eski mezar taşı okuma / Osmanlıca, evet sadece mezar taşı okumaya yarar! - Eskimiyen

Eski Mezar Taşı Okuma

eski mezar taşı okuma

Mezar taşı okuma kulübü!

“Türkçe, hiç az buz zaman değil, 600 yıl boyunca bilim ve kültür dili olmaktan uzak tutulmuş, yazılı edebiyatın dili olmamış; edebiyat dili o kadar başkalaşmış ki ‘Osmanlıca' diye ayrı bir ad almış…” (Feyza Hepçilingirler)

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta bir törende yaptığı konuşmada aynen şöyle dedi: “Gençler, bir asır önce vefat eden dedelerinin mezar taşını dahi okuyup anlamaz durumdadırlar. Çoğu insan, bırakın Yahya Kemal'i, Ömer Seyfettin, Fuat Köprülü, Necip Fazıl'ı, Peyami Safa'yı, Tanpınar'ı dahi sözlük yardımı olmadan anlayamıyor.” Erdoğan'ın bu sözleriyle bir kere daha o bilindik, “Yazı ve dil devrimi oldu bir gecede cahil kaldık, dedelerimizin mezar taşlarını bile okuyamaz olduk!” ezberini hatırladık.

Peki, ama gerçekten de öyle mi? Yazı ve dil devrimleri toplumu cahil mi bıraktı? Önceleri şakır şakır mezar taşı okuyan gençler, yazı ve dil devrimlerinden sonra mezar taşlarını okuyamaz mı oldular?

MEZAR TAŞI OKUMAK

Mezar taşları; biçimleri, üzerindeki sembolleri, tarihleri, yazıları ile dikildikleri dönemi aydınlatırlar; bu nedenle tarihi belge niteliği de taşırlar. Ancak mezar taşı okumak için eski dil bilmek yetmez; taşın biçimimden, üzerindeki yazılara ve sembollere kadar bütüncül bir anlamlandırma bilgisi gerekir. Örneğin, Osmanlı mezar taşlarını okumak için hem mezar taşlarındaki şekilleri, sembolleri (hotozları, gülleri, yıldızları, külahları, kavukları, figürleri) anlamlandırmayı, hem de Osmanlıcanın kufi, nesih, talik, sülüs gibi sanatlı, süslü yazı türlerini ve bunların değişik kullanım biçimlerini de çok iyi bilmek gerekir. Bu ise uzmanlık gerektirir. Bu nedenle, yazı ve dil devrimi öncesinde de gençler, dedelerinin süslü, sanatlı mezar taşlarını okuyamazlardı. Okusalar bile -16. yüzyıldan itibaren yazılan mezar taşları Arapçası, Farsçası bol, çok ağdalı bir Osmanlıcayla yazıldığı için- kolayca anlayamazlardı. Ayrıca halkın büyük bir bölümü hiç okuma-yazma bilmiyordu.

Kaptanıderya Nasuhzade Ali Paşa'nın mezar kitabesi

“Osmanlı mezar taşlarını anlamak için Osmanlıca okumak yetmez”, derken neyi kastettiğimizi bir örnekle açıklamak için, değerli dostum Nasuh Mahruki'nin dedesi (büyükbabasının büyükbabası) şehit kaptanıderya Nasuhzade Ali Paşa'nın mezar taşında yazanları sizinle paylaşmak istiyorum:

“Hüve'l-Bâki

Server-i deryâ şeref-bahş-i donanmâ-yı şerîf

Revnak-efzâ-yı vezâret dürr-i bî-hemtâ ferîd

Şâhbâz-ı evc-i ulyâ şehsuvâr-ı nâmdâr

Kahramân Tayyâr-ı sânî fenn-i deryâda vahîd

Şîr-i meydân-ı şecâat bir vezîr-i ercümend
Ol Nasûh-zâde Ali Paşâ-yı deryâ-dil reşîd

Dîn [ü]devlet hizmetinde nakd-i ömrîn bezl idüb

Buldu unvân-ı vezâretle zihî fevz-i mezîd

Sene 1237 Şevval fî gurre (21.06.1822 Cuma)

Nûri Dede”

Görüldüğü gibi Nasuhzade Ali Paşa'nın mezar taşı Arapçası ve Farsçası bol bir Osmanlıcayla yazılmıştır. Bu metni, sadece bugün değil, 100 yıl önce de anlamak zordu. Çünkü burada kullanılan dil halk dili değil, divan dilidir.

Konuyu mezar taşı okumanın ötesine taşıyalım; 17. yüzyıl Osmanlı Divan şairlerinden Nefi'nin, şu ünlü mısralarını okuyalım:

Girdi miftah-ı der-i genc-i ma'ani elime,

Âleme bezl-i güher eylesem itlaf değil

Levh-i mahfuz-ı sühandır dil-i pak-i Nefi

Tab'ı yaran gibi dükkançe-i sahaf değil.”

Nefi'nin, Arapçası, Farsçası bol, bu dizelerini o zamanki Osmanlı halkı da pek anlamazdı, bugünkü gençler de anlamıyor.

Şimdi de 17 yüzyıl halk şairlerinden Karacaoğlan'ın şu dizelerini okuyalım:

“Nedendir de kömür gözlüm nedendir?

Şu gece ki benim uyumadığım

Çetin derler ayrılığın tadını

Ayrılık derdine doyamadığım”

Görüldüğü gibi Karacaoğlan'ın bu dizeleri Türkçedir; bu nedenle hem o gün, hem de bugün kolayca anlaşılabilmektedir. Yani işin sırrı yazı değil, dildir.

Osmanlı'da 16. yüzyıldan itibaren Arapça ve Farsçanın istilasına uğrayan yazı dili, Türkçe konuşma dilinden çok uzaklaştı. Medreselerde Türkçe okutulmazdı. Medresenin resmi dili Arapça idi. Bilim ve edebiyat dili Arapça ve Farsça olduğu için Türkçe sadece halk arasında; kahvehanelerde, tekkelerde, çarşıda, pazarda yaşamaya devam etti. (Berkes, s. 255).

Feyza Hepçilingirler Türkçenin 600 yıl boyunca nasıl ihmal edildiğini şöyle anlatıyor: “Türkçe, hiç az buz zaman değil, 600 yıl boyunca bilim ve kültür dili olmaktan uzak tutulmuş, yazılı edebiyatın dili olmamış; edebiyat dili o kadar başkalaşmış ki Osmanlıca diye ayrı bir dil adı almış. 600 yıl çok uzun bir süre. Bugün hayran olduğumuz dillerden birini alıp aynı şeyi onun üstüne uygulama gücümüz olsaydı ne görürdük? Diyelim ki 50 yıl İngilizceyle hiçbir bilimsel çalışma yapılmasa, hiçbir roman yazılmasa, 50 yıl sonra İngilizceden belki eser kalmayacak. Oysa 600 yıldan söz ediyoruz burada. Demek ki, Türkçe o kadar sağlam bir dil ki, 600 yıl boyunca konuşma dili olarak kullanılmasına karşın yaşadı…”

Kaynak, Mustafa Köse, 1927 Nüfus Sayımı ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi, s.174.

Osmanlı'da bilim ve edebiyat çevrelerinin Arapça, Farsça özentisi öyle boyutlara vardı ki, Türkçesi varken özellikle Arapça ve Farsça karşılıkları kullanıldı. Örneğin, “odun” yerine “hatab”, “et” yerine “lahm”, “pirinç” yerine “erz”, “yok” yerine “namevcut”, “bekleme” yerine “intizar”, “çarpışma” yerine “müsademe” gibi Arapça, Farsça sözcükler kullanıldı. Enver Ziya Karal'ın ifadesiyle Türkçe sözcüklere Arapça karşılıklar bile uyduruldu: “Örneğin Türkçede ‘baş', ‘göz', ‘yüz', ‘dil', ‘el' sözcükleri durup dururken, (onların yerini) ‘re's', ‘çeşm', ‘vech', ‘lisan', ‘yed' sözcükleri almıştır. Öte yandan Arapça köklerden, Arapların bile kullanmadığı anlamda kimi sözcükler uydurularak dilimize sokulmuştur. Okumaktan ‘okul' sözcüğünün yerine, Arapçadan Arapların ‘yazıhane' anlamında kullandıkları ‘mektep' sözcüğü uydurulmuştur. Bu sözcüklerin çoğulları da Türkçeye yabancı Arapça ve Fars dili kurallarına uygun olarak düzenlenmiştir.”(Karal, s.28)

Sonunda Arapça ve Farsça sözcükler Türkçeyi adeta istila etti. Örneğin, Arapça Farsça sözcüklerin oranı 17. yüzyılda Divan şairlerinden Baki'de yüzde 65, Nefi'de yüzde 60, Nabi'de yüzde 54; 19. yüzyıl yazarlarından Namık Kemal'de yüzde 62, Şemsettin Sami'de yüzde 64, Ahmet Mithat'ta yüzde 57'ydi. (Aksan, s.117)

Gerçek şu ki, Osmanlı döneminde 600 yıl boyunca Türkçe eğitimden, bilimden, edebiyattan dışlandı,  ihmal edilerek adeta unutulmaya terk edildi. Arapçanın ve Farsçanın Türkçeyi adeta istila etmesine izin verildi. Türkçe halk ağızlarında yaşadı. Niyazi Berkes şöyle diyor: “Türk dili ancak reaya dili olarak yaşardı. Yönetici devlet tabakasına girenlerin dili Arapçadan, Farsçadan, Rumcadan gelen zengin fakat halkın anlamadığı bir dil olarak yüzyıllar boyunca gelişti.” (Berkes, s. 255)

Atatürk, Cumhuriyeti kurduktan sonra Osmanlı'da yüzyıllarca unutulmaya terk edilen Türkçeyi kurtarma seferberliği başlattı. Bu kapsamda önce “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz” diyerek Türkçenin yapısına hiç uymayan Arap harfleri yerine Türkçenin yapısına uygun Latin kökenli harfler kabul edildi. Böylece harflerden kaynaklı okuma yazma güçlüğü aşıldı.

1928'de Harf Devrimi yapılmadan bir yıl önce, 1927 nüfus sayımına göre Türkiye'de okur-yazar oranı -genel ortalama- yüzde 10.58'di. Ancak bu sayı içine okuyan fakat yazamayanlar da dâhildi. Erkeklerde okur-yazar oranı 19 ilde yüzde 10'un altında, 4 ilde yüzde 5'in bile altındaydı. Kadınlarda okur-yazarlık oranı 53 ilde yüzde 5'in altında, 52 ilde yüzde 4'ün altında, 48 ilde yüzde 3'ün altında, 38 ilde yüzde 2'nin altında, 15 ilde de yüzde 1'in bile altındaydı. 1927 nüfus sayımına göre erkek nüfus sayısı 6.563.879, kadın nüfus sayısı ise 7.084.391'di. Yani nüfusun yarısından fazlasını oluşturan kadınlarda okuma-yazma oranı çok daha düşüktü. (İUM, 28 Teşrinievvel 1927 Umum Nüfus Tahriri, f I-III, s.II-XVII, 22; Köse, s. 135, 172-174)Görüldüğü gibi toplumun yüzde 90'ı okuma yazma bilmiyor; mezar taşı dâhil hiçbir şeyi okuyamıyordu.

Türkiye'de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, TDK, Yayınları, 1939

Cumhuriyetin ilanında sonra okullarda Türkçe dersi zorunlu kılındı. Okul programlarından Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı.

1932'de Türkçeyi geliştirmek için Türk Dil Kurumu kuruldu. Türkçenin bütün yönleriyle tartışıldığı Türk Dil Kurultayları düzenlendi. 1936'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kuruldu. Türk Tarih Tezi'ne paralel Türk Dil Tezi (Güneş Dil Teorisi) geliştirildi.

1930'ların sonlarında bir ara dilin özleşmesi için Arapça ve Farsça sözcüklerin dilden ayıklanması düşünüldü, ancak daha sonra, Güneş Dil Teorisi kapsamında “kökeni Türkçedir” mantığıyla bundan vazgeçildi.

Anadolu'da halk ağızlarından Türkçe sözcükler derlendi. Bu iş için bilim kurulları oluşturuldu. Derleme çalışmaları sonunda 600 bin civarında fiş hazırlandı. Bunlar,  “Söz Derleme Dergisi” (6 cilt) ve “Derleme Sözlüğü” (12 cilt) gibi yayınlarda toplandı. Tarama çalışmaları sonunda da “Tanıklarıyla Tarama Sözlüğü” (4 cilt) ve “Tarama Sözlüğü” (8 cilt), “Osmanlıcadan Türkçeye Söz Karşılıkları Tarama Dergisi” (2 cilt) yayınlandı. Ayrıca “Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu” ve “Türkçeden Osmanlıcaya Cep Kılavuzu” çıkarıldı. Bu derleme ve tarama çalışmaları sonunda unutulmaya yüz tutmuş çok sayıda Türkçe sözcük dile kazandırıldı. Örneğin Anadolu ağızlarından derlenen “abartmak”, “yoz”, “yozlaşmak”, albeni”, “ivedi”, “kuzey”, “güney”. vb. çok sayıda sözcük bugün kullanılmaktadır.

Tarama ve derleme çalışmaları yanında türetme çalışmalarına da başlandı. Bu sayede çok sayıda Türkçe sözcük türetildi. Atatürk de çok sayıda Türkçe sözcük türetti. Bunlar arasında bugün de kullandığımız “kurmay”, “genel”, “arıtmak”, “esenlik”, “erdem”, “konuk”, “varsayım”, “gerekçe”, “kare”, “boyut”, “uzay”, “yüzey”, “çap”, “teğet”, açıortay”, “dikey”, “çember”, “konum”  vb. çok sayıda sözcük vardır.

“Divanu Lügati't Türk” ve “Kutadgu Bilig” gibi Türk dilinin temel kaynaklarının tıpkıbasımları, çevirileri yapıldı. Kuran Türkçeye tefsir ettirildi. (9 cilt, Elmalılı Tefsiri)

Cumhuriyetin, Türkçeyi kurtarma seferberliği doğrultusunda yapılan çalışmalarla yazı dilindeki Türkçe sözcük oranları giderek arttı. Örneğin, 1931'de gazetelerde yüzde 35 olan Türkçe sözcük oranı 1936'da yüzde 48'e, 1964'da yüzde 57'ye, 1965'te yüzde 60.5'e yükseldi. (Aksan, s.126)

Diyeceğim o ki, Türkçeye en çok zarar verenler, Türkçeyi 600 yıl boyunca eğitimden, bilimden, edebiyattan dışlayarak unutulmaya terk edenlerdir. Karamanoğlu Mehmet Bey'den yüzyıllar sonra bu topraklarda Türkçeye sahip çıkan lider ise Atatürk'tür.

KAYNAKÇA: 

1- Doğan Aksan, Türkiye Türkçesinin Dünü, Bugünü, Yarını, 2. bas., İstanbul, 2001.

2- Enver Ziya Karal, “Osmanlı Tarihinde Türk Dil Sorunu”, Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Ankara, 2001.

3- Mustafa Köse, 1927 Nüfus Sayımı ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı (Yayınlanmamış) Yüksek Lisans Tezi, Afyonkarahisar, 2010.

4- Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, 16 bas., İstanbul, 2011.

5- Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 1. Kitap, 11. bas., İstanbul, 2017.

6- Zeynep Korkmaz, “Atatürk ve Türk Dili”, Türk Dil Dergisi, S.655, Temmuz 2006.

7- http://www.nasuhmahruki.com/

Sadece bir tek kitap, Destursuz Bağa Girenler bile Mahir Ünal’ların Osmanlı ve Osmanlıca özlemini düzler, bitirir. Bilgileri yoktur, içeriksiz ideolojik bir özlemleri vardır. geleceğe değil mezarlığa aittir, göstermek gerekir

 

HALDUN ÇUBUKÇU

Mahir Ünal, aslında Erdoğan’ın zihin dünyasını da belirleyen Yeni-Osmanlıcılık’ın  temel tezlerinden birini dile getirmiş oldu: “Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır. Maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hâsılı bütün düşünmemizi yok etmiştir”
Tezin birinci bölümü bence de önemli ölçüde doğrudur. “Maalesef”ten sonraki bölümü ise sadece ideolojiktir; temelsizdir, verisizdir.
Bunun karşılığında soyut  “Cumhuriyet düşmanları… Atatürk düşmanları” tarzı tepkilerin ötesinde, Atatürkçü, milliyetçi reflekslerle Ünal’ın sözlerinin nedenselliğinde Ermeni köken bulan zekâların ülkenin düşünsel yaşamına kattıkları seçkin bilimsel, kültürel gelişmişlik düzeyine işaret etmekle yetinerek, bilim ile tartışma dünyamızın acıklı kısırlığına dönecek olursam, Ünal’ın tezlerini yanıtlayacak, karşı tez öne sürecek, çürütecek ve doğru saptamaları yerine koyacak tutum eksikliği ve içeriksizliğe dikkat çekmem gerekiyor.
Çünkü, saflarımızdaki cehalet, yetersizlik, donanımsızlık, bu tür meseleler başta olmak üzere hemen her konuda giderek artan ağırlıklarda  hissedilmekte, toptan cahilleşme devrinde, muhafazakar cahilliğe fark atar kıvama gelmektedir.

Oysa, sadece ve ama sadece tek bir kaynak bile Mahir Ünalların bütün savlarını, tezlerini yerle yeksan eder: Orhan Şaik Gökyay’ın Destursuz Bağa Girenler’i.

Orhan Şaik Gökyay’ı anımsamak!

Mahir Ünal’ın “düşünmenin yok edilmesi” iddiasının karşılığında belleklerini şöyle bir harmanlamayı önerip “kim düşünmüşse onun kellesin almıştınız” yanıtımızı da saklı tutup hemen peydahlanacak; “düşüncenizin ürünleri nedir? Bütün Osmanlı tarihi boyunca insanlık, medeniyet, bilim alanlarında ne üretilmişti? Bilimin, felsefenin, sanatın, savaşçılık dahil kültürel alanların her hangi birinde ortaya hangi eser konulmuştu?” sorularını da geçip düşüncelerinin nedensel önermesi olan “lügat, alfabe, dil” üzerine kendi saflarından sayılan Orhan Şaik Gökyay’ın bilgeliğine, yüksek otoritesine başvurmak gerekiyor.

Ne yazık ki bizler de bilmeyiz, ama görünüşte, hamaset işi sayılabilecek erken dönem şiirinden dolayı “muhafazakar çevrelerin” sahiplenmekte Türk milliyetçisi çevrelerle yarıştığı, ama asıl olan çabalarının görülmezden gelindiği sahici değerlerimizden biri olarak Orhan Şaik Gökyay’ı; ki, büyük bir titizlikle koruduğu kitaplarını Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi’ne bağışlamış olması bile düşünce dünyasının neresinde bulunmuş olduğunun delili sayılır; anımsamak, anlamak belli ki Erdoğanist muhafazakarlığın da işine gelmiyor.[1]
Orhan Şaik Gökyay’ın, Destursuz Bağa Girenler bilmek, okumak, öğrenmek derdindeki, edebiyatçı olduğunu ya da iyi okur olduğunu ya da Türkçe diye bir kaygısı olduğunu düşünen her bireyin ilgi alanında olmalıdır. Özellikle Osmanlıca ve Osmanlıca temel eserler üzerine bir başvuru kaynağı olarak kişisel kitaplıklarda da bulunması elzem bir kitaptır.
Öylesi ne ki, Destursuz Bağa Girenler belki de yazarının arzusu hilafına tek bir şeyi kanıtlar:
Türkçe Arap alfabesiyle yazıp okunması mümkün bir dil değildir.

Arapça ve Farsça kuşkusuz muazzam iki dil. Avrupa dillerinden çok daha hacimli, olanakları çok daha geniş iki dil.
Ne var ki, sözcük alma – verme dışında bu iki dilin de alfabesi 8 sesli harfle, (ağzın ön bölümünde) konuşulan Türkçe’ye asla uygun değildir.
Destursuz Bağa Girenler, büyük ölçüde Mahir Ünal’ın özlemle iç geçirdiği “Eski Dil”den, Arap Elifba’sından bugün onların bile eskidiği zamanın Türkçesi’ne aktarılan, bir anlamda çevrilen kitapların yanlışları üzerinde duruyor ve “çeviri” yapanların, yani “destursuz bağa girenlerin” cehaletini ortaya koyuyor. Üstelik ve üstelik 1930’dan 70’lere uzanan yazılarla. Yani Dil Devrimi ‘dünkü çocuk’ ve söz konusu yazarların hemen hepsi Osmanlıca tahsil edip Arap Alfabesiyle yazmakta uzman olan kişiler.
Hangi dilden çeviri yapmışlar?
Osmanlıca ile bazı yapıtlarında Arapça ve Farsça’dan.
Bu çevirileri kim yapıyor?
Uzmanları.
Uzmanları kim?
Genel olarak, Mahir Ünal’ı Mahir Ünal yapan ideolojik, kültürel babalarının aşağı yukarı en ünlüleri – önemlileri: Kimler yok ki; Ahmed Kabaklı, Nihad Sami Banarlı, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, Faruk K. Timurtaş, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Abdülbaki Gölpınarlı, Doç. Dr. Muharrem Ergin, Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu… ve diğer.

Bütün bu Osmanlıca uzmanları, bir kısmı Osmanlı’nın son dönemine yetişmiş ve orada yetişmiş münevverler olarak Arap alfabeli, eski Türkçe’yi, yani Osmanlıca’yı tahsil etmiş yazarlar, talebeler, hocalar… Üstelik bazıları Osmanlıca’yı ve Osmanlılığı Cumhuriyet’e karşı savunmuş ve arzulanmış düpedüz gerici. Yine bazıları on yıllarca bu ülkenin orta eğitim kurumlarında, üniversitelerinde Osmanlıca dahil edebiyat dersi vermiş; daha kapsayıcı, daha çağdaş ders kitaplarının soluk alamadığı tekelcilikte edebiyat ders kitapları yazmış, okutmuş ehli lisandır!

Ama Gökyay işte onların yazıları, Osmanlıca, Arapça, Farsça çevirileri, “yalınlaştırmaları” vb üzerinden çalışmalarını, örnek bir iş ahlakıyla, hayranlık verici bir sabırla satır satır okumuş, birçok temel bilgi kaynağı ve sözlükle karşılaştırmış olarak sonuca varmıştır: Çalıştıkları dili bilmedikleri, en azından pek de iyi bilmediklerini, hatalarla dolu olduklarını, “bağa destursuz girdiklerini” göstermiştir.
İşte şimdi Mahir Ünallara, o bağa destursuz girenleri gösterip sormak gerekiyor:
Bu “âlimlerin” ta o zamanlarda bile kullanamadığı, başaramadığı Osmanlıca “dil, alfabe”yi siz yazıp konuşacaksınız; 21. Yüzyılın kuşakları kullanacak öyle mi?

Üstelik, her şey o kadar çok değişmiş ki dil dahil; internet ortamının çoğu arzu edilmeyen etkisiyle de olsa, neredeyse bambaşka bir dil kurgusu ortaya çıkmışken, özellikle de bu durumda Türkçe 29 harfiyle şahane bir olanak sunarken biz kalkıp erbabının bile kullanamadığı, küçük büyük harfleri bile olmayan bu alfabeye, dile, sistematiğe döneceğiz öyle mi?
Üstelik, şimdi 21. Yüzyılda, Türkçe sözcüklerin ve kuralların 40 yıl, 50 yıl, 100 yıl önceki dile göre yaşama çok daha işlemiş, girmiş, temel ve asıl olmuş durumdayken; Latin Alfabesi’nin Türkçe için muazzam uygunluğuna, el verişliliğine aldırmayıp bir “yalan hayal” üzerine bu işlevselliği bırakıp Türkçe konuşan halklar için akla ziyan Osmanlı diline, Arap elifba’sına geçeceğiz öyle mi?
Orhan Şaik Gökyay gibi kimse kalmadı ki, bu efendileri, “e buyrun öyleyse, şu paragrafı o arzuladığınız dilde yazın, okuyun görelim” diye sınava çeksin de bize de eğlence çıksın!

Şu örneklere bakar mısınız?

Mahir Ünalların nasıl olmayana ergi yöntemi içinde, kuru kuru gözyaşları döktüklerini Destursuz Bağa Girenler’den “başka örnek olmasa da bu yeter” dedirteceğine emin olduğum birkaç aktarma ile göstermeye çalışacağım:

1960’ta meşhur Hayat dergisini çıkaran şirket Hayat Yayıncılık; Hayat Büyük Türk Sözlüğü’nü yayımlamaya karar verir. İlk fasikül Aralık 1960’da yayımlanır. Umumi Neşriyat Müdürü (Bugün genel yayın yönetmeni diyoruz) meşhur Şevket Rado’dur, İlmi kontrol: meşhur Doç. Dr. Muharrem Ergin; Redaksiyon: meşhur tarihçi Yılmaz Öztuna ile Şemsettin Kutlu; Yazı İşleri Müdürü de Orhan Yüksel’dir.

“Sözlüğü çıkaranlardan, Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türki’sindeki kelimeleri esas olarak aldıklarını, ayrıca Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmani’sini, Mehmet Salahi’nin Kamus-ı Osmani’sini ve Lügat-i Naci’yi taradıklarını da öğreniyoruz.” (s. 127)
Gökyay’ın saptadığı ilk sorun daha ilk maddelerde, Arap alfabesinin ilk harfi elifin üzerine konan işaret nedeniyle başlıyor:

“Kamus-ı Türki’yi yeni harflerle aktaranların, eski harflerden elif harfiyle başlayan kelimelerin bu harfin üzerine med denilen işaretin konduğu zamanki söylenişi ile medsiz olduğu zamanki söylenişleri arasındaki ayrımı bilmemelerinden doğuyor. Buna bir de Türkçede ve Farsçada bulunmayıp da yalnız Arapçada bulunan ayn harfiyle başlamış kelimeleri katarsak, yanlışların neden arttığı ortaya çıkar.” (a.y.)

Daha alfabenin ilk harfinin üzerindeki bir işaretin açtığı sorunlarla “bismillah” diyor çalışma. Bilmemekle itham edilenler de öyle böyle Osmanlıcacılar değil. Ve bize, Cumhuriyet bu alfabeyi, bu tuhaf ül tuhaf dili kaldırıp Türkçe’yi verdiği için dizlerimizi döverek ağlamamız öneriliyor  öyle mi?

Ve üstelik, ve üstüne üstelik… bu çalışma için şu tespiti yapıyor Orhan Şaik Gökyay:

“Hiç çekinmeden ve birçoğuna göz yumarak denebilir ki bu sözlükte Arapça ve Farsça olup da yeni harflere çevrilen kelimelerin dörtte üçü yanlış okunmuştur.”
Hem de, bu yeni harflere çevrilen kelimelerin dörtte üçünü yanlış okuyanlar işte o meşhur âlimlerdir.
Hal bu iken Mahir Ünalların söylem ve iç çekişleri nasıl bir boş çaba, nice bir anlamsızlıktır, her halde daha öte laf gerekmez.

Hadi biraz gülelim!

Mahir Ünallar Türkiye’yi Hacivat Karagöz dil ve kültürüne dahil etmek istediklerinin farkında değiller.
Gökyay’ın kitabı, uzmanları, erbabı, allamesi tarafından yapılmış öyle gülünç örneklerle doludur ki, yazlık saray anlamındaki Summer Palace “Semer palas”, muşamba feneri “işkembe biçimli fener”, “geyik evini tasvir eden levhanın” diye okunan sözün doğrusunun “geyik avını tasvir eden” levha olması, geçmişine ağlanan dil ve bilinç durumunun bizatihi kendisinin kendisi için ağıt olma durumunu ortaya koyduğu nettir.

Orhan Şaik Gökyay , Destursuz Bağa Girenler‘de, salt çeviri yanlışlarını sergilemiyor elbette, sözcüklerin doğru yazımlarından tutun doğru anlamlarına, transkripsiyon kurallarından işaretlemelere, dili iyi kullanmanın, bilmenin bir anlamda püf noktalarına değiniyor. Edebiyatımızdaki büyük yerleri açısından Dede Korkut’a Firdevsi’ye, Piri Reis’e, Naima’ya ve daha pek çoğunun yapıtlarına ilişkin açıklama notları bile başlı başına ders kapsamında.

Üstelik polemikleri son derece düzeyli; ama keskin ironinin eşliğinde seminer mahiyetinde.
Bu büyük eser, bu büyük âlimin çabasıyla, Mahir Ünalların  düşünce ve özlemlerinin asılsızlığı kadar geleceksizliğinin de en büyük kanıtını oluşturuyor.
*
Sonuç olarak Mahir Ünal’ları bütün ideolojik özlemleriyle birlikte “düşünce dünyaları” ve onun dili Osmanlıca, gelecekte yeri kesinlikle olmayacak, ölü bir kültürdür. Mezarlıkta yatmaktadır ve evet, sadece mezar taşı okumaya yarar.

[1] Orhan Şaik Gökyay’ın bilimsel değeri, katkıları için TDV İslâm Ansiklopedisi’nin ilgili maddesine bakmak yeterince fikir verebilir. Örneğin, Paul Vittek gibi önemli bir bilimcinin 1959 yılında daveti üzerine Londra’ya gitmesi ve School of Oriental and African Studies’de Türk dili ve edebiyatı okutmanı olarak çalışması başlı başına bir referanstır.

 

paylaşmanız için

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası