arkadaşım hoşgeldin kıskanç abi / ÜVEY ABİ - KISKANÇLIK - Wattpad

Arkadaşım Hoşgeldin Kıskanç Abi

arkadaşım hoşgeldin kıskanç abi

Kıskanç Hud

Özgür kalabildiğin ve özgür kılabildiğin halde,

Yanından gidemediğindir… AŞK

KISKANÇ – HUD

I. KİTAP

Hiçbir şey Umurumda Değil

Bülent VAROL

[email protected]

Hiçbir şey Umurumda Değil

Bu cümleyi maalesef ki yazmış bulundum. Tek başına, yazmış olmak dahi, samimiyetinin sorgulanmasına sebep.

Talepsizliğin ifadesi sonsuz karanlığın huzur veren kusursuzluğunu bozmaktır yaptığım. Sanki ruhunun derinliklerine gizlediği yalnızlık korkusu açığa çıkacak kaygısıyla, kendini ifade etmeye muhtaç bir aciz misali, yazmış olmaktan hicap duyuyorum. Gereği yoktu, hiç yazmamalı, ortaya çıkmamalıydım. 47 yıllık ömrü boyunca saf huzura ulaşmaktan başka bir talebi olmayan ruhumu dinlendirmeyi bir türlü beceremedim.

Birbirinden bağımsız yaşanan gerçek hikâyelerin bütünleştiği bu romanı; göremeyen sağırlara, kalplerini acımasızca sıkıyormuşçasına hissettirebilmek üzere hapsetmeye çalıştığım bütün haris duyguları alabildiğine özgür kılarak yazdım. Tanrılara tanrı olan yüksek kibirle ağır öfkeyi karıştırıp zihnimde yoğurdum yıllarca. Yine de; her ne kadar kibirli öfke diliyle yazılmış olsa dahi,bu romanın tek tanrısı VİCDANDIR.

Zahmet edip okuyacaksanız eğer; bundan sonrasını lütfen kibirden saymadan mütevazılığın ustaca gizlenen sahteliğine yönelik tahammülsüzlüğüme verin. Sımsıkı tutunduğunuz değerlerinize yasladığınız sahte hayatınızı yok edersem eğer bağışlamanızla ilgilenmiyorum.

Düşmanca değil samimiyetle, egosu aşağılanmaya muhtaç biyo-yapay zekâlı tanrı oyuncağı insanın, ne acımasız yargılama ve aşağılaması ne de sonsuz övgüsü…

Hiçbir şey Umurumda Değil

Travma mağduru çocukların tek hayaline adanmıştır.

16 Nisan Pazartesi akşamı, Yalnızlar Meclisi…

- Bahtiyar işlettiği kahvehanenin bodrumunda bulunan ‘Yalnızlar Meclisi’ adını verdikleri mekâna geleli fazla olmamıştır. Her zamanki gibi ilk iş, özenle seçtiği küçük mangal kömürlerini yakarak köz haline getirir. Akşam vakti gelecek olan misafirlerini beklerken mekânın tam ortasında duran, marpucu ve lülesi bulunmayan, şişe, ser ve kül tablasından ibaret nargileye kendisini temsilen bir köz koyar. Biraz sonra kapı açılır, gelen Mehmet’tir. Bir taraftan konuşurken diğer taraftan küllüğe Mehmet’i temsilen bir köz daha ekler.

Hoş geldin Mehmet, duydum ki Fikret abi ile birlikte kaza yapmışsınız geçmiş olsun. Bir şey yoktur umarım.

- Mehmet gülümseyerek cevap verir

Sağ ol dostum iyiyiz, babaanne de iyi, hatta bomba gibi. Bahtiyar: Nasıl oldu kaza? Babaanne de kim?

Mehmet: Bu sabah küçük bir iş için yola çıktık. Kırklareli’nin Saray ilçesi yolunda seyir halindeyken Binkılıç Köyü girişinde çokta yaşlı olmayan bir babaanne ile on yaşlarındaki torununa yol vermek için durdum. Karşıya geçmelerini beklerken birde baktım babaannemiz yaşına göre o kadar yavaş yürüyor ki, Fikret abiye dönüp ‘bak abi, bu kadıncağızın böyle ağır yürümesine gerek yok, o kadar yaşlı değil. Muhtemelen eşini kaybetmiş, yaşını fazla görüp yeni bir ilişki yaşamaya cesaret edemiyor. Çevre baskısı, el âlem ne der kaygısı, çocuklarının onay vermeyeceği düşünceleri arasında ağır yalnızlık çekiyor. Yalnızlığının ağırlığını hafifletmek için böyle hasta numarası yapıyor ki bu bahaneyle ilgi görsün istiyor. Şimdi bunun yalnızlığını alacak bir dedemizle ilişkisi olsa. Babaannemizi alıp ormanda gezintiye götürse, kuytu bir yere vardıklarında birden yüzünü dönerek

1

kolundan tutup aniden kendine çekse, kısık dudaklarının arasından şuh bir sesle konuşarak, ‘gel buraya, seni burada öpmeden bırakmam’ dese, kelebekler misali dans eden bir balerin gibi yürümez mi karşıya?’

Fikret abimde kahkaha atarak ‘Ulan Mehmet ne adamsın, hemen yazdın yine senaryoyu’ dediği anda acı bir frenle karışık güm diye güçlü bir ses. Arkadan bize çarpmasınlar mı? Ayağım frende diye olsa gerek, bizim arabanın önü olduğu yerde yükselerek yandaki bankete düştü. O esnada biz resmen arabanın içinde havalandık. Herif telefona dalmış, bizi son anda fark etmiş ama frene basmakta çok geç kalmış.

Bahtiyar: Yapma ya, büyük geçmiş olsun.

Mehmet: Bizde önemli bir şey yok ama adamın arabası darmadağın oldu. Fikret abi ile beraber aşağı inip adama doğru yürürken birden kafasını tutup ah vah etmeye başladı. Bir şeyi yok aslında, kabahatini bildiği için öfkelenirsek diye sakinleştirmenin peşine düştü gariban. Yazıldı, çizildi tutanaklar. Adamı evine bırakıp geldik. Fikret abi arabayı arkadaşının servisine bırakmaya gitti. Erdinç de onu alıp gelecek. Birazdan burada olurlar.

Bahtiyar: Eee babaanne ne oldu peki?

Mehmet: Babaanne çarpışmanın şiddetiyle korkudan karşı kaldırıma doğru öyle bir fırladı ki torununun ağzı açık kaldı. Maşallah babaannemizin içinden yüz metre koşucusu çıktı.

Bahtiyar: Ah canım benim, yazık kadına… Hayat denen bu esrarengiz muamma babaannemizin hikâyesinde olduğu gibi değil mi be Memed? Nereye baksa insan, sadece yalnızlık görüyor.

Yaradan kendi yalnızlığını ilk şeytana giydirmiş, yetmemiş alayımıza köklemiş sanki.

2

Mehmet: Girdin yine yalnızlık hikâyelerine.

Bahtiyar: Çıktığım yok ki, bu yalnızlık hikâyelerini en iyi sen anlatırsın, uzun zamandır anlatmıyorsun. Özledim doğrusu, masal gibi dinletiyorsun şerefsizim. Bu gecede anlatır mısın bir yalnız hikâyesi?

Mehmet: Bu gece erken gideceğim. Kızlarıma masal anlatacağıma söz verdim. Bu akşam Bülent’in yazdığı bir masalı anlatacağım. Adamın işi gücü deniz, nehir, tekne, ada geçen masallar anlatmak. Bugün aradı beni, kazadan hemen sonraydı, konuşamadım fazla. ‘Bir iş var sana göre. Bir kafeye havalandırma yapılacak’ dedi ama ben kazadan bahsedince ‘geçmiş olsun, yapacağım bir şey var mı?’ diye sordu ben de ‘yok sağ ol’ dedim. ‘Tamam, ben sana mesaj atarım müşteri bilgilerini’ diyerek kapattı. Yarın o müşteriye gideceğim. Ama unuttursam hatırlat, sana yalnızlar yalnızı Olympe De Gouges’un hikâyesini anlatayım. Kendisini tanrı zanneden tiranlara boyun eğmeyen, tanrıya kafa tutan şeytan misali tüm öz benlik bilinciyle sonsuz yalnızlığı göze alarak dik duran yüksek onura sahip ruhu güzel kadın. Giyotine götürülürken bile ‘aman’ demeyen, bağışlanma talep etmeyen, yalvarmayan heykelleri dikilesi abide kadın.

Bahtiyar: Bak ulan şimdi, yine damarlı ağır laflar edip meraklandırdın beni ama bu sefer internetten bakmayacağım ‘kim bu kadın?’ diye. Anlatmanı sabırla bekleyeceğim çünkü senin anlatman ile arasında dağlar kadar fark var. Hypatia’nın hikâyesini anlattığında aldığım tadı hâlâ unutmadım.

- Bu sırada kapı açılır, gelen Fikret’tir. Bahtiyar nargile küllüğüne bir köz daha ekler.

Hoş geldin Fikret abi, kazayı anlattı Mehmet. Geçmiş olsun, var mı bir arıza?

3

Fikret: Sağ ol Bahtiyar. Şimdilik arıza yok ama gelecekte boyun fıtığı çıkabilir çünkü çok şiddetli çarptı pezevenk. Haliyle beklemiyorsun, hazırlıksızsın öyle bir sarsıntıya. E yaş olmuş 50, artık genç değiliz eskisi gibi.

Bahtiyar: Abi ben 45 oldum, Mehmet desen Bak aynaya, bizden farklı mı görünüyorsun? Aksine maşallahın var.

Fikret: O öyle değil ama hadi öyle diyelim. Var mı çayın?

Bahtiyar: Olmaz mı, var tabi, sen geç otur hele Erdinç de gelsin hemen iki dakikada hazırlarız çilingir soframızı.

Mehmet: Erdinç nerede kaldı?

Fikret: Gelir şimdi, tekelden bir iki nevale alacaktı, bak geldi işte. - Erdinç gelince Bahtiyar nargile küllüğüne bir köz daha ekler

Erdinç: Selamın aleyküm ağalar. Ooo Mehmet abime bak, sen naber ya? Geçmiş olsun, ucuz atlatmışsınız kazayı.

Mehmet: He ya sorma, Allah’tan bize çarptı da şükür yayaları ezmedi. Ya bir de onları ezeydi. Şimdi nezarette, yolda bile elinden bırakmadığı telefonundan yoksun, kara kara düşünüyor olurdu. Demek ki neymiş Erdinç? Sözüm sana, bu akıllı telefonu icat eden, övgülerine mazhar olan, ‘dünyayı değiştirdi’ denilen, hakkında kitaplar yazılan Steve abi aslında sadece daha çok yalnızlığı kilitlemiş hepimize. İnsanlar telefona bakmaktan etraflarında ki güzellikleri, hayatın coşkusunu kaçırıyorlar ama farkında değiller. Sen de dikkat et, arabayı kullanırken bakma telefona.

Erdinç: Abi yapma gözünün yağına iki yumurta kırayım. Ne güzel teknoloji işte, yol nerede kapalı nerede açık onu bile söylüyor.

4

Bahtiyar: Tabi ya, nerede hatun var onu da söylüyor dimi. Aç ulan telefonu, göster bakalım. Bütün uygulamaların alayı hatun bulmak içindir.

Erdinç: Kavun tatlı, ben nabayım?

Fikret: Erdinç yorulmadın mı evladım bu işlerden? Yaşın geldi geçiyor. Annen peşinde pervane, Allah gecinden versin, kadıncağızın başına bir şey gelse sersefil olacaksın.

Erdinç: He abi ya, anam olmasa köpekler yemez etimi. Hakkını ödeyemem çok emek veriyor.

Fikret: Ama öbür taraftan sürekli bize dert yanıyor ‘Ne olacak evladımın hali? Evlenemedi gitti. Şuna helal süt emmişinden bi kız bulun be yavrum’ deyip duruyor.

Erdinç: İyi de abi, bir sürü kız getirdim hiçbirini beğenmiyor. Onun konu komşu yardımıyla bulduklarını da ben beğenmiyorum. Görüyorum getirdiğini, kafayı bile kaldırmayan bir kız. Ağzı var dili yok, ne yapayım abi ben bu kızı. Kadın dediğin kahkaha atacak, neşeli olacak, karşıma geçip iki laf ederken iki tek atacak. Yeri gelecek tadında bana ayar çekecek, gerekirse posta koyacak. Ama anam beğenmiyor, istiyor ki kolay idare edebileceği bir kız olsun, lafını ikiletmesin. Sessiz sedasız huzur veren bi tip olsun. Eş mi alıyorum, mutfak robotumu belli değil.

Hem uygun birini bulsak ne olur? Kim ne yapsın beni be abi? Yaş olmuş Otuz Beş. Elde avuçta yok, bu zamanda parasız evlenmek kolay mı? ‘Kız işi tamam hadi evleniyoruz’ desem, kız diyecek ‘yeni mobilya isterim, yeni kıl, yeni tüy.’ Taksici adamız, ay sonu toplu maaş almıyoruz ki ne aldığımızı bilip bi kısmını kenara koyalım. Bugün kazandık bugün yiyoruz, yarına Allah Kerim. Durakta beklerken altılı bakıyoruz bi numara olmuyor. Kalın bi piyango vursun ki her bir şeyi tas tamam yapalım. Yoksa yok abi. Evlenmek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Kendimi

5

kandırmama hiç gerek yok, gittiği yere kadar. Günü gelir kendi ipimi kendim çekerim olur biter.

Mehmet: Biraz fazla abartmıyor musun? Bunların hepsi bahane ve bahanelerin alıştığın düzeni değiştirmene engel oluyor sanki. Hayat senin, kimse sana nasıl yaşaman gerektiğini söyleyemez. Burada sadece konuşuyoruz. Birbirimizin yaşamında, hangi yaklaşım kime göre daha iyi sonuç verir paylaşıyoruz. Aslında muhabbetin bu kısmı sadece senin üzerinden yürüyor. Yaşam tarzın yorgun ve huzursuz hissetmene sebep oluyormuş gibi geliyor bize ya da en azından bana.

Artık anlamalısın ki her kadına tanrı olamazsın. Kendini boşa yoruyor, her farklı kadında sanki hamallık yapıyor gibisin.

Erdinç: Tanrı olamazsın ne demek abi? Benim öyle bir derdim yok ki.

Mehmet: Tanrı egosu her insanda az veya çok mutlaka vardır. Bu duygu, bilinç üstü değil bilinçaltında gizlenir.

Erdinç: Babacım benim okumuşluğum yok senin kadar. Akşam vakti kafamı karıştırma istersen.

Mehmet: Hiç merak etme, anlayacağın dilde anlatırım. Varsay ki güzel bir kadın ile berabersin. Kadın sadece sana odaklanmış, sende yani. Eve gidiyorsunuz, sabırsızlıkla beklediğin an geldi ve soyunup sevişmeye başladınız. Bir erkek olarak içinden geçen duyguları düşün. İçinden dersin ki; ‘bu kadın bende, bu tanrıçanın taptığı tanrı benim ve ben ne istersem onu yapacak, gerekirse kölemmiş gibi muamele ederim, canım nasıl istiyorsa öyle.’ Bu düşünceler nereye kadar devam eder? Ta ki erkek, yani sen zirveye varıp kasların çökene kadar. O sırada kadın ne yapıyordur? Aklından ne geçirir? Gerçekten köle midir? Tabi ki değil, aynı Tanrı Egosu kadın içinde geçerlidir, o sırada erkeğine tanrıymış gibi davranan kadın, sakinleştiren dokunuşlarla seni

6

okşarken, gözlerini gözlerine dikerek bakar ve içinden şöyle geçirir. ‘Erkek denen bu hayvan bende, istediğini vererek istediğimi yaptırdım, kendini tanrı zanneden bu hayvanın tanrısı benim.’

Bu durum sadece tek bir amaca hizmet eder Erdinç, başka hiçbir amacı yok.

Erdinç: Neymiş o amaç?

Mehmet: Üremek, sadece üremek, bütün canlılar olabildiğince fazla ilişkiye girerler, doğa herkesi bu amaç peşinde delice koşturur. Öyle ki, bazen mantık bağını koparır insanın. Koşan hiç kimse ne yaptığını, niye yaptığını sorgulamaz çünkü aşırı zevklidir, aldığı zevkin şiddeti, sorgulamasına mani olacak kadar yüksektir. Yani Erdinç, yaptığın iş bu amaca hizmet etmiyorsa yorgunluk boşa.

- Bahtiyar alaycı bir kahkaha atarak konuşur.

Ez beni Erdinç.

Erdinç: Eğlen bakalım, benim de sıram gelir elbet.

Mehmet: Bozulacak bir şey yok canım benim, makara yapıyoruz sadece. Peki, bu üreme ne içindir? Hiç düşündün mü?

Bahtiyar: Sen de amma yaptın be Mehmet, buraya kadarını düşünemeyen buna nasıl varsın?

Erdinç: Bahtiyar aga, senin ben var ya… Fikret abiye dua et. Saracak adam buldunuz eğlenin bakalım, söyle abi niyeymiş bu üreme?

Mehmet: Üreme dediğin, bilinçaltımıza kalın ve derin harflerle kazınmış olan yalnızlık korkusundan kaçarcasına kurtulabilmek içindir Erdinç. Başka bi numarası yok.

7

Erdinç: Aga yine döndürüp dolaştırıp getirdin, yalnızlığa bağladın işi.

Mehmet: Dostum, hayata dair her şey yalnızlıkla ilgilidir. Bilinçsiz bakteriler bile uygun koşullar oluştuğu anda bölünerek çoğalmanın peşine düşer. Canlıların tüm davranışlarında açıkça görünür, bakmasını bilene. Tanrı egosu değil insanda, böceklerde bile görünür. Mesela dünyanın en güçlü böceği olarak bilinen boynuzlu bok böceğini bilir misin?

Bahtiyar: Bilmez mi? Aynaya her baktığında görüyor.

- Kahkahalarıyla mekânı inleten Fikret, yetmeyen ciğerleri yüzünden öksürürken, Erdinç Bahtiyar’a hafif tehditkâr, tebessümle bakarken başını aşağı yukarı sallayarak konuşur.

Formundasın bugün.

Fikret: Ulan Bahtiyar, söktün ciğerleri.

Erdinç: Eee Memed abi sonra, boynuzlu diyordun, bok böceği falan

Mehmet: Sen bakma abicim Bahtiyar’a, alıngan olma bu kadar. Erdinç: Alındığım yok be abi, sen devam et.

Mehmet: Dişisi için kavga eden bu iki erkek böceğin içinden geçeni dillendirebilsen duyacağın tek cümle; ‘tanrı benim, seni yenerim’ olurdu herhalde. Rekabet varsa işin içinde, tek sebebi bu tanrı egosudur. En basitinden bir tavla oyununda bile açığa çıkar, yenilenin nasıl bozulduğunu yenenin nasıl coştuğunu hatırla, golü atan futbolcunun sevincini düşün. Bu ego, üreme içgüdüsü için doğanın veya tanrının hepimizi bağladığı ağır zinciridir. Bu zincirden bir kurtulabilse insan, rekabeti, kazanmayı, savaşları reddederek gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşur. İşte o zaman başlar insanın birlikte yürüyüşü.

8

Erdinç: Ben yapmasam karşımdaki yapacak rekabeti, kimseye güven olmaz, hele bu devirde.

Mehmet: ‘Olmaz’ diyorsun yani. Peki, anlattıklarımı boş ver, varsay ki devirdim masayı. Başka bir açıdan bakalım olaya, az önce anlattığım cinselliğin içindeki zevk ve şehvet var ya, çıkar at onları, ne kaldı geriye? Sadece saçma sapan, anlamsız mekanik bir hareket. Zevk ve şehvet yoksa gidip gelmek çok anlamsız değil mi? Şimdi düşün; duyguları olmadan bu hareketi yapan bir insan görsen, ‘abi hayırdır? Kadının üzerinde niye gidip geliyorsun?’ diye sormaz mısın? Sana vereceği cevap herhalde; ‘Ne bileyim Erdinç, vardır elbet bir sebebi, olacak bir şeyler ama dur bakalım’ olurdu.

Erdinç: Aga nasıl bi bakış açısıdır bu? Babacım, senin kafa ile düşünsem bi zevkim var o da biter gider. Hayat bu olmadan çekilmez ki.

Mehmet: Daha dur bitmedi, devamı var. Buradan çıkaracağın sonuç şu olsun. İster doğa de ister tanrı, bizi yaratan güç her ne ise, bizim gibi basit canlılara istediği her saçmalığı güzelmiş gibi sunabiliyorken biz insanoğlu, var olduğunu zannettiğimiz yetersiz aklımızla bunları sorgulamaktan aciz değil miyiz? Hayatlarımız bu kadar basit ve tüm bu basit hayatımızı bilinçaltımız şekillendiriyor, yönetiyor üstelik bilinç üstüne hiç sormadan.

Başka bir yol daha var ki bana göre en güzeli. Varsayalım bu kadar çok kadının peşinde koşmayı bırakıp tek bir kadına sevdalandın, aranızda güçlü bir duygusal bağ var ve her paylaşımı sadece onunla yapıyorsun, başka hiçbir kadının peşine düşmeye gerek duymuyorsun. Emin ol daha büyük bir huzur ve mutluluğun olurdu. Eğer ki ‘Yok olmaz, bana tek kadın yetmez’ diyorsan, daha fazla güç harcar daha fazla yorgunluk hissedersin. İşin bittiğinde ortaya çıkan ruh halini düşün. Duygu beslemediğin ve sadece güzel diye beraber olduğun bir kadınla işin bitince ne

9

hissediyorsun? Aklından ne geçiyor? ‘Ya tamam yaptık oldu ama sanki hiç gerek yoktu, şimdi bu kadını duygusal olarak yıkmadan, dağıtmadan nasıl yollayacağım?’ diyerek bir an önce sepetlemeye bakmıyor musun? Nede olsa doydun ve işin bitti, öyle mi?

Erdinç: He aga, öyledir.

Mehmet: Değildir.

Erdinç: Nasıl ya?

Mehmet: Hani o her şeyin bittiği an vardı ya, egonun tavana çıktığı an. Hani bittiğinde o duygunun sonsuz olmadığını fark ettiğin an. Kaslarının artık taşıyamadığı bedenini saldığın an. Cinsel istek dışında duygu beslemediğin kadının sana bakarken senin tanrı olmadığını gizlemeyi bile beceremeyen aciz gözlerini gördüğü an. Tanrı olmadığın gerçeğinin yüzüne vurulduğu o kısacık an.

O andan ve yarattığı duygudan nefret edersin. Bir an önce kurtulmak istersin o zaman diliminden. Kadını sırf bu yüzden hemen göndermeye uğraşırsın.

Kadını gönderdin ya, ilk iş o yüzleşmeye cesaret edemediğin duygudan kaçmaya başlarsın. Önce bir duşa girer rahatlamaya çalışırsın. Banyodan çıkınca oturduğun yatağa uzanır, ellerini sıcak göğsüne koyar ve sevişme anını düşünürsün. Sevişme sırasındaki nefes alış-verişler, kadının orgazm halleri… Beynin seni avutup kandırmak için coşku dolu anları tek tek sıralar, muhteşem bir filmmiş gibi. En son ‘Ne ezdim ulan’ der, finali yaparsın. Sonra koş kahvehaneye. Söyle çayını keyifle, seni o kadınla eve girerken gören bir iki ziyanlık gelsin yanına hemen, ‘aga yine götürdün taş gibi manitayı’ desin. Ağasın ya sende, bir an önce söyle ki bedava çaya gak desinler.

Şimdi anlat bana, geliyor mu aklına o kadının kapıdan çıkarken mutsuz ve yıkılmış hali? Dön oraya şimdi. Kadının kapıdan dışarı

10

çıkmadan hemen önceki halini iyi hatırla. Hani göndermek için uydurduğun yetersiz bahaneni yemediği halde yemiş gibi yaptığı zamana gel. Neler oluyor iyi dinle.

Ne kadar fark ettirmemeye çalışsan da kadın hisseder ve hissettiği anda içine kapanır. Başını eğer, yüzü düşse de bu sefer fark ettirmemeye çalışan kendisi olur. Erkek denen bu zavallıdan beklentisi boşa çıkmış, ruhu ezilmiştir. Kendisini kullanılmış hissedecektir. Aramanı, kendisini avutmanı dileyecek ve bekleyecektir. Hani beynini esir alan egon sana yalanlar söylemişti ya, benzerlerini de kadına söyleyecek kadar iyidir bu konuda. İçten içe inanmasa da inanmak ister çünkü beynini esir alan egosu ona da benzer yalanları sıralamaktadır. Bu olay defalarca kendini tekrar eder. Erkek her zaman aynı egonun esaretinde canı her istediğinde kadını arar, öncesinde yaşananları göz ardı edercesine konuşur, he bakıyor ki kadın olanları unutmamış o zaman yalanları, bahaneleri üst üste sıralamaya başlar. Yenilir yutulur cinsten olmasa bile kadın, ruhu okşanınca umursamaz geçmişin bıraktığı yara izlerini, tekrar gider adamın yanına. Neden gider biliyor musun Erdinç?

Erdinç: Neden?

Mehmet: Çünkü kadın tam olarak teslim alana kadar razı görünür, erkeği zannettiği bu zavallı adama.

Bir noktada su kabına sığmaz taşar ‘yeter bu kadar’ der. ‘Bu herif tam bir geri zekâlı, beni düşündüğü falan yok, tek düşündüğü nereye sokacağını bilemediği aleti.’

Artık o kadın gerçeği anlamıştır. Eşiğine çoktan ulaşmış, aşmıştır. Adam artık istediği kadar yırtınıp dil döksün ikna edemez ama kendisini zavallılaştıran egosunun esaretinden kurtulamadığı için sürekli içinden sormaya devam edecektir ‘beni tekrar arzulamasını sağlayabilir miyim?’ diye ve arada bir telefonla da olsa ulaşmaya çalışıp yoklamaktan geri duramaz.

11

İçindeki tanrı egosu o kadar çok basar ki bu zavallıya, her aramada kendisini aptal durumuna düşürdüğünü fark edemez.

İnsanın içindeki tanrı egosu, en kalın damardan bastığı en yoğun uyuşturucudur.

Yüzleşmek istemez çünkü cesareti yoktur, arkasından gelecek yalnızlığı içten içe bilir. Hatta çoğu insan için yalnız kalmak bile yetmez yüzleşmeye. Aşılması gereken ve herkeste farklı bir seviyede bulunan eşiği vardır. Yalnızlığının süresi egosunu yenmesine yetecek kadar uzun olmalı, aksi halde ego esareti devam edecektir.

Erdinç: Aga, valla bak sevmiyorum seni. Akşam akşam ağzıma sıçtın. Bir zevkim vardı onu da dağıttın. Bunları bu şekilde anlatmak zorunda mıydın? Şimdi ben hangi kızı arayıp nasıl çağırayım?

Fikret: (Gülerek) Züğürt esnaf eski defterleri karıştırırmış. Bahtiyar: İki tane elin var biriyle idare ediver nedir yani? Erdinç: Ben sen miyim? Bahtiyar baba.

Bahtiyar: Hastir lan puşt, basacam toynağı şimdi sana.

Fikret: Tamam bırakın tatavayı da dağıtmayın mevzuyu. Sen devam et Memed.

Mehmet: Yani kısacası işin özü, her ne kadar düşünebiliyor olsak da doğanın bize biçtiği rolün dışına bir türlü çıkamıyoruz. Beraber olacağımız insanla ilgili seçimlerimizi bile yüz hatlarına, vücut şekline bakarak belirliyoruz. Başlangıçta ruhunu pek umursamıyoruz. Oysa hepimiz biliyoruz ki; insan kendi şeklini seçemez, yaratamaz ama ruhunu kendi şekillendirir ve olgunlaştırır. Biz insanoğlu maalesef ki bir türlü yüzleşip de kontrol edemediğimiz egolarımızın esaretinde, şekli düzgün

12

görünen ancak muhtemelen ruhu henüz olgunlaşmamış insana yürüyoruz.

Beraber olacağımız kişiyi seçerken, kendi göz zevkimizi düşünmenin ötesinde, arkadaşlarımızın şekle dayalı övgüsünü de talep ediyoruz. Defalarca duymuşsunuzdur etrafınızda, ‘ay çocuk çok yakışıklı, nerden bulmuş kız bu çocuğu?’

Erdinç: Ya da benim için dedikleri gibi ‘şanslı piç, manitayı görsen bir içim su’

Bahtiyar: Şerefsizsin lan sen. (Gülüşürler)

Mehmet: Aynen dediğin gibi Erdinç, bir insanın bu övgüleri görme ve duyma talebi hep aynı egonun dayatması. Bilinçaltı insanın kulağına ‘en güzeli bende, bu konuda alayınıza tanrı olan benim’ diye fısıldarken, şekli tam simetrik olmayan, kilolu olan ya da yüzünde geçmişinden kalma hasarı olan kişiyi istemez. Övgüye layık olmayacağını varsayar. Bu öyle hastalıklı bir egodur ki, pazarda patlıcan kabak alırken dahi esaretinden kurtulamaz insan, şekli bozuk olanları kenara iterek düzgünlerini seçer. Şimdi bak etrafına, patlıcan ve kabağa yapılan muameleyi birbirimize sürekli yapıyoruz. Etrafımızda yaşam alanımızın dışına ittiğimiz, sahiplenmediğimiz o kadar çok yalnız var ki.

Oysa güçlü bir ruh, kendisini tek bir sefer, sadece bir defa, sahibine gösterebilse yeterlidir. İşte o zaman, söker atar şeklinin istenmemişliğini.

O güçlü ruhun kudretini, sadece gerçek sahibi fark eder. Bir daha asla peşini bırakamaz. Nereye gitse peşinden gidecektir. Yanına varmasına o an için imkân yok mu? Fark etmez, en azından yakınında olmalı, çok yakın olduğunu bilmeli hissetmeli. Öyle ki, canhıraş yırtınır, görmek ve görünebilmek için. Etrafında gördüğü canlı cansız her şeyi, ruhunun sahibine benzetmeye başlar. Bütün duyuları sahibine ulaşmaya odaklanmıştır artık. Bir

13

sebeple sahibinden uzaklaşmak zorunda mı kaldı? Evrim geçirmiştir beyni. Eskiden egosunun söylediği yalanlar yerini ruhunun sahibine adanmış yalanlara bırakır. Hiç alakasız birini ‘işte o’ diyerek benzetirken kalbi deli gibi çarpar. Ta ki o olmadığını görüp anladığında sakinleşene kadar. Sakinleşmek öyle birden olmaz, yavaş yavaş azalır yüreğinin delirmişliği. ‘Neydi bu?’ Der kendi kendine. Duygularına anlam veremez başlangıçta. ‘Ne oluyor bana?’ diye sorar. Aşk sarmıştır bütün hayatını. Bildiğini zannettiği her şey kökünden değişir. Hani sevişirken ‘Tanrı benim’ diyordu ya, artık demez olur. Tanrı, Âşık olduğu insandır. Gönüllü kölesidir ve tanrısını memnun etmek için tüm benliği ile seferber olup cebelleşir durur. Bütün bencilliği gitmiş ve Âşık olduğu kişiye yönelik Sencil olmuştur.

Bahtiyar: Ulan Memed, ‘ne anlattın yine’ diyeceğim ama bu Erdinç dingili anlamaz ki. Anladın mı lan şerefsiz?

Erdinç: Ya Bahtiyar abi, ne istiyorsun benden? Akşam vakti niye bana sarıyorsun? Hem var mı abi böyle bir insan, böyle bir Aşk?

Fikret: Yok. Babasına rahmet okuyayım, yok maalesef.

Erdinç: Hem olsa bile piyango bana mı vuracak? Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı yalan olmuş biz mi gerçek olacağız? Hadi kaşıyın kendinizi, bakalım dalgamıza. Ne güzel oturmuşuz şurada, her türlü nevalemiz var çok şükür, bi daha mı gelicez dünyaya.

- Dedikten sonra kadehini kaldırır, umursamaz tavrıyla kimden duyduğunu bile hatırlamadığı sözleri söyler.

Aslı için dağları deldi Kerem

Aslı Kerem’e vermedi bi kerem

Ben böyle aşkı…

14

- Dediği anda araya giren Bahtiyar duydukları karşısında iyice sinirlenmiş, ayağa kalkarak konuşur.

Yok, baba buna sabaha kadar anlatsan boş. Ben dışarı çıkıyorum, bir şeyler alırım kafama göre.

Fikret: Gerek yok Bahtiyar her şeyimiz var.

Mehmet: Bırak abi çıksın, bi hava alsın.

- Bahtiyar çıktıktan sonra Erdinç üzerine alınarak soracaktır. Ne dedim abi ben şimdi? Bana mı darlandı bu?

Mehmet: Yok abicim sana darlanmadı. Aklına kız kardeşi gelmiştir yine, sanırım kendisini suçluyor. Senin bu zampara muhabbetlerin aklına Faruk’u getiriyor herhâlde. Kısmen tabiatınızı benzetiyordur, kafana takacağın bir şey yok. Bu muhabbetlere yanında girme yeter. Zaten olacağına inanmıyor gibi görünse de evlenip düzgün bir hayat kurmanı en çok Bahtiyar istiyor. Her türlü puştluğuna rağmen seviyor seni.

Erdinç: Aga biliyorum, bilmesem çoktan kırardım kalbini. Bahtiyar benim canım abim. Sınırsız götlük hakkı vermişim ona. İstediği yerden, istediği kadar basar, hiç takılmam, takmam.

Fikret: İyi hadi, her şey yolundaysa vurun bakalım, şerefe.

Erdinç: Hani o bir türlü oğlu olmayıp doğan her kızına erkek ismi takan Rıfkı’nın kızı Şerefe mi abi?

Fikret: (Gülerek) Hay ben senin, nerden buluyorsun oğlum sen bu lafları?

Erdinç: Bayrampaşa çukurunun çocuğuyuz, bu lafların membaa burası be abi. Dünyanın en derin, en deli çukuru.

15

Fikret: Bayrampaşa’ya içelim o zaman. (kadehinden bir yudum aldıktan sonra) Bülent nerelerde? Kaç zamandır görmüyorum kim bilir? Bir ara gelse de muhabbetine mazhar olsak.

Mehmet: Bülent’i görsen tanıyamazsın zaten, çok değişti. İki sene öncesine kadar sigarayı yiyen adam içmeyi bıraktı, bir daha ağzına sürdüğünü görmedim. Eskiden lafını söylemeden önce enine boyuna tartan adam şimdi palas pandıras şak diye söyler oldu. ‘Sen kelimeleri bile seçerdin, ne oldu da böyle herkese abanır oldun?’ diye sordum. ‘İçimdekileri olduğu gibi, ilk anda hissettiğim şekliyle söylemeyi borç sayıyorum, alacağı kalmasın kimsenin. Eğer kelimeleri seçersem aynı duygu ifadesi gidiyor, kayboluyor. Duygularımı yalnızlığa mahkûm etmeyeceğim. Kırılan kırılsın, dökülen dökülsün. En azından, kendisiyle yüzleşemeyenler benden duymuş olurlar kendi gerçeklerini’ dedi ama hiç değilse eskisinden daha iyi daha huzurlu.

Erdinç: Bahtiyar ona gıcık abi, o yüzden Bülent buralara pek gelmez.

Fikret: Bahtiyar ona neden gıcık?

Erdinç: Pek emin değilim ama var bir tahminim.

Fikret: Neymiş?

Erdinç: Sümüklü Nigar’ı hatırlar mısın abi? Büyüdüğünde güzellikte ablasını geçmişti. Zamanında Bahtiyar bu Nigar’a âşıktı, Bülent bunu bilmeden Nigâr ile birkaç kere çıkmış, sonra nedense devam etmediler tabi ama Bahtiyar kızdan soğumuştu bir kere. Buralardan kaçmak istiyordu, Astsubaylık bahane oldu. Gitmese ‘kardeşim Emine ölmeyecekti’ diye kendisini suçlarken, bir parçada ‘Bülent yüzünden oldu’ diyordur.

Fikret: Aradan yıllar geçmiş, bu kadar takmasın kafasına. Ben köye dönmeden, çağır bir akşam görüşelim. Onu da muhabbetini

16

de özledim. Bize Zeus’u ve yedi sülalesini anlatsın Mitoloji manyağı.

Mehmet: Biz de ne anlatıyorsak onun aşısıyla yürüyoruz zaten. O olmasa Faruk’u asla bağışlayamazdım. Hatta ellerimle boğasım vardı köpeği. Ama Bülent işte, anlattı ikna etti. Arada kızım bildiğim, çok sevdiğim Hayal var. Gün gelecek babasını soracak, ‘babanı ellerimle boğdum kızım’ mı diyeceksin? Dedi. Şimdi Faruk denen bu şerefsizi hapishanede ziyarete gidiyorum. Bahtiyarın kız kardeşini öldüren iti, onun bunun köpeğini. Kanıma dokunuyor ama hep Hayal gözümün önüne geliyor. İçimden ‘Allahtan olayı görmedi’ diyorum. Görseydi neler olurdu düşünmek bile istemiyorum. Şimdi küçücük bir kıza ‘Baban Anneni kıskançlık yüzünden öldürdü’ denmez ki. Bu kötülüğü ona yapamam. Bu Bülent de tam şerefsiz, ne dedi bana biliyor musun ikna edebilmek için? ‘Gün gelecek belki tanrı şeytanın cezasını, çektiği yalnızlığa sayıp affedecek. Biz tanrı değiliz Mehmet. Başkası bir insanın ipini çekti diye bizde onun ipini çekemeyiz. Kimse yaşamadan bilemiyor, olan oldu artık. Tahmin edersin ki köpek gibi pişman olmuştur. Pişmanlık suç da değil, tam aksine tedavinin başlangıcı. Şimdi bu olayı yapan Faruk, edindiği tecrübe ile yarın başka Farukların, başka Emine’leri öldürmesine engel olacaktır. Akıllı ol, kin tutmak zavallıların işi. Sen zavallı değilsin. Faruk hapiste her gün ölecek. Belki gün gelecek yalnızlık eşiğini aşıp erdemine varacak. Tanrı boş değil, kötü değil. Bu kaderi haybeden yazmadı, var elbet bir bildiği’.

Bunları konuştuktan sonra uzun geceler söylediklerini düşündüm. Kimim ben? Emine ölünce bu kaderi yazan yaradana isyan etmiş tanrı tanımaz Mehmet. Ben kimim ki affedeyim? Bağışlayacağım bir şey yok, dediği doğru, tanrı değilim. Kaldı ki bir insanın diğerine ‘seni bağışlıyorum’ demesi aşırı kibirli bir hareketmiş gibi gelirdi her zaman. Tanrının işi, eğlencesi de bu, sürekli insanoğlunu ikilemde bırakmak. Can arkadaşımın kardeşini öldüren adama don, fanila götürmekle cezalandırılmış

17

gibi hissediyorum. Diğer taraftan Hayal’i koruyabilmek adına Bahtiyar’ın öfkesini soğutmaya çalışıyorum.

Fikret: Bülent baştan sona doğru söylemiş. Bir sürü olay yaşandı ve geçti. Şimdi sen müdahale etmiş olsan, tutup bu herife bir şey yapsan sen de içerde olacaksın. Böyle yapmak yerine Hayal’i öz kızından ayırmadan büyütüyorsun. Kendi kızına bile ‘Gerçek’ ismini verirken sırf Hayal’i mutlu etmeyi düşündün. Hayal sana sorduğunda hastanede yanınızdaydım. ‘yeğenime neden Gerçek ismini verdin dayı’ dediğinde ‘sen hayal kuracaksın yeğenin gerçekleştirecek, bazen de tam tersi olacak. Birbirinizin hayallerini sahipleneceksiniz’ dedin. Dün gibi hatırlıyorum, ‘dağ gibi’ dediğin abini devirdin, salya sümük ağlattın tuvalet köşelerinde. Oradan nasıl kaçacağımı şaşırdım. Ah ulan, bu Bayrampaşa başka bir yer, gerçi eski halinden pek eser kalmadı ama yine de başka bir yer burası.

- Fikret gözlerini fark ettirmeden silmeye çalışırken konuyu dağıtmak amacıyla sorar.

Kızların nasıl? İyiler mi?

Mehmet: İkisi de iyiler çok şükür. Birazdan gideceğim, bu gece masal anlatma gecemiz. Çok meraklılar. Dört göz, dört kulak dinliyorlar. Onları öyle görünce ben de gaza geliyorum süsledikçe süslüyorum. El kol hareketleri yaparken ağzımı şekilden şekle sokup değişik sesler eklemeye çalışıyorum. Bu akşam tek kollu iyi korsanın masalını anlatacağım.

- Mehmet Fikret’in ağlamaklı halini henüz toparlayamadığını görünce sözü ona bırakmadan yavaş tonda konuşmaya devam eder

Masallarımızda her zaman çıkmaz sokaklar oluyor. Hikâyede çözümü imkânsız gibi görünen bir sorun yaratıyorum. Küçük bir kız çocuğu olan kahramanımız ki aslında bu Hayal’in ta kendisi

18

oluyor, parlak bir fikir bulup ustaca çözüme ulaşıyor. Masalın sonunda kimse kötü anılmıyor, yenilgiye uğratılmış kötü insanlar yok, herkes kazanıyor, imkân ve zenginlik paylaşımı esas oluyor. Masalları böyle anlatıyorum çünkü hayatı boyunca karşılaşacağı problemleri gözünde büyütmesin, akıllıca çareler bularak çözebileceğini bilsin istiyorum.

Fikret: Çok şanslılar. Babalarımız bize masal anlatacak he, mümkün mü?

Mehmet: Abi vakit biraz geç oldu müsaadenle çıkmalıyım, kızlarım bekler. Daha birkaç gün buradasın nasıl olsa, var mı bir isteğin emrin?

Fikret: Yok Memedim bak keyfine bekletme çocukları. Biz Erdinç’le toplarız buraları.

Mehmet: Erdinç birazdan Bahtiyar gelir, sakın üzerine gitme hassasiyeti çok yüksek ayrıca aşırı alıngan lütfen çok dikkat et.

Erdinç: Hallederim abi sen merak etme.

Mehmet: O zaman haydi iyi geceler, size afiyet olsun. Fikret: İyi geceler abicim. Çocukları öp bizim yerimize. Mehmet: Emrin olur, kalın sağlıcakla.

19

Aynı Akşam Mehmet’in Evi…

- Mehmet eve geldiğinde eşi küçük kızı gerçek ile birlikte uyuma hazırlığındadır. Hayal ise dayı dediği Mehmet’in anlatacağı masalın heyecanıyla uyumamıştır. Sarılıp koklaşırlar, Hayal yatağında bağdaş kurup oturmuşken Mehmet yanındaki koltuğa oturur.

Mehmet: Bugün hangi masalı anlatacağımı biliyor musun benim güzel kızım?

Hayal: Tek kollu iyi korsan masalıydı dayıcığım. Baştan söyleyeyim, aklıma gelen soruları en sona saklayacağım. Bitene kadar dinleyeceğim. Anlaştık mı?

Mehmet: Anlaştık benim akıl küpü güzel kızım, şimdi masalını dinlemeye hazır mısın?

- Hayal kollarını coşkuyla kaldırıp ‘Hazırım’ diye bağırır.

Bir varmış bir yokmuş. Zamanın birinde bir türlü çocukları olmayan neşeli bir çift varmış. Kadının ismi Hayat, kocasının ismi de Can’mış. İkisi de birbirlerine aşkla bakıyor, sevgiyle sarılıyormuş. Birbirlerine karşı bencillik etmezler, huzur vermek üzere yaşarlarmış.

Evlenmeleri üzerinden çok zaman geçmesine rağmen bir türlü çocukları olmadığından, o doktor senin bu doktor benim her yeri gezmişler çare bulmak için. En son gittikleri doktor yaşlı başlı bir adammış. Dertlerini dinledikten sonra; ‘şimdi beni iyi dinleyin lütfen’ diyerek başlamış söze. ‘Sizin tahlil sonuçlarınıza baktığımda hiçbir sorununuz olmadığını görüyorum. Sorun düşüncelerinizde. Çocuk meselesini çok fazla dert ediyorsunuz. Bu kadar düşünüp stres yapmasanız kendiliğinden olacak. Rahat olun, iyi şeyler düşünün ve kendinize zaman verin. Şimdi size ilaç yerine birkaç doğal ot ile yapılacak içecekler tavsiye edeceğim. Bunları çay gibi demleyip içerken, karı-koca birlikte geçireceğiniz

20

zamanın kıymetini bilerek tadına varın. Buna rağmen olmuyorsa, o zaman ‘olmuyor’ deyin ve durumunuzu kabullenerek yaşayın. Böylece en azından zihninizi boşa yormamış olursunuz’ demiş.

Hayat hanım hemen söze girmiş, heyecanla; ‘Olmuyorsa ne demek doktor bey, çocuksuz olur mu hiç? Çocuk dediğiniz evin neşesidir’.

Doktor: Sakin olun hemen heyecanlanmayın hanımefendi, olmayacak demiyorum, bu küçük de olsa bir ihtimal ve bu ihtimali göz ardı etmeden kabullenerek yaşamayı öğrenmelisiniz. Dünyada çocuğu olmadan yaşayan kaç aile var biliyor musunuz? Çevrenizde yaşayan insanları düşünün, mutlaka çocuksuz yaşayan aileler vardır bildiğiniz. Onlar için dünyanın sonu değil, sizin için de olmayacak. Ayrıca merak etmeyin, elbet bir gün olacak, ha olmadı diyelim evlatlık almayı düşünür değerlendirirsiniz. Aile sevgisine ihtiyaç duyan milyonlarca çocuk var dünyada. Önce bir rahat olun, gevşeyin, bu kadar çok kaygılanmaya gerek yok’ demiş.

Doktoru can kulağı ile dinlemiş olsalar da kadının içi bir türlü rahat olamıyormuş, eşi Can ise çocuk meselesini dert etmekten ziyade karısının mutsuzluğunu bir türlü gideremediği için üzgünmüş. Bu zamana kadar ne konuşsa fayda etmemiş. Yolda yürürken Can birden durup eşine dönmüş. Yüz yüze bakarlarken her zaman yanında olacağını hissettirircesine kollarından nazikçe sıkarak konuşmaya başlamış.

- Bak hayatım sürekli bunu düşünüp dertlenme devri kapandı. Hiç olmayacak diye konuşmak yok artık. Bundan sonra gerçekten hiç olmayacakmış gibi yaşayalım, akışına bırakalım hatta ‘evet, olmuyor kaderimiz buymuş’ diyelim. Zamanımızı paylaşacağımız bir evladımız olmayacak diyerek birbirimize daha çok sarılalım.

21

- Hayat: Çok mutsuzum hayatım, hiç iyi hissetmiyorum. Sadece bir evladım olsun, kız olmuş erkek olmuş hiç fark etmez, hayatımıza girsin ve bütün zamanımızı neşeyle doldursun istiyorum.

- Can: Ben de çok istiyorum güzeller güzelim ama inan seni mutlu, huzurlu görmeyi daha çok istiyorum. İstersen hemen şimdi yetimhaneye gidelim. Çocuklara hediyeler alalım, ördüğün, diktiğin ne varsa götürelim.

- Hayat: Götürelim, eğer bir evladım olursa yenilerini örüp en güzel kıyafetleri dikerim.

Diyerek önce evlerine gitmişler. Henüz doğmamış çocuklarına hazırladıkları ne varsa toplamışlar. Yola çıkmadan evvel telefon açıp ‘aklımıza gelmeyen neyi ister çocuklar, ne yapabiliriz? Diye sormayı ihmal etmemişler. Kutular dolusu eşya ile yetimhaneye varmışlar. Yetimhane müdiresi Nurhan bizimkileri kapıda karşılayarak bizzat ilgilenmiş. Koridorda yürürken neşeli bir grup çocuk yanlarından geçiyormuş. Aralarından biri Hayat’ın dikkatini çekmiş, gözlerini yüzüne odaklamış yürürken yaklaştıkça çocuğun bir kolu olmadığını fark etmiş. Haliyle hüzünlenmiş ama yine de belli etmemiş, gülümseyerek bakışmışlar karşılıklı. Müdire Nurhan önce birer çay ikram etmiş hediyeler için teşekkür ederek. Bulundukları oda arka bahçede oynayan çocukları görüyormuş. Hayat dayanamamış bir kolu olmayan güler yüzlü kızı sormuş. ‘Kimdir? Hikâyesi nedir?’ diye.

Müdire Nurhan kısaca anlatmış.

- Adı Leyla, anne ve babasını bir trafik kazası sonucu kaybetmiş, Leyla ise yaralı olarak kurtarılmış. Kolundaki ağır yara tedavi edilememiş ve dirseğinin hemen üzerinden almak zorunda kalmış doktorlar. Araç, sigorta şirketinin temin ettiği kusurlu bir otomobilmiş. Sigorta şirketi aracın kusurlarını üstlenmemiş kiraladığı şirketi sorumlu göstermiş. Mahkemesi bile yapılmamış, ört bas

22

edilerek kapatılmış. Bir süre büyükannesi bakmış ancak bakamayacak hale gelince Sosyal Hizmetler kararı ile bize getirildi. Çok neşeli bir çocuktur. Kendisine ‘kolsuz’ diyen bazı arkadaşlarına ‘ben tek kollu iyi korsanım’ diye cevap veriyor.

- Hayat: Onunla konuşabilir miyim?

- Nurhan: Tabi konuşabilirsiniz ancak öncesinde sormak zorundayım. Amacınız nedir?

- Hayat: Eğer eşimde onay verir, Leyla da bizimle gelmek isterse

Dediği sırada Nurhan araya girerek sözünü keser

- Bakın Hayat Hanım, Leyla ile konuşmadan önce eşinizle bir konuşun. Bugüne kadar sizin gibi çok sayıda anne baba Leyla’yı sordu. Gören herkes ilk anda hüzünle bakarak onunla konuşmak istiyor, sonra eksikliğe ile baş edemeyeceklerini düşünerek vazgeçiyorlar. Hepsine aynı şeyi söyledim, almayacaksanız boşa ümit vermenizi kabullenmem. Takdir edersiniz ki Leyla’yı korumak zorundayım. Baştan uyarıyorum; Eğer ki onu almak isterseniz, bunu bugün sormanızı istemiyorum. Önce detaylıca konuşmamız gerekir. Çocuğun sağlığını korumak ve ihtiyaçlarını karşılamak adına yeterliliğinizden emin olmalıyız.

- Can: (eşinin elini tutarak konuşur) Leyla ile görüşmemize müsaade edin lütfen. Eşim kadar bende görüşmek istiyorum. Hassasiyetinizi çok iyi anlıyor, saygı duyuyorum. Aynı hassasiyeti göstereceğimizden emin olunuz.

Müdire Nurhan bir süre emin olmak istermiş gibi her ikisinin gözlerine bakar. Kararlı olduklarına inanarak onay verir. Leyla’ya seslenerek yanlarına gelmesini rica eder. Leyla gülümseyen yüzü ve neşesiyle odayı doldururcasına içeri girer. Hayat ayakta

23

karşılar ve Leyla’ya yakın olacak şekilde tam karşısına oturtarak sorar.

- Nasılsın?

- Leyla: İyiyim, siz nasılsınız?

- Hayat: İyiyiz, seni gördük çok daha iyi olduk.

Dediğinde Leyla kısa bir süre, aldığı bütün ışığı yansıtan o kocaman gözlerini neşeyle açarak Hayat’ın yüzüne bakıp heyecanla sorar;

- Biliyor musunuz? Ben bir korsanım, ama iyi korsan. - Hayat: Öyle mi? Çok sevindim. Bizi de gemine alır mısın? - Leyla: Alırım tabi. Size dünyanın bütün güzel yerlerini gösteririm.

Uzun uzadıya sohbet ederler. Hayat ve Can, Leyla’yı almaya çoktan karar vermişlerdir. Can Nurhan’a ‘Leyla’yı almak istiyoruz’ dercesine bakar. Nurhan detayları konuşmak için Leyla’yı arkadaşlarının yanına gönderir. Sonrasında birkaç gün içinde tüm yasal işlemler tamamlanmış, Müdire Nurhan Hanım gözü gibi baktığı Leyla’sını yeni hayatına hazırlamak için tüm çabasını göstermiştir. Leyla yeni hayatı için çok heyecanlıdır.

Hayat ve Can, Leyla’ya çok iyi bakarlar. Hayat, kızına birbirinden güzel korsan kıyafetleri diker, Can ise ucunda kanca olan takma bir kol ile tek gözü kapatan korsan bandı gibi aksesuarları temin eder. Hep birlikte uzun süreli mavi yolculuklara çıkar, dünyayı dolaşırlar. Küçük Leyla çok mutludur ve zaten belli olan kararını kesin olarak vermiştir. Kaptan olacaktır.

Yıllar böyle geçip giderken Leyla kaptan olmak için gerekli tüm eğitimleri başarıyla tamamlamış ve çok iyi bir kaptan olmuştur. Artık evinden uzakta, gerçek korsanların bulunduğu denizlerde görev yapmaktadır. Bu kötü korsanlar Leyla’ya belki tek kolu

24

olduğu içindir bilinmez, saygı gösterip zarar vermezler. Leyla da korsanlara pek yaklaşmadan hububat taşıyan gemisine dümen vermeye devam edermiş. Muhteşem güzelliklere sahip, denizle ormanın buluştuğu çok sayıda ada ve koyların güzelliği meraklı gezginleri bölgeye çekerken korsanların da işini kolaylaştırırken, Leyla, hiçbir şeyden habersiz bu gezginlerin korsanlar tarafından soyulmasını istemediği için onları uyarır. Hangi korsan gemisinin hangi koyda saldırı için beklediğini ezberlemiştir artık. Diğer taraftan dünyadaki diğer insanların korsanlardan korkarak bölgeye gelmemesi ve bu güzellikleri görememesine üzülmektedir.

Başlangıçta işlerinin azalmasına anlam veremeyen korsanlar durumun farkına varınca toplanır ve Leyla’ya karşı birleşirler. Leyla tehlike altında olduğunu hiç düşünmez, gün batmış gece karanlığı çökmüş, yüküyle seyir halindeyken korsanlar gizlice gemiye çıkar ve gemi personelini etkisiz hale getirirler. Olan bitenden habersiz odasında dinlenmekte olan Leyla’yı bularak gemisiyle birlikte hiç bilinmeyen bir koya götürürler.

Leyla artık özgür bir kaptan değil eli kolu bağlı esirdir. Bu kötü korsanların ne yapacağını bilmeden karanlık bir odada kaderini bekler. Onu bağlayan korsan ‘sana ne yapacağımıza sabah karar vereceğiz, kalan son saatlerinin tadını çıkar’ diyerek acımasızlığının ifadesi kahkahasını atarak gider. Leyla kendisinden çok tayfasına üzüldüğü için bu durumdan kurtulmak üzere beynini zorlayarak düşünse de aklına bir çözüm yolu gelmez. Sabah olmasına az bir vakit kala uyuyakalmışken açılan kapının sesiyle uyanır. Kalabalık bir grup halinde gelen öfkeli korsanlar Leyla’yı alarak güverteye çıkarırlar. Leyla dizlerinin üzerine çökmüş beklerken başını göğe kaldırdığında olacakları izlesinler diye yukarıya dizilmiş olan tayfasını görür. Tayfası onun için üzülüp affedilmesi için korsanlara yalvarırken Leyla mırıldanır. Korsanların kaptanı ‘Ne mırıldanıyorsun sen?’ diyerek bağırınca herkes bir anda susuverir.

25

Leyla kaptana bakarak ‘bunların hiçbirine gerek yok, her şey çok farklı olabilir’ der.

Eve geçer geçmez dolab&#x;mda ne var ne yok bavula yerleştierdim üzerime ş&#x;k bir şeyler giydim

[Damla'n&#x;n giydikleri]
Hemen kendime bir çeki düzen verip arabaya bindim ve babam&#x;n yeni evine vardigimizda arabadan yere indim çok güzel bir vilayd&#x; kap&#x;y&#x; çaldim güzel tontiş bir teyze kap&#x;y&#x; açt&#x; ve beni içeri davet etti içerisinde hoştu babamlar salonda oturuyorlard&#x; bavulumu hizmetçilerle verip hahamlar&#x;n yanina geçtim
Babam;hoş geldin k&#x;z&#x;m
Damla:hoş buldum babacim
Melda;hoş geldin k&#x;z&#x;m şimdi benim oğlu da gelecek
Damla;hoş buldum ablacim
Babam;k&#x;z&#x;m senin odak üst kata sağdan ikinci oda birinci odada burakin   ha furkan da meldanin oğlu tatl&#x; bir çocuktur gelsin tanişin
Kirik bir gülümseme att&#x;m ve o anda kap&#x; aç&#x;ld&#x; hizmetçi hoş geldin burak bey dedi o kadar yak&#x;ş&#x;kl&#x; bir cocuktuku gözlerim yerlerinden cikicakti nerdeyse

[Damla'n&#x;n üvey abisi burak
Furkan gelip zorla da olsa gülümseyerek bizimle selamlaşt&#x;
Melda;hg oğlum
Furkan;hb annem
Gelip yan&#x;m&#x;za oturdu bana bak&#x;yordu sürekli göz göze geliyorduk  tan&#x;şt&#x;ktan sonra babam konuya girdi
Babam;biz bir haftal&#x;ğ&#x;na parise gidicez balayina Burak sende k&#x;z&#x;na dikkat et
Birazdan yola çikicaz
Burak;tamam furkan abi
Damla;peki babacim
Babamlar gittikten sonra Burak yan&#x;ma geldi
Burak;k&#x;z arkadaş&#x;m gelicek pek ortal&#x;kta dolama odana ç&#x;k
Damla;Bla bla bla sanami sorucam
Burak;sana orana ç&#x;k dedim!!!
Damla;ÖDÖNA ÇÖK DÖDÖM AY ÇOK KORKTOOOM
Burak kolumdan tutu kolumu kurtar&#x;p odama ç&#x;kt&#x;m az sonra kap&#x; çald&#x; ve biri eve geldiğini hisse ede biliyordum direk yukar&#x; ç&#x;kt&#x; ve buran&#x;n sesi geliyordu galiba burakta yan&#x;ndayd&#x; kap&#x;y&#x; araladim ve sari uzun saçl&#x; botoks guzeli bir yelloz vard&#x; buran&#x;n yaninda buran&#x;n odas&#x;na girdiler yaklaş&#x;k 10dk sonra odadan sesler gelmeye başl&#x;yordu burakla odam&#x;z yakin olduğundan ses kuvvetli geliyordu
K&#x;z inliyordu ve burakta mirildaniyordu pis orospullar sikişiyorlar kesin ay bana ne ya yatağa ağlad&#x;m ve bas&#x;m&#x; yast&#x;ğa gömdüm bir az sonra oda kal&#x;ş&#x; aç&#x;ld&#x; Burak içeri girdi

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası