tebük seferi suikasti / Tebük gazvesi - Tarih Haberleri

Tebük Seferi Suikasti

tebük seferi suikasti

Hazreti Muhammed&#;e suikast düzenleyen sahabeler ve Harre Olayı! 

İslam’ın platonik aşıklarına göre Hz. Muhammed ve Dört Halife Devri yani Asr-ı Saadet/saadet asrı, İslâm toplumunun model örneğidir. 

Çünkü efsanevi şekilde; Alemin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı kadar kutsal bir sevginin muhatabı Peygamber ve her biri yaşarken cennetle müjdelenen ve yeryüzünün yürüyen melekleri/arkadaşları, tüm insanlığın imrendiği hayat yaşadılar. 

Her Müslümanın yitik rüyası “Asrı Saadet”e dönüş özlemi…

Oysa asrı saadet; sosyal çalkantıların, savaşların, peygamber soyundan gelenlerin boğazlandığı bir zaman kesiti de değil mi! 

Ben söylemiyorum bunları. En muteber İslam kaynakları, siyerkitapları hatta müfessirler söylüyor. 

Haşimi ailesi ile Ümeyye ailesi arasında yaşanan siyasi ayrışma, sonraki süreçte, mezhep formatında dini gerekçelerle temellendirildi.

Sonuç ne oldu biliyor musunuz? 

Peygamberlerine dahi suikast düzenleyecek kadar gözü dönenlerin torunları, yüzlerce yıl binlerce insanın “Allah rızasını kazanmak” uğruna birbirlerini öldürdükleri savaşları tetikledi. 

Asrı Saadet Müslümanları, her biri gökyüzünde yalnız gezen Sahabeler; yoksulluğu, acıyı, sevgiyi, ganimetleri, cariye ve köleleri hatta fersah fersah parselledikleri cenneti paylaştılar ama iktidarı bir türlü paylaşamadılar.

İktidar uğruna öldüler, öldürdüler ve öldürüldüler. Ölen de öldüren de “Allah rızası”na kavuştuğunu umuyordu. Şimdi de öyle değil mi? 

İslam Peygamberi’ne Tebük dönüşü Suikast!..

Bir kaç gün önce, İslamcıların kuyusuna taş atan Soner Yalçın; Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı diğer yol arkadaşları Babacan ve Davutoğlu'nun yeni parti kurma çalışmalarını, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in,Hz. Peygambere Suikast” girişimiyle benzeştirdi. 

Ne alaylısı ne mekteplisi çıkıpta "-Yok öyle birşey" diyemedi. Mektepliler diyemez, çünkü afarozdan ve linçedilmekten korkarlar. 

Alaylılara ne oldu da cevap vermediler ben de şaşırdım. 

Bu mahalleden olmadığı için, “mahalle baskısını iplemeyen  gazeteci” klişesiyle "Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, Bizanslılara karşı yapılan Tebük Seferi dönüşünde Hz. Muhammed'e suikast girişiminde bulundu mu?" diye soruverdi. 

Soner Yalçın, mahalleyi karıştıracak bu iddiasına Endülüslüİslam âlimi İbn Hazm'ın İslam hukukuEl Muhalla” kitabının cildini kaynak gösterdi.

Konuyla ilgili ''İbni Hazm, el Muhalla'sında, Cilt 11, Sayfa 'te şu bilgileri aktarır:
المحلى ج: 11 ص: ( وأما حديث حذيفة فساقط لأنه من طريق الوليد بن جميع وهو هالك ولا نراه يعلم من وضع الحديث فإنه قد روى أخبارا فيها أن أبا بكر وعمر وعثمان وطلحة وسعد بن أبي وقاص رضي الله عنهم أرادوا قتل النبي صلى الله عليه وسلم وإلقاءه من العقبة في تبوك (kısacası Ebubekir, Ömer, Osman, Talha ve Sa'd bin Ebu Vakkas, Tebük'te Rasulullah'ı öldürmeye kalktılar)

Hz. Muhammed'i  Tebük Seferi dönüşünde nasıl öldürmek istediler? 

Tebük, Arabistan’ın kuzeybatısında; Medine ile Şam arasındaki yolun tam ortasında, her iki şehre de eşit uzak­lıkta,  Suriye ile Arap yarımadasını birbirinden ayıran bir yerdi. 

Bizans Ordusunun, “Medine’ye saldırı hazırlığında olduğu” söylentileri üzerine Hz. Muhammed, yerine Hz. Ali’yi vekil bırakarak Bizansordusunu karşılamak üzere yola çıktı. 

Ancak Bizans Kuvvetleri ile hiç bir zaman yakın temas sağlanamadı. 

Hz. Muhammed’e kasıtlı yanlış İstihbarat verilmişti. Amaçları yolda fırsatını bulup, Peygamber’i öldürmekti.

Hz. Muhammed ve Ordusu,Tebük'te on günden fazla kaldıktan sonra Medine'ye dönmek üzere yola koyulduğunda kendilerini bekleyen tehlikeden habersizdi. 

Bu yolculuk sırasında Allah'a ve Peygamber'e inanmamış (İslam ordusunda işleri ne?) olan bir grup, şeytanın (Kureyş uluları) tahrikine kapılarak Hz. Muhammed'e suikast düzenlemeyi kararlaştırdı.

Planları basitti. 

Dağlık bölgeden intikal sırasında Peygamber'in devesi, yanlarından geçerken onu ürküterek Resulullah'ı yakınlardaki bir vadiden aşağı atmasını sağlamak suretiyle öldürmek. 

Medine’deki pazarlık Tebük'e uymadı…

Ordu Şam ile Medine arasında yer alan bir geçide vardığında Hz. Peygamber askerlerine: "İçinizde vadinin tabanı boyunca yol almak isteyenler varsa, orası sizin için daha geniştir" dedi. 

Bunun üzerine askerler vadi tabanı boyunca yol almayı tercih ederlerken, Resulullah'ın kendisi, geçit yolundan gitmeyi uygun gördü. 

Devesini önden Ammar b. Yasir çekerken, arkadan onu Huzeyfe b. Yeman güdüyordu. 

Yolculuk sırasında vadi yolunu tutan Müslüman askerlerden kişilik yüzleri maskeli grup, Hz. Muhammed’i öldürmek amacıyla peşlerine düştü. 

Hz. Peygamber (s.a.a) bu sırada ay ışığında yüzleri örtülü ve kuşku uyandırıcı bir hareket tarzı ile peşinden gelenleri  fark etti. 

Onlara kızarak kendilerine yüksek sesle bağırdı ve Huzeyfe'ye yanlarına kadar yaklaşan yüzü maskeli yabancıların binek hayvanlarının yüzlerine elindeki kamçı ile vurmasını emretti. 

Bunun üzerine adamlar korkuya kapıldılar, Hz. Peygamber'in (s.a.a) içlerinde gizledikleri hain plânı sezdiğini anladılar. 

Bu korku ile insanlar arasına karışarak kimliklerinin ortaya çıkmamasını sağlamak için geçit yolundan ayrılıp hızla gözlerden kayboldular.

Huzeyfe bu canilerin binek hayvanları aracılığı ile kim oldukları belirlendikten sonra üzerlerine gönderilecek kişiler eli ile öldürülmelerini Resulullah'tan (s.a.a) istedi. 

Fakat Rahmet Peygamberi olan Resulullah, onları affetti ve işlerini yüce Allah'a havale etti.

Kur’an’da bu suikast olayı “Sâatü’l-usre” (güçlük zamanı) olarak geçer. (et-Tevbe 9/).

Suikasta katılanlarla ilgili başka kaynaklar da var… 

Mesela İbn Kesir, Tebük/Akabe’de Hz. Peygamber’i (asm) atından düşürmek isteyen münafıkların isim listesini de vermiştir.

Peygamber Efendimiz’e (s.a.a.) yapılan suikast, ElmalılıHamdi Yazır'ın “Hak Dini Kur'an Dili” adlı eserinin 4. cilt sayfasında şöyle anlatılır: 

"Ve nail olmadıkları bir kasıdda bulundular- Tebük'ten Medine'ye avdette münafıklardan on beş kişi geceleyin karanlıkta bir akabenin örgüçlendiği tepede aleyhissalâtüvesselâmı râhilesinden vurup uçuruma itmeğe ittifak etmişlerdi ve Ammar ibn-i Yasir rahilenin yularından çekiyor, Huzeyfe ibnil Yeman da arkasından sevk ediyordu.

Tam o sırada Huzeyfe deve ayak sesi ve bir silah şakırtısı işitir. 

Döner bakar ki yüzleri örtülü bir kavm, 'Hey sizler Allah'ın düşmanları' diye bağırır, onlar da kaçarlar."

Bu eserlerin dışında TebükGazvesi’nden dönüşteki bu suikast olayı, Beyhaki'nin “Kubra” adlı eserinin 8. cildinin sayfasında, İbn-i Hanbel'in Müsned'inde 5. cilt (39/), Megazi-i Vakidi, 3. cilt sayfalarında yazılıdır.

İslam Peygamberi’ni öldürmek isteyenler, maalesef kendi ordusunun, kendi ashabının içinden, bazı münafıklardı. 

Hz. Muhammed suikastçıları teşhis eder etmez yakınlarına söylemiş ve sır katibi Huzeyfe'ye bu suikastçıların isimlerini bildirmişti.

Yarası olan gocunur” hesabı Hz. Ömer'in zaman zaman Huzeyfe'ye “Bu kişiler arasında benim de adım var mı” diye sorduğu da bir  gerçek. 

Durup dururken neden sorsun? 

Boşuna dememişler; "Abdestinden şüphesi olanın namazından şüphesi olur" diye. 

Hz. Muhammed’in peygamberliğinden şüphe ettiğini bizzat Ömer'in kendisi söylüyor ve diyor ki;

"Hüdeybiye günü şüphe ettiğim kadar hiçbir zaman Hz. Muhammed'in peygamberliğinden şüphe etmedim.”

İnanmayan baksın; Kaynaklar: Tefsir-i İbn-i Kesir, cA, s. i 76; el-Kamil Fi't- Tarih, c.2, s; Tarih-i Taberi, c.2, s; Sahih-İ Müslim, Nevevi Şerhi, c, Hüdeybiye Barışı bölümü, s; es-Siret'ul-Halebiyye, Hüdeybiye Barışı bölümü; Mu'cem'ul-Buldan, c.2, s 

Nitekim Prof. Dr. Saffet Köse; M. Reşîd Rızâ'nın, Tefsîru’l-Menâr, Beyrut, ts. (Dâru’l-Ma‘rife), V, kitabını kaynak göstererek, "Bizzat Hz. Peygamber, kendisine suikast düzenleyenleri Allâh’ın emriyle affetmiş ve bu ashabı yönlendirici bir örnek olmuştur" der. 

Hicret’in dokuzuncu yılında Medine'de nüzul eden ayetten oluşan Tevbe Süresi’nde bu menfur suikast girişimine imada bulunulduğu belirtilir. 

Neden Suikast… Neden bu isimler? 

Peygamber’in canına kastedenlerin affedilmesi sadece RahmetPeygamberi olmasıyla açıklanamaz. 

Geleneksel Sünni ekol bu rivayeti, “Şia'nın ekmeğine yağ sürdüğü” gerekçesiyle kabul etmez.

Dünyevi bir konuda en zayıf hadisi bırakın, mevzu hadisi dahi her işlerine dayanak yapanlar bu rivayeti neden şiddetle reddeder? 

Suikaste kalkışanların her birinin, Medine İslam Devleti’nde/toplumunda sosyal konumları güçlü, zengin ve asil aileye mensup oldukları gibi Peygamber’le akrabalık bağları da mevcuttu.  

Dahası bu isimler, “Aşere-i Mübeşşere” (Cennetle müjdelenenler) arasında yer alıyordu.

Suikasti daha da ilginç kılan, “cennetle müjdelenen isimler”in hepsinin Kureyşli olmasıydı. 

İşte bazı kaynaklarda suikastçilerin isimleri açık açık belirtilenlerin tamamı “Ensar” değil “Muhacir”dir.

Yani hepsi Mekkelidir ve Kureyşlidir

Medineli değildir. 

Bence, İslam Peygamberi’nin Medineli sahabe ile daha fazla haşir-neşir olması, Kureyşli dostlarını kıskandırdı. 

Çöl ortasındaki İstikbali parlak İslam Devleti’nin avuçlarının arasından kayıp gittiğini düşündüler. 

Bu bağlamdaki itikadi/kelami yaklaşımlar çerçevesinde Ehl-i Sünnet’in, “Aşere-i Mübeşşere”ye bakış açısı biraz farklı. 

Ehl-i sünnetin çoğunluğuna göre; kişinin dünyada iken yaptığı herhangi bir eylemi veya söylemi hayatının geri kalanında onu dinin mükellefiyetlerinden özgür kılamaz, sorumluluğu devam eder.

Kişinin ibadet ve muamelat alanına ait uygulamalardan ölene kadar mesuliyeti sürer, ortadan kalkmaz. 

Aşere-i Mübeşşere örneğinde olduğu gibi, hiç kimsenin dinin sorumluluklarından muaf olacağı söz konusu edilemez. 

Hz. Muhammed, kayınpederi Ebubekir’i, “Hac Emiri” göreviyle yanından mı uzaklaştırdı? 

Hicretin dokuzuncu yılında, Tebük Gazvesi'nde HazretiMuhammed'in kendisine verdiği en büyük sancağı taşıyan ve ordunun bu gazveye (sefere) hazırlanması için bütün servetini tahsis eden  Hz. Ebubekir, Tebük dönüşü Hazreti Muhammed tarafından hicretin 9'uncu yılında haccın kurallarına uygun şekilde ve emniyet içinde eda edilmesini sağlamak üzere "Emir-i hac" tayin edilmişti.

Ebubekir, katıldığı seriyye ve emir-i hac tayin edildiği günler dışında Hz. Peygamber’den hiç ayrılmamış. 

Bazı İslam tarihçileri, bu görevlendirmeyi Tebük dönüşü İslam Peygamberine düzenlenen suikast girişimiyle irtibatlandırır.  

Demek ki Hz. Peygamber, yeni bir suikaste uğramamak için çareyi, adı geçenlerin en başındaki ismi Medine'den “görev” bahanesiyle uzaklaştırmada bulmuş olmalı. 

Çünkü bir yıl önce Mekke'nin Fetih yılı olan 8. Hicri yılda Mekke'ye  vali atadığı Attab b. Esid, hac emiri olarak tayin edilmişti. Bir görev boşluğu yoktu. 

Hz. Ebubekir’in “Amir-Memur” takıntısı, bilinçaltındaki korkunun eseri mi? 

Hac ile ilgili yeni hükümlerin, “Hac Emiri Ebubekir”e bildirilmesi gerektiği sahabe tarafından Peygamber’e tavsiye edildi. 

Bunun üzerine, yeni hükümlerin hac emirine iletilmesi görevini Peygamber, damadı Hz. Ali'ye verdi. 

Hz. Ali, neden kendisinin gönderilmek istendiğini öğrenmek istiyordu. "Yâ Resûlallah," dedi, "Ben yaşlı olmadığım gibi, hatib de değilim?"

Peygamber Efendimiz, "Bunu, mutlaka ya ben ya da sen götüreceksin. Fakat sen git. Muhakkak Allah, senin diline ve kalbine sebat ihsan eder!" buyurdu.

Bunun üzerine Hz. Ali, derhal Medine'den hareket etti.

Beraberinde Hz. Ebû Hüreyre de vardı. 

Yolda, Hz. Ebû Bekir'e yetişti. Hz. Ebû Bekir ona, "Âmir misin, memur mu?diye sordu.

Hz. Ali, "Memurum" dedi ve geliş maksadını şöyle izah etti:

"Resûlullah (a.s.m.) beni, halka Tevbe Sûresini okuyayım ve ahd sahibine ahdinin tamamlanacağını haber vereyim diye gönderdi."

Peygambere suikast düzenleyen zihniyet, Medine’ye saldırdı, Kabe’yi yıktı, kadınlara tecavüz edildi… 

Bazılarının, öyle olmadığı halde “Vahiy Katibi” diye yücelttikleri Muaviye’nin oğlu Yezid, İslâm tarihinde iki büyük zulmün ve yüzkarasının sorumlusu değil midir?

İslam tarihinin en acıklı olaylarından kabul edilen ‘Kerbela Olayı’ kadar trajik bir başka vakıa da “Harre Olayı”dır. 

Kerbela’da Hz. Hüseyin ile birlikte 72 Müslüman, Yezid’in ordusu tarafından katledilmiştir. 

Bu olay, İslam tarihinde büyük bir kırılmaya neden oldu. Hiç bir Müslüman bu olayı unutmaz. 

Kerbela Şehitleri’ni rahmetle, Yezid’i ve beraberindekileri de bu olaydan dolayı lanetle anar. 

İslam tarihinde Kerbela trajedisinin yol açtığı travmadan daha etkili bir olay daha var ki; izahı çok zor olan “Harre Olayı”.

’de meydana gelen Kerbela olayından sonra Emevi halifesi Yezid, İslam dünyasını kendine biat ettirtti.

Medine’de yaşayan, Hz. Muhammed’in hadislerini, sünnetlerini ve açıklamalarını not eden sahabiler ve sahabilerin öğrencileri tabiinler, Yezid’in hüküm sürdüğü Şam’da, İslam’aaykırı yaşayışı ve halka yaptığı zulümden dolayı Yezid’in halifeliğini tanımadıklarını ilan ettiler.

Yezid’in ordusu, Bizanslı askerlerle Medine'ye saldırdı! 

Yezid, bu gelişme karşısında, Müslim bin Ukbe komutasında 12 bin kişilik bir orduyu Medine üzerine gönderdi. 

Emevi ordusu içinde ittifak yaptığı Bizanslı askerler de bulunuyordu.

Sahabiler ve Medine halkı, şehri savunmak için hendekler kazdı. Ancak şehri savunmaya yeterli asker ve silah olmadığı için Emeviordusu karşısında yenilgi kaçınılmazdı. 

Emevi ordusunun komutanı Müslim bin Ukbe, Yezid’in talimatıyla, işgal ettikleri Medine’yi askerlerine üç gün boyunca yağmalanması için ‘mübah’ kılar. 

Mübah kılınması” demek her türlü mal ve can, yağmacıların insafına bırakılması demektir.

80 civarında sahabi öldürülür, başları kesilir, Şam’a gönderilir. Genç kızlara ve kadınlara tecavüz edilir.

Yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce Müslüman katledilir. 

Genç kızlar cariye, genç erkekler köle olarak alınır.

Evler ve iş yerleri yağmalanır. Evler ve mescidlerde bulunan önemli belgeler yakılır. 

Üçüncü günden sonra, öldürmedikleri Medinehalkını meydanlarda toplayarak “Yezid’in kulu ve kölesi” olarak halifeye itaat edeceklerine dair bağlılık sözü istenir. 

Bazı Müslümanlar, önceki halifelere yaptıkları gibi “Allah’ın kitabı ve O’nun elçisinin sünneti üzere bağlı kalacağım” diye yemin edince bunlar da halkın gözleri önünde katledilir.

Baskı ile “Yezid’in kulu ve kölesi” olduklarını kabul edenler bağışlanır.

Tecavüze uğrayan kadınların doğurduğu çocuklara “Harreçocukları” denilmiştir. 

Acaba diyorum; İslam coğrafyasında emperyalistHaçlı ordularıyla işbirliği yapan hainler, Yemen’de masum binlerce çocuğu öldürenler, bu “Harre çocukları”nın soyundan mı?

.

Ömür Çelikdönmez, seafoodplus.info

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete

Hz. Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlar Tebük'te on küsur gün kaldıktan sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktılar.

Hz. Peygamber'e (s.a.a) Suikast Girişimi

Hz. Peygamber (s.a.a) ve Müslümanlar Tebük'te on küsur gün kaldıktan sonra Medine'ye dönmek üzere yola çıktılar. Bu yolculuk sırasında Allah'a ve Peygamber'e inanmamış olan bir grup, şeytanın tahrikine kapılarak Resulullah'a (s.a.a) suikast düzenlemeyi kararlaştırdı. Bu menfur eylemi Peygamber'in devesi yanlarından geçerken onu ürküterek Resulullah'ı yakınlardaki bir vadiden aşağı atmasını sağlamak suretiyle gerçekleştirmeyi plânladılar.

Ordu Şam ile Medine arasında yer alan bir geçide vardığında Hz. Peygamber askerlerine: "İçinizde vadinin tabanı boyunca yol almak isteyenler varsa, orası sizin için daha geniştir." dedi. Bunun üzerine askerler vadi tabanı boyunca yol almayı tercih ederlerken, Resulullah'ın kendisi geçit yolundan gitmeyi uygun gördü. Devesini önden Ammar b. Yasir çekerken, arkadan onu Huzeyfe b. Yeman güdüyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) bu sırada ay ışığında yüzleri örtülü ve kuşku uyandırıcı bir hareket tarzı ile peşinden gelen birkaç atlıyı fark etti. Onlara kızarak kendilerine yüksek sesle bağırdı ve Huzeyfe'ye binek hayvanlarının yüzlerine elindeki kamçı ile vurmasını emretti. Bunun üzerine adamlar korkuya kapıldılar, Hz. Peygamber'in (s.a.a) içlerinde gizledikleri hain plânı sezdiğini anladılar. Bu korku ile insanlar arasına karışarak kimliklerinin ortaya çıkmamasını sağlamak için geçit yolundan ayrılıp hızla gözlerden kayboldular.

Huzeyfe bu canilerin binek hayvanları aracılığı ile kim oldukları belirlendikten sonra üzerlerine gönderilecek kişiler eli ile öldürülmelerini Resulullah'tan (s.a.a) istedi. Fakat rahmet peygamberi olan Resulullah onları affetti ve işlerini yüce Allah'a havale etti.[1]



[1] - el-Meğazî, c.3, s; Mecmau'l-Beyan, c.3, s; Biharu'l-Envar, c, s

Etiketler :#Hz. Peygamber'e (s.a.a) Suikast Girişimi,

FacebookTwitterGoogle+WhatsApp

seafoodplus.info ( Byte)

Tebuk Gazvesinden Dersler

Tebuk, Vadi'l-Kura ile Şam arasında bir yerdir. Hicretin dokuzuncu yılının (M. ) Receb ayında vuku bulan Tebuk gazvesi, Resulullah (s.a.s.)'in en son gazvesidir. Resulullah (s.a.s.) ashabına, Rum (Bizans)larla savaşmak için hazırlanmalarını emretmişti. Yol uzun, düşman kuvvetli, zaman yaz mevsiminin en sıcak günleriydi. Kuraklık ve kıtlık vardı. Buna mukabil hurmaların olgunlaşıp meyve vereceği, hurma ağaçlarının gölgesinde yaşandığı günlerdi. Böyle bir hayatı bırakıp aç-susuz, uzun bir sefere çıkmak zordu. Bundan dolayı Kur'an dilinde, bu seferin tesadüf ettiği zamana "zorluk zamanı", bu sefere "zorluk gazvesi", bu savaşa katılan orduya da "zorluk ordusu (ceyşu'l-usre)" denmiştir. Resulullah (s.a.s.) savaşa hazırlandığı diğer zamanlarda, nereye sefer düzenleneceğini gizli tutmasına rağmen bu kez alışılanın aksine, böyle bir ihtiyata lüzum görmeyerek Rumlar üzerine gidileceğini bildirmişti. Bunun amacı, yolun uzun, zamanın zor ve düşmanın çok olmasından dolayı, hazırlıkların ona göre yapılmasını sağlamaktı. Resulullah (s. a.s.) sefere çıkmakta kararlıydı. Ashabına yol için hazırlanmalarını emretti. Zenginleri Allah yolunda infaka teşvik edip binek hayvanları vermelerini istedi. Zengin sahabiler de bütün imkanlarını Allah yolunda seferber ettiler.

Ashabın İhlas ve İnfakı

Resulullah (s.a.s.)'in emri üzerine, sahabiler (r. anhum) orduya sadaka, nafaka ve binek hayvanları getirmeye başladılar. Hz. Ebu Bekir (r.a.) malının tamamı olan 40 bin dirhem altın getirdi. Resulullah (s.a.s.) ona: "Kendi ehline herhangi bir şey bıraktın mı?" diye sorunca o: "Onlara Allah ve Resulünü bıraktım" diye cevap verdi. Hz. Ömer (r.a.) malının yarısını getirdi. Resulullah (s.a.s.) ona da: "Kendi ehline herhangi bir şey bıraktın mı?" diye sorunca Ömer (r.a.): "Evet, malımın yarısını" diye cevap verdi. Abdurrahman ibnu Avf iki yüz evkiye altın, Asım ibnu Adiy yetmiş deve yükü hurma getirdi. Hz. Osman (r.a.) ise ordunun üçte birini techiz etti. İbnu Hişam'ın bildirdiğine göre Osman ibnu Affan bu sefer için büyük bir infakta bulundu; öyle ki, o zamana kadar hiç kimse bu kadar infakta bulunmamıştı. Osman ibnu Affan, Tebuk gazvesinde dar durumda olan orduya bin dinar infak etti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) mealen şöyle buyurdu: "Allah'ım! Osman'dan razı ol, çünkü ben ondan razıyım."

Cihada Katılamadıklarından Dolayı Ağlayanlar

Müslümanlardan yedi (diğer bir rivayette yediden fazla) kişi Resulullah (s.a.s.)'in yanına geldiler ve Resulullah (s.a.s.)'den kendilerini bindireceği ve seferde yüklerini yükleyecekleri hayvan istediler. Çünkü kendileri bu imkana sahip değillerdi. Resulullah (s.a.s.) da onlara: "Sizi bindireceğim bir binek bulamıyorum" dedi. Bunun üzerine onlar infak edilecek şey bulamamaktan ötürü üzülerek gözyaşları içinde geri döndüler.

Münafıkların Yeniden Ortaya Çıkışı ve Yaptıkları Planlar

Hudeybiye anlaşmasından sonra münafıklar hayli azalmıştı. Hudeybiye anlaşması ve Mekke'nin fethinden sonra İslam toplumu büyümeye başlamış, İslam ordusu yirmi kat artmıştı. Bu dönemde kendi istekleriyle İslam'ı seçenler olduğu gibi korkuyla İslam'ı seçenler de vardı. Münafıkların lideri Abdullah ibnu Ubey henüz hayattaydı ve münafıklar bloğunun yeniden yapılanmasını başlattı. Tebuk gazvesi sırasında münafıkların hareketi belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Münafıkların seferberlik öncesi faaliyetleri, Müslümanları Resulullah (s.a.s.)'den uzaklaştırmak ve onları dünyanın aldatıcı güzelliklerine çekmek doğrultusundaydı. Bazı münafıklar, Müslümanlarla birlikte sefere çıkmamak için: "Vallahi, kavmim ensar bilir ki, ben kadınlara düşkün bir adamım. Beni Asfar'ın (Rumların) sarışın kadınlarını görünce sabır gösteremeyip bir fitneye düşerim" diyerek mazeret ileri sürdüler.

Münafıklardan bir kısmı da izin istemekle kalmayıp havanın çok sıcak olduğundan bahsederek sefere iştirak eden müminleri de caydırmaya çalışıyorlardı. Münafıkların diğer bir kısmı da Resulullah (s.a.s.)'e gelerek: "Gücümüz yetseydi, sizinle beraber çıkardık" diyerek yalan söylemişlerdi. Münafıkların ordu içindeki durumları da şöyleydi: Devamlı olarak emirlere muhalefet ediyor, ordu içinde fitne çıkarmaya çalışıyorlardı. Planlarının içinde en tehlikeli olanı da Resulullah (s.a.s.)'i bir suikastla öldürme girişiminde bulunmaktı. Medine'deki münafıklara gelince, onlar sığınacakları, İslam düşmanlarına karargah olacak Dırar mescidini inşa etmişlerdi. Ayrıca Resulullah (s.a.s.)'e yahudi Süveylim'in evinde bir kısım münafıkların toplandıkları ve halkı gazadan döndürecek sözler söyledikleri bildirilmişti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) bir grup sahabiyi göndererek o evi ateşe verdi ve orada toplanan münafıkları dağıttı

Hz. Ka'b İbnu Malik ve Arkadaşlarının Durumu

Hz. Ka'b ibnu Malik ile arkadaşları Hilal ibnu Umeyye ve Murare ibnu'r-Rabi'in durumu meşhurdur ve bütün kaynaklarımızda uzun uzadıya anlatılmaktadır. Burada olayın detayına girmeyeceğiz. Fakat biz, bu yazımızdaki "Dersler ve İbretler" bölümünde günümüzün davetçileri için çok önemli bulduğumuz bazı noktalara temas etmeye çalışacağız.

Dersler ve İbretler

Tebuk gazvesi ders, ibret ve öğütlerle doludur. Dolayısıyla günümüz davetçilerinin, Tebuk gazvesini tekrar tekrar okumaları ve ondan çıkarılacak dersler ve öğütler ışığında hizmet ve çalışmalarını sürdürmeleri gerekmektedir. Tebuk gazvesi; zengin Müslümanların fedakarlığı, fakirlerin durumu, münafıkların hile, tuzak ve planları, savaşa gitmemek için uyduruk mazeretler ileri sürerek Resulullah (s.a.s.)'den izin isteyen insanların hali, hiçbir mazeret ileri sürmeden savaşa gitmeyen ve daha sonra Resulullah'a yalan mazeretler ileri sürenlerin durumu, bazı dünyevi sebeplerden dolayı gitmeyen ve daha sonra Resulullah'a doğruyu söyleyerek hiçbir mazeret beyan etmeyen samimi Müslümanların durumu gibi çeşitli yönleri içermektedir. Tebuk gazvesinden çıkarılacak ders, ibret ve öğütleri şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Bütün İslami çalışmalarda Resulullah (s.a. s.)'i ve sahabilerini örnek almak

Resulullah (s.a.s.) ve sahabileri savaşta, barışta, darlıkta, bollukta, kısacası hayatın bütün alanlarında kıyamete kadar gelecek bütün Müslümanlara örnektirler. Dün seferin uzunluğu, düşmanın kuvvetli olması, yaz mevsiminin kızgın sıcaklığı, zamanın kuraklık, kıtlık ve meyvelerin olgunlaşma zamanı olması gibi dünyevi sebepler sahabileri Resulullah (s.a.s.)'in emrini yerine getirmekten alıkoymadığı gibi bugün de makam, mevki, görev ve iş yerleri gibi sebepler hiçbir zaman Müslümanları İslami hizmet ve çalışmalardan alıkoymamalıdır. Dünya, içindeki eşyayla birlikte fanidir. Baki olan Allah'tır. Dolayısıyla dünyanın geçici ama aynı zamanda çekici güzelliklerine kanıp Allah yolunda yapılacak hizmetlerden geri kalmamak gerekir.

2. Zor anlarda yardımlaşma ve dayanışmanın önemi

Resulullah (s.a.s.) Allah yolunda infaka teşvik ve emir buyurduğu zaman zengin sahabilerin bütün imkanlarını Allah yolunda seferber ettikleri görülmektedir. Müslümanların bölük pörçük ve dağınık bir vaziyette oldukları şu asrımızda, dayanışma ve yardımlaşmaya daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Maddi imkanları yerinde olan duyarlı Müslümanlar Allah yolunda infaka davet edildikleri zaman gönül hoşnutluğu içerisinde vermeleri ve kıyamete kadar gelen bütün Müslümanlara örnek olan sahabilerin Allah yolunda mallarını infak ettikleri gibi bugünün Müslümanlarının da mallarını tereddütsüz infak etmeleri gerekmektedir. Şunu unutmamak gerekir ki, malının en azından bir bölümünü Allah yolunda harcamayan bir Müslümandan hayır gelmez.

3. Sorulan sorularla kişilerin genel tavırlarının ve özelliklerinin ortaya çıkarılması

Resulullah (s.a.s.) infaka katılan sahabilerin arasında Ebu Bekir ve Ömer (seafoodplus.info)'a: "Kendi ehline herhangi bir şey bıraktın mı?" sorusunu ayrı ayrı yöneltmesi büyük önem arz etmektedir. Hz. Ebu Bekir'in: "Onlara Allah ve Resulü'nü bıraktım", Ömer'in de: "Evet malımın yarısını bıraktım" diye cevap vermeleri ayrı bir önem taşımaktadır. Bugünün dava liderleri de, kendi maiyetlerindeki şahısların genel tavırlarını ve özelliklerini anlayabilmek için onlara çeşitli sorular sorabilir ve aldıkları cevaplar doğrultusunda teşhislerini koyabilirler.

4. Allah yolunda İslami hizmetlerde harcanacak malın bulunmamasına üzülmek

Maddi imkanların yerinde olması halinde infak etmek, olmaması halinde de üzülmek ve ağlamak gerçek ve samimi Müslümanların şiarıdır. Görülüyor ki, bazı Müslümanlar yoksul oldukları zaman geçimleri samimi ve fedakar Müslümanlar tarafından karşılanıyor. Ama yoksulluk devri bitip herhangi bir şekilde durumları iyileştiği zaman mallarının az bir bölümünü bile Allah yolunda harcamamak için samimi Müslümanları gıybet ve itham ederek başkalarını suçlayıcı tavırlar içine giriyor ve kendi cimriliklerini haklı çıkarmak için de uyduruk mazeretler ileri sürmeye başlıyorlar. Biz "ama", "fakat" ve "lakin"leri bırakalım ve canımızda, malımızda ve vaktimizde İslami standartlara uygun fedakarlık zırhına bürünelim. Bize yaraşan budur. Yoksa Sa'lebe'leşmenin hiçbir manası olmadığı gibi hiçbir faydası da yoktur. Hep birlikte Sa'lebe'nin yolunda değil Ebu Bekir ve Ömer'in yolunda yürüyelim.

5. Uyduruk ve yalan mazeretler ileri sürmenin münafıkların alametlerinden olması

Münafıklar ve münafık olmayan ama kalpleri hasta olan bazı Müslümanlar İslami hizmetlere iştirak etmemek için yalan mazeretler uydurmakta gayet mahirdirler. Şeytanın yardımıyla da hemen mazeret uydurabilirler. Örneğin, Resulü Ekrem (s.a.s.) münafıkların liderlerinden Cid ibnu Kays'a (ki Hudeybiye'deki Rıdvan beyatına bu adamın dışında herkes katıldı. Hatta iki defa beyat edenler oldu. Ancak o beyat etmemek için develerin altında saklandı.): "Ey Cid! Bizimle birlikte Rumlar üzerine gitmek ister misin?" diye sorduğunda münafık Cid: "Ya Resulullah! Bu seferde bana izin verseniz de, beni fitneye düşürmeseniz olmaz mı? Vallahi, kavmim ensar bilirler ki ben kadınlara düşkün bir adamım. Rumların sarışın kadınlarını görünce sabredemeyip bir fitneye düşerim" dedi. Resulü Ekrem (s.a.s.) ondan yüzünü çevirerek: "Sana izin verdim" buyurdu. Bunun üzerine şu mealdeki ayeti kerime nazil oldu: "Onlardan bir de: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" diyen var. İyi bilin ki, onlar zaten fitnenin içine düşmüşlerdir. Cehennem de kafirleri kuşatacaktır." (Tevbe, 9/49)

Yine münafıklardan bir kısmı Resulü Ekrem'e gelerek: "Gücümüz yetseydi sizinle beraber çıkardık" diyerek yalan söylemişlerdi. Bunların durumu da Resulü Ekrem'e vahyedilmiş ve onlar hakkında şu mealdeki ayeti celile inmiştir: "Eğer (savaşa) çıkmak isteselerdi onun için hazırlık yaparlardı. Ama Allah onların savaşa çıkmalarını hoş görmedi ve onları durdurdu. Kendilerine: "Oturanlarla birlikte siz de oturun" denildi." (Tevbe, 9/46) Bu her iki olay da çok anlamlıdır ve çok şeyi ifade etmektedir. Tabii ki ahiret menfaatini dünyevi menfaatlere üstün tutan aklı selim sahipleri için.

Bugün İslami davayı omuzlayanların yukarıda anlatılan her iki olayı daima göz önünde bulundurmaları gerekmektedir. Belli bir sorumluluk sahibi bir Müslüman kendine verilen vazifelerde asla gevşek davranmamalı, şer'i mazeret olmadan gerekli etkinliklerden geri kalmamalı ve programını uygulamalıdır. Vazifelerinde gevşek davrandığı veya programını uygulamadığı zamanlarda da yalan ve uyduruk mazeretlere tevessül etmemelidir. Ayrıca sorumluluk sahibi diğer Müslümanları şüpheye düşürecek söz ve davranışlardan mutlaka kaçınmalıdır. Zira bu tür şeylere bulaşmak nifak kanserine yakalanmanın alametidir ve bunun kıyamet gününde vebali de büyük olur. Şu halde bu müzmin hastalığın belirtilerini taşıyan kardeşlerimize, zaman kaybetmeden bir an önce tedavi olmalarını yani tevbe edip Allah'a sığınmalarını tavsiye etmeliyiz. Şunu da unutmamalıyız ki bizim için örnek Cid ibnu Kays'lar ve İbnu Selul'ler değil, Resulullah (s.a.s.) ve sahabileri (r. anhum)dir.

6. Dünyanın çekiciliğine aldanmanın zararı ve içiyle dışının bir olmasının önemi

Hz. Ka'b ibnu Malik (r.a.) savaşa katılmak niyetindeydi. Ancak atına güvendiği için "biraz geç de çıksam,caligjpg ( Byte) arkadan yetişirim" diye düşündü ve bahçesindeki soğuk suların ve ağaçların serin gölgesinin oluşturduğu rehavete kapılarak önce orduyla birlikte sefere çıkmayı erteledi. Sonra da artık gitmesinde fayda olmayacağını düşünerek gitmedi. İslam ordusu dönünce seferden geri kalanlar Resulullah'a gelerek mazeret beyan ettiler. Ama Ka'b, hiç bir mazeret ileri sürmedi ve doğru neyse onu söyledi. Ka'b'dan önce de Bedir gazvesine katılan Hilal ibnu Umeyye ve Mürare ibnu'r-Rebi adındaki sahabiler de hiç bir mazeret beyan etmemişlerdi. Resulullah (s.a.s.) onları affetmediği gibi onlarla konuşmayı kesti ve sahabilerin de (r. anhum) onlarla konuşmamalarını emretti. Bütün ashab verilen emre uyarak onlarla konuşmayı kesti. Ka'b (r.a.) en sevdiği amcasının oğlunun yanına gidiyor selam veriyor, onunla konuşuyor ama amcasının oğlu selamını almıyor, cevap vermiyor ve ondan yüz çeviriyordu. Daha sonra Resulullah (s.a.s.) onlara haber göndererek hanımlarına yaklaşmamalarını emretti. Onlar da bu emre uydular. Böylece geniş olan dünya Ka'b'ın başına dar gelmeye başladı. Bundan da daha zoru o sırada Gassan oğulları sultanından ona bir mektup gelmesi oldu. Mektupta, Resulullah'tan ve sahabilerinden gördüğü -haşa- bunca hakareti haketmediğini, memleketinin kapısının ona açık olduğunu ve eğer gelirse ona layık olduğu değerin verileceğini ifade eden sözler yer alıyordu. Ka'b mektubu okuyunca daha bir sıkıntıya düştü. Ama imanı onun ikinci bir hataya düşmesine engel oldu. Tam elli gün süren bu zor durumdan sonra Arş-ı A'la'dan onların tevbelerinin kabulüyle ilgili ayetler indi. Sahabiler bu duruma sevinerek onları tebrik etmeye geldiler.

Ka'b ve arkadaşlarının olayında, mal, mülk ve makamın zaman zaman rehavete ve hizmetten geri kalmaya sebep olması gibi dikkat edilmesi gereken bir çok önemli nokta vardır. Bu olayda ibret verici en önemli husus ise, her ne sebeple olursa olsun Ka'b'ın sefere çıkmadığı için cezai müeyyideye tabi tutulması ve onun sabretmesidir. Ka'b için en zoru İslami cemaatten ayrı kalması ve başkaları tarafından kendi saflarına davet edilmesiydi. Günümüzde İslami davaya gönül verenlerin de böyle durumlarla karşı karşıya kaldıkları zaman Hz. Ka'b'ın yolunu izlemeleri gerekir. Oysa günümüzde bazen yaptıkları yanlışlardan dolayı bir azar işitenler bile kendilerini haklı çıkarabilmek için kendilerini azarlayanları, yanlışlarını düzeltmelerini isteyenleri suçlamakta hatta bazı zayıf kalpliler iftira atma yoluna bile başvurabilmektedirler. Oysa bu hareketleriyle hem dünyalarını hem de ahiretlerini yıkıyorlar da farkında olmuyorlar. Allah cümlemizi hakkı görüp ona uyan, batılı görüp ondan sakınan kullarından eylesin.

Sadullah Ergün

Kaynak: Vahdet dergisi

by Muhammed Faruk

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir