ada kitabının özeti / Çıplak Deniz Çıplak Ada Özeti ve Konusu - Kitap Diyarı

Ada Kitabının Özeti

ada kitabının özeti

Ada - Meşa Selimoviç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar:Meşa Selimoviç

Çevirmen: Azra Bilekiç Aydoğan

Çevirmen: İbrahim Hakan Aydoğan

Editör: Kadir Daniş

Orijinal Adı: Ostrvo

Yayın Evi: Ketebe Yayınları

İSBN:

Sayfa Sayısı:

Ada Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Eşekler ve köpekler ölür. Fırtınalar kopar. Aşk çok uzaktadır artık, kendisi için geriye ancak hayıflanma ve hasret kalan insan umduğu kahramanlığı hiç gösteremez. Adasını terk edemez. Özgür atlar vardır var olmasına ama avcılar dört bir yandan kuşatır onları, kementlerle avlar, köleleştirir. Özgürlük eski, silik bir rüyadır artık. Fallarda acı, hazin sonlar görünür hep.

Balkan edebiyatının önemli isimlerinden Meşa Selimoviç’in gidemeyenleri, ızdırapla hatırlayanları, çılgınca özleyenleri, akıbetini öfkeyle bekleyenleri, kabullenemeyenleri anlattığı Ada, ilk kez Türkçede.

“Günün birinde gideceğim.”

“Nereye?”

“Neresi olursa.”

“Ne zaman?”

“Hiçbir zaman.”

Ada Alıntıları - Sözleri

  • ….Fakat musibet, gelmeden önce sormuyordu tahammül edebilir misin diye.
  • "Neden bu kadar kötüsün sevgilim?" "Çünkü acı çekiyorum." "Fakat o zaman daha çok acı çekeceksin.."
  • Bana zarar vermiş olanları unutalı çok oldu; kaybedilene tahammül, pişmanlıktan kolay..
  • İmkansızı ummak deliliktir. Buna üzülmek de delilik.
  • Artık beklemiyor. Sadece yaşıyor.
  • “Dünyada mutlu insan yok mu?”
  • Kadın kendi şuurunun kahramanıydı. Yahut da kurbanıydı.
  • “Öyle tatlı sözcükler vardır ki Yılan sokmasına derman olur.”
  • Yalnızlıktan korkuyorlardı fakat aynı ölçüde yabancılardan da korkuyorlardı. İnsan insanın engelidir.
  • Yalan, hayat için, ölüm için değil.
  • "Büyük şehir korkunç bir yer. " "İnsanlar yalnız yaşıyor. " "Ve yalnız ölüyorlar. "..
  • İçimizde arayış için güç olduğu müddetçe hiçbir şey sona ermiş değil. Sonun kendisi vuku bulana dek hiçbir şey bitmiş değil.
  • Hayal gücü sizleri günlük hayatın çaresizliğinden kurtarır.
  • Güce dayalı ahlak, etik değildir.
  • İnsan onu ya öldürmek ya da dinlemek zorundaydı. Üçüncü bir seçenek yoktu.

Ada İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Biriktirdiğimiz hayalleri bozdurabileceğimiz bir ada var mı?: Herhangi bir beklenti içine girmeden elime aldığım bu eseri okurken, senkronize bir şekilde bir evin çatısına tüneyen güvercinler gibi benim de zihnimde düşünce kuşları oradan oraya uçuşup durdular İncelemeye başlamadan önce, bu ay bu eseri çok başarılı bir çeviri ve baskı kalitesi ile dilimize kazandıran KetebeYayinlari 'na ve eserin kitaplığım ile buluşmasına vesile olan değerli dostum Seladam 'ye ayrı ayrı teşekkür ederim. Kitap zaten başlı başına çok değerli bir hediye iken bir de okur olarak o kitapla bir bağ kurabildiyseniz hediyenin kıymeti birkaç kat daha artıyor Bu anlamda okuma yolculuğumun son durağında böyle harika bir kitaba denk geldiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum O halde vakit kaybetmeden zihnimdeki güvercinleri kelimeler vasıtasıyla tekrar özgürlüğüne kavuşturmak adına ilk adımlarımı atabilirim Georges Perec'in 'Şeyler' adlı eserinde şöyle bir cümle geçer; “Çok şey vadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.” kitap/ada , işte bu cümlenin romana bürünmüş hali gibiydi. Kitabın baş karakterleri Ivan ve Katarina'nın hem kendi iç dünyalarında hem de dış çevrede yaşadıkları, o gerilime tutulmuş bir ayna gibi yansıtıyordu her şeyi Hiçbir gizem, suç unsuru, cevapsız telefonlar ya da isimsiz mektuplar olmadan da, yani sadece yaşayarak, hem de dümdüz bir şekilde yaşayarak bu gerilimi hissetmeniz mümkün Bunun için hayatın size vadettikleri ile verdikleri arasındaki mesafeyi, yani o uzun ve ıssız yolu adımlamanız yeterli Buraya daha sonra dönmek üzere şimdilik bir virgül atıp, biraz kitabın yazarından ve yazım tekniğinden bahsetmek istiyorum. yazar/mesa-selimovic Bosna Hersek doğumlu ama kendini Sırp olarak tanımlayan bir yazar. Balkan topraklarına has o kültürel ve kimliksel çeşitlilikten payına düşeni almış bir isim Balkanlar'dan gelen soğuk ve yağışlı havaya küçük yaşlardan beri aşinayım:) Balkanlar'ın, dünyaya sadece soğuk ve yağış göndermediğini; özellikle sanat ve kültür dünyasına yaptığı katkıyı biraz gecikmeli olarak üniversite yıllarında keşfettim. Tekrar tekrar seyredilen Emir Kusturica filmleri; 'Harbiye Açık Hava'da coşkuyla seyredilen Goran Bregovic konserleri derken, zaten ortak bir tarih ve kültür birikimine sahip olduğumuz Balkan coğrafyasına karşı gittikçe artan, çok daha sıcak duygular besledim. Selimovic'in 'Ada'sında ise Balkan edebiyatının çok farklı bir damarını keşfetmiş oldum. Çünkü Ada, zamandan ve mekandan soyutlanarak yazılmış bir eser. Yani demek istediğim, yazar eseri kaleme alırken evrensel bir dil kullanarak direkt insana ve insanın sıradan yaşamına hitap etmiş. Araya Balkan yemekleri, Balkan müzikleri, Balkan şehirleri, hiç kimsenin anlamayacağı Balkanlara has diyaloglar serpiştirme ihtiyacı duymamış İyi ki de böyle yapmış İnsan yaşamı, dünyanın her yerinde kültüre, coğrafyaya, yaşam biçimine göre farklılık gösterebilir ama insanın hikayesi bir yerde ortak, evrensel bir hikayedir. Kurulan hayaller farklıdır ama hayal kurma ihtiyacını doğuran duygular ortaktır. Pişmanlıklar, kırılganlıklar, küçük mutluluklar, sevgi ihtiyacı ve insanın kendine karşı hissettiği acıma duygusu da öyle İşte bu nedenle, yerelleşme kaygısından uzak, sapından çöpünden ayıklanmış ve salt insana odaklanan bu dil, daha kitabın ilk sayfalarından itibaren beni de kıskıvrak yakaladı diyebilirim Kitabın benimle konuştuğunu, hatta dertleştiğini hissettim. Bunun ötesinde, sayfalar ilerledikçe pek çok ortak derde, cevabını aradığımız pek çok ortak soruya sahip olduğumuzu gördükçe, insan hikâyesinin zamandan berî olduğuna fazlasıyla ikna oldum. Zaten kitaba adını veren adanın da nerede olduğunu bilmiyoruz. Adada yaşayan yerel halkın, köylerin veya adaya en yakın şehrin de adını bilmediğimiz gibi Baş karakterler Ivan ve Katarina'nın adını da ilk defa kitabın ortalarında öğreniyoruz. O vakte kadar adam, kadın, kocası veya karısı olarak geçiriyor yazar Böylelikle kitabı eline alan her okurun Ivan veya Katerina olmasının, o isimsiz adanın bir sakini gibi yaşamasının önünü açıyor. (NOT: Bu zamansızlık hali, kitabın ne zaman yazıldığı konusunda merakımı hayli celbetti. Google araştırması ile yılında yazıldığını öğrendim. Keşke yayınevleri kitapların künye sayfalarına orjinal baskının ilk yayımlandığı tarihi de ekleseler) Kitap üzerinde mutlaka durmam gereken ikinci konu ise kitabın yazım tekniği Romanımız 19 bölümden oluşuyor. Her bölüm, ana karakterlerimizin hayatlarından bir kesit sunuyor. Yani tüm bölümleri birbirine bağlayan ortak bir dil ve konu bütünlüğü mevcut. Ancak, beni oldukça etkileyen kısım, her bölümün kendi içerisinde bir öykü özelliği taşıması oldu. Sıradan bir bölümü açıp olay bütünlüğünden bağımsız bir şekilde okuyabilirsiniz. Okurken şu düşünce geçti kafamdan: Yazar bu kitabın içinde yer alan bölümlerden herhangi birisiyle istediği öykü yarışmasına katılabilir, hatta derece bile alabilirmiş Gerçekten de o gözle bakıldığında ana karakterleri ve ana mekanı ortak, harika öyküler görebilirsiniz Daha önce bu tekniği bu kadar başarılı yansıtan başka bir kitaba denk gelmedim ben Bunun yanında, bir de yazarın karakter yaratma başarısına değinmeden geçemeyeceğim. Ivan ve Katarina zaten başlı başına çok iyi kurgulanmış iki karakter. O yüzden onun üzerinde fazla durmaya gerek yok. Ancak kitap içerisinde öyle orijinal karakterlere denk geldim ki, mesela 'Hayret Verici Olay' bölümündeki gelin karakteri, 'Solgun Kadın' bölümündeki Bayan Rujiç, 'Dostla Sohbet' bölümündeki yaşlı adam, uzun bir süre hafızamda yer edecek karakterlerden sadece ilk aklıma gelenler Önünden gelip geçene 'Nasılsınız' diye soran ilham verici çeşme veya ölümden önce kendine sıcak bir yuva arayan yaşlı köpek ise kitaba çok farklı bir lezzet katan detaylardan bazıları Bu anlamda kitap boyunca karakterler özelinde funduszeue.infoz seviyesinde bir keyif aldığımı açıkça ifade edebilirim Kitap özelinde sizinle paylaşmak istediğim detayları bu kadarla sınırlandırabilirim Bu tür keşif kitaplarında kendi yaşadığım etkiyi herkesin yaşaması için kitabın içeriğine dair daha fazla detay vermemeyi tercih ediyorum Son bölümde biraz da kitaptan bana kalanları dilim döndüğünce aktarıp son vapurunu kaçırmadan adadan ayrılmayı planlıyorum:) İlk ne zaman hayal kurduğumu hatırlamıyorum. Sanırım hayatta sahip olamayacağım birşeyler olduğunu fark ettiğim bir döneme denk gelir Dönüp geriye baktığımda ve hayal yolculuğumda geriye doğru yürüdüğümde şunları görüyorum: Masumiyet çemberinden geçmiş ilk birkaç hayal denemesinden sonra yaş aldıkça bu hayallerin daha gerçekçi bir zemine oturtulması gerektiğini fark ediyorum. Zamanla hayallerin sayısı sayılamayacak kadar çoğalıyor Bu hayaller, belli bir dönemin sonunda, daha fiyakalı ve daha somut bir anlam çağrıştırdığından dolayı olacak, yerini 'hedef'lerle bırakıyor Artık 5 yıl veya 10 yıl sonrasını hayal eden değil hedefleyen biri oluyorum Bunun da bir çeşit kandırmaca olduğunu ise gerçeklerin çevremde cirit attığı bir dönemde keşfediyorum Evet, hedefler daha fiyakalı ama gerçekleşmediğinde üzerimde bıraktığı yük çok daha ağır Ve yeniden güvenli durak olan hayallere dönüş devri başlıyor Bu sefer daha temkinliyim. Kurduğum hayaller, yaşadığım hayatın birkaç tık üzerinde Yani hedeflenebilir hayaller Bugün geldiğim noktada ise kendimden çok çocuklarım adına hayal kurduğumu ve onların hayallerini gerçekleştirme motivasyonu ile hayata sarıldığımı net olarak görebiliyorum Modern toplumun ortak hayali olan ileride küçük bir Ege kasabasına yerleşip domates, biber yetiştirip kümeste tavuk besleme hayali ise beyin nöronlarımın paslanmaması için şimdilik kendime ayırdığım tek hayal diyebilirim:) Yanlış anlaşılmak istemem; bu hayal resmigeçidini hayallerinize ket vurmak için sıralamadım Hayal üzerine bir çeşit deneyim aktarımı yapmak istedim Çünkü hayal kurmanın kendimize ait soyutlanmış bir dünyada kimi zaman tatmin eden, kimi zaman kamçılayan, kimi zamansa alternatif bir yaşam hediye eden yegane motivasyon kaynağı olduğu yönünde bir önkabul vardır Ne kadar çok çeşidini tanıdık hayatımız boyunca Bir astral seyahat gibi her an her yerde, her durumda bulunmanın, istediğimiz herhangi biri gibi olmanın ayrıcalığını yaşadık Modası geçen hayalleri yenileriyle değiştirdik. Gerçek hayatın yenilmişliklerini, küskünlüklerini, sevgisizliğini, hak yiyişini, adaletsizliğini bir çırpıda yok ediverdik Daha güzel evlerde oturup daha lüks arabalara bindik En güzel kadınlar ve erkeklerle sardık etrafımızı Sonsuz bilgi ve birikim kuşandık, her türlü yeteneği tattık, her çeşit makamın aranan ismi olduk Velhasıl, hayatımız boyunca en çok biriktirdiğimiz şey hep hayallerimiz oldu Peki hayal kurmak bir tuzak mıydı? Neoliberal düzenin bir çeşit teselli ikramiyesi veya kapital bir sofranın artıkları mıydı? Sıfır maliyetle çuvalla satılan ve her zaman alıcı bulan bir nesne miydi? Öyle ya, sürekli biriktirdiğimiz ama bir türlü harcama şansı elde edemediğimiz başka ne var ki şu dünyada? Ivan ve Katarina, işte tüm bu sorularla yüzleşmek için en uygun yaşlarını yaşayan iki yalnız insan, onların adası ise domates, biber ekilebilen, kümeste tavuk yetiştirilen ama yine de mutluluk denen duyguyu ortaya çıkaracak hormonları bir türlü besleyemeyen şirin bir adaydı Hayalleri gerçeğe dönüştürmek için gidilen ada bir sürgün yerine dönüşebilir mi? Yemyeşil ağaçlar birer hapishane parmaklığına, deniz kenarına demir atmış tekneler birer gardiyana, uçsuz bucaksız deniz sanki maviye boyanmış bir duvara, 35 yıllık evlilik ise, biriken nefreti simsiyah bir duman gibi dışarıya savuran sönmeye yüz tutmuş bir köze dönüşebilir mi? Hayatta yarım bıraktıklarınız, hiç başlayamadıklarınız, olmak isteyip de olamadıklarınız, görmek isteyip de göremedikleriniz, yaşamak isteyip de yaşayamadıklarınız, karşınızdan size el sallayarak birer birer geçip gittiğinde; hayallerde inşa edilen sarayınızın duvarları yıkılmaya başladığında, ve yine o hayallerde kurduğunuz benlikleriniz teker teker ölüp toprağa karıştığında, saçını okşadığınız sevgiliniz bir başkasının koynuna girdiğinde, olmayan servetiniz de suyunu çektiğinde, işte o ada, ateşini hayallerin harladığı bir cehenneme dönüşüveriyor değerli dostlar İşte bu noktada, bazen şu an yaşadığımız hayatın, hayalini kurduğumuz bir hayatın ta kendisi olduğunu hissetmemiz hatta buna kendimizi inandırmamız gerekiyor belki de Bugün yaşayan, nefes alan, sahip olabildiği kadarına sahip olan, sahip olamadıklarına gıpta etmeyen, hayatta bir şey olma sorumluluğu taşımayan, kusurlarıyla barışık, dertleriyle anlamlı, yaratıldığı haliyle mutlu, başarabildikleriyle tatminkar, kendine ve çevresine verebildiği iyilik ölçüsünde zengin bir ben, neden bir hayalin başrolünde olmasın ki? Ve son söz Eğer bir gün o şirin mi şirin adanızda kendinizle baş başa kaldığınız gün geldiğinde, 'bu dünyada ben de varım ve varolduğum için mutluyum' demek istiyorsanız lütfen kurduğunuz hayallerin sizi hayalperest yapmasına izin vermeyin Çünkü yanlış kurulan hayaller, ileride yaşayacağınız hayal kırıklıklarının ilk adımı olabilir Hepinize keyifli okumalar dilerim (Necip G.)

Kitabı hiç bir tavsiye olmadan, aldığımda bu kadar etkili olabileceğini düşünmedim. Tek referansım arka kapak yazısı oldu. Yazar, İvan ve Katerina karakterleri üzerinden, insanın hayallerini, ölen tutkularını, evliliği, toplumun kanayan yarası iletişimsizliği, yaşlılığı o kadar güzel anlatmış ki bir anda kendinizi romanın içinde buluyorsunuz. Hatta yaşadığımız toplumda aynı durumları defalarca görüyoruz ve hiç yabancılık çekmiyoruz. Toplum ve insanlar ile ilgili olarak her şey en dip olumsuzluk şeklinde anlatılmış, kitabın bir bölümünde genç üniversite öğrencisinin konuşması ile aslında bu sorunların çözümü yazarın kendisinde belirtilmiştir. İnsan ve toplumun bir arada bu kadar uyum içinde anlatıldığı, karakterlerin geneli bu kadar güzel yansıttığı, yaşadığım toplumu (yazar her ne kadar Boşnak olsada) bu kadar güzel anlatan bir kitap okumadım. İşin özeti “Yazar bizi bize anlatmış, kendi çözümünü de yazmış.” İsteyen kitaba kendinden bir şeyler koyabilir. Okuyacak herkese şimdiden keyifli okumalar dilerim. (YoldaOlan)

Ölçü: Bir kitabın en mühim görevi okura sorular sordurmak olabilir. Görevini layıkıyla yerine getiren Ada’nın bende bıraktığı izleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Zihnimde onlarca cümle uçuşup birbirine karışırken, bu pandemi döneminde sosyal bağlarımızın ne kadar önemli olduğunu anlamaya müsait ruh halimle, kitap hedefini 12’den vurdu diyebilirim. KetebeYayinlari oldukça iyi bir kitabı dilimize kazandırmış ve değerli Seladam bana -muhtemelen fark etmeyeceğim- bu kitabı hediye ederek kitaplığıma bir değer daha katmıştır, teşekkür ediyorum. Elime kalem aldıran kitapları ayrı bir kıymette görüyorum. Çünkü bu benim için; okuru harekete geçirmek, onu rahatsız etmek, sorgulatmak, bazen bir sancı vermek ve sonucunda aydınlığın doğmasına vesile olmak anlamına geliyor. Kalemimle zihnim aynı hızda olsaydı eğer daha fazla düşünceyi not edebilirdim; lakin şimdi yakalayabildiklerimle yetineceğim. *** İhtiyaçlar ve Okumak İnsan, ihtiyaçlarının çokluğu ile yaşar. Fiziksel ve psikolojik olarak ayırdığımız bu ihtiyaçlarda, hepimizin bildiği gibi öncelik bedenimizin ihtiyaçlarıdır; doymak, ısınmak, su içmek vs. Örtünmek ve barınmak güvende hissettirir, doyunca başımızı kaldırır ve dünyayı algılarız. Peki, ısındık-doyduk, bitti mi? İnsan için sohbet, bülbül için ötmek gibidir; bülbül güle olan aşkını şakımasa ölürmüş. İnsan da duygularını paylaşamasa zaman içinde ölüyor. Ruhu doymamış ve artık açlığının ıstırabı kalbini kavuran insanlar derin bir ümitsizliğe düşerler. İki lokma ekmeği bölüşmek, bir tas çorbayı dahi birlikte içmek güzeldir. Gözden göze akan enerji o kadar değerlidir ki yeter ki biri görsün bilsin diye bugün sosyal medyada fotoğraflar uçuşmakta. Bencilce de olsa dostça da olsa insan görülmek, bilinmek, var olmak ister. Varlığının farkında olsunlar ister. Bu teknoloji çağında paylaşmak bir diğerinde öyle ya da böyle var olmaktır. Peki neden okuruz? Bende konu dönüp dolaşıp bu noktaya geliyor; çünkü okumak doyurur, buldurur, gördürür. Okumak, bir vakti değerli geçirmekten çok daha fazlasıdır. İnsan bir kitaba elini uzattığında, aslında aradığı anlamlı bir sestir. Soğuk bir bilgiye, ruhsuz bir romana yöneliş değildir; kendi cinsinden olan başka bir varlığa, bir insanadır bu uzanış. ‘’Karanlık hep vardır, ısrar eden ışıktır.’’ Okumak meşaledir. Ruhunu, zihnini, kalbini doyuranlar içsel olarak daha aydınlık daha güçlü olurlar. Herkesin yaşadığı müddetçe bir ışığı olur; kiminin içinde mum yanar kiminin içinde meşaleler, o kutlu kişilerdir ki ruhlarından fışkıran ışık güneş gibidir ve çevrelerini her manada aydınlatırlar. Yazar; sese ses, cana can olmaya gelendir. Bu yüzden insanın hayatla ilişkisidir okumak. En iyi hissettiğim zamanlar zihnimdeki okuma planlarını hayata geçirdiğim ve okuduklarımı paylaşabildiğim, konuşabildiğim insanların olduğu zamanlarmış meğer. Hepimizin aradığı bir mana var; en cahilimizin de en bilginimizin de peşinde olduğu hakikattir. Bunları söyleme sebebim; bu kitapla hayatımı ve diğer hayatları, adeta bir süzgeçle yeniden gözden geçirmiş olmamdır. Anladım ki insanın özünde ihtiyaç duyduğuyla dışa yansıttığı çok başka. Yalnızlığın seçilmiş olanı güzeldir. Fazlası kalbi çöle döndürür. *** Bir Issız Ada Çizeriz Ada metaforu birçok kez kullanılmış, üstünde düşünülmüş, hatta anketler yapılmış ve sorulmuştur: ‘’Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey nedir?’’ [Ben adada su olacağını varsayarak patates, tuz ve çakmak alırdım. :)] Bu adaysa ıssız değil; insan içindeyken insandan uzakta olmanın, hem simgesel hem gerçekçi bir tutumla anlatımını sunarak, bize eylemlerimiz ve ilişkilerimiz arasında gidip gelen bir soru yağmuru bırakıyor. İnsanın diğer insanlardan soyutlanmış bir hayat yaşaması bir yere kadar mümkün olsa da, bir yerden sonra zihin değirmen taşının içindeki bir buğday tanesi gibi, gün be gün kendisini öğütüyor. Ayrıca çalışmanın hayati önemi de işlenmiş kitapta. Basında da ünlü kişilerden şu sıralar sık sık duyduğum ve kitapla ilişkilendirdiğim ifadeler var: Çalışan, üreten insan olmak… Hayatı izlemek değil, hayatın tam içine karışmak. Ölene kadar öyle ya da böyle insana meşgale ve ilişkiler gerek. İnsan işe yaramadığını hissettiği an yaşamak önemini yitiriyor. Bu yüzden bir sese de işe de ölene değin ihtiyaç var. Yaşlı olup eş derdine düşen erkeklere çoğumuz küçümseyen gözlerle bakarız. Ama anlamak gerek, evden gelecek olan bir sesin bir soluğun farkında o insanlar. Genelde yaşlı kadınlar yaşlı adamlara nazaran çocuklarının yanında daha kolay yer bulurlar, bu yüzden koca derdine düşmezler. (Eh toruna bakacak, yemek yapacak, bir de üstüne bundan para almayıp gocunmayacak kim var?) Birlikte içilecek bir çaydır hayatı bu kadar katlanılır kılan. İşte kitaptaki çiftimiz hem insanın evlilik içindeki varlığının önemini hem de sohbetin değerini bize usul usul akan bir sakinlikte anlatıyor. Bazen sessizlik de kulakları yırtabilir. Seçtikleri hayatı çıldırmayacak kadar yalnız, ölmeyecek kadar birlikte yaşayan insanlar *** Değinmek istediğim konulardan biri evlilik üzerine. Erkek karakter soğuk ve sığ, kadın karakter renksiz ve sığ ve tabak çanak der gibi sevgilim diyen bir hanım. (İngilizceye ‘’honey’’ diye çevrilmişse çok gülerim.) Eşiyle yılları birlikte geçirseler de bende uyanan düşünce en başından beri hiç birlikte olmadıkları yönünde. En başında evlilik teklifinde hayır yoktu ki: ‘’Evlenelim mi?’’, ‘’Fakat tanışmıyoruz.’’, ‘’Olsun evlenince tanışırız.’’, ‘’Tamam.’’ Ne kadar gerçekçi bir başlangıçları olduğu tartışılır ki tam olarak puan kırdığım noktadır ilişkilerindeki bu yapaylık; ilerleyen sayfalarda adamın soğukluğunun, kadının metaneti ve pasifliğinin aralarındaki ilişkinin yapısını ve son durumunu belirlediği bir gerçek. Hem evliliklerinde yalnızlar hem kendi ailelerine karşı çok ilgisizler. Komşum bana selam vermedi diye düşünenler, kaç kere selam vermeyi denediklerini de düşünmeliler. Bu çiftimiz oturdukları yerde bir gün biri gelir de hal hatır sorar mı diye bekliyor. En sonunda da ümidi kesiyor. Şehirdeki hayatlarında da durum aynı, adadaki hayatlarında da. Akşama kadar iskambil kağıdıyla oynayacağına komşuna birkaç meyve götür bir selam ver. Tamam yokluk var fakat elinden gelen neyse odur, yarım elma gönül alma. Bunlar kendilerini her şeyden soyutlamış, yakın akrabalarından dahi bihaber (insan öpöz yeğenini bilmez mi), akşama kadar ancak ye iç güneşlen yat, arada bahçeyi belle tavukları yemle, akşam iki patates haşla anlayışında olan, kendi aralarında dahi doğru düzgün sohbeti olmayan bir çift. Neden peki? İnsan kendisini herkesten bu kadar soyutlarsa elbette konuşacak konu bulamaz. Ne anlatacaksınız ki? Kitap yoktuysa yürüyüş de mi yapamıyordunuz? Pandemi vardı da hes kodunuz yoktu diye köyün içine mi inemiyor, her kapıdan döndürülüyordunuz? Paralarının bereketi yoktu bereketi! Kadının varlığından haberi olmadığı yeğeni geldiğinde, çiftimiz apaçık yatıracak yerimiz yok diyerek, görgü dediğimiz insanlıklarının da kıt olduğunu gösterdiler. Delikanlı girişken bir karakterdi. Kısa ziyaretinde kendisine yer oluşturmayı iletişimindeki kuvvetle başardı ve çiftimiz belki yıllar sonra ilk defa yaşadıklarını fark ettiler. Çünkü sohbet edebildiler. İnsanların aklını pazara çıkarmışlar, herkes dönmüş kendisininkini satın almış derler. Evet kendi aklımız güzeldir, iyidir, hoştur ama başka insanların fikirleri, bakış açıları, anıları, karakterleri paletimizde olmayan farklı renkler gibidir. Delikanlı bunlara üniversitedeki eğitiminden, ülkeden, Dostoyevski’den, başka yazar ve kitaplardan bahsettikçe ikisi de o kadar mutlu oldular ki, adeta solukları denizin altında kesilmiş de sudan kurtulmuşçasına nefes aldılar. Bu kısım ''Yaşlı Mandarin Ölmeli Mi?'' bölümünde işlenmişti. En beğendiğim bölümlerden biri oldu. Sosyoloji öğrencisi olan bu konuşkan, sıcak ve dokunaklı gencin, alelade bir tavırla söyledikleri, çoğunu anlamasalar dahi sırf kendileriyle konuştuğu için hoşlarına gidiyor, her şey aynı olmasına rağmen çok şey farklıymış gibi geliyordu. İşte bu yüzden sohbetin değeri altındır. *** Çiftin arasındaki ilişki kasvetli olmamakla beraber ruhsuz, gün doldurmak için yaşanan, erkek karakterin olduğu kısımlarda yalnız yaşamaktan her türlü iyidir diye görülen bir anlayışta sürüyordu. Kadın içinse; kocaydı işte. Bir insanı yanınızda istemenizin sebebi sadece sizin menfaatlerinize katkısı olmamalı. İşte bu ilişkiyi ikisine de tat vermez hale getiren buydu. Yıllar devrildikçe eşler birbirinin bir uzvu gibi kanıksanabilir, alışılabilir. Kendi elimiz ayağımız nasıl bizi heyecanlandırmazsa elbette eşler de heyecanı gençlikte bırakabilirler. Ama nasıl ki elimiz çatlamasın diye krem süreriz, nasıl ki bir yerimiz yaralanınca pansuman yaparız, bir nevi ilişkiler de bir tatlı kelamla bakımını yapar diyebiliriz. Heyecanlar, gizemler, meraklar bir yere kadar. Zaten birçok çiftin de yaşayıp gördüğü üzere sefalet kapıdan girdi mi mutluluk bacadan çıkıp gidiyor. Bütün devletlerin halkların mutluluğunu düşündüğü bir çağda, ayçiçek yağının fiyatıyla meşgul olan evlerde edilecek sohbet de yine para yine para. *** Diğerleri Kitap iki ana karakter ekseninde şekillense de, bazen bir insan bazense bir hayvan karakterin hikayeye dahil olmasıyla, sıkıcılıktan uzak ve ilgiyi taze tutan bir yapıda ilerlemiş. Kitabı bu yüzden de çok sevdim. Her biri farklı anılarıyla, farklı ruh halleriyle, farklı mesajlarıyla okura o kadar iyi düşünceler sağlıyordu ki, bunu ancak bu kitabı okuyanlar bilebilir. Tek bir ömrümüz var, bunu sadece kendimizi biyolojik olarak ayakta tutarak kullanmak hem kendimize hem diğerlerine haksızlıktır. Ben bir insanın iyi olmasının onun görevi olduğuna inananlardanım. Komşumuza bir tebessüm etmek, hal hatır sormak, asansöre binerken merhaba demek evet görevdir. Allah ağız vermiş, herkes trafikte küfrederken çok bonkör ama selam vermeye gelince cırcır böceklerinin ıslık çaldığı sahne. Bir hayvanın önüne iki kap yemek koymak, su vermek evet görevdir. Yaşamak ve sadaka iç içedir. İçinizde tuttuğunuz canın sadakasını vereceksiniz! Ruhsuz binaları gökyüzünü çalarak diken kapitalist düzene inat, hepimiz evlerimizde-balkonlarımızda daha çok çiçek yetiştirelim ki, yoldan geçenin gözünden kalbine huzurlu hisler aksın. Evet diğerleri önemlidir. Çünkü biz de bir başkası için diğeriyiz. *** Yalnızlığın da Bir Sınırı Olmalı Güzel olan seçilmiş yalnızlıktır. Yalnızlığa mahkum edilmek çok büyük bir cezadır. Basit denebilecek bir hastalık insanı yıkabilirken, çok ağır bir hastalık da çevremizden gelen destekle aşılabilir. Manevi güç insanın sadece kendine özgüveni ile açıklanamaz. İnsanı güçlü yapan sevgidir. Kalabalıklar içinde huzursuz hissettirense sevgisizliktir. Herkes ama herkes en az bir kişi tarafından sevilmelidir ki içinde yaşama gücü olsun. Esirgediklerimizi bir gün bizden esirgediklerinde şapkayı önümüze eğip düşünme vakti geldi demektir. Kitapta bir karakter öldükten üç gün sonra evine giren hırsız tarafından bulunuyor. Ne ironik değil mi? Ancak kendisinden menfaati olan biri tarafından ölü bulunmak… Hani derler ya ölürken bir bardak su uzatanınız olsun. Ama suyu uzatan da bunu yüksünmeden yapsın. Bu yüzden gençliğinde kahrımızı çeken ana babalarımıza hürmetimizi esirgemeyelim. Elbette herkesin annesi babası mükemmel ya da merhametli değil biliyorum, ama zalim insanlar değilseler, hakları vardır demektir. Yaşlı ve yalnız olanları görünce hissettiğim duygu tamamen utanç. *** Yan karakterlerden biri adada lüks bir evde yaşayan bir aile. Daha doğrusu karı-koca ve kocanın teyzesi. Koca mı daha patolojik bir vakaydı teyzesi mi bilmiyorum ama okurken bir kısımda epey güldüm, kalan kısımda da afakanlar geçirdim desem yeridir. Hani sürekli konuşan, mütemadiyen haklı, karşılıklı bir konuşmanın mümkün olmadığı, içindeki sevgisizliğin yüzüne bir karalık olarak oturduğu, halkımızın nursuz diye isimlendirdiği, yaşam enerjisini yanındaki insanların ruhlarını emerek yaşayan, bir naneye yaramayan tipler vardır, ‘’Konu ne olursa olsun her konuda her zaman o haklıydı. İnsan onu ya öldürmek ya da dinlemek zorundaydı. Üçüncü bir seçenek yoktu.’’ (Sy ) İşte o ruh emiciyi Harry Potter görseydi bayılmaz doğrudan ölürdü. Teyzeden sonra adamdan bahsetmek istemiyorum. Burada kadın karakter iki ruh emiciyle yaşarken fonda ‘’Her şeyin bedeli var, güzelliğinin de. Bir gün gelir ödenir, öde Firuze’’yi dinliyoruz. *** Eşek ve köpeğin olduğu bölümler, yine insanın merhametsizliğinin ve benciliğinin davranışlarına nasıl yansıyabileceğini, oldukça etkileyici bir biçimde anlatarak okuru sarsıyor. Hangisine daha çok üzüleyim bilemedim. Sanırım köpeğe bir tık daha fazla içim yandı. Dili dişi olmayan, size derdini gözleriyle birkaç küçük hareketle anlatan varlıklardır hayvanlar. Etmeyin eylemeyin, merhamet edin, ne olur sanki? İnsan ki vefasını insandan esirger, Allah’ın bizlere emaneti olan bu güzel varlıklara neler etmez? *** Oğullar, gelinler, kalanlar ölenler her birine değinmeye güç yetmez. Son olarak kilise gibi bir ibadethanenin toplumu bir arada tutmak için nasıl değerli olduğu, insanların birbirleriyle ilişki kurmak için bir konuya ihtiyaç duymaları, bazen vazgeçmenin bazense inat etmenin önemi, en çok da hal hatır ne demek bunun çok güzel işlendiği bir kitap okudum. Yalnızlık Allah'a mahsustur. Herkese keyifli okumalar diliyorum. (Kübra)

Ada PDF indirme linki var mı?

Meşa Selimoviç - Ada kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Ada PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Meşa Selimoviç Kimdir?

26 Nisan ′da Bosna’nın Tuzla kentinde doğmuştur. Selimoviç, yetişme döneminde Andersen’den Charles Dickens‘a, Dostoyevski‘ye kadar birçok ünlü yazardan beslenmiştir. Beslendiği bu yazarlar içerisinde özellikle Dostoyevski’nin fazlaca etkisi altında kaldığı görülür. yılında Belgrad Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde, Sırp Dili ve Yugoslav Edebiyatı eğitimi almıştır. Üniversite eğitiminin ardından öğretmenliğe başlayan Meşa Selimoviç, Halk Kurtuluş Hareketi’yle iş birliği yaptığı gerekçesiyle, ′de, kız kardeşi ve ortanca kardeşiyle birlikte, Hırvat faşist güçleri tarafından tutuklanmıştır. Dört aylık hapishane hayatının ardından delil yetersizliği sonucu serbest bırakılmıştır. ‘Çember’ adlı son romanını tamamlayamadan 11 Temmuz ′de Belgrad’da vefat eden Selimoviç’in bugün özellikle ‘Kale’ ve ‘Derviş ve Ölüm‘ adlı eserleri dünyaca üne sahiptir.

Meşa Selimoviç Kitapları - Eserleri

  • Derviş ve Ölüm
  • Ada
  • Sis ve Ay Işığı
  • Kale
  • Kızıl Saçlı Kız
  • Çember

Meşa Selimoviç Alıntıları - Sözleri

  • İnsan onu ya öldürmek ya da dinlemek zorundaydı. Üçüncü bir seçenek yoktu. (Ada)
  • Acı bir hüznün kalbine hücum ettiğini hissediyordu. (Kızıl Saçlı Kız)
  • Bir kadının aklından geçenleri kim bilebilir ki! Kapalı ve dipsiz bir mağara gibidir kadın. (Sis ve Ay Işığı)
  • İnsanlar, hayatta başarı sağlayamayanları küçümser, kendilerinden üstün olanları da çekemezler. (Derviş ve Ölüm)
  • Küçük bir lamba gibi sallanıyor ama sönmüyor. Düşünceleri daha düzenliyken acıları da daha muntazam ve şiddetli. (Kızıl Saçlı Kız)
  • “Kusursuz insanlar mezarda yatanlardır. Onlar da insan değildir artık.” (Kale)
  • güçlü ve duygusuz olmayı arzulamak, uğradığı hayal kırıklığı yüzünden insanın kendi kendinden öç alması demektir. (Derviş ve Ölüm)
  • “Doğru bildiğinden şaşmayarak çirkin amaçlara hizmet ediyorsa eğer, insan dürüst mü, yoksa ahlaksız mıdır? Çirkin yollara baş vurup doğru amaçlara hizmet ediyorsa eğer, insan dürüst mü yoksa ahlâksız mıdır?” (Kale)
  • Güce dayalı ahlak, etik değildir. (Ada)
  • "Dün pazardan hastaneye kadar bir hemşirenin sepetini taşıdım. Pencereden içeri bakınca çocukları gördüm. Hepsi aynı giydirilmiş, saçları tıraşlı, yatakları beyaz, zemin parlıyor. Ama yine de bir şekilde can sıkıcı." (Kızıl Saçlı Kız)
  • “Öyle tatlı sözcükler vardır ki Yılan sokmasına derman olur.” (Ada)
  • Ormanın sıradışı bir gücü var. Hatıraları arkaya itiyor, unutkanlık soluyor ve kendisinden olmayan her şeyi soyutluyor. (Kızıl Saçlı Kız)
  • Yalnızlık ve kimselerin olmadığı sessizlik zararlı olabilir, insan kendisiyle tuhaf sohbetler yapar ve daha fazla korkuya kapılır. Yalnız bunları nasıl söyleyeyim sana? Bazen bu yalnızlığa zar zor dayandığım ve bazen de onu hiçbir şeyle değiştirmek istemediğim anları, seninle ilgisi olmayan bu tuhaflıkları kendi kendime nasıl izah edebilirim? (Sis ve Ay Işığı)
  • “Aynı anda, başka şeyler düşünen iki ayrı kişiydim sanki! İki ben vardı bende barınan; birbirinden büsbütün farklı, birbirine tamamen ters düşen. İkisi de aynı anda varlıklarını olanca güçleriyle hissettiriyorlardı. Biri tehlikeyi üzerine çekmediğinden son derece memnun, ötekisi pisliğin teki olduğundan müthiş mutsuzdu. İkisi de aynı ölçüde samimi, ikisi de haklıydı. Oysa, çok kısa bir süre önce, saçak altında dururken, Mahmut Neretlyak'ın çift kişiliğini korkunç bir şey olarak görüyordum. Hepimiz aynı yaratıklar ve aynı yüz karalarıyız.” (Kale)
  • "Ama siz her zaman buyurun. Bu ıssız yere uğrayan herkese müteşekkirim. Böyle olunca gün bir çırpıda geçiyor. Yalnızken mahpusluk gibi. Çevremdeki herkes bayağı, tek söz edecek kimse yok." (Kızıl Saçlı Kız)
  • Lanetlenmiştir insan, geçmediği yolların özlemini çeker daima. (Derviş ve Ölüm)
  • Direniyorum, o halde varım. (Çember)
  • Bana zarar vermiş olanları unutalı çok oldu; kaybedilene tahammül, pişmanlıktan kolay.. (Ada)
  • Çocuk bir şey söylemedi. Ebeveyn bilgeliğine verilecek cevap yoktu. Hem, büyüklerin söyleyecek bir şey bulamadıklarında nasihat vermeye başladıklarını biliyordu. (Kızıl Saçlı Kız)
  • "İnsan ağaç değildir. İnsanın mutsuzluğu bağlılıktır. Bağlılık, insanın cesaretini yok eder, kendine güvenini azaltır." (Derviş ve Ölüm)

Kitap Hakkında:

Kitabın Adı: Ada

Yazarı: Theodore Taylor

Çevirmen: Engin Sunar

Yayınevi: Balina Yayınları

Sayfa Sayısı:

Boyut: 13,5 x 19,5 cm


Ücret: 7,- TL

Yazarı Tanıyalım:

Theodore Taylor 23 Haziran tarihinde Kuzey Carolina&#;ya bağlı Statesville&#;de  dünyaya geldi. En tanınmışı Ada olmak üzere elliden fazla bilim kurgu ve gençlik kitabı yazmıştır. Yazdığı eserler onlarca ödüle layık görülmüştür. 26 Ekim tarihinde California Laguna Beach&#;te kalp krizi komplikasyonu sonucunda hayata veda etmiştir.

Arka Kapaktan:

Phillip ile annesini taşıyan gemi battığı zaman, Phillip kör olur ve kendini siyah derili yaşlı bir denizciyle birlikte denizde sürüklenen bir salda funduszeue.infop'in yaşlı bilge Timothy'e bağımlılığı ve onların ıssız bir adada, yiyeceksiz ve susuz hayatta kalma mücadelesi, bunu tamamen bir yaşam savaşı öyküsü yapıyor.

Kitabın Analizi & Yorumum: 

Kahramanımız 11 yaşında Phillip adında genç bir çocuktur. Phillip Hollandalı Enright ailesinin tek çocuğudur. Babası bir petrol şirketinde çalıştığı için ailesiyle birlikte Karayip&#;lerde yaşamaktadır.

Fakat yaşadıkları yıllar &#;dir. Bu da tüm yeryüzünde II.Dünya Savaşı&#;nın hüküm sürdüğü yıllar demektir. Almanlar Hollanda&#;yı işgal etmiştir.

Philliplerin yaşadıkları ada ise petrol rafinerisi sebebiyle stratejik anlamda büyük önem taşımaktadır.

Almanların burayı denizaltılardan atacakları torpillerle bombalamaları an meselesidir.

Aile oturup uzun istişareler yaptıktan sonra Bayan Enright ile Phillip&#;in Virginia&#;ya seyehat etmeleri kararına varırlar. Bay Enright&#;in onlarla birlikte gelemeyecek olması annesi ve Phillip&#;i rahatsız etmektedir. Ama nafile. Baba kalmak zorundadır. Bir sabah Bay Enright Phillip ve eşini gemiye bindirip

gönderir. Gemi limandan açıldıktan sonra bile Phillip babasının yüksekçe bir yere çıkıp kendilerine el salladığını görür. İçinde bir burukluk hisseder.

Gemi açık denizde bir müddet yol aldıktan sonra Alman denizaltılardan atılan bir torpil gemiye isabet eder. Meydana gelen patlamada Phillip&#;in başına tahta parçaları çarpar. Sonrasında ise Phillip gözünü açtığında kendisini siyahi yaşlı bir adamla bir salda bulur. Bu yaşlı adamın adı Timothy&#;dir.

Salın üzerinde uzun bir süre aç susuz yolculuk ederler. Ellerinde sadece birkaç çikolata kırıntısı ve birkaç yudum su vardır.

Buraya kadar her şey yolunda gitmiştir. Lakin Phillip annesini düşünmeden edemez. Acaba annesi gemiyle birlikte suların dibine mi gömülmüştür?  


Bir zaman sonra ıssız bir adaya çıkarlar. Adada in cin top oynamaktadır. Phillip hastalanır ve uykuya dalar. Uykudan uyandığında ise hiçbir şeyi göremediğini fark eder. Timothy ilk başlarda gözlerinin kısa bir müddet sonra açılabileceğini söyleyerek ona moral verir. Ama maalesef Phillip&#;in gözleri hiç açılmaz. İlk başlarda bu siyahi adamı sevmeyen Phillip zamanla ona ısınır ve sevmeye başlar.

Timothy ise yaşlıdır ve adadan kurtulmayı bekleyecek kadar günlerinin olmadığının farkındadır.

Bundan ötürü Phillip&#;e bu ıssız adada tek başına nasıl hayatta kalabileceğine dair bildiği tüm hayat derslerini kademe kademe öğretir.

Bir gün adada müthiş bir fırtına kopar. Bu fırtına da bir palmiye ağacına kendilerini sıkı sıkıya bağlayarak hayatta kalmayı başarırlar. Ama Timothy için bu artık sonun bir başlangıcıdır. Kısa bir süre sonra Timothy Phillip&#;i bu ıssız adada tek başına bırakarak hayata gözlerini yumar.

Artık Phillip hem kör, hem de gerçekten yalnızdır.

Bu küçük çocuğun adada vereceği yaşam mücadelesini ve başına nelerin geldiğini merak ediyorsanız siz de benim gibi yapın. Alın ve okuyun.

Yazar beyaz bir çocuğun gözünden ırksal önyargıları ve insanın doğaya karşı hayatta kalma mücadelesi ve azmini yalın ve çarpıcı bir dille anlatırken, okuyucunun yüreğine de dokunmasını bilmiş.  Eser sadece 12 yaş üstü okuyuculara hitap etmediği gibi, kitap sevgisini, insan sevgisi, doğayla yaşamayı seven herkesi kendisine çekiyor. Tüm bu güzellikleri dünya okuyucusuna sunan yazar hak ettiği ondan fazla ödülün de sahibi olmuş. Tüm bunlara rağmen kısa bir süre de olsa Amerika&#;da ırkçı olarak sınıflandırılarak yasaklanması inanılacak gibi değil doğrusu.

Çıplak Deniz Çıplak Ada

Çıplak Deniz Çıplak Ada &#; Yaşar Kemal

Konusu

Bir Ada Hikâyesi dörtlüsü, savaşlardan, katliamlardan ve sürgünlerden geride kalanların, Yunanistan&#;a gönderilen Yunanlılar tarafından boşaltılan bir adada yeni bir hayat kurma çabalarını konu alıyor.

Çıplak Deniz Çıplak Ada Özeti

Şeyhin Poyraz&#;ı öldürmek için gönderdiği Kerim ve Peri, Nişancı Veli&#;den korktukları ve Poyraz&#;ın iyiliğinden utandıkları için uzun zamandır planladıkları planı gerçekleştiremezler. Ancak başka çareleri yoktur, ya Poyraz ölecek ya da kendileri. Birkaç gün Kötü Ada&#;ya sığındıktan sonra açlık onları yorunca tekrar geri dönerler. Her şeyi bilmesine rağmen, başta Nişancı Veli ve Poyraz olmak üzere herkes onlara yeniden kucak açar.

Ağa Efendi&#;nin Girit&#;e dönme isteği Zehra&#;yı rahatsız eder. Adada kalıp Poyraz ile evlenmenin tek yolu Melek Hatun&#;u babasıyla evlendirmektir. Babasının kişiliğinden dolayı aşkını ilan etmesi pek mümkün görünmediği için durumu Melek Hatun&#;a açıklar. Melek Hatun da menekşeler açtığında Ağa Efendi&#;ye reddedilme korkusuna rağmen durumu anlatacağına söz verir.

Bir gün Kök Boya Fırınından yakışıklı bir delikanlı olan Ali Hüseyin adaya gelir. Zehra ile ablası Nesibe arasında ilk görüşte büyük bir aşk başlar. Ali Hüseyin kök boya almak için Yağcı bedir Yörüklerin yaylasına gitmek için adadan ayrıldığında Nesibe onu sabırsızlıkla beklemek zorunda kalır.

Ağa Efendi, beş yüz yıllık bir zeytin ağacına vatan hasretini anlatarak rahatladığı bir gün, balıkçıların reisi Hıristo Bey&#;i görür. Topçu teknesinin asıl sahibi olan Hristo, Çanakkale Savaşı&#;nda sol kolunu kaybetmiş bir gazidir. Mübadele haberinden sonra ailesiyle birlikte yakınlardaki küçük bir adada saklanır. Herkes Hristo&#;yu orada tutmak için bir çözüm arar. Sakalını keserler ve ona yeni bir kimlik kartı verirler. Onu çok seven ve bir gün geri döneceğini bilen Kayalı köylüleri, aile için büyük bir yalı yaptırır. Menekşeler açtığında Ağa Efendi ve Melek Hatun evlenir. Adaya gelen Süleyman&#;dan Şeyh&#;in öldürüldüğü ve Selahattin&#;in kral olduğu haberini alırlar. Artık Poyraz ve Zehra&#;nın korkacak bir şeyi kalmamıştır. Zehra ve Poyraz nişanlanır. Kerim ve Peri de zorunlu görevlerinden kurtularak özgürlüklerine ve mutluluklarına kavuşurlar. Ali Hüseyin ailesiyle birlikte adaya döner ve Ağa Efendi&#;den Nesibe ile evlenmek için izin ister. Üç günlük düğünün ardından Nesibe adadan ayrılır ve Toros Dağları&#;na çıkar. Lena&#;nın iki oğlunun adaya sürpriz bir ziyaret yapması Lena&#;yı mutlu eder. Tüm bu güzel olayların ardından dizi üzücü bir olayla son bulur. Hıristo Reis ve ailesi, Kayalı Köyü&#;ndeki konağına yerleşmelerinin yirmi beşinci gününde jandarmalar tarafından bir gemiye bindirilerek Yunanistan&#;a gönderilir. Hıristo güzel bir ev yapıp oraya yerleştikten sonra köylüler ona geri dönüş yolunu bulduklarını bildirmek için yanına giderler. Ancak Hıristo artık mücadeleden bıkmış ve deniz kenarında yaptırdığı çardaktan ölene kadar Anadolu&#;yu izlemiştir.

Bir Ada Hikayesi Serisi

Çıplak Deniz Çıplak Ada &#; Kitap Açıklaması

Yaşar Kemal Bir Ada Hikayesi&#;ni tamamladı!

Yaşar Kemal&#;in &#;Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana&#; romanı ile başlayan, &#;Karıncanın Su İçtiği&#; ve &#;Tanyeri Horozları&#; kitaplarıyla devam eden Bir Ada Hikâyesi dörtlemesi, son kitabı &#;Çıplak Deniz Çıplak Ada&#; ile tamamlandı.

Bir Ada Hikâyesi dörtlüsü, savaşlardan, kırımlardan, sürgünlerden arta kalan insanların, Yunanistan&#;a gönderilen Rumların boşalttığı bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarını konu alır. Umut romanın başkahramanıdır. Dörtleme hem bir Yaşar Kemal klasiğidir hem de diliyle, yarattığı kişilerle, yarattığı doğayla Yaşar Kemal&#;in romancılığında önemli bir yeniliği işaret eder. Yaşar Kemal, mitos yaratıcısıdır&#; Ağıtların diliyle, kendi özgün dilini (hiçbir yazara benzemez ve asla taklit edilemez) harmanlamış, çeviride bile yitmeyen anlatısını kurmuştur. Bu dörtlüyse, tarihle destanların kaynaşmasıdır. Yaşar Kemal tarihi roman yazmaz bu dörtlüde, bir tarih var eder.

&#;Çıplak Deniz Çıplak Ada&#;, Yaşar Kemal&#;in yerlerinden edilen insanların Ege&#;de bir adada yeni bir yaşam kurma çabalarının destansı öyküsü Bir Ada Hikâyesi’nin dördüncü ve son kitabı. Dörtlünün bu son romanında, geçmişin yaraları kapanmaya yüz tutmuş ama izleri kalmıştır&#; Ağa Efendi’yle Melek Hatun, Poyraz&#;la Zehra, Ali Hüseyin&#;le Nesibe muradına erecektir; Lena Ana&#;nın hasretle yollarını beklediği kayıp oğulları da geri dönmüştür ama balıkçıların reisi Hıristo&#;nun başına beklenmedik bir olay gelir.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası