ittihadı muhammedi / İTTİHÂD-ı MUHAMMEDÎ CEMİYETİ - TDV İslâm Ansiklopedisi

Ittihadı Muhammedi

ittihadı muhammedi

Himmet UÇ

Cem‘iyyet-i Muhammediyye olarak da adlandırılan fırka, Otuzbir Mart Vak‘ası’ndan (13 Nisan ) on gün kadar önce İstanbul’da kuruldu. Kurucusu Derviş Vahdetî, yayın organı Volkan gazetesidir. Ancak Volkan gazetesinin sayısında, “İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti’nin târîh-i teessüsü, üç yüz yirmi yedi senesi Muharremü’l-harâmının on beşinci Cumartesi gününden (18 Safer / 26 Şubat / 11 Mart ) itibar olunmuştur” denilmektedir. Fırkanın, sayısı yirmiyi aşan kurucu ve merkez idare meclisi üyeleri arasında Feyzullah Efendizâde Mehmed Sâdık Efendi, Beyazıt dersiâmlarından Mehmed Emin Hayretî, Fâtih dersiâmlarından Divrikî Kadızâde Abdullah Ziyâeddin Efendi ve Bedîüzzaman Said Nursi gibi isimler de bulunuyordu (Volkan, nr. 75, 23 Safer / 3 Mart [16 Mart ]). 

4 Şubat (17 Şubat ) tarihli sayısından itibaren başlığının altında, “İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti’nin mürevvic-i efkârıdır” yazısıyla çıkmaya başlayan Volkan’daki yazılardan anlaşıldığına göre cemiyet, başlangıçta daha çok dinî duygulara hitap eden ve Osmanlı’yı yüceltme gayretlerinin yanında dünya müslümanları arasında birlik ve yardımlaşma sağlamayı hedef alan milletlerarası bir oluşumun İstanbul şubesi olarak düşünülmüş, daha sonra müstakil bir siyasî fırka haline dönüşmüştür. Nitekim İstanbul’da kurulacak bir mason locasına karşı, bu isim altında bir teşekkülü geliştirmek isteyen bazı kişilerin Vahdetî’ye yaklaşarak kendisini ve Volkan’ı kazanmaya çalıştıkları, ancak Vahdetî’nin bu kişilere güven duymadığı için onlardan ayrıldığı, bununla birlikte İttihâd-ı Muhammedî ismini çok beğenerek bu isimle bir siyasî fırka kurmaya karar verdiği bizzat kendisi tarafından açıklanmaktadır (Volkan, sy. 66, 67, 68, 69, 70). Gazetenin sayısında geçen (14 Muharrem / 5 Şubat ), “Cem‘iyyet-i Muhammediyye-i uzmânın merkez-i aslîsi Medîne-i Münevvere ve Dersaâdet ve Mısır’da olduğu gibi aktâr-ı İslâmiyye’de de şubeleri derdest-i küşâd bulunduğu istihbar kılınmıştır” şeklindeki haber gelişmelerin başlangıcındaki durumla ilgili bir ilândır.(TDV i. Ans) 

Bediüzzaman hem ittihat Terakki cemiyetiyle alakadar,onların siyasi faaliyetlerini izleyen, onlara yeni hedefler gösteren, hamiyetli bir zat, bir diğer tarafta da ittihad-ı Muhammedi  diye bir cemiyet veya bir topluluk var, onlar ile de funduszeue.infod Terakki devletin işleyişiyle  Padişah ve o dönemdeki bir takım partiler arasında bir denge unsuru gibi tavırları olan bir funduszeue.infoüzzaman bir parti üyesi olmak gibi bir karenin içine sığmayacak bir kişilik, o hareketlere topyekün, insicamlı bakışları olan bir kimse.

İttihad-ı Muhammedi bir dini hareket olarak görülüyor, ama kurucusu Derviş Vahdetinin tavırları ve izlediği yol, hareketi dini bir kimliğin içinde götürmekten zaman zaman uzaklaştırıyor. Bediüzzaman eleştirel bir insan sessiz bir üye değil, ittihad-ı Muhammedi cemiyetinin kurucuları arasında görülüyor,  ama aşağıdaki metindeki  ilk cümleler kurucusu olduğunu ortaya koymuyor. “ittihad-ı Muhammedî Cemiyetine iki maksatla girdim İşittim: İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş.” Burada cemiyetin kendi dışında oluşturulduğunu belirleyen bir cümle var, Cemiyet teşekkül etmiş diyor, yani kendi dışında bir cemiyet. Galiba sonradan dahil olmuş bu gruba. Aşağıdaki cümlelerde hareketin tahlilini yapar.

“Nihayet derece-de korktum ki; bu ism-i mübarekin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin.” Bu cümlede bir şüpheyi ortaya koyar. Şayet hareketin kurucularından olsa bu cümle fazladan olur, çünkü bir cemiyeti kuranlardan olan bir kişi onun maksadının şimdiki tabirle ikircikli, müphem olduğunu ve olabileceğini ima etmez. Bu yüzden Bediüzzaman başlangıçta olayın dışında, izleyici durumunda. Bazı şahıslar da İttihad-ı Muhammedi’nin gayesini farklı telakki ederler, siyasetten kaçınırlar. “ Sonra işittim: Bu ism-i mübareki bazı mübarek zevat-Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık gibi zatlar- daha basit ve sırf ibadete ve Sünnet-i Seniyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasî cemiyetten kat’-ı alaka ettiler. Siyasete karışmayacaklar.”

Lakin tekrar korktum, dedim: Bu isim umumun hakkı-dır, tahsis ve tahdit kabul etmez. Ben nasıl ki, dindar müteaddit cemiyete bir cihetle mensubum. Zira, maksatlarını bir gördüm. Kezalik, o ism-i mübareke intisap ettima İki maksad-ı azîm için: 
Birincisi: O ismi tahdit ve tahsisten halas etmek ve umum mü’minlere şümulünü ilan etmek. Ta ki, tefrika düşmesin ve evham çıkmasın.

Gerçek ittihad-ı Muhammedi nedir?

Bediüzzaman ihtiyatlı bir dil kullanır. Bir kısım muhasebeden sonra ittihad-ı Muhammedi cemiyetine değil, “o ism-i Mübareğe intisab ettim” der. İsmi mübarek kim “Muhammed“ ismidir. Cemiyet ayrı İttihad-ı Muhammedi ismi ayrı. Her ihtimali göz önünde bulundurur. Sonra da İttihat-ı Muhammedi’nin nizamnamesi veya beyannamesini okumaz veya o doğrultuda hareket ettiğini beyan etmez. Kendi tarif ettiği veçhin içine dahil funduszeue.info Vahdeti’nin ittihad-ı Muhammedi değil, Bediüzzaman’ın tarif ettiği şekildir.”

‘Kezâlik, o ism-i mübareke intisap ettim. Lâkin tarif ettiğim ve dahil olduğum ittihad-ı Muhammedînin (a.s.m.) tarifi budur ki:Şarktan garba, cenuptan şimale uzanan bir silsile-i nuranî ile merbut bir dairedir. Dahil olanlar da bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir. Bu ittihadın cihetülvahdeti ve irtibatı, tevhid-i İlâhîdir. Peyman ve yemini, imandır. Müntesipleri, kàlû belâdan dahil olan umum mü’minlerdir. Defter-i esmâları da Levh-i Mahfuzdur. Bu ittihadın nâşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiyedir. Günlük gazeteleri de, i’lâ-i kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dinî gazetelerdir. Kulüp ve encümenleri, câmi ve mescidler ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir. Merkezi de Haremeyn-i Şerifeyndir. Böyle cemiyetin reisi, Fahr-i Âlemdir. Ve mesleği, herkes kendi nefsiyle mücahede, yani ahlâk-ı Ahmediye (a.s.m.) ile tahallûk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ve başkalara da muhabbet ve-eğer zarar etmezse-nasihat etmektir. Bu ittihadın nizamnâmesi sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evamir ve nevâhî-i şer’iyedir. Ve kılıçları da berâhin-i katıadır. Zira, medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharrî-i hakikat, muhabbet iledir. Husumet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksatları da, ilâ-yı kelimetullahtır. Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler. 

Şimdi maksadımız, o silsile-i nurânîyi ihtizaza getirmekle, herkesi bir şevk ve hâhiş-i vicdaniye ile tarik-i terakkîde kâbe-i kemalâta sevk etmektir. Zira, ilâ-yı kelimetullahın bu mü’minlerdir. Defter-i esmâları da Levh-i Mahfuzdur. Bu ittihadın nâşir-i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiyedir. Günlük gazeteleri de, i’lâ-i kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dinî gazetelerdir. Kulüp ve encümenleri, câmi ve mescidler ve dinî medreseler ve zikirhanelerdir. Merkezi de Haremeyn-i Şerifeyndir. Böyle cemiyetin reisi, Fahr-i Âlemdir. Ve mesleği, herkes kendi nefsiyle mücahede, yani ahlâk-ı Ahmediye (a.s.m.) ile tahallûk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihyâ ve başkalara da muhabbet ve-eğer zarar etmezse-nasihat etmektir. Bu ittihadın nizamnâmesi sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evamir ve nevâhî-i şer’iyedir. Ve kılıçları da berâhin-i katıadır. Zira, medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharrî-i hakikat, muhabbet iledir. Husumet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksatları da, ilâ-yı kelimetullahtır. Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler. 

Şimdi maksadımız, o silsile-i nurânîyi ihtizaza getirmekle, herkesi bir şevk ve hâhiş-i vicdaniye ile tarik-i terakkîde kâbe-i kemalâta sevk etmektir. Zira, ilâ-yı kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. 
İşte ben bu ittihadın efradındanım. Ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim.”

Başka bir yerde de yukarıdaki prensipleri tekrar eder.

“Tekraren söylüyorum ki: İttihad-ı İslâm hakikatinde olan İttihad-ı Muhammedînin (aleyhissalâtü vesselâm) cihet-i vahdeti tevhid-i İlâhîdir. Peymân ve yemini de imândır. Encümen ve cemiyetleri, mesacid ve medaris ve zevâyâdır. Müntesibîni, umum mü’minlerdir. Nizamnamesi, Sünen-i Ahmediyedir (aleyhissalâtü vesselâm). Kanunu, evâmir ve nevâhî-i şer’iyedir. Bu ittihad, âdetten değil, ibadettir. 

İhfâ ve havf riyadandır. Farzda riya yoktur. Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır. İttihadın hedef ve maksadı, o kadar uzun, münşaib ve muhit ve merakiz ve meabid-i İslâmiyeyi birbirine rapt ettiren bir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarik-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevk etmektir. 
Bu ittihadın meşrebi muhabbettir. Husumeti ise, cehalet ve zaruret ve nifakadır. Gayr-ı müslimler emin olsunlar ki, bu ittihadımız, bu üç sıfata hücumdur. Gayr-ı müslime karşı hareketimiz iknâdır. Zira onları medenî biliriz. Ve İslâmiyeti mahbup ve ulvî göstermektir. Zira onları munsif zannediyoruz. Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir ecnebîye sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu ittihada tahkik ile dahil olanlar, onları taklit edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) olan İttihad-ı İslâmın efkâr ve meslek ve hakikatini efkâr-ı umumiyeye arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız. 
funduszeue.info
Said Nursî 
***

Cihanın bütün arslanlarının bağlandıkları bir zinciri hilekâr bir tilkinin koparmasına imkân var mıdır?”

Yıllar sonra ikinci Meşrutiyet sonrası partilerinin  başka isimler altında yine toplum hayatının yörüngesini değiştirmek istediğini ama o yine kendini teorisini belirlediği Muhammedi ittihadın mensubu olarak görür. Tavrını belli eder. Ezanı ittihatçıların farmason kısmının kaldırdığınız ama bu kararı da yine bir dini hamiyet ve heyecan grubunun da kaldırdığını belirtir ve hareketi alkışlar.

“Otuz beş senedir ki siyaseti bırakmıştım ve Nurculara da "Bırakınız!" diyordum Sebebi, siyaset ihlası kırar. Fakat şimdi hissettim ki, bazı münafıklar dindarları perde yapıp dini siyasete alet; sonra da siyaseti dinsizliğe alet etmeye çalıştıklarından safdil dindarların hatırı için bir-iki defa siyasete baktım, gördüm ki: Bizi bu üç-dört mahkemede "Dini siyasete alet ediyor" diye itham edenler kendileri dessasane dini tezyif etmek için kendileri sonra da siyaseti dinsizliğe alet etmek için dinsizlik düsturlarını kanuna bağlamak gibi dünyada hiçbir şeddat, hiçbir zalimin yapmadığı bir dehşet gördüm. Şiddetli bir me’yusiyetim içinde, hürriyet başında bizimle, yani İttihad-ı Muhammedi (a.s.m.) Cemiyeti ile, İttihadçıların bir kısmındaki gizli farmasonlara muarız ve manen bizimle, yani İttihad-ı Muhammedi ile müttefik olan Ahrar Fırkası yine otuz beş sene sonra dirildi, yine uyandı. Birden şeair-i İslamiyenin başında olan ezan- ı Muhammedi’yi farmasonların zincirlerini kırıp ilan etmesiyle; siyasetten kat’ı alaka eden, eskide "İttihad-ı Muhammedi" şimdi "Nurcular" namını alan ve İttihad-ı İslam içinde bulunan kardeşlerimiz yanlış basmamak için bazı şeyleri söylemek isterdim. Fakat Risale-i Nur benim bedelime konuşuyor dedim, yüzümü çevirdim.” 

Bediüzzaman partileri ayrılık  ve çekişme ve kavga nedeni olarak görür ve kendinin onlardan olmadığını belirtir. Bu yüzden İttihad-ı Muhammedi, Derviş Vahdeti’nin derneği, veya kulübü veya yarı siyasi yarı dini partisi gibi değil kendi hudutlarını çizdiği bir Muhammedi bir ittihadın mensubu olduğunu funduszeue.infoti ulvi şeylerin adi şeylere aleti olarak görür, takım yıldızı Süreyya’yı süpürge yapmak ve güneşi üflemekle söndürmek gibidir siyaset ile hizmet anlayışı. Bediüzzaman eserlerinin birçok yerinde anlattığı gibi, siyaseti gücü yeterse dine alet etmek istemiştir, yoksa dini siyasete alet etmek değil. Şerrin karşısında nasıl bir duruş sergilenirse zararı def edilir tarzda bir siyaset.

“Yoksa, sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim. Terakkinin bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakki etmektir. İşte ben bu ittihadın efradındanım. Ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa, sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim. ki: Meselâ, bir âlim-i zîtehevvür ki, sıfat-ı ilim kendini fesat ve fenalıktan men etmişken, daima onun sıfat-ı tehevvüründen vücuda gelen fesat ve fenalığın zikri vaktinde onu âlimlikle yâdetmek ve sıfat-ı ilme ilişmek, nasıl ilme husumet ve adaveti ima eder. Kezalik, şeriat-ı mutahharanın ve ittihad-ı Muhammedînin ism-i mukaddesi ki, fırkaların ağrâz-ı şahsiye ve hilâf-ı şeriat ile ektikleri tohum-u fesadı bir milyon fişek havaya atıldığı ve umum siyaset ve âsâyiş efrad elinde kaldığı ve ortalık anarşist gibi olduğu halde, o müthiş fırtına mucize-i şeriatla kansız, hafif geçtiği halde, o mübarek nâm ile o müthiş fesadı binden bir dereceye indirmekle beraber, daima o ismi garaz sahiplerine siper göstermek pek büyük bir tehlikeli noktaya, belki ukde-i hayatiyeye ilişmektir ki, dehşetinden her bir vicdan-ı selim titriyor, dağ-dâr-ı teessüf oluyor. 

Süreyyayı süpürge yapmaya, üfürmekle şemsi söndürmeye ihtimal veren, belâhetini ilân eder. Mesela, Ağrı Dağı ile Sübhan Dağı, ikisini tartacak dehşetli bir terazinin birer kefesine konulsalar ve cevv-i semâda, Zuhalde duran bir melek de o terazinin ucunu tutsa;”

Yukarıdaki izahlar daha sonra eserleri etrafında toplanan Risale-i Nur talebelerinin  yaptığıdır. Kendisine farklı zamanlarla cemiyet kurmak isnadına karşı da yukarıdaki gibi cevaplar vermiştir. Yani  cemaatinin derneği, cemiyet falan yoktur, isteyen camiiye gider, istemeyen gitmez. Fedakarlık ta icbar edici değil ihtiyaridir. Kaydı kuyudu yoktur.

Bediüzzaman kendi ittihad-ı Muhammedi’sinin boyutlarını sınırlarını, kurallarını, reisini, mekanlarını harika bir şumülle anlatır.O menfi de olsa bir hareketten kaçmaz onun mecrasını değiştirir, bu durum çok özel bir mücadele  tarzıdır, Topyekün red ve kabul onun mücadele tarzında yoktur.

Otuz Bir Mart vakasından sonra tutuklamalar olur, birçok insan idam edilir,tutuklanan ve mahkeme edilenler arasında Bediüzzaman’ da vardır. Oradaki savunmasını anlatır.

Savunmada yine kendi çizdiği boyutlara göre düşünür, sokağa dökülüp şeriat isteriz diye bağıranlar ile kendi telakki ettiği şeriatı ayırır ona göre düşünür. Yine yukardaki gibi ittihad-ı Muhammedi ‘yi Derviş  Vahdetinin ittihad-ı Muhammedisi gibi değil kendi tarif ettiği vecihte  anlatır.O İttihad-ı Muhammedi cemiyeti ile kendi sınırlarını belirlediği ittihad-ı Muhammedi farklı şeylerdir. Açık bir ifade kullanmaz ama Vahdeti’nin İttihad-ı Muhammedisine biraz şüphe ile bakar. Zaman onu haklı çıkarır. Bazı gizlilikler, şüphe ve hile  hissetmiştir, bir başka ifadesinde, otuz bir marttan üç gün önce “  Tarîk-i Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) şüphe ve hileden münezzeh olduğundan, şüphe ve hileyi ima eden gizlemekten de müstağnidir. Hem o derece azîm ve geniş ve muhit bir hakikat, bahusus bu zaman ehline karşı hiçbir cihetle saklanmaz. Bahr-i umman nasıl bir destide saklanacak?  Sad ayı Hakikat 27 Mart )

Mevcut  ittihad-ı Muhammedi değil, onun telakki tarzına göre olan ittihad konusundaki şüpheleri izale içinde fikirlerini anlatır.

“Reddü’l-Evham 

(31 Mart ), Bu yazı Otuz bir Mart günü çıkmıştır, birşeyler hissetmiştir bu  yüzden ittiad-ı  Muhammedi telakkisinin dini mübine ait olduğunu, onun lekedar olmasını ve siyasete alet olmamasını anlatır.  

İttihad-ı Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) cemaatine isnad ettikleri dokuz evham-ı fâsideyi reddedeceğim. 
Birinci vehim: Böyle nazik bir zamanda din meselesini ortaya atmak münasip görülmüyor. 
Elcevap: Biz dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz. funduszeue.info (dinsiz dünyada hayır yoktur)

Saniyen: Madem ki Meşrutiyette hakimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milletimiz de yalnız İslâmiyettir. Zira Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lâzların en kuvvetli ve hakikatli revâbıt ve milliyetleri İslâmiyetten başka bir şey değildir. Nasıl ki az ihmal ile tevâif-i mülûk temelleri atılmakta ve on üç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihyâ ile fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük 
İkinci vehim: Bu ünvan, tahsisiyle, müntesip olmayanları vehim ve telâşa düşürüyor. 
Elcevap: Evvel de söylemiştim. Ya mütalâa olunmamış veya su-i tefehhüme uğramış olduğundan, tekrarına mecbur oldum. Şöyle ki: 

İttihad-ı İslâm olan İttihad-ı Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) dediğimiz vakit, umum mü’minlerin mabeyninde bilkuvve veya bilfiil sabit olan ittihad murattır. Yoksa, İstanbul ve Anadolu’daki cemaat murad değildir. Amma bir katre su da, sudur. Bu ünvandan tahsis çıkmaz. Tarif-i hakikîsi şöyledir: 

Esas temeli, şarktan garba, cenuptan şimale mümted ve merkezi Haremeyn-i Şerifeyn ve cihet-i vahdeti tevhid-i İlâhî; peyman ve yemini imân; nizamnamesi, sünnet-i Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm); kanunnamesi, evâmir ve nevâhî-i şer’iye; kulüp ve encümenleri, 

Üçüncü vehim: Bu cemiyetin, tefrikadan ve başkalarına tevlid-i ye’sden başka ne faydası var? 

Elcevap: Bu, tefrik değil, tevhiddir. Ye’s değil, ümit verir. O hakikat-ı uzmâ ki, nısf-ı küre-i arzda meknuz-u uruk-u zeheb gibi bir köşesini keşif ile tecellî etmiş yeni bir şu’ledir. Bahr-i Umman bir testide sığışmadığı gibi, İttihad-ı Muhammedî de Volkan idarehanesinde veya İstanbul’da sıkışıp kalmayacaktır. Belki şimdiki kuvveden fiile çıkmış bir parça İttihad-ı Muhammedî, karu’l-âsâ gibi ikazdan ibarettir. Hem de o derece uzun ve müteselsil ve merâkiz-i İslâmiyeyi birbirine rabteden silsile-i nuraniyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut umum mü’minleri, İ’lâ-yı Kelimetullahın bu zamanda en büyük vasıtası olan maddeten ve mânen terakkiyata bir şevk ve âmir-i vicdânî ile sevk etmektir. Zira istibdat ve tahakkümden tahallus, hâhiş ve şevk-i vicdanî ile sevk olur. Halbuki binde bir tane münevverü’l-fikirdir; vicdanen mütehassis oluyor. 

Dokuzuncu vehim: Cemiyetlerde teşebbüsât-ı hafiyye olduğu halde, İttihad-ı Muhammedînin izhâr-ı serâiri neden lüzum görülmüş? 

Elcevap: İslâmiyet âşikâredir. Hem de kuvve-i ittisâiyesi tazyik olunsa âleme zelzele verecek. Hem de ihfâ, hîle ve şüpheyi dâvet ettiğinden, hile ve şüpheden münezzeh olan hakikat, hafâdan da müstağnidir. Hem de hile, terk-i hile ve doğruluktur. Hem de başka cemiyete kıyas olunmaz. Zira onlar teessüse başlıyorlar, bu ise müesses iken bazı köşelerden tecellî ediyor. Hem de bidayet-i İslâmda kırk oldu, saklanmadı; nasıl üç yüz milyondan sonra gizlenecek? Hem de bir şeyi akıl görür, kabul eder. Fikir uğraşır, teslim eder. Bir hakikat hafâ perdesini kabul etmez. 

Yüz bin defa cemî mü’minlerin lisanıyla deriz: 
Yaşasın Şeriat-ı Garrâ! 
İttihad-ı Muhammedî’nin en küçük efradından 
Bediüzzaman Said-i Nursî

VE MAHKEME

Bediüzzaman Otuz Bir Mart’ı durdurmak ister ama olmaz. Daha sonra Sıkı Yönetim Mahkemesinde sorgulanır. 

“Bidayetlerde herkesten sual olunduğu gibi, Divan-ı Harpte bana da sual ettiler: "Sen de şeriatı istemişsin." 

Dedim: Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira, şeriat, sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil. 
Hem de dediler: "İttihad-ı Muhammediyeye (a.s.m.) dahil misin?" 
Dedim: Maaliftihar! En küçük efradındanım. Fakat, benim târif ettiğim vecihle Ve ittihaddan olmayan, dinsizlerden başka kimdir, bana gösterin. 
İşte o nutku şimdi neşrediyorum. Tâ ki, Meşrutiyeti lekeden ve ehl-i şeriatı meyusiyetten ve ehl-i asrı tarih nazarında cehil ve cünundan ve hakikati evham ve şüpheden kurtarayım. İşte başlıyorum: 

Dedim: Ey paşalar, zabitler! 
Hapsimi iktiza eden cinayetlerin icmali: 
funduszeue.info Yani, medar-ı iftiharım olan mehasinim, şimdi günah sayılıyor. Artık nasıl itizar edeyim, mütehayyirim. 
Mukaddeme olarak söylüyorum: Mert olan cinayete tenezzül etmez. Şayet isnad olunsa cezadan korkmaz. Hem de haksız yere idam olunsam, iki şehid sevabını kazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lâfızdan ibaret bulunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane olsa gerektir. Mazlumiyetle ölmek, zâlimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır. “

Mahkemenin kendini ifade etmek için iyi bir fırsat olduğunu belirtir. “Sizin elinizden gelirse, beni vicdanen tâzib ediniz! Ve illâ başka suretle azap, azap değil, benim için bir şandır! 
Bu hükûmet zaman-ı istibdatta akla husumet ederdi. Şimdi de hayata adavet ediyor. Eğer hükûmet böyle olursa, yaşasın cünun! Yaşasın mevt! Zalimler için de yaşasın Cehennem! Ben zaten bir zemin istiyordum ki, efkârımı onda beyan edeyim. Şimdi bu Divan-ı Harb-i Örfî iyi bir zemin oldu.” 

Bayezıttan sirkeciye kadar idam sehpalarında  birçok insan asılmıştır, çok da hesaplı bir mahkeme değildir, önüne geleni sallamışlardır. Bediüzzaman ölümden korkmaz, ölümün idamın tahlilini yapar. Bediüzzaman’ın en hayret edilecek, şaşırtıcı yanı bu kadar ateşin ve ölümün kol gezdiği olaylar içinde hiç hasar görmeden vakti geldiğinde eceli ile   ölmesidir. Birinci meşrutiyetten cumhuriyetin kuruluşuna, cumhuriyetin altmış ihtilaline kadar döneminde de o sürekli ölümle yüz yüzedir ama hiçbir zaman onunla  hesaplaşmamış, yoluna yürümüştür.

Yıllar sonra Emirdağ’da suçlamalara karşı  konuşmasında hayatının hülasasını ve korkusuz  mizacını  anlatır, şartlar ne kadar zor olursa olsun vatana ve millete ve dine ihanet etmediğini  fütursuzca anlatır.

“Acaba bir nutukla, isyan eden sekiz taburu itaate getiren ve kırk sene evvel bir makalesiyle binler adamı kendine taraftar yapan ve mezkûr üç dehşetli kumandanlara karşı korkmayan ve dalkavukluk yapmayan ve mahkemelerde, "Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri kesilse, zındıkaya ve dalâlete teslim-i silâh edip vatan ve millet ve İslâmiyete hıyanet etmem, hakikat-i Kur’âna feda olan bu başımı zâlimlere eğmem" diyen ve Emirdağı’nda beş on âhiret kardeşi ve üç dört hizmetçilerden başka kimse ile alâkadar olmayan bir adam hakkında, ithamnamede, "Bu Said Emirdağı’nda gizli çalışmış, âsâyişe zarar vermek fikriyle orada bir kısım halkları zehirlemiş. Yirmi adam da etrafta onu medhedip hususî mektuplar yazdıkları gösteriyor ki, o adam inkılâp ve hükûmet aleyhinde gizli bir siyaset çeviriyor" diyerek emsalsiz bir adavet ve ihanetlerle iki sene hapse sokmak ve hapiste tecrid-i mutlakla ve mahkemede konuşturmamakla tâzip edenler ne derece haktan ve adaletten ve insaftan uzak düştüklerini vicdanlarına havale ediyorum. 

Hiç mümkün müdür ki, böyle haddinden yüz derece ziyade teveccüh-ü âmmeye mazhar ve bir nutukla binler adamı itaate getiren ve bir makaleyle binlerle insanları İttihad-ı Muhammediye Cemiyetine iltihak ettiren ve Ayasofya Camiinde elli bin adama takdirle nutkunu dinlettiren bir adam, üç sene Emirdağı’nda çalışsın, yalnız beş on adamı kandırsın ve âhiret işini bırakıp siyaset entrikalarıyla uğraşsın, yakın olduğu kabrine nurlar yerine lüzumsuz zulmetler doldursun. Hiç kabil midir? Elbette şeytan dahi bunu kimseye kabul ettiremez.”

Otuz Bir Mart vakası ile ittihad-ı Muhammedi ve İttihat Terakki iç içe bir vakalar bütünü. Bediüzzaman bunların hepsinin içinde, Otuz Bir Martı sorgulayan mahkeme de  ifade verir. Tavrını anlatır gayet içten ve samimi bir edayla .Olayı bastırmak istemiştir, ama olmamıştır, kaybettiklerini de nazara verir. Bediüzzaman  Otuz Bir Martı doğuran nedeni de burada nazara verir, neden doğmuştur.   Fırkaların yani partilerin ve ya grupların iftirakı “Bugün de aynıdır, cepheler ve fırkalar ve üslub yeni muhataralar doğurabilir ama gören var mı?

”Bu geçen musîbet-i azîmeye sebebiyet veren fırkaların iftirakının, Tevhid ile önüne set olmaktı. Vaesefa ki, zaman fırsat vermedi. Sel geldi, beni de yıktı. Hem derdim: Bir yangın olsa, bir parçasını söndüreceğim. Fakat hocalık elbisem de yandı. Ve uhdesinden gele-mediğim bir yalancı şöhret de maalmemnuniye ref’ oldu.”

Bediüzzaman büyük Avrupalı yazarlara taş çıkaracak kadar hayatının bütün muhataralı anlarını, başından geçen olayların ayrıntılarını kaydeder ve yayınlar, adeta biyografisinin malzemesini verir, ama ne yazık ki onun hakkında yapılan çok etraflı biyografiler yok. Bu ihatası müşkül büyük adamın hayranı  çok ama çalışanı da o kadar çok değil.

Derviş Vahdeti’nin çok karmaşık bir hayatı var, Kıbrıs’ta kalmış orada İngilizce öğrenmiş, Arapça ve Farsca biliyor, gücü yettiğinde medrese ilimlerini okumuş.Mahkeme edilmiş ve idamına karar verilmiş, hakkında okuduklarımdan  idam edilmesini gerektiren mücbir  bir sebeb yok, ittihat Terakkiye karşı olduğu için bir oyuna gitmiş de olabilir. Gazetesinde de tahrik edici bir dil kullanmadığı hatta halkı birliğe, vahdete çağırdığı görülür, hakkında araştırma yapan bir çok yazarın  vardığı kanaat bu ama, bizim bilmediğimiz nedenler de olabilir. Bediüzzaman hem İttihatçılarla münasebet halinde bazıları ile dostlukları var, Niyazi ve Enver gibi . Hem de Volkan’da ortamı yatıştırmak için yazılar yazar,Vahdeti’yi  iltizam eden  bir dili yok Bediüzzaman olaylara göre itidalli bir üslub kullanır, her iki tarafı da olması gerektiği şekilde idare eder. O da zaten onun öteden beri mizacıdır.O dönemlerde de sonraki yıllarda da o kadar kim vurduya giden müstesna insanlar var ki . Hukukun birkaç kişinin kişisel kanaatine göre karar verdiği mahkemeler. Biz de mahkemelerin tarihi araştırılsa özellikle bu yıllardan Cumhuriyet devrinin oturması için her tarafın hesaba çekildiği dönemlerdeki hukukun insan haklarına riayeti konusu tartışmaya açık bir konudur. Bir Mecelle kuralıdır, “Maksad neyse hüküm ona göredir” halbuki hüküm kişiye göre değil hukuk ve insaf normlarına göre olmalıdır.

Bediüzzaman’ın ikinci meşrutiyet sonrası mücadeleleri bir büyük araştırma olacak keyfiyettedir, burada bir hülüsal ül hülasa eleştirel bir özet o da Bediüzzaman’ın ifadelerinden ve gözlemlerinden verdik. Kusurlarımız vardır, tetebbuat  ve kıraat  muhiti geniş olanlar bunu bir ihbar kabul edip çalışabilirler.

İttihad ve Terakki Cemiyeti’nden Osmanlı aydını çok şeyler beklemiş, ama diktatörlüğe yönelince beklentileri boşa çıkarmıştı. “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen, istibdatla mücadele eden; haksız davranışlarından dolayı Jön-Türkleri de her zaman ikaz eden Bediüzzaman, “Siz dîni incittiniz, gayretullaha dokundunuz, Şeriatı tezyif ettiniz; neticesi vahim olacaktır” diye onlara şiddetli muhalefet etmekten çekinmiyordu. 1

Bir kısım aydınlar İttihad ve Terakki’den koparak, çeşitli fırkalar kurar. İşte ’lerde başlayan İslâmcılık, ’lerden sonra İttihad-ı Muhammedî ile “siyasal İslâm”a, dönüştürüldü. 31 Mart Vak’ası’ndan 10 gün önce, “Hadis ehli’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndaki muadili, halkın fikirlerine tercüman olan ikinci bir ulema grubu, ’da” İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’ni kurdu.2 Hedefi, milleti dini düşünceler etrafında toplamaktı. Bir kısım tarihçiler, İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti kurucuları arasında Bediüzzaman Said Nursî’yi de gösterir.3

Bunun gerçeği yansıtmadığını bizzat kendisi, hem o günkü Divân-ı Harb-i Örfi’de (Sıkı yönetim Mahkemesi) sözlü; hem de aynı ismi taşıyan eserinde yazılı olarak beyan etmişti: İşittim; İttihad-ı Muhammedî (asm) namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki, bu mübarek ismin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin. Sonra işittim: Bu ism-i mübareki bazı mübarek zevât, (Süheyl Paşa ve Şeyh Sâdık gibi zatlar) daha basit ve sırf ibadete ve Sünnet-i Seniyyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasî cemiyetten alâkalarını kestiler, siyasete karışmayacaklar. Lâkin tekrar korktum, dedim: Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tahdit kabul etmez.4

Din adına ortaya çıkıp mukaddes değerleri tekeline almayı tâ o zamandan tasvip etmediğini, kamuoyuna duyurmuş ve din adına “siyasî parti veya teşekkül”e meydan verilmemesi gerektiğini belirtmişti. Ancak, Bediüzzaman, İttihad-ı Muhammedî “cemiyet veya fırkasına” değil de, ismine mânâsına intisap eder. Takip edelim: O mübarek isme intisap ettim. Lâkin tarif ettiğim ve dahil olduğum ittihad-ı Muhammedînin (asm) tarifi budur ki: Şarktan garba, cenuptan şimale uzanan bir silsile-i nuranî ile merbut (nuranî zincirlerle bağlı) bir dairedir. Dahil olanlar da bu zamanda üç yüz milyondan (bugün bir buçuk milyardan) ziyadedir. Bu ittihadın birlik yönü ve irtibatı, tevhid-i İlâhîdir. Peyman ve yemini, imandır. Müntesipleri, kàlû belâdan dahil olan umum Müslümanlardır.5 Bediüzzaman, birliğin çok geniş mânâda tahakkuku için çalışmaktadır. Tekrar orijinal ifâdelerine müracaat edelim: Yoksa, sebeb-i iftirak (ayrılık sebebi) olan fırkalardan, partilerden değilim&#; Amma, İttihad-ı Muhammedî (asm) ki, umum mü’minlere şamildir; cemiyet ve fırka (parti) değildir.

Merkezi ve saff-ı evveli (ilk saffını, öncülerini) gaziler, şehitler, âlimler, mürşidler teşkil ediyor. Hiçbir mü’min ve fedakâr asker-zabit olsun, nefer olsun-haricinde değil ki, tâ intisaba lüzûm kalsın. Lâkin bazı hayır cemiyeti, kendine İttihad-ı Muhammedî diyebilir. Buna karışmam.6 Yâni, birisi, bu ismi veya mukaddes mefhumları suistimal ile âlet edip kullanırsa; başkasının cezalandırılamayacağını söyler.

“Umumun mukaddes malı olan” din ve mefhumların, siyasete âlet edilmesine şiddetle karşıdır. Dâireyi de gayet geniş tutarak, sâir grupları dışarıya atılmaktan kurtarmış ve onların o isime duyulacak alerjinin altında, İslâmiyete olan hücumları durdurmayı başarmıştır. Ve İttihad-ı Muhammedî ismine itiraz etmesinin iki sebebini de muğlak bırakmaz, açıklar: O ismi sınırlandırma ve tahsisten (birine özel saymaktan) halas etmek ve umum mü’minlere şâmil olduğunu ilân etmek; ta ki, tefrika düşmesin ve evham çıkmasın. Bu geçen büyük musibete (31 Mart Vak’ası’na) sebebiyet veren fırkaların iftirakının (ayrılmalarını), tevhid (birliğini temin etmekle) ile önüne set olmaktı.7 Bir yandan da, “İslâm birliğinin” hedefinin de “sevgi”, düşmanlığının da “cehalet ve zaruret ve nifaka” karşı olduğunu beyan etmiştir.8

Dipnotlar: 1. Tarihçe-i Hayatı, s. ; 2. Prof. Dr. Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim, İst., , s. ; 3. Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c, s. ; 4. Divân-ı Harb-i Örfî, s. ; 5. age.; 6. Tarihçe, ; 7. age, s. ; 8. Divân-ı Harb-i Örfî, s. 6.

İttihad ve Terakki’nin müstebit kanadı, muhaliflerini ezmek için idam sehpalarını kurdurmuştu. İngilizlerin de tahrikiyle 31 Mart Vak’ası () patlak verir. Bediüzzaman, bir nutukla, isyan eden sekiz taburu itaate getirir ve bir makalesiyle binler adamı kendine taraftar yapar, müdafaasıyla da beraat eder ve yüzlerce kişiyi idamdan kurtarır.1 Yatıştırıcı rol oynamasına rağmen Divân-ı Harbe verilir. İdam edilenlerin cesetleri henüz soğumamıştır. Hurşid Paşa, onları göstererek, “Seni de asarım!” mânâsında sorar: “Sen de Şeriat istemişsin?” Hiddet ve şiddet yüklü suâl karşısında zerre kadar zaaf göstermeyen Bediüzzaman, gayet kararlı, kesin ifâdelerle cevap verir: “Şeriatın bir hakîkatine bin rûhum olsa feda etmeye hazırım! Zîrâ, Şeriat sebeb-i saadet ve tam adâlet ve fazilettir. Fakat, ihtilâlcilerin isteyişi gibi değil!” Peşinden diğer soru gelir:

“İttihad-ı Muhammediye’ye (asm) dahil misin?”

Bediüzzaman: “Maaliftihar! En küçük efradındanım. Fakat, benim tarif ettiğim vechile&#; O ittihaddan olmayan, dinsizlerden başka kimdir; bana gösteriniz?”2

Bediüzzaman, İttihad-ı Muhammedî fikrini taşıyanların, “Ahrarların müttefiki”3 olduğuna işâret eder.

Herhalde bu tesbit ve yaşanan hâdiseler, günümüze de gerekli mesajı verecektir. Bu, hep böyle olagelmiştir. Çünkü, ipleri ecnebi elinde olan ve Deccalizmin etkisinde kalan siyasetle netice alınamazdı! Bu, 28 Şubat sonrasında, İslâmcı bir yazar tarafından, “Mevzi kaybetmek, dünyanın sonu değil” başlıklı yazısında, “İslâmî Hareket, yetmiş yılda kazandığı mevzilerini neredeyse yetmiş haftada kaybetmiş görünmektedir. Sıkıntı bu anlayıştan, 70 yıllık kayıplar da bu zihniyetten kaynaklandı”4 şeklinde bir defa daha tescil edilir.

“Din adına ortaya çıkmayı” esas alan “Siyasal İslam” zihniyeti; Halk Partisi’nin “diktatörce” uygulamalarına ve DP’nin hürriyetçi anlayışına rağmen; Sebilürreşad diliyle, “Aralarında pek bir fark yok”5 iddiasını ortaya atarak kolları sıvar.

27 Ağustos ’de Cevat Rıfat Atilhan, İslâm Demokrat Partisi dilekçesini, kurucular adına savcılığa verir. Ancak, “Refah ve saadet güneşi, Kur’ân’ı ele almakla doğacaktır. Partimiz mü’minlerle doludur, mü’minler birleşin” (Büyük Cihad gazetesi) gibi sloganları, laikliğe aykırı bulunarak, altı aydan fazla yaşamasına müsaade edilmez; kapatılır.6

Dipnotlar: 1- Şuâlar, ; 2- Tarihçe-i Hayatı, ; 3- Emirdağ Lâhikası, s. ; 4- Yaşar Kaplan/Akit, 24 Mart ; 5- Sebilürreşad, Haziran , c. 2, sayı: 50, s. ; 6- Sadık Albayrak, Türk Siyasi Hayatında MSP Olayı, İst. s.

Benzer konuda makaleler:

image_pdfimage_print

İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti partisi hakkında

Cem'iyyet-i Muhammediyye olarak da adlandırılan fırka, Otuzbir Mart Vak'ası'ndan (13 Nisan ) on gün kadar önce İstanbul'da kuruldu. Kurucusu Derviş Vahdetî, yayın organı Volkan gazetesidir. Ancak Volkan gazetesinin sayısında, "İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti'nin târîh-i teessüsü, üç yüz yirmi yedi senesi Muharremü'l-harâmının on beşinci Cumartesi gününden (18 Safer / 26 Şubat / 11 Mart ) itibar olunmuştur" denilmektedir. Fırkanın, sayısı yirmiyi aşan kurucu ve merkez idare meclisi üyeleri arasında Feyzullah Efendizâde Mehmed Sâdık Efendi, Beyazıt dersiâmlarından Mehmed Emin Hayretî, Fâtih dersiâmlarından Divrikî Kadızâde Abdullah Ziyâeddin Efendi ve Bedîüzzaman Said Nursi gibi isimler de bulunuyordu (Volkan, nr. 75, 23 Safer / 3 Mart [16 Mart ]).

4 Şubat (17 Şubat ) tarihli sayısından itibaren başlığının altında, "İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti'nin mürevvic-i efkârıdır" yazısıyla çıkmaya başlayan Volkan'daki yazılardan anlaşıldığına göre cemiyet, başlangıçta daha çok dinî duygulara hitap eden ve Osmanlı'yı yüceltme gayretlerinin yanında dünya müslümanları arasında birlik ve yardımlaşma sağlamayı hedef alan milletlerarası bir oluşumun İstanbul şubesi olarak düşünülmüş, daha sonra müstakil bir siyasî fırka haline dönüşmüştür. Nitekim İstanbul'da kurulacak bir mason locasına karşı, bu isim altında bir teşekkülü geliştirmek isteyen bazı kişilerin Vahdetî'ye yaklaşarak kendisini ve Volkan'ı kazanmaya çalıştıkları, ancak Vahdetî'nin bu kişilere güven duymadığı için onlardan ayrıldığı, bununla birlikte İttihâd-ı Muhammedî ismini çok beğenerek bu isimle bir siyasî fırka kurmaya karar verdiği bizzat kendisi tarafından açıklanmaktadır (Volkan, sy. 66, 67, 68, 69, 70). Gazetenin sayısında geçen (14 Muharrem / 5 Şubat ), "Cem'iyyet-i Muhammediyye-i uzmânın merkez-i aslîsi Medîne-i Münevvere ve Dersaâdet ve Mısır'da olduğu gibi aktâr-ı İslâmiyye'de de şubeleri derdest-i küşâd bulunduğu istihbar kılınmıştır" şeklindeki haber gelişmelerin başlangıcındaki durumla ilgili bir ilândır.

Fırkanın siyasî programına esas olan 3 Mart (16 Mart ) tarihli beyannâmede cemiyetin kapılarının herkese açık olduğu, şer'-i şerîf dairesinde hareket edileceği, fakat kendilerine katılmamakla kimsenin dinine bir zarar gelmeyeceği, fırkasız meşrutiyetten hiçbir zaman matlûp olan semerenin elde edilemeyeceği, ancak ahkâm-ı şer'iyye ve kanuniyyeye muhalif olan cemiyet ve fırkalara katiyen müsamaha edilmeyeceği gibi hususlara yer verilmiştir. Volkan'ın aynı nüshasında yer alan cemiyet nizamnâmesinin 1. maddesinde cemiyetin reisinin Hz. Muhammed Mustafa olduğu, 3. maddesinde cemiyetin amacının "memâlik-i hilâfette ve sâir bilâdda mütemekkin anâsır-ı muhtelife-i İslâmiyye'nin tehzîb-i ahlâkına ve ictimaî terakkiyatına bâis-i yegâne olan Kur'ân-ı Kerîm'in, şerîat-ı mutahharanın ilâ yevmi'l-kıyâm te'mîn-i devâmına sa'y ü gayret eylemek" bulunduğu, 4. maddede cemiyetin faaliyet alanının bütün İslâm topraklarını içine aldığı ifade ediliyordu (bundan yaklaşık bir ay önceki sayıda yayımlanan cemiyetin başlangıç dönemine ait nizamnâmesinde 1. madde yer almamaktadır).

Gerek Volkan'daki yazılar gerekse parti programı ve tanıtımı öncelikle ilmiye mensuplarına hitap etmekle birlikte cemiyet daha çok halk ve askerler arasında taraftar buluyordu. Ancak bu hareket diğer İslâmcı çevrelerin muhalefetiyle karşılaşmış, Sırât-ı Müstakîm, Beyânülhak gibi gazeteler fırkayı sert bir dille eleştirmiş ve onu bir "i'tizâl" (sapma, ayırımcılık) olarak değerlendirmişti (Kara, s. ). Buna karşılık başta Derviş Vahdetî ve Said Nursi olmak üzere Volkan yazarları ısrarla bu hareketin bir i'tizâl değil bir hizmet vesilesi sayıldığını, fırkalaşmanın tefrika olmadığını söyleyerek kendilerini savunmuşlardır.

Derviş Vahdetî ve diğer Volkan yazarları, II. Meşrutiyet'in ardından dönemin şartlarına uygun olarak başlangıçta İttihat ve Terakkî Fırkası'nı desteklemişlerse de daha sonra İttihatçılar'ın hürriyetleri kısıtlayıcı uygulamalarını ve diğer politikalarını eleştirmeye başlamışlar, İttihatçılar da onları istibdat ve irtica taraftarlığı ile suçlamışlardır. Nitekim Tanin gazetesinde çıkan böyle bir suçlamaya Volkan, şeriat talebinin esasen meşrutiyet talebi demek olduğunu belirterek cevap veriyordu (nr. 63, 11 Safer / 19 Şubat [4 Mart ]).

İttihâd-ı Muhammedî Cemiyeti'nin ilân edilişinden kısa bir süre sonra Otuzbir Mart Vak'ası patlak verince bu hadiseye karışan askerlerin elinde İttihâd-ı Muhammedî'nin açılış gününde dağıtılan bayraklardan bulunması, dikkatleri cemiyete ve Derviş Vahdetî'ye yöneltti. Volkan'ın sayısında (1 Nisan / 14 Nisan ) yer alan ve II. Abdülhamid'i İttihatçılar'ın bulunmadığı tarafsız bir kabine kurmaya davet eden Vahdetî imzalı açık mektup halkı ve askerleri tahrik edici bulundu. Derviş Vahdetî 25 Mayıs'ta tutuklandı ve Otuzbir Mart'a sebebiyet verenlerden sayılarak cemiyet mensubu on iki arkadaşıyla birlikte 19 Temmuz 'da idam edildi (mahkeme kararının metni için bk. Bayar, II, ).

İttihâd-ı Muhammedî hareketinin Otuzbir Mart Vak'ası'ndaki rolü hakkında çok farklı değerlendirmeler yapılmıştır. İttihat ve Terakkî kaynakları, Derviş Vahdetî ve İttihâd-ı Muhammedî'yi doğrudan sorumlu tutarken diğer bazı kaynaklar İngiltere ile ilişkisinden söz etmektedir. Meselâ Yusuf Hikmet Bayur, müslümanlar hakkında "Muhammedî" tabirini hıristiyanların kullandığı gerekçesiyle bu hareketin Batılı bir sömürgeci devletle bağlantılı olabileceğini kaydetmektedir (Türk İnkılâbı Tarihi, I/2, s. ). II. Abdülhamid'in Mâbeyin başkâtiplerinden Ali Cevad Bey de Vahdetî'nin Volkan'ı çıkarmak için Abdülhamid'den para istediğini, fakat "atlatıldığını" ifade ederek bundan kaynaklanabilecek bir kızgınlığı ima etmektedir (İkinci Meşrutiyetin İlânı, s. ). İttihâd-ı Muhammedî'nin kuruluşunu İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na bildiren 6 Nisan tarihli İstanbul büyükelçiliği yazısında ise oluşumun mahiyetinin o anda tam olarak anlaşılamadığı, gazetelerin bu konuda sessiz kaldığı belirtilmektedir (funduszeue.info, /).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası