Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un kitaplarından Kırmızı Saçlı Kadın romanının özetini ve kahramanlarını anlattık.
Konu, Nobel ödüllü bir yazarın romanları olduğunda okurların beklentileri daha yüksek oluyor. İlk romanından itibaren her romanında okurlarının beklentilerini boşa çıkarmayan Orhan Pamuk’un, yılında okuyucu ile buluşan Kırmızı Saçlı Kadın adlı romanının da beklentileri karşıladığını düşünüyorum. Orhan Pamuk hakkında daha fazla bilgi almak için “Orhan Pamuk’un Hayatı ve Eserleri” başlıklı yazımıza göz atabilirsiniz. Birçok romanında Doğu ve Batıyı karşı karşıya getiren Orhan Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın adlı romanında da Doğu ve Batı karşılaşması yapmaktan geri durmaz. Kırmızı Saçlı Kadın romanında Batının, babayı öldürmek (Kral Oidipus) ve Doğunun, oğlu öldürmek (Rüstem ve Sührab) konuları karşı karşıya görüyoruz. Bu konular üzerinden Doğu ve Batı dünyaya bakış açılarının karşılaştırıldığını da rahatça görebilmekteyiz. 80 Darbesi sonrasında ailelerin üzerindeki bıraktığı etkilerin ve o dönemdeki gruplaşmalara da değiniyor olması Kırmızı Saçlı Kadın romanının bir artısı olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazımızda Kırmızı Saçlı Kadın romanının konusuna kısaca değindikten sonra romanın özetini yapacağız. Kırmızı Saçlı Kadın romanının özetini yaparken olay akışlarındaki ayrıntılara fazla değinmeden kısa bir özet yapmaya ve roman içerisindeki kahramanlar hakkında bilgi vermeye çalışacağız.
Babası tarafından terk edilen Cem’in kuyucu çırağı olarak gittiği Güngören’de Mahmut Usta ile kuyu kazarken öğrendiklerini, Güngören’de gördüğü kırmızı saçlı kadın’a aşık olmasını ve Güngören’de yaşadığı tüm bu olayların geri kalan hayatını şekillendirmesini anlatır.
Cem’in babası eczacılık yapmaktadır. Siyasi bir geçmişi olduğu için eczaneye sık sık eski arkadaşları gelir. Cem, babasının bu arkadaşlarını sadece babasına yemek götürdüğü zamanlar görür. Cem’in babası bir gün babası ortadan kaybolur. Babasının daha önce de böyle ani kayboluşları olsa da bu sefer ki gidişinin farklı olduğunu annesinin hal ve hareketlerinden fark eder. Cem, babası gittikten sonra maddi olarak sıkıntı çekmeye başladığı için çalışmak zorunda kalır. Beşiktaş’taki bir kitapçıda çalışmaya başlayan Cem, işinden çok memnundur. Kitaplarla ilgilenmeyi oldukça sever. İleride yazar olmak gibi bir hayali vardır.
Maddi durumları daha kötüye gitmeye başlayınca annesi ile Adapazarı’nda oturan teyzesinin yanına taşınırlar. Eniştesi, Cem’e yazın çalışabilmesi için bir iş bulur. Tarlaya bekçilik yapacak olan Cem, çalıştığı sıralarda kuyu kazan Mahmut Usta ve çırakları ile tanışır. Cem’i seven Mahmut Usta, Adapazarı'ndaki işi bittikten sonra başka bir işe gideceğini Cem’e söyler ve çırak olarak gelmesini ister. Hem kuyu kazma işi ilgisini çektiği için hem de parası iyi olduğu için işi kabul eder ancak önce annesinden izin almalıdır. Annesinden izin alma işini Mahmut Usta halleder. Mahmut Usta, Cem’in annesine Cem’in kuyuya hiç girmeyeceğine dair söz verir.
Cem ve Mahmut Usta bir kamyonet ile İstanbul’un dışında kalan Öngören adlı kasabaya giderler. Kasabaya vardıklarında ilk iş olarak malzemeleri indirir ve gece kalacakları çadırı kurarlar. Ertesi gün işveren Hayri Bey ile tanışırlar. Hayri Bey, Mahmut Usta’ya araziyi gezdirirken kuracağı dokuma fabrikasından bahseder. Hayri Bey, yanında getirdiği Ali adlı çalışanını Mahmut Usta’ya yardım etmesi için bırakır.
Mahmut Usta araziyi dolaştıktan sonra kuyuyu kazacağı yere karar verir. Hemen işe koyulurlar. Mahmut Usta kazma işini yaparken Cem ve Ali ise çıkan toprakları taşır. Gündüz çalışanlar akşamları ise kendi yaptıkları yemeği yer ve çoğunlukla çekmeyen televizyondan bir şeyler izlemeye çalışırlar. Çalıştıkları araziye yakın olan Öngören kasabasına da uğrarlar. Cem ilk gittiği gün bir aile ile karşılaşır; Ancak Cem’in ilgisini çeken aile değil ailenin içindeki Kırmızı Saçlı Kadın’dır. Cem ilk görüşte bu kadına aşık olur. Daha sonraki akşamlarda Öngören’e Kırmızı Saçlı Kadın’ı görebilmek umudu ile gider ancak bunu uzun bir süre başaramaz. Öngören’e gitmediği günlerde Mahmut Usta’nın anlattığı masalları dinleyen Cem, Mahmut Usta’yı babası gibi görür. Mahmut Usta ile Öngören’e gittikleri bir gün Kırmızı Saçlı Kadın ve ailesini görür. Nereye gittiğini Mahmut Usta’ya belli etmeden peşlerine takılır. Kırmızı Saçlı Kadın ve ailesini gittikleri meyhaneye kadar takip eder. Meyhanenin camından Kırmızı Saçlı Kadın’a bakarken Kırmızı Saçlı Kadın’da ona bakar. Kırmızı Saçlı Kadın ve ailesi ile burada tanışır. Biraz konuştuktan sonra Cem, Kırmızı Saçlı Kadın ve yanındakilerin bir aile değil tiyatrocu bir grup olduğunu anlar. Cem sonraki günlerde tiyatro çadırının etrafında dolaşmaya başlar. Kırmızı Saçlı Kadın’ı görebilmek umudu ile aynı meyhaneye gittiğinde Kırmızı Saçlı Kadın’ın kardeşi sandığı Turgay ile karşılaşır. Turgay’dan tiyatro çadırına girebilmek için izin ister. Turgay, bardağa doldurduğu rakıyı tek seferde içerse istediğini yapacağını söyler. Cem tereddüt etmeden istediğini yapar. Sözleştikleri gün Turgay meyhanede yoktur. Onun yerine başka biri Cem’i tiyatro çadırına sokar. Cem o akşam Kırmızı Saçlı Kadın’ın oyunculuğu karşısında büyülenir. Daha önce çalıştığı kitapçıda okuduğu Kral Oidipus’u bu kez tiyatro olarak izler. Son oyunda da Rüstem ve Sührab’ı izlese de bu hikaye hakkında bir şey bilmeyen Cem, Kral Oidipus’u daha önce Mahmut Usta’ya anlattığında Mahmut Usta’nın hikayeyi hiç beğenmediğini düşünmüştü. Tiyatronun sonunda Cem ve Kırmızı Saçlı Kadın, beraber Öngören sokaklarında dolaşırlar. Birçok konudan bahsettikten sonra Kırmızı Saçlı Kadın’ın kaldıkları eve giderler. Kapı önünde konuşmaları devam eder. Bu konuşmalar sırasında Kırmızı Saçlı Kadın’ın Turgay ile evli olduğunu ve Turgay’ın İstanbul’a gittiğini öğrenir.
O gece Cem ve Kırmızı Saçlı Kadın birlikte olurlar. Cem daha fazla vakit kaybetmeden çalıştıkları araziye gitmek için yola koyulur ancak çadıra sabah saat dörtte gelebilir. Cem, Mahmut Usta’nın sorularını ufak yalanlar söyleyerek geçiştirir. Sabah erkenden kalkar ve Mahmut Usta’ya yardım etmeye başlar.
Mahmut Usta, uzun zamandır kazıyor olmasına rağmen suyu bulamamıştır. Hayri Bey işin uzamasına çok sinirlenir. Birkaç kez ikaz ettikten sonra Mahmut Usta’ya ödeme yapmayacağını ve yardım etmeyeceğini söyleyerek Ali’yi de alarak araziden gider.
İşler, Kırmızı Saçlı Kadın ile yaşadığı gecenin ardından uykusuz kalan Cem’e Ali’nin yokluğunda daha da zor gelir. Kırmızı Saçlı Kadın ile birlikte oldukları geceden sonraki gün Mahmut Usta’ya yardım etmekte zorlanır. Mahmut Usta’nın uyarılarına rağmen uykusuz ve yorgun olduğunu kabul etmez. Kuyunun dibinden çektiği kovayı elinden kaçırınca kova kuyunun içine düşer. Mahmut Usta’ya seslense de Mahmut Usta’dan cevap alamaz. Ne yapacağını bilemeyen Cem, yardım çağırmak için Öngören’e koşar. Kırmızı Saçlı Kadın’dan yardım istemek için evlerine gider ancak kapıyı başka biri açar. Kırmızı Saçlı Kadın ve diğerlerinin gittiğini söyler. Telaş içinde doğru düzgün düşünemeyen Cem araziye geri döner. Bir umut kuyuya yaklaşsa da değişen hiçbir şey olmamıştır. Eşyalarını toplayarak Öngören’deki ilk trene biner ve Öngören’den kaçar.
Cem eve döndükten sonra kimseye bir şey anlatmaz. Uzun bir süre polislerin gelip kendisini tutuklayacağını düşünerek geçirir. Vicdan azabından hiç kurtulamaz. Dershaneye yazılarak üniversite sınavına hazırlanır. Bu süreçte eski işi olan kitapçıda çalışır. Üniversitede jeoloji mühendisliğini seçer. Okuduğu üniversiteye eniştesinin akrabası olan Ayşe adında bir kız gelir. Eczacılık okuyan Ayşe’ye eniştesinin hatırına yardım eder. Zamanla iyi arkadaş olurlar ve bu arkadaşlık yerini ilişkiye bırakır. Üniversiteden sonra da evlenirler. Cem hayatını düzene sokmuş olsa da Öngören’de olanları, Mahmut Usta’yı ve Kırmızı Saçlı Kadın’ı unutamaz.
Cem ile Ayşe’nin çocukları olmayınca doktora başvururlar; Ancak hiçbir ilerleme kaydedemezler. Zamanla çocuk yapma fikrinden vazgeçerler. Cem, mühendis olarak çalışır. Üniversiteden bir arkadaşının ısrarı ile yurt dışındaki şirketlerde de işler yapar.
İlerleyen yıllarda Ayşe ile bir inşaat firması kurarlar. Bu firmanın adını “Sührab” koyarlar. Sührab kısa sürede büyür. Şirketi Ayşe yönetirken Cem de daha büyük bir firmada çalışır. Sührab kısa sürede büyüyünce işinden ayrılan Cem, Ayşe’ye yardım etmeye başlar. Sührab yatırım olarak birçok yerden arsa satın alır. Bu yerlerden biri de Öngören’dir.
Enver adında biri tarafından Cem’e velayet davası açılır. Enver, Kırmızı Saçlı Kadın’ın oğludur. Yapılan testler sonucu Enver’in Cem’in babası olduğu anlaşılır. Cem bu mahkeme olaylarından Ayşe’ye bahsetmez ama Ayşe daha sonra bunu öğrenecektir.
Öngören’de iş yapmaya başlayan Sührab’ın sahibinin gençliğinde Öngören’de kuyucu çıraklığı yapmış olması Öngörenlilerin arsalar için daha çok para istemelerine sebep olur. Cem, bu olaylar için kendisi ile görüşen bir Öngörenliden Mahmut Usta hakkında bilgi alır. Mahmut Usta, kuyuda ölmemiştir. Sührab’ın Öngören’de daha iyi bir izlenim bırakabilmesi için Cem Öngörende bir konuşma yapar. Bu konuşma sırasında ilk aşkı olan Kırmızı Saçlı Kadın’ı görür. Konuşma sonrası bir köşeye çekilerek uzun uzun sohbet ederler. Cem, Enver’i görmek istese de Enver, babasını görmek istemez.
Cem, etkinlik sonrası Mahmut Usta ile kazdıkları kuyuyu görmek ister. Geçen yıllarda Öngören çok büyüdüğü için yanına birini isteyince Kırmızı Saçlı Kadın bu iş için Serhat adında birini önerir. Serhat ve Cem sohbet ederek yürümeye başlar. Serhat, Cem’e sürekli iğneli laflar kullanır. Kuyuya vardıklarında Serhat, dokuma fabrikasına girilebilecek bir yer bulup geleceğini söyleyerek karanlıkta kaybolur. Yalnız kalan Cem karanlıkta biraz bekledikten sonra çalan telefonunu açar. Ayşe, Cem’e kızarak yanındaki kişinin Enver olabileceğini söyler. Telefonu kapattıktan sonra Serhat yolu göstermek üzere geri gelir. Fabrikadan içeri girer ve kuyunun yanına giderler. Konuşurken Ayşe’nin söylediklerini dikkate alan Cem, yanındakinin Enver olduğunu anlar. Baba oğul karşılıklı tartışırlar. Tartışmanın kızıştığı bir sırada Cem yanında getirdiği tabancasını çıkarınca birbirlerine girerler. Boğuşma sırasında ateş alan tabanca Cem’in gözüne denk gelir ve kuyuya düşer.
Gazeteler bu durumu oğlun miras için babasını öldürmesi olarak yazar ancak silahın Cem’in üstüne kayıtlı olması ve durumun nefsi müdafaa olması Enver’in suçunu hafifletir.
Cem : Romanın başkarakteridir. Gençliğinde yaptığı kuyucu çıraklığı romanda önemli yer tutar. Jeoloji mühendisi olması da bu yüzdendir. Kuyucu çıraklığı yapmadan önce yazar olma hayalleri kuran Cem, Akın isimli solcu bir babanın oğludur. Babasının solcu olması ve genç yaşta ailesini terk etmesi Cem’in kişiliğinde etkilidir. Cem, babasından bıraktığı boşluğu Mahmut Usta ile doldurmaya çalışır. (Bu durum romanda sıkça vurgulanır) Cem’in kişiliğinin oluşmasında etkili iki olay vardır: Kırmızı Saçlı Kadın ile birlikte olması ve Mahmut Usta’nın öldüğünü sanması. Bu olaylar dışında Kral Oidipus, Rüstem ve Sührab hikayeleri iç dünyasında önemli etkilere sahiptir. Bu etkiler oğlu Enver ile karşılaştığında yanlış hareketler yapmasına ve ölümüne sebep olur.
Kırmızı Saçlı Kadın: Gerçek adı Gülcihan’dır. Tiyatro sanatçısıdır. Romanda sürekli olarak Kırmızı Saçlı Kadın olarak bahsedilir. Cem’in ilk aşkı olan Kırmızı Saçlı Kadın romana da ismi verilen kişidir. Gençliğinde Cem’in babası Akın ile bir ilişkisi olsa da Cem’in babasının ailesine geri dönmesinden sonra solcu ekibin liderlerinden Turhan ile evlenir. Turhan’ın ölümünden sonra da Turhan’ın kardeşi Turgay ile evlendirilir. Turgay ile bir tiyatro ekibi kurarlar. Öngören’e geldiğinde Cem ile tanışır. Cem’in, babası Akın’a benzemesi ilgisini çeker. Cem ile Akın’ın baba-oğul olduklarını tiyatro çıkışı Cem ile konuşurken anlar. Cem ile birlikteliğinden hamile kalsa da çocuğun babasının kim olduğu hakkında uzun süre şüphe duyar.
Mahmut Usta: Deneyimli bir kuyucudur. Romanda Cem’in üzerindeki etkisi oldukça önemlidir. Çok belli etmese de Cem’i sever. Cem’i birçok yanlıştan korumaya çalışır. Cem için baskıcı, otoriter bir baba kimliğindedir. Cem, Mahmut Usta’yı öldü bilse de sadece yaralanmıştır. Mahmut Usta, Kırmızı Saçlı Kadın tarafından kurtarılır. Cem gittikten sonra suyu bulur ve bu kuyudan sonra işleri gittikçe açılır. Cem Öngören’e gelmeden yıl önce vefat eder.
Enver: Cem ve Kırmızı Saçlı Kadın’ın oğludur. Muhasebe okuyan Enver, babası gibi yazar olma hevesindedir. Şiirleri birkaç dergide yayınlanmıştır. Hayatında büyük bir başarı gösteremez. Parasız olmaktan çokça şikayet eder.
Ayşe: Cem’in eşidir. Cem’in eniştesinin akrabası olan Ayşe, Cem ile de üniversitede bu vesile ile tanışır. Eczacılık okur. Cem’e her zaman destek olur.
Turgay: Kırmızı Saçlı Kadın’ın kocasıdır. Cem’in Kırmızı Saçlı Kadın ile tanışmasını kolaylaştırır. Abisinin karısı ile evlendiği için problemleri vardır. Enver ve Kırmızı Saçlı Kadın’a zor zamanlar geçirtir.
Kaynaklar
Pamuk Orhan, Kırmızı Saçlı Kadın, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, , 1. Baskı
FacebookTwitter
Her birini iyi edebiyatın tadını çıkararak okusam da bazılarını daha çok sevdiğim romanlarına geçtiğimiz günlerde bir yenisini ekledi Orhan Pamuk: Kırmızı Saçlı Kadın. Kitabı yayımlayacağı tarihi bir yıl kadar önce basılan Kafamda Bir Tuhaflık için yaptığı söyleşilerinde bildirmişti. Bu nedenle kimsenin “Bu kadar kısa zamanda yeni bir roman mı?” diye şaşırmasına gerek yoktu Şimdi de bir sonraki romanının tarihini veriyor bize: sonbaharı. Pamuk’un bir yazar olarak işini bu kadar planlı, programlı yürütmesi hayranlık uyandırıyor. Son romanında anlattığı kuyucu gibi, o da toprağını ustalıkla derinleştiriyor. Konuları farklı olduğu halde ortak temalarla birleştirdiği romanlarından büyük bir yapı inşa ediyor. Başka bir ifadeyle, yazarın arkasında usta bir zenaatkar da çalışıyor. Bugüne kadar, “saf ve düşünceli romancı”yı her zaman ince bir dengede tutmayı başardı Orhan Pamuk. Metnin arkasına çelik bir konstrüksiyon gibi yığdığı bilgi ve araştırmanın, edebiyatın hassas perisini uçurmamasına özen gösterdi. Hem etkileyici anlatımıyla yoğun edebi tadlar yaşattı bize, hem de arka plandaki çalışma ve bilgi zenginliğiyle şaşırttı. İşte bu hassas denge, son romanında ikincisi lehine biraz bozulmuş gibi. Pamuk’un daima geride tutmaya özen gösterdiği araştırma ve düşünce yığını Kırmızı Saçlı Kadın’da epece öne geçmiş görünüyor. Kendisi de bu romanı “felsefi roman” olarak sundu okura.
Orhan Pamuk, otuz yıldır biriktirdiği malzemesini on dört ay önce kurgulamaya başladığında kısa bir roman yazmak amacıyla çıkmış yola. Kitabın ilk dikkate çarpan yönü kısalığı. Ancak Beyaz Kale’yi hatırlatarak, bu romanın Pamuk külliyatındaki farkının kısalığında değil, anlatım biçiminde olduğunu söyleyeceğim. Hacim bir yana, cümlelerde de kısa yazmayı tercih etmiş Pamuk. Alışık olduğumuz uzun, betimleyici dili bırakmış, işlek, kısa, bildirme cümleleri kullanmış bu defa.
Romanın merkezinde, oğulların üzerindeki baba kompleksini, Doğu ve Batı kültürlerinin kadim anlatılarından yola çıkarak yorumlama düşüncesi var. Bunun yanı sıra, 12 Eylül ve öncesine ait eleştirel dokunuşlar, İstanbul’un çarpık kentleşmesi, bir delikanlının yaşadığı ilk aşkın ve cinsel deneyimin etkileri gibi her biri başlıbaşına önemli konulara da yer verilmiş. Bu yoğunluk, kendisine durmadan “iki yüz sayfayı aşma” telkinleri yapan yazarı hayli zorlamışa benziyor. İçindeki “öteki Orhan”ın yazma sürecinde bu duruma sık sık isyan ettiğini hayal ettim.
Romanın bakış açısı öncekilerde olduğu gibi olayları yaşayan erkek anlatıcıya göre kurulmuş. Kitap, yine ironisini ancak romanın sonunda tattıran çarpıcı bir cümleyle açılıyor: “Aslında yazar olmak istiyordum. Ama anlatacağım olaylardan sonra jeoloji mühendisi ve müteahhit oldum.” Bu sözler, elimizde tuttuğumuz romanın anlatıcısına ait olunca daha başlar başlamaz merak duygumuzu ele geçiriyor Pamuk. Bir mühendisi yazarlığa götüren süreçte hikâyeye ne taklalar attıracağını düşünerek heyecanla sürdürüyorsunuz okumayı. Ben de öyle yaptım. Ama sayfalar ilerledikçe elimde çok farklı bir Orhan Pamuk romanı tuttuğumu da anlamıştım. Pamuk, kendisini kimi okurların gözünde “zor yazar” yapan, kimi okurlarına da edebi hazlar yaşatan tarzından epeyce uzaklaşmış görünüyor bu kitapta. Romanın kısa cümleleri bir yana, olayların hızla gelişmesi ve sonuçlanması da Pamuk’un alışageldiğimiz ağır tempolu, dolambaçlı metinlerinden çok farklı.
Pamuk çapındaki bir romancı bunu elbete planlayarak yapacağından, işin içinde bir “neden” aramaya başladım ben de. Acaba bütün bunlar, hikâyenin sonunda ortaya çıkan anlatıcının gerçek kimliğiyle açıklanabilir miydi? Roman, hapisteki bir gence kendini temize çıkarması amacıyla yazdırılmıştı. Bize anlattıkları, kendisine aktarılan bilgiden ibaretti ve bu durum kimi zaman özetleme tekniğiyle hızla ilerleyen metnin özellikle ikinci bölümde yoğunlaşan kuru ve didaktik üslubunu da anlaşılır kılabilirdi. Ne var ki yazarla yapılan söyleşilerden, hızlı ve kısa yazmaktaki amacının sürükleyici bir roman kurgulamak olduğunu öğrendik.
Romanın merkezinde, Doğu ve Batı toplumlarında birey olma sürecinin nasıl geliştiği sorusu var. Bunun için baba-oğul arasındaki iktidar mücadelesini anlatan iki eski metinden (Oedipus ve Şehname) hareket etmiş Orhan Pamuk. Sanki, yazmaya başlamadan önce bu ve benzeri metinlerden, efsanelerden, bilinç altına sızmış davranış modellerinden, Freud ve Jung’un teorilerinden süzüp çıkardığı bir “fikir” oluşturmuş da diyebiliriz. Daha sonra, Kemal Tahir’in romanlarında olduğu gibi bu fikri somutlaştıracağı bir hikâye kurgulamış. Başka bir ifadeyle, romanda sık sık sözü edildiği gibi, hayatın toplumsal bilinçaltına sızan efsaneleri taklit ederek tekrarladığı düşüncesini yansıtabileceği kişiler yaratmış. Olaylar, tekrar tekrar anlatıldığı için zihnimize yerleşen bu fikir kalıbının içinde rahatça akıp gidiyor. Babalar ve oğullar arasındaki iktidar savaşından söz edildikçe kitabın sonunda bu tüfeğin patlayacağından öylesine emin oluyoruz ki ortaya bir “oğul” çıktığında Cem gibi biz de fazla şaşırmıyoruz. Kısacası, romanı kurgularken yaşantıdan çok fikirlerden yola çıkmış Orhan Pamuk. Hikâyenin akışında da yaşantıdan çok fikirlere yer vermiş. Oysa, Cem’in babasından aldığı yüzme dersi gibi, teorinin neredeyse beş duyu organını harekete geçirerek yaşantıya evrildiği bölümleri daha fazla okumak isterdim. Romanın hızına ve kısalığına en çok hayıflanma nedenim de bu oldu.
Bildiğim kadarıyla baba-oğul arasındaki iktidar ilişkisinin kültürel bilinçaltını gösteren ve bunu metinlerarası karşılaştırma yöntemiyle ele alan bir başka romancımız yok. Bireyleşme sancıları, babalık kurumu ve iktidar, ülkemizde bu kadar sorunluyken yani Pamuk’un kalemi bu kadar derinleşmeye müsait bir toprak üzerindeyken bu konuyu daha ağır tempoda ve uzun uzadıya yazmasını isterdim.
Bir söyleşisinde, Doğu’yu ve Batı’yı simgeleyen bu iki temel anlatıyı ancak bir “Türk yazar”ın bir arada işleyebileceğini ileri sürmüş Orhan Pamuk. Gerçekten de böyle bir romanı toplumsal kültürün arketipleriyle ve eski metinlerle uğraşmayı onun gibi seven bir yazar kaleme alabilirdi ancak. Romancının toplum adına aradığı bir hakikat varsa, oradadır çünkü. Edebiyatçının doğrudan doğruya gündelik siyasetle uğraşması şart değildir. Yazarlar, evrensel veya yerel temaları derinlemesine işleyerek hayatımızdaki sorunlara daha anlamlı yorumlar getirebilirler. Nitekim, sınırlandırılmış da olsa, Orhan Pamuk’un bireyleşme arzusu ile otoriteye itaat eğilimi üzerine bu kitapta söyledikleri, kültürel alt yapımızı kurcalamak isteyenlere zengin bir malzeme sunuyor. “Saf okur”u fazlaca mutlu etmese de “düşünceli okur” Kırmızı Saçlı Kadın’ın bu yönünden bolca yararlanacaktır.
Pamuk’un bir kadın karaktere bu kadar geniş ve işlevsel söz vermesi de romanı başlı başına dikkate değer kılıyor. Kitabın adını da belirleyen Gülcihan’ın, klasik tiyatrodaki koro gibi sahnenin sonunda ortaya çıkıp acı hakikati nakletmesi ve yaşananları özetlemesi, eski trajedilerin tekniğinden incelikli bir yararlanma şekli. Öyle anlaşılıyor ki, Batılı ressamlar gibi Orhan Pamuk da baba oğul arasındaki kanlı hesaplaşmayı resmetmek istememiş.
Romanda çatışma baba-oğul arasında yaşanıyor görünse de perde arkasında iktidarı elinde tutan ve olayları yönlendiren kişinin anne, yani tiyatro oyuncusu Gülcihan olduğu da söylenebilir. Babasına aşıkken (Akın) oğluyla (Cem) sevişmesi, baba-oğul efsanesinin sonunu gayet iyi bildiği halde oğlu Enver’i planlı bir şekilde babasıyla (Cem) karşı karşıya getirmesi, tutkuyla sevdiği oğlu hapisteyken, gayet dişli bir şekilde miras hakkının peşine düşmesi, öte yandan sadece oğlunu “temize çıkamak” amacıyla değil, sanki kendisini de istediği gibi kurgulayabilmek için bu romanı yazdırması, erkek hikâyelerinde kadının ve annenin ne kadar güçlü bir rol oynadığına işaret ediyor.
İlk defa bu romanında okurun özdeşleşebileceği kimseye yer vermemiş Pamuk. Bir ara, sözlü kültürün soyu tükenmiş örneği gibi duran Mahmut Usta bu rolü oynayacak gibi görünse de bu ilginç kuyucunun metindeki varlığı ne yazık ki fazla sürmüyor.
Kitabın bir başka önemli teması Orhan Pamuk romanlarının vazgeçilmez unsuru haline gelen İstanbul. Özellikle son iki romanında şehirdeki çarpık yapılaşmanın izini süren Pamuk, bu sorunun arkasında Mevlüt ve akrabaları gibi (Kafamda Bir Tuhaflık) Anadolu’dan gelmiş, geçim ve eğitim sorunları olan kişiler kadar, hatta onlardan daha çok, gözlerini kazanç hırsı bürümüş, eğitimli, modern şehirlilerin olduğunu gösteriyor bize.
Sonuç olarak Kırmızı Saçlı Kadın, önemli bir konuyu ele almakla birlikte Pamuk’un romancılığında özellikle anlatım biçimi ve diliyle çok konuşulacak gibi görünüyor. Orhan Pamuk’un kendine has anlatım tarzını sergilediği, okuru zaman zaman derinlere çeken girdaplar yarattığı uzun soluklu metinlerini sevdiğim için bu yeni üslubun beni yadırgattığını söylemeliyim. Ama ne de olsa bir anlatı ustasının kalemi dolaşıyor sayfalarda. En azından, Mahmut Usta’nın çırağıyla birlikte kuyu kazdığı bölümden aldığım edebi tad avutucuydu. Üstelik, Pamuk benim alışık olduğum romanlarından farklı bir kitap yazdı diye kederlenecek de değilim. Kütüphanemde her birini ayrı ayrı sevdiğim romanları, önümde hevesle beklediğim yazacakları var… Varsın bu “kısa” ve “sürükleyici” kitaptan Pamuk’un romanlarını bitirememekten şikâyet edenler nasiplensin.
Milliyet Kitap, Şubat
Orhan Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın, YKY , s.
Fotoğraf: H. İnci, Mayıs
BeğenYükleniyor
"Vah Smerdyakov vah!"
Times Literary Supplement’in: "Bin yılın en iyi kitabı nedir?" sorusuna Pamuk'un cevabı hayret ve ilgi doğurdu. Pamuk'a göre bin yılın en iyi kitabı Karamazov Kardeşler’di. Çünkü bu romanı “babamızı öldürme isteğimizi ve kardeşimize olan kıskançlığı yaşıyormuş gibi okuyoruz”. Karamazov Kardeşler paradoksal hayat tecrübesine bir aynadır. Dostoyevski'nin hayatını adım adım gözeten varoluşsal deneyimler çok sesli romana dönüşüyor: “Bu dünyadaki yerimizi, hayatın anlamını, aşkı, kardeşliği, Tanrı'n'ın varlığı ve yokluğunu sıradan bir fikir olarak değil, heyecanla, bir sarsıcı duyum olarak” ifade eden romana. Dostoyevski Karamazov Kardeşler’in dramında tarihin ve hayatın her döneminde doyumsuz şehvetini tatmin etmenin arayışı içinde olan insanı anlamaya çalışıyordu. Roman, Tolstoy, Kafka, Camus ve Sartre’ı kendine hayran bıraktı. Freud’un "Dostoyevski ve baba katili" psikanalizi Karamazov Kardeşler’in önemini daha da artırdı.
Karamazov Kardeşler romanında baba ve oğul ilişkileri Batılı Hristiyan bakış açısına daha yakındır. Orhan Pamuk ise Kırmızı Saçlı Kadın’da Doğu-Batı bütünleşmesi temelinde “baba ve oğul olmanın sırlarını” modern hayata aktarır. Değerlerin birbirine karıştığı Sanayi Devrimi sonrasında Doğu-Batı ayrımı ortadan kalkar. Hele olaylar dünyanın merkezinde bulunan, çok kültürlü bir şehir olan İstanbul'da yaşanıyorsa.
Pamuk'un “Dostoyevski” denemesi çok duygusal bir ruh haliyle yazılmıştır. Öteki Renkler kitabının en etkili denemelerinden biri olan “Dostoyevski” saf ve düşünceli romancının kişisel ve edebi dünyasının ince sırlarını belirtir. Çünkü Pamuk da Dostoyevski gibi babasına karşı kin duyar. Ancak Dostoyevski’den farklı olarak Pamuk’un “kini” daha çok baba ilgisinin azlığından doğan ruh hali ve baba otoritesini kabul etmemektir.
Dostoyevski’den ilham alan Pamuk, adeta modern bir destan yazmıştır. Kırmızı Saçlı Kadın, Sofokles’in Kral Oidipus trajedisi ile Firdevsi'nin Şehnamesi’nin yeni ve Pamukvari sentezidir. Pamuk Kara Kitap ve Benim Adım Kırmızı romanlarından sonra yeniden sanatlararası ilişki kurar. Kar ve Masumiyet Müzesi romanlarında zayıflayan postmodern unsurların belirginliği hissedilir. Kırmızı Saçlı Kadın romanında her olay, birçok tarihi metin ve resimle iletişime girer. Roman kahramanı Cem'in Avrupa'nın çeşitli sanat müzelerine seyahati, tarih ve efsanelerin kaderimize etki gücünü hatırlatır. Unutulan veya unutulmakta olan eski metinlerin aslında hayatımızın içinde yaşaması tablolaştırılır.
Kırmızı Saçlı Kadın romanında bulunan eski metinler ve çizimler ile günümüzde yaşanan arketip, tekrarlanan efsanevi belleğin parçasıdır. Herkesin kendisini ve babasını başka düzeyde gördüğü roman, akıcı ve şiirsel tonda nakledilen yaşam ritüelidir. Kırmızı Saçlı Kadın milattan önce ve orta çağda meydana gelen bilinç ve sezgi arketipini tekrarlar. Babaların oğulları üzerinde kurduğu baskı ve otorite, oğulların babalara olan kin ve nefreti, Pamuk'un garip ve eğlenceli edebi tarzı içinde ilgi çeker. Kırmızı Saçlı Kadın romanı, Dimitri Karamazov’un babası Fyodor Pavloviç’e beslediği nefretin yeni cilde girmiş şeklidir. Pamuk, Dostoyevski’den farklı olarak babaya olan güven ve belirsizliğin sırrını çözmeye çalışır: "Babasız büyüsen dünyanın bir merkezi ve sınırı olduğunu anlamaz, her şeyi yapabileceğini sanırsın Ama bir süre sonra ne yapacağını bilmez, dünyada bir anlam, bir merkez bulmaya çalışır, sana hayır diyecek birini aramaya başlarsın." Pamuk, bu noktada Freud’u üsteler, babalı ve babasız olmanın psikanalizini verir. Babasız olmanın serbestliği ile babaya sahip olmanın sınırlılığını karşılaştırır.
Dostoyevski, oğulların karşısına ahlaksız ve acımasız babayı çıkarmakla dramatik gerilim yaratır. Hayatı mimetik estetiğin kurallarına tabi eder. Dimitri’nin nefreti ve İvan’ın kendini beğenmiş hali Pavlus’u katil etmemiş miydi? Öyleyse gerçek katil kimdir? Epilepsi hastalığının laneti ile çabalayan Pavel mi? (Çünkü Pavlus'un soyadı Karamazov değil) Yoksa gelişigüzel, zavallı nutuklar veren İvan mı? Belki ayyaş ve cimri babanın kendisidir? Peki babasını öldürüp annesiyle evlenen Oidipus’a ne demeli? Öz oğlunu öldüren Rüstem'in kaderi ise Pamuk'un sürekli dönen ritüel sarkacında yer değiştirir. Bu kez oğul katil olur.
"Aslında yazar olmak istiyordum. Ama anlatacağım olaylardan sonra jeoloji mühendisi ve müteahhit oldum. Okurlarım hikâyemi anlatmaya başladım diye olayların sona erip geride kaldığını da sanmasınlar. Hatırladıkça olayların içine daha çok giriyorum." Kırmızı Saçlı Kadın romanı daha ilk cümlesiyle okurda ilgi uyandırır. Yazar olmak isteyip karşılığında jeoloji mühendisi olmak Bu tür başlangıç rastgele değildir. Romanın giriş cümlesiyle Kuyucu Mahmut Usta ve yardımcısı Cem'in hikâyesi arasında simetrik bir uyum vardır. Pamuk, Hemingway’in Yaşlı Adam ve Deniz romanında ihtiyarın fırtınalı denizle, doğayla olan mücadelesine gönderme yapar. Aslında yazar olmanın “iğne ile kuyu kazmak gibi zor olduğuna” değinir. Pamuk'un kırk yıl boyunca Kırmızı Saçlı Kadın romanını yazmayı düşünmesi ilginç bir gerçektir.
Pamuk kırk yıl önce Cevdet Bey ve Oğulları romanını yazarken yaşadığı binanın önünde kuyu kazan iki kişiye rastlar. Bu kişilerle küçük bir röportaj yapan genç romancı yıllarca bu konu hakkında düşünür. İran ve Yunanistan seyahatlerinde notlar alır. Sigmund Freud’un Karamazov Kardeşler'i hakkında yazdığı makaleyi okur. Oidipus’un babasını öldürmesi ve Rüstem ile Sohrab’ın trajik hikayesine çeşitli romanlarında dolaylı da olsa değinir. Son olarak, romanı yazmaya yılının ocak ayında başlar.
İstanbul'un son yarım yüzyıldaki kültürel gelişim ve dönüşüm sürecini boza satıcısı Mevlüt’ün hayatı çerçevesinde tarif eden Kafamda Bir Tuhaflık romanından bir yıl sonra yayınlanan Kırmızı Saçlı Kadın edebiyat çevreleri için sürpriz oldu. Roman İstanbul yakınlarında küçük bir kasabada yaşayan ailenin hayatından bahseder. Aile reisi olan Akın 'ler Türkiyesi’nin karışık siyasi atmosferinde sol görüşü temsil eder. Eczane işleten Akın askeri darbesi sırasında tutuklanır ve o günden sonra geri dönmez.
Cem, babasız yaşamanın yollarını öğrenmeye başlar. Babası yanındayken ondan özel bir ilgi görmeyen Cem yine de babasını çok özler. Pamuk, babasız çocuğun varoluşsal durumunu, çaresizliğini en ince ayrıntılarıyla tarif eder. İstanbul'da yaşamak bir hayli zorlaşınca anne ve oğul Gebze’ye taşınırlar. Gebze’ye alışamayan Cem, yaz aylarında Beşiktaş'ta satıcı olarak çalıştığı kitapçıda kalmaya başlar. Bu dönemde çok sayıda kitap okur. Jules Verne’nin Dünyanın Merkezine Yolculuk, Edgar Allan Poe’nin hikâyeleri, çeşitli şiir kitapları Cem'in hayal dünyasını genişletir ve onda yazar olma isteğini iyice artırır.
Gebze'de Kuyucu Mahmut’la tanışan Cem'in hayatı ve kaderi değişir. Üniversiteye giriş sınavlarına hazırlanmak için paraya ihtiyacı vardır. Cem gereken parayı kazanmak için Mahmut Usta ile birlikte İstanbul Güngören’e kuyu kazmaya gider. Hikâyeyi nakleden Cem'in, (Gerçekten o mu konuşuyor? Beyaz Kale romanındaki gibi olmasın?) "Aslında yazar olmak istiyordum. Ama jeoloji mühendisi ve müteahhit oldum" cümlesi, dinlerin alın yazısı ve kader ile ilgili hükümlerine işarettir. Din ve efsanelerin “Alın yazından kurtulamazsın” hükmü, romanın konusu olur. Pamuk da: "Kırmızı Saçlı Kadın romanının püf noktası dini konulardır," der.
Romanda üç farklı zaman vardır: Birincisi Pamuk'un romanı yazmayla ilgili çabaları, ikincisi Cem'in babalı ve babasız geçen yılları, üçüncüsü anlatıcının olayları anlattığı zamandır. Umberto Eco’nun Dumas ve Joyce romanları arasında gelgitlerle anlattığı “anlatı ormanlarındaki gezi” Pamuk'un roman yazma sürecine uygun düşer. Beyaz Kale romanını hatırlayalım. XVII. yüzyıl Osmanlı döneminde Türklere esir düşen Venedikli tüccar ile bir Türk hocanın maceralarla dolu hikâyesini. Bu tuhaf hikâyeyi kimin anlattığını Pamuk'un kendisi bile bilmez. O zaman hikâyeyi kim anlatmış? Eco bu kişiyi "emprik anlatıcı" diye adlandırır. Emprik anlatıcı Dumas’nın Üç Silahşör romanına eğlence, Joyce’un Ulysses’ine ciddiyet kazandırır. Pamuk bu ikisinin ortasındadır. Kırmızı Saçlı Kadınromanına dördüncü bir zaman dilimini eklemek istiyorum. Pamuk'un romanı yazdıktan sonra çeşitli basın organlarına yaptığı açıklamalarını ve romanla ilgili görüşlerini büyük bir samimiyetle anlattığı zaman dilimini. İşte bu zamana tamamlayıcı zaman diyebiliriz. Tüm zamanların unutulmaz romancısı Italo Calvino’nun roman sanatının geleceği ile ilgili endişesi, Pamuk'un çok sesli edebi tarzında konfor ve huzura dönüşür. Calvino’nun “Roman ölmedi, şekil değiştirdi” düşüncesi, Pamuk'un kırk yıllık roman sanatında yeni ve ilginç yapı sergiler: Tarihin ve sanatın mozaiğinden doğan polifonik bir yapı.
Babası tarafından terk edilen Cem, Mahmut Usta’nın emrivaki davranışlarını kabul etmekle etmemek arasında kalır. Babasızlık Cem’i Mahmut Usta’ya yaklaştırır. Mahmut Usta Cem’e bir baba olarak baskıcı davranmakla birlikte, ilgisini de esirgemez. Kuyu kazma işi Cem’i hayata hazırlar. Günlerce kuyu kazan usta ve çırağı hiçbir olumlu sonuç elde edemezler. Mahmut Usta her şeye rağmen sondaj çalışmasına devam eder. Ustanın sabır ve tahammülü hayret vericidir. Kültürel değişimi tarif etmeyi çok seven Pamuk Benim Adım Kırmızı ve Kafamda Bir Tuhaflık romanlarında olduğu gibi unutulmuş bir uğraşı bir ustalığı hatırlatır.
Cem ve Mahmut Usta’nın sert kayalara kazma vurarak verdikleri mücadele, gündüzleri kavurucu güneşle, geceleri ay yıldızlı gökyüzü ile iletişime girmeleri oldukça etkili peyzajlarla anlatılır. İnsanın doğayla mücadelesi ve aynı zamanda doğanın ayrılmaz bir parçası olduğu hatırlatılır. Cem kuyu kazdıkça Tanrı'ya yaklaştıklarını hisseder. Semavi dinlere göre göklerde olan Tanrı, Pamuk'un yeni ve postmodern yorumuna farklı bir biçimdedir. Cem, Tanrı’yı yerin merkezinde aramaktadır.
Güngören’de Cem'in hayatını değiştiren olay, kendisinden 17 yaş büyük kırmızı saçlı kadına âşık olmasıdır. Seyyar bir tiyatroda oyuncu olan kırmızı saçlı kadın, güzel sesi ve çekici vücudu ile Cem'in aklını başından alır. Artık Mahmut Usta’nın acı sözleri ve ağır kuyu kazma işi Cem’e zevk vermektedir, çünkü o âşıktır. Cem ve kırmızı saçlı kadının aşk macerası, Mario Vargas Llosa’nın Julia Teyze romanını, kendi yaşından iki kat büyük yaşta olan kadına âşık olmanın cazibesini hatırlatır.
Seyyar tiyatroda dönemin çeşitli reklam çarkları parodi edilir. Tiyatronun özel gösterisi Şehname’deki Rüstem'in oğlu Sohrab’ı öldürdüğü sahnedir. Kırmızı Saçlı Kadın, Sohrab’ın annesini canlandırır. Aktrisin yanık sesi, tiyatroya kırmızı saçlı kadının vücudunu seyretmek için gelen serseri erkekleri bile hüngür hüngür ağlatır. Kırmızı saçlı kadın (Gülcihan) Cem'in ilk aşkı ve ilk cinsel deneyimi olur.
Cem'in bir kaza sonucu Mahmut Usta’yı kuyuda ölüme terk edip kaçması, oğulun babayı öldürmesi gibi yorumlanabilir. O günden sonra yazar olmaktan vazgeçen Cem, jeoloji mühendisliği okumaya başlar. Ayşe adlı bir kızla evlenir. Ayşe ile evlilikten sonra ülkenin en zengin iş adamlarından olsa da çocukları olmaz. Belki de Cem de babasını öldüren Oidipus gibi lanetlenmiştir? Cem İran'ın başkenti Tahran'a giderken, Rüstem’le Sohrab’ın hikâyesinin ayrıntılarını öğrenir. Yunanistan'da Oidipus’un kader senaryosunun yazıldığı Thebai şehrini dolaşır.
Pamuk, Mahmut Usta ve Cem'in kuyu kazmasını, seyyar tiyatrolardaki atmosferi, baba ve oğul katili olan Oidipus ile Rüstem'in hikâyesini, tarihin en güzel ve unutulmayan sayfalarında, romanda yeniden diriltir. Modern hayatımıza edebiyat, masal ve efsaneler ışık tutar. Cem’in elektronik posta adresine gelen beklenmedik mektup her şeyi altüst eder. Mektubu yazan kişi, yıllar önce hayatına giren kırmızı saçlı kadından olan oğlu Enver’dir. Enver’le görüşmeye giden Cem, tesadüf sonucu oğlu tarafından öldürülür.
Cem öz babasından ilgi görmediği için Mahmut Usta’ya sığınır. Ancak Mahmud Usta’yı öldürdüğünü hatırlayıp hapse girmek korkusuyla olay yerinden kaçar. O günden sonra baba katili olma hissi, Cemi kara bir gölge gibi izler. Freud'un Karamazov Kardeşler,Kral Oidipusve Hamlethakkındaki psikanalizlerini defalarca okur. Cem'in tutuklanmaktan korkup Mahmud Usta’yı ölüme terk etmesi, babasız büyümenin verdiği güvensizlik ve korku dolu davranışların bilinçaltına baskısıdır. Freud’un Oidipus ile ilgili görüşlerini sık sık hatırlar. Özellikle Oidipus’un babasını öldürmesinin kasti bir olay olduğuna ilişkin görüşlerini. Çünkü baba otoriterliği dayanılmazdır.
Enver de baba ilgisinden yoksun, içine kapalı ve agresif büyür. İlk çocukluk döneminde onunla ilgilenmeyen Turgay’ı babası bilir. Daha sonra Turgay’dan boşanan Gülcihan oğluna şefkat ve sevgi gösterse de o, tek taraflı büyür. Babasızlık Enver’e serbestlik verdiği gibi, güvensizlik, nefret ve dik başlılık da aşılar. Yıllarca biriken kin, nefret ve agresif davranışlar istemeyerek de olsa Enver’i baba katili yapar. Enver’le ilgili bir sırrı açayım: Bir masal kadar tatlı, bir facia kadar acı olan Kırmızı Saçlı Kadın romanının “gerçek” yazarı, anlatıcısıdır. Cem'in ölümünden sonra babası ile ilgili tüm olayları Enver’e anlatan Gülcihan, bu konuda roman yazmayı uygun görür. Çünkü bu roman aynı zamanda Enver'in savunma metni olacaktır.
Kitabın kapağına dikkat ederseniz Dante Rossetti’nin Regina Cordium tablosunu görürsünüz. Ayrıca kitaptaki tablonun kesilerek yapıştırıldığı açıkça görülür. Bu, kırmızı saçlı kadının oğluna verdiği Regina Cordium nüshasıdır, kesilerek yapıştırılan nüsha. Aslında bütün bunlar oyunbaz ve ilginç romancı Orhan Pamuk'un postmodern oyunudur. Gerçek şu ki, o her zaman okuyucuyu olayların sadece bir roman olduğuna inandırmak ister, ancak bir o kadar da kitabın gerçeklerini abartır.
Kırmızı Saçlı Kadın romanında Yeşilçam Türk filmlerinin havası vardır. Bu atmosfer nostaljik parodi şeklinde olsaydı daha ilginç olurdu. Ancak olayların basit şekilde gerçekleşmesi ve yapay kurgulanma durumları çoktur. Mevcut Türkiye gündemine değinen olaylar (aslında olay değil, önermeler) dikkat çekmez. Fikir ve yorumlar sanatsal metin için geçerli değildir.
Kırmızı Saçlı Kadın romanında Oidipus’un hikâyesi, Batı’nın demokrasi ve özgürlük düşüncesini temsil etmektedir. Oidipus’un babasını öldürmesi, babanın ağalığını kabul etmek istemeyen Batı düşüncesini temsil etmektedir. Batılı bir genç kendini bildiği andan itibaren özgür ve serbesttir. Kral Oidipus şimdiki Batı insanının bilinç ve davranışının genetik takipçisidir. Rüstem ve Sohrab’ın hayatı Doğu tabularının sanatsal ifadesidir. Babaların otoriterliği ve oğulların itaatkarlığı ile “kutsal” Doğu kanunları değişmez. İşte bu nedenle Batı hikâyelerinde oğul babayı, Doğu efsanelerinde baba oğlu öldürür.
Kırmızı Saçlı Kadın romanında Ingres ve Moreau’nun Oidipus ve Sfenks eserine postmodern gönderme vardır. Her iki sanatçı Oidipus’un Sfenks ile görüşmesini resmeder. Pamuk'a göre Oidipus’un babasını öldürmesi ve annesi ile evlenmesi Batı sanatının dikkatinden kaçar. Daha doğrusu, bu hassas konuya karşı bir fobi oluşur. Sadece sinema sanatının büyük yenilikçisi Pasolini, Oidipus’un annesi İokaste ile seviştiği anı en çıplak şekliyle sahneleştirir. Bu noktada Ingres ve Moreau’nun tablosunu açıklamak istiyorum: Sofokles’in Kral Oidipus eserinde göstermek istediği esas mesele Oidipus’un acı kaderi değildir. Bu kaderi yaşamasına neden olan tanrıların yazdığı alın yazısıdır. İnsanın durmadan bilgi elde ederek tanrı seviyesine yükselmesine çalışmasının zorunluluğudur. Oidipus ve Sfenks eseri bu hassas anı ölümsüzleştirir. Oidipus Sfenks’in karmaşık sorularına cevap vererek galip gelir. Ancak tanrıların yazdığı kadere mağlup olur.
Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın romanının merkezinde insan ve Tanrı ilişkileri vardır. İnsan bir şeye aşırı derecede bağlanır ve inanırsa ondan kurtuluşu yoktur. Aslında hayatımızı Tanrı değil, kendimiz belirleriz. Pişman olmak ise en asil duygudur. Pişman olmak güzel bir sondur. Enver babasını öldürdüğü için çok pişman olur. Bu pişmanlık Kırmızı Saçlı Kadın romanı ile sonuçlanır. Yazmak ve hayal etmek. Ne güzel bir sondur. Bu arada kendini trenin altına atan Anna Karenina’yı hatırlıyorum. Karenina’nın ölümü çok güzeldir. Çünkü pişmandır. Siz de sevin, ancak pişman olmayın.
Pişman olmamak dileği ile
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası