eski türkçe şiirler ve anlamları / Divan Edebiyatın'da sık kullanılan kelimeler ve anlamları

Eski Türkçe Şiirler Ve Anlamları

eski türkçe şiirler ve anlamları

Fuzuli

Beni Candan Usandırdı

Fuzuli

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

Devamını Oku
Fuzuli

Vefa Her Kimseden Kim İ

Fuzuli

Vefa her kimseden kim istedim ondan cefa gördüm
Kimi kim bîvefa dünyada gördüm bîvefa gördüm

Kime kim derdimi izhar kıldım isteyip derman
Özümden bin beter derd ü belaya mübtela gördüm

Devamını Oku
Fuzuli

Su Kasidesi

Fuzuli

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan
su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda
vermez.)

Devamını Oku
Fuzuli

Aşka Sevdalanma

Fuzuli

Can verme sakın aşka aşk afeti candır
Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır

Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an
Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır

Devamını Oku
Fuzuli

Adsız

Fuzuli

Sevgiliden bir parça sevgi alıp bana verenler,
Buna karşılık canımı alıp sevgiliye verdiler.

Devamını Oku

TÜM FUZULİ ŞİİRLERİ

kaynağı değiştir]

Bağlantılar[değiştir kaynağı değiştir]

yüzyıldan sonra divan edebiyatına olan ilgi Osmanlı dünyasında giderek zayıflamaya başlamıştır. Bunun en büyük nedenleri arasında Fransız, Alman, İngiliz gibi Avrupa edebiyatlarının ve değerlerinin Osmanlı dünyasında hızla egemen olması öne sürülebilir.[40]

Divan Edebiyatında Nazım ve Nesir[değiştir

 

Özet

Şiir ve şiirle ilgili kavramlar, insanoğlunun zihnini çok eski devirlerden beri meşgûl edegelmiştir. Bu zihnî meşgûliyetin yansımalarını, divan şairlerinin eserlerinde de görmek mümkündür. Nitekim bu yazıda yüzyılda yaşamış bazı divan şairlerinin ‘şiirin ve okurun nitelikleri'yle ilgili düşünceleri üzerinde durulmuştur.

yüzyıl divan şairlerine göre şiir, kendine özgü kuralları olan bir bilimdir ve mecâzî üslûplarla hakikatten haber verir. Bir anlamda sevgiliye dua anlamına gelen şiir; “yeni, özgün, coşkun, renkli, cesur, âşıkâne, ince ve özlü” duygular ve üslûplarla söylenmelidir.

Zaman zaman ‘gazel'i şiirle aynı anlamda kullanan yüzyıl divan şairlerine göre, nitelikli ve iyi niyetli şiir okuyucusu ve şiir eleştirmeni, şiirin anlaşılması ve tadına varılması açısından önemlidir. Şiirlerinde iyi bir okuyucunun ve iyi bir eleştirmenin niteliklerinden de bahseden divan şairleri, kötü okur ve kötü eleştirmenle ilgili duygu ve düşüncelerini de zaman zaman şiirlerinde dile getirmişlerdir.

Anahtar Sözcükler: yüzyıl, şiir, şair, okur, eleştirmen

Giriş

“Her yeni nesil, kendi bilgi ve tecrübesine çağın eğilimlerini de katarak şiir meselesine yeni yorum ve değerlendirmeler getirmekte, onu daha değişik bir şekilde tarife çalışmaktadır.” (Özbalcı, , ). Bu açıdan bakıldığında kabul edilmelidir ki, yüzyıl divan şairleri de bize o dönemin, o dünyanın adamını, onun duygu ve düşüncelerini verir. O devir gereği aşkın, inancın, ebediyet duygusunun şairi olmaları, her şeyleriyle ebedî sevgiliye teslimiyetleri ve hep ondan söz etmeleri yadırganmamalıdır. İnanıyoruz ki, divan şairlerini anlamak için onların ruhsal dünyalarına aşina, arzularına da ortak olmak gerekir. Ayrıca kendimizi bugünün akıl, mantık ve sanat anlayışının kalıpları arasında tutarak, o devrin duyguyla çevrili esrarlı dünyasıyla tanışmak mümkün görünmemektedir. Bu açıdan bakıldığında Hayâlî Bey'in aşağıdaki dizeleri manidardır:

Yürü bir hastaya ‘arz eyle Hayâlî sözünü
Sağ olanlar ne bilir çektiğini sayrının

Divan şairlerinin poetikalarının belirlenmesine yönelik çalışmalar1 oldukça azdır. Bu anlamda küçük de olsa bir katkı sağlamayı amaçlayan bu yazıda aşağıdaki dipnotta belirtilen on bir divan şairinin “şiire ve okura dair” görüşleri, örnek metinlerden yararlanılarak ortaya konacaktır. Öncelikle divan şairlerinin şiirin nasıl olması gerektiğine dair düşünceleri ele alınacak, ardından şiirde yenilik ve özgünlük üzerine yaklaşımları değerlendirilecektir. Ardından şiiri nasıl bir ilim dalı olarak gördüklerine işaret edilecek; şiirde titiz olmanın önemine ve az sözle çok anlam ifade etme becerisine dair beyitler incelenecektir. Daha sonra divan şairlerinin gazele verdikleri önem vurgulanacak, okur ve eleştirmenlerde bulunması ya da bulunmaması gereken özelliklerle ilgili görüşler değerlendirilecektir.

Bu aşamada çalışma esnasında beytin şiir sanatıyla ilgili yönünü kavrama açısından çok yararını gördüğüm ve bana kılavuzluk eden poetikayla ilgili bazı kavram ve terimleri vermeyi gerekli görüyorum: şi‘r, nazm, gazel, beyt, mısra‘, satr, sütûr, dîvân, fesâhat, belâgat, medh, nâme, san‘at, ma‘nâ, kasîde, na‘t, matla‘, nazîre, söz, kelâm, suhan, zebân, lisân, güftâr, lafz, nutk, nükte, güft ü gû, ta‘bîr, terâne, şâ‘ir, nâzım, kalem, hâme, kilk, debîr, devât, bülbül, tûtî, suhan-gû, nâtık, ehl-i sanâyi‘, gazel-hân

1. Nasıl Şiir?

Aristo'dan beri şiirle ilgilenenler, şiirin “nasıl” olması gerektiği konusunda her zaman çok farklı görüşlerde olmuşlar ve değişik değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Bunlar arasında her ne kadar “ortaklıklar” kurulmaya çalışılmışsa da, gerçekte her birinin kendine özgü bir yönünün bulunduğu da ortadadır. Çünkü her görüş farklı coğrafyalara, farklı zamanlara, farklı psikolojilere, yeteneklere, kültürel birikimlere vs dayanır. Bu demektir ki, şiir üzerinde düşünen zihinler ve heyecan duyan gönüller kadar değişik görüşler ve yorumlar olacaktır.

Hiçbir şiir bir başka şiirin kopyası değildir ve hiçbir şair de şiir konusunda bir başkasıyla tam anlamıyla ‘aynı görüşte' olamaz. Aynı amaçlar peşinde, ortak şartlarda, belki de ortak sancılarla ortaya çıktıkları söylenen birçok şiir akımına mensup şairin şiirleri incelendiğinde, aralarında birtakım basit ve yavan benzerlikler dışında önemli ve organik bir ortaklığın bulunmadığı görülecektir. Örneğin hiç kimse Orhan Veli ile Oktay Rıfat'ın; Cenâb Şehâbeddîn ile Tevfîk Fikret'in; Yahyâ Kemâl ile Ahmet Hamdi'nin, onca ortak özelliklerine rağmen, şiir için tamamen aynı şeyleri düşündüklerini iddia edemez.

Öyleyse yüzyıl divan şairlerinin şiire, günümüzdeki yaygın anlayışlardan farklı bir bakış açısıyla yaklaşmaları da doğal karşılanmalıdır. Kaldı ki bu yazının sonunda, her birinin başına buyruk bir edâyla şiir söylüyor görünmelerine karşın, ‘ortak bir şiir atmosferi ve ortak bir söylem' oluşturma açısından, günümüzün hemen tüm şiir akımlarına mensup şairlerinden daha ilkeli ve başarılı oldukları görülecektir. Örneğin Taşlıcalı Yahyâ Bey bir beytinde, şiirin yüze çıkabilecek kadar güzel olabilmesi için “kanlı gözyaşları gibi renkli” olması gerektiğini söylemektedir. Onun asıl söylemek istediği ise, şiirin ancak içten ve coşkun duygulardan doğduğu zaman, gerçek bir sanat değerine kavuşabileceğidir:

Sözlerin sûrete gelsin der isen ey Yahyâ
Kanlı yaşım gibi eş‘ârını rengîn edesin Taşlıcalı Yahyâ, G

Aynı dönemin sultan şairi Muhibbî de Taşlıcalı Yahyâ Bey gibi, şiirin “nâzik ve renkli mısralarla” kıymet kazanacağını söylerken, onunla benzer görüşü paylaşmakta; fakat bunu çok değişik bir kelime kompozisyonu ile ifade etmektedir:

Her sözünde nâzik ü rengîn me‘ânî buluna
İşidenler diyeler bu söz degül dür-i semîn Muhibbî, G

Hayâlî Bey ise şiirin sadece teşbih yoluyla olgunlaşamayacağına işaret edip şiirin asıl güzelliğini ve gönül alıcılığını “renkli ve coşkun” söylenişine bağlamakta ve şiirin sadece basit birtakım benzetmelerden ibaret olmadığını vurgulamaktadır:

Teşbîh sâde vermez zînet söze Hayâlî
Rengîn edâ gerektir eş‘âr-ı dil-güşâda Hayâlî, G

Muhibbî, bunun nasıl başarılabileceğini; yani şiirin “renkli ve coşkun” olmasının şartını da bir beytinde ortaya koymaktadır. Ona göre, şiirde renklilik ve coşkunluk, şair gönlünün her nefeste yârin dudağını anmasıyla sağlanabilir:

Ey Muhibbî ger dilesen şi‘rini rengîn ola
Fikr ü zikrin her nefeste la‘l-i yâr olmak gerek Muhibbî, G

Nev‘î, şair sözünün “kuru, yavan, cansız ve ruhsuz” olmaması gerektiğini söylerken, aslında şiirde öteden beri herkesin bildiği, kabullendiği birtakım gerçekleri tekrar etmenin o kadar da önemli olmadığını belirtmektedir. Mesela sevgilinin dudağının âşığa can verdiği, herkesçe bilinen bir gerçektir ve her şiirin bu gerçeğe değinmesi çok doğal; hatta mecbûrîdir. Bununla birlikte “la‘l-i leb-i yâr” şiir için gerekli şarttır; fakat yeterli değildir. Aynı zamanda şairin de sözü etkili ve heyecanlı bir üslûpla söylemesi gerekir. Çünkü şiire muhtaç olduğu canlılığı, diriliği ve renkliliği sevgilinin la‘le benzeyen dudağı (la‘l-i yâr) ve şairin söz söylemedeki yeteneği verebilir:

La‘l-i lebine rûh desem lâf degüldür
Şâ‘ir sözü bî-rûh ola insâf degüldür Nev‘î, G

Sözün yani şiirin okuyucu ruhunda yankı bulması ve onu heyecanlandırmasında şairin yaratılışının önemine dikkat çeken Muhibbî, soğuk yaratılışlı insanların ‘ruh okşayıcı, hoş ve sıcak' sözler söyleyemeyeceğini savunmaktadır:

Zâhidin bin sözü te'sîr etmeye etmen ‘aceb
Hîç eser eyler mi bir söz dese anı serd olan Muhibbî, G

Taşlıcalı Yahyâ Bey de şiirin “ateşli, coşkun ve heyecanlı” duyguları dile getirmesi gerektiği kanaatindedir:

Bu şi‘r-i hâlet-engîzin bize kâr etti ey Yahyâ
Gazel olunca böyle sûz-nâk u hasb-ı hâl olsa Taşlıcalı Yahyâ Bey, G

Fuzûlî, dönemin diğer şairlerinden farklı olarak, “şiir-bilim” ikilisi üzerinde durmakta ve şiirde bunların dengede tutulması gerektiğine işaret etmektedir2:

“İlimsiz şiir, temeli olmayan duvar gibi olur ve temelsiz duvar da gâyet değersiz olur. Şiirimin pâyesinin ilim süsünden mahrum (uzak) olmasını bir ihânet saydım. İlimsiz şiirden rûhsuz bir kalıp gibi nefret kılıp bir müddet hayatım saydığım parayı türlü aklî ve naklî ilimleri elde etmek için harcadım. Ömrümü tamamen hikmet ve matematikten yararlanmak için zamanla türlü hüner incilerinde nazım güzelime pirâyeler düzenledim ve günden güne hadisler ve tefsirler düzenleyerek şiirin kıymetine mezemmet isnâdının hikmet eksikliği olduğu gerçeğini öğrendim.” (Gökyay, , ).

Fuzûlî, Türkçe divanının dîbâcesinde, ayrıca yaratılışında şiire yatkınlık bulunmayanların, söz hakikatlerinin inceliklerini bilmeyenlerin ve kendilerine aşırı güvenen bencil yaratılışlı kimselerin şiirle hiçbir yakınlıkları olamayacağını söyledikten sonra, gerçek şiire giden yolun güçlük ve tehlikelerini hatırlatmaktadır:

“Ve o sanatı (insana) cefâ veren kıskanç ve düşüncesi hatâlı olan inatçı ki şiirden anlamadığı hâlde şiir okumak iddiâsında bulunur; ama şiirin inceliklerinden anlamaz ve peltek idrâkiyle nazmdan söz eder; amma kelimelerin doğrusunun ne olduğunun hakikatine tasarrufu yoktur. Şüphesiz kıskançlık onun insâf gözünü kör edip idrâkine güvenir ve câhiller huzurunda boş lâflar eder; saçmasapan müdahalelerde bulunur. Nihâyet şiirde dinleme zevki kalmaz.” (Gökyay, , ).

Yine kendi ifadesiyle, “O'nun (Allah'ın) yardımı olmadan şiir yazmak, şairliği elde etmek mümkün olmaz. O'na minnet olsun ki insanlara şiir yazma gücünü vermiş, kerem kılmıştır.” (Gökyay, , ).

Hayâlî bir beytinde, şiirin “mecâz görünümü altında hakikatten haber vermesi” gerektiğini söylerken; bir başka beytinde de, şiirin “dillere destan olması” ve beğeni ile karşılanması için “hakikat nükteleri” ile söylenmesi gerektiği üzerinde durmaktadır:

Şi‘r oldur kim mecâz iken hakîkat bahşola
Ermedi bî-zevk ana illâ ki ‘akl-ı hurde-bîn Hayâlî, K

Şi'rinde ey Hayâlî nikât-i hakîkat an
Tâ dôstâna her biri bir dâsitân ola Hayâlî, G

Vasfî, şiiri ‘sevgiliye dua etmek' olarak görmektedir. Ona göre şiirde, sevgiliye dua etmek yerine; başka birtakım fazîletli, ders verici söz söylemenin gereği yoktur:

Kasîdeden garaz oldur ki ede şâha du‘â
Degül durur bu ki şi‘ryile ede fazl izhâr Vasfî, K

Amrî'nin gözünde sevgiliyi etkilemeyen, onun gönlünde iz bırakmayan şiirin anlamı ve değeri yoktur. Şiir, bülbül sesli sevgilinin ruhunu coşturmalı, onu âşığına karşı daha merhametli ve anlayışlı davranmaya sevketmelidir. Ona göre, sevgilinin kalbini yumuşatıp merhamete getirmeyi başaramayan şiirin hiçbir kıymeti yoktur:

Çün fâyide vermez sözün ol bülbül-i kudse
Amrî nideyin defter ü dîvân oda yansun Amrî, G

Usûlî, Yenice şehrengizinde, şiirin insan gönlüne ateş düşürücü ve insanı kendinden geçirici (sûz-nâk u cân-güdâz) olması gerektiğini savunmaktadır:

Sözünü sûz-nâk u cân-güdâz et
Bu bezm içre yine bir söz ü sâz et Usûlî, Yenice ŞEHR

yüzyılın “sultânü'ş-şu‘ar┠nâmlı şairi Bâkî ise, şiirde çok zarif, hoş bir söylemin yanısıra, yiğit ve cesur bir edânın da olması gerektiğini düşünmektedir. Kaldı ki bu özellikler, aynı zamanda onu sıradan şairlerden de ayırmaktadır:

Bâkîyâ tarz-ı şi‘r böyle gerek
Hem zarîfâne hem levendâne Bâkî, G

Ayrıca irfân sahiplerini, önlerine rastgele çıkan sıradan güzellere gönül vermemeleri konusunda uyaran Bâkî, güzellerde aranması gereken şartları kendi şiirlerinin arasından seçmektedir: “Şûh ve tâze”:

Olıcak hûba gönül vermeye ‘irfân ehli
Şi‘r-i Bâkî gibi hem şûh gerek hem tâze Bâkî, G

Bu örnekler ışığında denebilir ki şiir, güzeller gibi hem alımlı, şen, coşkun olmalı; hem de yeni fikirler ve buluşlarla söylenmelidir. Diğer yandan Usûlî, şiiri âşıkâne bir sedâ olarak görmektedir. Ona göre şiir, “çalgıcının, âşıklar meclisinin sıcak ve harâretli havasında yanmaması için okunan, âşıkâne bir sadâ”dan ibarettir:

Deminden bezm-i ‘uşşâkın harâret bulmasın mutrib
Usûlî şi‘rin oku ‘âşıkâne bir sadâ eyle Usûlî, G

Usûlî bu görüşlerinde yalnız değildir. Dönemin en büyük şairlerinden destek alır. Mesela Fuzûlî, şiirlerinin hep aşktan bahsettiğini söylemekte ve kendisinden övgü ya da yergi bekleyenlere fütûrsuz bir edâyla karşı çıkarak, gönlündeki aşktan dolayı şiirlerinin de âşıkâne bir havaya sahip olduğunu söylemektedir. Kaldı ki böyle olması, aynı zamanda çok da doğaldır. Zira aldığı her nefeste sevgilisini düşünen şairin ağzından elbette başka söz çıkması beklenemez:

Menden Fuzûlî isteme eş‘âr-ı medh ü zem
Men ‘âşıkam hemîşe sözüm ‘âşıkânedir Fuzûlî, G

Nev‘î, şiirleri âşıkâne oldukları için beğenmeyenleri dikkate almaz bile. Ağzından çıkan her sözün âşıkâne olduğunu söyleyen şair, bu konuyla ilgili düşüncelerini, “İsteyen beğensin isteyen beğenmesin.” sözleriyle dile getirmektedir:

Bu sâde nazmı ehl-i sanâyi‘ begenmese
Nev‘î ne gam bizim sözümüz ‘âşıkânedir Nev‘î, G

Hayretî de başkalarının ne söyleyeceğine kulak asmadan, şiirlerinin âşıkâne olduklarını söylemekte ve âşıkâne şiir isteyenlere gazellerini salık vermektedir:

Okusun Hayretî gazellerini
Kime kim şi‘r-i ‘âşıkâne gerek Hayretî, G

Ayrıca Taşlıcalı Yahyâ Bey ve Muhibbî'den alınan aşağıdaki beyitler, onların da şiirlerinde aşk duygusuna önemli bir yer ayırdıklarını ortaya koymaktadır. Nitekim onlar da şiirlerindeki âşıkâne edâ ile gururlanmaktadırlar:

Beyti gibi yakasın çâk eyler işiten
Yahyâ gazelleri ne ‘aceb ‘âşıkânedir Taşlıcalı Yahyâ, G

Devrân içinde nazm ile mümtâz olmağa
Bâ'is budur ki her gazelin ‘âşıkânedir Muhibbî, G

Gûş itse bu şi‘rimi ‘ayş ile ehl-i dil
Zîrâ Muhibbî sözleri hep ‘âşıkânedir Muhibbî, G

Yukarıdaki örnekler dikkate alındığında, yüzyıl divan şairlerinin, şiirin aşkla ilişkisi ve âşıkâne bir edâyla söylenmesi yolundaki düşüncelerinin birbirlerini destekler mahiyette olduğu ve şairlerin bu konuda ağız birliği içinde oldukları görülmektedir.

2. Şiirde Yenilik ve Özgünlük

yüzyıl divan şairlerinin üzerinde çokça durdukları, özen gösterdikleri hususlardan birinin de “şiirlerindeki orijinallik ve kendine özgünlüğü ortaya koymak ve bunu ispatlamak” olduğu söylenebilir. Divan şairlerinin diğer çağdaşlarına kolay kolay tahammül edemedikleri görülmektedir. Mütemadiyen onlarla aralarındaki sanat farkına dikkat çekmeye çalışan şairler, bu amaçla sık sık eski şairlerin şahitliklerinden, şiirlerindeki âhenk ve güzelliğin büyüsünden, aşklarının temizliği ve yüceliğinden, sevgililerinin eşsizliğinden söz ederler. Bu bölümde divan şairlerinin şiirlerindeki fikir ve buluşların orijinalliklerine, bâkir oluşlarına işaret ederek, diğer şairlerle farklılıklarını dile getirme gayretinde oldukları beyitlerle ilgili değerlendirmeler üzerinde durulmaktadır. Örneğin Nev‘î aşağıdaki beyitlerinde, funduszeue.info'in funduszeue.infoâ'yı babasız olarak dünyaya getirmesi mucizesine gönderme3 yaparak, hem şiirdeki gücünü ortaya koymaya çalışmakta hem de sözlerinin bekâretine dikkat çekmektedir:

Gazel tarzında ey Nev‘î tutup mümtâzlık semtin
Kelâmım gibi mislim denmek olmaz lâ-nazîr oldum Nev‘î, G

Yeter şâhid sözüm bikr olduğuna sûz-ı cân-bahşım
Çün olmaz Nev‘îy⠑Îsî'den özge şâhid-i Meryem Nev‘î, G

Nev‘î bir başka gazelinde de Ferhâd ile Şîrîn hikayesine telmihle, söylediği her sözün yepyeni bir anlam ifade ettiğini belirtirken; bir kasidesinde de cümle âleme yeni sözlü, orijinal ve kendine has buluşlarla dolu şiirini ezberlemelerini tavsiye etmektedir. Bu tavsiye, o döneme değin hâkim olan geleneğe aykırı olarak, Osmanlı şairinin Acem şairleri karşısında daha değerli; şiirlerinin daha ilgi çekici gösterilmesi açısından da farklı bir yaklaşımı ifade etmektedir. Zira böylece İran şairlerinin Osmanlı şairlerine üstünlükleri reddedildiği gibi, artık şiir bayrağının el değiştirdiğine de dikkat çekilmektedir. Gerçekten divan şairleri İran şairlerinden aldıkları şiir bayrağını özellikle ve yüzyıllardan sonra, daha yüksek zirvelere ulaştırma başarısını göstermişlerdir. Nev‘î de yukarıda sözü edilen kasidesinde, dikkatleri bu noktada toplamayı amaçlamıştır:

Benim ‘uşşâka Nev‘î her sözüm bir özge vâdîdir
Kiminden vâdî-i hayret kiminden bî-sütûn kaldı Nev‘î, G

Benim nev-güfteyi ezberlesin şimdengirü ‘âlem
Oda yansın ‘Acem şa‘irlerinin köhne dîvânı Nev‘î, K

Ayrıca bir başka gazelinde şiir sahasında Anadolu şairlerini, İran şairlerini taklit etmekten, onların çizdiği sınırlar ve ortaya koydukları kurallar çerçevesinde şiir söylemekten kurtardığını iddia etmesinden anlıyoruz ki Nev‘î, şiir konusunda İran saltanatını yıkma, Osmanlı şiir geleneğini kurma ve Osmanlı şairi olarak onurlu bir sanatçı kişiliğini elde etme düşüncesini bilinçli bir şekilde savunmaktadır:

Nev‘îyâ nazm içre îcâd eyledin bir tarz-ı hâs
Rûm'u kurtardın ‘Acem eş‘ârına taklîdden Nev‘î, G

Özgünlüğe ve yeniliğe dair bu tür görüşler yalnızca Nev‘î'ye ait değildir. Mesela aynı dönemin bir başka şairi Usûlî, bir beytinde Nev‘î gibi, yeni ve daha önce hiç denenmemiş bir üslûbun icâdı peşinde olduğunu söylerken, bir başka beytinde, bu emeline kavuştuğunun işaretini vermektedir:

Atlas-ı dehre vücûdu gün gibi olsun dırâz
Ey Usûlî yaraşır bir tarz îcâd eylesen Usûlî, G

Bahr-ı eş‘ârına dalsın ma‘nî-i hâs isteyen
Ey Usûlî çün bulunmaz degme bir deryâdır Usûlî, G

Vasfî, şiirlerini hür, güzel ve yepyeni fikirlerle söylediğini anlatmak için “ebkâr-ı hûb-efkâr”; Hayâlî de şiirlerindeki farklılığa dikkat çekmek için “ma‘nî-i hâs” terkibine başvurmuştur. Yani onların şiirleri özellikle anlam ve barındırdıkları düşünceler açısından güzel, el değmemiş ve orijinaldirler:

Gelip durur yine ebkâr-ı hûb-efkârım
Çü serv her biri mevzûn nihâl ü şîrîn-kâr Vasfî, K

Ey nazm-ı Hayâlî gibi rengîn söze tâlib
Her ma‘nî-i hâsın mesel-âmîz söz olsun Hayâlî, G

Taşlıcalı Yahyâ Bey ise, şiirde yeni ve farklı fikirlerin değerini vurgulamak için “bikr-i fikr” terkibini kullanmakta ve şiiri çirkin yüzlülerden; yani kıymetini takdîr edecek bilgi ve yetenekten mahrum olanlardan sakınmak gerektiğine işaret etmektedir:

Bu bikr-i fikrin oldu gevher-i pâk
Ana erişmemiştir dest-i hakkâk Taşlıcalı Yahyâ, İstanbul ŞEHR

Bu bikr-i fikrimi bed-rûdan et dûr
Dili kıl nûr-ı îmân ile pür-nûr Taşlıcalı Yahyâ, İstanbul ŞEHR

Divanının 26 numaralı kasidesiyle İstanbul'u anlatan şehrengizinde şiirlerindeki yeni anlamların, buluşların hikmetini açıklayan şair, daha sonra bu meziyetlerden cesaretlenerek, şiirlerini şîve sarayında namusuyla oturan bir güzele (nigâr-ı perde-nişîn) benzetmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da, şairin şiirdeki yenilik ve fikirlerindeki bekâretle şîve sarayının namuslu güzelinin iffeti arasında bağlantı kurmuş olmasıdır:

Hayâl-i bikr-i me‘ânî olup mestûr
Bu nağmeye kaşın evsâfıdır çeken tuğrâ Taşlıcalı Yahyâ, K

Beyânı nâmemin mahbûb oluptur
Hayâl-i hâs ile mergûb oluptur Taşlıcalı Yahyâ, İstanbul ŞEHR

Hayâl-i bikr ile gûyâ ki beyt-i ma‘mûrum
Sarây-ı şîvede gûyâ nigâr-ı perde-nişîn Taşlıcalı Yahyâ, K

Muhibbî de diğer şairler gibi, şiirinin farklılığını ispatlama arzusundadır. Aşağıda bir beyti verilen gazelinde, bunu güzel bir ifadeyle dile getirmeyi başaran şair, başka bir gazelinde, orijinal fikirleri ve yepyeni buluşları sayesinde tamamen kendine has bir gazel tarzı icât ettiğini ve nihayet şiirlerindeki bu farklılığın herkes tarafından kabul edildiğini söylemektedir:

Kim ki nazm ister Muhibbî şi‘rini gûş eylesin
Bulunur gerçi gazel ammâ bu eş‘âr özgedir Muhibbî, G

Bikr-i fikrimden Muhibbî ihtir①etse gazel
Kapışırlar sanasın kim gevher ağzından düşer Muhibbî, G

Ey Muhibbî şi‘r-i dil-sûzun senin gûş edeler
Diyeler işitmedik böyle hayâlât-ı garîb Muhibbî, G

İncelenen bu beyitlerden başka, yine aynı hususla ilişkili olarak Bâkî, Taşlıcalı Yahyâ Bey, Vasfî, Muhibbî ve Hayâlî'den alınan fakat esas değerlendirmeleri başka bölümlerde yapılan beyitleri de gözden uzak tutmamakta yarar vardır. yüzyıl divan şairinin “özgünlük, orijinallik ve yenilik” çabalarının göstergeleri olarak değerlendirilebilecek olan bu beyitlerin bir kısmı aşağıda verilmiştir:

Âbdâr olsa n'ola meyve-i şi‘r-i Bâkî
Urmadı kimse dahi bu bâğ içre kalem Bâkî, G

Çok olmaz bu tarzda gazel Bâkiyâ
Güzel söz güherdir güher az olur Bâkî, G

Kimse bu mısra‘a ‘âlemde nazîre diyemez
Hergiz işitmedim anın gibi bir tâze hayâl Taşlıcalı Yahyâ, K

Midhatinde n'ola ger az olsa bu rengîn gazel
Kıymeti artar ne denli kim olursa az gül Vasfî, G

Suhan-ı nâziki kim göre Muhibbî dedi ol
Görmedi kimse bu nev‘a suhanı nâzik-ter Muhibbî, G

Dal me‘ânî bahrine yârâna gönder cevheri
Diyeler nazm ehli hakkâ böyle kemter görmedik Muhibbî, G

Söz sözü rengîn edâ etmek Hayâlî ihtirâ‘dır
Horasan ehli sanmasın bunu tarz-ı Nevâyî'dir Hayâlî, G

3. Şiir Bilimi (‘İlm-i Şi‘r, Fenn-i Şi‘r, San‘at-ı Şi‘r, Fenn-i Suhan)

Kendine has birtakım sıkı kurallar içerisinde oldukları görülen divan şairleri, bu kurallar sistemini karşılamak üzere zaman zaman “fen, ‘ilm ve san‘at” kelimelerini kullanmışlardır (Okay, , 18). Örneğin Muhibbî aşağıdaki beyitlerinin ilkinde, “fen” kelimesini tercih ederek, şiir fenninde nasıl ilerlediğini anlatmakta; ikinci beyitte ise, “san‘at” kelimesini kullanarak, şairlikle kuyumculuk arasında bağlantı kurmaktadır:

Şi‘rim Muhibbî erse kemâle ‘aceb midir
İlettim bu fenni ileriye ben ayak ayak Muhibbî, G

Altun su ile şi‘r-i Muhibbî'yi yazalar
Zerdûz-vâr san‘at-ı nazm içre zer-keşem Muhibbî, G

Nev‘î, “san‘at” kelimesini, şiirle uğraşanlar ve eleştirmenleri (ehl-i sanâyi‘) karşılamak üzere kullanmış; Taşlıcalı Yahyâ Bey ise, Türkçe divanının önsözünde hem “fen” hem de “‘ilm” kelimesini kullanarak (fenn-i fesâhat, ‘ilm-i belâgat), şiirin de kendine özgü birtakım kurallar sistemi içinde söylendiğine dikkat çekmek istemiştir:

Bu sâde nazmı ehl-i sanâyi‘ begenmese
Nev‘î ne gam bizim sözümüz ‘âşıkânedir Nev‘î, G

Fenn-i fesâhatta fasîhü'l-enâm
‘İlm-i belâgatta belîğü'l-kirâm Taşlıcalı Yahyâ, MES

Taşlıcalı Yahyâ Bey, başka bir beytinde de, “san‘at”la “fen” kelimelerini birlikte zikrederek, şiiri bir sanat dalı olarak görmesinin yanında, onu bir bilim dalı olarak da değerlendirdiğini göstermektedir:

Pâdişâhım minnet ol Mennân'a kim Yahyâ kulun
San‘atının pehlevânı fenninin mümtâzıdır Taşlıcalı Yahyâ, G

Bâkî aşağıda verilen iki beyitte, “fen” kelimesini kullanarak (fenn-i şi‘r, fenn-i suhan), şiirdeki gücünü ortaya koymayı amaçlarken, üçüncü beytinde de Muhibbî ve Taşlıcalı Yahyâ Bey gibi, şiiri daha çok bir sanat dalı (san‘at-ı şi‘r) olarak değerlendirmektedir:

Nazm-ı Bâkî'ye nazîr olsun mu
Fenn-i şi‘r içre oluptur üstâd Bâkî, G

Bâkî ferîd-i fenn-i suhandır nizâ‘ı ko
İlzâm ederler etme sakın iltizâm bahs Bâkî, G

Zenger-i kâmilidir san‘at-ı şi‘rin Bâkî
Nic'olur gel beri seyr eyle kalem-kârlığı Bâkî, G

Söz, şiirin ilimle münasebetindeyken Fuzûlî'nin Türkçe divanının önsözünde yer alan görüşlerinden de bahsetmek gerekir. Daha önce de zikredilen önsözünde, hatırlanacağı gibi, şiir-ilim dengesine dair görüşlerine yer verilen şair, ilmi şiirin gerekli şartlarından saymaktaydı.

Divan şairleri, her ne kadar şiiri sanatın dışında ayrı bir fen ve ayrı bir bilim olarak zikretmişlerse de, bu terimlerin tam olarak günümüzdeki karşılıklarıyla kullanılmadıkları hususu gözden kaçırılmamalıdır. Bu kelimelerin tercih edilişlerindeki en önemli sebep, şairlerin şiirdeki oturmuş, tutarlı kurallar sistemine dikkat çekmeyi istemeleridir. Fuzûlî bir beytinde bunu çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Aşağıda verilen beytin ilk mısraında, şairlerin ilim dünyasından uzak kalmaları gerektiğine dair düşüncelerini ortaya koyan şair, ikinci mısrada şiir fenninden (fünûn-ı şi‘r) söz etmektedir. Bu hâl, yukarıda da dile getirilmeye çalışıldığı gibi, şiirin kendine özgü bir fen (‘ilm, san‘at) olarak düşünülmesinden ileri gelmektedir. Sözün özü, bu tür beyitlerde geçen “‘ilm, fen, san‘at” kelimelerini ağırlıklı olarak “saha, alan, dal” anlamlarıyla değerlendirmek doğru olacaktır:

Hıred-mendî ki dâ'im ‘âlem-i ‘ilm içre seyr eyler
Esâlib-i fünûn-ı şi‘rden elbette gâfildir Fuzûlî, MUK

4. İncelerden İnce Bir İş: Şiir

Divan şairleri, şiirlerinde çok titiz davranmışlar ve en küçük ayrıntıları bile büyük bir dikkatle değerlendirmişlerdir. Şiir söylerken kılı kırk yararcasına özen gösteren şairler, bu gayretin sonunda hoş, ince ve zarif şiirler elde etmişlerdir. Aşağıdaki beyitlerden anlaşıldığına göre Taşlıcalı Yahyâ Bey, Bâkî ve Helâkî şiirlerindeki bu zarâfet ve inceliği yârin nâzik ve ince belini anlatmalarına borçlu olduklarını düşünmektedirler. Beyitlerde geçen “inceden ince, kılı kırk yarmak, mevzûn, nâzik, ince hayâl, kıl yarmak” ifadelerinin hem sevgilinin beli hem de şiirle ilişkilendirilmeye müsait biçimde kullanılmış olması bu açıdan dikkat çekicidir:

Yahyâ n'ola olursa sözün inceden ince
Yârin beli vasfında kılı kırk yararsın Taşlıcalı Yahyâ, G

Mevzûn kaddi şi‘r-i bülendim misâlidir
Nâzik miyânı anda bir ince hayâldir Bâkî, G

Yârin dehânı vasfını yâd et miyân ile
Sözde Helâkî dikkat et ince hayâle çek Helâkî, G

Dil kasd ederdi vasfını şerh ede mû-be-mû
Her sözde lîk dikkat edip kıl yarar kalem Helâkî, K

Eğer şairlerde böyle ince hayâller kuracak yetenekler yoksa, şiirlerinde sevgilinin güzelliğini anlatmalarına da imkan yoktur. Aşağıdaki dizelerden anlaşıldığı kadarıyla, Bâkî bu güce sahip olduğu için, sevgilinin güzelliğini herkesten daha iyi anlatabilmektedir:

Nakş-ı hüsnün kimse Bâkî gibi tasvîr etmege
Safha-i eş‘ârdan ince kalemler aşına Bâkî, G

Nitekim Muhibbî'nin söylediği gibi, şairlere seçkinlik kazandıran, şân ve şöhretlerini artıran da nazmın inceliklerine vâkıf olmalarıdır:

Ey Muhibbî dakîk-i nazmımdan
‘Akd-i Pervîn'e tab‘ım astı elek Muhibbî, G

Bu güçlüğünden ötürü şiir söylemek, divan şairlerince önemli bir mahâret olarak kabul edilmiştir. Muhibbî'nin dediği gibi, dünyada şiirle uğraşan pek çok kimse vardır. Ne var ki şiirle ilgilenmek, güzel şiir söyleyebilmek için yeterli olmadığından, şiirle uğraşanların sayısıyla aynı oranda şair yoktur. Zira şiir bir hüner meselesidir ve güzel şiir için gerçekten mâhir bir sanatçı olmak gerekir. İşte Muhibbî böyle mâhir bir sanatçı olduğu için, dünyada eşine az rastlanır bir şairdir ve şiirleri orijinal fikirlerle doludur:

Gerçi şi‘r ehli Muhibbî bulunur ‘âlemde
Lîk senin gibi bir ehl-i hüner az gelir Muhibbî, G

Fikr-i bikrinden Muhibbî harc eder söz gevherin
Zîrâ kâdirdir gazel tarzında ol mâhir geçer Muhibbî, G

Helâkî de Muhibbî ile aynı görüşleri paylaşır. O da elinde “hüner sahibi kalem”iyle sevgilinin ömrünün uzun olması için dua etmektedir:

Budur Helâkî'nin sözü ‘ömrün mezîd olsun
Tuttukça elde merdüm-i sâhib-hüner kalem Helâkî, K

Şair, daima çok dikkatli olmalı, en küçük ayrıntılar üzerinde bile büyük bir titizlikle durmalı; şiirde en küçük bir aksiliğe yer vermemelidir. Çünkü şiir çok hassas ve naziktir; küçük bir aksaklık şiirin bütün güzelliğini bozabilir. Fuzûlî'nin aşağıdaki beytinde dikkatleri çekmek istediği nokta da budur:

Ferâset ehli kim olmaz salâh-ı millet için
Bu nazm silsilesi eylemez kabûl-i halel Fuzûlî, G

5. Şiirde İcâzın Yeri

Divan şairleri, şiiri bir bakıma az sözle çok anlam ifade etme sanatı olarak görmüşlerdir. Şair ne kadar az sözle ne kadar çok anlamı karşılayabiliyorsa, şiir sahasında o derece kudretli sayılmıştır. Gerçekten divan şiiri incelendiğinde, kullanılan kelimelerin her zaman için çok geniş anlamlar ifade ettikleri, bir anlamda boylarından büyük işlevler gördükleri anlaşılacaktır. Bu anlamda divan şiirindeki kelimelerin anlam çerçevelerinin4 daha geniş olduğu söylenebilir. Nitekim divan şiirinde, birden fazla anlamı olmayan hemen hiçbir beytin bulunmayışı da bunun bir göstergesidir. Mesela Muhibbî, bir tek beytinin bile, ancak koca bir divanla anlatılabilecek kadar geniş anlamlar taşıdığını söylemektedir. Bunun sebebini de, divanında sevgilinin güzelliğini anlatmasına bağlamaktadır. Çünkü okuyucu, sevgilinin herhangi bir özelliği üzerinde pek çok hayâl kurabilir. Dolayısıyla beyit, okuyucuya birçok hayâli ve anlamı bir arada verebilmektedir:

Bu Muhibbî her kaçan yazsa berât-ı hüsnünü
Ruhları vasfında her bir beyti bir dîvân olur Muhibbî, G

Muhibbî, divanlar dolduracak kadar geniş anlamlı beyitleriyle gazel tarzını güzelleştirdiğini söylerken, aynı zamanda güzel şiirin içinde çok geniş anlamlar barındırması gerektiğine de işaret etmiştir. Muhibbî başka bir beytinde daha da ileri giderek, her bir sözünün bir kitap olacak kadar özlü olduğunu söylemektedir:

Penddir yârâna her dem bu Muhibbî sözleri
Çünki olmuştur anın her bir kelâmı bir kitâb Muhibbî, G

Nev‘î bir beytinde, bize divan şairlerinin bunu nasıl başardıklarını anlatmaktadır. Aşağıdaki dizelerden anlaşıldığı kadarıyla, şiirin anlamını çeşitlendirip yoğunlaştıran etken, şairin gönlündeki büyük ve coşkun arzular, iştiyaklardır:

‘Aşkımı yazmağ istersem noktası bir kitâb olur
Şevkimi söylesem eger zerresi âfitâb olur Nev‘î, G

Taşlıcalı Yahyâ Bey, bütün bu az sözle çok anlam ifade etme becerisine rağmen sevgilinin lutfu, şefkati, ihsânı ve güzelliğinin hakkıyla anlatılamayacağı görüşündedir. Ona göre: “Yüz bin kalem hep birlikte yazmaya kalksalar, (sevgilinin ya da memdûhun vasfının) yüz binde birini bile yazamazlar.”:

Şefkati çok lutfu çok insana ihsânı kesîr
Vasfının yüz binde birin yazamaz yüz bin debîr Taşlıcalı Yahyâ, Dîbâce, s.8

Muhibbî değişik bir bakış açısıyla, şiirde gizli ya da açık pek çok anlamın bulunduğunu ve bu anlamları keşfetmenin de gönül ehli olan okuyuculara düştüğünü belirtmektedir. Modern dilbilim kuramlarıyla da yakın bir benzerliği gündeme getiren bu iletişim sayesinde, şiirin anlamı okuyucunun duygu ve düşünce dünyasına bağlanmış olmaktadır:

Her sözünde nice ma‘nî var nihân u âşikâr
Ehl-i diller yazıp etsinler kitâb eglenmesin Muhibbî, G

Usûlî ve Hayretî de, şiirlerinin özlü olmaları ve çok geniş anlamlar taşımalarıyla övünmektedirler. Usûlî bu amaçla “her kelâmı”nın, Hayretî ise “her sözü”nün bir kitap mesâbesinde olduğunu iddia etmektedir:

Mantıkından ger beyân etsen me‘ânî keşf olur
Ey Usûlî her kelâmın bir kitâb olmak gerek Usûlî, G

Okuyaldan ‘aşk dersin levh-i hüsn-i Bârîde
Hayretî'nin her sözü ey h v âce oldu bir kitâb Hayretî, G

6. Gazelin Ayrıcalığı

Gazelin divan şiirinde çok önemli bir yeri vardır. Bunu, doğrudan divan şairlerinin ağızlarından öğrenebildiğimiz gibi, divanlarında gazele karşı gösterdikleri ilgiden de anlamak mümkündür. Gerçekten zaman zaman terci‘-i bend, terkîb-i bend, şarkı, rübâ‘î, kıt‘a, mesnevî gibi birçok nazım türünü ihmâl etmiş divan şairine rastlanabildiği hâlde, şimdiye kadar gazel yazmamış hiçbir divan şairine tesâdüf edilmez5. Sırf bu gerçek bile, gazele verilen önemin bir işareti olarak kabul edilebilir. Ayrıca divan şairleri gazelin değerini vurgulayan görüşlerine divanlarında da sıkça yer vermişlerdir. Bunlar arasında ilk akla gelen şair Fuzûlî'dir. Türkçe divanının gerçekten önemli bir poetik makale sayılabilecek önsözünde, gazelin güzellikten anlayanlara mutluluk saçtığını söyleyen şair, söylenişinin diğer türlere göre daha güç olduğunu belirterek, gazelin kıymetini ancak irfân sahiplerinin takdir edebileceklerini ifade etmektedir. Ona göre şair, kudret ve gücünü en iyi gazel vesilesiyle ispat edebilir ve ancak onun aracılığıyla şöhret kapılarını açabilir. Fuzûlî'nin bakış açısına göre, akıllı kimselerin elinde her zaman için mükemmel bir süs olan gazel, kısaca bir şairin kendini ispatladığı, sanatkârlığını ortaya koyduğu bir nazım türüdür.6

Taşlıcalı Yahyâ Bey'e göre gazel, güzellik denizi (bahr-ı melâhat); gazelin her bir satırı da o güzellikten birer parça olan dalgalar (emvâc)'dır. Ayrıca aşağıdaki ikinci beyitten anlaşıldığı kadarıyla, âşıkâne bir üslûpla söylenmesi ve âşığın duygularını dile getirmesi şartıyla, gazelin ölümlü âşığa can verme gücü de vardır:

Gazel bahr-ı melâhatdır sütûr emvâcıdır anın
Me‘ânî ‘aynı ile vâridât-ı cânib-i Mevlâ Taşlıcalı Yahyâ, G

Ölümlü ‘âşıka cânlar bağışlar ey Yahyâ
Gazel ki sûz u güdâz ile ‘âşıkâne ola Taşlıcalı Yahyâ, G

Yahyâ Bey'in diğer şairleri ve eleştirmenleri susturmak için başvurduğu nazım türü de gazeldir. Şair kalemini eline alıp gazel denizinde konuşturmaya başladığında, cümle şairlerin balıklar gibi sus pus olacaklarını iddia etmektedir. Zaten onun en büyük arzusu özellikle gazel sahasında tatlı dilli Husrev7 (Husrev-i şîrîn-zebân) olmaktır:

Sükût eder şu‘arâ mâhî gibi ey Yahyâ
Kaçan ki hâmemi bahr-ı gazelde söyletsem Taşlıcalı Yahyâ, G

Kemâl-i sûz ile budur ümîdim ey Yahyâ
Gazelde Husrev-i şîrîn-zebân olam yürüyem Taşlıcalı Yahyâ, G

Türkçe divanındaki bir gazelinde söylediklerinden anlaşıldığına göre Yahyâ Bey bu arzusuna kavuşmuştur. Zira mücevher değerindeki şiire âşinâ olalı, gazel sahasında Yahyâ Bey'in karşısına çıkacak, onunla boy ölçüşecek kimse kalmamıştır. İşte gazel, insanı böyle eşsiz kılar ve ona erişilmez bir şöhret kazandırır:

Bahr-ı gazelde yüze gelir kimse kalmadı
Yahyâ olalı nazm-ı güher-pâşa âşinâ Taşlıcalı Yahyâ, G

Hatta bundan böyle Necâtî bile onun gazellerine nazire söyleyemeyecektir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, gazelin genel anlamda şiir karşılığında kullanılmış olmasıdır. Şair, yüzyılın ünlü şairi Necâtî'nin, şiirlerine nazire söyleyebilmesi için, gazel sahasında “fasîhü'l-makâl” olması gerektiğini söylemektedir:

Eş‘ârıma Necâtî nazîre desin eger
Yahyâ gibi gazelde fasîhü'l-makâl ise Taşlıcalı Yahyâ, G

Yukarıdaki bütün örnekler, yüzyıl divan şairlerinin gazele diğer nazım şekillerinden daha çok ilgi gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Aşağıda verilen örneklerdeki “gazel” kelimesini şiirle hemen hemen eş anlamlı sayan yaklaşımlar da, yukarıdakiler gibi, gazelin bu ayrıcalığını ortaya koymaktadır:

Kim ki nazm ister Muhibbî şi‘rini gûş eylesin
Bulunur gerçi gazel ammâ bu eş‘âr özgedir Muhibbî, G

Şi‘r ile çünki Muhibbî nice dilber koculur
Bunu kim diyebilir şi‘r ü gazelden ne gelir Muhibbî, G

Her kim okursa işbu Muhibbî gazellerin
Rahmet ana ki rahmet ile bir du‘â kıla Muhibbî, G

Fikr-i bikrinden Muhibbî harc iden söz gevherin
Zîrâ kâdirdir gazel tarzında ol mâhir geçer Muhibbî, G

Gazel tarzın Muhibbî etti ahsen
Ki her beyti anın dîvândır ey dôst Muhibbî, G

Gazel tarzında ey Nev‘î tutup mümtâzlık semtin
Kelâmım gibi mislim denmek olmaz lâ-nazîr oldum Nev‘î, G

7. İyi Bir Okuyucu ve İyi Bir Eleştirmenin Özellikleri

Her dönemde olduğu gibi, yüzyılda da şairler, okuyucularının şiirlerine yaklaşımlarıyla ve gösterdikleri tepkilerle yakından ilgilenmişler ve onların düşüncelerini, tepkilerini değerlendirmişlerdir. Bu değerlendirme, kimi zaman iyi bir okuyucu olmanın şartlarını ortaya koyma şeklinde; kimi zaman da iyi bir okuyucu olamamanın getirdiği eksiklikle, şiirlerine ve şairliklerine karşı yapılan haksız ve yersiz eleştirileri cevaplandırma şeklinde olmuştur. Mesela Hayâlî'nin aşağıdaki beyti, iyi bir okuyucu olmanın önemli bir şartını dile getirmektedir:

Yürü bir hastaya ‘arz eyle Hayâlî sözünü
Sağ olanlar ne bilir çektiğini sayrının Hayâlî, G

Gerçekten aşk hastası olmayanlar, şairin dile getirmeye çalıştığı duyguları anlayamayacaklardır. Çünkü diğer tüm divan şairleri gibi o da, şiirlerini aşk hastalığına düşünce yazmaktadır. Aşk, mükemmel bir ilhâm kaynağıdır onlar için. Onların şiir dünyalarına girebilmek, hele hele onları anlayabilmek, takdir edebilmek için, onlar gibi aşk hastalığına yakalanmak gerekir. Zira Taşlıcalı Yahyâ Bey'in ifadesiyle, “Aşk sırrını; çalışarak anlamak ve kuru bilgilerle kitaplardan öğrenmek mümkün değildir.”:

Her ehl-i ma‘rifet sözümü anlamaz benim
Yahyâ rumûz-ı ‘aşk okumaz kitâbdan Hayâlî, G

Divan şairlerine göre şiir, inci, la‘l, zümrüdhâsılı cevherdir (bkz. V Bölüm : Şiir-Dür ü Güher). “Cevher-şinâs” olmayan, nasıl onun kıymetini takdir edemezse, şiirle aşinalığı olmayanlar; yani şiir ruhlu olmayanlar da şiirden anlamaz ve değerini takdir edemezler. O hâlde herşeyden evvel Muhibbî'nin dediği gibi, okuyucu şiir ehli (ehl-i nazm) olmalıdır:

Gevher-i nazmın Muhibbî ehl-i nazm olan bilir
Kıymetini cevherin bilmez meger cevher-şinâs Taşlıcalı Yahyâ, G

Muhibbî başka bir beytinde şiirin, kıymetini bilmeyen okuyuculara nasip olmayacağını; onların bu mücevher pazarından kârlı çıkamayacaklarını da söylemektedir:

Söz gevheriyle eyle ticâret Muhibbî gel
Degme kişiye sanma ki böyle güher düşe Muhibbî, G

Bu bakımdan Usûlî'nin aşağıdaki beyitlerinin ilkinde dediği gibi, “Şiirden anlamayan kaba ruhlu insanlara şiirden söz etmenin de bir anlamı yoktur.” Bu bir meczûbun eline inciler, mücevherler vermek kadar yersiz ve anlamsız bir davranıştır. Şair ikinci beytinde de bunu, tekrar tekrar hatırlatmaktadır:

Söz güherdir açma nâdâna dehânın hokkasın
Kıymetin bilmez yere harc eyleme güftârını Usûlî, G

Kadrini bilmeze harc etme sözün gevherini
Yok yere bunca ziyân etme begim begcegizim Usûlî, G

Divan şairleri, eski şairleri elbette çok beğenir ve onları severlerdi. Hatta bu çalışmanın değişik bölümlerinde, onları ne kadar övdüklerinden, şiir meşâlesini onlardan devralmalarıyla övündüklerinden bahsedilmiştir. Ancak hiçbir zaman onların gölgelerinde kalmaya razı olmamışlardır. Evet onlar gerçekten büyük şairlerdir; fakat bu, onlardan sonra yine büyük şairlerin gelmeyeceği anlamında düşünülemez. Hayâlî'nin dediği gibi, nasıl funduszeue.infoâl öldükten sonra ezan susmadıysa ve asırlarca gökkubbede yankılandıysa; aynen bunun gibi, Hâfız ve Kemâl8'den sonra da şiir söylenmeye ve şiir meşâlesi yanmaya devam edecektir:

Demen ki şi‘r hemîn Hâfız u Kemâl'indir
Ezan okunmadı mı dünyadan gidince Bilâl Hayâlî, K

Görüldüğü üzere, her devirde olduğu gibi bu dönemde de şairler, şairliklerinin takdir edilmeyişinden, şiirlerinin kıymetinin bilinmemesinden şikayet etmektedirler. Ama şiirden anlayan gerçek okuyucular, akıl sahibi, kadirşinas şiir ehilleri onları anlamışlar ve hak ettikleri değeri vermişlerdir. Aşağıdaki dizelerden anlaşıldığına göre, Muhibbî ve Hayâlî Bey de bu şekilde, kıymetleri takdir edilmiş şanslı şairlerdendirler:

Gördüler şîrîn edâda bu Muhibbî şi‘rini
Eylediler ehl-i nazm olan hezârân âferîn Muhibbî, G

Ey Hayâlî işitip şi‘r-i hayâl-engîzimi
Âferîn ehl-i suhanlar bana tekrâr ettiler Hayâlî, G

Kaldı ki onların şiirlerini Hâfız, Kemâl-i Hucendî, Husrev, Selmân, Nizâmî ve Câmî9 gibi büyük şairler de beğenmektedirler. Şiirlerinde eski şairlerin beğenisine sık sık yer veren, şiirlerini onların hakemlikleriyle kıymetlendirmeyi amaçlayan şairler, böylece bir bakıma dönemin diğer şairlerine de gözdağı vermekte ve kendi şairliklerindeki gücün ispatını ortaya koymaktadırlar:

Hûsrev u Hâfız eder şi‘r-i Muhibbî'i pesend
Câmî tahsîn ede ger görse bu nazm-ı hasenim Muhibbî, G

Pârs iline eger erse Muhibbî şi‘ri
İşitip kabri içinde diye tahsîn Hâcend Muhibbî, G

Eger gûş etse bu nazmı Nizâmî
Diye tahsîn Muhibbî âferîn bâd Muhibbî, G

Bu vech ile nazm-ı Muhibbî'yi gören der
Benzetti hemân şi‘rini Selmân'a demişler Muhibbî, G

Onların şiirlerinden anlayanlar yalnızca şiire aşina olanlarla eski ve büyük şairler değildir. Olgun bir insan olmak da onların şiirlerini anlamak ve takdir etmek için yeterlidir:

Nazm ile buldun Muhibbî çün Nizâmî tarzını
Hüsn-i eş‘ârına tahsîn ettiler ehl-i kemâl Muhibbî, G

Ve akıl sahipleri (ehl-i hıred). Muhibbî'ye göre onlar da gerçek şiirin kıymetini anlayabilecek ve onları dillerine dolayacaklardır:

Ey Muhibbî şi‘rine tahsîn edip ehl-i hıred
Söylenen dillerde şimdi güft ü gûyundur senin Muhibbî, G

İşbu şi‘r-i hüsnü ger işite ehl-i hıred
Diye tahsîn Muhibbî sana sâbâş olsun Muhibbî, G

Aşağıdaki dizelerden anlaşıldığı kadarıyla, Bâkî'nin kadr ü kıymet bilen okuyuculara bir diyeceği yok. Şair hakperest, şiire bakmasını bilen, ondan anlayan dostların kulu kölesi olmaya can attığına göre, böyle olmayanlardan dili yanmış olmalıdır:

Söz degül dür ü güher nazm etsem
Kadr ü kıymet bilenin bendesiyiz

Hak-şinâs ehl-i nazar yârânın
Ayağı tozu ser-efgendesiyiz Bâkî, KIT

Nihâyet aşağıda verilen beytinde, bu tür bir şikayetin ipuçları görülmektedir. Anlaşılan Bâkî, hoş edâlı, güzel anlamlı (edâsı hûb ma‘nâsı ra‘nâ) şiirler söylediği için bazı şiir erbâbını (erbâb-ı nazm) kıskandırmıştır:

Edâsı hûbdur ma‘nâsı ra‘nâ şi‘r-i Bâkî'nin
Ana reş ettiren erbâb-ı nazmı hep bu ma‘nâdır Bâkî, G

Ama şiirden anlayan ehl-i nazar ve erbâb-ı aşk, sonunda Bâkî'nin divanını incelediklerinde, onun söz ülkesinin padişahı olduğunu anlayacaklar ve bir araya geldikleri zaman, gönülleri çeken (dil-efrûz) şiirlerini meclislerine mum edeceklerdir:

Husrev-i mülk-i suhan olduğunu ey Bâkî
Fehm eder ehl-i nazar defter ü dîvânından Bâkî, G

Bâkî ‘aceb mi şi‘r-i dil-efrûzun itseler
Erbâb-ı ‘aşk cem‘ olıcak encümende şem‘ Bâkî, G

Aynı şekilde Vasfî de, “ebyât-ı hayâl-engîz ü şi‘r-i pür-hâl”ine bakmasını bilenlerin, hem şairin içinde bulunduğu ruh hâlini (hâlât) anlayacaklarını hem de şiirlerinin güzelliğini fark edeceklerini düşünmektedir:

Nazar kılan nazar ehli bilir hâlâtını Vasfî
Bu ebyât-ı hayâl-engîze vü bu şi‘r-i pür-hâle Vasfî, G

Kısaca yüzyıl divan şairlerine göre, “İyi bir okuyucu ve iyi bir eleştirmen olmak; aşk hastası ve aşk ehli, irfan sahibi, şiir ehli, şair yaratılışlı, cevher-şinâs, kadir-şinâs, söz erbâbı, akıl sahibi, bakmasını ve baktığı yerde güzellikleri görmesini bilen kâmil bir insan olmaya bağlıdır.”

8. Kötü Okur, Kötü Eleştirmen ve Şiir

Bütün divan şairlerinde olduğu gibi, yüzyıl şairleri de, şiire diğer edebî türlerden daha çok özen göstermiş ve edebiyat dünyasında onu hep baş köşeye oturtmuşlardır. Bu ayrıcalık sebebiyle, şiir müthiş bir titizlik ve usanılmaz bir uğraş hâline gelmiştir. Dolayısıyla divan şairlerinin onca emeği ve uğraşısı karşısında şiirden habersiz, kendini bilmez, içinde şiire yatkın en küçük bir yetenek dahi bulunmayan birinin, çıkıp şiir hakkında konuşması; haddini bilmeksizin şairleri eleştirmesi hiç de hoş karşılanmayacaktır. Nev‘î'nin aşağıdaki beytinde söylediklerine bakılırsa, böyle yıkıcı eleştirilerin şairdeki şiir şevkini söndürecek kadar ileri gittiği de olmuştur:

Kime ‘arz edem metâ‘-ı şi‘ri kim halk-ı cihân
Rü'yet-i fazl u semâ-ı ma‘rifetten kûr u dûr Nev‘î, K

Bâkî de benzer şekilde, zamandan ve anlaşılamamaktan şikayetçidir. Hele onun aşağıdaki dizeleri, sadece bir yakınmayı değil içli bir ruh dünyasını da yansıtmaktadır:

Kadrini seng-i musallâda bilip ey Bâkî
Durup el bağlayalar karşına yârân sâf sâf Bâkî, G

Bâkî bir bakıma alışmıştır haksızlığa. Hatta kendi kendini avutmaya kalkışan şair, “gülün dikene nasip, bülbülünse kafese mahkûm” olduğuna dikkat çekerek; “mâdem anlam sırlarından ve hâl dilinden anlayacak bir dost bulamıyorsun, aşk sırrından (kimseye) söz etmemek daha doğru olacaktır” diyor. Hem böylece boşuna üzülmeyecektir. Onca uğraştan sonra, göz bebeği gibi sakındığı, üzerine titrediği şiirine karşı yapılan acımasız ve câhilâne sataşmalara muhatap olmak gerçekten şair için üzücüdür:

Devr elinden Bâkiyâ gam çekme ‘âlem böyledir
Gül nasîb-i hâr u hâs bülbül giriftâr-ı kafes Bâkî, G

Mahrem-i esrâr-ı ma‘nâ hem-zebân-ı hâl yok
‘Aşk sırrın kılmasan Bâkî hüveydâ kâşki Bâkî, G

Aynı türden hayal kırıklığı, Helâkî'nin aşağıdaki dizelerinde de yer almaktadır. Şairin onca emek ve uğraşla elde ettiği, o inci pahasındaki şiirinin (dür-i ma‘rifet) değeri bilinmediği gibi, kimse onlara kulak dahi asmamaktadır. Bu elbette şairin hassas gönlünü incitecek, muzdarip edecektir:

Her sözün olursa dür-i ma‘rifet
Fâ'ide ne çünki tutulmaz kulağ Helâkî, G

Şiiri, kıymetini bilmeyen ve takdir edemeyenler eline düşmüş görmek, her şair gibi yüzyıl divan şairlerini de fazlasıyla rahatsız etmektedir. Bundan o kadar huzursuz olurlar ki Muhibbî'nin aşağıdaki beytinde dediği gibi, neredeyse sevgiliyi anlatamama pahasına da olsa, şiirden vazgeçmeyi düşündükleri bile olur:

Düşe nâdân ağzına korkum budur la‘l-i lebin
Leblerin vasfında anın çün demem ey yâr şi‘r Muhibbî, G

Şairler, saf mücevherler gibi şiir söyledikleri hâlde, onları tartıp değerlerini anlayacak, şairliklerini takdir edebilecek şiir ehli pek azdır. Mücevherden en iyi sarrafların anlaması gibi, şiirin tadına da en güzel şair ruhlu, coşkulu ve heyecanlı kimseler varabilirler. Muhibbî'nin korkusu şiirlerinin, tadına varamayacak ve güzelliklerini göremeyecek kimselerin eline düşmesi ihtimâlidir

Benzedi nazmın Muhibbî yine sâfi gevhere
Bilmez anın kadrini sarrâf-ı ‘irfân olmayan Muhibbî, G

Bu şartlarda Muhibbî'nin, aşağıdaki beytinde olduğu gibi, ihtiyatlı davranması doğaldır. Şaire göre, yapılacak en akıllıca şey, o eşsiz inci tanelerini, pahalarından habersiz kimselerin eline düşüp ziyan olmaktan korumaktır:

Ey Muhibbî her sözün bir gevher-i yek-dânedir
Kıymetin bilmez eline verme eylersin telef Muhibbî, G

yüzyıl divan şairleri, böyle kimselere şiirlerinde sık sık cevap verip onları paylamaktan ve eleştirmekten de geri kalmamışlardır. Örneğin Nev‘î, aşağıdaki beyitlerinde onlar için “ihvân-ı hasûd” ve “hâsid”11 sıfatlarını uygun görmüştür:

Yûsuf-ı nazmam n'ola sevmezse ihvân-ı hasûd
Hüsn-i ta‘bîrim beni eyler ‘azîz-i kâmrân Nev‘î, K

Hâsidin ammâ ki fâsiddir dimâğı şöyle kim
Bir gelir şemm eylese bûy-ı buhûr ile bahar Nev‘î, K

Kimi beyitlerde onların bu düşmanca tavırlara karşı umursamazlıklarına rastlamak da mümkündür. Zira onlar kendilerinden emindirler. Nazım dünyasının “Yûsuf”u olduklarından, öyle câhilce sataşmalara kulak asmazlar. Hayretî bir beytinde onlara “münâfık” diyerek, yaptıklarının gül bahçesinde şakıyan bülbüle taş atmaktan farklı olmadığını söylemektedir:

Uçuralar gibi seng-i ta‘n ile ey Hayretî
Bülbül-i gûyâyı gülşenden münâfıklar meded Hayretî, G

Bâkî'nin böyle tavırlara karşı önerdiği yol ilginçtir. “‘Adû-yı kec-nazar” dediği; şiirden anlamayan, kötü niyetli kimselere en güzel ceza ve en güzel cevap, fazilet ve belâgat mührü (hâtem-i fazl u belâgat) ile verilebilir. Çünkü şiirin güzelliği, onlar için gerçek bir cezadır:

Elinde hâtem-i fazl u belâgat ey Bâkî
‘Adû-yı kec-nazar inkâr ederse gözüne bas Bâkî, G

Bâkî bu şi‘ri safha-i çarh-ı berrîne yaz
Görsün felekde söz nic'olur hasm-ı nâbekâr Bâkî, G

Bunlardan başka, şiirden anlamadığı hâlde, ukalâca şairleri eleştiren önyargılı kimseler için kullanılan ifadelerden biri de “nâdân”12dır. Nâdân olanlar, şairin üslûbundaki inceliklere nüfûz edemez, onu başkalarıyla karıştırır; hatta taklidle itham ederler. Bu sebeple divan şairleri de, böyle şiirin manasını anlayamayacağına inandıkları kimselerin ellerine divanlarını vermek istemezler:

Muhibbî her sözün dil-keş özünden ihtir①etti
Velî nâdân olan bilmez sanır tarz-ı Nevâyî'dir Muhibbî, G

Ey Muhibbî şi‘rimin ma‘nâsını fehm eyleyemez
Vermesem nâdân eline ta‘n mı bu dîvânı ben Muhibbî, G

Böyle kaba ruhlulardan şiiri sakınmak gerekir. Zira Yahyâ Bey'in dediği gibi, (ağzının tadını bilmeyen) anlayışsız eşek (har-ı lâ-yefham) için arpa (şa‘îr), şiirden iyidir:

Okuma nâdâna ey Yahyâ sakın dîvânını
Şi‘rden yegdir har-ı lâ-yefhama zîrâ şa‘îr Taşlıcalı Yahyâ, G

yüzyıl divan şairlerinin zaman zaman şiirlerine karşı haksızlık edenleri, Bâkî'de olduğu gibi, “nâdân” sıfatına ilaveten “zâhid” kelimesiyle eleştirdikleri de olmuştur. Nâdân kimselerin cevher değerindeki sözün kıymetini bilmemeleri gibi, zâhid olduklarını iddia edenler de şiire karşı anlayışsız olabilir. Zâhid, bazen öyle basit bir mantıkla hareket eder ki, şair mey sözcüğü ile üzümden yapılan şarabı kastetmediğini ayrıca söyleme gereği duyar. Oysa şaire göre hüner, anlaşılmaz (muğlak) görünen sözlerdeki anlam inceliklerini görebilmektir:

Şi‘r-i Bâkî'ye kulak tutmasa zâhid ne ‘aceb
Söz güherdir ne bilir kadrini nâdân güherin Bâkî, G

Sakın mey desem ey zâhid mey-i engûru fehm etme
Hüner esrâr-ı ma‘nâ anlamaktır lafz-ı muğlaktan Bâkî, G

Daha önce de belirtildiği gibi, aslında buna benzer önyargılı kimseler, söz ve şiirin inceliklerinden anlamadıkları için câhildirler. Dolayısıyla pek dikkate de değmezler:

Şi‘r-i Yahyâ'ya dil uzatırsa câhiller ne gam
Kim sözün rûhunu idrâk edemez nâdân olan Taşlıcalı Yahyâ, G

Nitekim câhiller Allah kelâmını işittikleri zaman da homurdanırlar. Yahyâ Bey'in dediği gibi, funduszeue.infoâl ezan okuduğunda nasıl münâfıkların hücûmlarına hedef olduysa, şairlerin de zaman zaman yersiz eleştirilere maruz kalmaları doğaldır. Zira “Meyveyle yüklü ağaca taş atan çok olur.”:

Kelâm-ı Hakk'ı işitse hücûm eder cehele
Nişân-ı seng-i münâfık olursa ta‘n mı Bilâl Taşlıcalı Yahyâ, K

Muhibbî, Bâkî, Nev‘î ve Hayretî gibi kimi şairler, ‘eleştirmen' karşılığına çok yakın bir kelime olan “müdde‘î”13 sözcüğünü tercih etmişlerdir. Bunların eleştirileri kuru iftiralardan ve mesnedsiz iddialardan öteye geçemez. Yaratılışlarından getirdikleri ruhsal bozukluklarını, huysuzluklarını şiire de bulaştırmaya kalkarlar. Oysa şiirden anlamak ve şiirin tadına varabilmek için hoş yaratılışlı ve nüktedan olmak gerekir:

Müdde‘î bilmez Muhibbî nüktesini anlamaz
Tab‘-ı mevzûn olıcak şi‘ri dahi mevzûn çeker Muhibbî, G

Sözünden ne gam Bâkiyâ müdde‘înin
Sana mâ'il olunca ‘âlemde şâhid Bâkî, G

Ayrıca Nev‘î'nin dediği gibi, “müdde‘î-i har”ın, funduszeue.infoâ'nın nefesi gibi insan ruhuna hayat veren şiirlerin güzelliğinden haberdar olması da beklenemez zaten:

Lutf-ı suhanımdan ola zâhir dem-i ‘Îsâ
Fehm eylemeye müdde‘î-i har ne demektir Nev‘î, G

Onların sesi en iyi, daha önce de söylendiği gibi, şiirle kesilebilir. Güzel bir şiir, onların acımasız dillerine indirilmiş keskin bir kılıç gibi etkili olacaktır:

Ben gideli dili uzamış müdde‘îlerin
Şemşîr-i nazmım göricek kestiler sesi Hayretî, G

Nev‘î, haksız ve yersiz eleştiriler aracılığıyla, şairlere taş atmaya kalkışanlar için değişik bir sıfat kullanmıştır: Murg-ı yabânî. Yaban kuşlarının şeker sözlü papağanın sözlerinden bir şey anlayamayacakları gibi, yaratılışlarında şiire yatkınlık olmayanlar da, şairin coşkun gönlünden ve tatlı ağzından çıkan şeker gibi sözlerin tadına varamayacaklardır:

Nev‘î nice vasf eyleye şi‘rini ki bilmez
Tûtî-i şeker-hâ sözünü murg-ı yabânî Nev‘î, G

Bunlar şiirden anlamadıkları yetmiyormuş gibi, şiirin tadına varmış hoş dimağlı şairleri haksız yere eleştirerek, onların tatlı sözlerini bozmaya da kalkışırlar. Nitekim Muhibbî'nin, aşağıdaki beytin ikinci dizesinde ortaya koyduğu, “Sözü çirkin olanın yüzü de çirkin olur.” yaklaşımı gereği, onlara da zaten ancak bu yakışır:

Ey gönül incinme olsa ger rakîbin sözü telh
Her kimin telh ola sözü lâbüd olur yüzü telh Muhibbî, G

Fuzûlî'nin şiirden anlamayanlar için kullandığı ifade oldukça ilginçtir: Hıred-mendî; yani akıl sahipleri. Çünkü ona göre, şiir bir duygu işidir. Gece gündüz ilimle meşgul olanlar, şiirin coşku ve heyecan dolu havasını teneffüs etmekte güçlük çekerler

Hıred-mendî ki dâ'im ‘âlem-i ‘ilm içre seyr eyler
Esâlib-i fünûn-ı şi‘rden elbette gâfildir Fuzûlî, MUK

Burada Fuzûlî'nin Türkçe divanının önsözünde bahsettiği “kabiliyetsiz kâtiple câhil yazıcı; şiir okuduğunda nazmı nesrinden seçilmeyen eksikli, dili bozuk kişi ve söz hasetçileri”yle ilgili görüşlerine de yer vermekte yarar vardır. Zira Orhan Şaik GÖKYAY'ın günümüz Türkçesine aktardığı aşağıdaki metinden de anlaşılacağı gibi, onun bu konudaki düşünceleri bugün de geçerliliğini korumakta ve bir anlamda günümüz şairlerinin duygularına da tercüman olmaktadır:

“Biri o kabiliyetsiz kâtip ve câhil yazıcı ki onun yanlış yazan kalemi, maârif temelinin kazmasıdır ve insana sıkıntı veren kalemi, parlak fakat kıymetsiz süslerin mimarıdır. Gâh bir nokta ile muhabbeti mihnet gösterir ve gâh bir harf ile ni'meti nakmet okutur.

O kâtibin eli kurusun. O olmasaydı ilim ve edeble yapılmış olan ma‘mûre yıkılıp harâb olmazdı. O dan daha kötü bir yazıcıdır; meb kelimesini yanlış yazdığı için bu kelime ‘ayb olup çıkar.

Kalem olsun eli ol kâtib-i bed-tahrîrin
Ki fesâd-ı rakamı sûrumuzu şûr eyler

Gâh bir harf sükûtuyla kılar nâdiri nâr
Gâh bir nokta kusûruyla gözü kûr eyler

O zavallının kalemi gibi kendi de ne yapacağını bilmesin ki, onun kalemi maârif temelinin kazmasıdır. Yazdığı kelimeler görünüşte güzeldir ama yazdıklarına gelince bunlar ma‘nâ güzelinin perdesidir, ma‘nâsızdır, ma‘nâyı kapamaktadır.

Biri o yazısı kötü eksikli kişidir ki, şiirden anlamayan tabiatıyla meclislerde ve mahfillerde istidâdı olduğu iddiâsında bulunup şiir okuduğu zaman nazmı nesrinden seçilmeye ve gevşek edâsıyla ma‘nâ güzelinin yüzünden perde açılmaya. Vezinden anlamadığı için istidâdı olduğunu iddiâ ederek meclislerde ve mahfillerde şiir okumaya kalktığı zaman nazmı nesrinden seçilmez ve okuduğu şiirin ma‘nâsı da bu yüzden anlaşılmaz.

Dili bozuk niceleri de vardır ki esresinin, ötresinin yerini bilmediğinden, nazm gerdanlıklarının incileri darmadağın olur. Kötü lehçesinin ifadedeki tasrifleri değişik ve yanlış olması yüzünden onun okuyuşunun, mantığının neticelerindeki hükümler de yanlış olur. Çünkü onun tasrifi mazmûnu meksûr yapar.

Onun yüzünden söz meydânındaki efkâr binalarının yıkılmasına sebep olan adamın dili kesilsin ki onun kötü lehçesindeki tasrifler, ifadelerin güzelliğini yok eder.

O çirkinin cennet ni'metlerinden nasîbi olmasın. Onun nâ-mülâyim lehçesi vezinliyi vezinsiz yapar; onun telaffuzundaki kazma, nazm binasını vîrân eyleyip gevşek sözleri de fesâhat ehlini aldatıp yanıltır.

Biri de o sanatı cefâ olan kıskanç ve düşüncesi hatâlı olan inatçı ki şiirden anlamadığı hâlde şiir okuma iddiâsında bulunur; ama şiirin inceliklerinden anlamaz ve peltek idrâkiyle nazmdan söz eder; fakat kelimelerin doğrusunun ne olduğunun hakîkatine tasarrufu yoktur. Şüphesiz kıskançlık onun insâf gözünü kör edip idrâkine güvenir ve câhiller huzûrunda boş lâf eder; saçma saçma müdâhalelerde bulunur. Ta ki şiirde dinleme zevki kalmaz.

Söz hasedçilerinin günâhları büyüktür. Dünyada onların basîretleri sırf dalâlettir. Aralarında sanatlara ri‘âyeti kaybetmişlerdir; akıllılar için uzlaşma yolu kapanmıştır.

O, kıskançlık çölünün yollarında yürüyenlerden âh ki, onların karanlık gönüllerinde irfân nûrundan eser yoktur. Vaktâ ki örümcekler gibi bir iki beyt düzerler, kendilerini beytü'l-ma‘mûr mimârı gibi görürler. Onların gözleri her yerde ayıp, kusur aramaya uzanır; gözleri kıskançlıktan körelmiştir.

Kıskanç kişi için irfân gülşeni bir sonbahardır. Allah'ım! Kıskancı dâimâ hâr eyle; onun işi hep ma‘rifet ehlini incitmektir; Allah'ım! Sen kıskancı dâimâ zâr eyle.

Allah, itikadı temiz ve helâl süt emmiş şu kişinin rahmetini esirgemesin ki, bu kişi ne zaman yeni yetişme (şiir heveslisi) bir güzel delikanlı görse, a‘lâsının (derecesi yüksek olanın) kusursuz güzelliklerini öğüp alkışlarla süslesin. Ednâsının (ikinci derecede olanın) misk gibi kokan saçlarında dolaşmış olan kusûr düğümlerini mürüvvet (hoşgörü ve yardım) tarağı ile tarayıp Allah'ın ihsânı olan cilâ ile bu kudret aynasını bulandıran tozu silip parlatsın”. (Gökyay, , ).

Konuyla ilgili olarak örnek kabul edilebilecek bazı beyitler aşağıda verilmiştir. Beyitlerde geçen “bed-râ, hâsid, nâdân, bed-gevher, kubbe-i devvâr, erzâl-i zümer, dîde-i bed-h v âh, ağyâr ve kendini bilmezler” ifadeleri hep kötü okur ve kötü eleştirmenleri nitelemeye yöneliktir:

Bu bikr-i fikrimi bed-râdan et dûr
Dili kıl nûr-ı îmân ile pür-nûr Taşlıcalı Yahyâ,İstanbul ŞEHR

Vallâhi gazel söylemeden çoktan usandık
Maksûd hemân hâside bir pâre ezâdır Bâkî, G

Ma‘ârifin güherin takma gûş-ı nâdâna
Sözüm cevâhirini dinle bahr-ı hayrete dal Taşlıcalı Yahyâ, K

Hayâlî nazmına bed-gevher etmesin ta‘n
Şikest ergirimez ol bu dür-i meknûna Hayâlî, G

‘Ârîdir eş‘ârı Yahyâ'nın sözünden ârı yok
Söz gelir sanman ana bu kubbe-i devvârdan Taşlıcalı Yahyâ, K

Göstere hâmem eger ‘icâz-ı ve'n-şekka'l-kamer
Haml eder tağliz-i hisse anı erzâl-i zümer Nev‘î, K

Bihamdi'llah ki hâlâ dîde-i bed-h v âha na‘tinden
Fuzûlî nazmının her satrıdır bir cân-sitân hancer Fuzûlî, K

Ey Hayâlî şâhid-i ma‘nâyı sayd ettin velî
Her taraftan sana sanma ta‘ne-i ağyâr yok Hayâlî, G

Bir güzel mahbûbdur yüzden nikâbın almazam
Kıymetin bilmezlere göstermeye dîdâr şi‘r Muhibbî, G

Sonuç

Bu değerlendirmeler ışığında yüzyıl bazı divan şairlerinin şiire ve okura dair görüşlerini aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür:

– Divan şairleri de günümüz şairleri gibi, şiir ve okura dair poetik kavramlar üzerinde bazı değerlendirmelerde bulunmuşlar ve bu değerlendirmelerini divanlarında dile getirmişlerdir.

– Divan şairlerinin şiir, şair, eser ve okurla ilgili görüşlerine en çok gazellerin mahlas beyitleriyle, kasidelerin fahriyye beyitlerinde ve divanların dîbâcelerinde rastlanır.

– Şiir, içten gelen samimi duygularla söylenmelidir.

– Şiirde üslûp; heyecanlı, ruh okşayıcı, hoş, sıcak ve coşkun olmalıdır.

– Şiir, sevgilinin kalbini yumuşatır ve onu merhamete getirir.

– Şiir; hayâl, söyleyiş ve anlam bakımından benzeri görülmemiş, orijinal ve özgün (hâs, nev‘, bikr, ebkâr, garîb) olmalıdır.

– Şiir, kendine özgü kuralları olan bir sanattır (‘ilm-i şi‘r, fen-i şi‘r, san‘at-ı şi‘r, fenn-i suhan).

– Şiir, titiz bir uğraş gerektirir. Bu yolda şair, kılı kırk yararcasına özenle gayret göstermelidir.

– Şiir, az sözle çok anlamı veciz biçimde ifade etme sanatıdır.

– Divan şairleri açısından, diğer tüm nazım şekilleri içinde çok özel bir konumda kabul edilen gazel, şairliğin mihenk taşı olarak değerlendirilir.

– Divan şairlerine göre iyi bir okuyucu, şairin duygu ve düşüncelerini, kendi iç dünyasında paylaşan, aynı coşku ve heyecanı yaşayan okuyucudur.

– İyi bir okur, aynı zamanda aşktan anlar (ehl-i aşk, erbâb-ı aşk), kıymetbilir (kadir-şinâs), hak-perest, akıl ve kemâl sahibidir.

– Buna karşın gerçeği kabul etmeyen, vefasız, anlam sırlarından habersiz, kıskanç, düşüncesiz, nankör, art niyetli, sözüne güvenilmez, câhil, iddiasında boş yere inat eden, iki yüzlü kimseler (‘adû, hasm, hâsid, hasûd, nâdân, nâbekâr, müdde‘î, münâfık, erzâl, gayr, ağyâr, rakîb, yabani, har, lâ-yefham, hâr u has); kötü okur ve kötü eleştirmenlerdir.

 

Kaynakça

Hâşim, Ahmed, (). Şiir Hakkında Bazı Mülâhazalar (Piyâle Mukaddimesi) , İ.Ü.Türkoloji Öğrenci Derneği Yay., İstanbul.

AKSAN, Doğan (). Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, AKDTYK Yay., Ankara.

BAYRAM, Yavuz (). Çiçeklerle Diğer Bitkilerin Divan Şiirine Yansımaları ve Anlam Çerçeveleri, O.M.Ü. Basılmamış Doktora Tezi, Samsun.

DEVELLİO/LU, Ferit (). Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yay., Ankara.

ELIOT, T.S., (). Edebiyat Üzerine Düşünceler, Çev.:Sevim KANTARCIO/LU, funduszeue.info, Ankara.

GÖKYAY, Orhan Şaik (). “Fuzûlî Divanının Türkçe Önsözü”, Tarih ve Toplum, S. , s, Temmuz.

İLHAN, Attilâ (). Elde Var Hüzün, Bilgi Yay., Ankara.

KANIK, Orhan Veli (). Bütün Şiirleri, Der.:Asım Bezirci, Can Yay., İstanbul.

KISAKÜREK, Necip Fâzıl (). Çile, B.D. Yay., İstanbul.

ÖZBALCI, Mustafa (). “Şiire ve Şaire Dair Bazı Notlar”, O.M.Ü. Eğitim Fakültesi Dergisi, S.5, s, Samsun.

PALA, İskender (). Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü , Akçağ Yay., Ankara.

ŞÜKÜN, Ziya (). Ferheng-i Ziyâ, MEB Yay., İstanbul.

VANLIO/LU, Mehmet-ATALAY, Mehmet (). Edebiyat Lügati, A.Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Yay., Erzurum.

 

Örnek Beyitlerin Alındıkları Türkçe Divanlar

Amrî Divanı, funduszeue.info ÇAVUŞO/LU, İÜEF Yay., İstanbul

Bâkî Hayatı ve Şiirleri, Haz.:Saadettin Nüzhet ERGUN, Bozkurt Matb., İstanbul

Fuzûlî Divanı, Haz.:Kenan AKYÜZ, Süheyl BEKEN, Sedit YÜKSEL, Müjgân CUNBUR, Akçağ Yay., Ankara

Hayâlî Divanı, Haz.: Ali Nihad TARLAN, Akçağ Yay., Ankara

Hayretî Divanı, Haz.: Mehmed ÇAVUŞO/funduszeue.info TANYERİ, İÜEF Yay., İstanbul

Helâkî Divanı, Haz.: Mehmed ÇAVUŞO/LU, İÜEF Yay., İstanbul

Muhibbî Divanı, Haz.: Coşkun AK, KTB Yay., Ankara

Nev‘î Divanı, Haz.: Mertol funduszeue.info TANYERİ, İÜEF Yay., İstanbul

Usûlî Divanı, Haz.:Mustafa İSEN, Akçağ Yay., Ankara

Vasfî Divanı, Haz.:Mehmed ÇAVUŞO/LU, İÜEF Yay., İstanbul

Taşlıcalı Yahyâ Bey Divanı, Haz.:Mehmed ÇAVUŞO/LU, İÜEF Yay., İstanbul

Notlar

* Makaledeki örnek beyitler, yukarıda künyeleri belirtilmiş olan yayımlanmış divanlardan olduğu gibi alınmıştır. Bununla birlikte bazı beyitlerde baskıdan veya başka teknik sebeplerden kaynaklanan eksikliklerin giderilmesine ve makale içinde bir bütünlüğün sağlanmasına dikkat edilmiştir.

 

THE VIEWS OF SOME DIVAN POETS “ON POEM AND READER” IN THE 16 TH CENTURY

Abstract

Poem and poetic concepts have engaged the human mind for ages. It is possible to see reflections of engagement in the arts of divan poets. In this article, the thoughts of divan poets lived in the 16th century about the characteristics of the poems and the reader are mentioned.

According to 16th century divan poets, poem is a science that has original rules and informs reality through metaphorical styles. In a sense poem, which means prayer to beloved, must be said by new, original, vividly, coloured, courageous, delicate and pithy senses and styles.

According to 16th century divan poets who use time to time ‘gazel' as a synonymous of poem, understanding and reaching the taste of the poem is important by the qualified and the reader with good intention and poem critic. The divan poets who mentioned about the characteristics of o good reader and a good poem critic have reflected their sense and thoughts of the bad reader and critic.

Key Words: 16th century, poem, poet, reader, critic

1 Bu tür çalışmalardan bir kısmı şunlardır (tarih sırasıyla): TOLASA, Harun (), “Klâsik Edebiyatımızda Divan Önsöz (Dîbâce)leri; Lâmi‘î Divanı Önsözü ve (Buna Göre) Divan Şiiri Sanat Görüşü”, Journal of Turkish Studies, Harvard Ü., S.3, s; TOLASA, Harun (), “Divan Şairlerinin Kendi Şiirleri Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeleri”, Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Yay., İzmir; ÜZGÖR (), Tahir, Türkçe Divan Dîbâceleri, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara; MACİT, Muhsin (), “Divan Edebiyatında Poetika Denemeleri: Tezkire Önsözleri”, Yedi İklim, İstanbul; BEYZADEO/LU, Süreyya (), “Divan Şiirinde Söz, Sühan, Lafız”, Yedi İklim, s; DO/AN, Muhammed Nur (), “Fuzûlî'nin Poetikası”, İlmî Araştırmalar, İstanbul; MERMER, Ahmet (), “Taşlıcalı Yahyâ Bey'in Kendi Şiiri Üzerine Düşünce ve Değerlendirmesi”, Selçuk Ü. Eğitim Fakültesi Dergisi, S.1, s, Konya; KILIÇ, Filiz (), XVII.Yüzyıl Tezkirelerinde Şair ve Eser Üzerine Değerlendirmeler, Akçağ Yay., Ankara; AÇIKGÖZ, Nâmık (), “Klâsik Türk Şiiri Tenkid Terminolojisi ve ‘Âb-dâr' Örneği, Türk Kültürü İncelemeleri, S.2, s, İstanbul; AYDEMİR, Yaşar (), “Bursalı İsmail Hakkı'nın Eserlerinden Hareketle Şiir Görüşü”, funduszeue.inforarası İsmail Hakkı Bursavî Sempozyumu Bildirileri, Mayıs; MENGİ, Mine (), Divan Şiiri Yazıları, Akçağ Yay., s, , , Ankara; TUNÇ, Semra (), “Muhibbî Divanında Şiir ve Şair İe İlgili Değerlendirmeler”, Selçuk Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.7,s, Konya; KAPLAN, Mahmut (), “Sebk-i Hindî Şairlerinden Fehim, İsmetî, Nâilî ve Neşâtî'nin Divanlarına Göre Şair ve Şiir Hakkındaki Görüşleri”, Hece, Türk Şiiri Özel Sayısı (), Ankara; SUNGUR, Necati (), “Divan Şairlerinin Birbirlerine Yönelik Tenkitlerinin İlk Örneklerinden Biri: Cafer Çelebi'nin Şeyhî ve Ahmet Paşa'yı Tenkidi”, Bilig, S; AVŞAR, Ziya (), “Divan Şiirinin Poetik Verilerine Yeni Bir Yaklaşım Denemesi,” Hece, Türk Şiiri Özel Sayısı (), Ankara; KILIÇ, Mahmut Erol (), “Sûfî Şiiri'nin Poetikası”, Cogito, YKY, S, s; TÖKEL, Dursun Ali (), “Divan Şiirinde Eleştiri”, Hece, Eleştiri Özel Sayısı , S, s; BAYRAM, Yavuz (), “Yüzyıl Divan Şiirinde ‘Şiir, Söz ve Şair'le İlgili Anlam Alanları (Kelimeler ve Terkipler)”, Selçuk Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S, s; BAYRAM, Yavuz (), “Yüzyıldaki Bazı Divan Şairlerinin Şiiri Nitelemek Üzere Kullandıkları Sıfatlar”, Türkbilig, S.8, s, Ankara.

2 Aynı bakış açısına yüzyıl Türk şiirinin “sultânü'ş-şuar'a”sı sayılan Necip Fâzıl'da da rastlanmış olması dikkat çekicidir: “Şiir ve müsbet bilgiler Mesele bunların bulamacını tutturabilmekte ve birini öbüründen gocundurmayacak, birini öbürüne muhtaç, birini öbürüyle alâkalı hâle getirmekte” (Kısakürek, , ). Diğer yandan ünlü İngiliz edebiyat eleştirmeni funduszeue.info'ın “Kötü şair, şuurlu olması gereken yerde şuursuz; şuursuz olması gereken yerde de şuurlu olandır.” ifadesiyle benzer bir bakış açısını ortaya koymaktadır (Eliot, , 11).

3 Bu mucize Kur'ân-ı Kerîm'de (Meryem: ) şöyle anlatılmaktadır: “Onlarla kendisi arasına bir perde gerdi. Biz de ona Ruhumuzu gönderdik de, ona kusursuz, mükemmel bir insan şeklinde görünüverdi. Meryem irkildi ve “Ben” dedi; “Rahman'a sığındım senden. Eğer Allah'tan korkup haramdan sakınan bir kimse isen çekil yanımdan! Ruh, “Ben”, dedi; “Rabbinden sana gelen bir elçiyim. Sana tertemiz bir erkek çocuk hediye edeyim diye geldim.” . Meryem; “Nasıl oğlum olabilir ki bana eli değen bir tek erkek bile olmamıştır. İffetsiz bir kadın da değilim!”. Ruh; “Öyledir ama Rabbin; Bu iş bana pek kolaydır. Çünkü biz onu insanlara kudretimizin bir alâmeti ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız ve artık bu, hükme bağlanmış olup bitmiş bir iştir.” dedi. Sonra çocuğuna hâmile kaldı ve bu hâliyle uzakça bir yere çekildi (YILDIRIM, Suat (), Kur'ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Feza Gazetecilik Yay., İstanbul).

4 Anlam çerçevesi : “Sözcükler kullanıldıkça, onların gösterilen'lerinin, yansıttıkları kavramların başka nesnelerle benzerlik, yakınlık ya da ilişkilerine dayanılarak aktarmalara baş vurulmakta, bunlar yavaş yavaş çok anlamlı duruma gelmekte, yan anlam 'lar kazanmaktadır. Bunun yanı sıra, duygu değeri ve çeşitli tasarımlar da sözcüğe bağlanabilir ki, biz, bir sözcüğe bağlanabilecek olan bütün bu öğelerin tümünü sözcüğün anlam çerçevesi adı altında, bir arada ele almak istiyoruz.” (Aksan, , ).

5 Örneğin yüzyıldan yüzyıla kadar 26 değişik Türkçe divan üzerinde yaptığımız bir istatistik çalışma sonucunda, adet gazele karşın sadece kasidenin yer aldığı görülmüştür. Bu gazellerdeki toplam beyte karşın kasidelerdeki beyit sayısı 'de kalmaktadır (Daha fazla bilgi için bkz.: Bayram, , XXXI-XXXII).

6 Gazeldir safâ-bahş-ı ehl-i nazar Ki her mahfilin zînetidir gazel

Gazeldir gül-i bûstân-ı hüner Hıred-mendler san‘atıdır gazel

Gazâl-ı gazel saydı âsân degül Gazel gerçi eş‘âra çok resm var

Gazel münkiri ehl-i ‘irfân degül Gönül resmin et cümleden ihtiyâr

Gazel bildirir şâ‘irin kudretin Gazel de ki meşhûr-ı devrân ola

Gazel artırır nâzımın şöhretin Okumak da yazmak da âsân ola

Fuzûlî, Türkçe Dîvân Dîbâcesi, s

7 Beyitte geçen “Husrev ve Şîrîn” kelimelerinin îhâmlı kullanılmaya uygun oldukları gözden kaçırılmamalıdır. Bilindiği gibi “Husrev” ve “Şîrîn”, tarihi ve efsânevî anlamları yanında “padişah, sultan, hükümdar”, “tatlı, hoş” anlamlarında da kullanılmaktadır (Daha fazla bilgi için bkz. Devellioğlu, ; Pala, ).

8 Beyitlerin daha iyi anlaşılabilmeleri için zikredilen iki şairle ilgili kısa bir bilginin verilmesinde yarar görülmektedir: Hâfız-ı Şîrâzî (ölm/) Şemsüddin Muhammed b. Bahâüddîn. İran'ın VIII.h. asırdaki en büyük gazel şâiridir. Şeyh ve sufîler arasındaki lâkapları Lisânü'l-gayb, Sultânü'l-gayb ve Tercümânü'l- esrâr'dır. Kur'ân'ı hıfzettiği için Hâfız mahlasını almıştır. Hâfız gençliğinde İncu şahları ve Muzafferoğullarının sarayında bulunmuştur. Tüm ömrünü Şiraz'da geçirmiştir. Hâfız'ın Divan'ı gazel, mesnevi türünde bir sâkî-nâme ve birkaç kasideden oluşur. Tasavvuf ruhundan nasibini alan şâir, âşıkâne mazmunları tasavvufî manalarla iyice mezcederek bu tarzı en yüksek seviyeye ulaştırmıştır. Divan'ı birkaç defa basılmıştır. Kemâl-i Hucendî (ölm/) Kemâlüddîn-i Hucendî. VIII.h. asır ârif ve şâirlerindendir. Maveraünnehir'e bağlı Hucend'de doğdu. Bir süre sonra Tebriz'e giderek Celâyirlilerden Sultan Hüseyin'in hizmetine girdi. /'te Emir Kıpçak Tebriz'e saldırdı ve birçok âlimi kendi başkentine götürdü. Kemâl de bunların arasındaydı. Dört yıl o şehirde kalan Kemâl, daha sonra tekrar Tebriz'e döndü ve orada vefât etti. Ârifâne gazelde üstaddır. Şiirleriyle Hâfız'ı etkilemiştir. Gazel, kıt‘a ve rubailerinden oluşan Divan'ı, Tebriz'de basılmıştır ( Vanlıoğlu-Atalay, ).

9 Husrev : Padişah ve Keyânyânîlerin üçüncüsü ve Siyavuş ibni Keykâvus'un oğludur ki Keyhusrev de derler ve Nuşirvan'ın torunu ve Şirin'in âşıkı Perviz'e de denir. Muarrebi Kisrâ'dır. Nuşirvan'dan Perviz'e kadar Sâsâniler tabakasına ekâsire derler ( Şükün, ). Selmân (Selmân) a.i. Divan şiirinde adı geçen iki meşhur şahsiyetin adıdır. Bunlardan biri Selmân-ı Savecî () diye bilinen ünlü İran şairi olup kasideleriyle ünlüdür. Şairler kendilerini Selmân-ı Savecî'ye benzetmeyi âdet edinmişlerdir. Özellikle kasidelerin fahriye bölümlerinde adı geçer. İkincisi ise Selmân-ı Farisî'dir. Ashab'ın ulularından olup Isfahan'da doğmuştur. Önceleri mecûsî imiş. Bir kilise önünden geçerken içeri girmiş ve hristiyan olmuştur. Daha sonra Şam'a gitmiş ve yeni gelecek peygambere hizmet için Medine'ye geçmiştir. Peygamberimiz'i görüp müslüman oldu. Daha sonra funduszeue.info ile uzun müddet birlikte bulundu. Vefatı yılında Medâyin'dedir. Selmân kelimesinin birşeyler istemek, dilenmek anlamı da vardır. Rivâyete göre Selmân, başkanlığını funduszeue.info'nin yaptığı kırklar'danmış. Kırklar için eline keşkül alıp halktan birşeyler toplarmış. Bunun için tasavvufta Selmân'a çıkmak deyimi yaygınlaşmıştır (Pala, ). Câmî (f.h.i.) : Îran'ın funduszeue.infoırda yetişmiş büyük mutasavvıf, mütefekkir ve âlim şâiri; Fatih'le muhabere etmiştir. Asıl adı Abdurrahman'dır. Birçok manzum ve mensur eserleri vardır. Bizde Câmî adıyla şöhret bulan eseri Arap nahvine âit Kâfiye'nin şerhi olup vaktiyle medreselerde okutulurdu (Devellioğlu, ).

10 Ne var ki Ahmed Hâşim'in aşağıdaki sözleri, bu ihtimalin aslında şiirin gücü için bir kanıt niteliğinde olduğunu göstermektedir: “Bilâ-mübâlağa denilebilir ki, herkesin anlayabileceği şiir, münhasıran dûn şairlerin işidir. Büyük şiirlerin medhalleri, tunç kanatlı müstahkem şehir kapıları gibi sımsıkı kapalıdır. Her el, o kanatları itemez ve o kapılar bazan asırlarca insanlara kapalı durur.” (Ahmed Hâşim, ).

11 Hâsid (a.s. hased'den, c.: hasede, hussâd) : Hased eden, kıskanan, kıskanç (hasûd). Hasûd (a.s. hased'den) : Hasedçi, kıskanç, çekemeyen (Devellioğlu, ).

12 Nâdân (f.b.s.) : funduszeue.info (bkz: câhil), funduszeue.info, kaba, terbiyesi kıt (Devellioğlu, ).

13 Müdde‘î (a.s. da‘vâ'dan) : funduszeue.infoâ eden, dâvâcı. funduszeue.info hükümde ayak direyen, funduszeue.infoçı (Devellioğlu, ).

14 Bu anlamda çağdaş şairlerimiz arasında da benzer düşünceleri olanlar vardır: “Şiir yalnızca bilgiyle yazılmaz, duyguyla yazılır; bilginin duyguya, duygunun imgeye dönüştürülmesi de şairin asıl işidir; yani zanaati.” (İlhan, , ). “Nesrin müvellidi akıl ve mantık; şiirin ise idrâk mıntıkaları hâricinde, esrâr ve mechûlâtın geceleri içine gömülmüş, yalnız münevver sularının ışıkları, gâh u bî-gâh ufk-ı mahsûsâta akseden kudsî ve isimsiz menbâdır.” (Ahmed Hâşim, ). “ Söyleyeceğim sözlerin bilgince olmasından korkuyorum. Şiir hakkında bilgince olmadan da söylenebilecek sözler var.” (Kanık, , 77).

 

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası