Adil bir yönetim ancak insanların günlük yaşamlarından ayrılmadan ve insanların arasındaki bağı koparmadan kurulabilir.
Hz. Ömer' e “Adil” sıfatını kazandıran, adaleti gözeterek İslam'ı yeryüzüne hâkim kılmaya kendisini adamış olmasıdır.
Hz. Ömer (ra) halifelik yıllarında insanların, dertlerini uzakta olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ederdi. Bu yüzden sık sık Medine’den uzak bölgelere seyahat ederek orada yaşayan insanların durumunu yakından incelerdi.
Konuyla ilgili olarak örnekleri şöyle sıralayabiliriz;
HZ. ÖMER VE ÇOCUKLARA TAŞ KAYNATAN KADIN
Hz. Ömer (ra) halifelik yıllarında yine böyle bir niyet üzerine Eslem ile birlikte Medine’nin dışında kalan Harra taraflarına yolculuğa çıkar. Seyahatleri esnasında ışık yanan bir yer görür.
Hz. Ömer (ra), Eslem'e dönerek:
- "Şurada, gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi, onların yanına gidelim." dedi.
Ev halkının yanına vardıklarında bir kadının iki çocuğuyla birlikte üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken görür.
Hz. Ömer (ra) onlara:
- “Işıklı aileye selâm olsun.” dedi.
Kadın Hz. Ömer’in(ra) selamını aldıktan sonra, Hz. Ömer (ra) yanlarına yaklaşmak için izin alır. Ardından kadına, yanındaki çocukların neden ağladıklarını sorar.
Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince, Hz. Ömer (ra) merakla tencerede ne pişirdiğini sorar.
Kadın; tencerede su bulunduğunu, çocukları “yemek pişiyor “diye avuttuğunu söyler. Ardından şunları ekler: “Allah bunu Ömer'den elbette soracaktır.”
Hz. Ömer (ra), kadına dönerek: “Ömer bu durumu nereden bilsin ki?” der.
Kadın cevap verir: Madem bilemeyecekti ve unutacaktı, neden halife oldu?”
Hz. Ömer (ra) bu cevap karşısında irkilerek Eslem ile birlikte doğruca erzak deposuna gider. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istese de Hz. Ömer (ra) müsaade etmez.
“Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım” diyen Hz. Ömer (ra) buna izin vermez.
Çuvalı omzuna alır ve kadının bulunduğu yere götürür. Orada bizzat yemeği Hz. Ömer(ra) hazırlayıp pişirir ve ev halkını doyurur.
Hz. Ömer (ra) oradan ayrılırken, kadın: “Siz bu işe Ömer'den daha layıksınız.” der.
Hz. Ömer (ra) :“Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun” der.
Bu Hz. Ömer’in insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gösterdiği hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.
Çünkü Hz Ömer (ra) “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarım” buyururdu.
Bugün hangi yönetici bir fakire bırakın küfeyi bir file, bir poşetle yardım götürüyor. Göreniniz, duyanınız var mı?
HZ ÖMER VE GANİMET DAĞITIMI
Bir gün de Hz. Ömer’in hilafeti zamanında halka ganimet malı kumaş dağıtılmıştı. O kumaştan herkesin payına düşenle, ya bir pantolon veya bir ceket dikile biliyordu.
O günlerde Hz. Ömer (ra) camide hutbe okurken, haktan, hukuktan ve adaletten bahsediyordu.
Onu dinleyen cemaatten birisi ayağa kalkarak,“Kes konuşmayı ya Ömer. Ganimetten herkesin payına düşen kumaşla, ya bir ceket veya bir pantolon dikile biliyordu. Görüyorum ki üzerinde aynı kumaştan hem ceket, hem de pantolon var.
Görünüşe göre herkese verilen kumaşın iki katını kendin alarak, takım elbise diktirmişsin. Sen önce bunun cevabını ver, ondan sonra haktan, hukuktan ve adaletten konuşta dinleyelim”dedi.
Adamın çıkışı ile sözünü kesip minberde onun konuşmalarını dinleyen Hz. Ömer suskunluğuna devam ederken, cemaatin içinde bulunan oğlu Abdullah ayağa kalkarak, Allah şahittir ki babam düşünüldüğü gibi ganimet kumaşından kendisine iki pay alarak aynı kumaştan takım elbise dikinmiş değildir.
Ben kendi hissemi babama verdim de onun için babam hem ceket hem de pantolon diktirebildi aynı kumaştan” dedi.
Bunun üzerine adam,“Mesele anlaşılmıştır, şimdi konuşabilirsin ya emir-el müminin” dedi.
Ve Hz. Ömer’de tekrar konuşmaya başlayarak hutbesini tamamladı.
HZ. ÖMER VE NAMAZ KILAN ADAM
Yine bir gün de Hz. Ömer, mescitte namaz kılan bir adamı gördü. Adam namazı bitirince yanına gitti ve adama,“Sen ne biçim namaz kılıyorsun öyle be adam tavuğu yem topladığı gibi yatıp yatıp kalkıyorsun öyle, sen o namazı yeniden kıl” dedi. Adam namazı yeniden ve tadili erkân üzere dikkatlice kıldı.
Hz. Ömeradama sordu, “Söyle bakalım ilk kıldığın namaz mı daha iyiydi, sonra kıldığın namaz mı” dedi.
Adam hiç çekinmeden, “İlk kıldığım namaz daha iyiydi ya Ömer” dedi.
Hz Ömer, “Nasıl ilk kıldığın namaz daha iyi olur be adam” deyince,
Adam, “Ya Ömer ben ilk kıldığım namazı Allah rızası için kılmıştım. İkinci namazı ise seni düşünerek daha dikkatli kıldım, tabii ki Allah rızası için kıldığım namaz daha iyiydi” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer, “Haklısın efendi, bana hakkını helal et” diyerek oradan ayrıldı.
HZ. ÖMER VE YAHUDİ
Hz. Ömer’in hilafeti döneminde, Peygamber Efendimizin dostlarından Saad b. Ebi Vakkas Şam Valisiydi. Vali Şam'da bir camiyi genişletirken, Şam Yahudilerinden birinin arsasına, vermek istemediği halde parasını göndererek el koymuştu. Yahudi durumunu bir Müslüman komşusuna anlattı.
Komşusu Yahudiye, “Sen Medine'ye git, orada Halife Hz. Ömer’e derdini anlat” dedi.
Yahudi bin bir zorluklarla Medine’ye gitti. Hz Ömer’i sordu.
”Şu ağacın altında gölgelenen zat Hz. Ömer’dir” dediler.
Yahudi derdini anlatınca Hz. Ömer oradan aldığı bir yassı kemik üzerine, “Ben Nuşi Revan’dan az adil değilim” diye yazdı, Yahudi’ye bunu valiye vermesini söyledi.
Yahudi Şama geldi. Fakat Hz. Ömer’in sade ve mütevazı haline ve Şam Valisinin ihtişamlı yaşantısına bakarak, bu iş olmaz diyordu içinden. Nihayet Yahudi, Vali Saad b. Ebi Vakkas’a, altında Hz. Ömer’in imzası bulunan ve kemik üzerine yazılmış yazıyı verdi.
Yazıyı okuyunca Vali başını yere eğip biraz düşündü, rengi benzi sapsarı olan ve eli ayağı titreyen Vali Yahudi’ye,“Git arsan senindir”dedi.
Yahudi, Valiye bu yazıdan neden bu kadar etkilendiğini sorunca Vali, “Biz Hz. Ömer’le deve ile İran’a ticarete gitmiştik. Eşkıyalar develerimizi elimizden aldılar. Bir hana gittik yatmaya ve derdimizi de hancıya anlattık. Hancı bize Kral Nuşi Revan’a gidip meselemizi O’na anlatmamızı söyledi.
Nuşi Revan’ın huzuruna çıktık, tercüman aracılığı ile derdimizi anlattık, bize birer kese altı vererek “haydi gidin” dedi. Biz yine hana geldik, hacı “ne oldu” deyince durumu ona anlattık. Hancı bizi yanına aldı ve beraber Kral Nuşi Revan’ın huzuruna çıktık.
Biz derdimizi krala tekrar anlattık, hancı da tercümanlığımızı yaptı ve develerimizi alanların şeklini, şemailini elbiselerinin rengine ve biçimine varana kadar anlattı. Nuşi Revan bize bu defa ikişer kese altın verdi ve “Akşama kadar develer size teslim edilir, sizde yarın burayı terk edin, ancak şehir dışına ayrı ayrı kapılardan çıkın aynı kapıdan çıkmayın” dedi.
Aynı günün akşamında develerimiz, bize teslim edildi. Ertesi gün benim şehri terk ederken çıktığım kapının önünde idam edilmiş iki adam ipte sallanıyordu. Bunlardan birisi Nuşi Revan’ın büyük oğluna, öbürü de Kralın baş vezirine aitti, çünkü develerimizi onlar gasp etmişlerdi.
z. Ömer’in çıktığı kapıda ise, idam edilmiş bir ceset ipte sallanıyordu. Bu cesette bize ilk tercümanlığı yapan ve gaspçıları korumak için anlattıklarımızı eksik ve yanlış tercüme ederek Nuşi Revan’ı yanıltan tercümana aitti.
Şimdi konuyu anladın mı? Halife Hz. Ömer bana bu yazısı ile “Adil ol, ben de senin gözünün yaşına bakmam, Nuşi Revan’ın suçlu olan oğlunu, vezirini ve tercümanını idam ettirdiği gibi, ben de seni idam ederim. Demek istiyor” dedi.
HZ. ÖMER VE OĞLU ABDULLAH
Hz. Ömer ‘in Oğlu Abdullah babasının yanına geliyor, “Babacığım üç bayramdır üzerime yeni elbise alamıyorum” diyor.
Çünkü O dönemlerde verilen maaş elbise almaya yetmiyor. Aldığı maaş ile elbisenin üstünü alıyor, altını alamıyor, Ya da altını alıyor, üstünü alamıyor.
Bayramdan bir hafta, on gün sonra ise maaş günü.
Ama bu maaş onun işine yaramayacak. Çünkü yeni bayramlık elbise alamayacak.
O zaman da, Bayramda yeni elbise giymek, kadim bir adet. Haliyle, yeni elbiseyle bayrama girmesi gayet doğal olarak karşılanıyor.
Bu âdetin, Peygamberlik âdeti olduğu da söylenir.
Haliyle, Abdullah, Babası Hz. Ömer’e, “Babacığım üç bayramdır giyemiyorum, bari bu bayram yeni elbise giymiş olurum” diyor.
Hz. Ömer (ra) oğlu Abdullah’a dönerek,
“İyi de oğlum bu nasıl olacak?’ diyor.
Oğlu Abdullah babasına,
“Bana bir mektup yaz Babacığım, Beytülmal’den önceden para çekeyim. (Avans olarak) yani 15 sonra alacağım maaşımı, 15 gün önce alayım” diyor.
Hz. Ömer oğluna,
“E tamam git söyle görevliye versin” diyor.
Oğul Abdullah ise,
“Baba inanmaz ki şimdi, elimde bir vesika olmalı” diyor.
(Hz. Ömer’in oğlu maliye memurundan avans para isteyecek ve memura babasının emri olduğunu söyleyecek olmasına rağmen,
“Bana inanmaz ki” diyor..!
Neyse biz hikâyeye dönelim.
Oğul Abdullah babası Hz. Ömer’e
“Sen bana evrak yaz, bir şey yaz ki götüreyim adamın (Maliye memuru) da bana maaşımı (avans olarak) versin” diyor.
Hz. Ömer,
“Tamam” diyor.,
“Oğlum Abdullah’a 15 gün alacağı maaşının bir kısmının veya tümünün verilmesine” diyerek bir yazı yazıp veriyor.
Hz. Ömer mektuba mührü basıyor ve oğluna vererek,
“Git bunu adamıma ver” diyor.
Oğul Abdullah,
Heyecan ve büyük sevinçle,
Hazineden sorumlu, şimdiki maliyeciye mektubu uzatıyor.
“Ben maaşımı önceden alacağım. Bayrama hazırlık yapacağım. Bu da babamın maaşımın önceden verilmesine dair imzaladığı evrak” diyerek veriyor.
Memur,
Abdullah’a dönerek,
“Belgede eksiklik var” diyor.
Abdullah, “Hayır, ne eksiği?” diyor.
Ve ekliyor, “Babamın imzası ve mührü var. Daha ne istiyorsun?” diyor.
Memur ise sakin bir şekilde,
“Hayır, hayır burada ifade eksikliği var” diyor.
Ve ekliyor,”Sen bu mektubu al Halife Hz. Ömer’e götür, ( ifade eksikliği var ) de ve mektubu yeniden yazmasını söyle” diyor.
Oğul biraz şaşkın, Biraz da düşünceli olarak,
“Başka ne yazacakmış ki?” diyor.
Memur,”Baban,( bu adam 15 gün daha yaşayacak) desin, altına da imza atsın, mührü bassın ben senin paranı hemen vereyim” diyor.
Oğul Abdullah kâğıdı memurun elinden alıyor
Ardından ağlıyor “Vallahi doğru söyledin” diyor.
“Babamın ne adamları var, Allah’a Hamd-u senalar olsun. Devletimiz sizin sayenizde asla ve kata zevale uğramaz. Asla bizim sırtımız yere gelmez senin gibi adamlar olduğu müddetçe” diyor.
Geliyor Hz. Ömer’e,
Abdullah, “Alamadım Baba, evrak eksikmiş ama önemli değil” diyor.
Hz. Ömer, “Neden önemli değil, sözümüz yere mi düştü? Ne münasebet..!” diyor.
Abdullah,
“Babacım sözün yere düşmedi. Ama öyle güzel muamele gördüm ki, para, pul, kıyafet, gözümden düştü. Öyle ders aldım ki, elbise nedir, para nedir? Öyle bir şey yaşadım ki, çok önemli ders aldım. Bu bana yeter’” diyor.
Hz. Ömer,’Ne oldu yahu, anlat hele’ diyerek ısrarcı oluyor.
Abdullah, başından geçenleri tek tek anlatıyor.
Hz. Ömer elindeki kamçıyı kaldırarak,
‘Hele bir verseydi?’ diyerek devamında,
“Verseydi de, o zaman Ömer’i görseydi. Ben de biliyorum vermeyeceğini” diyor.
HZ. ÖMER İSRAFA KARŞI İDİ
Amr b. As, Hz. Ömer'e; “Biz sana büyük caminin yanında bir ev yaptırmak için arsa temin ettik.” diye mektup yazmış.
Hz. Ömer de Amr b.Âs'a: “Hicaz'da oturan bir kimsenin Mısır'da evi olamaz. Orayı Müslümanlara pazar yeri yap.” diye cevap vermiştir.
Yani Hz. Ömer demektedir ki israf etmeyin, kaynaklarınızı insanların faydasına olan işlere harcayın demiştir.
Yönetenlerimiz bu zihniyeti benimserse Türkiye ayağa kalkacaktır, her alanda atılım yapacaktır
Hz. Ömer (r.a.), bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmişti. Herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu. Oğlu Abdullah, babasına:
“Bu kumaş tek başına ne benim, ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sana vereyim de kendine güzel bir elbise yaptır.” demişti.
Hz. Ömerde oğlunun hediyesini kabul ederek bir elbise yaptırmıştı.
Birkaç gün sonra, üzerinde bu elbise olduğu halde bir konuşma yapmak için minbere çıkmıştı.
“Ey müminler! Beni dinleyin ve bana uyun.” der. Arka saflarda biri itiraz eder:
“Ey müminlerin amiri! Seni dinlemiyorum ve sana itaat da etmiyorum! Çünkü sen, Allah ve Resul’ünün yolundan gitmiyorsun!” dedi.
Halife, “Neden?” diye sordu.
O zat sebebini şöyle izah etti:
“Ganimet taksiminde, bizlerden hiçbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmediği halde, görüyorum ki, sen o kumaştan fazla almış, bir elbise yaptırmışsın!”
Hz. Ömer, cemaat arasında bulunan oğlu Abdullah’a (r.a.) işaret etti. Hz. Abdullah da kalkıp durumu izah etti. Payına düşen kumaşı babasına verdiğini söyledi.
Gözler ikazda bulunan zata yönelmişti. O zat ayağa kalktı ve:
“Şimdi konuş, ey müminlerin emiri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum.” Demiş
Şimdilerde bit yöneticiye bu tür bir soruyu sorabilecek cesarette bir vatandaş var ımıdır? Çok zor
HZ. ÖMER ADALETİNİN VE DEVLETİNİN MUMU İLE ŞAHŞİ MUMUNUN HİKÂYESİ
Hz. Ömer (r.a.) halife iken, devlet dairesinde devletin mumunu, özel görüşmesinde kendi parasıyla aldığı mumu yakarak hizmetlerini görüyorlardı.
Hz. Ömer halife iken, bir gece makamına ashaptan (Hz. Muhammed’e inanan, O’nu gören ve Müslüman olarak ölen kimseler) biri gelir ve selam verip oturur.
Fakat selamı alınmaz. Hz. Ömer önündeki işle meşguldür ve konuk merak içinde bekler.
İşini bitiren Hz. Ömer, önünde yanan mumu söndürdükten sonra ikinci mumu yakar ve konuğunun gözlerinin içine bakarak “Aleyküm selam” der.
Konuğu sorar:
- Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve bir mumu söndürüp diğer mumu yaktıktan sonra konuşmaya başladın?
Hz Ömer cevap verir;
- Evvelki mum devletin hazinesinden alınmıştı. O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mesul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için, kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra senine konuşmaya başladım.
Sahabenin gözleri yaşarır, ellerini kaldırarak şöyle dua eder;
- Ya Rabbi! Hz Ömer’i bizim başımızdan eksik etme.
Şimdi ülkemiz içeriden ve dışarıdan bu kadar kuşatma altına alınıyorken, 84 milyonun parasını bir kurum müdürünün maaşını 60 bin TL’ye çıkarıp, altına da bin TL’lik araba verenler bu dünyada ve ahrette hesabını nasıl vereceklerdir?.
Dünden bugüne kimler ballı-kaymaklı maaşları nasıl götürüyorlar?
Nisa Suresi Ayet:
“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin; ancak karşılıklı rızanıza dayana ticaret böyle değildir ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir.”
Nisa Suresi Ayet:
“Kim haddi aşarak ve haksızlık saparak bunu yaparsa onu ateşe koyacağız ve bu Allah’a çok kolaydır.”
Bu ayetlerde kastedilen “milli servet” yani devletin malı anlatılmak istenmiştir.
İşi, gücü olmayan, Asgari Ücret seviyesinde bile maaş alamayan lirayla geçinmeye çalışan emeklilerin yaşamlarını sürdürmeye çalıştığı bir ülkede haksız yere bin lira maaş almanın, asgari ücretin ve hatta katını huzur hakkı olarak almanın, ve hatta 4 yerden ballı maaş almanın, lüks makam araçlarına binmenin kıstası nedir ve nasıl açıklanabilir? Bu durum, sosyal sınıflar arası eşitsizliğe yol açan bir gidişat değil midir?
Bu haksız uygulamaların Yüce Dinimiz İslam’daki yeri ve açıklaması nedir?
Ülke yönetmeye talip olanların, insanlar arasından iyi yetişmiş, bilgili, dini bilgilere vakıf, ahlaken üstün meziyetler kazanmış, faziletlerle donanmış, ufku açık, haram ve helalleri ayırt edebilecek karakter sahibi kişilerden tercih edilmesi gerekmez mi? Bu vasıflara (ehliyet ve lisans) sahip insanların sayısı ülkemizde oldukça fazladır.
Türkiye bu özelliklere sahip insanlar tarafından yönetildiğinde vatandaşlarında refah ve huzur seviyesi de en üst düzeye çıkmaz mı? Türkiye dünyanın en süper devleti olmaz mı?
Bu saydığım vasıflar aslında her Müslüman’ın taşıması gereken İmani hasletlerdir. Fakat bu hasletler yani sünnete uygun vasıflarla donanmış olmak, sadece o kişinin şahsi kazancıdır.
Eğer çevresinde sahip olduğu güzellikleri yansıtarak yaşıyor ve başkalarına da örnek olarak, infak, fedakârlık, dini koruma, sünneti tebliğ gibi hasletleri de yaymaya çalışıyorsa, işte bu yol takvaya giden Salihlerin yoludur. Bu tespitler şahsıma ait olmayıp Kur’an ve sünnetin işaret buyurduğu, usul ve yöntemdir.
Bu tespitlerden sonra idareci ve yönetici konumunda bulunan şahıs ve zümrelerin, sorumlulukları ve hakkaniyet esaslarını eksiksiz bilmesi, yapması ve uygulaması hem dini bir emir hem de hukuki sorumluluk gereğidir.
Ayrıca insanları yönetmeye talip olanların, önce şahsında sonra da emri altındakilerle, iyi doğru, güzel olan şeylerin yapılmasından da birinci derecede sorumlu olduğunu bilmek mecburiyeti vardır.
Bugün neredeyse her yerde; Çarşıda, pazarda, evde, işyerinde, bakkalda, fırında, kahvenin gündeminde “geçinememe” sorunu bulunuyor
Bir yöneticimiz, “Maalesef enflasyon, hayat pahalılığı ve üretim maliyetlerinin artışı vatandaşı etkiledi. Milletimiz zor günlerden geçiyor. Bizi de eleştiriyor” diyor.
Bazı yöneticilerimiz de vatandaşa “sabredin” diyor. Vatandaş zaten sabrediyor. Sabredeceksek yöneticiler ve yönetilenler ayrım gözetmeksizin hep birlikte sabretmeliyiz
Oysa Türk insanı varlıkta yokluk çekiyor. Bu cennet vatanın nimetleri herkese fazlasıyla yeter. Yeter ki Milli Servetin dağıtımı hak, hukuk ve adalet ilkelerine göre yapılsın
Peygamberimiz (s.a.v.)bir hadisinde, “Hepiniz emirsiniz (yöneticisiniz), emriniz altındakilerden sorguya çekileceksiniz” buyurmuşlardır…
Yöneticilerin ve de yönetmeye talip olanların hadisi kulaklarına küpe yapmaları gerekmez mi?..
HZ ÖMERİ AĞLATAN ÇOBAN
Hz. Ömer (r.a) bir gün yine yolları eline dolayıp çölde koyun otlatan bir çobanın yanına gitti… Baktı ki çoban yaşlarında bir çocuk. Ama yüzü zührenin sevinci gibi pırıl pırıl… Tepeden tırnağa iman ve heybet abidesi bir kul…
Hz. Ömer hemen o güzel yavruyu yanına çağırdı. Önünde ufak bir tas içinde bulamaç gibi bir yiyecek duruyordu:
-Yavrucuğum, dedi, gel beraber yiyelim!
Çölün insanı arı gibi sokan sıcağın altında ve bunaltıcı hararete rağmen çocuk nafile oruç tutuyordu.
Kuruyan dudakları usul usul kıpırdadı:
-Size afiyet olsun, ben oruçlu olduğumdan yemek yiyemeyeceğim!.
Büyükler Büyüğü sordu:
- A çocuğum! Bu sıcakta nasıl oruç tutuyorsun? Buna büyüklerin bile gücü yetmez!.
Kulluk şuuruna eren, gönlü hikmet nuru ile pırıldayan çocuk şu karşılığı verdi:
- Ahretim için bir azık olur düşüncesindeyim!
Hazret-i Halife gönlünden bir “Ah!” etti ve onu daha değişik bir tecrübeye tâbi tuttu ve dedi:
- Bana şu koyunlardan biraz süt verir misin? Çocuk tebessümle cevap verdi:
- İşte buna imkân yok… Hayır! Veremem…
- Ama niçin?
- Bunun için ki bu koyunların sahibi ben değilim bunları ücretle güdüyorum. Efendim bana sütü ne yaptığımı sorar…
- Koyunun sütü yoktu veya döküldü der, efendini kandırırsın!
- Çocuğun yüzünde birden celâl şimşeği belirdi ve hiddetle sesini yükseltti:
- Ben belki efendimi bu sözlerle aldatabilirim… Ya sonra? Her an her hâlimize vâkıf olan ve şu anda da konuşmalarımızı işiten Rabbimi nasıl kandırabilirim. O’na nasıl cevap verebilirim? Söyler misin? Çünkü ben O’nun kuluyum ve O’na döneceğim!..
- Hazret-i Ömer Radiyallahu anh’ın gözleri yaşlarla doluverdi… Tam istediği gibi birini bulmuştu.. Çölde koyun otlatan bir çoban böyle olursa artık şehirde nasıl olmaz..”demiş
Dünyada böyle çoban ve çobanlar kaldı mı?
Halife Hz. Ömer zamanında, bir ticaret kervanı gelip, gece Medine‘nin dışında konakladı. Yorgunluktan hemen uyudular. Bu sırada, herkes uyurken, Halife Hz. Ömer, şehri dolaşıyordu. Dolaşma esnasında bunları gördü.
Hz. Ömer, Abdurrahmân bin Avf‘ı da yanına alarak sabaha kadar nöbetleşe, bu kervanı beklediler. Sabah namazında mescide gittiler. Kervanda bulunan bir genç, o sırada uyanmıştı. Bunları takip edip, arkalarından gitti.
Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Halife Hz. Ömer ile arkadaşı olduğunu öğrendi. Gelip, arkadaşlarına anlattı. İnanamadılar: "Sen yanlış görmüşsündür. Halifenin, gecenin bu vaktinde burada işi ne? O sarayında kuş tüyü yatağında yatıyordur."
- Sizin gibi önce ben de inanamadım.
- Sonra nasıl inandın?
- Sabah olup ortalık aydınlanınca, buradan ayrıldılar. Ben de merak edip arkalarından gittim. Camiye girdiler. Yolda karşılaştığım birisine; "Bu kim" diye sordum. "Halifemiz Ömer" diye cevap verdi.
Bu konuşmaları dikkatle dinleyen kafile halkı, derin bir sessizliğe büründü. Kimsenin konuşacak, bir şey söyleyecek hâli kalmamıştı. Uzun süren bir sessizlikten sonra, içlerinden biri sessizliği bozdu: "Daha ne duruyoruz? Bu hâl İslâmiyet‘in gerçek din olduğuna delil olarak yetmez mi?
Diğerleri de bu söze katıldılar. Roma ve İran ordularını perişan eden, adaleti ile meşhur yüce Halifenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyet‘in hak din olduğunu anladılar ve seve seve hepsi Müslüman oldular.
Koskoca İslam aleminde böyle yöneticiler görmek mümkünmü?
“İNSAN BİRİKTİRMEK”
Hz Ömer (ra) bir gün dostları ile otururken; Allah’ın kabul edeceği tek bir dileğiniz olsa ne isterdiniz?” diye sormuştu.
Oradakilerden biri: “Ben şu oda dolusu gümüşüm olsun da onu Allah yolunda harcamak isterim.” dedi.
Bir başkası:“Bu oda dolusu mücevherim olsa da Allah yolunda harcasam, isterim”
Herkes dilediğini söyledikten sonra oradakiler: “Ya Ömer peki sen ne isterdin?” diye sordular:
Hz. Ömer (ra):“Ben de Ebu Ubeyde bin Cerrah, Muaz bin Cebel ve Huzeyfe bin Yeman gibi bir oda dolusu adam isterim ki onları Allah yolunda görevlendireyim.” Diyerek herkesi duygulandıran ve düşündüren dileğini dillendirdi…
Hz. Ömer’in (ra) bu mesajı aslında en temel ihtiyacımıza işaret ediyor: İnsan biriktirmek…
Bir insanın kendine yapabileceği en güzel yatırım, insan biriktirmektir…
Hayatımızda biriktirdiğimiz insanlarla cesaret buluruz, kendimizi güvende hissederiz… Yorgunluğumuzu atarız…
İnsan biriktirelim ki, derdimiz hafiflesin, davamız yürüsün, yükümüz paylaşılsın…
En büyük yatırım… En güzel güvence… En akıllı girişim: İnsan biriktirmek…
Bizi zor günde satmayacak, harcamayacak, her koşulda yanımızda duracak, gerektiğinde acı gerçeği yüzümüze karşı söylemekten çekinmeyecek yürekli insanlara ihtiyacımız var…
Evet, bize umut, ufuk, yurt olacak kendileri ile huzur bulacağımız, teselli olacağımız insan lazım…
Zamanın silemeyeceği, yılların eskitemeyeceği, olayların unutturamayacağı yoldaş, sırdaş, kardeş lazım…
Yalnızlığımızı onlarla atacağımız… Başımızı omzuna yaslayacağımız… Birlikte ağlayabileceğimiz, ıslanabileceğimiz, terleyebileceğimiz, içimizi açabileceğimiz hasbi yürekler edinelim…
İlaç gibi insanlara ihtiyacımız var…
Güzel hayatlar hayal edenler güzel insanlar biriktirsin…
Bazen bazı insanlar dosttan öte dostturlar…
Babadan öte babadırlar…
Anneden öte annedirler…
Ağabeyden öte ağabeydirler…
Engeller onlarla aşılır…
Her an size bir şey katarlar…
Onlar sayesinde gezmeden görürsünüz… Okumadan bilirsiniz… Hayatta size yeni pencereler açarlar…
İşte zenginlik budur… İnsan biriktirin, en zengin siz olursunuz…
Bazı insanlar iyi ki varlar… İyi ki hayatımızdalar…
Öyle insanlar biriktirelim ki “görüldüklerinde bize Allah’ı hatırlatan” olsun…
Öncelikli birikimimiz insan olsun…
Para, pul, altın, gümüş, çek, senet, tapu, menkul, gayrı menkul, diploma, sertifika, şilt, madalya, kariyer, koltuk, kapital, koleksiyon, anahtar biriktirdiklerimiz içinde kaybolduk… Biriktirdiklerimiz maalesef bizi bitirmeye başladı…
Artık bize kartvizit dostluklar değil kalbi insanlar lazım Hayatımıza hayat katacak güzel insanlar biriktirmeliyiz…
Herkes herkese iyi gelmez, seçici olmalıyız… Ancak önce şunu çözmeliyiz;
İhtiyacımızdan fazla dünyalık biriktiriyoruz, bıkmadan ve usanmadan… Peki, bize ne faydası var? Hatta bilgiyi bile stokluyoruz… Kitap istifliyoruz… Kime ne hayrı var?
Günümüz Müslümanlarının yaygın özelliği nedir biliyor muyuz?
Kimse ‘Karun’ kadar biriktiremez… Peki, akıbeti ne oldu?
Kur’an,Karun’a imrenenlere dikkat çekiyor…
Zenginler sanıyorum artık “yeterince para kazandık, şimdi insan kazanma mecburiyetindeyiz” demeli…
İlahi ölçekte bir insanı dirilten tüm insanlığı diriltmiş sayılmıyor mu?
İyi bir kul olarak anılmak istiyorsak, bu ancak biriktirdiğimiz insanlarla belli olacak bir durum… Son günümüzde mezara taşınırken, tabutumuza omuz verenlerin kalitesi aynı
Zaman da kulluk kalitemizin de göstergesi olacaktır.
Atalarımız ne demiş;
Para öyle veya böyle bir şekilde her zaman bulunur ama “iyi insan” günümüzde çok az bulunur. Onları arayıp bulmalıyız
İyi insan iyiye, güzele ve doğruya götürür.
GELELİM GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİ’NE
Günümüz dünyasında Hz. Ömer adaletini uygulayanlara rastlamak pek de mümkün değil Uygulayanları tenzih ederim.
Günümüz yöneticileri genel olarak bir makama gelince, Ya da bir yetki ile donatılınca, kendilerini o makama getirenleri, hak, adalet ve eşitlik ilkelerini unutup; Nalıncı keseri gibi hep kendilerine, yakınlarına ve yandaşlarına yontarlar. Başkalarını düşünen yöneticiler oldukça azdır
Oysa dünya nimetleri herkese yeter. Yeter ki milli gelir (servet); Hak, adalet ve eşitlik ilkesine göre dağıtılsın. Yani Hz. Ömer adaleti uygulansın
Özellikle cennet ülkemizde.. YüceAllah bu ülkeye her şeyi fazlası ile vermiş. Ama bu nimetlerin hak, hukuk ve adalet ilkelerine göre dağıtımı çok önemli
Bir yerde bir eli yağda bir eli balda olanlar var iken;
Oysa kefenin cebi yok. Allah doğru ölümler nasip etsin, öldüğümüzde 5 metre kefenle gömüleceğiz. Haaa zenginin kefeni biraz kaliteli olabilir. Ama o da zamanla çürüyüp gidecek
İster zengin, ister fakir olsun kimse öbür tarafa hiçbir şey götüremeyecek
Çok partili dönemden bu tarafa günümüz Türkiye’sinde:
Genel olarak Ehliyet ve Liyakatin yerini adam kayırmacılık almaya başlamıştır. 2,3 üniversite bitirenler, birden fazla dil bilenler yıllarca iş beklerken siyasi yandaşlardan (bazı istisnalar hariç) bu insanlara sıra gelmemiştir.
Dünden bugüne ülkemizde özelliklede siyasi iktidarlar ve muhalefet belediyeleri zaman zaman işe alımlarda “Hak-Hukuk-Adalet” , ‘Ehliyet -Lisans’tan bahsederler ama iş icraata gelince genel olarak kendi yandaşları ve yakınlarına öncelik vermişlerdir.
Adamı, dayısı olmayan garibanlar ise her dönem işsiz kalmaya mahkûmdur
Seçim meydanlarında Hz. Ömer adaletinden bahsedip nutuk atanlar da iktidara gelince maalesef vaatlerini unuturlar
Günümüz Türkiyesi’nde;
Gözümüz yok. Allah daha çok versin. Ama biraz da garip-gürebayı düşünmek gerekmez mi?
Yüce Peygamberimiz (s.a.v) yine bir hadisinde, “Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir” buyurmuşlardır.
Gayet açık değil mi? Peki, neden dikkate almıyoruz?
Konuyla ilgili olarak yine bir Hz. Ömer hikâyesi:
Vali iken kendisine bir köşk yaptırıp, çarşının gürültüsünden kurtulmak isteyen Sa’d b. Ebî Vakkas’ı teftiş için Hz. Ömer (R.A.), Muhammed b. Mesleme’yi azıksız olarak Kûfe’ye göndermiş
On dokuz günlük bir yolculuktan sonra Medine’ye dönen Muhammed b. Mesleme, kendisini niçin azık vermeden yola çıkardığını Hz. Ömer (R.A.)’den sordu:
Medine’deki Müslümanlar açlıktan kırılmak üzereyken sana bir şeyler verip de nimeti sen, vebalini de ben yükleneyim istemedim. Zira ben, Peygamber (S.A.V.)’i şöyle buyururken dinlemiş bulunmaktayım: “Komşusu açken mü’minin tok dolaşması yakışık almaz.” Demiş
***
Ülkemizde insanlar asgari ücretle ancak; Kira, elektrik, su ve doğalgaz faturalarını bile zar-zor öderken, birilerinin bir eli yağda, bir eli balda iken yani tuzu kuru iken burada Hz. Ömer adaletinden bahsedebilir miyiz? Bunlar yarın ahrette, Yüce Allah’ın huzurunda nasıl hesap verecekler?
Oysa bu cennet ülkede her şey fazlasıyla var. Yeter ki; Ülkemizin nimetleri hak, hukuk ve adalet ilkeleri doğrultusunda dağıtılsın
O zaman herkes dört dörtlük hayat yaşar. Kimse aç kalmaz
Bugün marketlerde stantlar dolu, pazarda da tezgâhlar dolu. Her mevsime has meyve ve sebzeyi buralarda bulmak mümkün
Ama vatandaşın alım gücü yok
Vatandaşın alım gücünü artırmanın yolu da; Ülkede üretimi artırmaktan ve üretilenlerin de adaletli bir şekilde dağıtımından geçer
İNSANLAR ÖLDÜĞÜNDE ÖBÜR DÜNYAYA HİÇBİR ŞEY GÖTÜREMEYECEK
Ölüm döşeğindeki çok zengin bir işadamı oğlunu yanına çağırmış.
Ona iki zarf vermiş; “Bu zarflardan birini ben ölünce hemen, diğerini de ben gömüldükten sonra açacaksın” demiş.
Bu çok zengin işadamı ertesi gün ölmüş.
Oğlu hemen birinci zarfı açmış.
Zarfın içindeki kâğıtta "Beni ayaklarım çoraplıyken defnedin" diye yazıyormuş.
Oğlu müftüye gidip babasının son arzusunu anlatmış ve görüş istemiş.
Müftü ülkenin önde gelen din bilginlerine danıştıktan son cevabını vermiş:
-“Merhumun ayakları çoraplı olarak defnedilmesi dinen uygun değildir. Ölenlerin tek giysisi kefen olabilir” demiş.
Neticede rahmetliyi kefene sarıp, toprağa vermişler.
Cenaze töreninden sonra, oğlu hemen ikinci zarfı açmış.
İkinci zarftan çıkan kâğıtta ise; “Gördün mü, öbür dünyaya bir çorap bile götüremedim” diye yazıyormuş.
İnsanoğlu öldüğünde öbür tarafa hiçbir şey götüremeyecek, sadece yaşarken yaptığı yardımların, iyiliklerin sevaplarını götürecek. Tabii ki varsa
İşlediği günahlarının da hesabını verecek
Kul borcu ise affedilmeyecek Onun için insanlar kul borcu ile öbür tarafa gitmemeye özen göstermeli
Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder.
Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder:
Bunlardan ikisi geri döner, biri baki kalır: ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle baki kalır” buyurmuşlardır.
İşte ölüm ve sonrası ile ilgili yaşanacak olanlar
Hayatta iken yaptıklarının, vefatından sonra kişinin kendisine ulaşacağını ifade ve hayatta iken hayır yapmaya teşvik eden pek çok hadis-i şerif vardır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) “İnsan ölünce (salih) ameli kesilir. Ancak üç amel (in sevabı) kesilmez:
Hal böyle ikwn birilerinin hala “ Deveyi Havutuyla yutma” telaşının anlamı nedir?
DEVEYİ HAVUTUYLA YUTMAK
.
Günümüz dünyasında birileri için “Deveyi Havutuyla yutmak” da revaçta
Deveyi Havutuyla yutmak:“Herkesin gözü önünde büyük hırsızlık ve yolsuzluk yapmak; yasal olmayan büyük kazanç sağlamak, hakkı olmayan bir şeyi bütünüyle ele
geçirmek.”Demektir.
Ülkemizde bir tarafta birileri daha çok zengin olup, deveyi havutuyla yutarken, bir tarafta da çöpten, konteynerlerden, pazardan kenara köşeye atılmış yiyecekleri toplayan vatandaşları görmek mümkün
Bu adaletsizliğin bir an önce ortadan kaldırılması gerekir. Çünkü ülkemizin durumu bu adaletsizliği ortadan kaldırmaya müsait
Kul Hakkı’yla ilgili olarak yapılan açıklamalar;
Bir müftümüz cenaze namazında imamın cemaate “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diyerek sormasının sünnet olduğunu belirterek, bu sorunun merhumdan hakkı olanların hakkını alması ve ölenin ahrete temiz bir şekilde kul hakkı olmadan gitmesi için sorulduğunu söyledi.
Yine bir din adamımız;“Eğer bir insan ölmeden önce hakkı olduğu kişiye gidip hakkını vermesini istemiş o kişi vermemişse, öldükten sonra varislerine gitmiş onlar da umursamamışsa cenaze namazında hakkını helal etmeyebilir. O hakkını ahrette ölen kişiden alır. Bu hak ölenle birlikte ahrete taşınır” ifadelerini kullanmış. Anlayanlara
GÜNÜMÜZDE HZ. ÖMER ADALETİNİ GÖRMEK MÜMKÜN MÜ?
Günümüz dünyasında, ne Müslim ne de gayri Müslim Âlem de bu adaleti yani Hz. Ömer adaletini görmek mümkün mü?
Acaba modern zamanlar dediğimiz yirmi birinci asırda, Hz. Ömer gibi kılı kırk yaran idarecilere, yöneticilere ve yetkililere rastlamak mümkün olacak mı?
Eğer mümkün olsaydı (var olsaydı) bugün Filistin’de, Suriye'de, Irak’ta, Pakistan’da, Azerbaycan’da, Afganistan’da, Ukrayna’da v.s. yaşananlar yaşanır mıydı?
Eğer dünyada bu gün Hz. Ömer gibi adil yetkili ve yöneticiler olsaydı, dünyayı güçlü beş devlet idare etme cesaretini gösterebilir miydi? Güya zayıf ve mazlum millet ve devletleri güçlü millet ve devletlere karşı korumak için kurulmuş olan Birleşmiş Milletler(BM) in himayesinde mazlumlara zulüm edilir, zayıflar ezilir miydi?
Bu sözlerim elbette sadece yönetici ve idarecilere değil, herkese ama başta kendi nefsimize. Çünkü hepimiz çobanız, hepimiz sorumluluğumuz altında olan herkesten ve her şeyden sorumluyuz, Hiç kimse yaptığından hesap vermeme yetkisine sahip değildir.
Herkes yaptıklarının hesabını şayet bu fani dünyada vermezlerse Kıyamet Günü verecektir. İnsanoğlu için hayırlı ve yararlı iyi iş yapanlar mükâfatını, kötü işler yapanlar da cezasını görecektir
Kuşkusuz Allah, insanı boş yere yaratmadığı gibi (Müminûn, 23/), onu başıboş da bırakmamıştır (Kıyame, 75/36).
Onu ibadetle yükümlü kılmış (Zâriyat, 51/56), hayatı ve ölümü ile imtihana tabi tutmuştur (Mülk, 67/2).
İnsanın bu imtihanında başarılı olabilmesi, yaratılış gayesi olan kulluk görevini yapabilmesi, İlâhî azaptan kurtulup cennet nimetlerine nail olabilmesi; “îmân” edip “salih ameller” işleyebilmesine; “inkâr”,“isyân” ve “kötü işlerden” sakınabilmesine bağlıdır.
Kuran’da ısrarla iman edip iyi işler yapılması, inkâr, isyan ve kötü işlerden sakınılması emredilmekte, iman eden ve iyi işler yapan kimselere mükâfat, inkâr edip isyan eden ve kötü işler yapanlara ise ceza olduğu bildirilmektedir.
Her insanın dünya veya ahrete yönelik beklentileri vardır; bu beklentilerine kavuşabilmesi dilek ve temennilerle değil, kişinin bu uğurda çalışıp çabalaması, sebeplere yapışıp üzerine düşenleri yapmasına bağlıdır.
Çünkü hiçbir nimete çalışmadan sahip olmak mümkün değildir. Öte yandan, inkâr ve isyan eden, kötü iş yapan, suç ve günah fiilleri işleyen kimsenin yaptıkları yanına kâr kalmaz; bu kimse dünya veya ahrette cezasını görür.
İşte bu gerçeği ifade eden Nisa Suresi’nin ve ayetlerinde;
“Ey müminler! Allah’ın mükâfatı) ne sizin kuruntunuza ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa onunla cezalandırılır ve Allah’tan başka kendisini o azaptan kurtaracak dost da yardımcı da bulamaz. Erkek veya kadın kim mümin olarak iyi işlerden yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğramazlar”buyrulmaktadır.
Yüce Allah, Hz. Ömer (ra) gibi adil insanları, ülkemizden ve dünyadan eksik etmesin
Hz. Ömer (ra) gibi olarak, O’nun şefaatine nail olmayı Yüce Allah bizlere de nasip eylesin (Âmin)
Bu yazı toplam defa okunmuştur
Prof. Dr. Âdem APAK
GİRİŞ
Hz. Ömer, Kureyş kabilesinin Adiyoğulları sülalesine mensuptur. Hz. Peygamberden (sav) 13 yıl sonra Mîlâdî yılında doğmuştur. İslâm öncesi dönemde onun kabilesi olan Benî Adiyin, Mekkenin dış ilişkiler sorumluluğunu üstlenmesi sebebiyle kendisi de zaman zaman Kureyş adına Mekke elçisi olarak görev yapmıştır.[1]
Hz. Ömer (ra) 27 yaşında iken Müslüman oldu. Hz. Ömerin (ra) İslâma girişi diğer mazlum Müslümanlara büyük güç ve cesaret vermiştir. Zira bu andan itibaren Müslümanlar, Kâbede açıktan ibadet etmeye başlayabilmişlerdir. Hz. Ömer (ra), Hz. Peygamberden (sav) önce Medineye hicret etmiştir. Burada Allah Rasûlü (sav) kendisini Ensârdan Uveym b. Sâide (ra) ile kardeş saymıştır.[2]
Hz. Ömer (ra), hicretten sonra Hz. Peygamberin (sav) siyasî ve askerî faaliyetlerinin tamamında yer almıştır. Mekkenin fethinde aktif görev alan Hz. Ömer (ra), fetih sonrasında Hz. Peygamberin (sav) emriyle kadınlardan biat alma görevini yerine getirmiştir. Fethin hemen ardından gerçekleştirilen Huneyn Gazvesinin başlangıcında Müslüman ordunun bozguna uğradığı sıradaki kargaşa ortamında Allah Rasûlünü (sav) en yakından koruyan sayılı şahıslar arasında da yerini almıştır.
Hz. Ömer (ra), Hz. Peygamberin (sav) vefatından sonra da Müslümanların siyasî ve askerî ve idarî faaliyetlerinde etkin rol almıştır. Nitekim Hz. Peygamberden (sav) sonra Müslüman toplumun en önemli dahilî krizi olarak kabul edilen hilâfet meselesinde gösterdiği üstün gayretle Müslümanların bölünmesinin ve toplumun siyasî kaosa sürüklenmesinin önünü kesmiş, Hz. Ebû Bekirin (ra) halîfe seçilmesinde ve ardında onun Müslümanların tamamından biat almasında özel gayret göstermiştir. İlk halîfe dönemindeki idarî faaliyetlerde de etkin rol oynayan Hz. Ömer (ra) devlet başkanı yardımcısı sıfatıyla görev yapmak suretiyle o dönemin politikalarında söz sahibi olmuştur.[3]
A. HALİFE SEÇİLMESİ
Hz. Ebû Bekir, Hicretin yılı Cemâziyelâhir ayının başlarında (M. yılı Ağustos) rahatsızlandı. Hastalığının vefat ile sonuçlanması ihtimaline karşılık kendisinden sonraki halîfeyi belirlemeye karar verdi. Bu görev için en uygun aday olarak Hz. Ömeri düşünüyordu. Niyetini ilk önce yakın danışmanlarından Abdurrahman b. Avfa açıkladığında, muhatabı bu konuda en isabetli kararı halîfenin vereceğine inandığını söylemekle birlikte, Hz. Ömerin sert mizaçlı olmasından dolayı tereddütlerinin olduğunu bildirdi. Hz. Ebû Bekir ise, onun sertliğinin kendisinin yumuşaklığından kaynaklandığını, görevi üstlendiği zaman daha itidalli ve soğukkanlı hareket edeceğini bildirdi. Halîfe bu konuyu Hz. Osmana açtığında, ondan görev için en isabetli kişinin Hz. Ömer olduğu kanaatini aldı.[4]
Hz. Ebû Bekir Muhâcir önderleriyle yaptığı görüşmelerden sonra Müslüman toplumun diğer önemli kanadını oluşturan Ensârın düşüncesini de öğrenme ihtiyacı duydu. Bu amaçla istişare yaptığı Evs reislerinden Üseyd b. Hudayr, Hz. Ömerin halîfeliğine onay vereceklerini bildirdi. Diğer taraftan Ömer b. Hattâbın halîfeliğe getirileceği duyumunu alan başka bazı sahâbîler, onun sert mizacıyla ilgili olarak endişelerini dile getirdiler. Hatta bir kısmı bu konuda Allaha ne cevap vereceğini söyleyerek Hz. Ebû Bekire sorumluluğunu hatırlattıklarından onlara şu karşılığı verdi: "Siz beni Allah ile mi korkutuyorsunuz? Sizin işinizde zerre kadar haksızlık etmiş olan hüsrana uğrasın. Rabbime kavuştuğum zaman, Allah'ım onlar üzerine kullarının en iyisini halef tayin ettim derim".[5]
Hz. Ebû Bekir yaptığı görüşmeler sonucunda teklifinin genel kabul gördüğü kanaatini aldıktan sonra katibi Hz. Osmana şu ahitnameyi yazdırdı:
Bu, Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfenin dünyadan ayrılırken son deminde, ahirete giderken ilk anında, kâfirin iman ettiği, günahkârın tevbe ettiği ve yalancının doğru söylediği bir anda yaptığı ahiddir. Ben, kendimden sonra Ömer b. Hattâbı tayin ettim. Onu dinleyip itaat ediniz. Ben bununla Allaha, Rasûlüne ve dinine, kendime ve size iyilik dilemiş bulunuyorum. Adil davranırsa ne âlâ, ki benim ondan umduğum ve beklediğim budur. Aksi hareket ederse, herkes yaptığının cezasını görür. Ben iyilik istiyorum. İleride ne olur onu bilemem. Zalimler neye uğrayacaklarını bilecekler. Allahın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.[6]
Hz. Ebû Bekirin tasdik ettiği ahitname Hz. Osman tarafından ilân edildi. Halîfe, kararın tebliğinden sonra yanında toplananlara kendisine akraba olmayan bir kişiyi yerine tayin ettiğini, ona itaat etmelerini, zira bu konuda kendisinin elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını söyledi. Bunun üzerine orada hazır bulunanlar vasiyete uyacakları konusunda halîfeye söz verdiler.[7] Hz. Ebû Bekir kararın ilânından sonra halefi Hz. Ömeri çağırarak şu tavsiyelerde bulundu:
Ben seni geride bıraktıklarıma bakarak yerime geçirdim. Rasûlüllaha çokça arkadaşlık ettim. Gördüm ki, o bizi daima kendisine, ehlimizi de ehline tercih ederdi. O derece ki, onun bize verdiklerinden artanları tekrar biz onun ehline hediye ederdik. Sen de bana arkadaşlık ettin. Benim daima benden öncekilerin izini takip ettiğimi gördün. Ben asla hak yoldan sapmadım. Ey Ömer, senin kaçınmanı istediğim işlerin ilki, nefsinin arzularına uymandır. Çünkü her nefsin bir şehevî arzusu vardır. Onu yerine getirdiğin vakit daha başkasını istemekte ısrar ve inat eder. Rasûlüllahın ashâbından şu karınları şişmiş, gözleri dünyaya tamah etmiş,sevdiklerini kendisi için sevmiş olan kimselere karşı dikkatli olmanı, onları korkutmanı, kendinin de korkmanı istiyorum. Şüphesiz, onlardan birisinin bir hataya düşmesi hayreti mucibdir. Sakın hayret edenlerden olma. Bil ki, sen Allahtan korktuğun müddetçe onlar da senden korkacaklardır. Sen doğru olduğun müddetçe onlar da senin yolunda doğruluğa devam edeceklerdir. Vasiyetim budur. Selamlarımı sunarım.[8]
B. SOSYAL ADALET ANLAYIŞI
Hz. Ömerin toplumsal adaleti temin anlayışının en önemli yansıması tebaası durumunda olanların zarara uğramaması konusundaki aşırı hassasiyetidir. Nitekim Müslümanlardan toplanmış zekât hayvanları arasında semiz bir koyun gördüğü zaman sahipleri bunu gönül rızasıyla vermemiştir. İnsanların mallarını gasp etmeyiniz. Onların üzerlerine titredikleri malların ve hayvanların en iyilerini almayınız sözleriyle memurlarını uyarmıştır.[9] Hz. Ömerin bu konudaki hassasiyeti sadece Müslüman halkla sınırlı olmayıp, idaresi altında yaşayan farklı din mensuplarının haklarına da şamildir. Halîfe bu hassasiyeti sebebiyle Cezîre bölgesinde valiliklerini tamamlayan Huzeyfe b. Yemân ile Osman b. Huneyf, görevleri esnasında harac ve cizye toplarken adaletsizlik yapıp yapmadıkları konusunda hesaba çekmiştir.[10] Ayrıca Sevâd arazisinde yaşayan halka fazla harac yüklememek amacıyla, kendilerine geçmişteki idarecilerine ne kadar vergi ödediklerini sormuş, aldığı bilgiye göre onları daha az miktarda haracla sorumlu tutmuştur.[11]
Kaynakların aktardığına göre Hz. Ömer, fakirlikten dolayı dilenen bir Yahudiye bir miktar yardım yapmış, Beytülmal görevlisine de gençliğinde cizyesini aldıkları bu insanları yaşlılıklarında perişan vaziyette bırakmalarının doğru olmadığını söyleyerek bu gibi şahıslardan verginin kaldırılmasını istemiştir.[12] Horasan topraklarındaki zimmîlerin Müslümanlarla yaptıkları anlaşmaları sürekli olarak bozmalarından şüphelenen halîfe, bu hadiselerin onlara adaletsizlik yapılmış olmasından kaynaklanabileceği düşüncesiyle bölgedeki komutanları bu konuda hesaba çekmiştir.[13] Benzer hassasiyetle Şam ordusu tarafından ekinlerine zarar verilen gayr-i müslim bir köylünün zararı halîfe tarafından derhal tazmin edilmiştir.[14] Hz. Ömer, vefatı esnasında kendisinden sonraki halîfeye zimmîleri emanet olarak bıraktığını söylemiş[15], onların haklarının korunmasını istemiş, ayrıca onların can ve mallarının emniyeti uğrunda gerekirse savaşılmasını, onlara güçlerinin üstünde borç yüklenmemesini tavsiye etmiş, cizyelerini ödeyemeyenlerden bunun zorla alınmasını, ödeyemedikleri takdirde de cezalandırılmalarını yasaklamıştır.[16] Zimmîler halîfenin kendilerine karşı gösterdiği bu vefakârlık ve iyi muamele karşısında Müslüman askerlerin düşman ordularına karşı üstün gelmesi için yardımcı olmuşlardır. Onlar ayrıca daha fethedilmemiş bulunan Rum beldelerine casuslar göndererek oralardaki düşman birlikleri hakkında Müslüman komutanlara bilgi sağlamışlardır.[17] Dolayısıyla Müslüman fetihlerin hızlı ve başarılı neticelenmesinde zimmîlerin doğrudan veya dolaylı katkılarını unutmamak gerekir. Netice itibariyle zimmîleri Müslümanlar için adeta yardımcı kuvvet haline getiren amillerin başında Hz. Ömerin onlara karşı sergilediği insanca muameleyi göstermek mümkündür.[18]
Hz. Ömerin toplumsal adaleti esas almasının önemli delillerinden biri de gerek Nil deltası, gerekse Irak fetihleri sonucunda ele geçirilen toprakları sadece savaşan gazilere dağıtmayıp, bunları toplumun tamamının malı kabul etmesi, gelecek nesiller de dahil olmak üzere bütün ümmetin bu arazilerde hak sahibi olduğuna hükmetmesidir. Halîfe Irak fethinden sonra bölge genel valisi Sad b. Ebû Vakkâsa yazdığı mektupta bu düşüncesini açıkça ortaya koymuştur:
Anlattığına göre halk senden elde ettikleri ganimetleri ve Allahın fey olarak ihsan ettiği malları aralarında taksim etmeni istemişler. Benim mektubum sana ulaşınca, mal, hayvan ve eşya olarak insanların sana celbettikleri ganimetleri topla. Bunları Müslümanlardan hazır bulunanlara bölüştür. Arazi ve nehirleri işleyicilerine bırak ki, bunların gelirleri umum Müslümanların maaşlarına dahil olsun. Çünkü eğer sen arazi ve nehirleri halen orada bulunanlara taksim edersen, onlardan sonra geleceklere bir şey kalmaz...[19] Halîfe bu gerekçeden yola çıkarak fethedilen bölgelerin topraklarını gazilere taksim etmek yerine, onlara elde edilen gelirlerden maaş vermeye başlamış,[20], gerekçe olarak da bu toprakların Müslümanların ortak malı olduğunu, Yemende bulunan bir çobanın dahi buralarda hakkının bulunduğunu söylemiştir.[21] Halîfe Irak topraklarının fethinden sonra bizzat kendisine gelip bu araziyi askerlere dağıtılması konusunda ısrar edenlere de sizden sonra gelecek Müslümanlara ne kalacak? Ayrıca ben eğer bu toprakları aranızda taksim edersem, suları konusunda aranızda bozgunculuk baş göstereceğinden korkuyorum cevabını vermiştir.[22] Hz. Ömer, bu statüdeki arazilerin alım satımını da kesinlikle yasaklamıştır.[23]
Hz. Ömeri fethedilen araziyi askerlere dağıtmama kararı almaya sevk eden asıl sebep, Arapları mücahit, asker bir ümmet yapma ve onları ziraatten uzak tutma isteğiydi. Halîfe bu icraatıyla aynı zamanda toplumun ihtiyacını karşılamak için sabit malî gelirler teminine de çalışıyordu. Eğer toprağı fatihler arasında paylaştırırsa ondan sonra gelecek nesillere verecek bir şey kalmayabilirdi. Ayrıca Hz. Ömerin Müslümanların, toprak ve su konusunda kendi aralarında ihtilâfa düşmelerinden de endişe ediyordu. Halîfenin bu icraatında çevreyi merkeze bağlamak ve birleşik bir büyük devlet oluşturmak hedefi de unutulmamalıdır.[24] İmam Ebû Yûsuf, Hz. Ömerin fetihler sonucunda ele geçirilen toprakların fatihlere taksim edilmeyip bütün Müslümanların ortak malı sayılması kararının isabetli bir görüş olduğunu şu sözleriyle destekler:
Hz. Ömerin fatihlere arazileri taksim etmemiş olması, Allahın kendisine ihsan ettiği bir başarıdır. Bu davranışından doğan hayır, bütün Müslümanlara aittir. Yine onun arazileri dağıtmayıp vergi alması ve toplanan vergileri Müslümanlar arasında taksim etmesi, cemiyete ait umumî faydadır. Zira bu arazilerin gelirleri eğer atıyyeler ve masraflarda kullanılmak üzere halka vakfedilmemiş olsaydı, kaleler korunamaz, ordular cihad için yola çıkamazdı. Masrafları ve diğer askerî ihtiyaçları temin edilen ordular bulunmasaydı, ehl-i küfrün İslâm beldelerine avdet etmelerine mani olunamazdı.[25]
Hz. Ömerin idare anlayışında, toplum bütününe göre tek tek şahısların varlığı ve önemi ikinci plânda kalıyordu. Başka bir ifadeyle halîfe şahıs menfaati değil, daha ziyade toplumsal menfaat ve faydaya ehemmiyet veriyordu. Bu kanaati doğrultusunda halîfe gerek Irak, gerekse Suriye cephesindeki savaşlarda efsane haline gelen ve yenilmez asker olarak görülmeye başlayan Hâlid b. Velîdi görevden alıp yerine Ebû Ubeydeyi tayin etmiştir.[26]Hâlid bilmelidir ki, Müslümanları muzaffer kılan Hâlidin kendisi değil, Allahtır. Bunun anlaşılması için onu azlettim[27]Herkes onu alabildiğine gözünde büyütmüş ve her şeyi ondan zannetmek gibi bir duruma düşmüştü. Ben de her şeyi ondan varsaymalarından korkmaya başlamıştım, halkın her şeyi yapanın Allah olduğunu bilmelerini ve fitneye düşmemelerini istedim[28] demek suretiyle komutanını görevden alma gerekçesini açıklamış, yerine tayin edilen Ebû Ubeyde başarılı olunca da, bazı kimseler, zafer kazanılmasaydı, Hâlid olsaydı kazanılacaktı diyeceklerdi.Halbuki zaferi kazanan Hâlid değildir, zafer Allahın bir ihsanıdır[29] sözleriyle de başarının şahıslara yüklenmesinin yanlışlığını, başarının ancak Allahın yardımı yanında toplumun birliği ve dayanışmasıyla gerçekleşeceğini vurgulamıştır.
Yönetimde toplum öncelikli bir anlayış benimseyen Hz. Ömer, idaresi boyunca halka adalet ve merhametle muamele ederken, buna karşılık onları idare eden bürokratlarına ise son derece sert davranmıştır.[30] Bu sebeple yöneticilerini bazen halkın huzurunda ağır dille azarlarken, sıradan bir insanın şahsına karşı haksız da olsa suçlama ve tenkidini büyük bir müsamaha ve olgunlukla karşılamıştır. Halîfe halkın kendisine yaptığı tenkitlere cevap vermek suretiyle kendisini savunmuş, ayrıca yönetimini eleştirenlere teşekkürü de ihmal etmemiştir.[31]
Halka karşı şefkatle davranan halîfe, aynı konuda yöneticilerini de uyarmıştır:
Ey çobanlar, biliniz ki Allah katında idarecinin yumuşaklık ve şefkatinden daha sevgili ve faydası daha fazla olan bir özelliği yoktur. Biliniz ki, her kim emri altında bulunanları iyilik ve afiyet ile tutarsa ondan daha fazlası kendine verilir.[32] Ben sizi cabbarlar ve zalimler olmanız için değil, ancak kendilerine tabi olunan kişiler olmanız için gönderiyorum. Müslümanları dövmeyiniz. Aksi halde onları zillete düşürürsünüz. Onları lüzumundan fazla da övmeyiniz, bu durumda onları şımartmış olursunuz. Haklarına mani olmayınız, böyle davranırsanız onlara zulmetmiş olursunuz. Müslümanların haklarını kendilerine zamanında veriniz.[33]
Hz. Ömer, valisi Ebû Mûsâ el-Eşarîye de Allah katında idarecilerin en mesudu, varlığı ile idare ettikleri saadete eren kimsedir. İdarecilerin en kötüsü ise yönettiklerinin şikayetine sebep olan kimsedir. Kötülük etmekten ve dalâlete düşmekten son derece sakın[34] tavsiyeleriyle halka karşı benimsemesi gereken yolu göstermiştir. Ebû Yûsufun rivayetine göre Hz. Ömer, halkı gözetmeyen, hastaları ziyaret etmeyen, zayıf ve kimsesizleri huzuruna kabul etmeyen valilerini görevinden azletmiştir.[35] Vilayet binasına kapı yaptıran Kûfe Valisi Sad b. Ebû Vakkâsı halk ile arasına engel koyduğu gerekçesiyle kınayan halîfe, teftiş heyeti başkanı Muhammed b. Meslemeyi görevlendirerek bu kapının yakılmasını sağlamıştır.[36]
Halîfenin halka son derece şefkatle muamelede bulunurken, yöneticilerine sert davranmasının ardında, şüphesiz insanların devlete olan itimadını daim kılma hassasiyeti yatmaktadır. Bu amaçla halîfe zaman zaman valisini mağdur edecek siyasî kararlar almaktan çekinmemiş, kendisi de bu politik tercihini Bu yola başvurmaktan ben de hoşlanmıyorum sözleriyle açıklamıştır. Halîfe bu anlayışı sebebiyle Mısır valiliği esnasında hakkında aşırı mal edindiği iddiaları yayılan Amr b. Âsın malının yarısını müsadere ettirmiş[37], aynı ithama maruz kalan Şam bölge komutanı Hâlid b. Velîdi görevden aldıktan sonra onun da malının yarısını hazineye kaydetmiştir.[38] Benzer şekilde halk arasında iyi namaz kıldırmadığı şeklindeki dedi-kodu yayılınca Sad b. Ebû Vakkâsı görevden almıştır.[39] Hz. Ömer, zaman zaman toplumun itimadını kaybettiğini düşündüğü valisine de görevden el çektirmiştir. Nitekim Sad b. Ebû Vakkâsın yerine Kûfe valiliğine getirdiği Ammâr b. Yâsiri, şehir sakinlerinin zayıf bir idareci, siyasetten anlamıyor şikayetleri sebebiyle kısa süre sonra azletmiştir.[40] Hz. Ömerin bu ve benzeri uygulamalarında valilerini mağdur ettiği düşüncesi akla gelebilir. Ancak halîfenin, toplumun idareye olan güvenini birinci derecede önemsemesi, bazen bu tür mağduriyetleri kaçınılmaz hale getirmiştir. Hz. Ömerin bu ve benzeri icraatını hukukî değil, toplum menfaati adına siyasî kararlar olarak görmek gerekir. Böyle olduğu içindir ki, Hz. Ömer, Kûfe valisi Sadı görevden almasının ardından onu hıyaneti veya acizliği sebebiyle azletmediğini açıkça ifade etmiş, kendisinden sonra halîfe olacak şahsa da onu tekrar eski görevine getirmesini vasiyet etmek suretiyle eski valinin itibarının iadesini sağlamayı da ihmal etmemiştir.[41]
SONUÇ
Hz. Ömere göre idarenin öncelikli görevi toplumun güvenliği ile haklarını koruma ve adaleti temin etmekti. Halîfe, yönetimde toplum öncelikli halkçı bir anlayışı benimsediği için, halkın hak ve menfaatini her şeyin üstünde tutardı. Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömerden sorar diye korkarım[42]sözü, onun sorumluluk duygusunun boyutunu ve adalet anlayışını açıkça ortaya koyar. Bu sebepledir ki Hz. Ömer, fetihlere iştirak eden orduların güvenliklerine önem vermiş, bilhassa askerin hayatını tehlikeye atacak maceralara girilmesine kesinlikle müsaade etmemiştir. Nitekim kendisinden habersiz olarak ve tedbir almadan Bahreyn üzerinden Fars topraklarına asker çıkaran, sonuçta ordusunu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getiren bölge valisi Alâ b. Hadramîyi görevinden azletmiştir.[43] Halîfe, İran cephesinde gerçekleşen Celûla savaşının ardından kaçan düşman askerlerinin takibi için izin isteyen Kakaa b. Amra şu cevabı vermiştir: keşke Sevâd ile İran dağları arasında bizim onların yanına geçmemize, onların da bizim tarafa geçmelerine engel olan ateşten bir set olsaydı. Bize Sevâdın geliri yeter, ben Müslümanların güvenliğini, elde edilecek ganimete tercih ederim.[44] Nihavend savaşı komutanı Numan b. Mukarrine de Müslümanlardan bir kişinin kendisi için elde edilecek bin dinardan daha kıymetli olduğunu söyleyen Hz. Ömer, komutanını askerleri bir maceraya sürüklememesi konusunda uyarmıştır.[45] Bu hassasiyeti dolayısıyla Muaviyenin Kıbrıs üzerine düzenlemeyi düşündüğü sefer, halîfe tarafından veto edilmiştir.[46]
İbn Hişâm, es-Sîretün-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts., II, ; İbn Sad, III, ; Belâzürî, Ensâbül-Eşrâf, I, (thk. Muhammed Hamidullah), Jerusalem, , I,
Ebû Yûsuf, Kitâbul-Harâc, s. 26; Belâzürî, Futûhul-Buldân, (thk. Abdullah Enis et-Tübbâ-Ömer Enis et-Tübbâ), Beyrut , s.
Ebû Ebeyd Kâsım b. Selâm, Kitabul-Emvâl, (thk. Muhammed Amâre), Kahire ,
Dûrî, Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi, (çev. Hayrettin Yücesoy), İstanbul , s.
İbn Sad, et-Tabakât, III, ; Taberî, Tarih, IV, ; İbnül-Esîr, el-Kâmil, III,
"Adalet olmadıkça yönetimin, edep olmadıkça asaletin, cömertlik olmadıkça zenginliğin faydası olmaz."
- Hz. Ömer
Dünyaya az meylet ki, hür yaşayasın.
"En zor ibadet, gönül kazanmaktır. En büyük günah kalp kırmaktır."
- Hz. Ömer
Kabirlerde huşu içinde ol.
"Gözü haramdan korumak, en güzel şehvet perdesidir."
- Hz. Ömer
Ahiret işlerinde zarar etmektense, dünyaya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi sizin için daha hayırlıdır.
"İnsanları düzeltebilmemiz için önce kendimizi düzetmemiz gerekir."
- Hz. Ömer
Şu ümmet için en çok korktuğum şey, dili ve sözleri ile alim; kalbi ile cahil olan kimselerdir.
"Güvenilmeyen arkadaşından sakın."
- Hz. Ömer
İbadet anında tevazu içinde ol.
"Namaz kılan yaşlıyı severim ama namaz kılan gence aşığım."
- Hz. Ömer
Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz.
"Ölçünüz daima Allah rızası olsun."
- Hz. Ömer
İşlerinde de Allah’tan korkanlarla istişare et.
"Doğruluk her ne kadar seni öldürse bile ondan ayrılma."
- Hz. Ömer
Yalnızlık, cahil insanlarda oturmaktan daha iyidir.
"Mal cimride, silah korkakta, fikir zayıfta olursa işler bozulur."
- Hz. Ömer
Bir insanın şöhretine ve görünüşüne aldanma namaz ve niyazına bakma aklına ve doğruluğuna bak.
Dünyaya az meylet ki hür yaşayasın.
Çok konuşan çok yanılır. Çok gülenin heybeti ve hayası azalır.
Bir kimse her kimle şakalaşırsa, onun Hz. Ömer Sözleri gözünde küçülür ve heybetsiz olur.
Adalet mülkün temelidir.
Borcunu azaltırsan hür yaşarsın, Günahlarını azaltırsan rahat ölürsün.
Allah seni birinin sevgisiyle rızıklandırdığı zaman gücün yettiğince o sevgiye sıkıca tutun.
Etrafındakilerin çokluğu sen aldatmasın. Çünkü yalnız ölecek, yalnız dirilecek ve yalnız hesaba çekileceksin.
Beni kimsenin bilmesi önemli değil. Rabb’im bilsin yeter. Kim ne derse desin bana RAbb’im kulum desin yeter.
Bir kimsenin kıldığı namaza ve tuttuğu oruca bakmayanız. Konuştuğunda doğru söylüyor mu, kendisine bir şey emanet edildiğinde riayet ediyor mu, helal haram gözetiyor mu, insanlara merhametli davranıyor mu ona bakın.
Eşler arasında tartışma olursa iki tarafta ateş olmasın. Bir taraf su olsun ki sorun çözülsün.
Ben duanın kabul edilmemesi kaygısı taşımam. İçimde dua etme isteğinin olmaması kaygısı taşırım.
İnsanların en cahili, ahiretini başkasının şiddet göstermeden güçlü, kuvvetli; zayıflık belirtmeden yumuşak ol.
Kişiye imandan sonra verilen şeylerin en hayırlısı saliha kadındır.
Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Amellerinizi tartılmadan önce tartınız.
İnsanlığın şerefi aklıyla, asaleti diniyle; şahsiyeti ahlakıyladır.
Helâlin onda dokuzunu harama düşmek korkusu ile terk ederdik.
İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.
İnsanların en cahili, ahiretini başkasının dünyası için satandır.
Bir kimse her kimle şakalaşırsa, onun gözünde küçülür ve heybetsiz olur.
Amellerin efdali, farzları yapıp haramlardan kaçınmak ve katında sâdık niyetdir.
Arkadaş çokluğu, zamanın felaketlerine karşı bir destek ve yardımdır.
Allah’a itaat eden büyük zatların sözlerine dikkat edin çünkü onlar tarafından gerçekler tecelli eder ve onu konuşurlar.
Mescidde oturan kimse, Allahü Teala’nın huzurunda bulunuyor demektir.
Bana ayıplarımı, kusurlarımı söyleyen kimse Allah-ü teâlânin merhametine kavuşsun.
Bir insanın şöhretine ve görünüşüne aldanma namaz ve niyazına bakma aklına ve doğruluğuna bak.
Tevbe’den maksat günahı bilip yapmamaktır. Amel-i salihte bulunmaktan maksad, kendini beğenmemektir. Şükürden maksad, aczini itiraf edip kulluğu bilmektir.
Tevazunun başı, bir Müslüman ile yolda karşılaşırsan ilk önce selamı senin vermen, bir mecliste en geride oturmaya razı olman ve şöhretten uzak durmandır.
Allahü teala başkasına acımayana acımaz, affetmeyeni affetmez, özür kabul etmeyenin özrünü kabul etmez.
Bir kimse her kimle şakalaşırsa, onun gözünde küçülür ve heybetsiz olur.
Âhiret işlerinde zarar etmektense, dünyaya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi sizin için daha hayırlıdır.
Namaz seni yolun yarısına ulaştırır, oruç da hükümdarın kapısına ulaştırır. Sadaka ise, hükümdarın huzuruna çıkarır.
Amellerin efdali, farzları yapıp haramlardan kaçınmak ve katında sadık niyetidir.
Beni en çok şaşırtan şey, bir kimsenin, Allah’ı bilip, o’na isyan etmesi; şeytan’ı bilip ona itaat etmesi ve dünyayı bilip ona meyletmesidir.
Ben duanın kabul edilmemesi kaygısı taşımam. İçimde dua etme isteğinin olmaması kaygısı taşırım.
Fazla gülmeyi terk edene heybet verilir. Fazla konuşmayı terk edene hikmet verilir. Fazla yemeği terk edene ibadetin lezzeti verilir. Mizahı terk edene zarafet verilir. Dünya sevgisini terk edene ahiret sevgisi serilir.
Namaz seni yolun yarısına ulaştırır, oruç da hükümdarın kapısına ulaştırır. Sadaka ise, hükümdarın huzuruna çıkarır.
Hakkımda hangisinin daha hayırlı olduğunu bilemediğim için darlık ve bolluk günlerimin hiçbirine aldırış etmedim.
Ölümü, yattığın zaman yastığının altında, kalktığın zaman burnunun ucunda bil!
Tevbe edenlerle oturun, onların kalpleri yumuşak olur.
Hz. Ömer Hakkında Kısaca Bilgi
Hz. Ömer (R.a) yılında Mekke’de belirtilmektedir.. Babası Hattab bin Hufeyl, annesi Ebu Cehil’in kardeşi Fatıma bin Haşam’dır.
Hicretten kırk sene önce doğmuştur. Bundan yola çıkarak Peygamber Efendimiz’den (S.a.v) yaş küçük olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Ömer (R.a) Hz. Ebubekir’den sonraki ikinci halifedir. Hz. Ömer Mekke müşrikleri tarafından Hz. Muhammed’di (Sav) öldürmek için görevlendirilmiştir. Hz. Ömeri’in niyetini anlayan bir sahabe onu hedefinden saptırmak için evine yönlendirmiş; önce evinde Müslüman olan kardeşini görmesi gerektiğini, onunla ilgilenmesini söylemiştir. Kız kardeşinin evine gelen Hz. Ömer evdeki Kur’an sesini işitir. “ Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih etmektedir..” diye başlayan Kur’an ayetlerinden etkilenerek Müslüman olur.
Müslüman olduktan sonra müşriklere karşı sert davranmış, Müslümanlığı her yerde çekinmeden savunmuştur. Halife olduğu dönemde cesaretiyle bilinen Hz. Ömer Irak ve İran’ın tamamını fethetti.
Adaletiyle bilinen Hz. Ömer 1 Kasım ’te alınan vergilerin azalmasını isteyen, ancak talebi kabul edilmeyen İranlı Ebü Lü’lüe tarafından sabah namazında hançerle saldırıya uğrayarak ağır yara aldı. Bu yaraya 3 gün dayandıktan sonra vefat etti. Hz. Muhammed’in ve Hz. Ebu Bekir’in yanına defnedildi.
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası