİN ÖNCEKİ SÛREYLE İRTİBÂTI

Önceki sûreyle üç yönden irtibatlıdır:

1. Kureyş Sûresi’nde Allâh’ın Kureyşlileri çeşitli nimetlerle açlıktan kurtardığı anlatılmakta, burada da Allâh’ın ihsan ettiği gibi, onların da aç ve yoksul kimselere sahip oldukları şeylerden infakta bulunması istenmektedir.

2. Önceki sûrede, tevhid vurgulanmakta, putlara değil, sadece Kâbe’nin Rabbi olan Allâh’a ibadet emredilmektedir. Burada da, namaz ve infak gibi, mâlî ve bedenî iki önemli ibadete dikkat çekilmektedir.

3. Kureyş Sûresi’nde, Allah Teâlâ, Kureyş’e verdiği nîmetleri saymıştı. Burada da “din günü” ve “hesap” hatırlatılarak uhrevî cezâyı inkâr etmenin âkıbeti hakkında bilgi verilmektedir.

Fil ve Kureyş Sûreleri, âhiret gününün delillerindendir. Bu iki sûrenin arkasından fert ve toplum hayatıyla ilgili esasların zikredilmesi, dünya-âhiret devamlılığını göstermektedir.

Âhiret inancı, dünya hayatını tanzim eder. Dünyada en çok gözetilecek kimseler de, himayeye en çok muhtaç olanlardır. Bu mânâda sahipsiz, kimsesiz, yetim ve muhtaçlar; Allâh’ın insanlara taksim ettiği nimetlere ulaşmada birtakım mahrumiyetler içindedir.

Kalbinde Allah korkusu ve hesap gününe kavuşma inancı olan kimseler, Allâh’ın kendisine bolca ikram ettiği nimetlerden Allâh’ın muhtaç kullarına da ihsanda bulunurlar. Nîmetleri, emanet olarak görür ve nimetin gerçek sahibinin istediği yerlerde tasarrufta bulunurlar. Bu kalbî kıvam da ancak namaz gibi bir ibadeti gereği üzere kılmakla ortaya çıkar.

Netice itibariyle âhirete îman, kişinin ahlâkını güzelleştiren, onu, başkalarını düşünme faziletine eriştiren büyük bir hakikattir.

MAUN SÛRESİ’NİN MUHTEVÂSI

Mâûn Sûresi, iki grup insandan bahseder:

Bunların birincisi, Allâh’ın nîmetini inkâr eden nankörler, hesap ve cezâ gününü yalan sayan kâfirlerdir. Bu gruptaki insanlar, katı kalpli, yetimi hor gören, insanlara tepeden bakan, yetimlere ve kimsesizlere karşı hoyratça davranıp onların kalplerinin kırılmasına aldırış etmeyen kimselerdir.

Hayır yapmazlar; yoksul ve kimsesizlere en küçük bir yardımda bulunmak bir tarafa, onlara yardım yapılması konusunda hiçbir zaman önayak olmazlar. Her türlü ibadet ve güzel ahlâktan uzak yaşarlar.

İkincisi ise, yaptığı amelle Allah Teâlâ’nın rızâsını kastetmeyen, aksine gösteriş için amel edip namaz kılan münafıklardır. Bu insanlar, namazları vaktinde kılmazlar. Mânâsını bilerek, düşünerek, hissederek değil; sadece şeklen ibadet ederler. Amellerinin birinci gayesi de, insanlara gösteriş yapmaktır.

Bu iki karakterin tahlili şunu göstermektedir ki, âhiret îmanı olmadan yapılan ameller, şekilde kalmakta, sırf “iyilik” ve “hayır” maksadıyla, yani Allah rızâsı gözetilerek “hâlisâne” yapılamamaktadır.

O halde insanı âhirette helâk olmaktan kurtaracak şey, sadece şekil değil; aksine “îman”, “niyet” ve “öz”dür. Gösteriş için yapılan ibadetlerin Allah katında bir değeri yoktur; hesaba, mizana girip insanı kurtarmaz.

MAUN SÛRESİ’NİN TEFSİRİ

1. Dîni yalanlayanı gördün mü?

Hitap, görünüşte Peygamber Efendimize olmakla birlikte, Kur’ân-ı Kerim’in üslubu gereği, söze muhatap olan her akıllı insanadır. Çünkü anlatılacak hakikat, sadece Peygamber Efendimiz tarafından değil, dikkatle bakan bütün akıl sahibi kimseler tarafından rahatlıkla fark edilebilecek bir husustur.

Soru, “taaccüp” yani şaşırma içindir.

“Gördün mü?” ifadesi, gözle görmek için kullanılır. Çünkü açıklanan hususlar, ancak görerek fark edilir. Bu ifadenin; anlamak, bilmek ve düşünmek gibi mânâları da vardır.

Bu âyetlerin, Mekke’de Ebû Cehil, Ebû Süfyan, Âs bin Vâil ve Velid bin Muğîre gibi birtakım kimseleri kastettiği söyleyen tefsirciler çıkmıştır. Çünkü her birinin durumu, birbirinden farklı değildir. Hemen hepsinden, yetimlerle ilgili benzer incitici davranışlar görülmüştür.

Zaten âyet, sadece bir-iki şahsı anlatmak için değil, bir karakter tahlili yapmak için indirilmiştir. Dini yalanlayan, âhirette hesaba çekileceğini düşünmeyen, kendinde kalıcı bir varlık vehmeden her insan, etrafındakileri küçük görmeye başlar.

Kendisinin, her şeyi sahibi olduğunu düşünmeye başlar ve hiçbir şeye sahip olmayan, kendisini koruyacak hiç kimsesi de bulunmayan “yetimler” böyleleri için “elinden hakkı alınabilecek” korunmasız kişilerdir. O yüzden bu kibirli insanlar, zayıflığın en belirgin şekli olan yetimlere karşı daha acımasız ve daha saldırgan olurlar.

Kendi zevki ve menfaati için, insanlara zarar vermeyi normal gören bu tiplerin, hiçbir kudret ve imkânı olmayan yetimleri sinek gibi ezme isteği bundandır.

“ed-Dîn”: Allâh’ın gönderdiği din, yani İslâm için kullanıldığı gibi, âhirette amellerin karşılığı mânâsında da kullanılır. Burada ikinci anlam tercih edilmiştir.

Çünkü İslâm’ı kabul etmediği hâlde, bir insan, başka dinlere mensup olarak “amellerinin karşılığı olacak bir günü” kabul edebilir. Böyle bir inanç ise, ona hareketlerinde “dikkatli” olmayı tenbih eder. Ancak âhirete, amellerinin hiçbir şekilde kendisine hatırlatılmayacağına inanan kimse, son derece fütursuz hareket edebilir.

İstediğini yapar ve yaptığının yanına kâr kalacağını zanneder. O yüzden davranışlarının karşılığını görmeyeceği düşüncesi, insanı kontrolsüz bir güç hâline getirir. Güç ne kadar artar, kalp ne kadar katılaşırsa, tehlike ve zararı o kadar şiddetlenir.

2. İşte o yetimi şiddetle itip kakandır.

“yedu’u”: Şiddet ve sitemle iten demektir. Kâfirlerin, yetimlere karşı nasıl acımasız, gaddar ve kaba olduğunu ifade etmektedir. Aynı kelime, Kur’ân-ı Kerim’de günahkârların cehenneme itilişi hakkında da kullanılmaktadır: “Cehennem ateşine doğru şiddetle sürülecekleri gün…” (et-Tûr, 13)

“Yedu’u’l-Yetîm”: Yetimi itip kakar. Yani yetimin sahip olduğu mirası elinden alarak onu yanından kovar. Câhiliye Araplarında, kadınlara ve çocuklara mirastan hak tanınmıyor; ancak mızrak atıp kılıç kullanabilecek kadar büyümüş gençlere bir pay ayrılıyordu.

Bu ifadenin bir mânâsı da, “yetime merhamet duymaz, ona sahip çıkmaz”; yani “yetime zulmeder, onu küçümser ve dövüp kovar.”

Şüphesiz her biri, ayrı ayrı ve birlikte mümkün olan bu mânâlar, yetimin sahibinin Allah olduğunu bilmemekten ve âhiret gününü önemsememekten kaynaklanmaktadır.

Kaynak: Zehra Eriş, Şebnem Dergisi, Sayı:

İslam ve İhsan

Maun Suresinin Okunuşu, Anlamı ve Tefsiri

PAYLAŞ:                
Kur'an-ı Kerim - Diyanet İşleri Başkanlığı

Ma&#;n Suresi - . Ayet Tefsiri

Ayet


  • فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّٖينَۙ

    ﴿٤﴾

  • اَلَّذٖينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَۙ

    ﴿٥﴾

  • اَلَّذٖينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ

    ﴿٦﴾

  • وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ

    ﴿٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)


﴾4﴿

Vay haline o namaz kılanların ki,

﴾5﴿

Onlar namazlarının &#;z&#;nden uzaktırlar.

﴾6﴿

Onlar halka g&#;steriş yaparlar.

﴾7﴿

Hayra da engel olurlar.

Tefsir (Kur'an Yolu)


Yukarıda insanlara karşı insanlık görevini yerine getirmeyenler kınanmıştı; burada ise Allah’a karşı gerçek anlamda kulluk görevlerini yerine getirmeyenler eleştirilmektedir.

Burada namaz kılmalarına rağmen kınananların olumsuz tutumlarına üç örnek sıralanmıştır: a) Namazlarının özünden uzak olmaları, b) İbadetlerinde halka gösteriş yapmaları, c) Hayra engel olmaları. “Namazlarının özünden uzaktırlar” diye çevirdiğimiz cümlede geçen sâhûn kelimesinin sözlük anlamı “unutanlar” olup bu bağlamda, “namazlarını vaktinde kılmayanlar” şeklinde yorumlayanlar bulunmuşsa da Taberî, bizim de meâlde esas aldığımız yorumunda sâhûn kelimesini, “namazı ciddiye almayanlar, başka şeylerle meşgul olmayı namaz kılmaya tercih edenler” şeklinde anlamanın daha isabetli olduğunu, bunun vaktinde kılınmaması veya büsbütün terkedilmesiyle ilgili yorumu da kapsadığını belirtmiştir (XXX, ). Bir kimsenin namazı ciddiye almamasının, namaz kılıyor görünse bile onun özünden uzak kalmasının önemli bir sebebi, 6. âyette riyâ kavramıyla ifade edilen “halka gösteriş yapma” eğilimidir. Riyâ, özellikle dinî davranışlarla ilgili bir terim olup “bir kimsenin, kendisinde bulunmayan dinî ve ahlâkî bir meziyeti, bir erdemi varmış gibi göstermesi, iyilik yapıyormuş gibi görünmesine rağmen yaptıklarıyla –iyiliğin din ve ahlâktaki karşılığından öte– maddî veya manevî bir çıkar amaçlaması” anlamına gelir. İşte âyette bu tutum eleştirilmektedir.

“Hayır” diye çevirdiğimiz son âyetteki mâûn kelimesini Taberî, “insanın yararına olan her şey” şeklinde tanımlar ve kelimenin “zekât, diğer malî yükümlülükler, insanların kendi aralarında birbirine yararlandırmadıkları nimetler, hak, ödünç, mal” gibi anlamlarla açıklandığına dair görüşler naklettikten sonra kendisi mâûn kelimesinin bu bağlamda insanlara iyilik, hayır, nimetlerin paylaşılması gibi anlamları kuşatan genel bir ifade olduğunu belirtir (XXX, ). Bu sebeple biz de meâlde mâûnu geniş bir kavram olan “hayır” kelimesiyle ifade etmeyi uygun bulduk.

Sûrede dikkati çeken önemli bir nokta şudur: İbadetlerde şekil şartları da vazgeçilmez olmakla birlikte, en az şekil kadar özen gösterilmesi gereken husus, imanla birlikte niyet, ihlâs, huşû, takvâ gibi kavramlarla ifade edilen öz ve içeriktir. Kur’an’a göre ibadetlerde niyet ve ihlâs, tevhid ilkesinin ibadetteki yansımasıdır (meselâ bk. Fâtiha 1/5; Âl-i İmrân 3/64). Bunu Hz. Peygamber, “Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etmek” şeklinde belirtmiştir (Buhârî, “Îmân”, 37). İşte âyetlerde, “Vay haline o namaz kılanlara ki, onlar namazlarının özünden uzaktırlar; halka gösteriş yaparlar” meâlindeki eleştiriyle verilmek istenen mesaj budur.

Sûrede dikkati çeken diğer önemli bir nokta da Allah’a gönülden ibadet etmekle yardımlaşma ve dayanışmanın dindarlıkta birbirinden ayrılmazlığının vurgulanmış olmasıdır. Buna göre gerçekten dine inanan ve âhiret sorumluluğu taşıyan insan hem Allah’a hem de yaratılmışlara karşı ödevlerinin bilincinde olup bunları tam bir ihlâs ve samimiyetle yerine getiren, kendisi iyilikler yaptığı gibi herkesin de iyilik yapmasına ön ayak olan, yardımlaşma ve dayanışmanın önünü tıkayan değil, aksine gelişip yaygınlaşmasına, bireyselliği aşarak toplumsal ve kurumsal bir yapı kazanmasına katkıda bulunan insandır. İslâm’ın hâkim kılmak istediği gerçek ahlâk ve üstün insanlık işte budur.


Kaynak :Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa

Ma&#;n Suresi Ayet Listesi

Kur'an-ı Kerim Portalı

Diyanet İşleri Başkanlığı Kur'an-ı Kerim Portalında Kur'an hakkında istediğiniz biligilere ulaşabileceksiniz

Bağlantılar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

Uygulamalar

  • Windows
  • Windows Store
  • IOS
  • Android
  • Mac

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası