biz kimin zürriyetindensin / 'Bizim Tek Dinimiz Var İslam. Bizi Birleştiren İslam' - Memurlar.Net

Biz Kimin Zürriyetindensin

biz kimin zürriyetindensin

Kimin Ümmetindensin?

Kimin ümmetindensin? Kimin ümmetisin? Her müslümanın bilmesi gereken temel dini bilgilerin başında gelen önemli bir konu olmakla birlikte Peygamberini tanımanın ve bilmenin her müslüman ilk görevlerinden biri olduğunu da gösterir.

Hz. Muhammed (s.a.v.) kimdir? Peygamber Efendimiz ne zaman ve nerede doğdu? Peygamber Efendimiz’in şemaili ve ahlakı nasıldı? Peygamber Efendimiz’in günlük hayatı ve ibadeti nasıldı? Peygamber Efendimiz nasıl vefat etti? İşte Allah’ın elçisi: Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı…

KİMİN ÜMMETİNDENSİN?

Cenâb-ı Hak ehl-i kitap hakkında şöyle buyurur:

“Ey îmân edenler, Allah’tan korkun. O’nun Peygamberi’ne de îmân edin ki,size rahmetinden iki kat nasip versin,size, aydınlığında yürüyeceğiniz bir nur lûtfetsin ve sizi affetsin. Allah Teâlâ çok mağfiret edici ve çok merhametlidir.” (el-Hadîd, 28)

İbn-i Abbâs (r.a.) bu âyet-i kerîmeyi şöyle tefsîr eder:

“Burada zikri geçen iki kat nasipten biri Îsâ (a.s)’a, İncil’e ve Tevrat’a olan îmanları sebebiyledir, diğeri de Hazret-i Muhammed (s.a.v)’a olan îmanları ve O’nu tasdikleri sebebiyledir.

Âyet-i kerîmedeki nurdan maksat ise, Kur’ân ve Hazret-i Peygamber r’e ittibâ etmeleridir...” (Nesâî, Kadâ, 12)

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de, Cenâb-ı Hakk’ın, ehl-i kitaptan kendi peygamberine ve Muhammed (s.a.v)’e îman eden kişilere iki kat ecir lûtfedeceğini beyan buyurmuşlardır. (Buhârî, İlim, 31)

İMAN EHLİNDEN OLABİLMEK İÇİN

Bugün, îmân ehlinden olabilmek için, Cenâb-ı Hakk’a îmânın yanında Hazret-i Muhammed Mustafâ (s.a.v) Efendimiz’e de îmân etmek zarûrîdir. Îman, bu iki vechenin gönülde bir bütün hâlinde yerleşmesi neticesinde tahakkuk eder. Bu itibarla ne yalnız Allah Teâlâ’ya îman kâfîdir, ne de Rasûlü’ne.

Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:

“Allâh’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin!” (el-Mâide, 92; en-Nûr, 54, 56; Muhammed, 33; et-Teğâbün, 12)

“Kim Rasûl’e itaat ederse, Allâh’a itaat etmiş olur.” (en-Nisâ, 80)

“Kim Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (el-Ahzâb, 71)

Bunun içindir ki kelime-i şehâdet, yani Allâh’ın birliğini ve Hazret-i Peygamber r’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğunu ifâde etmek, İslâm’ın ilk şartıdır.

Peygamber Efendimiz’e îmân etmek; O’nu kabûl etmeyi, O’na itaat ve ittibâ etmeyi ve O’nu sevmeyi gerektirir.

Büyük İslâm âlimi Ahmed bin Hanbel Hazretleri şöyle buyurmuştur:

“Mushaf-ı Şerîf’e baktım ve otuz üç yerde Rasûlullâh'a (s.a.v) itaatin emredildiğini gördüm.”

Sonra şu âyet-i kerîmeyi okudu:

فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

“…Onun (Rasûlün) emrine muhâlif davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (en-Nûr, 63)

Sonra bu âyet-i kerîmeyi tekrar tekrar okuyor ve şöyle buyuruyordu:

“Âyette isabet edeceği bildirilen fitne nedir? Şirktir, küfürdür. Herhâlde o fitne kişinin başına şöyle gelir: Bir kişi, Efendimiz r’in bir sözünü reddettiğinde kalbine bir eğrilik gelir, kalbi kaymaya başlar. Nihayet o kişinin kalbi hidâyetten tamamen uzaklaşır ve sahibini helâk eder.”

Bunları söyleyen Ahmed bin Hanbel, daha sonra da şu âyet-i kerîmeyi okumaya başladı:

“Hayır, Rabb’ine yemin olsun ki aralarında çıkan herhangi bir anlaşmazlık hususunda Sen’i hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mânâsıyla kabullenmedikçe îmân etmiş olmazlar.” (en-Nisâ, 65)[1]

PEYGAMBERİMİZİN HAYATI

Hazret-i Muhammed (s.a.v), mîlâdî 571 yılının 20 Nisan’ına tesadüf eden 12 Rabîulevvel Pazartesi sabahı, Güneş doğmadan az evvel Mekke-i Mükerreme’de dünyamızı şereflendirdi. O’nun mübârek soyu Hazret-i İsmâil’in oğlu Kayzar sülâlesinin en şereflisi olan Adnân’a kadar uzanır.[2] Rasûlullah (s.a.v), Kureyş kabilesi içinde, hem baba hem de anne yönünden en temiz ve en şerefli bir âileye mensuptur.

Doğumundan iki ay evvel babası, altı yaşındayken de annesi vefât etti. O’nun yetim çocukluğu ile gençliği, amcasının yanında büyük bir nezâhet ve ulviyet içinde geçiyordu. Bir müddet çobanlık yaptı.[3] Daha sonra ticaretle meşgul oldu.[4] Dürüstlüğü ve alışverişteki adâleti ile herkes tarafından tanındı, hürmet ve îtibar kazanarak “el-Emîn: En emniyetli kişi” sıfatını aldı. Güvenilirlik âdeta onun ikinci bir ismi olmuştu. 25 yaşlarına geldiğinde Mekke’de sadece el-Emîn ismiyle çağrılıyordu.[5] Müşrikler kendi yandaşlarına değil, “Muhammedü’l-Emîn” dedikleri Rasûl-i Ekrem Efendimiz’e güveniyor ve kıymetli eşyalarını ona emânet ediyorlardı. Kâbe tamir edilirken Hacer-i Esved’i yerine koyma husûsunda ihtilâfa düştükleri zaman, hepsi de Peygamber Efendimiz’in hakemliğine îtirazsız teslim olmuş, o da dâhiyâne bir çözümle muhtemel bir savaşı önlemişti.[6]

Allah Rasûlü (s.a.v) mürüvvet itibârıyla kavminin en üstünü, soy itibârıyla en şereflisi, ahlâk bakımından en güzeli idi. Komşuluk hakkına en ziyâde riâyet eden, hilim ve sadâkatte en üstün olan, insanlara kötülük ve eziyet etmekten en uzak duran O idi. Hiç kimseyi kınayıp ayıpladığı, hiç kimseyle münâkaşa ettiği görülmemişti.[7] Güzel ahlâkı ile bütün insanlar arasında temâyüz ediyordu. Herkes O’nu iyilik ve güzel davranışlarıyla tanıyor ve hürmet ediyordu.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN ŞEMÂİLİ

Peygamberimizin terbiyesi altında yetişen üvey oğlu Hind b. Ebû Hâle, Resûl-i Ekrem’in şemâilini şöyle tasvir eder: “Allah’ın elçisi iri yapılı ve heybetliydi. Yüzü ayın on dördü gibi parlaktı. Uzuna yakın orta boylu, büyükçe başlı, saçları hafif dalgalıydı. Saçı bazan kulak memesini geçerdi. Rengi nûrânî beyaz, alnı açık, kaşları hilâl gibi ince ve sıktı. Burnu ince, hafifçe kavisliydi. Sakalı sık ve gür, yanakları düzdü. Bütün organları birbiriyle uyumlu olup ne zayıf ne de şişmandı. Göğsü ile iki omuzunun arası genişçe, mafsalları kalıncaydı. Bilekleri uzun, avucu genişti. Yürürken ayaklarını yere sert vurmaz, sakin fakat hızlı ve vakarlı yürür, meyilli bir yerden iniyormuş görünümü verirdi. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla dönerdi. Konuşmadığı zaman daha çok yere doğru bakar ve düşünceli görünürdü. Arkadaşlarıyla yürürken onları öne geçirir, kendisi arkadan yürürdü. Yolda karşılaştığı kimselere önce o selâm verirdi.” (İbn Sa‘d, I, 422; Taberânî, XXII, 155-156; Beyhakī, II, 154-155; Heysemî, VIII, 273-274; ayrıca bk. HİLYE; ŞEMÂİL)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN AHLAKI

Hz. Peygamber Kıyamet’e kadar gelecek insanlara örnek bir şahsiyet, davranışlarından ders alınacak bir rehber olarak gönderildiği için (el-Ahzâb 33/21) hayatın her yönünü kapsayan üstün bir ahlâkla donatılmıştır. (el-Kalem 68/4) Devlet başkanlığından aile reisliğine kadar her sahada üstün bir ahlâk ortaya koymuştur.

Hz. Âişe, Resûlullah’ın ahlâkının Kur’an’dan ibaret olduğunu belirtmiş (Müslim, “Müsâfirîn”, 139), Hz. Peygamber de Cenâb-ı Hak tarafından en güzel şekilde eğitildiğini ifade etmiştir. (Münâvî, I, 429) Resûl-i Ekrem güzel ahlâk üzerinde özellikle durmuş, ahlâkî erdemleri tamamlamak için gönderildiğini söylemiş (el-Muvaŧŧa, “Ĥüsnü’l-ħuluķ”, 8; Müsned, II, 381) ve yüzünü güzel yarattığı gibi huyunu da güzelleştirmesi için Allah’a dua etmiş (Müsned, I, 403; VI, 68, 155), mükemmel imanın güzel ahlâklı olmakla sağlanabileceğini bildirmiştir. (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15; Tirmizî, “Rađâ”, 11) Onun başkalarına tavsiye ettiği ahlâk ilkelerini hayatı boyunca uygulaması (Buhârî, “Riķāķ”, 18) bu ilkelerin daha çok benimsenmesini sağlamıştır.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN NEZAKETİ

Hz. Peygamber, herkese değer verir ve hiçbir şekilde nezaketi ihmal etmezdi. Gördüğü insanlara ayırım yapmadan önce o selâm verir, erkeklerle tokalaşır, muhatabı elini bırakmadıkça o da bırakmazdı. Karşısındakine bütün vücuduyla dönerek konuşur ve muhatabı yüzünü çevirmedikçe Resûl-i Ekrem de çevirmezdi. (Tirmizî, “Śıfatü’l-ķıyâme”, 46) İnsanlara güzel söz söyler, güleryüz gösterir ve böyle davranmanın sevap olduğunu söylerdi. (Buhârî, “Śulĥ”, 11, “Edeb”, 68; Tirmizî, “Birr”, 36) İki şeyden birini yapmakta serbest bırakıldığında kolay olanı tercih ederdi. (Buhârî, “Menâķıb”, 23; Müslim, “Feżâil”, 77) Kendisi binek üzerindeyken yanında bir başkasının yaya yürümesinden rahatsızlık duyardı. (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 127, 128; Nesâî, “İstiâźe”, 1)

Kendisini evlerine davet edenleri kırmaz ve gönüllerinin hoş olması için orada nâfile namaz kılardı. Birinin yanlış bir davranışını veya uygun olmayan kıyafetini gördüğü zaman utandırmamak için ona hatasını söylemez, bu uyarıyı başkalarının yapmasını tercih ederdi. (Ebû Dâvûd, “Tereccül”, 8; “Edeb”, 4) Ağzından çirkin söz çıkmaz, ahlâkı güzel olanın hayırlı insan olduğunu söylerdi. (Buhârî, “Edeb”, 38) Hayatında hiçbir kadını ve köleyi dövmemiş, şahsına yapılan haksızlıktan dolayı intikam almamıştı. (Müslim, “Feżâil”, 79) On yıl boyunca hizmetinde bulunan Enes b. Mâlik’e bir defa bile kızmamış, yaptığı bir hata yüzünden onu azarlamamıştı. (Müslim, “Feżâil”, 51) Son derece edepliydi ve hayânın imandan olduğunu söylerdi. Bir şeyden hoşlanmadığının ancak yüzünden anlaşıldığı, hanımların bazı özel hallerine dair sordukları sorulara cevap verirken oldukça zorlandığı belirtilmektedir. (Buhârî, “Ĥayıż”, 13, 14, “Śalât”, 8, “Menâķıb”, 23, “Edeb”, 72, 77)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN MERHAMETİ

Resûl-i Ekrem Müslümanlara karşı çok merhametliydi. Yaptığı bazı nâfile ibadetleri onların da coşkuyla ifa ettiğini görünce bunların farz kılınabileceğini ve sonuçta Müslümanların zor durumda kalacağını düşünerek bu tür ibadetleri yapmaktan vazgeçerdi. (Buhârî, “Teheccüd”, 5) Çocuklara da sonsuz bir şefkat gösterirdi; onları kucaklayıp öper, bağrına basardı. (Buhârî, “Cenâiz”, 32) Duada bulunması için kucağına verilen bebeklerin üstünü kirletmesini önemsemez. (Buhârî, “Vuđû”, 59), kız ve erkek torunlarını omuzuna alıp mescide gider, hatta onlar omuzunda iken namaz kılardı. (Buhârî, “Śalât”, 106) Namaz sırasında ağlayan bir çocuğun sesini duyunca namazı çabuk kıldırırdı. (Buhârî, “Eźân”, 65) Kadınların hiçbir şekilde incitilmesini istemezdi. Kur’ân-ı Kerîm’de onun müminlere olan düşkünlüğünden, şefkat ve merhametinden söz edilmiş, Müslümanların sıkıntıya uğramasının onu çok üzdüğü bildirilmiştir. (et-Tevbe 9/128)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN CÖMERTLİĞİ

Hz. Peygamber son derece cömertti. Kendisinden bir şey istendiği zaman ona çok ihtiyacı da olsa verirdi. Bir defasında yamaçta yayılan koyun sürüsünü görüp birkaç koyun isteyen bedevîye bütün sürüyü vermişti. (Buhârî, “Cenâiz”, 28; “Edeb”, 39)

Düşmanları bile Resûl-i Ekrem’in üstün şahsiyetini övmek zorunda kalırdı. Ebû Süfyân, ticaret için gittiği Suriye’de Bizans İmparatoru Herakleios’un Peygamber hakkındaki sorularına cevap verirken onun en belirgin özelliklerinin doğruluk, iffet, ahde vefa ve emanete riayet olduğunu söylemişti. (Buhârî, “Bedü’l-vaĥy”, 7)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’E İLK VAHİY NASIL GELDİ?

Âlemlerin varlık sebebi Peygamber Efendimiz, nezih bir gençlik ve ulvî bir âile hayâtı ile sergi­lediği müstesnâ mükemmelliklerin ardından, kırk yaşlarında iken peygamberlik mertebesine nâil oldu. Kırk yaşına altı ay kala, ilâhî kudret O’na Mekke’deki Hirâ Mağarası’nı kudsî bir mektep olarak açtı.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN TEBLİĞİ

Resûlullah, zor şartlar altında peygamberlik vazifesine başladı. İnsanlara doğru yolu göstermek için pek çok sıkıntılara katlandı. Yeryüzüne îmânı, adâleti, merhameti, muhabbeti yerleştirmek için çalıştı. İnsanların hem dünyalarını hem de ebedî olan Âhiret hayatlarını kurtarmak için kendisini helâk edercesine büyük bir gayret gösterdi.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN KOMŞULUK İLİŞKİLERİ

Evinin, ailesinin işlerini kendi görür, bu konuda kimsenin yardımını kabul etmezdi. Evde bulunduğu saatlerde ev işlerine yardımcı olurdu (Müsned, VI, 256) Önüne getirilen yemekte kusur aramazdı; hoşuna giderse yer, gitmezse yemezdi. (Buhârî, “Etime”, 21) Yakınında bulunanlara ve komşularına karşı lutufkârdı. İyi bir mümin olabilmek için komşularına iyi davranmak, onları rahatsız etmemek, kendisi için istediğini onlar için de istemek, komşusunun güvenini kazanmak, pişirdiğinden komşusuna ikram etmek gerektiğini söylerdi. (Buhârî, “Menâķıbü’l-enśâr”, 20, “Nikâĥ”, 80, “Edeb”, 31; Müslim, “Îmân”, 71-75, “Birr”, 142; Tirmizî, “Birr”, 28)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN VEFATI

Peygamber Efendimiz’in vefâtına üç gün kala Cenâb-ı Hak her gün Cebrâil’i (a.s.) göndererek Resûlü’nün hatırını sormuştu. Son gün olunca Cebrâil (a.s.) bu sefer yanında ölüm meleği Azrâil de bulunduğu hâlde geldi. Cebrâil (a.s.):

“–Ey Allâh’ın Resûlü! Ölüm meleği senin yanına girmek için izin istiyor! Hâlbuki o, Sen’den önce hiçbir Âdemoğlunun yanına girmek için izin istememiştir! Sen’den sonra da hiçbir Âdemoğlunun yanına girmek için izin istemeyecektir! Kendisine izin veriniz!” dedi. Ölüm meleği içeri girip Peygamber Efendimiz’in önünde durdu ve:

“–Yâ Resûlallâh! Yüce Allâh beni Sana gönderdi ve Sen’in her emrine itaat etmemi bana emretti! Sen istersen rûhunu alacağım! İstersen, rûhunu sana bırakacağım!” dedi. Peygamber Efendimiz:

“–Ey ölüm meleği! Sen (gerçekten) böyle yapacak mısın?” diye sordu. Azrâil (a.s.):

“–Ben, emredeceğin her hususta sana itaatla emrolundum!” dedi. Cebrâil (a.s.):

“–Ey Ahmed! Yüce Allâh seni özlüyor!” dedi. Peygamber Efendimiz:

“–Allâh katında olan, daha hayırlı ve daha devamlıdır. Ey ölüm meleği! Haydi, emrolunduğun şeyi yerine getir! Rûhumu, canımı al!” buyurdu. Peygamber Efendimiz, yanındaki su kabına iki elini batırıp ıslak ellerini yüzüne sürdü ve:

“–Lâ ilâhe illallâh! Ölümün, akılları başlardan gideren ıztırap ve şiddetleri var!” buyurduktan sonra, elini kaldırdı, gözlerini evin tavanına dikti ve:

“–Ey Allâh’ım! Refik-ı A’lâ, Refîk-ı A’lâ (yâni yüce dost, yüce dost)!..” diye diye Rabb’ine duyduğu aşk ve iştiyâkın tezâhürü olan nice ulvî hâtıralarla dolu bir ömrü ardında bırakarak bu fânî âlemden hakîkî âleme hicret etti.


DİPNOTLAR

[1].      İbn-i Batta el-Ukberî, el-İbânetü’l-Kübrâ, no: 99; İbn-i Teymiyye, es-Sârimü’l-Meslûl, Beyrut 1417, I, 59.

[2].      Bkz. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 28; İbn-i Hişâm, I, 1-3; İbn-i Sa‘d, I, 55-56.

[3].      Bütün peygamberler çobanlık yapmıştır. (Buhârî, İcâre, 2, Enbiyâ, 29) Böylece Cenâb-ı Hak onlara tebliğ vazifesini vermeden önce idâreci­likte lâzım olan birtakım kâbiliyetler kazandırmıştır. Çobanlık yapan kimselerde, tefekkür ufku, vakar ve merhamet duygusu gelişir. Koyunları sevk ve idâre edip yırtıcı hayvanlardan korumaya çalışarak sabır ve tesâhüb duygularını kuvvetlendirirler. Nitekim yaratılmış her varlığa merhamet etmek, onların kaba ve anlayışsız hâllerine sabretmek, peygamberlerde bulunması gereken en mühim husûsiyetlerdendir. Çoban, sürüsünü canavarlardan muhafaza eder, önden ve arkadan gidenleri takip eder, geri kalan hasta ve zayıf koyunları kucağına alarak sürüye yetiştirir. Çoban, hayvanlarını münbit arazilerde otlatır, onları kurak yerlerde helâk etmez. Efendimiz r: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden mes’ûlsünüz…” buyuruyor. (Buhârî, Vesâyâ, 9) Demek ki bütün müslümanların böyle bir mes’ûliyet şuuru ile yaşaması zarûrîdir.

[4].      Bkz. Buhârî, İcâre, 2; Ebû Dâvud, Edeb, 17, 82; Hâkim, III, 200.

[5].      Bkz. İbn-i Sa‘d, I, 121, 156.

[6].      İbn-i Hişâm, I, 209-214; Abdürrezzâk, V, 319.

[7].      Bkz. İbn-i Hişâm, I, 191; İbn-i Sa’d, I, 121.

Hz. Muhammed (s.a.v.) Fil Vak‘ası’ndan 50 veya 55 gün sonra 20 Nisan 571 Pazartesi günü (et-Taķvîmü’l-Arabî, s. 33-44) Adnânîler’in ana yurdu kabul edilen Mekke’de dünyaya geldi. Doğumundan iki ay evvel babası, altı yaşındayken de annesi vefât etti.

Kaynak: 1) Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir, Hz. Muhammed (s.a.v.), DİA; 2) Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları; 3) Osman Nuri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları 4) (Hak Din İslam) Osman Nuri Topbaş

İslam ve İhsan

Peygamber Efendimiz’in Çocukluğu

Peygamberimize Gelen İlk Vahiy

Peygamber Efendimiz'in Şahsiyeti ve Nübüvveti

Her Müslümanın Bilmesi Gereken Dînî Bilgiler

PAYLAŞ:                

Sual: Kabirde ne sorulacak, cevapları nedir?
CEVAP
Kabir sualine cevap olmak üzere şunları öğrenmelidir:

Rabbin kim?
CEVAP
Allahü teâlâ.

Dinin nedir?
CEVAP

İslâm dini.

Hangi Peygamberin ümmetindensin?
CEVAP

Muhammed aleyhisselamın.

Kitabın nedir?
CEVAP

Kur'an-ı kerim.

Kıblen neresidir?
CEVAP
Kâbe-i muazzama.

İtikadda mezhebin nedir?
CEVAP

Ehl-i sünnet vel cemaat.

Amelde mezhebin nedir?
CEVAP

4 mezhepten hangisi ise, mesela Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’den biri söylenir.

Ayrıca aşağıdaki esasları da bilmek lazımdır:

Kimin zürriyetindensin?
CEVAP

Âdem aleyhisselamın.

Kimin milletindensin?
CEVAP

İbrahim aleyhisselamın.

İman nedir? Amentü’nün esasları nelerdir?
CEVAP

İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasaklara inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.

İman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve beğenmektir.

Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.

[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]

İslam’ın şartları nelerdir?
CEVAP

Şunlardır:
1- Kelime-i şehadet getirmek
Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü demek. Manası şudur:
(Ben şehadet ederim ki, [Yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki] Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu ve resulüdür.)
Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir.
2- Namaz kılmak
3- Zekât vermek
4- Oruç tutmak
5- Hac etmek


Allahü teâlânın sıfatları nelerdir?
CEVAP

Allahü teâlânın Sıfat-ı zatiyye’si altıdır:
1-Vücûd
2-Kıdem
3-Bekâ
4- Vahdaniyyet
5-Muhalefetün-lilhavadis
6-Kıyâm bi-nefsihi

Allahü teâlânın Sıfat-ı sübûtiyye’si sekizdir:
1-Hayat
2-
İlm
3-
Sem’
4-
Basar
5-
İrade
6-
Kudret
7-
Kelam
8-
Tekvîn

Not: Bu esaslar hakkında geniş bilgi, Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye’de var. Bu kıymetli kitap, www.hakikatkitabevi.com adresinden okunabilir ve temin edilebilir. Ayrıca, sitemizde Doğru İman Bilgileri maddesinde de bu konularda geniş bilgi var.

Sual: Herkese ve küçük yaşta ölen çocuklara da kabir suali var mıdır?
Cevap: Bu konuda Sirâc kitabında deniyor ki:
“Bütün insanlara kabir suali olacağını, Ehl-i sünnet âlimleri söz birliği ile bildirmektedir. Sabî iken ölene de cenâb-ı Hak, cevap vermesini ilham edecektir.” İbni Abdül-Berr ve İmâm-ı Süyûtî hazretleri de;
“Mümin ve münafık olan ehl-i kıbleye sual vardır” buyurmuştur. Hazret-i Ömer’e kabir suali olduğu ve verdiği cevabı bildiren haberler, kitaplarda mevcuttur.

Ölü kabre konulduğu zaman
Sual: Herhangi bir kimse ölüp kabre konulduğunda, kendisini neler beklemekte ve orada karşılaştığı ilk şey nedir, ne ile karşılaşmaktadır?

Cevap: İmam-ı Gazâlî hazretleri Dürre-tül Fâhire fî-keşf-i ulûm-il-âhıre kitabında, konu ile alakalı olarak buyuruyor ki:
“Ölü kabre konulduğu zaman, üzerine toprak örtülünce, kabir meyyite şöyle söyler ki, benim üzerimde iken ferah idin. Şimdi altımda mahzun olursun. Benim üzerimde yemekler yerdin. Şimdi de seni benim altımda kurtlar yer. Kabir dolup, toprakla üzeri örtülünceye kadar böyle çok acı sözler söyler. Eshâb-ı kiramdan İbni Mes'ûd hazretleri anlatır. Bir gün kendisi Peygamber efendimize;
-Ya Resulallah, ölü kabre konduğu vakit, ilk karşılaştığı şey nedir diye sual edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
-Ya İbni Mes'ûd, bunu bana senden başka kimse sormadı. Ölü kabre konulduğu vakit, önce bir melek seslenir. O meleğin ismi Rûmândır. Kabirlerin arasına girer. Der ki, Ya Abdellah, amelini yaz! O kimse der ki, benim burada ne kâğıdım, ne kalemim var, ne yazayım? O melek der ki; bu sözün kabul edilmez. Senin kefenin kağıdındır, tükürüğün mürekkebindir, parmakların kalemindir. Melek kefeninden bir parça kesip verir. O kul dünyada her ne kadar yazı yazmasını bilmese de, orada sevabını ve günahını, âdeta o bir günde işlemiş gibi yazar. Bundan sonra melek, o yazdığı kefen parçasını dürer, o ölünün boynuna asar. Bundan sonra Resulullah efendimiz;
(Her insanın yaptığı işleri gösteren sayfalarını biz boynunda kıldık) mealindeki İsrâ suresinin 13. âyet-i kerimesini okudular.”

Sual: Ölü kabre konulduğunda ne ile karşılaşır?
Cevap:
Bir hadis-i şerifte, bu hâl şöyle anlatılmaktadır:
(Ölü, kabre konulunca, ardından gelenlerin ayak seslerini duyar. Mezardan başka onunla konuşan olmaz. Mezar der ki:
-Benim nasıl olduğumdan ve bendeki korku ve sıkıntılardan sana söylenilenler azdır, benim için ne hazırladın?
-Yazıklar olsun sana ey insanoğlu! Ben varken neye gururlandın? Benim, sıkıntılı, karanlık, yalnız ve böceklerle, kurtlarla dolu bir yer olduğumu bilmiyor muydun?
-Üzerimden geçerken, bir ayağın geride, bir ayağın ileride şaşkınca durduğun zaman, neye aldanmıştın?
Eğer o kimse salihlerden ise bir ses der ki:
-Ey mezar, neler söylüyorsun, o doğruluk üzere idi? Emr-i ma'ruf, nehy-i münker yapardı. Ona elbette yeşil bahçeler hazırladım. Sonra o kimsenin bedeni nura çevrilir, ruhu göğe çıkarılır.)

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır