naim hoca tren zikri / Naim Hoca’dan Hatıralar | Pakman World

Naim Hoca Tren Zikri

naim hoca tren zikri

Kaderime yazılmış şehir Erzurum

Diğer şehir yazılarının tersine Erzurum'un tarihi, coğrafyası ve mekânlarından çok insanından söz ettim. Tanpınar'ın Beş Şehir adlı önemli eserinde de durum böyledir. Çünkü bu şehirde Dadaş diye tanımlanan Erzurumlu tipi, bütün diğer özelliklerinin önündedir. Bu hâkim konumuyla şehir, içine aldığı her nesneyi az çok kendi rengine büründürür.


Kaderime yaz&#;lm&#;&#; &#;ehir Erzurum

Ankara’nın örneklerine her yerde rastlanabilecek resmi devlet kurumlarından biri; gri renkli boyasıyla soğuk ve sıradan bir koridorundan geçip orta büyüklükte bir salona alınıyoruz. Tekli bir sıra, yavaş yavaş ilerliyor. İleride bir sahne ve ortasında bir masa, etrafında da birkaç görevli. Masanın üzerinde ikiye katlanmış küçük kağıtlar var. Sırası gelen bunlardan birini alıp ilgiliye veriyor, o da kağıdı açıp bir ilin adını diğer görevlilere not ettiriyor. Sıra bana yaklaşırken masanın epey kenarına düşmüş bir kağıdı gözüme kestiriyorum. Tek derdim onu benden önce kimsenin almaması. Sıra bana geldiğinde katlanmış kağıt orada duruyor ve ben gayet kararlı bir tavırla onu seçip görevliye uzatıyorum. İlgili kişi kağıdı açıp yanındaki memura dönerken “Erzurum” diye sesleniyor.

O yıl uzak bir taşra kentinde liseyi bitirip üniversite sınav sonuçlarını beklerken elime bir resmi mektup ulaşıyor. Yatılı okuduğumuz ve mecburi hizmetimiz olduğu için Ankara’ya kura çekmeye çağrılıyoruz. İşte yukarıda anlattığım, o kura çekme işlemi. Bu atamayla Erzurum serüvenim başlıyor. Zaten, yılı baharında Erzurum Atatürk Üniversitesi senatosu aldığı bir kararla meslek lisesi mezunlarını üniversiteye kabul edeceğini bildiriyor. Sınavdan iyi bir netice bekliyorum ama gidebileceğim tek adres Erzurum Üniversitesi. Şimdi zorunlu olarak gideceğim yere uygun bir memuriyet de eşlik edecek. Bu kader değilse, korunup kollanmak değilse nedir? Bunun bir de ikincisi var ki yeri gelince onu da anlatacağım.

Trende iki gün

Adapazarı’ından çocukluğumdan itibaren elimde bavul, defalarca yolculuk yapmıştım. Ama bu kez farklı; o zamanın şartları ve ihtiyaçları gereği yanıma küçük bir denk hazırlandı. Babam yine beni, bilmem kaçıncı defa, Arifiye tren istasyonuna kadar getirip uğurladı.

O yılların şartlarında neredeyse iki gün süren bir yolculuktan sonra Erzurum’a vardık. Bu kez beni bekleyen bir yatılı okul yok. İstasyondan bir taksiye atlayıp beni merkezde uygun bir otele götürmesine söyledim. Sonradan Çifte Minarelerin karşısı olduğunu fark ettiğim bir otele inip eşyalarımı yerleştirdim. Birkaç gün bekledikten sonra Valilik bizi iki arkadaş, resmi adı Pasinler ama halkın Hasankale olarak adlandırdığı ilçeye gönderdi. Burada göreve başladıktan sonra ateşin bir yönetici olan amirimiz babacan bir tavırla bana “Senin asli işin öğrencilik, boş kalan zamanlarında da buradaki işini yaparsın” dedi. Yatılı bir eğitim kurumunda da yatacak yer ayarlandı. Tabiatıyla bu yaklaşım beni çok rahatlattı. Bu arada Fakülteye kaydımı yaptırdım. Dersler başlayınca sabahleyin Hasankale’den Erzurum’a giden ilk minibüse biniyor, yetmişli yılların bugüne göre zor karlı buzlu yollarını yaklaşık bir buçuk saatte aşıp Mahallebaşı’nda arabadan inip Çaykara Caddesi’ne kadar yürüyor, bu kez Üniversite minibüsleriyle fakülteye geliyordum. İlk bakışta zor gibi görünen süreç aslında gençliğin de verdiği enerji ile benim için çok kolaydı.

Hasankale’de 16 ay kaldım. 19 yaşındayım. Farklı bir coğrafyanın getirdiği yaşama biçimleri, yeni bir memuriyet, öte yandan üniversite öğrenciliğinin getirdiği bazı sorunlar olduysa da daha önce bütün hayatımı geçirdiğim yatılı okullarda kendi problemlerini kendisi çözebilecek bir tecrübe kazandığım için, bunları hallettim. Hasankale tarihî İpek Yolu üzerinde kadim bir şehir. Erzurum’un yaklaşık kırk kilometre doğusunda bir yerleşim merkezi. Tarihi kaplıcalarıyla da özellikle yaz mevsiminde Erzurum’un adeta sayfiye yeri. İran’a sınır olması dolayısı ile son derece katı bir sünni anlayış da hemen hissedilen bir dini hassasiyet olarak görülebiliyordu. Mesela, Erzurum’un en önemli iki şairi Nef’î ve İbrahim Hakkı’nı burada yetişmesi tesadüf olamaz. Yani onları yetiştirebilecek bir kültürel arka plana sahip bir yerleşim yeri. Çok canlı bir tasavvufi geleneği mevcut, özellikle Alvarlı Muhammet Lutfî Efe’nin (ö) bağlılarından oluşan Nakşibendî Hâlidî geleneği o yıllarda çok canlı. Kışlar çok uzun sürdüğü için kahve kültürü hayatın önemli bir parçası. Aynı şekilde buna bağlı olarak aşık ve tekke edebiyatı da canlı olarak yaşıyor.

Hep teze olduğumdan

Burada akşamları sigara dumanları ve kıtlama çaylar eşliğinde uzun kahvehane sohbetlerine katıldım. Birlikte çalıştığım ve yakın zamanda rahmet-i Rahman’a intikal eden Ebubekir abi vasıtası ile uzun asırların geleneksel birikimini tevarüs etmiş farklı meslek gruplarından insanlarla dost oldum. Onların işyerlerinde ve dost meclislerinde ağırlandım. Hep teze (yeni misafir) olduğum için korunup kollandım. Çermik (kaplıca) sefalarında birlikte oldum. Orada kırsal kesim dilinin ötesinde, konuşma dili bile olsa, daha şehirli bir dili, daha çok espriye mütemayil, imalı konuşmaya dayalı bir üst dile tanık oldum. Mesela, okuma yazması olmayan, ama Yunus Emre Divanı’nı, Alvarlı Muhammet Lutfî Efe’nin, Gedâyî’nin şiirlerini ezbere bilen insanlar tanıdım. O yaşımda çok anlamasam da zikir meclislerine katıldım. Ağalığın nasıl almak değil de vermek üzere kurulu olduğuna, Kürt köylerinin dışardan bakıldığında absürt gibi görünen ama içerden bakışla anlaşılabilen geleneksel organizasyonlarına tanık oldum. Bir daha göremeyeceğim bu tür fırsatlar, ileriki yıllarda ülkemi ve insanlarımızı tanımada bana ciddi referanslar oldu. Erzurum bir serhat şehri olduğu kadar bölgede çok eski zamanlardan beri bir eğitim öğretim şehri olarak da bilinir. Yetmişli yıllarda da eski haşmet ortadan kalkmış olmakla birlikte, mihrap yerinde duruyordu. Bu yüzden Türkiye’nin üçüncü üniversitesinin bu şehirde kurulmuş olması bir hakkın teslimi anlamı taşır. Bizim gittiğimiz yıllarda üniversitenin kuruluşunun üzerinden on yıldan fazla zaman geçmiş, bazı temel binalar bugünkü kampüs içinde tamamlanmış, yurtlar hizmet vermeye başlamış, Seyfettin Özege’nin de himmetiyle iyi bir kütüphane kurulmuştu. Elbette üniversiteler sadece fiziki mekânlardan oluşmuyor. Başlangıçta daha çok İstanbul Üniversitesi desteği ile insan malzemesi açısından da sağlam bir temel oluşturulmuştu. Benim üniversiteye girdiğim yıllarda artık üniversitenin kendi kadrosu da teşekkül etmeye başlamış, okuduğum Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü için söylemek gerekirse, bugün bile pek çok üniversitenin kıskanacağı bir kadro ortaya çıkmıştı.

Cahit Çollak ile

Üniversitede karizmatik hocalar vardı. Bizim için biraz ulaşılması zor konumuyla Kaya Bilgegil’i bir tarafa koyarsak, Orhan Okay Hoca sadece bilgisiyle değil, İstanbullu duruşu ve üslubuyla şahsen benim en çok etkilendiğim isimdi. İleriki yıllarda zaman zaman bazı şeyleri sormak için yanına uğruyordum. Bu gidişlerimden birinde odasında aşağı yukarı benim yaşlarıma yakın, biraz çekingen bir arkadaşın oturmakta olduğunu gördüm. Hareket dergisinin idarecilerinden diyerek tanıttığı Cahit Çollak ile odadan beraber çıktık, kantinde oturduk, bir süre konuştuk. Hareket Dergisi’ni takip ediyordum ve o günlerde Erzurum’da çıkmakta olan ve Hareket’in buradaki yansıması olan Adımlar Dergisi’ne gidip geliyordum. İstanbul’da bir derginin yöneticisiyle tanışmak taşralı bir genç için gerçekten çok ilginçti. Cahit’le başlayan bu tanışıklığımız beni yaz tatilinde İstanbul’a çekti ve İstanbul’da dergiyi ziyaret ettim, orada Mustafa Kutlu’yu tanıdım. Daha sonra Ezel (Erverdi) Bey’le, Mehmet Doğan’la tanıştım, bir veya iki kez Nureddin Topçu’yu dinleme fırsatı elde ettim. Gerçekten hoca sayesinde hem İstanbul’a bir kapı açılmıştı hem de bir Türkoloji öğrencisi için çok önemli sayılabilecek isimlerle tanışmak ve onlarla birlikte bazı çalışmaların içinde olmak fırsatı doğmuştu. İkinci sınıfa geçince Milli Eğitim Bakanlığı bursunu alıp memuriyetten istifa ettim ve kredi yurtlar kurumunun yurtlarına yerleştim. Artık daha çok öğrenci merkezli bir hayatımız vardı. Şehirle de daha çok hem-hal olmaya başladık. Bu aşamada şehrin derin kültürel yapısını da fark etmeye başlamıştık. Bir taraftan daha çok asistan konumundaki öğretim elemanlarının düzenlediği seminerler, MTTB’nin etkinlikleri, şehirdeki kültürel derneklerin faaliyetleri bizim de katıldığımız çalışmalardı. Bu hareketli ve verimli ortam içinde fakülte bitti. Niyetim doktora yapmaktı ve bu amaçla bir sınava katılıp kazandım.

Öte yandan da İstanbul Çatalca Lisesi edebiyat öğretmenliğine başladım. Başarılı öğretmenlik yanında henüz cicim aylarını yaşadığımız evliliğimiz keyifle devam ediyordu. Bu aşamada askere alındım. Piyade okulu eğitimini tamamlandıktan sonra başlangıçta anlattığım kura çekimini bir kez daha yaşadım. Tek fark, bu kez elimizi torbaya daldırıp oradan bir şehir ve birlik çekmekti. Doğrusu Marmara ya da Trakya taraflarında bir kura çekmeyi hayal ediyordum. Kızım birkaç aylıktı. Bu düşüncelerle elimi torbaya atıp çektiğim kurayı bölük komutanına uzattım. Nefesimi tutmuş bekliyorum, komutan tebessüm ederek Erzurum Jandarma Komando Bölüğü dedi. Üzüldüm tabii ama sonrasında bir kez daha olanda hayır olduğu ortaya çıktı ve ben doktora çalışmamın önemli bir bölümünü askerlikte tamamladım. Bir kez daha o yüce el tarafından korunup kollanmıştım ama ben epey sonra fark ettim, bunu. Askerlik sonrası öğretmenlik devam ederken Erzurum’da bir okutmanlık kadrosu açıldı, sınava girdim ve kazandım.

Modern Erzurum

Bu kez Erzurum’a dört İsen olarak döndük. Askerlik döneminden itibaren şehrin kılcal damarlarını da keşfetmeye başladım. Bu yıllarda Erzurum, bir taraftan bölgenin en büyük garnizonu, diğer taraftan üniversite ile modern bir şehir görüntüsü çizerken bir yandan da kadim bir yerleşim halini yaşamaktaydı. Şehirde hem geleneksel hayata, hem de moderniteye ait çokça örnek bulmak mümkündü. Tam bu aşamada üniversite de kendi içinde değişime başladı. Şehrin Ankara İstanbul gibi merkezlere uzaklığı dolayısı ile örneğin sözü edilen bu şehirlerdeki öğretim üyesi profilinden biraz daha farklı, daha Anadolu mantalitesini yansıtan genç bir kadro üniversitede kendilerine yer tutmaya başlamıştı. Başta Ziraat ve Edebiyat gibi bazı fakülteler ilk mezunlarını vermişler ve bunlar arasından asistan alımları da başlamıştı. yılından sonra meslek lisesi mezunlarının (bunların çoğu İmam-Hatip mezunu idi), üniversiteye kabulü öğrenci yapısını da değiştirdi. Nitekim iki binli yıllara kadar ülkede açılan pek çok yeni üniversitenin idareci ve öğretim üyesi kadrosu Atatürk Üniversitesi mezunlarından meydana gelmiştir. Van, Diyarbakır, Elazığ, Urfa gibi daha bölgeye yakın üniversiteler bu konumda olduğu gibi Bursa, Balıkesir, Denizli, hatta İzmir açısından bile durum böyledir. Elbette bunda Ankara ve İstanbul’daki öğretim üyelerinin bulundukları yerleri değiştirmeme, buna karşın Erzurum’dakilerin doktora biter bitmez başka bir şehre nasıl giderim hesapları etkili olmuştur. Denebilir ki mezun ettiği öğrenci sayısı baz alındığında Atatürk Üniversitesi mezunlarının eğitim, öğretim, akademik ve bürokratik hayata etkileri başka hiçbir kurumla karşılaştırılamaz. Başlangıçta bu üniversite bir bölge üniversitesi olarak planlanmasına rağmen kesinlikle Türkiye’ye kadro yetiştirme açısından adeta bir misyon kurum olarak çalışmıştır.

Şehirde STKlar yanında ancak bu gibi merkezlerde yetişebilecek olan irfan sahibi isimleri de bu dönemde tanıdım. Bunların içinde Hatem Emmi, İsmail Usta ve Naim Hoca önde gelenlerdi. Bu yıllarda artık Hemşin Pastanesi bir kültürel odak olmaktan çıkmış daha çok siyasi tartışmaların yapıldığı bir mekana dönüşmüştü. Sözünü ettiğim bu isimler buralarda ve bazı kahvelerde de dinlenebileceği gibi kendi çalışma alanlarında, mesela Hatem Emmi, meşhur Gömlekçi Hatem adını taşıyan dükkanında ziyaret edilir, buradaki sohbetlere katılınırdı. Adı üzerinde bir inşaat ustası olan İsmail Usta her daim kireç ve badana lekeleri taşıyan kıyafetiyle insanı şaşırtacak tarihi ve mahalli meseleler naklederdi. Naim Hoca sonraki yıllarda ülke içinde tanındı ama diğer iki isim de bence onun kadar derin Erzurum kültürünün yetiştirdiği eşsiz isimlerdi. Bir gün Hatem Emmi’ye, Emmi, Behçet Mahir bir gazinoda (kahvehanede) yeni bir hikaye anlatmaya başlamış gidip dinlesek mi dedim. Hoca ben Hafız Mikdat dinlemiş biriyim, şimdi ona tahammül edemem, dedi. Kim bu Hafız Mikdat diye sorunca, şimdi onu sana nasıl anlatayım diye başladı, sonra da en iyisi şu hikayeyle diyerek devam etti: Eskiden Erzurum’a Rize’den katırlarla kaçak tütün getirilir, bunlar satılır ve gelenler o akşam bir handa kalıp ertesi gün memleketlerine dönerlerdi. Bir gün iki arkadaş şehre gelmiş, tütünlerini satmış, akşam konaklayıp sabah yola revan olacaklar. Akşam hanın gazinosuna çay içmeye inmişler. Meğer o akşam Hafız Mikdat orada yeni bir hikayeye başlamış. Gecenin ilerleyen saatinde de hikayeyi en can alıcı noktasında kesip yarın akşam devam edeceğiz diye kesip bırakmış. İki kafadar birbirlerine bakıp gidemeyiz, yarın akşamı bekleyeceğiz demişler. İkinci, üçüncü, on dördüncü akşamda da aynı şey olmuş. Fakat on beşinci akşam da manzara tekrarlanınca konukların biri sahneye fırlamış ve bıçağı hikayecinin boğazına dayayıp bunu bu akşam bituracauk, sattığımız tütün parasını bitirdik, hana ödeyecek paramız kalmadı demiş. İşte Hafız Mikdat böyle biriydi, diye anlatmıştı.

Erzurum’dan ’de yurtdışına giderken yeniden uzunca bir süre ayrıldık ve geri döndük. Ama ’deki ayrılış artık dönmemek üzereydi.

Uzun kadim kültürlerin bir yansıma merkezi olarak Erzurum, sadece sert mizaçlı, dik duruşlu insanıyla değil, mimarisi, gastronomisi, iklimi, coğrafyası ve bunlara eklenecek pek çok hususiyeti ile kendine mahsus önemli bir yerleşim merkezidir. Bu arada bir şeye dikkat çekmek istiyorum, öbür şehir yazılarının tersine Erzurum’un tarihi, coğrafyası ve mekânlarından çok insanından söz ettim. Tanpınar’ın Beş Şehir adlı önemli eserinde de durum böyledir. Çünkü bu şehirde Dadaş diye tanımlanan Erzurumlu tipi, bütün diğer özelliklerinin önündedir. Bu hâkim konumuyla şehir, içine aldığı her nesneyi az çok kendi rengine büründürür. Benim hayatımdaki yeri de elbette epeyce önemlidir. Bir süredir ondan uzakta yaşıyor olmakla birlikte o bizde değilse bile biz onda yaşamaya devam ediyoruz. En çok da kadayıf dolmasını ve Cennet Pınarı’nın suyunu özleyerek…

[email&#;protected]

1

SON YÜZYILIN ERZURUM KRONOLOJİSİ


Bir ara Üniversite dahi olan ve her türden mektebi kucaklayan Bugünkü Şair Nefi okulunun inşası
Darü&#;l-Muallimat&#;ın (Kızöğretmen Okulu) açılışı
Ziyaattin Fahri&#;nin (Fındıkoğlu) Doğumu
1 Mart Kazım Yurdalan&#;ın Harbiyeye duhulü

60&#;ar kişilik 4, 25&#;er kişilik 12 koğuşlu Yenikapıdaki Umumi Hapishane&#;nin İnşası
Kemalettin Kâmi&#;nin Doğumu
Hüseyin Avni Bey&#;in (14)Erzurum Mülkiye idadisinde Tahsile başlaması

16 Kasım Guraba Hastahanesi&#;nin Belediye Reisi Şerif Bey tarafından Temellerinin atılışı
Nazım Paşa&#;nın Erzurum Valiliği

Millet Bahçesinin Şerif Efendi Tarafından Kuruluşu

2 Kasım Guraba Hastahanesinin Faaliyete Başlaması
İspir Belediyesinin Kuruluşu


15 Mart Erzurum Jön Türk İsyanının Başlaması, Erzurum&#;da ilk Genel Grev
Temmuz Vali Ata Beyin Erzurum&#;a Gelip Göreve Başlaması
22 Ekim İsyancıların Gürcükapısı Karakolunu Basıp Başkomser Tevfik Bey ve iki Polis Memurunu Katletmeleri
23 Ekim İsyancıların Erzurum Valisi Ata Beyi Dövüp, Kafasını Kırıp Hapsetmeleri
29 Ekim Ata Bey&#;in azledilip Nuri Bey&#;in Valiliğe Getirilmesi


25 Mart Jön Türk isyanının bahanesi olan Ehli Hayvan Vergilerinin Padişah Fermanı ile Kaldırılması
Eylül Jön Türk İhtilal Komitesinin Ekmek Zammından Sorumlu Tutarak, on iki Zahireciyi Öldürme Kararı Alması ve infazlar
10 Ekim Abdulvahap Paşanın Erzurum Valiliğine Tayini
25 Kasım Jön Türk İsyanı Elebaşıların Tutuklanması , İsyanın Sona ermesi

29 Ocak Jöntürk İsyanı Elebaşılarının Mahkemesinin başlaması
Haşiizâde Hacı Ali (Hacı Haşıl) Efendi&#;nin Vefatı
Hadika&#;tül- Ahrar&#;ın Çıkışı Sahibi Durak Sakarya
Meclis-i Mebusan Seçimleri Aralarında Karakin Pastırmacıyanın da bulunduğu Ermeni Ayrılıkçıların Erzurum Mebusu Olması
Mümtaz Turhan&#;ın Doğumu

Topçuzâde Nurettin Topçu&#;nun Doğumu
1 Haziran Celal Bey&#;in Erzurum Valiliği
Erzurumda İlk Ermeni Gazetesi:Haraç (Öncü). Taşnak Partisi Güdümünde

Kasım Cevat Bey&#;in (Dursunoğlu) Almanya&#;ya Tahsile gitmesi
Meclisi Mebusan 2.Dönemi Seçimleri Haca Raif Efendi&#;nin İlk Erzurum Mebusuğu
Bingöl Necat&#;ın Çıkışı Sahibi Kömürcüzade Mehmet Efendi
Ermeni Metropollüğünün Denetiminde ermeni Gazetesi Sird (Kalp)

Tivnikli Şair Kâmi&#;nin vefatı
Erzurumda İlk Özel Matbaa:Erzurum Matbaası
23 Haziran Sada-yı Şark&#;ın Neşri Sahibi Seyyid Nazım Bey
10 Eylül Mehmet Emin Bey&#;in (Yurdakul) Valiliği
93 Gazisi Tabur İmamı, Mutasavvıf Hafız Ömer Bedrettin&#;in Harput&#;ta Vefatı

29 Şubat Yetim Hoca&#;nın Vefatı
19 Eylül Ahmet Reşit Bey&#;in Valiliği
Şeyhülislam Erzurumlu Çelebizâde Hüseyin Hüsnü Efendi&#;nin Vefatı
Musa Kazım Efendi&#;nin Şeyhülislam Olarak Kabineye Dahil olması
Edebiyat Dergisi Farık&#;ın Neşri Sahibi Serdarzâ de Sıtkı
Dadaş Derviş Zars&#;lı Abdussamet (30)Bey&#;in Vefatı

Hususi İdare&#;nin Kuruluşu (Özel İdare)
İttihat Terakki&#;nin Matbaa, Gazete ve Mektebinin Kuruluşu
Süleyman Necati&#;nin Albayrak Gazetesini Neşre Başlamaları
Mektep Duyguları Mecmuasının Neşri Albayrak Grubu Neşriyatı
Erzurum&#;da ilk Sinema Salonunun Bir Ermeni tarafından Açılışı
Nisan Meclis-i Mebusan Seçimi
Rıfkı Salim Burçak&#;ın Doğumu
Sanamerli Hacı Ahmet Baba&#;nın Vefatı
Erzurum İdadisi isminin Erzurum Sultanisi&#;ne Çevrilmesi

12 Mart Erzurum&#;un Ali Süavisi Olarak Nitelenen Hacı Şevket Efendi&#;nin Vefatı
Mayıs 3.Dönem Meclis-i Mebusan Seçimleri
1 Ağustos Semih Bey&#;inValiliği
24 ağustos seferberlik ilanı
Erzurumlu Sadrazam Küçük Sait Paşa&#;nın Ölümü
Ermeni Taşnak Partisi&#;nin Erzurum&#;daki Büyük Kongresi
2 Kasım Rus Birliklerinin Sınırı Geçerek İşgale Başlamaları: Birinci Dünya Harbi
7 Kasım Köprüköyü Savaşlarının Başlaması
6 Kasım Tahsin (Uzer) Bey&#;in Valiliği
20 Kasım Rus Çarı 2. Nikola&#;nın Sarıkamış&#;a Gelip Askerlerine Moral Vermesi
Aralık Cevat Bey&#;in (Dursunoğlu) Alman Kurmaylarına Tercuman Olarak Tayini
12 Aralık Enver Paşa&#;nın Gizlice Erzurum&#;a Gelişi
14 Aralık Enver Paşa&#;nın Köprüköyüne Gelişi ve Hasan İzzet Paşa&#;yı azli.
19 Aralık Sarıkamış Hareketi&#;nin başlaması
22 Aralık ve Devamı: Allahuekberlerde seksenbin kişinin Şehit Olması, Sarıkamış Felaketi

Ocak Enver Paşanın Kuvveti Külliye mahvoldu diyerek Erzurum&#;dan bir atlı kızakla gizlice savuşması, Sarıkamış Felaketinin Halktan saklanması , istanbul basınına sansür.
Ocak Hafız Hakkı Paşa&#;nın Tifüsten Ölmesi
Sümmani&#;nin Vefatı
Edirne Müdafii Erzurumlu Şükrü Paşa&#;nın Vefatı
Alman Subayların Yönettiği Askeri Kayak Kurslarının Yapılması
7 Eylül Kafkas orduları Başkomutanlığını ele almış olan grandük Nikola&#;nın Tiflise Gelişi

Şubat Yeşilzade Mehmet Salih Efendi&#;nin Bursa&#;ya Muhacir Olması
16 Şubat Erzurum&#;un Düşmesi
Ketencizâde Mehmet Rüştü&#;nün Vefatı

9 Mart Çar&#;ın Devrilmesi
12 Mart Erzurum Cephesi Rus Orduları Kumandanı Grandük Nikola&#;nın azli
5 Ekim Rusya&#;da Bolşevik ihtilal,
18 Aralık Osmanlı-Bolşevik anlaşması Rus-Türk Barışı
İhsan Coşkun&#;un Doğumu

3 Mart Antranik&#;in Erzurum&#;a gelmesi ve Ermenilerin Yeniköy ve Tazegül Katliamı, Aşkale&#;nin Kurtuluşu
Ademi Merkeziyetçi İsyanının öncülerinden, Farık Dergisi Başyazarı Serdarzade Sıtkı&#;nın İstanbul&#;da Vefatı
4 Mart Cinis ve Alaca Katliamları
Mart&#;ın İlk On Günü Ilıca Nahiyesi ile, Haydari, Sakalıkesik, Özbek, Mahanda, Tekkeköy, Dutçu, Gez, Karaz Umudum, Arzıtı Katliamları
10 Mart Erzurum Şehrine uygulanan Ermeni Jenositi
11 Mart Erzurum&#;un Kurtuluşu
12 Mart Kolordu Karargahının Erzurum&#;a Gelişi Şehrin Resmi Kurtuluşu.
24 Mayıs Münir Bey&#;in Erzurum Valiliği
7 Ekim Süleyman Necati&#;nin Erzurum&#;a Gelişi
14 Ekim Süleyman Necati&#;nin Albayrak Mektebini Faaliyete Geçirmesi
Askeri Hastahane&#;nin Yeniden Kuruluşu
Havâli-i Şarkîye Demiryolları İdaresi&#;nin Kuruluşu Dar Hat İşletmeciliği
Kasım Enver Paşa&#;nın Talimatı ile Eski ittihatçıların Erzurumda Gizli İhtislas-ı Vatan Cemiyeti&#;ni Kurmaları
2 Aralık Kurucuları arasında Erzurumlu Kadı Raif Efendinin de Bulunduğu Vilayâtı Şarkiye Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetinin İstanbul da Kuruluşu
Aralık Cevat Bey&#;in Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Kurucu Yetkisiyle İstanbul&#;dan Erzurum&#;a Gelmesi
30 Aralık İttihat Terakki Öncülerinin Yurt Dışına Çıkışları

Ocak İstanbul Hükümetinin Desteği İle Erzurum&#;da Hürriyet itilaf Partisinin Şubesi&#;nin açılması
10 Mart Erzurum Müdafa-ı Hukuk Cemiyetinin Kuruluşu
10 Mart Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Erzurum Şubesi&#;nin Kuruluşu
11 Mart Müdafaa-ı Hukuk&#;un Erzurum&#;da Birinci Kurtuluş Kutlamaları Yapması, Halkın Şehzade Abdülhalim Efendi&#;ye Ariza Sunmaları ve Yapılan Tezahurat
18 Mart Albayrak Gazetesinin İkinci döneme Neşriyatının başlaması
26 Mart Erzurum Mevkii Müstahkem Komutanı Şehzade Cemalettin Efendi&#;nin Erzurum&#;dan ayrılması
14 Nisan İngilizlerin Baskılarıyla Şark Dokuzuncu Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa&#;nın Erzurum&#;dan Ayrılması
3 Mayıs Kolordu Komutanlığına Tayin edilen Kazım Karabekir&#;in Erzurum&#;a Gelmesi
4 Mayıs Karabekir - Yarbay Rawlinson Mülakatı
17 Haziran Beş Gün Süren Vilayet Çapındaki İlk Erzurum Kongresi
23 Haziran Karabekir&#;in Miralay İsmet Bey&#;in (İnönü) Erzurum Müstahkem Mevkii Komutanlığına Tayini için Harbiye Nezaretine Başvuruda Bulunması
25 Haziran Mithat Bey&#;in Valiliği
3 Temmuz Mustafa Kemal&#;in Erzurum&#;a gelişi
Firdevsoğlu Kışlasında Erzurum&#;da Modern Sanayi Sanatkarlığının ilk Nüvesi Olan Resmi Kurum İş Ocağı&#;nın Kurulması
1 Temmuz Karabekir&#;in Sahipsiz Çocuklardan Oluşturduğu Sanayi Birliklerini Kurması
4 Temmuz Mustafa Kemal&#;in Padişah Yaveri Olarak Sultan Vahdettinin Tahta Çıkışının 2. Yıl Dönümü Kutlamalarını Erzurum&#;da Kabul Etmesi
7 Temmuz Trabzon Heyetinin Erzurum&#;da Parlak Bir Törenle Karşılanması
8 Temmuz Mustafa Kemal&#;in funduszeue.info Müfettişliğinden Dahiliye Vekaletince Azledilmesi
20 Temmuz Mustafa Kemal ve Rauf Orbay&#;ın Kongresi Delegeleri arasına Erzurum Temsilcileri Olarak Katılmaları
23 Temmuz Erzurum Kongresinin Toplanması
7 Ağustos Erzurum Kongresi Kararlarının İlan edilmesi
11 Ağustos Ahmet Reşit Paşa&#;nın Valiliği
25 Ağustos Aç, Hasta ve Çıplak Erzurum&#;a Yardım için İstanbul&#;dan yola Çıkan Hilal-i Ahmer Heyetinin Erzurum&#;a ulaşması
AĞZIAÇIK Kömür Ocağını Hürrem Bey namında bir Erzurumlu&#;nun İşletmesi
25 Eylül ABD Generali James funduszeue.infod&#;un Erzurum&#;a Gelişi Ve Karabekir Paşa Tarafından Resmi Törenlerle Karşılanışı
Ekim Yeşilzade Mehmet Salih Efendi&#;nin Bursa Müdafaa-ı Hukuk&#;unun Reisliğine Seçilmesi
Son Osmanlı Meclis-i Meb&#;usanı Seçimleri Hüseyin Avni, Celalettin Arif, Süleyman Necati, Raif Dinç&#;in istanbula gitmeleri Erzurum Mebusu Mustafa Kemal&#;in Rapor Alıp Ankara&#;da Kalması
Kasım Yeşilzade Mehmet Salih Efendi&#;nin Hem Bilecik&#;ten Hem Erzurum&#;dan Milletvekili Seçilmeleri
İstanbul Meclisi Mebusanı için seçimler yapılması Hüseyin Avni, Raif Hoca Zihni Orhun,Süleyman Necati, Celalettin Arif ve Mustafa Kemal&#;in, Erzurum Mebusu Seçilmeleri
Şeyhülislam Musa Kazım Efendi&#;nin Vefatı
31 Ocak Celalettin Arif Beyin İstanbul Meclis-i Mebusanı Başkanlığına Seçilmesi
1 Mayıs Erzurum Çocuklar Ordusunun Kuruluşu
3 Mayıs Celalettin Arif Bey&#;in Adalet Bakanı Oluşu
14 Mayıs Ebulhindili Cafer Bey Komutasındaki Yeşil Ordu Müfrezesinin Ankara Yönünde Erzurumdan Ayrılışı
Oltu Belediyesinin Kuruluşu
Asım Vasfi (Mühürdaroğlu), İsmail Naim, Mustafa Durak, Nusret Som, Ziyaattin Gözübüyük (seçildi Gitmedi)Muhtelif tarihlerde Erzurum Mebusu Seçilmeleri
23 Nisan Mustafa Kemal&#;in üzerinde bulunan Erzurum ve Ankara Mebusluğu Sıfatlarından Ankara Mebusu sıfatıyla TBMM&#;ye Katılması
24 Nisan Celalettin Arif Bey&#;in TBMM Meclis ikinci Başkanlığına Seçilmesi
1 Haziran Erzurum&#;u Başkent Yapan Büyük Ermenistan Projesinin ABD Himayesinde Gerçekleştirilmesine ait Teklifin ABD Senatosunda reddedilmesi
6. Haziran Celalettin Arif Bey&#;in Nemrut Mustafa Paşa Divanında Milli mücadeleye Katıldığı için idama Mahkum edilmesi
16 Ağustos Celalettin Arif ve Hüseyin Avni Beylerin TBMM&#;den mezunen Erzurum&#;a gelişleri ve Mustafa Kemal&#;le ihtilafları
19 Ağustos Süleyman Necati Güneri, &#;&#;Matbuat ve İstihbarat Müdüriyeti Umumiyesi&#;&#;ne Genel Müdür oldu.
31 Ağustos Ankara&#;ya Gitmek Üzere Erzurum&#;dan geçen Rus Sefaret Heyetinin Erzurum Garında Parlak bir törenle karşılanışları.
1 Eylül Baku&#;de Doğu Halkları Kongresi Erzurum Heyeti&#;nin Bakü Kurultayına Katılması
Eylül Şark Hareketinin Başlaması Sarıkamış&#;a Ordumuzun Girişi
28 EYLÜL Erzurum Müdafa-ı Hukuk Cemiyetinin Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal&#;le aralarının açılması, elli imzalı muhalif bildirinin yayınlanması
Ekim Miralay Cibranlı Halit&#;in Erzurum&#;da ’Kürdistan Bağımsızlık Komitesini&#; Kurarak ilerde Şeyh Sait Hadisesini Doğuracak Siyasi gelişmeleri Başlatması
14 Ekim Hamit Bey&#;in Valiliği
20 Ekim Erzurum Müdafa-ı Hukuk Cemiyetinin Toptan istifası
2 Aralık Türk-Ermeni Barışı Gümrü anlaşması

16 Ocak Hoca Raif Efendi Başkanlığında Muhafaza-ı Mukaddesat Cemiyetinin Kuruluşu
22 Ocak Mustafa Suphi&#;nin Erzurum&#;a Gelişi ve Protesto edilişi
24 Şubat Kazım Karabekir&#;in Albayrakçı Mithat Beyi Tevkif ettirip askeri Hapishaneye Koyması
16 Mart Kars ve Ardahan&#;ın Resmen Türk Hakimiyetinde Kalmasını Sağlayan Moskova Anlaşması
13 Mart Albayrakçı Mithat Bey&#;in İkinci Sefer Tutuklanışı
Mehmet Nafız (Dumlu) Beyin Belediye Başkanlığına seçilmesi
30 Mart Batı Cephesine Doğu Cephesinden Asker ve Cephane Sevkinin Başlaması
14 Temmuz Münir Bey&#;in Valiliği
Temmuz Cevat Bey&#;in Erzurum Lisesi Müdürlüğü
30 TEMMUZ Vali Hamit Bey&#;İn Erzurum&#;dan ayrılışı.
25 Ağustos Karabekir&#;in Sarıkamış&#;ta Haftalık Varlık Gazetesini Albayrak&#;ı kapattırmasından sonra neşre başlaması Anti Enverci Propaganda Dönemi.

Erzurum Ticaret ve Sanayii odasının Kuruluşu
18 Mayıs Sabit (Sağıroğlu) Bey&#;in Valiliği
28 Eylül Tiflis&#;te Şehit edilen Cemal Paşa&#;nın Cenazesinin Erzurum Şehitliğine Defni
Erzurum Sultanisi İsminin Erzurum Lisesine Çevrilmesi

21 Temmuz funduszeue.info İçin Genel Seçimler .Hoca Raif Efendi, Zırnıklı Mehmet Cazim efendi Hoca, Münir Hüsrev Bey, Gözübüyük Ziyaattin Efendi, Halet Bey (Sağıroğlu) Rüştü Paşa&#;nın Mebuslukları
9 Eylül Zühtü Bey&#;in (Durukan)Valiliği
10 Temmuz Özdilek Mecmuasının Neşri. Sahibi Cemal Gültekin
Merkezi Erzurum&#;da Olan Kürt ayrılıkçısı Azadi Teşkilatının illegal Kuruluşu

Guraba Hastahanesi&#;nin Numune Hastahanesi&#;ne çevrilmesi
Erzurum-Sarıkamış-Kars Demiryolları İdaresinin Kuruluşu
Türkocağı Erzurum Şubesi&#;nin Kuruluşu Oncülük eden Özdilek Mecmuası Baş Yazarı Muallim Mektebi Müdürü Cemal Gültekin
Ümmani Baba&#;nın vefatı
6 şiddetindeki Pasinler Depremi
Hasankale Depremi Mustafa Kemal ve Latife Hanım&#;ın Erzurum&#;a gelişleri
Korukçuoğlu Nafiz Bey&#;in Belediye Reisliği
İçlerinde Karabekir, Hüseyin Avni, Deli Halit, Dadaş Rüştü Paşa gibi Erzurumlu ve Erzurum ile ilgili siyasilerin bulunduğu Muhalif Cumhuriyetçi Terakkiperver Fırka&#;nın Kuruluşu
20 Aralık Emekli asker 1. dönem Erzurum mebusu İsmail Naim Bey&#;in Erzurum&#;da Vefatı

Şubat Şeyh Sait Hadisesi
15 Şubat Deli Halit Paşa&#;nın TBMM&#;de Öldürülmesi
Teşrin-i sani Onbeş dolayında Erzurumlunun asılarak yahut kurşunlanarak öldüğü Şapka Hadisesi.
İspir Hükümet Konağının yanması

Muallimler Birliği Mecmuasının Neşri Başyazar Sıtkı Dursunoğlu
13 Temmuz Erzurumlu Siyasilerin İzmir Suikastine Dahil Edilip İzmir&#;de Yargılanmaları ve Dadaş Rüştü Paşa&#;nın İdamı.
Erzurum Demiryolları Matbaasının Faaliyeti
27 22 Naafız Korumçunun (Belediye reisi) Manisa milletvekilliğine seçilmesi
Tarih: 24/5/ Sayı: Dosya: Fon Kodu:
Milli Mücadele&#;de yararlıklarda bulunan kişinin, Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Necmettin Sahir&#;in ve Erzurum, Sivas ve Balıkesir kongrelerine katılanların istiklal madalyası ile ödüllendirilmesi.
Erzurum&#;da ilk Röntgen Cihazı
İdam edilen Rüştü Paşanın yerine İzmirli Bahri Sarıtepe&#;nin seçilmesi
Tarih: 25/8/ Sayı: Dosya: Fon Kodu: Yer No:
Mustafa Kemal&#;in Erzurum ve Samsun&#;da sahip olduğu binaları CumhuriyetHalk Fırkası istifadesine sunduğu.


Tortum Belediyesinin Kuruluşu
Zakir Bey&#;in Belediye Reisliği
Üçüncü Dönem TBMM Seçimleri. Asım Vasfi, Aziz Akyürek (D:Trabzon), Ahmet Fikri Tüzer (D:Şumnu),Nafi Atıf Kansu (D:Mekke)Nazif Dumlu,Necip Asım Yazıksız (D:Kilis), Tahsin Uzer (D:Selanik)
Nüfus Sayımı Sonucu Erzurum şehir Nüfusu : 31
25 Kasım Şevket Süreyya&#;nın Dergisi Şenyayla&#;nın Çıkışı
Erzurum&#;da ilk Resmi Eczahane .. Eczacı Sadullah Bey.

Tarih: 28/3/ Sayı: Dosya: Fon Kodu: Yer No:
Boş bulunan Konya Milletvekilliği&#;ne Erzurum Valisi Zühtü&#;nün seçildiği.
19 Şubat Fevzi (Daldal) Bey&#;in Valiliği

Erzurum Rasathanesi&#;nin Kuruluşu

7 Ocak Jöntürk isyanının Elebaşı, 2. Meşrutiyet Meclisinde ()Erzurum Meb&#;usu İhtilalci Hüseyin Tosun&#;un ölümü
18 Ocak Meclis-i Mebusan Reisi, TBMM&#;nin ilk adliye vekili Siyaset ve ilim adamı Erzurumlu Celalettin Arif Bey&#;in Paris&#;te Ölümü
Doğum Evi&#;nin Kuruluşu
1. Avukat Seyfullah Topdağı&#;nın Belediye Reisliği / Belediye Meclisinde ilk kadın üyeler
18 Ekim Tarihçe-i Erzurum müellifi 1. Dönem Erzurum Mebusu Nusret (som) Efendi&#;nin Vefatı
Tarih: 3/12/ Sayı: Dosya: Fon Kodu: Yer No:
Erzurum&#;daki Sovyet Konsolosluğu&#;nun tatil edilip bu bölgedeki Sovyetlerin menfaatlerinin korunmasına Kars Konsolosluğu&#;nun memur edilmesi sebebiyle, Doğu illerinde özel rejimin uygulanmadığı.


19 Şubat Hacı İbrahim Baba&#;nın Vefatı
İlerde Ilıca aygır Deposunun nüvesini Teşkil edecek At Çiftliği&#;nin Kurulması
20 Eylül Necdet Bey&#;in Valiliği
Lalapaşa İmamı Hafız Hacı Hamit Efendi&#;nin Vefatı
TBMM 4.Dönemi için Seçimler Aziz Akyürek(D:Trabzon), Ahmet Fikri Tüzer (D:Şumnu)Nafi Atıf Kansu(D:Mekke)Nafız Dumlu, Asım Vasfi, Necip Asım Yazıksız(D:Kilis) Dr. Hakkı Şinasi (D:İstanbul)

Kız orta okulunun açılışı
Durak Bey&#;in (Sakarya) Belediye Reisliği
18 Temmuz Diyanet İşleri Reisliği&#;nin Bir Tamimle Ezan-ı Muhammedi&#;yi Yasaklaması, Türkçe Ezan Metninin Okunması
Nurettin Topçu&#;nun Fransa&#;da Sorbon&#;u Birincilikle Bitirmesi
Abdurrahim Şerif&#;in Ahlat Kitabeleri&#;ni neşri
Aşık Reyhani&#;nin Doğumu

Durak Sakarya&#;nın Belediye Reisliği

23 Şubat Erzurum Halk Evi&#;nin askeri sinemada (Doğu Sineması) verilen temsille açılışı
12 Haziran İran Şahı Rıza Pehlevi&#;nin Erzurum&#;da Karşılanışları
4 Kasım Bursa tarihini Yazan Erzurumlu Memduh Koyunoğlu&#;nun vefatı

Erzurum Silah Fabrikası Sanat mektebinin açılışı
11 Mart Erzurum Halk Evinin ilk müsameresi
20 Mart Ethem Aykut&#;un Valiliği
Salim Altuğ&#;un Belediye Reisliği
Şehir Bandosu&#;nun Halk Evince Kuruluşu
Hüseyin Avni Ulaş&#;ın Yapılacak Seçimlerde Bağımsız Erzurum Milletvekili adayı Olması
TBMM&#;nin 5.Dönemi için Mebus Seçimleri. Seçimler Aziz Akyürek(D:Trabzon), Ahmet Fikri Tüzer (D:Şumnu)Nafi Atıf Kansu(D:Mekke) Nafız Dumlu, Necip Asım Yazıksız (D:Kilis), Tahsin Uzer (D:Selanik) funduszeue.info Ali Dilemre (D:İstanbul), funduszeue.info Demirhan(D:İstanbul) Fuat Sirmen (D:İstanbul) funduszeue.info Soydemir (D:Selanik) Nakiye Elgün (İst/Selanik), Şükrü Koçak (D:Elaziz)
23 Ağustos Tahsin Uzer&#;in 3.Müfettişliğe atanması
Askeri Hastahanenin Yeni Binasına taşınıp Maraşal Çakmak Hastahanesi adını alması

18 Temmuz Beşvekil İsmet İnönü&#;nün Erzurum&#;u ilk ziyaretleri

Güzelyurt Lokantasının açılışı
18 Ekim Akşam Kız Sanat okulu&#;nun açılışı.
Cihat Baban ve Bahadır Dülger&#;in Umumi Müfetişlik Destekli Gazeteleri Doğu&#;nun Yayına Başlaması
ilk Aile Pasta Salonu (DOĞU)nun açılması
Ekim Erzurum Aydınlarından Yüzbaşı Nalbantoğlu İsmail&#;in Vefatı
Abdurrahim Şerif Bey&#;in Erzurum Tarihi&#;ni neşri
6 aralık Haşim İşcan&#;in Erzurum Valiliği ve Modern Erzurum Projesinin Başlaması

Erzurum Gazetesi&#;nin Cihat Baban yönetiminde neşriyata başlaması
1 Temmuz Aşkale ilçesi&#;nin Kuruluşu
20 Temmuz Erzurum Tren İstasyonu&#;nun Temelinin atılması
Karayazı&#;nın ilçe Oluşu
Umumi Müfettişlik Konağı&#;nın (Sonra Verem Hastahanesi) Tamamlanması

Erzurum Spor Gücü Kulübünün Silah Fabrikası bünyesinde kuruluşu
2 Mart Halk Evi Kurucu Reisi Ahmet Erverdi&#;nin Ölümü
Şevket Arı&#;nın Belediye Reisliği
Şebeke Su Tesisinin kurulması (Tazyikli su) ve İşletmeye başlanması
Tercan&#;ın Mülhakatı ile Birlikte Erzurum Vilayetinden Ayrılıp Erzuncan&#;a Bağlanması
8 Ağustos Maarif Vekili Saffet Arıkan Başta olmak Üzere Pekçok Resmi ve Gayrı Resmi Zevatın Katıldığı Doğu Kültür Kongresinin Açılışı
Erzurum-Trabzon Transit Güzergahının Erzurum-Aşkale bölümünün Makedon Şosesinin inşası
Aşkale Belediyesinin Kuruluşu
Fetullah Gülen Hocaefendi&#;nin Doğumu
Yüzbin Nüfuslu Erzurum Şehri için Şehir Mimarı J.H. Lambert&#;e Görev Verilmesi
Ilıca-Erzurum Şosesinin Trafiğe Açılması 10 dakika&#;da Ilıca Seferleri..

Dizel Santralin Kurulması, Şebeke Elektriğinin Başlaması.
20 Birinci Teşrin Trenin Erzuruma gelişi, Erzurum Halkevi&#;nin modern binasına taşınması
15 Kanun-i Evvel Cumhur reisi İsmet İnönü&#;nün Erzurum&#;u İkinci Ziyaretleri
Erzurum Şehrinin ilk İmar Planının Yapılması
Vali Konağının inşası
TBMM&#;nin 6.Dönemi İçin Mebus Seçimleri Münir Hüsrev Göle (D:Bayburt), Aziz Akyürek(D:Trabzon), Ahmet Fikri Tüzer (D:Şumnu), Nafız Dumlu, funduszeue.info Demirhan (D:İstanbul) funduszeue.info Soydemir (D:Selanik) Nakiye Elgün (İst/Selanik), Şükrü Koçak (D:Elaziz) Salim Altuğ
İlk Halk Evi Dergisi Atayolu&#;nun çıkışı
3 Aralık Tahsin Uzer&#;in İstanbul&#;da vefatı

28 Mart Burhanettin Teker&#;in Valiliği
Mesut Çankaya&#;nın Belediye Reisliği
Şair Ahmet Tevfik Ulusoy&#;un Vefatı
İl Halk Kütüphanesinin Çekirdeğini Teşkil Eden Kütüphane Çekirdeğinin Halk Evinde Teşekkülü

29 Nisan Fehmi Vural&#;ın Valiliği
2 Haziran Ezanı ve Kameti Eski Tarzda Okuyanlara Hapis ve Para Cezası Veren Kanunun Çıkarılması
21 Kasım Asım Türeli&#;nin Valiliği
30 Kanun-i Sani Cumhurreisi İsmet İnönü&#;nün Erzurum&#;u üçüncü ziyaretleri

19 Şubat 7 Kişilik Halkevi Bar ekibi&#;nin Ankara&#;ya Halkevlerinin Kuruluş kutlamalarına gönderilmesi
12 Ekim Nuri Atay&#;ın Valiliği
Eski Belediye Başkanı Zakir Bey&#;in (Gürbüz) Vefatı
21 Ekim Durak Sakarya&#;nın Bursada Vefatı
Demirspor Kulübü&#;nün Kuruluşu
Pulur Köy Enstitüsü&#;nün açılışı
Felsefe Denemecisi Ali Karaavcı&#;nın Doğumu
Erzurum Müzesinin Çifte Minareli Medrese içinde açılışı

3 Ocak Hoca Maksut Efendi&#;nin Vefatı
28 Şubat Mebus seçimleri dolayısıyla Halk Evinde CHP ve Vilayet idare Heyeti tarafından ikinci seçmenlere ziyafet verilmesi
Erkek Sanat ve Makine Teknisyen okulunun açılması.
20 Eylül Cumhurreisi İsmet İnönü&#;nün Erzurum&#;u dördüncü ziyaretleri
21 Eylül Erzurum&#;da Halk Evi öncülüğünde Halk Gecelerinin yapılmaya başlanması
29 Eylül Cumhurreisi İsmet İnönü&#;nün Halkevinden tevcihli hoparlörlerle Erzurum Halkına seslenişleri
TBMM&#;nin 7.Dönemi İçin Genel Seçimler Münir Hüsrev Göle (D:Bayburt), Aziz Akyürek(D:Trabzon), Nafız Dumlu, funduszeue.info Demirhan (D:İstanbul) Raif Dinç, funduszeue.info Soydemir (D:Selanik) Nakiye Elgün (İst/Selanik), Şükrü Koçak (D:Elaziz) Salim Altuğ
20 Ekim Haluk Nihat Pepeyi&#;nin Valiliği
PTT Bölge Baş müdürlüğü&#;nün Kuruluşu
Narmanlı Hoca Abdulgani Zikri Efendinin Vefatı

5 Şubat Erzurum Çocuk Yuvasının Açılışı
19 Şubat Halk Evi Dergisi Yayla (Sonradan Erzurum)nın Naşriyata Başlaması
1 Mart Süleyman Necati&#;nin istanbul&#;da Vefatı
3 Mart Erzurum&#;un ilk Fabrikatörlerinden Ayaklı Kütüphane Namı ile Maruf Abdurrahim Efendinin Ölümü
26 Mart Kolağası Halifelerinden Tazegül&#;lü Şeyh Ahmet Fevzi Efendi&#;nin Vefatı
Bölge Ambarlar Şefliği&#;nin (sonraki TMO) Kuruluşu
Abdurrahim Şerif Bey&#;in Eskişehir&#;de Vefatı
Bar Şiirinin şairi Sadettin Akatay&#;ın Vefatı
Meydan Müdürlüğünün Açılması, Uçakla Yolcu taşımacılığının başlaması
Yardım Sevenler Derneği&#;nin Kuruluşu
Karayazı Belediyesinin Kuruluşu

Mart Kazım Yurdalan&#;ın Belediye Reisliği
Dağcılık Kulübü&#;nün Kuruluşu
5 Aralık Cemal Dinç&#;in Valiliği
Temmuz Hüseyin Avni Ulaş&#;ın Nuri Demirağ&#;la Milli Kalkınma Partisini Kurması

Bölge Çalışma Müdürlüğü&#;nün Kuruluşu
Hınıs-Varto Depremi
Şenkaya&#;nın ilçe oluşu, Belediye&#;nin kurulması
Genel Seçimleri (8.Dönem) Münir Hüsrev Göle (D:Bayburt), Nafız Dumlu, Raif Dinç, Şükrü Koçak (D:Elaziz) Salim Altuğ, Cevat Dursunoğlu, Şakir ibrahimhakkıoğlu (H), Mesut Çankaya(H), Kemalettin Kâmi (6 ve 7. Dönem Rize), Eyüp Sabri Akgül (D:Ohri), funduszeue.info Kocagüney
7 Ağustos Kındığılı Vehbi Hoca&#;nın (Vehbi Efe) Vefatı
Erzurum&#;da Modern Tıp Hizmetlerinin Resmi Kurucu ve Yürütücüsü Dr.Şerif Soylu&#;nun Vefatı
Erzurum Ticaret Borsasının Kuruluşu
Cevat Dursunoğlu “Milli Mücadele&#;de Erzurum&#;u Yayınlaması
Tekman&#;ın ilçe oluşu ve Belediyenin Kurulması

2.Dönem Erzurum Milletvekili Halet Bey&#;in Vefatı
27 4 Erzurum Verem Savaş Derneğinin Kuruluşu
Erzurumda ilk Orman Teşkilatı Olarak Orman Bölge Şefliği&#;nin Kuruluşu
Palandöken Kulübünün Kuruluşu
TMO Bölge Müdürlüğü&#;nün Kuruluşu
23 Kasım Faruk Kaleli&#;nin Vefatı

23 Şubat Hüseyin Avni Ulaş&#;ın İstanbul&#;da Vefatı
Şubat “Hamle Mecmuası”nın neşriyata başlaması
12 Mart Kulübünün Kuruluşu
Verem Savaş Derneği&#;nin Kuruluşu

Hava Meydanı alt yapısının genişletilip hangarlar ve kontrol kulesi yapılması
Dadaşların ilk defa Yurt Dışı&#;na çıkmaları: Venedik Festivali.
Doğum Evinin Lalapaşa Karşısındaki Modern Binasına taşınması
Erzurum Et Kombinasının Temellerinin atılması
3 Ekim Raif Dinç&#;in Ankara&#;da Vefatı

6Ocak Hoca Rasim Efendinin (Erverdi) Vefatı
CHP&#;nin seçim propagandası için kurduğu Yeni Erzurum Gazetesi&#;nin Neşriyata Başlaması
10 Mayıs Verem Hastahanesi&#;nin Faaliyete başlaması
14 Mayıs Genel Seçimler. Erzurum Vilayeti Sonucu DP: % CHP:% DP&#;den Blok Halinde Seçilen Mebuslar: Said Başak (D:İstanbul), Rıfkı Salim Burçak (A), funduszeue.info Çobanoğlu (D:Bolu) Bahadır Dülger (D:İstanbul),Sabri Erduman (Ö), funduszeue.info Karan (D:İstanbul)Emrullah Nutku (D:İstanbul) Rıza Topçuoğlu (Med), Memiş Yazıcı (H)( Dönem Ordu), Mustafa Zeren (H)
D.P Yayın Organı Demokrat Erzurum&#;un Çıkması
3 Temmuz Stadyumu&#;nun Açılışı
28 Temmuz Nihat Şenman&#;ın Valiliği
Eylül Mahalli Seçimlerde Belediye Reis ve Azalarının büyük bölümünü DP&#;nin kazanması
Şevket Arı&#;nın Belediye Reisi Olması
Eylül İş bankasının yeni binasına taşınması
Hasankale&#;de İlk Gazete:Pasinler Sahibi İsmet Gümüş
12 Aralık Hükümetin Kore&#;ye Asker Gönderme Kararı

9 Mart Rıfkı Salim Burçak funduszeue.infoes Hükümetinde Gümrük ve Tekel Bakanı
TMO Erzurum Teşkilatının açılışı.
Celal Bayar ve Adnan Menderes&#;in Erzurum&#;a ilk Gelişleri
Demokrat Doğu&#;nun Neşri. Hüseyin Durak, sonra Sadrettin Müftüoğlu
Oltu&#;da İlk Gazete: Oltu Sahibi Cemil Kömürcü
Halkevinin Kapatılıp binanın hazineye devredilmesi
Hüseyin Durak&#;ın Demokrat Doğu&#;yu neşre başlaması
28 Temmuz Cemal Göktan&#;ın Valiliği
Ziraat Bankasının bu günkü yerinde yapılan Yeni binasına taşınması

Hasankale&#;de şiddetinde deprem 92 Ölü
Hemşire ve Ebe okulunun açılışı
Tabur imamı Hasan Efendi (Uludağ)ın Vefatı
Şenkaya Gazetesi&#;nin Neşri Sahibi Hüseyin Köycü
Karagücü&#;nün Kuruluşu
Nuri Erdur&#;un Hakimiyet Gazetesini neşre başlaması
Horasan Belediyesinin kuruluşu
23 aralık funduszeue.info&#;de Oltu Mebusu Rüstem Hamşioğlu&#;nun Oltu&#;da Vefatı.

Kaloriferli, banyolu. Sıcak sulu, her odası telefonlu ilk otelin (Temelli Palas) açılışı
Hayvan Hastahanesi&#;nin Kuruluşu
6 Nisan Tivnikli Faruk Hoca&#;nın Vefatı
9 Nisan Rıfkı Salim Burçak&#;ın Milli eğitim Bakanlığı
Aşkale Postası Sahibi Hilmi Evliyaoğlu
Tabip Odasının Kuruluşu
Et Kombinası&#;nın işletmeye açılması
Haziran Belediye Reisi Şevket Arı&#;nın azledilip yerine Dt.Lütfü Yalım&#;ın seçilmesi
Emlak Kredi Bankasının açılması
İmam Hatip Okulu&#;nun açılması
Erzurum Gazeteciler Cemiyetinin Kuruluşu
Kazım Yurtalan&#;ın Aşkale Kükürtlü Kömür Madenlerini İşletmeye Başlaması
Halk Bankası&#;nın açılması

10 Mart Doğuda Üniversite Kurulmasına ve Kurulacak Üniversiteye Atatürk adının Verilmesini Dair Sayılı Kanunun Çıkması
2 Mayıs Genel Seçimler. Erzurum İl Sonucu: DP % 59 CHP % 26 Millet Partisi % 15 Blok Halinde Seçilen Dp Milletvekilleri : Rıfkı Salim Burçak, Bahadır Dülger (D:İstanbul), Sabri Erduman, Rıza Topçuoğlu, İshak Avni Akdağ (Harput), Zeki Çavuşoğlu (H), Şevki Erker (M), Abdulkadir Eryurt (H), Hamit Şevket İnce (D:Midilli), Hasan Numanoğlu (T), Cemal Önder, Esat Tuncel (M)
Narman&#;ın yeniden ilçe oluşu Belediyenin Kuruluşu
Erzurum Eski Mebusu Bursa Müdafa-ı Hukuk Reisi, Hoca Müellif Yeşilzâde Mehmet Salih Efendi&#;nin istanbulda Vefatı
13 Temmuz Hilmi incesulu&#;nun Valiliği
Horasan&#;ın ilçe Oluşu
Çat ilçesi&#;nin ve Belediyenin Kuruluşu
Halk oyunları Halk Türküleri Derneği&#;nin Kuruluşu
22 Eylül Erzurum Şeker Fabrikasının Temellerinin atılışı
Aralık Celal Bayar&#;ın Erzurum&#;u Ziyareti. Rıfkı Salim Burçak ve Rıza Topçuoğlu&#;nun Evlerinde Erzurum Yemekleri İkramı

Uzundere Belediyesinin kuruluşu
Dr. Edip Somunoğlu&#;nun Belediye Reisliği
12 Mart Atütürk Üniversitesinin erzurumda kurulmasına karar verilmesinin kurtuluş törenleri sırasında vali Hilmi İncesulu tarafından açıklanması
Anadolu Ajansı Bölge Müdürlüğü&#;nün Kuruluşu
Erzurum&#;un En uzun Soluklu Gazetesi Hürsöz&#;ün Çıkışı Sahibi Ahmet Polat
25 Nisan Niyazi Akı&#;nın Valiliği
25 Ağustos 2.,6.,7.,8., Dönem Erzurum Milletvekili Eski İçişleri Bakanlarından Münir Hüsrev Göle&#;nin Ankara&#;da Vefatı
Sarıkamış&#;ta Faaliyette olan orman Baş Müdürlüğü&#;nün Erzurum&#;a Taşınması
Çamlıkaya Belediyesinin Kuruluşu

Muhammet Lütfü Efe&#;nin (Alvar İmamı)Vefatı
Maarifçi, Özdilek Dergisi Kurucusu Cemal Gültekin&#;in İstanbul&#;da Vefatı
2 Temmuz Milletin Sesi Sahibi Bilahere Kemal Alyanak
30 Eylül Erzurum Şeker Fabrikasının Üretime Başlaması
Karayolları Bölge Müdürlüğü&#;nün Kuruluşu
Pazaryolu Belediyesinin Kuruluşu

Aziziye Kulübünün Kuruluşu
11 Mart Doğu Ekspres Gazetesinin Neşri Şinasi Ünal
25 Nisan Nurettin Aynuksa&#;nın Valiliği
31 Mayıs Türk-Amerikan Karma Komitesinin Hazırladığı Yasa Tasarısının Sayılı Kanun Haline Getirilmesi ile Atatürk Üniversitesi Kanunu&#;nun çıkması
Yolspor Kulübünün Kuruluşu
23 Temmuz Atatürk üniversitesinin temellerinin atılma merasimi
12 Ekim Menderes&#;in Seçim Kampanyasını Erzurum&#;da Başlatması
27 Ekim Genel Seçimler Erzurum İl Sonucu DP: CHP Millet Partisi H.P
Blok Halinde Seçilen DP Milletvekilleri : Rıfkı Salim Burçak,Sabri Erduman, Rıza Topçuoğlu, Mustafa Zeren (H) (Dönem Amasya), Şevki Erker, Abdulkadir Eryurt, Hasan Numanoğlu, Osman Alihocagil (H), Mehmet Eyüboğlu (Ö), Melih Fırat, Sait Kantarel (M) !0.Dönem Kastamonu, Münip Özer, Fethullah Taşkesenlioğlu

Kombinaspor Kulübünün kuruluşu
Sığırlarda Sun&#;i Tohumlama çalışmalarına Erzurum Merkez Köylerinde Başlanması
Atlıspor kulübü&#;nün Kuruluşu

Hüseyin Köycü&#;nün Vefatı
21 Mart Avukat Veli İbrahimhakkıoğlu&#;nun İstanbul&#;da vefatı
Erzurum&#;da ilk Mizah Gazetesi Saksağan Necati Dağıstanlı Hikmet Barlıoğlu
17 Kasım Atatürk Üniversitesin&#;de öğrenci 4 Öğretim Üyesi 23 asistan ile öğretime Başlanması. İlk Fakülteler Ziraat ve Fen Edebiyat.
Avukat, Şair, Müellif Sarıgümrükçülerden Celalettin Feyyazi Bey&#;in Vefatı
3 Temmuz Kulübünün kuruluşu
Pasinler Futbol Kulübü&#;nün kuruluşu
Toprak-Su Başmühendisliği&#;nin Kurulması
Ilıca Belediyesinin Kuruluşu
Olur Belediyesinin Kuruluşu

funduszeue.info Tarih Yolunda Erzurum Dergisinin Neşriyata Başlaması
Doğu Spor Kulübü&#;nün kuruluşu
Halk Oyunları Derneği Dergisi Yakutiye&#;nin Neşri
10 Temmuz Baro Reisi Avukat Süreyya Şarman%ın intiharen Ölümü
İlk Kapalı Spor salonunun açılışı.

Tortum Hidro-Elektrik Santralinin Hizmete Girmesi
27 Mayıs Cemal Gürsel&#;in Askeri Darbe&#;nin Başına Getirilmesi
28 Mayıs Lami Vuraler&#;in Valiliği (Kurm. Alb.)
15 Haziran Ömer Nasuhi Bilmen&#;in Diyanet Reisliğine Getirilişi
20 Haziran Kamran Çuhruk&#;un Valiliği
funduszeue.info Müftü Solakzâde Sadık Efendi&#;nin Vefatı
Zirai Mücadele ve Karantina Bölge Reisliği&#;nin Kurulması
Aralık Erzurum Radyosu&#;nun neşriyata başlaması


23 Şubat Fahrettin Akkutlu&#;nun Valiliği
20 Temmuz Eski Belediye Başkanı, Mebus Korukçuoglu Nafız Bey (Dumlu)in Ankara&#;da Vefatı
12 Dönem Genel Seçimleri Cevat Dursunoğlu (Ö), Gıyasettin Karaca (H), Adnan Şenyurt (H), Turan Bilgin (G), Ertugrul Akça, Nihat Diler (H), (A), Cevat önder (H), Tahsin Telli (H), Şerafettin Konuray
Cumhuriyet Senatosu Üyeleri: Mustafa Rahmi Sanalan, Nurettih Aynuksa Nihat Pasinli
Cemal Gürselin Cumhurbaşkanlığı&#;na Seçilmesi
14 Ekim İlim Ocağı&#;nın Kurucusu, siyaset ve Kültür adamı Pire Necati&#;nin İstanbul&#;da vefatı
7 Kasım Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsü&#;nün Eğitime başlaması
Erzurum Sağlık Koleji&#;nin Açılışı

Mart Kızılay Kan Merkezi&#;nin faaliyete başlaması
Temmuz Atatürk Üniversitesi&#;nin ilk mezunlarını vermesi
Toprak-Su Baş Mühendisliği&#;nin Bölge Müdürlüğü Haline getirilmesi
13 Aralık Kazım Yurtalan&#;ın İstanbul&#;da Vefatı

Güzel Sanatlar Galerisi&#;nin açılışı
A.Ü.Tıp Fakültesi ve iktisadi idari Bilimler Fakültelerinin Kuruluşu
26 Ekim Hüseyin Meydanoğlu&#;nun Valiliği
Bestekar Haydar Telhüner&#;in İntiharen Vefatı

11 Ocak Şapka Hadisesinde sorgusuz, muhakemesiz 15 Erzurumluyu Ölüme Gönderen dönemin bir numaralı İdarecisi Vali Zühtü Durukan&#;ın ölümü
Oltu 25 Mart Kulübünün Kuruluşu
Kazım Karabekir Eğitim Enbtitüsü&#;nün (Sonra Eğitim Fakültesi) Kuruluşu
1 Mart Öğrenci Yurtlarının Kurulan Kredi Yurtlar Bölge Müdürlüğüne Devri.
Yeni Senatörler. Edip Somunoğlu (T) Saığlık Bakanı Sakıp Hatunoğlu (M) iki dönem, Osman Alihocağil.
7 Temmuz Enver Saatçıgil&#;in Valiliği
26 Eylül Ali Akseven&#;in Valiliği
Ilıca idmanocağı&#;nın kuruluşu
Hilmi Nalbantoğlu&#;nun Belediye Başkanlığına Seçilmesi

Kayak Kulübünün Kuruluşu
1 Mart Karaçoban Belediyesinin kuruluşu
Genel Seçimleri Turhan Bilgin (G)Devlet Bakanı, Nihat Diler, Gıyasettin karaca, Cevat Önder, Adnan Şenyurt, İsmail Hakkı Yıldırım, Nihat Pasinli, Sebahattin Aras (Devlet Bakanı), Ahmet Mustafaoğlu (H), Necati Güven (H),
Erzurum&#;da Orta Sol Günlük Gazete: Devrim Sahibi Dündar özden
23 Temmuz Havuzbaşı Atatürk ve Erzurum Kongresi Anıtı&#;nın açılışı

11 Ocak İhmal imamı Hacı Muhammet Çelik&#;in Vefatı
26 Ocak Ali Akarsu&#;nun Valiliği
Dadaş Albay İhsan Yavuzer&#;in İstanbul&#;da Vefatı
11 Nisan Erzurum Tıp Fakültesi&#;nin Eğitime Başlaması
YSE Bölge Müdürlüğü&#;nün Kuruluşu
Varto Depremi. büyüklük. Can kaybı ölü
14 Eylül Cemal Gürsel&#;in Ölümü
Nato Hava alanı&#;nın Sivil Trafik&#;e Açılması, Büyük Yolcu Uçakları ile Tarifeli Seferlerinin Başlaması

Arkeoloji Müzesinin Yeni Yaptırılan Bugünkü binasına Taşınması
Nihat Kabanlı&#;nın Güreşte Avrupa Şampiyonu Olması

17 Ocak Mustafa Uygur&#;un Valilliği
Aralık Sosyal sigortalar Hastahanesinin açılışı
Erzurumspor&#;un kuruluşu
Veteriner Bölge Laboratuarının Kuruluşu
7 Ağustos 1., 3.,4. Dönem Erzurum Milletvekili Eski Teşkilat-ı Mahsusacı Asım Vasfi Mühürdaroğlu&#;nun Vefatı
Selahattin Ozan&#;ın Belediye Başkanı Seçilmesi
Müftü Sakıp Danışman&#;ın Vefatı

Dumlu Belediyesinin kuruluşu
23 Temmuz Doğu Fuarı&#;nın açılışı
30 Kasım Yüksek İslam Enstitüsü&#;nün (Sonra ilahiyat Fakültesi) Açılması
Palandöken Telesiyejinin Faaliyete geçişi
Aşkale 3 Mart Kulübü&#;nün Kuruluşu
15 Dönem Milletvekili seçimleri Turan Bilgin, Gıyasettin Karaca,Sabahattin Aras, Cevat Önder Rasim Cinisli, Rıfkı Danışman (İ)(Kültür/Ulaştırma), Selçuk Erverdi (Adalet), Naci Gaciroğlu (H), Fethullah Taşkesenlioğlu
Sanayii Sitesinin Temellerinin atılması
Erzurumspor&#;un funduszeue.info Liginde Maçlara Başlaması

11 Ocak Cevat Dursunoğlu Ankara&#;da Vefat Etti
16 Ocak Necmettin Karaduman&#;ın Valiliği
Aralık Atatürk Üniversitesinden ilk Tıp Doktorlarının mezun oluşu
Erzurum Şehir Planının Revize edilmesi
Cemal Gürsel Stadı ve Kapalı Spor Salonunun Temellerinin atılması
Kandilli Belediyesinin Kuruluşu

Mart A.Ü.Dişçilik Fakültesinin Kuruluşu
Mayıs Sağır-Dilsiz ve Körler Okulunun açılışı
13 Eylül Aşkale Çimento Fabrikasının Deneme üretimine Başlaması
13 Ekim Ömer Nasuhi Bilmen&#;in Vefatı
Rıfkı Danışman&#;ın ulaştırma Bakanı olması
Doğu Anadolu Bölge Zirai araştırma Enstütüsü&#;nün Kuruluşu

Bardızlı Aşık Nihani Baba&#;nın Vefatı
Köprüköy Belediyesinin Kuruluşu
Köy Kooperatifleri Bölge Müdürlüğü&#;nün Kuruluşu

19 Mayıs Cemal Gürsel stadyomunun açılışı
Erzurumsporun 2.Türkiye Ligine Terfi etmesi
funduszeue.info Cimilli&#;nin Vefatı
14 Ekim 15 Dönem Milletvekili Seçimleri Rıfkı Danışman, Gıyasettin Karaca, Selçuk Erverdi, Hakkı Yıldırım, Korkut Özal(Malatya)Tarım/ İçişleri, Yahya Akdağ, Zekai Yaylalı (T), Mehmet Fuat Fırat, Rasim Cinisli , Senatörler Hilmi Nalbantoğlu, Lütfü Doğan(Gümüşhane), Sakıp Hatunoğlu
26 Ekim İlk Televizyon Yayınının Başlaması (Paket Yayın)
Orhan Şerifsoy&#;un (CHP)Belediye Başkanlığı

Organize Sanayi Sitesinin Temellerinin atılması
Sanatçı Seyfettin Sığmaz&#;ın Vefatı
Erzurumsporun funduszeue.info Düşmesi

Edebiyat Öğretmeni, Şair Erzurum Halkevi Başkanı Sıtkı Dursunoğlu&#;nun Vefatı
Temmuz Nurettin Topçu&#;nun İstanbul&#;da Vefatı

A.Ü.Mühendislik Fakültesi&#;nin Kuruluşu

Nihat Kitapçı&#;nın (A.P) Belediye Başkanlığı
Dönem milletvekili Seçimi Rıfkı Danışman, Çetin Bozkurt (H), Osman Demirci, Nevzat Köseoğlu (H), Zekai Yaylalı (T) Gıyasettin Karaca, Selçuk Erverdi, Korkut Özal
Şair Rıza Ümit&#;in Vefatı

Eski Genelkurmay Başkanı Hemşehrimiz Memduh Tağmaç&#;ın Ankara&#;da Vefatı

Erzurumspor&#;un Yeniden İkinci futbol Ligine Terfi Etmesi
Doğu Anadolu Gazeteciler Cemiyetinin Kurulması
Senato Seçimleri Selahattin Deniz (H), Naci Gaciroğlu

Erzurum&#;dan Yurtdışına Seslenen İlk Dergi Kardeş Edebiyatlar. İbrahim Bozyel, Yavuz Akpınar

Şair İlhami Çiçek&#;in 29 Yaşında İntiharen Vefatı
3 Ekim Narman-Horasan-Karaurgan üçgeninde Yurttaşın öldüğü Deprem
6 Kasım Dönem Genel Seçimleri Togay Gemalmaz, ilhami Aras, Ebubekir Akay , Sebahattin Eryurt (H), Rıfkı Yaylalı (M), Hilmi Nalbantoğlu(M), Sabahattin Aras (Devlet Bak.)
Reşit Karabacak&#;ın Güreşte Avrupa Şampiyonu Olması

Necati Güllülü&#;nün (ANAP) Belediye Başkanlığı
3 Atatürk Evi Müzesinin Açılışı

Erzurum Kültür Merkezi Binasının Hizmete girmesi
15 Haziran Birinci Dönem TBMM&#;de Oltu Mebusu Yasin Haşimoğlu&#;nun Vefatı
Cirit Oyun alanı&#;nın Hizmete Girmesi
Hürsöz Başyazarı Ahmet Polat&#;ın Vefatı

Dönem Genel Seçimler
Togay Gemalmaz (Enerji) Nihat Kitapçı (Devlet ve Sağlık), Mehmet Kahraman (H) İsmail Köse (H), Rıza Şimşek, Rıfkı Yaylalı, Sebahattin Aras
Yarı Olimpik Kapalı Yüzme Havuzunun Hizmete Girmesi

Halk irfanının Temsilcilerinden Gömlekçi Hatem Usta&#;nın Vefatı

Ünlü Barcı İhsan Ertugay&#;ın İstanbul&#;da Vefatı

Mehmet Ali Ünal&#;ın (A.P.) Belediye Başkanlığı
Mina&#;nın Neşri Sahıbı M.Kıldıroğlu
Halk irfanının Temsilcilerinden Boyacı İsmail Usta&#;nın Vefatı
Fahri Güçlü&#;nün Vefatı

19 Haziran Dr. Tayyip Cinisli&#;nin Vefatı
İbrahim Hakkı Hazretlerinin Torunlarından şair, hattat , Ehl-i Dil Hakkı İbrahimhakkıoğlu&#;nun Vefatı
Çöğenderli Hacı Salih Efendi&#;nin Vefatı

Karçiçeği edebiyat Dergisi&#;nin Neşri Sahibi İlhami Ünal
DPT&#;ce Erzurum-Palandöken Kış Sporları ve Turizm Master Planının Hazırlanması
Güzel Sanatlar Fakültesi&#;nin Kuruluşu
Dönem Genel Seçimleri Lütfi Esengün (H), Şinasi Yavuz , Rıza Müftuoğlu(İ), Oktay Öztürk (H), İsmail Köse, Melih Fırat, Abdulilah Fırat
Haftalık Erzurum Gazetesini Neşri Sahibi Selahattin Şener
12 Şubat Erzurum&#;da ilk Özel Radyo&#;nun Yayına Başlaması Ritm Fm Sahibi Mesut Gülrenk
Dünya Rafting Şampiyonası&#;nın Çoruh Nehrinde Yapılması
3 Kasım Kanal 25&#;in Yayına Başlaması

Aşık Ali Rahmani&#;nin PKK Militanları Tarafından Yolcu Otobüsünde Şehit edilmesi

1 Eylül Doğu Tv&#;nin Yayına Başlaması Sahibi İrfan Alyanak
Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi&#;nin Eğitime Başlaması
Erzurum Askeri Hava alanının Uluslar arası Sivil Hava Trafiğine açılması
25 Ekim
Erzurum&#;un Çat ilçesine bağlı Yavi beldesine baskın düzenleyen PKK&#;lı teröristlerin, evlerinden silah zoruyla aldıkları vatandaşları bir kahvehaneye toplayarak PKK lehinde propaganda yaptıkları, daha sonra otomatik silahlarla taradıkları öğrenildi. Saldırıda, aralarında çocuk, kadın ve yaşlıların da bulunduğu 35 kişi öldü, 50 kadar kişi de yaralandı. Teröristler, evleri de ateşe verdikten sonra kaçtılar.
30 Ekim
Erzurum&#;un Pasinler ilçesine bağlı Çiçekli köyü, kalabalık bir grup PKK&#;lı tarafından basıldı. Saldırıda ilk belirlemelere göre, 6 kişi öldü, 5&#;i ağır 13 kişi de yaralandı.

16 Mayıs Haftalık Palandöken Gazetesi&#;nin Neşri Sahibi Bekir Okur
SÜREYYA ŞEHİDOĞLU&#;NUN VEFATI -ANKARA
Prof. Dr. Ersan Gemalmaz&#;ın (R.P.) Büyükşehir, Muhittin Aksak&#;ın Yakutiye, Ensar Coşkun&#;un Dadaşkent, Sıddık Polat&#;ın Yenişehir, Selahattin Parlak&#;ın funduszeue.infokir Belediye Başkanlıkları
29 Ekim Yakutiye Medresesi Türk-İslam Eserleri ve Etnografya Müzesi&#;nin açılışı
Erzurumda Bilgisayarlı, Ofset Baskılı İlk Matbaa Mega Ofset

Nisan Erzurum Su ve Kanalizasyon İdaresi (ESKİ)Genel Müdürlüğü&#;nün Kuruluşu
Serbest Bölgenin açılışı
Dönem Milletvekili Seçimleri , Lütfi Esengün, Aslan Polat, Şinasi Yavuz, Ömer Özyılmaz (A), Abdulilah Fırat, İsmail Köse, Zeki Ertugay (A), Necati Güllülü (İ)
4 Aralık Çeşitli Felsefi Denemeleri olan Ali Karaavcı&#;nın Vefatı

İlk Özel Akademik Yayın Dergisi Akademik Araştırmalar Muharrem Azmak
Gazeteci Selahattin Daloğlu&#;nun İstanbuldaki Evinde Faili Mechul Bir Cinayete Kurban Gitmesi

7 Ekim Atatürk Bilim ve Gençlik Anıtı&#;nın Üniversite Kampüsü içinde Açılışı
12 Mart Erzurum Öğretmenevi&#;nin Faaliyete Başlaması

Erzurumspor&#;un Birinci Türkiye Ligine Yükselmesi
Eylül Eczacılık Fakültesinin Eğitime Başlaması

18 Nisan Dönem milletvekili Seçimleri Lütfi Esengün, Aslan Polat,Fahrettin Kukaracı, İsmail Köse, Mücahit Himoğlu, Cezmi Polat, Ayvaz Gökdemir, Zeki Ertugay,
Mahmut Uykusuz&#;un (MHP) Büyükşehir, Üstün Gülakar&#;ın Yakutiye, Ahmet Coşkun&#;un Dadaşkent, Sıddık Polat&#;ın Yenişehir, Selahattin Parlak&#;ın funduszeue.infokir Belediye Başkanlıkları Belediye Başkanlığı
Eylül İletişim Fakültesinin Eğitime Başlaması
Gazeteci Cihat Güngör&#;ün Vefatı
Ekim Naim Gölleroğlu Hoca&#;nın Vefatı.

Eylül Veteriner Fakültesi&#;nin Eğitime Başlaması
Eylül Atatürk üniversitesinde öğrenci Sayısının Otuz beş bini Öğretim Elemanı sayısının &#;ü, Fakülte Sayısının On beşi aşması
Ağustos Hasan ali Kasır&#;ın bir trafik kazası sonucu Mersin&#;de vefatı

Mustafa Çetin Baydar- 19/11/ - -

Naim Hoca''ya Allah rahmet eylesin ama, vefatı haberini duyduğum anda içim bir hoş oldu desem yeridir. Sanki Nasreddin Hoca mı ölmüştü, neydi böyle?

O anda, "Naim Hoca ölmüş, duydun mu?", diyen dostun yüzüne dikkatle bakıyorum. Bu yüzden, ölümün ezginliğini ve yanıp kavrulan bir ruhun târümâr oluşlarını, daha aramaya kalkışırken birşey oluyor. Naim Hocaya âit bir "nükte", kinâyeli bir söz veya ona mahsûs bir davranış biçimi kendiliğinden araya giriyor ve inanır mısınız, ölüm hislerinin yerini hafiften bir tebessüm kaplamaya başlıyor. Ama gene de biz diyelim: Allah rahmet eylesin ve ne tür taksiratı varsa affetsin!..

Erzurum''luların bildiği gibi, Naim Hoca, eski ilimleri tahsil etmiş birisi değildi. Fakat yıllarca imamlık yapmış, Erzurum''daki Zeynel Camii''nde, ikindi sularında takipçisi kalabalık vaazlar vermiş. Nükteli, kinayeli bir vaaz uslûbu!.. Anlatacağı şeyleri didaktik havadan kurtarmasını ve onları ince bir hikâye dizgesinde toplamayı gayet iyi biliyor. Ses tonunu yerine göre celâllendiriyor, yerine göre de İslâmın şefkatini, huzurundaki cemaatin üstüne bir yorgan gibi geriyor. Bu vaazlar bazan bir tiradı andırıyor, bazan da hiç beklenmeyen bir anda kubbelere sığmayan kahkaha tufanlarına dönüşüyor. Bugünkü kuru, soğuk ve sathî cami dili ve uslûbunun büsbütün dışında bir tavır.

Anlayacağınız Naim Hoca''da biraz tulûat vardı.

Vaaz ve sohbetini hafif bir "tahkiye"ye dökmesini bilen Naim Hoca''nın bu tarafı kuşkusuz Erzurum''luluğundan ileri gelmelidir.

Bilginin ve kültürün okuyarak değil dinleyerek iktisâb edildiği bir dünyaya götürüyor bütün bunlar bizi. Romanı Aşık Garip, Emrah ile Selvi, Hz. Ali Cenkleri, Dede Korkut ve muhtelif halk masallarından ibaret bir âlem!.. Böyle bir atmosferde yetişen Naim Hoca, eski hikâye anlatıcılarından edindiği refleksleri, nükteleri, dikkat tazeleme tekniklerini kuşkusuz iyi biliyor, iyi kullanıyordu.

N. Hoca: İnzivâdan Evc-i Bâlâya

Hey Naim Hoca!..

Yıllar varki arkandaki Zeynel Camii cemaati, önünde seni coşku ile dinleyen bu vaaz kalabalıkları herhalde sana yetmiyor olmalıydı. Açılmak, kalabalıklara karışmak, daha büyük kalabalıkların önüne düşmek!.. İftarlarda, şehrin bürokrasisi ile aynı sofralarda yemek, gelen giden siyasetçilerin ilgisini çekmek!.. Erzurum üniversitesinden nice profesörleri ya bir masa etrafında toplamak, ya da bir konferans düzeninde onlara saatlerce hitap etmek!..

Hayret!.. İşte herkes, Zeynel Camii''ndeki eski cemaati gibi, Naim Hoca''yı büyük bir hazla dinlemiyor mu? Kimisi onun sözlerindeki bir ince nükteye, kimisi de yüksek bir hayat tecrübesinden beslenen hikmete teslim olmuş, Naim Hoca''yı dinliyor. Boru değil; insanı çekip çeviren, cezbeden bir sohbet bu!.. Çünkü o anda Naim Hoca konuşuyor!.. Ve çevreden gelip geçenler ya onun bir mimiğine, ya ellerini kollarını ustaca kullanarak, daha bir vurgulu hale getirdiği nüktelerine takılıp kalmıyor mu? Anlayacağınız, Naim Hoca''nın bulunduğu her meclis, giderek daha bir kalabalıklaşıyor. Yani Naim Hoca, çenesiyle birlikte hareket eden gür uzun sakalı ve siperliği bulunmayan takkesi ile, her geçen gün, daha bir kamuoyu adamı seviyesine yükseliyordu.

Nihayet onu bir gün, şimdiki Diyanet İşleri Başkanı Ankara''ya taşımasın mı? ''den sonra olmalı; Ankara''daki önemli bazı cenaze namazlarında, bazı dinî-siyasî toplantılarda da Naim Hoca''yı görür hale geldik. Ya Diyanet İşleri Başkanının, ya da Çiller''in hemen yanı başında, yani protokolde yeri hazırdı. Bu hal bana, eskiden sayın Demirel''in daraldığı zamanlarda ya İsmail Dümbüllü''yü, ya da Osman Bölükbaşı''yı yanıbaşına aldırmasını hatırlatmıyor değil.

Müzeler yanıyor, ciltler devriliyor

Velhasıl Naim Hoca, kendi sözündeki gücün farkındaydı. Zaten kendisi de iyi anlatmanın, sözlü hikâye nakletmenin, yerine göre ciddi bir muharrirlik muâmelesi gördüğü zamanlardan yâdigar birisiydi. İşte, iki gün önce vefat etmiş olsa bile; nihayetinde ''nci asırlardan günümüze taşınmış bir geçmiş zaman armağanı değil miydi? Hatem Emmi gideli yıllar olmuş!.. Nakkaş İsmail Efendi ki, onu yaz günlerinin birinde yazarak yadetmek istemiştim. Şimdi, o eski Erzurumlu familyasından son örnek de dünyamızdan çekilip gitti.

-Ey Erzurum!.. Bu tarihî/canlı örneklerin yerini kimlerle dolduracaksın?

Burada acı duyarak ifade etmek isterim ki, giden sırf onlarla sınırlı değil!.. Sanki bin yıllık hayatımızı, şifâhî olarak hafızalarında muhafaza etmeyi başarmış koca koca ciltler devriliyor. Müzeler yıkılıyor.

Ahir zaman konusunda en çok merak edilenler

1 Dâbbetü'l-arz nedir, çıkmış mıdır?

Kıyamet alametlerinden biri "dâbbetü'l - arz"ın çıkışıdır. Peygamber efendimiz şöyle bildirir:

"Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine "dâbbe''nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir." (Müslim, Fiten, )

"Dâbbe, yanında Hz. Musa'nın asâsı ve Hz. Süleyman'ın mührü olduğu halde çıkar. Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak. O zamanda yaşayan insanlar bir araya geldiklerinde mü'min- kâfir belli olacaktır." (Ahmed b. Hanbel, "Müsned", II/)

Dâbbe kelimesi "canlı, hareket eden varlık" anlamında kullanılır. Kelime anlamından hareketle tren, otomobil gibi şeylere de "dâbbe" denebilir. Mesela, bin yıl önce yaşamış birisini hayalen günümüze getirsek, yüz vagonlu treni görse "işte bu dâbbetü'l-arz" diyebilir. Ama bu kelime daha çok hayvanlar için kullanılır.

Burada "Dâbbetü'l- arz acaba tek bir fert midir? Yoksa bir tür müdür?" sorusu hatıra gelebilir. Tek bir ferdin o kadar insana muhatap olması düşünülemez. Bu durumda onu bir tür olarak görmek daha uygun olacaktır.

Dâbbenin ne olduğu hususunda değişik yorumlar yapılmaktadır. Mesela Hz. Alinin şöyle dediği nakledilir: "Bundan murat kuyruklu değil sakallı dâbbedir." Böyle bir bakışta onun bazı şerli insanlara işaret ettiği anlaşılabilir.

Dâbbeye "AİDS mikrobu" diyenler vardır. "Televizyon" şeklinde değerlendirenler vardır. Hatta "robotlar olabilir" görüşünü ileri sürenler vardır. Bu son görüşe göre, zaman gelecek insan eliyle yapılan ve yapay bir zekâ verilen robotlar, "efendilerinin" sözünü dinlemeyecekler, insan medeniyetini alt üst edeceklerdir.

Kur'an'da Dâbbe

"Dâbbe" kelimesi Kur'anda ondört defa geçer. Bu kelimenin çoğulu olan "devâbb" ise dört defa kullanılır. Örnek olarak bunlardan bazılarına bakalım:

"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir." (Hûd, 11/6)

"Her canlının (dâbbenin) dizgini Allahın elindedir." (Hud, 11/56)

"Allah her canlıyı (dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah, şüphesiz her şeye kadirdir." (Nûr, 24/45)

Neml suresi ayette geçen "dâbbetü'l- arz" ise, müfessirlerce genelde kıyamet alameti olarak açıklanır:

"Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler."

Ayetin zahirine göre, arzdan çıkacak bu dâbbe insanlara konuşacak, onların İlahi ayetlere tam inanmadıklarını söyleyecektir. Buradan hareketle bu dâbbenin radyo, televizyon, hatta internet olabileceğini söyleyenler vardır. Çünkü bunlar yerden çıkan hammaddelerle yapılır ve insanlarla konuşurlar. Hatta bazı rivayetlerde "Dâbbenin başı bulutlara değecek" denilir. Bilindiği gibi, televizyonlar uydu bağlantılıdırlar ve uyduların da başı semadadır.

Dinin helal-haram ölçülerine uyan insanlar bu aletlerden yararlanırlar. Böyle ölçülerden mahrum olanlar ise, daha çok zarar görürler. Çünkü bu aletler şerde ve günahta da kullanılabilmektedir ve hatta bu tarz kullanımları daha yaygındır.

Kanaatimizce dâbbenin konuşmasını dil ile konuşmak şeklinde anlama zorunluluğu yoktur. Bu konuşma "lisan-ı hal" yani hal diliyle de olabilir. Mesela trafik lambaları ve işaretlerinin dili yoktur ama insanlara çok şeyler söylerler.

Dâbbe neler söylüyor?

Şu gördüğümüz âlem İlahi ayetlerle doludur. Ama insanların çoğu bu ayetleri anlamaz, günlük olayların akışına kapılır, gafletle günlerini geçirir. Cenab- Hak, insanları uyarmak için zaman zaman felaketler gönderir. Bu, bir deprem, bir kasırga, bir sel olabildiği gibi, bazen da bir hayvan olabilir.

Kur'ana baktığımızda bazı kavimlere bazı hayvanların ceza olarak gönderildiklerini görürüz. Mesela Firavun ve kavmine bit, çekirge ve kurbağa gönderilmiş, bunlar her tarafı istila ederek o inatçı insanları cezalandırmışlardır. Bunların benzerlerini günümüzde de görmek mümkündür. "Rüzgârın dişleri" denilen çekirgeler kara bir bulut halinde gelip ekin tarlasına inmekte ve tekrar havalandıklarında geride işe yarar bir şey bırakmamaktadırlar.

Keza, Ka'beyi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna sürüler halinde kuşlar gönderilmiş, bunlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları özel taşları bu zalimlere yağdırmışlar, onları darmadağın etmişlerdir. Bu olay Kur'anda müstakil bir sureyle anlatılır. Fil suresinde anlatılan bu olay, peygamber efendimizin dünyaya teşriflerinden kısa bir süre önce meydana gelmiştir. Surede geçen "ebabil" kelimesi kuşların sürüler halinde geldiklerini ifade eder. Tasvir edilen tablo, tam bir "semavi bombalama" olayıdır. Filolar halinde gelen bombardıman uçaklarının hedefe bomba yağdırmaları gibi, bu kuşlar grup grup gelerek o insanları "kendisinden çekirge sürüsünün geçtiği bir ekin tarlasına" çevirmişlerdir.

Kur'an, göklerin ve yerin askerlerinin Allahın emrinde olduklarını bildirir. (Müddessir 31) Allah dilediği zaman bu askerlerini inatçı kimseleri cezalandırmada kullanır. Mesela su rahmettir. Ama Allah dilerse, Nuhun kavmini helak eden bir tufana dönüşür. Gökten bardaktan boşanırcasına yağmur indirilir, yerden sular fışkırtılır. Bunun sonunda, asi ve inatçı bir kavim sulara gark olur, tarih sahnesinden silinir.

Bazıları bu tür olayları tesadüfle açıklamaya çalışabilir. Ama âlemde tesadüfe asla yer yoktur. Einsteinin ifadesiyle "Allah zar atmaz." Yani işini ihtimale bırakmaz. Hamdi Yazır'ın da dikkat çektiği gibi, "bizim tesadüf olarak gördüğümüz şeyler, gerçekte İlâhî birer tasarruftur." (Yazır, IV, )

Kur'anın bildirdiğine göre, Cenab-ı Hak her an tasarruftadır. (Rahman, 29) Şu âlem yoktan var edilmesiyle Yüce Yaratıcıyı gösterdiği gibi, atomdan galaksilere varıncaya kadar her şeyde meydana gelen faaliyetlerle O'nun tasarruflarından haber verir. Cenab-ı Hak, kâinatı yaratıp, sonra onu kurulmuş saat gibi kendi halinde işlemeye terk etmiş değildir. Bir zerre bile Onun izni olmadan hareket etmez. 

"Bir yaprak bile Onun ilmi dışında yere düşmez." (En'am, 6/59)

"Hiçbir dişi O'nun bilgisi dışında hamile kalmaz ve doğurmaz." (Fatır, 35/11)

Deli dolu esiyor görülen rüzgâr, rastgele değil, Onun emrettiği şekilde eser. Bazan meltem olur yüzümüzü okşar, bazan fırtına olur, bir "azap kamçısı" olarak görev yapar.

Dâbbe ile ilgili rivayetler incelendiğinde bu dâbbenin ahirzamanda insanların büsbütün yoldan çıkmalarıyla onlara ceza olarak çıkacağı anlaşılır. Mü'minler imanın bereketiyle ondan zarar görmezler, ama isyankâr kimseler bununla cezalandırılırlar.

AİDS Dâbbe mi?

Bu noktada hatıra AİDS mikrobu gelebilir. Çünkü bu mikrop daha çok gayr-i meşru beraberliklerin neticesinde bulaşmaktadır. Tarih boyunca gayr-i meşru beraberlikte bulunanlar daima olmuştur ama hiçbir zaman bu beraberlikler günümüzdeki çılgınlık boyutlarına varmamıştır. Bu açıdan AİDS mikrobunu İlahi bir ceza olarak değerlendirmek gayet makul görülmektedir.

Hatta Hz. Süleymanla alakalı Kur'anda anlatılan şu olay, dâbbenin bu cihetine bir işaret olarak görülebilir:

Hz. Süleyman'ın, cinleri büyük binalar, heykeller vb. yapımında çalıştırması anlatıldıktan sonra, şöyle denilmektedir

"Eceli gelip de Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu (dâbbetü'l- arz) ölümünü onlara fark ettirdi. Süleyman yere düşünce, cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi, o meşakkatli işe devam edip durmazlardı." (Sebe, 34/14).

Rivayete göre Hz. Süleyman onları bu işte çalıştırırken bastonuna yaslanır, bu şekilde onları kontrol ederdi. Ama bu haldeyken Azrail (as) gelip ruhunu kabzetti. Cinler Onun vefat ettiğini anlamadılar, çalışmaya devam ettiler. Bir ağaç kurdu Onun bastonunu kemirince, bastonu kırıldı, Hz. Süleyman yere düştü. Cinler Onun vefatını ancak o zaman anladılar. Şayet gaybı bilselerdi bu şekilde bir azap içinde çalışmaya devam etmezlerdi.

(Not: Burada nazara verilen Hz. Süleymanın bastonu, Onun kurduğu devlet sistemine ve ağaç kurdunun bunu kemirmesi, içten içe bu sistemi yıkmaya çalışan komitelere bir işaret olarak da değerlendirilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.)

İşte bu dâbbe Hz. Süleymanın bastonunu kemirdiği gibi, dâbbetü'l- arz dahi AİDS mikrobu şeklinde veya başka bir şekilde haddini aşan bazı insanları kemirip onları mağlup etmesi mümkündür.

Ama "Dâbbe AİDS midir?" denilirse "evet" demek bir takım sıkıntıları beraberinde getirir. Çünkü AİDS dâbbe hakikatının bir parçası olabilir, ama onu tümüyle ifade etmeyebilir.

Meseleye şu açılardan bakmakta yarar görüyoruz:

- Ayette geçen "dabbe" kelimesinin elif lamsız, yani belirsiz bir şekilde kullanılmış olması, bunun bilinmeyen, tanınmayan bir varlık olduğunu ifade eder. (İngilizcede kullanılan "the" takısı gibi Arapçada "el" takısı vardır. Dâbbe kelimesinde bu takının kullanılmaması onun tam bilinmediğine, hatta tam bilinemeyeceğine bir işaret gibidir.)

- Delalet etmek ayrı, tazammun etmek ayrıdır. Dâbbe kelimesi AİDS veya kötüye kullanılan televizyonu içine alabilir, ama onlara kesin bir delaleti yoktur.

- Din bir imtihandır. İmtihanda ise "akla kapı açılır, irade elinden alınmaz." Böyle olunca, kıyamet alametlerinin herkesin görüp anlayacağı şekilde çıkmalarını beklemek yanlış olur. Mesela alnında "bu kâfir" yazan bir deccal beklemek, elinde sihirli bir değnekle birden ortalığı düzeltecek bir mehdinin zuhurunu gözlemek, gibi rivayetleri tam anlamamak anlamına gelir. Ashab-ı Kehfin tekrar mağaralarından çıkmalarını beklemek de böyledir. Bazı kitaplarda "Mehdi zamanında mağaradaki Ashab-ı Kehf uykudan uyanırlar." rivayeti geçer. Demek ki Mehdi, üçyüz yıldır uykuda olan gençliği uyandırır. Onun mühim bir kuvveti gençlerden meydana gelir. Çünkü Kehf suresinde Ashab-ı Kehfin bir takım gençler olduğu açıkça ifade edilmektedir.

Baştan buraya kadar yaptığımız nakiller ve değerlendirmelerde herkesin tam kanaat getireceği bir sonuca varmadığımız, konuyu bir derece askıda bıraktığımız görülür.

İnsanın ilmi sınırlıdır. Mesela "zaman nedir, ruh nedir" gibi sorulara çok net cevap veremeyiz. Hatta bazı kevni gerçeklerde de bir derece bilinmezlik söz konusudur. Sözgelimi atomun ne olduğunu tam bilmiyoruz, hayatın muammasını tam çözmüş değiliz. Demek ki bazı meseleler gül goncası gibidir, bir yaprağı araladığımızda aralanmayı bekleyen başka yapraklar karşımıza çıkar. Bize düşen, bilinmezleri bilme yolunda uğraşı vermek, gayret göstermektir. İnsanın bu tür sırlı meseleleri araştırması sisli bir denizde yapılan seyahate benzer. İnsan böyle bir seyahatte önünü çok net göremez. Ama bu gizemlilik, bu seyahate ayrı bir güzellik katar.

Kanaatimizce meselenin bu tarzda ele alınması daha isabetlidir. "Bundan murat şudur" diyenler yarın öyle olmadığını gördüklerinde mahcup olabilirler. Kesin hüküm vermek yerine "Bundan murat şu olabilir." demek daha yerindedir ve ihtiyata daha uygundur. Çünkü,

"De ki: Gerçek ilim Allah'ın katındadır." (Mülk, 67/26)

"Göklerde ve yerde Allah'tan başkası gaybı bilemez." (Neml, 27/65)

(Doç Dr. Şadi EREN)

* * *

Not: Mehmet KIRKINCI Hocanın konuyla ilgili şu makalesini de okumanızı tavsiye ederiz:

Dâbbetül-Arz

Dâbbe; hareket eden canlı bir hayvan demektir. Dâbbeyi tek bir canlı olarak değil de bir tür olarak düşünmek daha doğru olur.

"Dâbbe" kelimesi Kur’an-ı Kerimde on dört yerde geçmektedir.

“Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah’a aittir.” (Hud, 11/6)

Bu ayette geçen dâbbe kelimesi bütün hayat sahiplerini ifade etmektedir.

Başka bir ayette ise şöyle buyrulur:

“Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler.” (Neml, 27/ 82)

Dâbbenin insanlarla konuşması, sadece dil ile konuşması anlamına gelmez. Nitekim bu kâinat sarayında teşhir edilen nice antika eserler ve birçok hadise hal diliyle akıl sahiplerine çok şey anlatmaktadırlar.

Merhum Elmalılı Hamdi YAZIR Efendi bu ayetin tefsirinde şöyle der:

“Debb ve Debib: Hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlarda ve çoğunlukla haşerelerde, yani böceklerde kullanılır. İçkinin vücuda yayılması ve bir çürüklüğün etrafına bulaşması gibi, hareketi gözle tespit olunamayan şeylerde de kullanılır.  “Dabbe” kelimesi de bundan fail olmak üzere asıl lügatte "mâyedübbü", yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen demek olur. Ve şu halde tren, otomobil, bisiklet gibi otomatik şeylere de, lügatin aslına göre  “dâbbe” demek uygun olabilecekse de dilde kullanılışı hayvanlara mahsustur. Hatta örfte dört ayaklı hayvanlarda ve onlar içinde özellikle atta daha çok kullanılmıştır. Bununla beraber,

“Allah, her hayvanı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünen, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayaküstünde yürür”(Nur, 24/45)

âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvan hakkında kullanılır. Hayvan kelimesi ile eşanlamlı gibidir."

"Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'a aittir.”(Hud, 11/6)

  âyetinden anlaşılan da budur. Bundan dolayı dabbe kelimesi hayvanlar için olduğu  gibi insanlar için de kullanılır. Bu ayette "dâbbe" kelimesi nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden başka bir dâbbe olması akla gelir. "Onlarla konuşan dâbbe" terkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan, yani insan olmasıdır. Tefsirler de bu iki nokta etrafında dolaşmaktadır."

"Râgıb, ‘Müfredat’ında bu konudaki görüşleri şöylece özetlemiştir: “Dâbbe”, tanıdığımızın aksine bir hayvandır ki, çıkması kıyamet vaktine mahsustur.” Bir de denildi ki: “Bununla cehalet ve bilgisizlikte hayvanlar gibi olan en şerli kimseler kast olunmuştur.”

Bu takdirde dâbbe bütün debelenen yaratıkların ismi olarak ifade edilmiş olur. “Hâin” kelimesinin cemisi, “hâine” gibi. Kâdı Beydâvî ve bazı hadisçiler bunu “cessâse” casuslar olarak göstermişlerdir ki, bir hadiste haber verildiğine göre, cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir. Ebü's-Suud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur. Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garipliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder…

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (asm), şöyle buyurmuştur:

"Neml sûresi ayette geçen Dabbet-ül Arz denilen yaratık kıyamete yakın çıktığında beraberinde Süleyman’ın mührü ve Musa’nın asası da bulunacaktır. Mü’minin yüzü pırıl pırıl olacak kafirin burnu da mühürle mühürlenecektir. Bu yüzden bir yerde oturanlar birbirini tanıyacaklar ve bu mü’mindir buda kafirdir, diyebilecektir."(Tirmizi, Tefsir, 28)

Bu hadise göre de, dâbbe, normalin üzerinde bir kuvvet ve saltanat ile ortaya çıkıp büyük bir İslâm devleti kuracak lider olmuş oluyor. Şüphe yok ki, Musa'nın asasına, Süleyman'ın mührüne sahip olan kimse, büyük bir şahsiyet olacaktır. Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır. Âyette; "Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler.” buyrulması da bunu gerektiriyor. Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ'ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır. Bu konudaki bazı açıklamaları da kaydedelim:

1. İbnü Cerir’in Huzeyfe b. Esîd’den rivayet ettiğine göre: "Dâbbe'nin üç çıkışı vardır: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir. Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir. Sonra insanlar mescitlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar. Derken halk kaçışır, müminlerden bir grup kalır, bizi Allah'tan hiçbir şey kurtaramaz derler. Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır. Sonra hareket eder, artık ne takip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir. Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der. Yakalar, müminin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırar" dedi. "O zaman insanlar ne halde olur?" dedik. "Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlar" dedi.

2. İlim ehlinden birçokları dâbbenin ortaya çıkması, emr-i bi'l-ma'rûf (iyilikleri emir) ve nehy-i ani'l-münker (kötülüklerden menetme) terk edildiği vakittir demişler.

Bir ayette mealen şöyle buyrulur:  “Ne zaman ki Süleyman'a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asasını yiyordu. Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı.” (Sebe, 34/14)

Hz. Süleyman’ın (a.s) dayandığı asasını yiyen ağaç kurdunun veya bir güve böceğinin mahiyeti hakkında da iki görüş vardır: Bir görüşe göre burada ifade edilen kurdun, bilinen ağaç kurdu olduğudur.

Diğer görüşe göre ise bu kurt, asaları yiyen bir kurtçuktur.

Ayette ifade edilen dâbbenin Hz. Süleyman’ın (a.s) bastonunu kemirerek yiyip bitirmesi gibi, AİDS mikrobu veya başka bir hastalığın da isyan ve ahlaksızlıkta haddini aşan bazı insanları kemirip eritmesi mümkündür.       

Peygamber Efendimiz (sav.) "dâbbetü'l-arz"ın meydana çıkmasını kıyamet alametlerinden birisi olduğunu bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmektedir: “Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine "dâbbe''nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir.” (Müslim, Fiten, ; İbn Hanbel, "Müsned", II, )

Bediüzzaman Hazretleri de bu konuda şöyle buyurur:

“Amma "Dabbet-ül Arz": Kuran’da gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka meseleler gibi kat'î bir kanaatle bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: (Laye’lemulğaybeillallah) Nasılki kavm-i Firavun'a "çekirge âfâtı ve bit belası" ve Kâbe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe'ye "Ebabil Kuşları" musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan'ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a'lem, o dabbe bir nev'dir. Çünki gayet büyük bir tek şahıs olsa,her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki  إِ  لَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ     âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû'-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.” (Nursî, Şuâlar, Beşinci Şuâ)

Bediüzzaman Hazretleri müminlerin iman bereketiyle ve sefahatten içtinap etmeleriyle böyle bir duruma düşmeyeceklerini özellikle vurgulamaktadır. Öyle ise asrımızın en dehşetli ve en büyük tehlikesi olan sefahat yangınına karşı, takva kalasına sığınmak lazımdır.

Evet, günahların her taraftan sel gibi hücum ettiği günümüzde, nefs-i emmarenin tehlikesinden, aldatıcı ve cazibedar hevesatın hücumundan kurtulmanın yegâne çaresi, iffet, edep, hayâ ve takva dairesinde yaşamaktır. Zira nefisle cihadın en kısa yolu takvadır.

Ulvî maksatlar için yaratılan insan, bu imtihan yeri olan dünyaya sadece yemek, içmek ve zevk etmek için gönderildiğini zannedip, helal dairesindeki keyfi kâfi görmeyerek, her türlü ahlaksızlığı işlemekte ve sefahat bataklığında sürünmektedir.

İman, marifet, muhabbet, ibadet, takva, adalet ve istikamet gibi ulvi seciyelerden mahrum olan bir cemiyetten sefahat ve fuhşiyat gibi her türlü fenalık zuhur eder; memleketleri yıkar, aileleri tarumar eder, haysiyet ve şerefleri silip süpürür ve fert ve cemiyetin dünya ve ahiret hayatını zehirler.

Evet, ahlaksızlık ve hayâsızlıkta haddini aşan ve sefahat bataklığında boğulan geçmiş bazı ümmetler ve kavimler bir çok elim azaba, bela ve musibetlere duçar olmuşlardır. Bunlardan ders alınması bir ayette şöyle ifade buyrulur: “De ki, yeryüzünde gezin dolaşın da, daha öncekilerin akıbetleri nice oldu görün.” ( Rum, 30/42) 

Mazide edep ve hayâsızlığa sukut etmiş ve ahlaksızlık çukuruna düşmüş olan birçok asi kavimlere Cenâb-ı Hakk’ın vurduğu sille-i tedip ve tazip Kur’an-ı- Kerim’in birçok ayetinde nazara verilmektedir. Bir kanser mikrobu olan sefahate, çok güçlü kavim ve imparatorlukların kudretleri dahi dayanamamıştır. Bu mikrop bir cemiyete girdi mi, artık onun bünyesini kısa bir zamanda kemirir, güçsüz bırakır ve sonunda çökertir.  Öyle ise geçmiş kavimlerin başına gelen o elim hadiselerden ibret alıp uyanalım, edep, hayâ ve istikamet dairesinde yaşayalım ki, gadab-ı ilâhinin celbine vesile olmayalım.

Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de geçmiş ümmetlerin başına gelen elim hadiseleri bizlere anlatmasının hikmeti, onlardan ibret ve ders almamız içindir. Firavun ve kavmini bit, çekirge ve kurbağa istila etmişti. Ama onlar her defasında tövbelerini bozmuş, başlarına gelen musibetlerden ders almamış ve sonunda denizde boğulmuşlardı.

Hem yine Kâbe’yi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna Cenab-ı Hak sürüler halinde kuşlar göndermiş,  o kuşlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları taşlarla onları perişan etmişlerdi.

Hem yine, Hz. Nuh’un (a.s) kavmini helak eden o büyük tufan, asi ve mütemerrit bir kavmi tarih sahnesinden silmişti.

Evet, Cenab-ı Hak, insanları uyarmak ve uyandırmak için zaman zaman deprem,  kasırga, açlık ve sel gibi bazı afetlerle onları ikaz etmektedir. Ancak insan öyle garip ve acip bir mahluktur ki, gaflet uykusundan uyanmasını gerektiren bir çok ayet, hadis ve tarihi hadiseler varken yine de  onların birçoğu  bunlardan ibret alıp uyanmaz, kendini tehlikeye sürükleyecek hata ve günahlardan sakınmaz.

Bu bakımdan, çeşitli bela ve musibetlere maruz kalmamak için, her mümin ve özellikle de ilim ve irfan erbabı olanlar, kanser mikrobundan daha tehlikeli olan bu asrın hastalığı  “sefahate” karşı büyük bir mücadele etmelidirler. Aksi halde suçlularla beraber masumlar da perişan olur. Nitekim bir ayette şöyle ifade buyrulur: 

“Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz. (masumları da yakar) ” (Enfal, 8/25)

Edep ve hayâsızlıkta haddini aşan geçmiş kavimlerin başına birçok elim hadise geldiği gibi, Roma, Endülüs ve Pers gibi birçok imparatorlukları da tarih sahnesinden silip atan sefahattir. Evet, tarihin şahadetiyle sabittir ki, düşmana mağlup olmuş nice milletler daha sonra güçlenerek istiklallerini elde edebilmiş, düşmanlarına galip gelebilmişlerdir. Fakat ahlâksızlığa, sefahate, zulme ve adaletsizliğe mağlup olan bir milletin kendini toparlaması ve güçlenmesi mümkün olmamıştır, olamaz da. Sefahat nice milletleri tarih sahnesinden silmiştir.

Mesela; Romalılarda faziletin bütün güzellikleri inkişaf etmiş; gerek idarecileri ve gerek ahalisi arasında muhabbet tesis edilmişti. Onlar sefahatten ve ahlaksızlıktan son derece sakınır ve faziletli yaşamayı bir şeref sayarlardı. Hanımları ve gençleri son derece iffetli idi.  Ancak, İskender Yunanistan’ı fethedince, onlardaki ahlaksızlık ve sefahat Roma’yı istila etmeye başladı. O güzel ahlâk ve faziletin yerine sefahat ve ahlaksızlık hakim oldu. Aile hayatı bozuldu ve tefessüh etti. O ihtişamlı Roma imparatorluğu yıkıldı ve tarih sahnesinden silinip gitti. Ne kanunları ve ne de zenginlikleri onları yıkılmaktan kurtaramadı.   

Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur:

“… gençlik gidecek. Sefahette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû'-i istimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı halinden, gençlik saikasıyla israfat ve sû'-i istimalden gelen hastalıktan eninler, eyvahlar işittiğiniz gibi; hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık saikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekatın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta -ehl-i keşfelkuburun müşahedatıyla ve bütün ehl-i hakikatın tasdikıyla ve şehadetiyle- ekser azablar, gençlik sû'-i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz. Hem nev'-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile 'Eyvah gençliğimizi bâdi heva, belki zararlı zayi' ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.' diyecekler.” (Nursî, Şuâlar)

2 Kıyamet ne zaman ve nasıl gerçekleşecektir ?

Kıyamet Saati

“Kıyamet, filan tarihte kopacaktır.” demek haddime olmadığı halde, burada size tarih tahmin etme cüretinde bulunacağım. Elbette kimse yarın başına ne geleceğinden emin olamaz. Ama, ölüm yaklaştıkça, yakınlığını hissedersiniz. Yaratan, yaklaşarak iyice açıklanma noktasına gelen kıyameti “Neredeyse gizleyeceğim.”(1) diyor. Kıyamet iyice yaklaştığında da geldi geliyor demeye başlarsınız ve tahminleriniz doğruya yaklaşır.

Allah şöyle uyarır:

“Sana kıyametin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun zamanını Ondan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir.”(2)

“Kıyametin zamanı hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez.”(3)

“Kıyamet yaklaştıkça yaklaşmıştır.”(4)

“Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz. Habersiz oyalanıyorsunuz.”(5)

Kur'an dan kıyamet senaryoları

26 Ekim gecesi rüyamda kıyametin kopuşunu görmüştüm. Kıyametin başlayacağını anlayınca, caddelere daldım; karşılaştıklarımı kollarından tutup, ahirete hazırlanmamız gerektiğini anlatıyordum. Her kimi yakaladıysam, sözümü bitiremeden elimden sıyrılıp gitti. Anlatamamamın üzüntüsüyle koşuştururken, yıkılış başladı ve ben köşeme çöküp, ölümü izledim.

Dünya dalgalanıyor; çatlayıp parçalanan zeminlerden alevler fışkırıyordu. Üzerime serpilecek kaya, dağ veya alev yığınlarının korkusu içerisindeydim. Dizlerime kapanıp beklerken, “Allah’ım, bana acı verme!” diyordum.

Karanlıkta bedenimi kaybettim. Ardından, kömürleşmiş harabeler üzerinde gözlerimi açtım; bir yerlere doğru ilerliyordum. İçimden, “Neden dinlemedik, anlamadık.” diye üzülüyordum. Başımı çevirip, toprağı siyah, göğü karanlık gördüğüm anda uyandım.

Sabahleyin, TBMM Soruşturma Komisyonlarındaki görevime gittim. Bir elimde günün gazetesi, diğer elimde çayı yudumlarken, rüyamı anlamlandırmaya çalışıyordum. Gazetenin rasgele bir sayfasını açtım. Gözüm “Kıyametin tarihi belirlendi.” şeklindeki başlığa takıldı. Heyecanlandım, ürperdim. Haber şöyleydi: “Herkesin merak ettiği kıyamet günü, sonunda açıklandı: 14 Ağustos . İngiliz-Avustralya Rasathanesinde görevli ünlü gökbilimci Duncan Stell, üç mil genişliğindeki Swift Tuttle adlı bir kuyruklu yıldızın saniyede 37 mil süratle üzerimize geldiğini ve hesaplanan tarihte, bir milyon nükleer bombadan daha etkili bir patlamayla yeryüzüne çarpacağını açıkladı.”(6)

Haberin rüyamın üzerine gelmesinden etkilendim ve kıyametin tarihiyle ilgili araştırmalar yaptım. Hz. Muhammed (asm)’in

“Ümmetimin ömrü bin seneyi geçecek; fakat bin beş yüz seneyi çok aşmayacaktır.”(7) 

dediğini okudum. Ebced hesabıyla yorumlanan bir hadisten de Hicri (Miladi ) tarihinin kıyamet yılı olabileceğinin bulgulandığını gördüm.(8) Bunlara benzer başka tarihleri de yan yana getirdiğimde, ilginç bir örtüşmenin yaklaşık aynı yıllara işaret ettiğini anladım.

Bu rüyadan dokuz yıl sonra, kıyamet hakkında bir kitap yazmak istedim; verileri toparladım.(9) Swift-Tuttle’la ilgili gelişmeleri konunun uzmanlarından Prof. Brian G. Marsden’e sordum. Prof. Marsden’in, 17 Nisan tarihli e-posta cevabı şöyleydi: “Eğer yörüngesi dünyanın yörüngesiyle kesişen Swift-Tuttle, gelecek geçişinde dünyaya çarpacak olsaydı, bu 14 Ağustos ’da olacaktı. Kuyruklu yıldız her geçişinde gecikme yapıyor. Çinlilerin M.Ö. 68 ve M.S. yıllarındaki gözlemlerini de dikkate alarak yapılan hassas hesaplamalarda, o tarihte dünyaya çarpma ihtimalinin çok düşük olduğu anlaşıldı.” Prof. Marsden’e, ’de herhangi bir çarpışma ihtimali olup olmadığını da sordum. “O tarihte bir çarpışma olacaksa, bunun bizim henüz bilemediğimiz bir gökcismiyle olabileceğini” yazdı.

Bilemediğimiz göktaşlarının dünyaya yaklaşıyor olma ihtimalleri yüksekmiş demek. NASA bilim adamlarına göre, Haziran ayında keşfedilen metre çapındaki MN4 adı verilen göktaşı 13 Nisan ’da üç yüzde bir ihtimalle dünyaya çarpabilirmiş.(10) Göktaşı yaklaştıkça çarpışma ihtimali artıyor; hesaplanan son ihtimal otuz sekizde bir(11)… Daha böyle ne haberler okuyacağız, hiç de ciddiye almadan…

Gerçekten de yılından sonrası tufan mı olacak? Artık önümüzdeki yılın ardından, kıyamet saatine kadar çevresel dengesizlikler birbirini kovalayacak mı? Kıyamet dünyayı ne zaman yakalayacak? Her uyanık vicdan kendi cevabını bulur.

yılında, 50 bin ışık yılı uzağımızda patlayan Nötron yıldızının saniyede yaydığı enerjiyi, Güneş’imiz ancak bir milyon yılda yayabiliyor. Bilimcilere göre, bu patlama 10 ışık yılı yakınımızda yaşansaydı, dünya hayatının çoğu sönecekti.(12) Bundan böyle, kıyamet haberleri de fırtınayı bildiren rüzgarlar gibi esip duracaktır. Sonunda asıl fırtına ansızın, umulmaz ve beklenmezken gelip çatacaktır.(13)

Alman Bild Gazetesinin manşetten verdiği bir haberde, bilim adamları kıyamet uyarısı yapıyorlardı. Bunlardan BBC’ye de konuşan Prof. Sir David King, “Eğer dünyanın bu kötü gidişi daha da hızlanmazsa, bize geriye sağ salim yaşayabileceğimiz 60 yıl kalıyor.” demiş.(14) Hatta Washington Worldwatch Enstitüsüne bakılırsa, torunlarımızdan sonrasına dünya yok.(15) Yani artık iş işten geçmiş demeye getiriyorlar.

Dünyanın yaşanmaz hale geleceği yıllar pek yakın diye korkmalı ve çabayı terk etmeli miyiz? Aksine, sonsuzluğa layık olmanın yolu, tamir etmeye, iyi izler bırakmaya çırpınmaktan geçer. Kıyamet bilgisi, çalışkanlığa ve iyiliklere yönelmemizi sağlamalıdır.

Evrenin Yıkılışı

Kıyamet nasıl kopacak? Sadece dünyayı ve güneş sistemini mi kapsayacak; yoksa tüm evreni mi kuşatacak? Dünyanın kıyameti ile güneş sisteminin ve evrenin kıyameti aynı zaman kesitinde mi gerçekleşecek?

“Onlar, kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar!”(16)

Fakat, ne yazık ki, “insanların çoğu (kıyametin geleceğine) inanmazlar.”(17)

“Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır. O saate / dünyanın sonuna ilişkin emirse, bir göz açıp yummak gibi, hatta ondan da yakındır. Allah’ın kudreti her şeye yeter.”(18)

Yaratan evrene birden vücut verdiği gibi, kıyameti de birden başlatır. Yolunda gider gibi görünen her iş, aniden tersine döner.

Dünyamıza yönelen tehditler artıyor. Geçenlerde bir göktaşı dünyanın yakınından teğet geçmiş.(19) Bilimciler bir göktaşının çarpacağından emin olsalar, bunu bize açıklayabilirler miydi? Rusya Bilimler Akademisinden Mihail Smirnov “ yıl içinde dünyamıza göktaşı düşmeyeceğini” açıklamış. Smirnov’a göre, “o zamana kadar zaten insanoğlu, göktaşlarını yok etme yolunu çoktan bulurlarmış.”(20)

Science dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, 16 Mart tarihinde bir kilometre genişliğindeki bir göktaşının dünyaya çarpacağı “belirlenmiş.” Bilim adamları bu sürede göktaşının yörüngesini değiştirme teknolojisini geliştirebileceğimize inanıyormuş. Hatta Jet Propulson Laboratuvarından Jon D. Giorgini önümüzdeki uzun zamandan yararlanarak çaresine bakacağımızı düşündüğünden, endişelenmiyormuş.(21) Hep aynı kandırmaca ve aynı oyalanma…

Göktaşları, yer taşları işin bahanesidir. Evrenin yıkılışına yönelen İlâhî Kudret, evrensel meleklerden İsrafil’in (as) nefesi üzerinden evrene akar. İsrafil’in surundan yayılan enerji, evrenin enerji dengesini bozarsa sistem çökmeye başlar. Dengesizlik her zerreciğe ulaşır; evren galaksileriyle ve gök katlarıyla çökmeye başlar. O gün Sur üflenir; göklerde ve yerde kim varsa, Allah’ın dilediği kimselerden başka hepsi çarpılıp yıkılır.(22)

Evren gerilen bir kauçuk çarşaf gibi her yandan genişliyor; atomlardan galaksilere kadar tüm zerreler birbirinden uzaklaşıyor. Bilimciler bu durumun evrenin içerisinde gizli kara enerjiden kaynaklanabileceğini düşünüyorlar.(23) Evren, kendisinden onlarca kat büyüklükte gizli bir enerjinin elindeyse, o enerjinin geriye çekilmesinin sonuçlarını hayal edebilirsiniz.

İster gelmekte olan, isterse aniden yaratılan bir sebeple perdelenerek veya isterse de sebepsiz başlatılan yıkılış süreci dünyayı kuşatır. Bir göktaşı mı çarpar; evrenin enerji dengeleri mi bozulur; güneş sistemi ve galaktik sistemler mi çöker? Nasıl olacaksa, kıyamet başlar.

Allah, göklerin ve yerin gaybından elektronlara gönderdiği kuvveti geri çekiverse, o saniyede olacakları hayal edin. Evren saatinin tüm çarkları birbirinden kopar; madde makinesinin parçacıkları yay gibi yerlerinden fırlar. Tarifsiz bir başıboşluk ve beraberinde köpük gibi sönüp yok olma yaşanır.

Dünyanın ölümü ürkütücüdür: “Yer o sarsıntıyla sarsıldığında, yer ağırlıklarını çıkardığında…”(24) Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar serpildikçe serpildiği, hepsi dağılıp toz duman haline geldiği, (zaman)…(25) O gün yer ve dağlar sarsılacak, dağlar erimiş bir kum yığınına dönecektir!(26)

Ölüm evrene yayılır. “Hani o yıldızlar silinip, o gök kubbe açıldığında,(27) gökyüzü çatlayıp, yıldızlar döküldüğünde…(28) Gök onun dehşetiyle çatlamıştır ve Onun vaadi yerine getirilmiştir.”(29) Ne zaman ki o göz kamaşır, Ay tutulur, Güneş ve Ay bir araya getirilir… O gün insan, “Kaçacak yer neresi!” diyecektir.(30)




Güneş’le aramıza bir perde girseydi karanlığa düşerdik. Yaratan, nurunun, kudretinin yansımasını bir an durdursa, o an evren yoktur. Boşuna kıyamet senaryoları üretiyoruz.

Yokluğa Dönüş

Kıyamet gününe ulaşıldığında, dünyada sadece cisimsel zevklerine saplanmış, ilgisiz ve duyarsız insanlar yaşıyor olacak. Tüm işaretleri gördükleri halde, hâlâ bir biçimde kurtulacaklarını hesaplayacaklar, oyalanacaklar, isyanlarını sürdürecekler.

Öyle bir deprem gürültüsüyle sarsılacaklar ki, birçok kalp göğüs kafesinde patlayıverecek. Pek çoğunun beyin damarları oracıkta çatlayacak. Ufkunuzdan Ay’a uzanan alevlerin üzerinize estiğini düşünün. Denizler göklerden boşalırcasına üzerinize akıyor. Dağlar temellerinden parçalanıyor, zeminler çöküyor, toprağın içinin dışına çıkışını izliyorsunuz. Yer ölüm, gök ölüm haykırıyor.

Kıyamet anında melekler, cinler, şeytanlar, ruhlar güçsüz ve çaresizdir, şaşkındır, ürperti halindedir. Evren doğdu doğalı, böyle inanılmaz bir dehşetle karşılaşmamıştı.

“Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet vaktinin depremi müthiş bir şeydir!”(31)

Her canlı, ölünceye kadar kıyametin dehşetine tanıklık eder. İnsanlar öldükten sonra da olayları ruh gözleriyle görmeye devam ederler. Yıkılış berzahtaki ruhların huzurlarında yaşanır. Berzah evreni de parçalanır. Cehennemi umanların dehşeti, cenneti bekleyenlerin müjdeleşmelerine karışır.

Hani gece vakti idamlık mahkumları alıp darağacına veya kurşuna dizilecekleri meydana götürürler ya… Bir de seçilmeyi başarmış liderlere büyük törenlerde taç giydirirler… O gün, herkes yakında yaşayacaklarını hissetmektedir. Her şey herkesin huzurunda açığa çıkacak; yakında tarihin en büyük hesaplaşması yaşanacaktır.

“O gün biz göğü kitapların sayfalarını dürüp büker gibi düreceğiz.”(32)

emri gerçekleşir. Evrenin maddesi çöker, sistemler dağılır. Galaksilerin çöküşünü gök katlarının kapanışı izler. Ruhlar ve melekler de birer birer söner ve

“O (Allah’ın) zatından başka her şey yok olucudur (olacaktır.)”(33)

ayetinin nihaî hükmü gerçekleşir.

Kıyamet kopmuştur. Zaman biter ve Allah’tan başkasının vücudu yok olur. Artık her şey sadece Allah’ın bilgisindedir. Muhteşem bir romanın son sayfası da yaşanmış ve tarihe gönderilmiştir. Madde ve vücut adına her şey köpük gibi sönmüş; evren mum gibi eriyip tükenmiştir.

Kaynaklar:

(1) Kur’an, Tâhâ
(2) Kur’an, Araf
(3) Kur’an, Lokman
(4) Kur’an, Necm
(5) Kur’an, Necm
(6) bk. Hürriyet, … Ayrıca, bu konuyu ilk kez “Kıyamet ne zaman kopacak?” başlığıyla tarihli Yeni Asya gazetesinde yayınlanan yazımda dile getirdim.
(7) Celaleddin Suyuti’nin “el-Keşfu fi Mücazeveti Hazin el-Ümmeti el-Elfe Ellezi Dellet Aleyh el-Asar” isimli kitabından naklen el-Berzenci, Kıyamet Alametleri (İstanbul: Pamuk Yay., ) s.
(8) Şu an Hicri (Miladi ) yılındayız. Konu hakkında bk. Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, s.
(9) Kıyametle ilgili her türlü veriyi tamamladıktan sonra, artık kitabımı yazabilirim dediğim sırada, bilgisayarımı yeniledim. Çekilen formattan çok sonra öğrendim ki, kıyamet bilgilerini de beraberinde sildirmişim.
(10) Milliyet, “Kıyamet 13 Nisan ’da mı?” ().
(11) Vatan, “Meteor Alarmı”, ().
(12) Hürriyet, “Samanyolu’nda dev patlama” ().
(13) “O (kıyamet) size ancak ansızın gelecektir.” (Kur’an, A’raf ).
(14) Hürriyet, “Dünyanın 60 yıl ömrü kaldı” ().
(15) NTVMSNBC, “Bir ya da iki nesillik vaktimiz kaldı” ().
(16) Kur’an, Muhammed
(17) Kur’an, Mümin
(18) Kur’an, Nahl
(19) Hürriyet, “Göktaşı teğet geçti” ().
(20) Hürriyet, “ yıl göktaşı düşmeyecek” ().
(21) Akşam, “Kıyamet yıl sonra” ().
(22) Kur’an, Zümer Hz. Muhammed (asm) “Sur sahibi” şeklinde tanımladığı büyük melek İsrafil’in (as) sağında Hz. Cebrail’in (as), solunda Hz. Mikail’in (as) konumlandığını belirtir. (Ebu Davud, Hurufve’l-Kıraat 1, ) Bu üçüyle birlikte Hz. Azrail (as), evrenin boyutlarına ya­yılmış, dört çok büyük enerji alanını, bilinç ve emir düzeyini temsil ederler. Anladığımıza gö­re İsrafil (as) Allah’ın evreni temel yok ediş ve diriltişlerinde rol alan enerji alanını temsil et­mektedir.
(23) Evrenin bilinen baryonik maddesi (galaksiler) vücut toplamının % 4’üdür. % 75’in kara e­nerji ve kalanın da karanlık madde olduğu sanılıyor. bk. funduszeue.info nasa. gov/science/funduszeue.info
(24) Kur’an, Zilzal
(25) Kur’an, Vakıa
(26) Kur’an, Müzzemmil
(27) Kur’an, Mürselat
(28) Kur’an, İnfitar
(29) Kur’an, Müzzemmil
(30) Kur’an, Kıyamet
(31) Kur’an, Hacc 1.
(32) Kur’an, Enbiya
(33) Kur’an, Kasas

(Bu yazı, Yazarın Nesil Yayınlarından çıkan "Sonsuzluk Yolculuğu" isimli kitabından alınmıştır.)

3 Hz. İsa, kıyamet kopmadan önce tekrar yeryüzüne inecek mi?

Bir mu’cize eseri, babasız olarak Hz. Meryem’den yaratılan Hz. İsâ, dört büyük peygamberden biridir. Otuz yaşına geldiğinde kendisine peygamberlik verilmiş, üç sene sonra da Yahudîlerin sûikastlarına maruz bırakılmadan Allah tarafından gökyüzüne çıkarılmıştır. Mesih ünvanıyla da anılır. Meshederek hastalıkları iyileştirdiği, Hz. Zekeriya kendisini meshettiği, yeryüzünü meshedeceği, yani katedeceği gibi hususlar yüzünden bu ünvanın verildiği belirtilir. Rivayetlere göre Hz. İsa, âhir zamanda tekrar yeryüzüne inecek ve ümmet-i Muhammed’den olacaktır.

Hz. İsa’nın Çarmıha Gerilme İddiâsı

Günümüz İncillerine baktığımızda bu konuda tutarlı, üzerinde ittifak edilmiş bir görüş bulmak mümkün değildir. İncil'e göre, Hz. İsa meşrû ve haklı mücadelesinde bir kısım engellerle karşılaşmış, halkı kışkırtmakla suçlanmış ve Yahudîlerin ısrarlı "Haça germe" teklifleri karşısında Roma İmparatorluğunun Yehudiye bölgesinin 6. valisi Platus (Filatos) tarafından haça gerilmiştir. Luka İncili'nde, Platus'un, Yahudîlerin isteklerine boyun eğdiği(1) ve Hz. İsa’yı, Yahudîlerin yüksek dinî mahkemesi Sanhedrin tarafından idama mahkûm ettirdiği kaydedilmiştir.

İncillere göre, Hz. İsa'nın yerinin bilinmediği, ancak 12 Havarîden birisi olan Yehuda İskaryot'un 30 gümüş gibi az bir para karşılığında onun yerini bildirdiği, Allah'ın da ceza olarak onun sûretini Hz. İsa'ya benzettiği anlatılır.(2)

Hristiyanlarca, Hz. İsa'nın âkıbeti ise ihtilâflıdır. Onun çarmıha gerildiği ağırlıklı görüş olmakla birlikte, çarmıha gerilmediğini kabul eden Hristiyanlar da vardır. Cerinthi ve Tatianos mezhepleri gibi. Kur'an-ı Kerimi İngilizceye çeviren George Sale,

"Bazı Hristiyanlar, Hz. İsa'nın çarmıha gerilmeme fikrinin Hz. Muhammed tarafından îcad edildiğini söylerlerse de bu doğru değildir. Daha önceden de Basilid, Cerinthi, Carpocrati gibi mezhepler bu görüşteydi. Photius, Resûllerin Seyahatları adlı eserde şu cümlenin yazılı olduğunu okumuştu: 'İsa çarmıha gerilmedi, bir başkası onun yerine çarmıha gerildi. Onun için onu çarmıha gerenlere güldü.'" diyor.

Ekser Hristiyanlar ise, onun Platus zamanında çarmıha gerildiği, sonra da diriltilip gökyüzüne çıkarıldığına inanırlar. Onun yerini gösteren 12 Havarîden İskaryot, sonradan hiyanetinden pişmanlık duymuş ve kendini asmıştır. Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi konusunda Hristiyanlar üç gruba ayrılmışlardır. Melkâiye denilen grup, Hz. İsa’nın hem bedenen, hem de rûhen çarmıha gerildiğini, fakat bu ölümün ruhuna doğrudan değil de temasla ve hissen vâkî olduğuna inanırlar. Yakubiye denilen diğer bir grup iki cevherden meydana gelen cevher-i Mesih'in idam edildiğini, Nasurîler denilen üçüncü grup ise bedenen öldürüldüğünü, fakat ruhunun göklere yükseldiğini söylerler.(3)

Kur’ân’da Hz. İsa’nın Sonu

Kısaca, İncillerin ve Hristiyanların Hz. İsa'nın âkıbeti konusundaki görüşleri böyle. Kur'an ise, bu konuda gâyet net ve kesin açıklamada bulunmaktadır. Konuyla ilgili bazı âyetler şu meâldedir:

"Yahudîler, İsa'yı öldürmek için hile yaptılar. Allah da onları kurdukları tuzağa düşürdü ve İsa diye kendilerinden birini öldürttü. Allah, hileyi hileyle cezalandıranların en hayırlısıdır."

"O vakit Allah buyurdu ki: 'Ey İsa! Seni ecelin geldiğinde öldürecek olan benim. Seni ben semaya yükselteceğim, Yahudîlerin suikastından tertemiz kurtaracağım ve sana uyanları Kıyamete kadar, seni inkâr edenlere üstün kılacağım.'"(4)

Diğer bir âyette ise, meseleye daha da açıklık kazandırılmakta ve şöyle buyurulmaktadır:

"Onlar, İsa'yı inkâr etmeleri, Meryem'e pek büyük bir iftirada bulunmaları ve 'Allah'ın Resûlü Meryem oğlu Mesih İsa'yı biz öldürdük.' demeleri sebebiyle de lânete uğramışlardır. Onu ne öldürdüler, ne de astılar; fakat başkası ona benzetildi de onu öldürdüler. Muhakkak ki, bu hususta ihtilâfa düşenler, İsa'yı öldürüp öldürmedikleri hakkında şüphe içindedirler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur; kapıldıkları şey, ancak bir zan ve tahminden ibarettir."

"Hakikatte ise, Allah, onu kendi huzuruna yükseltti. Allah'ın kudreti herkese gâliptir ve Onun her işi hikmet iledir."(5)

Âyette, açıkça Hz. İsa'nın asılmadığı, ona benzetilen başka birinin öldürüldüğü anlatılmaktadır. Âyeti tefsir eden âlimler, bu hususu şöyle yorumlamışlardır: Yahudîler, Hz. İsa'yı öldürmek maksadıyla yanına girdiklerinde onu bulamadılar. Çünkü Cenab-ı Hak, onu gökyüzüne çıkarmıştı. Telaşlanan ve halkın karışmasından korkan Yahudîler, bir kişi tutup onu Hz. İsa diye çarmıha gerdiler. Halk çarmıha gerilen adamı ismen tanısa da şahsen tanımamaktaydı.

Diğer bir görüşe göre ise, Yahudîler, Hz. İsa'nın bir evde bulunduğunu öğrenmiş, öldürmek maksadıyla eve gitmişlerdi. Başlarındaki Yehuda, Taytayus adında birini öldürmesi için içeri gönderdi. Cenab-ı Hak ise, İsa Aleyhisselâmı göğe kaldırmış, o adamı da İsa'ya benzetmiş, Yahudîler de Hz. İsa diye onu asmışlardı.

Bu rivayetlere ilave olarak, Havarîlerden birinin münafıklık edip casusluk yaptığı, Allah'ın da ceza olarak onu Hz. İsa'ya benzettirip astıkları şeklinde bir rivayeti daha bulunmaktadır.

Bu âyetler açıkça göstermektedir ki, Hz. İsa'yı öldürme teşebbüsüne geçen Yahudîler onu öldürememiş, Cenab-ı Hak onların tasallûtundan onu kurtarıp gökyüzüne çıkarmıştır.

Hz. İsa’nın Yeryüzüne İnişi

Ümmet-i Muhammed (a.s.m.) birçok yönleriyle övülen bir millettir. Kur’ân’da da diğer İlâhî kitaplarda da övülmüştür.

Hz. İsâ, İncil’de, bu ümmetin övgü dolu sıfatlarını gördüğünde, onlardan eylemesi için Allah’a duâ etmiş, Allah da onun duâsını kabul etmiştir. Günü geldiğinde müceddit olarak yeryüzüne inmesi bunun içindir.(6)

Âlimler, İsâ Aleyhisselâmın yeryüzüne inişinin Kitap, Sünnet ve icma ile sabit olduğunu(7) ve bunun mütevatir hadislere dayanan bir inanç meselesi haline geldiğini, inkâr edenin küfrüne hükmedileceği kanaatine varmışlardır.(8)

Şevkânî’ye göre, İsâ Aleyhisselâmın yeryüzüne ineceğini bildiren hadislerin toplamı 29’u bulmakta ve tevatür derecesine ulaşmaktadır.(9) Sahih-i Müslim’de de aynı kayıt vardır.(10) Şöyle der:

“Beklenen Mehdî, Deccal hakkında rivayet edilen hadisler olduğu gibi Hz. İsa bin Meryem'in (a.s.) ineceği hakkındaki hadisler de tevatür derecesine ulaşmıştır.”(11)

İbni Kesir Tefsirinde, Zuhruf Sûresinin âyetinde geçen İsa Aleyhisselâmın Kıyamet alâmeti oluşu hakikatini açıklarken, onun Kıyamet kopmadan önce ineceğini bildiren rivayetlerin tevatür derecesine geldiğini bildirmektedir. Şeyh Abdülfettah Ebû Gudde de, Hz. İsa’nın yeryüzüne inip Deccalı öldürüceğine dair rivayetlerin tevatür derecesini bulduğunu belirtir.(12) Allame muhaddis Kittânî’nin de Nazmü’l-Mütenâsır isimli eserinde(13) aynı görüşleri savunduğu görülür.

İbni Hacer’in Fethu'l-Barî'sinde de, Hz. Mehdînin bu ümmetten olacağı, Hz. İsa'nın (a.s.) onun arkasında namaz kılacağıyla ilgili hadislerin mütevatir oldukları kaydı da yer almaktadır.(14)

Sadeddin Taftazanî de, Şerhu'l-Makasıd’ında, Hz. İsa'nın inişiyle ilgili birçok sahih hadis bulunduğunu ve bunların mütevatirü'l-mânâ olduğunu kaydeder.(15)

Bir kısım âyet ve hadislerde, kıyamet alâmetlerinin anlatıldığını görürüz. Bunlar hadis kitaplarında olsun, İslâm âlimlerinin eserlerinde olsun, "Kıyamet alâmetleri" başlığı altında toplanmıştır. Bu alâmetlerden biri de, Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesidir. Yani İsa Aleyhisselâm, Kıyamet kopmadan önce yeryüzüne inecektir. Cenab-ı Hak, bir âyetinde, "İsa'nın inişi kıyamet alâmetlerindendir."(16) buyurarak bu hakikate işaret etmiştir. Resûl-i Ekrem de (a.s.m.), birçok hadislerinde, Hz. İsa'nın ineceğini bildirmişlerdir. Bunlardan bir kısmı şöyledir:

"Sizler on alâmeti görmedikçe hiçbir zaman kıyamet kopmaz. Biri de İsa Aleyhisselâmın inmesi"(17)

"Hayatım Kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adaletli bir hâkim olarak içinize inmesi yakındır."(18)

Bilindiği gibi, Hz. İsa, gökyüzünderi ve üçüncü hayat tabakasında bulunmaktadır. Bizim gibi yiyip içmeye, beşerî bir kısım ihtiyaçlara gerek duymamakta, nuranî, yıldız misal, melek gibi bir hayat sürmektedir. Peygamberimizin, “Hz. İsa âhir zamanda gelecek, şeriat-ı Muhammediye ile amel edecek.”(19) müjdesi gereğince yeryüzüne bir insan olarak inecektir.

Mâdem hikmet-i İlâhiye onun yeryüzüne inmesini gerekli görmektedir. Öyleyse çok önemli bir kısım vazifeler yapmalıdır. Bunların bir kısmını sıralayalım:

Hz. İsa' nın Faaliyetleri

a. Hz. Mehdî’ye Tâbî Olması

Hz. İsâ geldiğinde islâm şeriatıyla amel edecektir. "Eğer İsa hayatta olsa, bana uymaktan başka birşey yapmaz."(20) buyuran Allah Resûlü, Müslim'de yer alan bir hadislerinde de onun Sünnet-i Seniyyeye tâbi olacağını açıkça belirtmektedir.(21)

İmam-ı Nevevî, "Hz. İsâ, ümmet-i Muhammed’e ayrı bir peygamber olarak değil, şeriat-ı Mahmmediyeyi tatbik etmek için gelecektir."(22) der.

İmam-ı Rabbanî de (r.a.), Hz. İsa’nın yeryüzüne inip peygamberlerin sonuncusu Resûlullah Efendimizin (a.s.m.) şeriatına tâbi olacağını söyler.(23)

Kadı İyaz ise, onun halkın terk ettiği Şeriat hükümlerini ihya etmek için ineceğinin sahih hadislerle sâbit olduğunu belirtir.(24)

Bilindiği gibi Hz. Muhammed (a.s.m.) hâtemülenbiyadır, yani son peygamberdir. Böyle olunca Hz. İsa'nın yeni bir peygamber olarak değil, ancak Resûl-i Ekreme ümmet olarak gelmesi ve Şeriat-ı Muhammediyeye göre amel etmesi düşünülebilir. Âlimler derler ki:

"Hz. İsa, Şeriat-ı Muhammediyeyi tekrar ve tecdidle görevlidir. İslâmla amel edecek tek peygamber, Hz. İsa'dır. O, dinin hor ve hakir görüldüğü, itildiği bir zamanda gelip âdil bir hâkim olarak vazife yapacaktır. Yeryüzüne inmeden önce o günün şartlarında İslâmla ilgili gerekli her türlü bilgiyi öğrenmiş olarak gönderilecek ve geldiğinde bunları tatbik edecektir."(25)

Tevatür derecesinde olan Hz. İsa'nın Hz. Mehdî'nin arkasında namaz kılması(26) tarzındaki hadisler de onun İslâma tâbi olacağını göstermektedir. Bu konuda birçok rivayet vardır. Bir kısmı şöyledir:

“Hz. Mehdî imam olur, Hz. İsa da ona uyar.”(27)

Buharî ve Müslim'deki diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulur:

"İmamınızın sizden olduğu bir anda Meryem oğlu İsa, yanınıza inip namazda ona uyduğunda ne yaparsınız?"(28)

Ahmed'in Cabir'den rivayet ettiği Müsned’de yer alan bir hadis-i şerifte, Hz. İsa'ya, “İmamete geç, ey Ruhullah.” diye namaz kıldırması teklif edilince, “Sizin imamınız öne geçsin ve namaz kıldırsın.” diyeceği belirtilir.(29)

Konuyla ilgili rivayetlerden birisinde de şöyle buyurulur:

“İsa bin Meryem'in (a.s.) sabah şafağının attığı bir sırada Beyt-i Makdis'e ineceği vakte kadar, bu ümmetin içinde hak için çarpışan bir cemaat muhakkak bulunacaktır. İsa bin Meryem (a.s.) Hz. Mehdî'nin yanına iner. Kendisine, ‘Geç öne ey Allah'ın peygamberi! Bize namaz kıldır!’ denilir. O da, ‘Hayır, Allahu Teâlanın bir ihsanı olarak siz birbirinizin emiri kılınmışsınızdır.’ der.”(30)

İbni Mâce’de Ebû Ümame’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise imamlık Hz. İsa’ya teklif edilince o, “Sen geç, bu görev sana verildi” der.

Konuyla ilgili diğer bir rivayet de şöyledir:

“Hz. Mehdî, mü’minlerle beraber Beytü’l-Makdis’te sabah namazı kılarken o sırada nüzûl eden İsa’yı (a.s.) öne geçirecek ve Hz. İsa, ellerini onun omuzlarına koyarak, ‘Namazın kàmeti senin için getirilmiş, bu yüzden sen kıldır.’ diyecek ve nihayet Hz. Mehdî, İsa (a.s.) ve mü’minlere imam olarak namazı kıldıracaktır.”(31)

Fıkhü'l-Ekber Aliyyü'l-Karî Şerhinde ise mesele biraz daha netleştirilir:

"İsa Aleyhisselâm, Mehdî (r.a.) ile buluşacak. Bu arada namaz kılınacak. Mehdî namazı kıldırması için İsa Aleyhisselâma işaret edecek, fakat İsa Aleyhisselâm, 'Bu namaz senin için kılınıyor' diyerek mazeret belirtecek ve 'Sen bu namazı kıldırmaya benden daha lâyıksın' diyecek. İsa Aleyhisselâmın Hz. Peygamberin şeriatına uyduğu ortaya çıkması için Mehdî'ye uyacak, böylece beraber namaz kılacaklardır."(32)

Hz. İsa'nın namazda Hz. Mehdî'ye uyması şeklindeki bütün bu rivayetler, onun İslâma tâbi olacağını göstermektedir. Yani Hz. İsa yeni bir dinle gelmeyecektir. Ayrıca Hristiyanlıkla İslâmiyetin ittifak edeceğine, hakikat-i Kur’âniyenin metbûiyetine ve hâkimiyetine işaret etmektedir.(33)

Hz. İsa’nın Şeriat-ı Muhammediye ile amel etmesinin bir sırrı da şöyle tecellî etmektedir: Âhirzamanda tabiat felsefesinden kaynaklanan küfür cereyanı ve Allah’ı inkâr fikrine karşı İsevîlik, hurafelerden arınıp İslâmiyete dönüşecek ve İsevîliğin şahs-ı mânevîsi vahy-i semavî kılıncıyla o müthiş dinsizliğin şahs-ı mânevîsini öldürecektir. Yani Hz. İsa, İsevîliğin şahs-ı mânevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı mânevîsini temsil eden Deccalı, yani onun yaydığı Allah’ı inkâr fikrini öldürecektir.(34)

b. Hristiyanlığı Hürafelerden Arındırması

Hz. İsa'nın diğer önemli bir vazifesi de, az önce kısaca temas ettiğimiz gibi Hristiyanlığı sonradan içerisine sokulan birkısım hurafelerden, bilhassa teslisten arındırması, Tevhide dönüştürmesidir. Çünkü çağın, ilmin, insanî ve medenî duyguların bunca gelişmesi karşısında insaf ve hakperestliği esas alan insanlarca, Hristiyanlığın eski haliyle ayakta kalması mümkün değildir. Ya sönüp gidecek, ya da asliyetine dönüşecek, hurafelerden arınacaktır.

Bir kısım inkılâplardan geçen Hristiyanlık, önce Prutluğa, sonra mutlak dalâlete düşerken, bir kısmı ise Tevhide yaklaşmış, onunla teneffüs etmeye başlamıştır. Birinci ve İkinci Cihan Savaşlarından itibaren, bilhassa son yıllarda yeni birkısım değişikliklere uğrayan Hristiyanlık teslisten Tevhide geçişin sancılarını yaşamaktadır. Hristiyan bir grup tarafından çıkarılan ve sekiz milyon insana hitap eden "Plain Truth" dergisi, teslisin Hristiyanlığa sonradan ilâve edildiğini açıkça söyleyebiliyor. Nice rûhanî, Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamberliğini kabul etmekte tereddüt etmediklerini ifade edebiliyor. Vatikan gibi bir yerde bile Michael Lelong isimli Müslümanlarla Münasebetler Bölümü Başkanının bunu açık açık belirtmesi, bu yolda büyük mesafe alınmış olduğunu göstermiyor mu?

d. Küfrü Yok Etmesi

Hz. İsa küfre çetin bir savaş açar. Küfür, kendisinde onun karşısında durabilecek tâkât bulamaz. Rivayete göre, “onun nefesini duyan her kâfir ölecek, nefesi de gözün görebildiği mesafeye kadar ulaşacaktır.”(35) Yani o, İslâmın hayat verici hakikatlerini bayrak edindiği için, o müdellel hakikatler karşısında hiçbir küfrî görüş dayanak noktası bulamayacak, yıkılmak zorunda kalacaktır.

Hz. İsa’nın küfrü yok etmesi demek, küfrün temsilcisi olan Deccalı ve inançsızlığa dayanan köhne sistemini ve şahs-ı mânevîsini yerle bir etmesi demektir.

c. Barışı Sağlaması

Yeryüzünde kırk yıl adaletli bir idareci olarak kalan Hz. İsa,(36) barışı da hâkim kılacak, -barış hâkim kılındığı için de- kılıçları tırpan olarak kullanacaktır.(37)

Evet, onun döneminde kılıçlar kınına girecek, silah kullanmaya gerek kalmayacaktır.

İsa Aleyhisselâm, yeryüzünde kaldığı süre içerisinde, her türlü kötülüğün kaynağı olan küfrü yok ederken, onun yerine bütün güzelliklerin kaynağı olan îmanı yerleştirecektir. Böylece îmanın gereği olan adalet, eşitlik, bolluk, huzur ve saadet boy gösterecektir. Rivayetlerde bu gerçeklere bir bir dikkat çekilir. O geldiğinde "düşmanlıklar, boğazlaşmalar, kıskançlaşmalar yok olacak,"38 gerçek huzur ve saadet ortamı teşekkül edecek, “Tek bir secde dünya ve içindekilerden hayırlı görülecek.”(39)

Evet, o dönemde insanlar öylesine düzelecek, îmanları öylesine kuvvetleşecek ve hayırlı amellere öylesine koşacaklar ki, tek bir secdeyi dünya ve içindeki herşeyden daha üstün tutacaklar.(40)

Şu rivayet de o günki mânevî atmosferi göstermesi bakımından oldukça enteresandır:

"İsa bin Meryem, ümmetim içinde bulunacak, adaletli bir hâkim ve âdil bir imam olacak. Haçı kırıp ezecek ve domuzu öldürecektir. Cizyeyi kaldıracak, zekâta ise dokunmayacaktır. Artık ne koyun, keçi, sığır sürüsü, ne de deve sürüsü üzerine zekât memuru çalıştırılmayacaktır. Düşmanlık ve kin kaldırılacaktır. Zehirli olan her hayvanın zehri sökülüp alınacaktır. Hattâ küçük oğlan çocuğu, elini yılanın ağzına sokacak da yılan ona zarar vermeyecektir. Küçük kız çocuğu da arslanı kaçmaya zorlayacaktır da arslan ona zarar vermeyecektir. Kurt, koyun-keçi sürüsü içinde sürünün köpeği gibi olacaktır. Kap suyla dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır. Din birliği de olacak, artık Allah'tan başkasına tapılmayacaktır. Savaş da ağırlıklarını (silâh ve malzemelerini) bırakacak."(41)

Müslim’de yer alan bir rivayette de aynı şekilde onun, "domuzu öldüreceği, haçı kıracağı, cizyeyi kaldıracağı"(42) belirtilmektedir.

Bu ve diğer rivayetlerde geçen haçı kırma, Hz. İsa’nın, akla, ilme ve hakikate ters hurafelerle aslı değiştirilen Hristiyanlığı bunlardan arındırıp İslâmiyete dönüştüreceğine, teslisten kurtaracağına işaret eder.

Cizyeyi kaldırması ise, zamanında malın bollaşacağını gösterir. O geldiğinde mal öylesine bollaşır ki, cizye almaya bile gerek kalmaz. Bunu, Hristiyanların, İslâmı kabul edecekleri şeklinde yorumlayanlar da vardır. Çünkü Müslüman olanlardan cizye alınmaz.

Zehirli hayvanların zehirlerinin alınması, kurtla kuzunun bir arada gezmesi gibi ifadeler barış atmosferinin belirtileridir. “Savaş da ağırlıklarını, yani silah ve malzemelerini bırakacak” ifadelerinde olduğu gibi.

d. Deccalı Öldürmesi

Hz. İsa'nın en büyük muvaffakiyetlerinden biri ise, Deccalı öldürmesidir. Hz. Mehdî’yle birlikte bunu gerçekleştirecektir.

Deccal'ın çıkışı, icraatı nasıl dehşetliyse, öldürülmesi de o ölçüde önemli ve sevindiricidir.

Rivayete göre Resûl-i Ekrem (a.s.m.) Miraca çıktığında Hz. İsa'yla görüşmüş; Deccal söz konusu olmuş ve Hz. İsa şöyle demişti:

"Rabbim bana Deccalın çıkacağını haber verdi. Yanımda kadib ağacından yapılmış iki ok bulunacak. Deccal onları görünce kurşunun erimesi gibi eriyecektir."(43)

Bu hakikati, Resûl-i Ekrem Efendimiz de (a.s.m.) şöyle haber vermiştir:

"Allah'ın düşmanı olan Mesih-i Deccal, İsa Aleyhisselâmı görünce, tuzun suda eridiği gibi erir. Hz. İsa, onu terk edip bıraksa bile helâk oluncaya kadar eriyip gidecektir. Lâkin Allah, onu bizzat İsa Aleyhisselâmın eliyle öldürür."(44)

Diğer birkaç rivayet de şöyledir:

“İsa (a.s.) gökten inecek, Deccalı öldürecek veya Hz. Mehdî’nin Deccalı öldürmesine yardım edecek.”(45)

“Mehdî, İsa (a.s.) ile beraber çıkacak, Filistin topraklarında Bab-ı Lüdd’e Deccalı öldürecek, Mehdî’nin Deccalı öldürmesine yardım edecektir."(46)

Acaba bu hakîkat nasıl tecellî edecektir?

Önce Deccal çıkar, kademe kademe plânladığı sinsî icraatını yapmaya başlar. Istıraplı bir dönem başlar. Son derece sıkıntılı günler yaşanır.(47)

Evet, onun döneminde mü'minler şiddetli sıkıntı ve açlık çekerler. Afik Akabesine veya Şam'daki Duhan tepesine sığınmak zorunda kalırlar. İşte böyle bir zamanda Hz. İsa bir sabah namazı vakti gelir, Deccal onu görünce kurşunun eridiği gibi erir.(48)

Deccalın öldürüleceği yerin Afik Akabesi olması da enteresandır. Hz. İsa burada şeytanla mücadele etmiş, sonunda Cenab-ı Hakkın yardımıyla gâlip gelmişti. Aynı yerde aynı şekilde Deccalı mağlup edecektir.(49)

İsa bin Meryem, iki eli iki meleğin omuzunda olarak Şam'ın doğusundaki minareye inecektir. Nefesinin ulaştığı her kâfir ölecektir. Deccalı da arayıp bulacak ve Lüd* kapısında öldürecektir.(50)

İbni Kesir'in belirttiğine göre Hz. İsa, hakkı temsil etmektedir. Gün gelecek, onun sayesinde hak kuvvet bulacak ve Deccalizmi mağlup edecektir. Hadiste Lüd kapısının özellikle zikredilmesi İslâmın Yahudîlere (Deccal da Yahudîdir) galebe çalacağını göstermektedir. Çünkü Yahudîler en geniş şekliyle Deccalizmi temsil etmektedirler ve Lüd onların hâkimiyeti altında bulunmaktadır.(51)

Fitneyi uyandırmak ve hâkimiyet kurmak maksadıyla dünyayı dolaşan, bir kısım istidracî harikalar gösteren Büyük Deccal, bütün bunlara rağmen Hz. İsa’nın elinden kurtulamayacaktır.

Rivayetler, ayakbastığı her yeri, uğradığı her bölge insanını mânen bozup toplum hayatı için birer felâket unsuru haline getiren Deccal ve taraftarlarının dördüncü devrede artık iş yapamaz hale geleceğini, durumunu muhafazaya çalışacağını göstermektedir. Onun hakkından Hz. İsa gelecektir. Evet, büyük Deccalı, o öldürecektir.

Bu nasıl gerçekleşecektir?

Bediüzzaman Hazretlerinin belirttiğine göre bunun iki tevili vardır:

"Sihir ve manyetizma ve ispirtizma gibi istidracî harikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden (büyüleyip emri altına alan) o dehşetli Deccalı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek; ancak hârika ve mûcizatlı ve umumun makbûlü bir zât olabilir ki; o zât, en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hz. İsa Aleyhisselâmdır."

"İkinci vechi şudur ki: Şahs-ı İsa Aleyhisselâmın kılıncı ile maktûl olan şahs-ı Deccalın, teşkil ettiği dehşetli maddiyunluk (maddecilik) ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı manevîsini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek, ancak İsevî ruhanîleridir ki; o ruhanîler, din-i İsevînin hakikatını hakikat-ı İslâmiye ile mezcederek o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek."(52)

Evet, Hristiyanlık dini üçlü bir Allah inancından kurtulup tek bir Allah inancına yönelecek, bir kısım hurafe ve saçmalıklardan arınacak, İslâmiyete inkılâb edecek, Kur'ân'a teslim olacak ve birlikte büyük bir kuvvet kazanarak dinsizlik fikrini yok edeceklerdir.

Ancak herşey sebepler tahtında yürüyecektir. Çünkü sebepler dünyasında yaşıyoruz. Olup bitenlerin olağanüstü olarak gerçekleşeceği beklenmemelidir. Resûl-i Ekremin (a.s.m.) bile bütün işleri harika değildi. Ara sıra ve ihtiyaç ânında mûcize göstermekte, diğer zamanlarda nasıl davranmak gerekiyorsa öyle davranmaktaydı. Yerine göre aç kalıyor, yerine göre de sıkıntılara göğüs geriyordu.

Hz. İsa'nın da bütün işlerinin olağanüstü olmasını beklememeliyiz. Yeri gelince elbet harikulâdelikler gösterecektir. Diğer zamanlarda ise günün şartlarını dikkate alacak, nerede, ne zaman ve nasıl davranılacaksa öyle davranacaktır.

Deccal, dinsizliğin temsilcisi olduğu, onun bir komitesi, sistemi, rejimi bulunduğu ve bugün de bunun komünizm olarak tecellî ettiği bilindiğine göre, Hz. İsa'nın en büyük mücadelesinin dinsizlik, îmansızlığa ve komünizme karşı olacağı unutulmamalıdır.

Evet, Hz. İsa, dinsizliğin kökünü kurutacak, fikriyâtını yok edecektir. Bazı müfessirler, Nisa Sûresinde yer alan, "Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce İsa'nın hak peygamber olduğuna îman etmesin."(53) âyetine dayanarak Ehl-i Kitabın, Hz. İsa'ya inanacaklarını belirtirler. Aliyyü'l-Karî, bu âyeti izah ederken, Hz. İsa yeryüzüne indiğinde bütün dünyanın tek bir İslâm milleti haline geleceğini(54) belirtir. Mehmet Vehbi Efendi de Hz. İsa'nın Deccal çıktığı zaman gökyüzünden inip Deccalı öldüreceğini, sonra da bütün milletlerin Hz. İsa'ya îman edip dünyanın ehl-i İslâm olacağını kaydeder.(55)

Âhirzamanda maddecilik ve tabiatçılığın kuvvet bulup yaygınlaştığı, Allah'ı inkâr edecek dereceye geldiği ve Deccal, bizzat bu komitenin başına geçtiği bir zamanda Hz. İsa vazifeye başlar. Allah'ı ve dini inkâr eden bu grubun kuvvetli göründüğü bir anda Hz. İsa'nın mânevî şahsiyetinden ibaret olan hakikî Hristiyanlık dini, ortaya çıkan bu dinsizliğe karşı mücadele verir. Hz. Mehdî ile birleşerek Deccalı öldürürler. Yani hürafelerden arınmış Hristiyanlıkla İslâm ittifak ederek Deccalın fikr-i küfrîsini öldürürler.

Bu durumu Bedîüzzaman Said Nursî, bizzât kendi ifadeleriyle şöyle anlatır:

"O cereyan (dinsizlik cereyanı) pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hz. İsa Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiye semasından nüzul edecek; hal-i hazır Hristiyanlık dini o hakîkate karşı tasaffî edecek, hürafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakàik-i İslâmiye ile birleşecek; mânen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâb edecektir Ve Kur'ân'a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi, tâbi; ve İslâmiyet metbû (tâbi olunan) makamında kalacak. Din-i hak bu iltihak neticesinde azîm (büyük) bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûb olan İsevîlik ve İslâmiyet; ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Küll-i Şey'in va'dine istinad ederek haber vermiştir. Mâdem haber vermiş, haktır; mâdem Kadîr-i Küll-i Şey vaadetmiş, elbette yapacaktır."(56)

"Evet, Alem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet (Allah'ı inkâr) niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber eden Deccal komitesini, Hz. İsa Aleyhisselâmın din-i hakikîsini İslâmiyet hakikatıyla birleştirmeğe çalışan hamiyetkâr ve fedâkâr bir İsevî cemaati nâmı altında ve ‘Müslüman İsevîleri’ ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hz. İsa Aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak; beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracaktır."(57)

Asıl mesele bir virüsle ölebilecek Deccalın şahsını öldürmek değil, mesleğini, kurduğu dinsizlik sistemini öldürebilmektir. Bu hususa da Şuâlar’da şöyle açıklık getirilir:

“Hem Deccalın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve hükümetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı, onun şahsıyla münasebattar rivayet edilmesi cihetiyle mânâsı gizlenmiş. Meselâ: ‘O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hz. İsa (a.s.) onu öldürebilir, başka çare olamaz.' rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek; ancak semavî ve halis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat-i Kur’âniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki, Hz. İsâ Aleyhisselâmın nüzûlü ile o dinsiz meslek mahvolur, ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.”(58)

Hz. İsa, Deccalı öldürdükten sonra insanlar ekseriyetle hak dine girecek, hak din bütün ağırlığıyla varlığını hissettirecek, az önce geçen âyette belirtilen gerçek kendini gösterecektir.

Bütün bu bilgiler ışığında diyebiliriz ki, Hz. İsa, icraatını şahs-ı mânevîye dayanarak bir bir gerçekleştirmektedir. Dinsizliği yaymaya çalışan Deccal ve komitesi, onun ve Hz. Mehdînin karşısında bir buz gibi eridi ve erimeye devam edecek.

Yetmiş sene dünyaya kan kusturan, Rusya’nın bin yıllık mahsûlâtını bir çırpıda yıkan, mukaddes namına tahrip etmedik bir şey bırakmayan ateist rejim komünizmin uğradığı sevindirici âkibet, bu rivayetlerin bir nevi tasdiki, gözler önüne serilmesi değil midir?

Evet, fıtrata, âdetullaha zıt dinsizlik ölmek zorundaydı ve öldü. Rusya’nın bizzât kendisi de bu hakikat karşısında fazla direnemeyecektir. Çünkü, "İki dehşetli Harb-i Umûmînin neticesinde beşerde hâsıl olan bir intibah-ı kavî (kuvvetli uyanma) ve beşerin uyanması cihetiyle kat'iyyen dinsiz bir millet yaşamaz, Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakîkata dayanan hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur'an ile bir müsalaha (barış yapar) veya tâbî olabilir"(59) müjdesinin gerçekleşmeye başladığını bugün açık seçik görüyoruz..

e. Yahudîleri Öldürmesi

"Deccal, beraberinde yetmiş bin Yahudî olduğu halde, gelecek. Hepsi de süslü kılınç kuşanmış, yeşil şallı olacaklardır. Deccal, İsa Aleyhisselâma bakınca, tuzun suda eridiği gibi eriyecek ve kaçmaya başlayacaktır. İsa Aleyhisselâm da ona, 'Sana öyle bir darbem olacak ki, sen bundan kurtulamayacaksın.' diyecek ve Lüdd'ün doğu kapısı yanında yetişip onu öldürecektir. Allah, Yahudîleri de hezimete uğratacaktır. Artık Allah'ın yarattığı yaratıklardan, arkasında bir Yahudînin saklanıp da Allah'ın konuşturmayacağı hiçbirşey kalmayacaktır. 'Ey Allah'ın Müslüman kulu! Gel, onu öldür' demeyen ne bir taş, ne bir ağaç, ne bir duvar, ne de bir hayvan kalacaktır. Yalnız, 'Garkad' denilen ağaç müstesna. Bu, onların ağaçlarındandır. Konuşmayacaktır."(60)

Müslim'de yer alan bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:

"Müslümanlar ile Yahudîler arasında çok kanlı bir muharebe olmadıkça Kıyamet kopmaz. O muharebede Müslümanlar, Yahudîleri tamamıyla kırıp öldürürler. Hattâ (bu kırıp öldürme o dereceye varır ki), bir Yahudî taş veya ağaç arkasına saklansa, o taş veya ağaç, 'Ey Müslüman! Ey Allah'ın kulu! Şu arkamdaki kişi bir Yahudîdir. Gel, onu öldür.' diyecek olmasın. Garkad ağacı (büyük bir ağaç) müstesna. Çünkü o Yahudî ağacı nevindendir."(61)

Dinsizlik rejimi olan komünizmin darbe yemesi demek, tarih boyunca yeryüzünü fesada veren; bozgunculuk ve karıştırıcılığıyla tanınan ve çağımızda da komünizmi dünyanın başına musallat eden Yahudîlerin darbe yemesi demek değil midir?

Kur'ân'da belirtildiği gibi, yaptıkları şer ve tahribat sebebiyle Allah'ın gazabına müstehak olan, zillet ve meskenat damgası yiyen bu milletin çağımızdaki fesadları geçmiş çağlardakileri topyekûn kusacak boyutta olduğu için, İlâhî cezaya da—sanıyoruz—o ölçüde müstehak hale gelmişlerdir. Komünizmin iflasıyla unutamayacakları bir darbe yiyen Yahudîlerin, müstehak oldukları diğer cezaları ne zaman ve nasıl çekeceklerini zaman gösterecek.

f. Bolluk ve Berekete Vesile Olması

Bir hadis-i şeriflerinde Peygamberimiz, “Mesih’ten sonraki yaşayışa ne mutlu!” buyururlarken, bunun sebebini de anlatırlar: O gün geldiğinde gök yağmurlarını yağdırır, yer bitkilerini bitirir. Öyle ki tohumu kaskatı bir taşın üstüne dahi atsan bitirir."(62)

Bu hadis-i şerif, Hz. Mehdî zamanında görülecek bu bolluğun sonra da devam edeceğini göstermektedir.

Evet, Hz. İsa’nın hâkimiyeti döneminin mazhar olduğu güzelliklerden sadece birkaçı bunlar. Bu güzelliklerden biri de bir rivayette belirtildiği gibi malın bollaşmasıdır.(63) Hem de öylesine bollaşacaktır ki, onu kabul edecek kimse bulunmayacaktır.(64)

İnsanlar şükre yöneldikleri için Allah da onlara bol bol vermektedir. Diğer bir önemli sebep de savaşa harcanan paraların halkın hizmetine sunulmasıdır. Ayrıca o dönemde teknoloji geliştiği, tarım ve sanayide hamleler gerçekleştirildiği için üretim kat kat artacaktır.

Hz. İsa Geldi mi?

Bediüzzaman, Hristiyanlığın ya söneceğini ya da hurafelerden arınıp Tevhide dönüşececeğini, İslâma terki silah edeceğini söyler.

Kanaati ikinci şıkkın gerçekleşeceği noktasındadır. Bunun gerçekleşmesi yolunda, Hristiyanlığın geçmişten bugüne geçirdiği evreleri ise şöyle anlatır:

“Mükerreren (tekrar tekrar) yırtıldı, purutluğa tâ geldi, purutlukta görmedi ona salâh verecek."
“Perde yine yırtıldı, mutlak dalâle düştü. Bir kısmı lâkin yakınlaştı Tevhide; onda felâh görecek,"
“Hazırlanır şimdiden Yırtılmaya başlıyor. Sönmezse safvet bulup İslâma mal olacak."
“Bu bir sırr-ı azîmdir, ona remz ve işaret: Fahr-i Resûl demişti: ‘İsa Şer’im (Şeriatim) ile amel edip ümmetimden olacak.’”
(65)

Yukarıda bu hakikatin nasıl gerçekleştiğinin bir kısım örneklerini vermiştik. Bediüzzaman eserlerinde bu konuda oldukça örnekler verir. Bir eserinde, “Âhir zamanda Hz. İsa’nın (a.s.) din-i hakikisi hükmedecek, İslâmiyet'le omuz omuza gelecek.”(66) der. Kur’ân, Asr-ı Saadette olduğu gibi, Ehl-i Kitabı yalnız Allah’a ibadet etme, Ona ortak koşmama gibi tek kelimede birleşmeye(67) davet etmekteydi. Bu âyet asrımızda eskiye göre büyük ölçüde tatbikat bulmaya başladı. Cehalet ve körü körüne taklitçiliğin kırılıp yerini akıl, ilim, insaf ve hakperestliğe bırakmaya başladığı günümüzde, Hristiyanlık dünyası da artık Kur’ân’ın bu emrine kulak vermeye başladılar.

Resûlullah, tâ Asr-ı Saadetten bu günleri görüp, “Âhirzamanda İsevîlerin hakiki dindarları ehl-i Kur’ân ile ittifak edip, müşterek düşmanları olan zındıkaya karşı dayanacaklarını”(68) bildirmişti. Konuyla ilgili hadis-i şeriflerden biri de şöyle:

“İstikbalde Rum ile emniyeti temin eden bir sulh akdedeceksiniz ve birlikte ikinize de muhalif olan bir düşmana karşı savaşacaksınız.”(69)

İbni Mâce’de yer alan bir hadiste ise, savaşlar başgösterdiğinde Arap olmayanlardan atları cins atların en kıymetlisi, silahları silahların en iyisi olan bir ordunun İslâmı teyid edeceği bildirilmektedir.(70) Bu ordu, âhirzamanın büyük savaşları ânında, İslâma destek olan harp teknolijisi yüksek Hristiyan bir devletin ordusu olamaz mı?

Nitekim Bediüzzaman, İkinci Cihan Savaşı esnasında komunizmi temsil eden Rusya’ya karşı mücadele veren, “Allah’a istinad edip dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyeti ve İslâmları himaye edeceğim” diyen Almanya ve Bolşeviklere gâlibâne ve öldürücü darbe vuran içerisindeki muharip gruptan sitayişle söz etmiş, Hz. İsa’nın şahs-ı mânevîsinin bir nevi temsilcisi olduğunu zikretmiştir.(71)

Yetmiş-seksen yıldır ateizm adına hareket eden komünizmle ne İslâm ülkeleri ve ne de Hristiyan ülkeler tek başlarına mukabele edebildiler. Onun için de ittifak zaruret oldu. Nato, Cento gibi kuruluşlar da bunun sonucunda doğdu.

Zaman bu zamandı. Bunu çok iyi hisseden Bediüzzaman, ehl-i îmana da, dindar ruhanîlere de bazı hakikatleri hatırlatma ihtiyacı hissetmişti:

“Şimdi ehl-i îman, değil Müslüman kardeşleriyle, belki Hristiyanın dindar rûhanîleriyle ittifak etmek ve medar-ı ihtilâf meseleleri nazara almamak, niza etmemek gerektir. Çünkü küfr-ü mutlak hücum ediyor.”(72)

“Şu zamanda ehl-i diyanet ve ehl-i hakikat değil yalnız dindaşı, meslektaşı, kardeşi olanlarla samimi ittifak etmek, belki Hristiyanların hakiki dindar rûhanîleri ile dahi medar-ı ihtilâf noktaları, muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etmeyerek müşterek düşmanları olan mütecaviz dinsizlere karşı ittifaka muhtaçtırlar.”(73)

Misyonerler, Hristiyan ruhânîleri ve Kur’ân hizmetkârları çok dikkat etmeliydiler. Çünkü Kuzeyden çıkan dinsizlik cereyanı, İslâmla İsevîliğin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek için Müslümanlarla misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışıyordu. Bu cereyan, İslâmın halkı kollaması, zekâtı farz, fâizi haram kılması ve zulümden sakındırması gibi esaslarını kullanarak Müslümanları aldatıp onlara bir imtiyaz verip kendi tarafına çekebilirdi.(74)

İkinci Cihan Savaşının bir cephesinde dinsizlik rejimi komünizm vardı. Bir tarafta da Hristiyan devletleri. Bediüzzaman bu yönüyle harbi değerlendirirken,

“ Çünkü bu cihan harbinde iki hükümet küre-i arzın hâkimiyeti için mürafaa ve muhakeme dâvâsında bulunmaları içinde iki muazzam dinin musalaha ve sulh mahkemesine barışmak dâvâsı açılarak ve dinsizliğin dehşetli cereyanı da semavî dinlerle mücahede-i azîmesi (büyük mücahedesi) başladı.”(75)

Durum nazikti. Düşman ise büyük ve dehşetli. İhtilâf edenler ne kadar kuvvetli olurlarsa olsunlar az kuvvetle alt edilebilirlerdi. “Deccalâne” cereyan ise iş başındaydı. Buna karşı Hristiyanlarla Müslümanların ittifak içerisinde olmaları gerekmekteydi. Şöyle diyordu Bediüzzaman:

“Ehemmiyetli bir endişe ve bir tesellî kalbime geliyor ki: Bu geniş boğuşmaların neticesinde eski Harb-i Umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da Deccalâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi tesellîye medar; âlem-i İslâmın tam intibahıyla Yeni Dünyanın, Hristiyanın hakiki dinini düstûr-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ân’la ittihad edip tâbi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir muâvenetle dayanıp inşaallah galebe eder.”(76)

Bu Deccalâne cereyan komünizmden başka birşey değildi. Dünya kurulalıdan bu yana “Din afyondur” zırvasını esas alıp bütün dinlere, mukaddeslere böylesine savaş açan ikinci bir sistem görülmemişti. Nemrutlara, Firavunlara, Şeddatlara taş çıkartan bu sistem, önüne geleni yutarak gelişmiş, kuvvet bulmuş, dünyanın önemli bir kısmını istilâ etmişti. Böyle bir zamanda ne hak din mensupları olan Müslümanlar ve ne de Hristiyanlar tek başlarına karşı koyabilecek güce sahip değillerdi. Müslüman-Hristiyan ittifakından başka yol olamazdı.

Eskiden Hristiyan devletleri İttihad-ı İslâma taraftar değillerdi, fakat komünistlik ve anarşistlik çıktığı için hem Amerika, hem de Avrupa devletleri ittihad-ı İslâma da taraftar olmaya mecburdular.(77) söyler.

İttihad-ı İslâmın teşekkül etmesi demek ise Hz. Mehdî’nin şahs-ı mânevîsinin üç önemli vazifesi îman, hayat ve şeriatten ibaret olan üçüncüsü vazifesinin gerçekleşmesi demekti. Çünkü Hz. Mehdî’nin üçüncü vazifesi, hilafet-i İslâmiyeyi ittihad-ı İslâma binâ ederek, İsevî ruhanîleriyle ittifak edip din-i İslâma hizmet etmektir. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlara fedâkârlarla tatbik edilebilirdi.(78)

13 Aralık ’de papalık sayfalık bir kitap yayınladı. Bütün kiliselere dağıtılan bu kitaptan sadece Fransa’da bin adet satıldı. Kitapta Hristiyanlık İslâmiyet doğrultusunda yorumlanıyor. Fatiha Sûresinin de yer aldığı bu kitapta şöyle deniliyor:

“İnsanlar, diğer insanların yaptıkları kànunlara değil, İlâhî kanunlara itaat etmelidirler.”

Tevhid inancının tüttüğü eserde teslis ise şöyle ele alınıyor:

Teslis akidesini tek Allah inancına göre izah etmek imkânı kalmamıştır. Hazreti İsa, sadece Allah’ın kendisine tebliğ ettiklerini nakleden bir peygamberdir.

’den bu yana papalık “Dinler Arası Diyalog Konseyi Başkanı” sıfatıyla Müslümanların Ramazan bayramlarını tebrik ediyor. yılında yayınladığı tebliğ şöyleydi:

“Aziz Müslüman hemşireler ve kardeşler! 

Sizlerin oruç ve namaza bağlılığınıza saygı duyan biz İsevîler, Allah’ın bir nimeti olan barış ve huzura kavuşmak için birlikte çalışmayı arzu ediyoruz.

Sizler mü’min ve Müslümanlar olarak farz olan Ramazan orucunu tutmanın verdiği yüksek duyguyla gâyet iyi biliyor ve idrak ediyorsunuz ki, gerçek huzur ve barışın temini Allah’tan gelen bir yardım ve nur olmadıkça mümkün değildir. O Allah ki, huzur, saadet ve barışın yegâne Rabbidir.

Cenab-ı Allah’a duâ ederiz ki, bizlere Müslümanlar ve İsevîler olarak karşılıklı yardımlaşma ve diyalog ile huzur ve barışı temin etmek için zorluklara dayanacak bir güç ve kuvvet ihsan etsin.”

yılında Dinlerarası Diyalog Papalık Danışma Kurulu Başkanı Kardinal Francis Arinze ise, Ramazan Bayramı münasebetiyle İslâm dünyasına yönelik mesajında, hem Müslümanların bayramlarını tebrik ediyor, hem de Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki ilişkilerin geliştirmesi, birbirlerine tahammülden öte daha ileri ve derin bir seviyeye varması gerektiğinden söz ediyordu. Papa Jean Paul’ün “Biz Hristiyan ve Müslümanlar, genellikle birbirimizi yanlış anlamış ve geçmişte bazan birbirimize karşı gelmiş ve hatta polemik ve savaşlarla kendimizi tüketmişizdir” şeklindeki sözlerini nakleden Arinze, “Hafızalarımızı geçmişin olumsuz kalıntılarından kurtarma ve istikbale bakma vakti gelmiştir. Kim diğerini üzmüşse, buna pişman olarak af dilemelidir. Karşılıklı olarak birbirimizi affetmeliyiz” diyordu.(79)

Hz. İsa icraatını perdeler arkasında yürütüyor sanki. Demek ki gelmiş. Tabii ki imtihan sırrı gereği herkes onu tanıyamıyor. Onu ancak ona çok yakın olanlar tanıyabilecek.

Dipnotlar:

1. Luka İncili,
2. Matta,
3. Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili,
4. Al-i İmran Sûresi,
5. Nisa Sûresi,
6. Hz. İsa (a.s.) Peygamber Efendimiz (sav)’e ümmet olmak için inecektir. Hakiki İncil’de Muhammed aleyhissalatü vesselamın üstünlüklerini gören Hz. İsa, onun ümmetinden olmak için dua etmiş, Allah duasını kabul buyurmuş. (bk. Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, , 14/74; Herkese Lazım Olan İman, Ebü’l-Baha Ziyaeddin Mevlana Halid b. Ahmed Halid-i Bağdadi, / ; Trc: Kemahlı Feyzullah Efendi, 6. bsk., İstanbul, )
7. Said Havva, a.g.e.,
8. a.g.e., s.
9. İbni Mâce,
Müslim,
Sıddık Hasan Han, es-Seyyid Muhammed Sıddık el-Kannucî, el-İzaa (Kahire: /), s. ; Said Havva, a.g.e., ,
Said Havva, a.g.e.,
Kittânî, a.g.e., s.
İbni Mâce,
et-Teftazanî, Mes’ûd bin Ömer bin Abdillah, Şerhu'l-Makasıd (İstanbul: ), Hatime: 8;
Zuhruf Sûresi,
Müslim, Kitabü'l-Fiten:
Buharî, Büyû: ; Mezalim: 31; Enbiya: 49; Müslim, Kitabü'l-İman: ; Ebû Davud, Melahim:
Buharî, Mezalim: 31; Büyu’: ; Müslim, Îman: ; İbni Mâce, Fiten:
Müsned, ; el-Fıkhü'l-Ekber Aliyyü'l-Karî Şerhi Terc., s.
Müslim, Kitabü'l-Fiten:
el-Heytemî, a.g.e., s.
İmam-ı Rabbanî, Mektûbât,
İbni Mâce,
Şârânî, Muhtasaru Tezkiretü'l-Kurtubî Terc., s.
Said Havva, a.g.e.,
Sahih-i Buharî Terc. (H. , ); el-Fethu’l-Kebîr,
Buharî, Kitabü'l-Enbiya (Babü nüzûl-i İsâ): 60, ; Müslim,
İbni Hacer, el-Feth,
Müslim, Îman: ; Suyûtî, Celaleddin Abdurrahman, el-Havî li’l-Fetâvâ, I-II (Beyrut: ),
el-Heytemî, a.g.e., s.
el-Fıkhu'l-Ekber Aliyyü'l-Karî Şerhi Terc., s.
Şuâlar, s.
Nursî, Mektûbât, s.
İbni Mâce,
Müsned, 2: ;
Müsned,
Müslim, Kitabü'l-İman:
Buharî, Büyû: ; Mezalim: 31; Enbiya: 49; Müslim, Kitabü'l-İman: ; Ebû Davud, Melahim:
Canan, a.g.e., (İstanbul, ),
Müsned, ; Muh. Tezkiretü'l-Kurtubî, s.
Müslim, Kitabü'l-İman:
Abdullah bin Mes'ûd, Tefsîru İbni Mes'ûd, s.
Müslim, Kitabü'l-Fiten:
Kittânî, a.g.e., s.
Kitabü’l-Bürhan, s.
Müsned, , ; Müslim, Fiten:
Müsned, ;
Sarıtoprak, a.g.e., s.
* Lüd, Kudüs'e 68 km uzaklıkta on beş bin nüfuslu bir kasabadır.
Müslim, Fiten: ; Tirmizî, Fiten: 59, 62; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned, ;
İbni Kesir, Nihayetü'l-Bidaye,
Nursî, Şuâlar, s.
Nisa Sûresi,
el-Fıkhu'l-Ekber Aliyyü'l-Karî Şerhi Terc., s.
Mehmet Vehbi, Hülasatü'l-Beyan,
Mektûbât, s.
Nursî, Mektûbât, s.
Nursî, Şuâlar, s.
Nursî, Emirdağ Lâhikası,
İbni Mace, Fiten:
Müslim, Kitabü'l-Fiten:
el-Münavî, Feyzü’l-Kadîr,
Müslim, Kitabü'l-İman:
Tirmizî, ; İbni Mâce,
Nursî, Sözler, s.
Nursî, Kastamonu Lahikası, s.
Âl-i İmran Sûresi,
Nursî, İhlas Risaleleri, s.
Tac Tercümesi, H. ; İbni Mâce, H.
İbni Mâce, H.
Nursî, Kastamonu Lâhikası,
Nursî, Emirdağ Lâhikası,
Nursî, İhlas Risaleleri, s. 24; Lem’alar, s.
Nursî, Emirdağ Lâhikası, s.
Nursî, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.
Nursî, Emirdağ Lâhikası,
a.g.e.,
Nursî, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.
17 Şubat , Yeni Asya.

4 Hz. İsa'nın nüzulü ve Mehdi'nin gelmesi ile ilgili açık ayet var mıdır?

Hz. İsa (as)'n tekrar dünyaya gönderileceğine dair ayetlerden işaretler vardır; Mehdi hakkında ise hadisler bulunmaktadır.

Kur'an'dan Deliller

I. Delil

" sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim"

Hz. İsa (as)'ın ikinci kez yeryüzüne geleceğine dair işaretler taşıyan ayetlerden ilki Al-i İmran Suresi'nin ayetidir:

"Hani Allah, İsa'ya demişti ki: 'Ey İsa, doğrusu seni ben vefat ettireceğim ve seni kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda ben hükmedeceğim.' "(Al-i İmran, 3/55)

Allah kıyamete kadar inkar edenlere üstün gelen ve Hz. İsa (as)'ya gerçekten tabi olan bir grubun varlığından söz etmektedir. Hz. İsa (as) hayatta iken ona uyanların sayısı çok azdı. Ve onun Allah katına yükselişinin ardından da hızla dinde dejenerasyon başladı. Sonraki iki yüz yıl boyunca da, Hz. İsa (as)'ya iman edenler (İseviler) şiddetli baskılara maruz kaldılar. Üstelik İsevilerin hiçbir siyasi gücü de bulunmamaktaydı. Bu durumda geçmişte yaşayan Hristiyanların, inkar edenlere üstün geldiklerini ve bu ayetin onlara baktığını söyleyemeyiz.

Günümüzde ise Hristiyanlığın özünden uzaklaştığını, Hz. İsa (as)'ın anlattığı hak dinden farklı bir dine dönüştüğünü görürüz. Hristiyanların çoğu arasında Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki -Allah'ı tenzih ederiz- sapkın inanç benimsenmiş ve teslis inancı (üçleme; baba, oğul, kutsal ruh) asırlar önce kabul edilmiştir. Bu durumda, dinin aslından iyice uzaklaşmış olan günümüz Hristiyanlarını da Hz. İsa (as)'ya uyanlar olarak kabul edemeyiz, çünkü Allah, Kur'an'ın birçok ayetinde "üçleme"ye inananların inkar içerisinde olduklarını bildirmiştir:

"Andolsun, 'Allah üçün üçüncüsüdür.' diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir İlah'tan başka İlah yoktur"(Maide, 5/73)

Bu durumda "sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim" ifadesi açık bir işaret taşımaktadır. Hz. İsa (as)'ya uyan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir topluluk olması gerekmektedir. Böyle bir topluluk, kuşkusuz Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne tekrar gelişiyle ortaya çıkacaktır. Ve tekrar dünyaya gelişi sırasında bu kutlu insana tabi olanlar, kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır.

Ayrıca ayetin sonunda geçen "Sonra dönüşünüz Banadır" ifadesi de dikkat çekicidir. Allah Hz. İsa (as)'ya uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğini haber verdikten sonra Hz. İsa (as) da dahil olmak üzere tümünün kendisine döneceğini bildirmektedir. "Allah'a dönmeleri" ölmeleri olarak anlaşılmaktadır. Bu da, Hz. İsa (as)'ın da kıyamete yakın dönemde yeryüzüne tekrar geldikten sonra ölümünün gerçekleşeceğine bir işaret olabilir.

II. Delil

" ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur"

Nisa Suresi'nin ayetlerinin arkasından Allah, ayette şöyle buyurmaktadır:

"Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır."(Nisa, 4/)

Yukarıdaki ayette yer alan "ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur" ifadesi oldukça dikkat çekicidir. Bu cümlenin Arapça karşılığı şu şekildedir: " ve in min ehlil kitâbi illa leyü’minenne bihi kable mevtihi"

Burada bazı tefsirciler "o" zamirinin Hz. İsa (as) yerine Kur'an'a baktığını düşünmüşler ve ayete Kitap Ehlinin ölmeden Kur'an'a iman edeceği şeklinde bir yorumda bulunmuşlardır. Oysa bu ayet öncesindeki iki ayette de "o" zamiri tartışmasız bir biçimde Hz. İsa (as) için kullanılmıştır:

Nisa Suresi, ayet:

"Ve: 'Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük.' demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler."

Nisa Suresi, ayet:

"Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."

Bu ayetlerin hemen arkasından gelen ayette kullanılan "o" zamirinin Hz. İsa (as)'dan başka bir varlığı kastettiğinin hiçbir delili yoktur.

Nisa Suresi, ayet:

"Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır."

Diğer taraftan ayetin ikinci cümlesinde yer alan "Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır" ifadesi de oldukça önemlidir. Kur'an'da kıyamet günü insanın dilinin, ellerinin ve ayaklarının (Nur Suresi, 24; Yasin Suresi, 65), işitme, görme duyularının ve derilerinin (Fussilet Suresi, ) kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri bildirilmektedir. Kur'an'ın şahitliği ile ilgili ise hiçbir ayet yoktur. İlk cümlenin -cümle yapısı olarak veya ayetlerin ardarda gelişi açısından herhangi bir delil bulunmamasına rağmen- "Kur'an"ı ifade ettiği kabul edilirse, ikinci cümlede yer alan "o" zamirinin de Kur'an'a işaret ettiği iddia edilmiş olur. Oysa Allah Kur'an'da bizlere bu konuyla ilgili herhangi bir bilgi vermemiştir. (En doğrusunu Allah bilir)

Kur'an ayetlerine baktığımızda aynı zamirin, Kur'an'a işaret ettiği durumlarda, (Tarık Suresi, 13; Tekvir Suresi, 19; Neml Suresi, 77 ve Şuara Suresi, 'da olduğu gibi) ayetin öncesinde ya da sonrasında mutlaka Kur'an'dan bahsedildiğini görürüz. Ayetin öncesinde, sonrasında veya ayetin içinde Kur'an'dan bahsedilmiyorsa, bu ayetin Kur'an'ı tarif ettiğini söylemek yanlış olabilir. Ayet çok açık bir biçimde Hz. İsa (as)'ya inanılmasından ve onun inananlara şahit olmasından bahsetmektedir.

Ayetin manası hakkında belirteceğimiz ikinci nokta ise "ölümünden önce" ifadesinin yorumu ile ilgilidir. Bazıları bu ifadenin "Kitap Ehlinin kendi ölümlerinden önce" inanması anlamında olduğunu düşünmektedirler. Bu yoruma göre Kitap Ehlinden olan her kişi kendisine ölüm gelmeden Hz. İsa (as)'ya mutlaka iman edecektir. Oysa Hz. İsa (as) döneminde "Kitap Ehli" tanımlamasına dahil olan Yahudiler ona iman etmemekle kalmamış, onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır. Daha sonra da onu öldü sanıp inkarlarını sürdürmüşlerdir. Aynı durum bugünkü Yahudiler için de geçerlidir, çünkü onlar Hz. İsa (as)'yı peygamber olarak kabul etmemektedirler. Bugüne kadar Hz. İsa (as)'ya iman etmemiş milyonlarca Ehli Kitap Yahudi yaşamış ve Hz. İsa (as)'ya iman etmeden ölmüştür. Dolayısıyla ayette söz konusu olan Kitap Ehlinin değil, Hz. İsa (as)'ın ölümüdür. Sonuç olarak, ayetlerin bizlere gösterdiği gerçek ise şudur: "Hz. İsa (as) ölmeden önce tüm Ehli Kitap ona iman edecektir."

Ayet gerçek manasıyla ele alındığında ise çok açık gerçeklerle karşılaşırız. Birincisi, ayette gelecekten bahsedildiği açıktır, çünkü Hz. İsa (as)'ın ölümü söz konusudur. Oysa o ölmemiş Allah katına yükselmiştir. Hz. İsa (as) dünyaya yeniden gelecek ve her insan gibi yaşayıp ölecektir. İkincisi, Hz. İsa (as)'ya tüm Ehli Kitabın iman etmesi söz konusudur. Bu da kesin olarak gerçekleşeceği bildirilen bir olaydır. Dolayısıyla buradaki "ölümünden önce" ifadesinin işaret ettiği kişi Hz. İsa (as)'dır. Kitap Ehli onu görüp bilecek, ona Müslüman olarak itaat edecek ve Hz. İsa (as) da onların durumlarıyla ilgili ahirette şahitlik edecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)

III. Delil

"Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir"

Hz. İsa (as)'ın yeniden yeryüzüne döneceği ile ilgili bir başka ayet de Zuhruf Suresi'nin ayetidir. Bu surenin ayetinden itibaren Hz. İsa (as)'dan bahsedilir:

"Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: 'Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?' Onu yalnızca bir tartışma konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık. Eğer biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı."(Zuhruf, 43/)

Bu ayetlerin hemen arkasından gelen ayette Hz. İsa (as)'ın kıyamet saati için bir ilim olduğu belirtilmektedir:

"Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve Bana uyun. Dosdoğru yol budur."(Zuhruf, 43/61)

Bu ayetin Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeryüzüne dönüşüne açık bir işaret taşıdığını söyleyebiliriz. Çünkü Hz. İsa (as), Kur'an'ın indirilişinden yaklaşık altı asır önce yaşamıştır. Dolayısıyla bu ilk hayatını "kıyamet saati için bir bilgi" yani bir kıyamet alameti olarak anlayamayız. Ayetin işaret ettiği anlam, Hz. İsa (as)'ın, ahir zamanda, yani kıyametten önceki son zaman diliminde yeniden yeryüzüne döneceği ve bunun da bir kıyamet alameti olacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)

Bu ayette geçen "O, kıyamet saati için bir ilimdir" ifadesinin Arapça karşılığı şu şekildedir: "İnnehu le ilmun lissâati." Bu ifadede yer alan "hu" zamirinin "Kur'an"a işaret ettiğini söyleyenler vardır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi Kur'an için "hu" yani "o" zamiri kullanıldığında mutlaka ayetin öncesinde veya sonrasında veya ayetin içinde Kur'an'ı anlatan başka ifadeler de bulunmaktadır. Başka bir konu içinde "hu" zamiri ile Kur'an'dan bahsedilmez. Ayrıca bu ayetin öncesindeki ayete bakıldığında, orada da açıkça Hz. İsa (as) kastedilerek o zamiri kullanıldığı görülecektir:

"O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık."(Zuhruf, 43/59)

Bu zamirin Kur'an'a işaret ettiğini söyleyenler ise ayetin devamında geçen "Ondan kuşkulanmayın, bana uyun" ifadesini delil olarak gösterirler. Ancak bu ifadenin öncesindeki ayetler tamamen Hz. İsa (as)'dan bahsetmektedir. Bu nedenle "hu" zamirinin bir önceki ayetlerle ilgili olması ve Hz. İsa (as)'yı anlatması daha uygundur. Nitekim büyük İslam alimleri de bu zamiri gerek ayetlere gerekse sahih hadislere dayanarak Hz. İsa (as) olarak açıklamaktadırlar. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde bu konu şu şekilde açıklanmaktadır:

"Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de -saatin geleceğini ölülerin dirilip, kıyam edeceğini bildiren bir delil ve alamettir. Çünkü İsa gerek zuhuru ve gerek emvati ihya (ölüleri diriltme) mucizesi ve gerek emvatın kıyamını (ölülerin kalkışını) haber vermesi itibarıyla kıyametin vaki olacağına bir delil olduğu gibi hadiste varid olduğuna göre eşratı saattendir (kıyamet alametidir)."2

IV. Delil

" Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek"

Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişine işaret eden başka ayetler de şöyledir:

"Hani Melekler, dediler ki: 'Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. 'Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?' dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona 'Ol!..' der, o da hemen oluverir. Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek." (Al-i İmran, 3/)

Ayette, Allah'ın Hz. İsa (as)'ya, Tevrat'ı, İncil'i ve bir de "Kitab'ı" öğreteceği haber verilmektedir. Bu kitabın hangi kitap olduğu kuşkusuz önemlidir. Aynı ifade Maide Suresi'nin ayetinde de yer almaktadır:

"Allah şöyle diyecek: 'Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim'"(Maide, 5/)

Her iki ayette de geçen "Kitap" ifadesini incelediğimizde, bunun Kur'an'a işaret ettiğini görürüz. Ayetlerde Tevrat ve İncil dışında gönderilen son hak kitabın Kur'an olduğu bildirilmektedir. (Hz. Davud'a verilen Zebur da Eski Ahit'in içindedir) Bunun yanında, Kur'an'ın başka ayetlerinde, "Kitap" kelimesi, İncil ve Tevrat'ın yanında Kur'an'ı ifade etmek için kullanılmıştır:

"Allah O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O, sana Kitab'ı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat ve İncil'i de indirmişti."(Al-i İmran, 3/)

Kitap kelimesinin Kur'an'a işaret ettiği başka ayetler de şu şekildedir:

"Allah Katından yanlarında olan (Tevrat)ı doğrulayan bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce inkar edenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkar ettiler. Artık Allah'ın laneti kafirlerin üzerinedir."(Bakara, 2/89)

"Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik."(Bakara, 2/)

Bu durumda, Hz. İsa (as)'ya öğretilecek olan üçüncü "Kitab"ın Kur'an olduğunu ve bunun da ancak Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda dünyaya dönüşünde mümkün olabileceğini düşünebiliriz. Çünkü Hz. İsa (as) Kur'an'ın indirilmesinden yaklaşık ALTI YÜZ sene önce yaşamıştı. Biraz sonra detaylı olarak göreceğimiz gibi, Peygamber Efendimiz (asm)'in hadislerinde Hz. İsa (as)'ın dünyaya ikinci kez gelişinde İncil ile değil Kur'an'la hükmedeceği bildirilmektedir. Bu da ayetteki manaya tam olarak uygun düşmektedir. (Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.)

V. Delil

"Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir"

"Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir"(Al-i İmran, 3/59)

ayeti de Hz. İsa (as)'ın dönüşüne işaret ediyor olabilir. Tefsir alimleri genellikle bu ayetin her iki peygamberin de babasız olma özelliğine, Hz. Adem (asm)'in Allah'ın "Ol" emriyle topraktan yaratılması ile Hz. İsa (as)'ın yine "Ol" emriyle babasız doğmasına işaret ettiğine dikkat çekmişlerdir. Ancak ayetin ikinci bir işareti daha olabilir. Hz. Adem (as) cennetten nasıl yeryüzüne indirildiyse, Hz. İsa (as) da ahir zamanda Allah'ın katından yeryüzüne indirilecek olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

VI. Delil

"doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün"

Kur'an'da Hz. İsa (as)'ın ölümünü ifade eden bir diğer ayet ise Meryem Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:

"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem, 19/33)

Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki ayette Hz. İsa (as)'ın Allah Katına yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin ayetinde Hz. İsa (as)'ın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa (as)'ın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra vefat etmesiyle mümkün olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)

VII. Delil

" beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun"

Hz. İsa (as)'ın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi'nin ayetinde ve Al-i İmran Suresi'nin ayetinde geçen "kehlen" kelimesidir. Ayetlerde şu şekilde buyurulmaktadır:

"Allah şöyle diyecek: Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…"(Maide, 5/)

"Beşikte de yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir."(Al-i İmran, 3/46)

Bu kelime Kur'an'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa (as) için kullanılmaktadır. Hz. İsa (as)'ın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan "kehlen" kelimesinin anlamı "otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse" şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla "otuz beş yaş sonrası döneme işaret ediyor" şeklinde çevrilmektedir.

Hz. İsa (as)'ın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında Allah Katına yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbni Abbas'tan rivayet edilen hadise dayanan İslam alimleri, Hz. İsa (as)'ın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa (as)'ın nüzulüne dair bir delil olduğunu söylemektedirler.3 (En doğrusunu Allah bilir)

İslam alimlerinin bu yorumunun isabetli olduğu, söz konusu ayetler dikkatle incelendiğinde kolaylıkla anlaşılmaktadır. Kur'an ayetlerine bakıldığında bu ifadenin, yalnızca Hz. İsa (as) için kullanıldığını görürüz. Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları dine davet etmişlerdir. Hepsi de yetişkin yaşlarında tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Ancak Kur'an'da hiçbir peygamber için bu şekilde bir ifade kullanılmamaktadır. Bu ifade sadece Hz. İsa (as) için ve mucizevi bir durumu ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Çünkü ayetlerde birbiri ardından gelen "beşikte" ve "yetişkin iken" kelimeleri iki büyük mucizevi zamana dikkat çekmektedirler.

Nitekim İmam Taberi, Tefsir’inde bu ayetlerde geçen ifadeleri şu şekilde açıklamaktadır:

"Bu ifadeler (Maide Suresi, ), Hz. İsa (as)'ın ömrünü tamamlayıp yaşlılık döneminde insanlarla konuşabilmesi için gökten ineceğine işaret etmektedir. Çünkü o, genç yaştayken göğe kaldırılmıştı… Bu ayette (Al-i İmran Suresi, 46), Hz. İsa (as)'ın hayatta olduğuna delil vardır ve ehl-i sünnet de bu görüştedir. Çünkü ayette, onun yaşlandığı zamanda da insanlarla konuşacağı ifade edilmektedir. Yaşlanması da ancak, semadan yeryüzüne ineceği zamanda olacaktır."4

"Kehlen" kelimesinin açıklamaları da, Kur'an'da yer alan diğer bilgiler gibi, Hz. İsa (as)'ın tekrar yeryüzüne gelişine işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir)

Tüm bu anlatılanlar Hz. İsa (as)'ın ahir zaman adı verilen dönemde yeryüzüne tekrar geleceğini ve insanları hak din olan İslam'a yönelteceğini ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu, Allah'ın iman edenlere büyük bir müjdesi, rahmeti ve nimetidir. İman edenlerin sorumluluğu ise, Hz. İsa (as)'yı en güzel şekilde savunup desteklemek ve onun insanları çağırdığı Kur'an ahlakını en doğru şekilde yaşamaktır.

Hadislerden Deliller

Hadis-i şeriflerde, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne dönüşü, dönmeden önce ve döndükten sonra gerçekleşecek çeşitli hadiseler hakkında Peygamber Efendimiz (asm) çok önemli bilgiler vermiştir. Peygamberimiz (asm)'in gelecek hakkında verdiği bilgiler "gayb" haberlerindendir. Allah ayetlerde dilediği elçilerine gayb bilgilerini vereceğini bildirmiştir:

"O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer." (Cin, 72/)

Rabbimiz Fetih Suresi'nde de Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm)'e rüyalar aracılığı ile bilgi verdiğini haber vermiştir:

"Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı."(Fetih, 48/27)

Ayette görüldüğü gibi, Rabbimiz, Peygamberimiz (asm)'e çeşitli gayb haberleri vermiştir. Bu haberler, Peygamberimiz (asm)'e ve onunla birlikte olan salih müminlere Allah'ın büyük bir desteğidir, yardımıdır.

Peygamberimiz (asm), Allah'ın bildirmesiyle, kıyamet alametleri ile ilgili de birçok haber vermiştir. Hz. İsa (as)'ın ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelişi Peygamber Efendimiz (asm)'in gelecekle ilgili verdiği haberler arasında önemli bir yere sahiptir. Ahir zamanla ilgili rivayetler sahih hadis kaynağı olan Kütüb-ü Sitte'nin tamamına ve ardından İmam Malik'in Muvattası, İbn Huzeyme ile İbn Hibban'ın Sahih'leri, İbn Hanbel ve Tayalisi'nin Müsnedleri gibi en muteber hadis kaynaklarına girmiştir. Bu kaynaklardan öğrendiğimize göre Peygamberimiz (asm), Hz. İsa (as) ile ilgili çok özel açıklamalarda bulunmuştur. Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişi konusu, "tevatür" (kuvvetli haber) derecesinde bilinen bir konu olarak hadis ilmi içinde yerini almıştır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) hadislerinde, ahir zamanda din ahlakının tüm dünya üzerinde hakim olacağını, yeryüzüne barış, adalet ve refahın hakim olacağını bildirmektedir. Peygamberimiz (asm) bu hakimiyeti Hristiyan dünyası ile İslam dünyasını birleştirecek olan Hz. İsa (as)'ın gerçekleştireceğini bizlere müjdelemektedir. Günümüzde yeryüzünde mevcut bulunan din karşıtı felsefelerin uygulamaları sonucu toplumların içine sürüklendiği durum ortadadır. Ahlaksızlık, uyuşturucu, terör, kıtlık ve diğer birçok sorun Hristiyan ve İslam dünyasının bunlarla fikri olarak mücadele için birleşmesini gerektirmektedir. Dünyanın şu anki sosyal yapısı Hristiyan ve İslam ittifakını adeta zorunlu hale getirmiştir. Hristiyanlığın dünya üzerindeki gelişmiş ülkelerde, liderler seviyesindeki etkisi de göz önünde bulundurulursa önümüzdeki yıllarda oluşabilecek bir İslam-Hristiyan ittifakının ne derece etkili olabileceği açıkça görülmektedir.

Hz. İsa (as) Hakkındaki Hadisler Tevatür Derecesindedir

Hz. İsa (as)'ın gelişi konusunda nakledilen hadisler tevatür derecesindedir. Birçok araştırmacı da alimlerimizin görüşlerinin bu yönde olduğunu aktarmaktadır. Tevatürün tanımı Büyük Lügat'ta şöyle yapılmaktadır:

Tevatür: Kuvvetli haber, içinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaate dayanan kuvvetli haber.5

İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani,tevatür hadis kavramını şöyle açıklamaktadır:

"Haber-i mütevatir, ravileri çoklukta o dereceye ulaşan bir haberdir ki, adete göre, o kadar çok rivayetçinin yalan üzerine birleşmeleri imkansız olur. Bu durumda rivayet edilen haber hakkında lafız ve mana tutuyorsa buna, "mütevatir-i lafzi" denir. Eğer hepsinin arasında müşterek manada ittifak olmakla beraber lafızlar (sözler) arasında ihtilaf bulunuyorsa buna, "mütevatir-i manevi" denir."6

Hz. İsa (as)'ın gelişinin tevatür derecesinde hadislerle bildirildiğine dair özel olarak bir eser kaleme alan büyük hadis alimi Şeyh Muhammed Enver el Keşmiri "Et Tasrih bi-ma tevatera fi nuzuli'l Mesih" isimli çalışmasında yetmiş beş tane hadise ve yirmi beş tane sahabeye ve sahabeleri görenlere ait esere yer vermiştir.

Hz. İsa (as)'ın tekrar geleceğini nakleden alimlerin başında İmam-ı Azam Ebu Hanife gelmektedir. Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber adlı eserinin son bölümünde şunları bildirmektedir:

"Deccal'in, Ye'cüc ve Me'cücün çıkması, Güneş'in batıdan doğması, İsa (as)'ın gökten inmesi ve diğer kıyamet alametleri, sahih haberlerde varid olduğu vech ile, haktır, olacaktır."7

Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne tekrar gelişi konusu kıyametin on büyük alametinden biridir ve birçok İslam alimi eserlerinde bu konuyu detaylı olarak ele almışlardır. Bu konudaki izahlar topluca değerlendirildiğinde Hz. İsa (as)'ın ikinci gelişi hakkında İslam alimleri arasında bir söz birliği olduğu açıkça görülür. Örneğin Es Seffarini, Levami adlı eserinde, İslam alimlerinin bu konuda ittifak halinde olduklarını şöyle ifade eder:

"Bütün ümmet, Meryem oğlu İsa'nın ineceği hususunda ittifak etmiştir. Şeriat ehlinden hiç kimse bu hususta muhalif olmamıştır."8

Büyük İslam alimi Seyyid Alusi de, Ruhu'l Meani tefsirinde, -diğer İslam alimlerinin görüşlerinden örnekler vererek- Hz. İsa (as)'ın inişi konusunda cemaatin söz birliği yaptığını, bu konuda haberlerin manevi tevatür derecesine ulaşacak kadar meşhur olduğunu, Hz. İsa (as)'ın gelişine imanın vacip olduğunu açıklamıştır.9

İmam Kevseri de Hz. İsa (as)'ın inişi ile ilgili görüşlerini şu şekilde bildirmiştir:

"Hz. İsa (as)'ın inişiyle ilgili hadis-i şerfilerdeki tevatür, 'tevatür-i manevidir.' Sahih (sağlam) ve hasen (güzel) hadis-i şerifin her biri, farklı manalara delalet etmekle birlikte hepsi de Hz. İsa (as)'ın ineceği hususunda söz birliği içindedirler ki, bu, hadis ilminin kokusunu koklayan bir kimse için inkarı mümkün olmayan bir gerçektir… Mehdi ile Deccal'in çıkacağı ve Hz. İsa (as)'ın ineceği hususundaki hadis-i şeriflerin tevatür derecelerine ulaşmış olmaları, hadis ilmi ehlince asla şüphe edilecek bir husus değildir. İlm-i kelam ehlinden (inanç ilmiyle uğraşanlardan) bazısının kıyamet alametleriyle ilgili hadislere inanmanın vacip olduğunu kabul etmeleriyle beraber, bu hadislerden bir kısmının mütevatir olup olmadığı hususundaki şüpheleri ise, hadis ilmiyle ilgili bilgilerinin azlığından kaynaklanmaktadır."10

Alim İbn-i Kesir ise, konuyla ilgili ayetlerin tefsirini yaptıktan ve ilgili hadisleri açıkladıktan sonra düşüncesini şöyle ifade etmektedir:

"İşte bunlar Resulullah (asm)'den mütevatir olarak rivayet edilmiştir ve bu hadis-i şeriflerde, Hz. İsa (as)'ın nasıl ve nereye ineceği hususu açıklanmıştır… Hz. İsa (as)'ın cesed-i şerifiyle dünyaya ineceği hakkında zikredilen sahih ve mütevatir hadis-i şerifler, tevile (başka şekilde yorumlanmaya) elverişli değildir. Dolayısıyla, zerre kadar imanı ve insafı olan herkesin, Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne ineceğine inanması gerekmektedir ki, bunu ancak şeriata zıt, Allah'ın Kitabına, Resulü'nün sünnetine ve Ehl-i sünnetin ittifakına muhalif olan kimseler inkar edebilir."11

Hadislerin tevatür olduğu konusunda yapılan bir diğer açıklama da şöyledir: Şevkani de İsa (as)'ın ineceğine dair hadislerin sayısının yirmi dokuza ulaştığını söyleyerek, bunları bir bir nakletmiş ve sonunda:

"Bizim naklettiğimiz hadisler görüldüğü gibi tevatür sınırına ulaştı. Bu beyanımızla şu sonuca varılıyor ki, beklenen Mehdi hakkındaki hadisler, Deccal hakkında hadisler ve İsa (as)'ın inmesine dair hadisler mütevatirdir." demiştir

Tirmizi, Ebu Davud, Bezzaz, İbni Mace, Hakim, Tabarani ve Ebu Ya'la Musuli bu konu hakkında çeşitli sahabelerden rivayetler nakletmişler; Ali, İbni Abbas, İbni Ömer, Talha, İbni Mes'ut Ebu Hureyre, Enes, Ebu Sa'id Hudri, Ümmi Habibe, Ümmi Seleme, Sevban, Kurre bin İyas, Ali Hilali ve Abdullah bin Haris bin Cüz'e birtakım senetlerle isnad etmişlerdir Bunların yanı sıra İbn-i Hacer-i Haysemi "es-Sevaik-ul Muhrika" kitabında, Şeblenci "Nur-ul Ebsar" kitabında, İbn-i Sabbağ "el-Fusul-ul Muhimme", Muhammed es-Sabban "İs'af-ür Rağibin", Genci-i Şafiî "el-Beyan" kitabında, Şeyh Mansur "Ali Ğayet-ul Me'mul" kitabında, Suveydi "Sebaik-uz Zeheb" adlı kitapta Hz. İsa (as)'ın gelişiyle ilgili hadislerin mütevatir olduğunu yazmışlardır.

Bu hadisleri Ehl-i sünnet muhaddis ve alimleri kendi kitaplarında yazmışlardır. Örneğin: Ebu Davud, Ahmed, Tirmizi, İbn-i Mace, Hakim, Nesai, Taberani, Ravyani, Ebu Nuaym-i İsfahanî, Deylemi, Beyhaki, Sa'lebi, Hameveyni, Menavi, İbn-i Meğazili, İbn-i Cevzi, Muhammed-us Sabban, Maverdi, Genci-i Şafii, Sem'âni, Harezmi, Şa'rani, Darakutni, İbn-i Sebbağ-i Maliki, Şeblenci, Muhibbuddin Taberi, İbn-i Hacer-i Haysemi, Şeyh Mansur Ali Nasıf, Muhammed b. Talha, Celaleddin Suyuti, Şeyh Süleyman-i Hanefi, Kurtubi, Bağavi ve diğer alimler bu konuya eserlerinde yer vermişlerdir.

Şeyh Abdülfettah Ebu Gudde de Hz. İsa (as)'ın yeryüzüne inip Deccal'i öldüreceğine dair rivayetlerin tevatür derecesini bulduğunu belirtir Hadis alimi Kettani'nin de Nazmü'l-Mütenasır isimli eserinde15 "Hz. İsa (as)'ın inişinin kitap, sünnet ve icma-ı ümmet ile sabit olduğunu, bu husustaki hadislerin, ayrıca Deccal ve Mehdi hakkındaki hadislerin de mütevatir olduğunu" savunduğu görülür. Tefsir alimi İbn-ü Atiyye el Gırnadi el Endülüsi'nin El Bahru'l Muhit adlı tefsirinde, "Hz. İsa (as)'ın diri olduğu, ahir zamanda ineceği hususunda ümmetin ortak görüşünün bulunduğu ve bu konudaki hadislerin mütevatir olduğu" ifade edilir.

Konu hakkında eserleri bulunan yazarların nakillerinden de anlaşılmaktadır ki hadis kaynakları çok zengindir. Dahası, Hz. İsa (as)'ın gelişinin ahir zamanda gerçekleşecek olan kıyamet alametlerinden olduğunu bildiren hadisler de Buhari, Müslim gibi ana hadis kaynaklarında yer almaktadır. Bu hadislerden bazıları şöyledir:

"Sizler on alameti görmedikçe hiçbir zaman Kıyamet kopmaz Biri de İsa (as)'ın inmesi" (Müslim, Kitabü-l Fiten: 39)

"Vallahi Meryem oğlu (Hz. İsa (as) Aleyhisselam), …hac yapmak veya umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için icabet edecektir."(Müslim, Hacc: , )

"Kıyamet on alamet görülmedikçe kopmaz: Duman, Deccal, Dabbetu'l arz, Güneş'in batıdan doğması, İsa'nın yeryüzüne inmesi"(Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. )

"Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adalet sahibi olarak inmesi yakındır"[Buhari, Kitabü'l-Büyu': , Mezalim: 31, Enbiya 49; Müslim, İman: (); Ebu Davud, Melahim: 14 (); Tirmizi, Fiten: 54 ()]

"İsa inecek; emirleri: 'Haydi gel, bize namaz kıldır!' diyecek. Buna karşılık: 'Kiminiz kiminizin emiridir. Bu, Allah'ın bu ümmete bir lütfu keremidir.' diyecek." (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. )

"Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil bir hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek" (Sahih-i Müslim bi Şerhin-Nevevi, cilt 2, s; Kenzul Ummal, Kitabul-İman, Bab-ı Nüzul-i İsa İbn-i Meryem, 14/)

"İmamınız kendinizden olduğu halde, Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman sizler nasıl olursunuz?" (Buhari, Enbiya 50, , 3/; Müslim, İman: 71,,1/; Beyhaki, Esma ve Sıfat: , 2/)

İslam Alimleri Hz. İsa (as)'ın gelişini, akide (inanılan ve itikad edilen esas) konusu olarak değerlendirmektedirler:

Ehl-i sünnetin inanç konularını açıklayan hemen tüm eserlerde, Hz. İsa (as)'ın kıyametten önce yeryüzüne geleceği, Deccal ile mücadele edip onu öldüreceği, gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağı yer almaktadır. İslam alimleri, Kur'an-ı Kerim'de yer alan delilleri ve hadislerde bildirilen haberleri bir arada değerlendirerek, Hz. İsa (as)'ın dönüşüne inanmayı önemli bir inanç esası olarak kabul etmişlerdir. Ve konuyu şu şekilde açıklamaktadırlar:

1. Nisa Suresi'nin ayetinde Allah, " Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi" diye bildirmiştir. Bu ayetle birlikte Kur'an'ın diğer pek çok ayetinde Hz. İsa (as)'ın Allah Katında diri olduğu bildirilmekte ve yeryüzüne ikinci kez geleceğine işaret edilmektedir. İslam alimleri bu konuda ittifakla, bunun aksini savunmanın hiçbir şekilde mümkün olmadığını söylemektedirler. Örneğin İbn Hazm bu ayeti tefsir ederken; "Hz. İsa (as)'ın öldürüldüğünü söyleyen bir kimsenin mürted (İslam dininden dönen) veya kafir olacağını." vurgulamıştır

2. Hz. İsa (as)'ın gelişi ile ilgili hadislerin, tevatür derecesinde ve bu konuda hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık olmaları Müslümanlar için çok önemli bir delildir. Üstelik bu konudaki hadislere karşı öne sürülebilecek -yani Hz. İsa (as)'ın yeniden gelmeyeceğini bildiren- tek bir farklı hadis dahi yoktur.

3. Cabir İbn-i Abdullah'dan rivayet edilen "Mehdi'nin çıkışını inkar eden, muhakkak Muhammed (asm)'e indirilene küfretmiştir. Meryem'in oğlu İsa'nın inişini inkar eden de muhakkak kafir olmuştur. Deccal'in çıkacağını kabul etmeyen de muhakkak kafirdir." hadisi de İslam alimleri tarafından kullanılan bir diğer delildir. Bu hadis, Şeyh Hace Muhammed Parisa'nın "Faslu'l Hitap", Şeyh Ebu Bekir el Kelabazi'nin "Meani'l Ahbar", İmam Süheyli'nin "er-Ravuzu'l Ünüf", İmam Suyuti'nin "el-Arful Verdi fi Ahbaril Mehdi" gibi ünlü İslami kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca Şeyh Ebu Bekir, bu hadisin senetini de açıklamıştır: "Bize Muhammed İbni Hasen, ona Ebu Abdillah el-Huseyn İbni Muhammed, ona İsmail İbni Üveys, ona Malik İbni Ebes, ona Muhammed İbni Münkedir, ona da Cabir İbni Abdillah Hazretleri böylece bildirmişlerdir."

4. Hz. İsa (as)'ın gelişiyle ilgili hadisleri nakleden ravilerin çokluğu ve güvenilirlikleri de İslam alimlerinin dikkat çektikleri bir diğer husustur. Bu ravilerden bazıları şunlardır: Ebu'l Eşas es-Sanani, Ebu Rafi, Ebul Aliye, Ebu Ümametle Bahili, Ebud Derda, Ebu Hureyre, Ebu Malik el-Hudri, Cabir İbn Abdillah, Huzeyfe İbni Edis, Sefine, Katade, Osman İbnül As, Nafi İbni Keysani, Velid İbni Müslim, Ammar İbni Yasir, Abdullah İbni Abbas

Tüm bu bilgiler sonucunda İslam alimleri Hz. İsa (as)'ın inişine ve gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağına imanı, önemli inanç esaslarından biri olarak değerlendirmişlerdir.

Kaynaklar:

1. Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, Prof. Dr. Süleyman Ateş, 2. cilt, s.
2. Elmalılı Hamdi Yazır, Tefsir
3. Faslu'l-Makal fi Ref’i İsa Hayyen ve Nüzulihi ve Katlihi'd-Deccal, Muhammed Halil Herras, Mektebetü's Sünne, Kahire, , s. 20
4. Taberi Tefsiri, İmam Taberi, 2. cilt, s. ; cilt 1, s.
5. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav, İstanbul, ,
6. Muhtasar-ı Seyyid-i Şerif, s. 46
7. Fıkh-ı Ekber, Ebu Hanife, Nu'man b. Sabit (/), Çeviren: H. Basri Çantay, Ankara,
8. Levamiu'l Envaril Behiyye, es-Seffarini, 2/; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, , s
9. Ruhu'l Meani, Seyyid Alusi, 7/60; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, , s.
İmam-ı Kevseri, Nazratün Abira, s; Nüzul-i Mesih Risalesi, Ahmet Mahmut Ünlü, Ekmel Yayıncılık, İstanbul, , s.
İbn-i Kesir, 1/; Avnü'l Mabud, 11/
Sünen-i İbn-i Mace, 10/
Mukaddime, İbni Haldun, MEB Şark Islam Klasikleri, 2. cilt, s.
Said Havva, 9:
Nazmü'l-mütenasir fi'l-hadisi'l-mütevatir, el-Kettani Ebu'l-Fayd Muhammed b. Ca'fer el-Hasani, Halep, s; İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, Dr. Zeki Sarıtoprak, Çağlayan Yayınları, İzmir, , s
İlmü'l-Kelam, İbn Hazm, s; İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, Dr. Zeki Sarıtoprak, Çağlayan Yayınları, İzmir, , s

İlave bilgi için tıklayınız:

- Hz. Mehdi ile ilgili hadisler

5 Âdemoğlunun (insanlığın) dünya üzerindeki ömrü kaç yıldır?

Kıyametin kopacağı konusunda dinimizde şüphe olmadığı gibi, günümüz ilmi araştırmalar da görüş birliğindedir. Ancak zamanlama konusunda farklı tefsir ve yorumlar yapılmaktadır.

Bu konuda Kur'an, kıyamet anının Allah’ın ilminde olduğunu bildirmiştir. Ayrıca kıyametin alametlerini ve oluşumu esnasındaki tasvirine geniş yer vermektedir. Hadislerde de kıyamet alametlerine geniş yer verilir. Âdeta kansere yakalanmış yetmişlik bir ihtiyarın ölüm sinyallerinin raporize edilmesi gibi. 

Kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah bilir. 

Bazı müfessirlere göre müteşabih âyetleri Allah’ın bildirdiği, bazı ilimde derinlik kazanmış ulemanın da bilebileceği bir gerçektir. Bu açıdan baktığımız da “Yaş ve Kuru” her şeyin bulunduğu Kur'an’dan ve kıyametle ilgili bazı hadislerden, kıyametin zamanı ile ilgili yerleri tefsir ve şerh eden ulemayı görmekteyiz. Bu âyet ve hadislerin işaretlerinden kıyametin sene sonra kopabileceğini çıkarmışlar.

Ancak bu anlayışlar geleceği bilmek manasına gelmeyip, âyet ve hadislerin işaretlerini anlamaktır. Allah’ın koyduğu işaretleri bulmaktır. 

Özet olarak, Peygamberimiz (asm)'in zaten ahir zaman peygamberi oluşu, yeni bir peygamber kapısının kapanması, dünyamızın ve evrenin yüzlerce hastalıkla yüz yüze gelmesi, güneşteki siyah lekelerin büyümesi, termodinamiğin ikinci kanununun işlemesi (ısı kaybetmesi), fizik kurallarına göre dünyanın mucize eseri yaşantısına devam etmesi birer gerçektir. 

Müfessirlerin ve günümüz ilmi araştırmalarının ortak görüşü, dünyanın ömrünün gittikçe sona yaklaştığı yönündedir. Kur'an'da: “Kıyamet yaklaştı” diyerek aynı kelimeye vurgu yapmaktadır. Kimi altmış yıl, kimi yüz yıl , kimi yüz elli, kimi de başka bir rakam söyler. Bunların ortak yönü, kıyametin yakın ve kaçınılmaz olmasıdır. Bu bizi korkutmamalı ve tembelliğe sevk etmemelidir. Çünkü “Yarın kıyamet kopacak olsa, elinizdeki fidanı dikin.” hakikatı var.

Şu da bir gerçektir ki kıyamet yok oluş değil, ahiret alemine açılacak bir kapıdır.

- İlk insan Hz. Âdem (as)'dan bu yana ne kadar zaman geçmiştir? Ve bu hususta ileri sürülen yüz binler yıllık tarihler, ne derece doğrudur?

Bugünkü kabule göre, dünya beş milyar yıl önce sıcak ve yoğun bir gaz kümesi idi. Dört milyar yıl önce ise, koyu bir ateş topu halinde bulunuyordu. Hayat ise, tek hücrelilerin ortaya çıktığı bir milyar yıl öncesine dayanıyor.

Bu tahmin, çağlar boyunca zamanın hep aynı aktığı ve sabit kaldığı düşünülerek yapılıyor. Halbuki zamanın değişken bir boyut olduğu ve onun, atomda, ışınlarda, olayların başında ve sonunda farklı bir seyir takip ettiği anlaşıldı. Bu durum, bir ırmağın yeryüzü şartlarına göre aynı hızlarda seyretmemesine benziyordu.

Zaman, mesela, ilk çağlarda genişleme gösterip durgun akabildiği gibi, asrımızdaki şekliyle de daha hızlı bir seyir takip edebiliyor. İlk çağlardaki iri hayvan ve bitkilerin, şimdikilere oranla on kat daha fazla yaşadıklarına bakılacak olursa, o çağlarda zamanın on kat daha yavaş aktığı söylenebilir. Bu durumda yaş hesaplamalarını, şimdiki zaman akışına göre yaklaşık onda bir (1/10) ölçüsünde küçültmek mantıklı olur. Buna göre Güneş Sistemi'nin dört milyar değil dört yüz milyon, hayat başlangıcının bir milyar yıl değil yüz milyon yıl önce ortaya çıktığı ve yüz bin yıl olduğu farz edilen insanlık tarihinin on bin yıl olduğu sonucu ortaya çıkar.

Cisimler hızlandığında ve ışık hızına yaklaştığında, mutlak sandığımız değerlerin bir bir değiştiğini gözleriz. Mesela, ışık hızına çok yaklaşan birinin zamandaki seyri, bize göre on dört defa daha yavaştır. Yani o kişi bir yıl yaşadığında, biz on dört yaş almış oluruz. Bu hızda seyreden birinin sadece zamanı değil, boyu da değişikliğe uğrayarak yarıya iner. Ağırlığı ise üç misli artar. Diğer bir ifadeyle, ağırlığı 70 kg'dan kg'a yükselen o kişinin, elindeki metre yarı yarıya kısalmış, kolundaki saat ise yerdeki bir insana göre on dört defa daha yavaşlamıştır. O kişinin böyle bir saatle kâinatın geçmişini ve insanlığın tarihini ölçmesi halinde ulaştığı sonuçlar doğru olabilir mi?

Aynı şekilde yerdeki biri de enerji dünyasını normal saat ve cetvelle ölçmeye teşebbüs ederse başarı elde edebilir mi? Maddi alemin çapını, kütle hesabını ve zamanını bu ölçülerle incelersek doğru sonuçlara ulaşamayız. Aynı hesaplamayı, enerji dünyasında yaşayan enerji-varlık cinlerden biri yapmaya kalkışsa, enerjinin ölçüleriyle maddi dünyayı ölçmeye çalışsa, doğru sonuçlar elde edemeyecektir.

Radyoaktif elementler, “yarı ömür” denen sırlı bir olayla, belli bir zaman sonra, esrarını bilemediğimiz bir şekilde enerji denen mahiyete çevrilir. Mesela, bir kg. uranyum, sene sonra yarım kiloya iner. Bu süre uranyumun yarı ömrüdür. Maddenin bir şekli ve boyutu varken, onun hamuru ve aslı olan enerjinin, boyutsuz ve zamansız dünyasının sırlarına henüz vakıf değiliz. Bildiğimiz bir şey, enerjinin ışık hızında olduğu ve maddeden tamamen farklı özellikler sergilediğidir.

Radyoaktif elementlerin belli bir zaman sonra yarıya inmesi, canlıların özellikle yakın geçmişleri ile ilgili ipuçları vermektedir. Ne var ki, biz, hesaplamaları hep madde konusuyla ele alıyoruz. Bu hesabı enerjinin ölçülerine göre yaparsak: Yani neredeyse ışık hızı dediğimiz ışık hızının yüzde doksan dokuz küsuru ile ele alırsak (Elektron gibi birçok atomaltı ve kozmik parçacıklar bu hızda seyrederler. Tabii ki bu hızda parçacık değil ışın halindedirler), hesaplarımızda düzeltme yapmak zorunda kalır ve kâinatın yaşının on altı-yirmi milyar yıl değil, bunun on dörtte biri olduğu sonucuyla karşılaşırız. Dünyanın yaşı ise dört milyar yıl yerine üç yüz milyon yıl bulunur. Yüz bin yıl önce ortaya çıktığına inandığımız insanlık tarihi ise, aniden yedi bin yıla iniverir.

Bu anlatılanları destekleyen meselenin bir başka yönü de, ivmeli bir artış gösteren dünyanın şu andaki nüfus miktarıdır. Eğer insanlık tarihinin on beş bin yıldan bu yana devam ettiği ve bu tarih boyunca ortalama ömrün hep yetmiş yıl olduğu kabul edilirse, dünya nüfusu yapılan hesaplamalara göre şimdi bir trilyon civarında olmalıydı. Şu andaki teorik anlayışa göre yüz binler yıl olduğu ileri sürülen insanlık tarihinin on beş bin yıldan daha kısa olması gerekiyor. Bu da kâfi gelmemekte, atalarımızın ilk zamanlar yıl gibi daha uzun ömürlü olduklarını kabul etmek durumundayız. Yüz  sene sonra dünya nüfusunun ne kadar olacağını tahmin edebileceğimiz gibi, aynı tahmini geriye doğru gittiğimizde, Hz. İsa (as) döneminde dünya nüfusunun iki yüz elli milyon kadar olduğu hesaplanıyor (Miller, funduszeue.info “Living In the Environment” Kaliforniya A.B.D. )

Dünya nüfusuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda ölenlerin ancak nüfusun yüzde bir buçuğuna tekabül ettiği kabul ediliyor. Bu durumda insanlığın ömrünün yüz binler yıl olduğu iddiası da geçerliliğini kaybediyor. Sadece nüfus artış hızı bile insanlığın ömrünün on bin bin yılı geçemeyeceğini gösteriyor.

Bugünkü tarih hesaplamalarında kullanılan metot, termodinamik soğuma gibi kaba bir metottur. Radyoaktif yarılanmaya dayanan hesaplama metodu ise, uzak zamanlar için doğru sonuçlar vermemektedir. Bu durumda en güvenilir ve doğru kaynak, Kur'an ve hadislerin haberleri olmalıdır. Zaten ilmin doğru sonuçları ile Kur'an'a ait gerçekler birbiriyle her zaman mutabık kalmış, birbirini çürütmemiştir Çünkü kâinat ve Kur'an, Allah'ın iki ayrı kitabıdır. Yeter ki her iki kitabı da doğru anlayalım ve yorumlamayı bilelim. Bazen görülen yanlışlıklar, yorumlayanların yetersizliğinden ileri gelmektedir.

Peygamberimiz (asm), “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.”(İbn-i Kesir tefsiri, 12/) buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü seneyi pek geçmeyecek.”[bk. el-Havi li'l-Fetavi, Suyuti, 2/; Ruhul Beyan, Bursevi, (Arapça) 4/, Ahmed bin Hanbel, İlel, s, 89] buyurmuş. Günün dörtte ya da beşte biri olan ikindiden akşama kadarki vakti yıl kabul ettiğimizde, insanlığın ömrünün - yıl arasında olduğu ortaya çıkar. Diğer bir meşhur hadis rivâyetinde ise bu açıkça ortaya konmuştur:

“Âdem'den kıyamete kadar insanlığın ömrü yedi bin senedir.” (Kenzu’l-Ummal, funduszeue.info: ; Munavî, Feyzu’l-Kadir, III/; funduszeue.info: )

Görüldüğü gibi bu üç hadis birbirini teyit etmekte ve tamamlamaktadır. Muhbir-i Sadık olan Peygamberimiz (asm)'in ahir zamanla ilgili verdiği haberler bir bir çıkmaktadır. (bk. Kenzu’l-Ummal, funduszeue.info: ; Tezkiretu’l-Mevduat, I/; Sahavî, el-Makasıdu’l-hasene (Deylemi’den naklen), I/, funduszeue.info: ; Munavî Feyzu’l-Kadir, III/; funduszeue.info: , Deylemi’den naklen)

Şayet bilimin keşfettiği -faraza- yüz binlerce yıllık fosil vb. veriler olsa da yine insanlık tarihinin yıl olduğu gerçeğini bozmaz. Çünkü Allah konuşunca ve onun namına konuşan Peygamberimiz (asm) söyleyince, bir günü, ayetlerde bahsedildiği gibi, bazen bin yıl ve bazen de elli bin yıl olarak da kast edilmiş olabilir.(bk. Hac, 22/47; Mearic, 70/4)

Her şeyin doğrusunu ancak Allah bilir. 

Not: Aşağıdaki açıklamaları da okumanızı tavsiye ederiz:

Kur'an'da insanlığın ve kâinatın yaşı konusunda bilgi var mıdır?

Kur'an-ı Kerim'de insanlığın geçmişi ve kâinatın teşekkül zamanı ile alâkalı çeşitli âyet ve hadisler mevcuttur. Ancak, bunlarda mesele, ya işaret nev'inden nazara verilmiş, ya da teşbihlerle belirtilmiştir. Bu sebepledir ki, gerek Hz. Âdem (as)'in ne kadar zaman önce yaratıldığı ve gerekse kâinatın yaşının ne olduğu hususunda değişik rivâyetler söz konusudur.

Kur'an-ı Kerim'de göklerin ve yerin altı günde, arzın iki günde, bitki ve hayvanların ise dört günde yaratıldığı nazara verilir.(1)

Bir hadiste de Allah'ın toprağı cumartesi, dağları pazar günü, ağaçlan pazartesi, madenleri salı, Nur'u çarşamba günü, hayvanları perşembe günü, Hz. Âdem (as)'i de cuma günü ikindi vakti sonunda yarattığı belirtilir.(2)

Cenâb-ı Hak, bir âyet-i kerimede bir günün, bizim saydığımız günlerle bin yıl, bir başka âyette ise, elli bin yıl olduğunu nazara verir. Dolayısıyla burada "gün" tabirinden neyin anlaşılması gerektiği hususunda tam bir açıklık olmadığı için, İslâm âlimleri arasında konuya farklı yaklaşımlar olmuştur.(3)

Uzayda her bir gezegen ve yıldızın hareketi farklıdır. Dünya kendi etrafında bir günde dönerken, Merkür bu dönüşünü, dünya günü ile elli sekiz buçuk günde yapar. Dünyanın güneş etrafındaki dolanımı bir yıl iken, Plüton'un güneş etrafında bir defa dönüşü iki yüz kırk sekiz yıldır.(4)

Konuya Risale-i Nur'un Yaklaşımı

Risale-i Nur'da göklerin ve yerin altı günde yaratıldığından bahisle, insan dünyası ve hayvan âleminin altı gün yaşayacağına, kâinatın ömrünün de bu paralelde olabileceğine işaret edilir. Kur'an'da bildirilen bin ve elli bin Kur'an gününü ise, asır ve seneleri temsil eden "devir" manasında ele alır.(5)

Kur'an hakikatlerinin hüküm ferma olacağı süre, Risale-i Nur'da, Hz. Muhammed (asm)'in kâinatın hem çekirdeği, hem de meyvesi olduğu, dolayısıyla Kur'an hakikatlerinin de, Hz. Âdem (as)'dan şimdiye kadar, silsile halinde peygamberlerin suhuf ve kitaplarında neşredilerek nihâyette Kur'an suretinde tezahür ettiği belirtilir. Kur'an-ı Kerim'deki âyet sayısının olmasının, bir bakıma Kur'an-ı Kerim'in ne kadar süre hüküm ferma olacağının işareti kabul edilir.

Bediüzzaman, Hz. Âdem (as)'dan kıyamete kadar insanlık tarihinin, Kur'an günü ile yedi bin sene olduğunu belirten bir rivâyete atfen, mutlak fetret devrinin bundan çıkarılmasıyla, senenin elde edildiğini, bunun da Kur'an âyetlerinin sayısına eşit bulunduğunu, dolayısıyla Kur'an hakikatlerinin de bu kadar süre hakim olacağını nazara verir.(6)

Fen bilimlerinin geçmişe bakışı, fen ve felsefenin insanlık tarihi ile arz ve kâinatın geçmişi hakkında ileriye sürdüğü değerler, yukarıda sözü edilenlerden oldukça farklıdır. İlk insandan günümüze kadar geçen süre, milyonlarca yıl olarak ele alınır. Bitki ve hayvanları içine alan ilk canlılığın iki milyar yıl önce teşekkül ettiği, arzın geçmişinin ise, dört milyar yıl olduğu kabul edilir.(7) 

Bu yaş tayinleri günümüzde, paleontolojik, radyoaktif veya karbon on dört metotlarıyla ya da ışık tayflarından faydalanarak yapılır. Hepsinin de sıhhat derecesi tartışmalıdır. Geçmişle alâkalı bu yaş tayinlerinin gerçek değerleri değil, nispi bir değeri verdiği kabul edilmektedir. Dolayısıyla, gerek insanın geçmişi, gerekse diğer canlıların ya da kâinatın yaşı hakkında ileri sürülen değerlerin hakiki yaşı göstermediği bilinmektedir.

Nitekim son on-on beş yıla gelinceye kadar, kâinatın yaşı beş milyar yıl kabul ediliyordu. Şimdilerde, bazı araştırmacılar, uzaydaki galaksilerin yaşını on beş milyar olarak bildirirken, bazıları bunu otuz milyar yıla kadar çıkarmaktadır.(8)

Bediüzzaman, tarih, coğrafya, jeoloji ve antropolojik açıdan insanlık tarihinin yedi bin sene değil, yüz binler sene olarak ifade edildiği kabul edilse bile, bunun Hz. Âdem (as)'dan kıyamete kadar insanlık ömrünün yedi bin sene olduğunu belirten rivâyete ve Kur'ani hakikatlerin sene hüküm ferma olduğuna ters düşmediğini belirtir. O, Kur'ani günlerin dört saatten elli bin seneye kadar şümulünün olduğunu nazara verir.(9)

Arzın, insanlık tarihinin ve kâinatın ömrü Risale-i Nurlarda; arzın, güneş sisteminin ve galaksinin ayrı ayrı hareketlerine dikkat çekilerek, Kur'an-ı Kerim'de bunların her birisine işaret edildiği belirtilir. Kur'an'da "Rabbü'ş-şi'ra" tâbir edilen ve güneşten büyük "Şi'ra" namındaki bir güneşin bin seneden ibaret gününe, Şemsü'ş-Şümus'un elli bin seneden ibaret bir Kur'an gününün olabileceğine dikkat çekilir.

Bediüzzaman'a göre; kâinatın bir ömrü, arzın ondan daha kısa bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan insanın da ondan daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içindeki mahlûkatın ömürleri, saatin dakika, saniye ve saatleri sayan çarklarının birbiriyle olan münasebetine benzetilir. İnsanlık ömrünün, arzın kendi ekseni etrafındaki hareketiyle hasıl olan gün ile olduğu gibi, yeryüzünde canlıların ilk teşekkül ettiği andan kıyamete kadarki canlılık ömrünün ise, güneşin kendi ekseni etrafındaki hareketi ile kâinatın ömrünün de, Şemsü'ş-Şümus'un kendi ekseni etrafındaki hareketi ile meydana gelen gün ile olması gerektiği belirtilir.

Bir başka ifade ile insanlık ömrü yedi bin sene olduğu gibi, canlılık tarihinin ömrü de yedi bin sene, kâinatın ömrü de yedi bin senedir. Ancak, insanlığın ömrü arz günü, bitki ve hayvan ömrü ise güneş günü, kâinatın ömrü de galaksi günü esas alınarak ölçülmelidir. Bilindiği gibi arz, kendi ekseni etrafında dönüşünü yirmi dört saatte, yani, bir günde tamamlar. Güneş ise, bütün sistemiyle birlikte, Herkül takım yıldızına saatte km. süratte gitmekte ve aynı zamanda kendi ekseni etrafında da dönüş yapmaktadır. Güneş sistemini de içinde barındıran Samanyolu Galaksisi ise, bir bütün olarak kendi ekseni etrafında saatte km. hızla dönmekte ve bir defa dönüşünü iki yüz milyon yılda tamamlamaktadır.(10)

Canlıların ve Kâinatın Ömrü

Risale-i Nur'da sözü edilen "Şi'ra" güneşinin Herkül takım yıldızı, Şemsü'ş-Şumus'un da Samanyolu galaksisi olması muhtemeldir.

Bediüzzaman, insan nev'i ömrünün arz günü ile yedi bin sene olması durumunda, arzda hayatın başlamasından, yani bitki ve hayvanların teşekkülünden kıyamete kadar, güneş günü ile iki yüz bin sene, yaklaşık iki buçuk milyar arz günü olduğunu belirtir. Kâinatın yaşının da, Şemsü'ş-Şumus'un, Kur'an'ın işaretiyle bir gününün elli bin sene olduğu dikkate alınarak, yedi bin senelik sürenin, bir yıl gün hesabiyle yüz yirmi altı milyar yıla tekabül ettiğine işaret eder.(11)

- Hz. Âdem (as)'dan önce insan yaratılmış mıydı?

Cenab-ı Hak melâikeye; "Ben yerde bir halife yaratacağım." hitabına, melâike; "Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın?"(12) mealindeki âyetten hareketle, bazı müfessirler ve yorumcular, Hz. Âdem (as)'den önce de başka Âdemlerin mevcudiyetini ileri sürmektedirler.

Bediüzzaman ise, arzın, insanların hayatına elverişli şartlara sahip olmadan önce idrakli mahlûk olarak cinlerden bir nev'in bulunduğunu, yaptıkları fesattan dolayı insanlar ile mübadele edildiklerini belirtir.(13)

- Hz. Âdem (as)'dan günümüze kadar geçen süre nedir?

Bu süreyi tam olarak vermek mümkün olmamakla beraber, takribi bir rakam söylenebilir. Yukarıda temas edildiği gibi, insanlık tarihinin, yani Hz. Âdem (as)'den kıyamete kadar geçen sürenin yedi bin sene olarak alınabileceğini gördük.

Bediüzzaman, ahir zamana işaret eden;

"La tezâlu tâifetün min ümmeti zâhirine alel hakkı, hatta ye'tiyallahu bi emrihi = Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.”(14)

hadisi ile Fatiha sûresinden hareketle, Allahuâlem, 'te beşeriyet tarihinin sona ereceğini, sözü edilen hadis ve âyetten böyle anladığını belirtir.(15)

Bu durumda insanlık tarihinin Milattan sonra yaklaşık yıl, Milattan önce ise yıla kadar uzandığı söylenebilir. Demek ki, Hz. Âdem (as)'in Milattan yaklaşık yıl önce yeryüzünde göründüğü anlaşılıyor. Bir hadiste Hz. Âdem'in dokuz yüz kırk sene yaşadığı belirtilir.(16)

Yazının icadı, Milattan önce seneye kadar geriye götürülebildiğine göre, Hz. Âdem (as)'le, yani ilk insanla yazı başlamış olmalıdır. Gerçeği ve doğruyu ancak Allah bilir.

Sonuç

Bediüzzaman, hadis ve âyetlerden hareketle, insan nevi ve arzdaki canlı hayatı ile kâinatın ömürleri hakkında değerlendirme yapar. İnsanlık ömrünün dünya günü ile, canlı hayatının, güneşin kendi ekseni etrafındaki dönüş günü ile, kâinatın ömrünün de Şemsü'ş-Şumus günü ile hesaplanması gerektiğini belirtir.

Arz günü ile düşünüldüğü zaman, insanlık nevinin yaklaşık yedi bin sene, arzda hayatın iki buçuk milyar sene, kâinatın da yüz yirmi altı milyar senelik ömrünün olabileceğine işaret eder.

Bununla beraber, insanlığın ömrünün yıl olduğuyla ilgili rivâyette geçen "yıl" ifadesinin ne anlama geldiği kesin değildir. Bu açıdan başka ve farklı yorumlar da yapılabilir. Başka derin manâlarının da olabileceği ve onların açıklamaya başka manâ boyutu getirebileceği de düşünülebilir.

Dünyanın kendi ekseni etrafındaki ve güneş etrafındaki hareket hızlarının eski devirlerden şimdiye değişiklik gösterdiğinden şimdiye kadar hiç bahsedilmediği ve zamanın da hıza bağlı olarak değişebileceği gözönüne alınarak, sadece eski devirlerdeki büyük bitki ve hayvanların ömür müddetleri ile şimdikileri kıyaslayarak eski devirlerde zamanın daha hızlı aktığı söylenebilir.

Dipnotlar:

l. Hud, 11/7; Furkan, 25/59; Fussilet, 41/
2. Canan, l., Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi. VI/, Akçağ Basım Yayın Pazarlama, Hadis no: , , Ankara.
3. Hac, 22/47; Mearic, 70/4.
4. Taşkın, T. Uzay ve Ötesi. Boğaziçi Yayınları, İkinci baskı, ,
5. Nursi, S.B. Sözler. Envar Neşriyat, s. , , İstanbul.
6. Nursi, S.B. Barla Lahikası. Envar Neşriyat, s, , İstanbul.
7. Tatlı, A. Evrim ve Yaratılış, ikinci baskı, s, , Kütahya.
8. Tatlı, A. a.g.e. s.
9. Nursi, S.B. Barla Lahikası. s.
Taşkın, T. a.g.e. s.
Nursi, S.B. Barla Lahikası, s
Bakara, 2/
Nursi, S.B. İşarat-ül İ'caz. Envar Neşriyat, s, , İstanbul.
Buhari ,; Müslim,
Nursi, S.B. Kastamonu Lahikası Envar Neşriyat, s, , İstanbul.
Canan, İ. a.g.e. hadis no: , s

6 "Benim ümmetimin ömrü seneyi pek geçmeyecek." ifadesi hadis midir?

Ebu Sa’lebe anlatıyor: Resulüllah (a.s.m) şöyle buyurdu:

“Allah bu ümmeti yarım günden âciz bırakmaz.” (Ebu Davud, Melahim 18; Müsned, IV/)

Münavî, bu hadisin senedinin sağlam olduğunu söylemiştir.(Avnu’l-Mabud, 11/).Heysemî, bu hadis ricalinin Sahih’in ricali olduğunu ifade etmiştir.(bk. Mecmau’z-Zevaid, 6/). Aclunî de Ebu Davud ve Taberanî’nin Ebu Sa’lebe’den naklettikleri hadisin sahih olduğunu vurgulamıştır.(Keşfu’l-Hafa, II/)

Bu hadisi rivayet edenlerden biri olan Sad b. Ebi Vakkas’a "yarım gün"den maksatın ne olduğu sorulmuş, o da “Beş yüz senedir.” diye cevap vermiştir. (Müsned, 1/) Hz. Sad bu açıklamayı

"Şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin sene gibidir."(Hac, 22/47)

ayetine göre yapmış olmalıdır.

Celâleddin-i Suyutî "El-Keşf-ü An Mücavezeti Hâzihi-l Ümmeti El-Elfe" isimli bir Risale te'lif etmiştir. Bu Risale'de bir çok sahih hadîsleri tahlil etmiş ve "bu ümmetin ömrü bin beş yüz seneyi fazla geçmeyeceğine" dair kanaatini belirtmiştir.[bk. el-Havi li'l-Fetavi, Suyuti,  2/; Ruhul Beyan, Bursevi, (Arapça) 4/, Ahmed bin Hanbel, İlel, s, 89]

İsmail Hakkı Burusevî de, yine bir çok kaynaklardan deliller getirerek, aynı hükmü kaydetmiştir. Bediüzzaman da, bu mes'eleyi, hususî bir ilham ve keşif neticesinde ve aynı zamanda bir hadîs-i şerifin cümlelerinin  hem mâna, hem mutabakat, hem cifir ve ebced kaideleriyle görmüş ve ispat etmiştir.

İlk insan Hz. Adem (as)'den bu yana ne kadar zaman geçmiştir? Ve bu hususta ileri sürülen yüz binler yıllık tarihler, ne derece doğrudur? Bugünkü kabule göre, dünya beş milyar yıl önce sıcak ve yoğun bir gaz kümesi idi. Dört milyar yıl önce ise, koyu bir ateş topu halinde bulunuyordu. Hayat ise, tek hücrelilerin ortaya çıktığı bir milyar yıl öncesine dayanıyor.

Bu tahmin, çağlar boyunca zamanın hep aynı aktığı ve sabit kaldığı düşünülerek yapılıyor. Halbuki zamanın değişken bir boyut olduğu ve onun, atomda, ışınlarda, olayların başında ve sonunda farklı bir seyir takip ettiği anlaşıldı. Bu durum, bir ırmağın yeryüzü şartlarına göre aynı hızlarda seyretmemesine benziyordu.

Zaman, mesela, ilk çağlarda genişleme gösterip durgun akabildiği gibi, asrımızdaki şekliyle de daha hızlı bir seyir takip edebiliyor. İlk çağlardaki iri hayvan ve bitkilerin, şimdikilere oranla on kat daha fazla yaşadıklarına bakılacak olursa, o çağlarda zamanın on kat daha yavaş aktığı söylenebilir. Bu durumda yaş hesaplamalarını, şimdiki zaman akışına göre yaklaşık onda bir (1/10) ölçüsünde küçültmek mantıklı olur.

Buna göre Güneş Sisteminin dört milyar değil dört yüz milyon, hayat başlangıcının bir milyar yıl değil yüz milyon yıl önce ortaya çıktığı ve yüz bin yıl olduğu farz edilen insanlık tarihinin on bin yıl olduğu sonucu ortaya çıkar.

Cisimler hızlandığında ve ışık hızına yaklaştığında, mutlak sandığımız değerlerin bir bir değiştiğini gözleriz. Mesela ışık hızına çok yaklaşan birinin zamandaki seyri, bize göre on dört defa daha yavaştır. Yani o kişi bir yıl yaşadığında, biz on dört yaş almış oluruz. Bu hızda seyreden birinin sadece zamanı değil, boyu da değişikliğe uğrayarak yarıya iner. Ağırlığı ise üç misli artar. Diğer bir ifadeyle, ağırlığı 70 kg'dan kg'a yükselen o kişinin elindeki metre yarı yarıya kısalmış, kolundaki saat ise yerdeki bir insana göre on dört defa daha yavaşlamıştır. O kişinin böyle bir saatle kainatın geçmişini ve insanlığın tarihini ölçmesi halinde ulaştığı sonuçlar doğru olabilir mi? Aynı şekilde yerdeki biri de enerji dünyasını normal saat ve cetvelle ölçmeye teşebbüs ederse başarı elde edebilir mi? Maddi alemin çapını, kütle hesabını ve zamanını bu ölçülerle incelersek doğru sonuçlara ulaşamayız. Aynı hesaplamayı, enerji dünyasında yaşayan enerji-varlık cinlerden biri yapmaya kalkışsa, enerjinin ölçüleriyle maddi dünyayı ölçmeye çalışsa, doğru sonuçlar elde edemeyecektir.

Radyoaktif elementler, “yarı ömür” denen sırlı bir olayla, belli bir zaman sonra, esrarını bilemediğimiz bir şekilde enerji denen mahiyete çevrilir. Mesela 1 kg. Uranyum, sene sonra yarım kiloya iner. Bu süre uranyumun yarı ömrüdür. Maddenin bir şekli ve boyutu varken onun hamuru ve aslı olan enerjinin, boyutsuz ve zamansız dünyasının sırlarına henüz vakıf değiliz. Bildiğimiz bir şey, enerjinin ışık hızında olduğu ve maddeden tamamen farklı özellikler sergilediğidir. Radyoaktif elementlerin belli bir zaman sonra yarıya inmesi, canlıların özellikle yakın geçmişleri ile ilgili ipuçları vermektedir. Ne var ki, biz, hesaplamaları hep madde konusuyla ele alıyoruz. Bu hesabı enerjinin ölçülerine göre yaparsak: Yani neredeyse ışık hızı dediğimiz ışık hızının %99 küsuru ile ele alırsak (Elektron gibi birçok atomaltı ve kozmik parçacıklar bu hızda seyrederler. Tabii ki bu hızda parçacık değil ışın halindedirler), hesaplarımızda düzeltme yapmak zorunda kalır ve kainatın yaşının milyar yıl değil, bunun on dörtte biri olduğu sonucuyla karşılaşırız. Dünyanın yaşı ise dört milyar yıl yerine üç yüz milyon yıl bulunur. yıl önce ortaya çıktığına inandığımız insanlık tarihi ise, aniden yıla iniverir.

Bu anlatılanları destekleyen meselenin bir başka yönü de, ivmeli bir artış gösteren dünyanın şu andaki nüfus miktarıdır. Eğer insanlık tarihinin yıldan bu yana devam ettiği ve bu tarih boyunca ortalama ömrün hep yetmiş yıl olduğu kabul edilirse, dünya nüfusu yapılan hesaplamalara göre şimdi bir trilyon civarında olmalıydı. Şu andaki teorik anlayışa göre yüz binler yıl olduğu ileri sürülen insanlık tarihinin yıldan daha kısa olması gerekiyor. Bu da kafi gelmemekte, atalarımızın ilk zamanlar yıl gibi daha uzun ömürlü olduklarını kabul etmek durumundayız. Yüz sene sonra dünya nüfusunun ne kadar olacağını tahmin edebileceğimiz gibi, aynı tahmini geriye doğru gittiğimizde, Hz. İsa (as) döneminde dünya nüfusunun (iki yüz elli milyon) kadar olduğu hesaplanıyor (Miller, funduszeue.info “Living In the Environment” Kaliforniya A.B.D. ). Dünya nüfusuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda ölenlerin, ancak nüfusun yüzde bir buçuğuna tekabül ettiği kabul ediliyor. Bu durumda insanlığın ömrünün yüz binler yıl olduğu iddiası da geçerliliğini kaybediyor. Sadece nüfus artış hızı bile insanlığın ömrünün yılı geçemeyeceğini gösteriyor.

Bugünkü tarih hesaplamalarında kullanılan metot, termodinamik soğuma gibi kaba bir metottur. Radyoaktif yarılanmaya dayanan hesaplama metodu ise, uzak zamanlar için doğru sonuçlar vermemektedir. Bu durumda en güvenilir ve doğru kaynak, Kur'an ve hadislerin haberleri olmalıdır. Zaten ilmin doğru sonuçları ile Kur'an'a ait gerçekler birbiriyle her zaman mutabık kalmış, birbirini çürütmemiştir Çünkü kainat ve Kur'an, Allah'ın iki ayrı kitabıdır. Yeter ki her iki kitabı da doğru anlayalım ve yorumlamayı bilelim. Bazen görülen yanlışlıklar, yorumlayanların yetersizliğinden ileri gelmektedir.

Peygamberimiz (asm),

“Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” (İbn-i Kesir tefsiri, 12/)

buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise,

“Benim ümmetimin ömrü seneyi pek geçmeyecek.” [bk. el-Havi li'l-Fetavi, Suyuti, 2/; Ruhul Beyan, Bursevi, (Arapça) 4/, Ahmed bin Hanbel, İlel, s, 89]

buyurmuş. Günün dörtte ya da beşte biri olan ikindiden akşama kadar ki vakti yıl kabul ettiğimizde, insanlığın ömrünün - yıl arasında olduğu ortaya çıkar. Diğer bir meşhur hadis rivayetinde ise bu açıkça ortaya konmuştur:

“Âdem'den kıyamete kadar insanlığın ömrü yedi bin senedir.”(Kenzu’l-Ummal, funduszeue.info: ; Munavî, Feyzu’l-Kadir, III/; funduszeue.info: )

Görüldüğü gibi bu üç hadis birbirini teyit etmekte ve tamamlamaktadır. Muhbir-i Sadık olan Peygamberimizin (asm) ahir zamanla ilgili verdiği haberler bir bir çıkmaktadır. (bk. Bediüzzaman Said Nursi, Barla Lahikası, s, , Envar Neşriyat)

İlave bilgi için tıklayınız:

- Kıyamet ne zaman ve nasıl gerçekleşecektir?
- "İmamı Rabban Mektubat adlı eserinde, kıyametin hicri yılında kopacağını söyler. Bediüzzaman Hazretleri ise kıyametin kopacağı vakti kimse tam olarak bilmez,.." Kıyametin kopma tarihi hakkında bilgi verir misiniz?

7 Hadiste belirtilen fitnelere karşı nasıl tedbir alabiliriz?

(Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre) Resulullah (asm.):

Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekân bulursa ona sığınsın.” (Sahihu’l-Buhari VIII, 92; Tefriru’l-Kurani’l-Azim II, 43; Sunenu İbn-i Mace, II, )

FİTNE PATLAK VERİNCE YAPILACAKLAR KONUSUNDA HADİSLERDE BELİRTİLEN TAVSİYELER:

1. ()- Ebu Ümeyye eş-Şa'bânî anlatıyor: "Ey Ebu Sa'lebe, dedim, şu ayet hakkında ne dersin?" (Mealen): 

"Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça sapıtmış olanlar size zarar vermez" (Maide, 5/).

- Bana şu cevabı verdi:

"Gerçekten bunu, iyi bilen birine sordun. Zira ben aynı şeyi  Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sormuştum: Demişti ki:

"Ma'rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir heva, (dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin (selefi dinlemeden) kendi reylerini  beğendiklerini müşahede edersen, o zaman  kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zîra (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır.  O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir." [Ebu Davud, Melahim 17, (); Tirmizî, Tefsir, Mâide, (); İbnu Mace, Fiten 21, ().]

AÇIKLAMA:

Hadis, kişinin kendisiyle meşgul olmasını, başkasının sapıklığının kişiye zarar vermeyeceğini ifade eden bir ayeti (Maide, 5/) açıklama sadedinde varid olmuştur. Ayetin zahirine bakılınca emr-i bi'lmarufa yer vererek başkalarıyla meşgul olmayı değil, kendi işiyle meşgul olmayı emrediyor gözükmektedir. Ayet suale vesile olmuştur. Çünkü mü'min kişiyi emr-i bil marufta bulunmaya, münkerden nehyetmeye teşvik eden ayetler ve hadisler var. Bu ayetle öbür ayetler arasında zahirî bir tezad gözükmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beyan buyurdukları açıklama ile "Marufa sarılın"  emretmektedir. Ma'ruf, güzel kabul edilen, meşru olan, şeriatın yapılmasını tecviz ve teşvik ettiği her şeydir. Bunlar arasında emr-i  bi'lmaruf ve nehy-i anil münker de yer alır. Şu halde mü'min buna ara vermeden devam edecek. Ancak cemiyette zuhur edecek bazı alametler var. Onlar  görüldü mü, artık emr-i bil maruf ve nehy-i ani'lmünkeri terketmek evladır. Çünkü, bu safhada emr-i bil'maruf, fayda değil zarar verebilecektir. Hadiste bu  alametler şöyle sayılır:

* İtaat gören cimrilik. Bazı alimler aşırı, hırsla karışık cimrilik diye açıklamıştır.

* Hevaya uyulması, yani şeriatın emirlerinin terkedilmesi.

* Dine tercih edilen dünya.

* Rey  sahiplerinin kitaba, sünnete, icma-ı ümmete, sahabe  akvaline bakmadan kendi görüşünü beğenip ona tabi olması.

Bu sayılanlar, haricî bir düşmanın  hakimiyeti değil, İslam cemiyeti içerisinde gayr-ı İslamî, beşerî değerlerin hakimiyetidir, fitnedir, dahili kargaşanın had safhaya ulaşmasıdır. Bu derece bozulan insanlara emr-i bil maruf fayda vermez, zararı daha da artırır mânasında olmak üzere Aleyhissalâtu vesselâm, kişiye, cemiyeti terketmesini, kendini kurtarmayı düşünmesini tavsiye etmektedir. Çünkü arkada sabrın övüleceği sıkıntılı günler gelecektir.

2. ()- Vakid İbnu Muhammed  babasından, o da Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ)'dan anlattığına  göre demişti ki:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki:

"Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen bir kısım ayak takımı (hezele) kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın?"

"Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah'ın Resulü!" dedim. Buyurdular ki:

"Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terkedersin. Kendi yakınlarının (hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O  hezele takımı (ile de), onların cemaatı ile de (uğraşmayı) terkedersin." [Buhârî, Salat 88, Fiten 13; Ebu Davud, Melâhim 17, (); İbnu Mace, Fiten 10, ().]

AÇIKLAMA:

1. Ahdin bozulması, güven ve  emniyetin  kalkmasıdır. İster mal, ister can, isterse ırz emniyeti olsun, hepsinin kalkması, halel görmesi, ahdin bozulması ile ifade edilmiştir. Irz emniyeti deyince vicdan hürriyeti, din hürriyeti gibi kişinin şahsiyetine giren hususları da anlamamız gerekir. Ahdin bozulmasıyla cemiyette bunlar da kalmaz, vicdanlara baskı artar, inançları sebebiyle dindarlara taarruz ve tasallut  tahammül edilmez hale gelir. Önceki hadiste de kısmen geçtiği üzere dindarlığın, ahirzamanda, elde  ateş tutmak gibi zorlaşması, ahdin bozulmasıyla din ve vicdan hürriyetinin de ortadan kalkacağını ifade eder.

2. Şarihler bu hadisi açıklarken, hadisin "parmakların kenetlenmesini yasaklayan" bir başka hadisle arzettiği tenakuza dikkat çekip, aralarını telif ederler: "Resûlullah buyurmuştur ki:   اِذَا صَلّى اَحَدُكُمْ فََ يُشَبِّكَنَّ بَيْنَ اَصَابِعَهُ فاِنَّ التَّشْبِيكَ مِنَ الشَّيْطَانِ وإنَّ اَحدَكُمْ َيَزَالُ في صََةٍ مَادَامَ في الْمَسْجِدِ حَتّى يَخْرُجَ مِنْهُ   "Biriniz namaz kılınca parmaklarını kenetlemesin. Zira, kenetleme işi, şeytandandır. Biriniz mescidde olduğu müddetçe, oradan çıkmadıkça namazdadır." Şarihler, umumiyetle bu iki rivayet arasında tearuz görmezler. Çünkü bu sonuncu hadiste, namaz esnasında veya namaz beklerken parmakların kenetlenmesi yasaklanmaktadır. Halbuki, sadedinde olduğumuz hadis, hadisenin  namazla ilgisinden bahsetmez. Hadisin mescidde vürud etmesi de muhtemeldir. Bu takdirde cevap şöyledir: Yasak, gayesiz bir şekilde boş yere kenetlemekle ilgilidir. Halbuki Resûlullah bir temsil vermek, kapalı bir mânayı daha anlaşılır kılmak için parmaklarını kenetlemiştir. Öyle ise, namaz dışında müsbet, faideli bir maksatla parmakların kenetlenmesinde bir mahzur yoktur.

Kenetlenme yasağının hikmeti üzerine: "Çünkü "şeytandandır", "uykuyu getirir", "kenetlemenin arzettiği manzara, ihtilafın manzarasıdır, bu manzara namazda veya namaz hükmündeki bir halde bulunan kimse hakkında  mekruh görülmüştür. Çünkü bir başka hadiste   وََ تَخْتَلِفُوا فَتَخْتَلِفُ قُلُوبُكُمْ.   "Karışık olmayın; kalplerinize ihtilaf girer"  buyrulmaktadır" gibi yorumlar getirilmiştir.

3. Hadisin, fitne sırasında Müslümanın takip edeceği yolla ilgili mesajı izah gerektirmeyecek kadar açıktır: Fitneye  bulaşmamak, ateşi avuçta tutmak kadar zor  bir iş dahi olsa fitneden kaçmak; öyle ki,  icabında emr-i bi'lmaruf ve nehy-i ani'l münkeri de terkedip, sözünü dinleyecek yakınlarla meşgul olup, onları kurtarmaya çalışmak. Müteakiben kaydedilecek ilk  iki hadiste (, ) fitneden kaçmanın gereği ve hayrı daha açık olarak ifade edilecektir.

.3. ()- Hz. Ebu  Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) seslendiler:

"Ey Ebu Zerr!"

"Buyurun, Ey Allah'ın Resulü, emrinizdeyim!"  dedim.

"İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin (ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın?" buyurdular.

"Benim için Allah ve Resulü neyi ihtiyar buyurursa onu yaparım!"  dedim.

"Sabrı tavsiye ederim!" buyurdular -veya, sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar seslendiler:

"Ey Ebu Zerr!"

"Buyurun ey Allah'ın Resûlü, sizi dinliyorum!" dedim.

"Zeyt mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın?"

"Allah ve Resûlü benim için neyi ihtiyar buyurursa onu!" dedim

"Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye ederim!"  dedi. Ben sordum:

"Ey Allah'ın Resulü! (O zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı?"

"Böyle  yaparsan (fitneci) kavme ortak olursun!" buyurdular.

"Bana ne emredersiniz!" dedim.

"Evine çekil!" buyurdular.

"Evime girilirse?" dedim.

"Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!"  buyurdular." [Ebu Davud, Fiten 2, (); İbnu Mace, Fiten 10, ().]

AÇIKLAMA:

1. Bu hadis fitneye karışmayı yasaklayan hadislerden biridir. Hadisin, Begavî tarafından Mesabih'te kaydedilen veçhi biraz daha teferruatlıdır; şöyle ki: "Ebu  Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben bir gün, bir merkep üzerinde,  Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın terkisinde idim. Medine'nin (dış) evlerini geçtiğimiz sırada bana:

"Ey Ebu Zerr! Medine'ye açlık hakim olduğu; öyle ki, yatağından kalkınca açlıktan bitkin düşüp mescide kadar gidemediğin zaman ne yapacaksın?" dedi" diyerek başlayan hadis, Resûlullah'ın şu tavsiyesi ile noktalanır:

"Eğer kılıcın parıltısının sana galebe çalmasından (dayanamayıp kılıca sarılıp fitneye katılmaktan) korkarsan elbisenin kenarını yüzüne çek, ta ki, (haksız yere öldürerek) senin günahınla ve kendi günahlarıyla geri dönsünler."

2. İnsanlara (kitle halinde) ölüm  nisbeti kıtlık, veba, savaş gibi sebeplerle gelecek umumi ölüm hadisesi olarak  anlaşılmıştır.

3. Hadiste geçen beyt   البيت (ve vasif)  الوصيف (kelimelerini anlamada şarihler bazı farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Şöyle ki:

* Mezar olarak tercüme ettiğimiz   البَيْت   (beyt) kelimesini bazı alimler mezar olarak anlamıştır. Hattabî der ki: "Beyt, burada "mezar" demektir, vasif de hizmetçi. Murad olan mâna şudur: "İnsanlar, öylesine meşguldürler ki öleni gömmeye  fırsat bulamazlar da onu gömmesi için hizmetçiye verirler, yahut ücretle gömdürürler."

* Buradan şöyle anlayanlar da olmuştur: "Mezar yerleri öylesine dardır ki, her bir ölüleri için bir kabir yerini bir köle vererek satın alırlar." Ancak bu ikinci te'vil tenkit edilmiş ve: "Ölüm, sağlar arasında devam etse ve fevkalade yayılarak artsa da yine böyle  bir darlık hasıl olmaz. Çünkü arz geniştir" denmiştir. Ancak, hadisin Mesabih'ten kaydettiğimiz veçhinde ikinci mânayı teyid eden ibareler mevcuttur. Hadisin şerhinde imkan varsa hadisten istifade en evla yoldur. Burada o  imkan mevcuttur.

* Bu ibareden şu mâna dahi çıkarılmıştır: "O zaman evler, ölümlerin çokluğu ve ikamet edeceklerin azlığı sebebiyle çokça ucuzlar. Öyle ki bir ev, aslında normal olarak bir köleden pahalı olduğu halde, bir köle mukabilinde satılır."

* Şu mâna da çıkarılmıştır: "Evlerde  önceleri çok insan mevcut olduğu halde, bu evin işini görmeye sadece bir köle kalır."

4. Zeyt'in Medine'nin bir mahallesi veya Medine civarında bir yer adı olduğu söylenmiştir. Türbüşti: "Burası, Yezid  zamanında cereyan eden meşhur hadisenin vukua geldiği Harra'da bir noktanın adıdır. Orada savaşan zalim orduların komutanı da Müslim İbnu Ukbe el-Mürri'dir. Resûlullah'ın koyduğu haramları mübah kılan heriftir. Karargahı Medine'nin batısında yer alan Harre-i garbiyye idi. Medine'nin hurmetini ihlal etti, erkekleri hep öldürdü. Orada üç gün -beş de denmiştir- talanda bulundu."

5. "Kendinden oldukların" tabiriyle kişinin ailesi, yakınları, kavmi kastedilmiştir. Bununla "İmam"ın yani biat etmiş  olduğu  imamının kastedildiği de söylenmiştir. Bu durumda mâna: "İmamına ve bey'at ettiğin kimseye tabi ol" demek olur.

6. Hadiste, kişinin kılıcı alıp omuza koyması halinde, günahta fitnecilere ortak olacağı ifade edilmiştir. Öyleyse fitne şartlarında fitnecilere iştirak etmemek, günahlarına ortak olmamak için silaha sarılmamak gerekir. Aliyyu'l-Kârî der ki: "(Fitnede) hasım  Müslümansa, fesad  terettüp etmeyecek ise, müdafa-i nefis caizdir. Ancak hasım kafir ise, imkan  nisbetinde müdafaa etmek vacib olur."

7. "Kılıcın parıltısının galebe çalması", kılıcı kullanmaktan kinayedir. "Elbisenin kenarıyla yüzünü örtmek", düşmanı görüp, korkmamak içindir. Bundan maksad, "Onlar seninle savaşsa da sen onlarla savaşma,  ölmeyi tercih et" demektir.

Bu taktirde,  gelenler "seni öldürmüş olmanın günahı ve diğer günahlarıyla dönerler" mânası anlaşılır.

4. ()- Hz. Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kafir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Âdem'in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil)[Ebu Davud, Fiten 2, (, ); Tirmizî, Fiten 33, ().]

Ebu Davud, "koşandan" kelimesinden sonra şu ziyadeyi  kaydetmiştir: "Yanındakiler, "Bize ne emredersiniz (ey Allah'ın Resulü)?"  dediler. "Evinizin demirbaşları olun!" buyurdu."

AÇIKLAMA:

1. Resûlullah, kıyamete yakın çıkacak fitnelerin dehşetini belirtmek için, zifirî karanlık gecenin parçalarına benzetmiştir. Yani peşpeşe fitneler olacak, her biri, gece parçası gibi karanlık, yani doğruyanlış, haklıhaksız, isabetlihatalı vs. şekilde tefrik etmek imkanı tanımayacak, son derece dehşetli olacak demektir. Bu  teşbihten maksat fitnenin  büyüklüğünü ifadedir.

2. Hz. Âdem'in iki oğlundan hayırlısı Hz. Habil'dir. Kardeşi Kabil  onu öldürmek istediği vakit ayet-i kerimenin ifadesiyle kardeşine: "Sen beni öldürmek  için elini bana kaldırsan da , ben seni öldürmek için elimi sana kaldırmayacağım" (Maide 28) demiştir. Bu ayette, Cenab-ı Hakk fitne sırasında Müslümanların takip edeceği siyaseti vaz' etmiş olmaktadır: "Fitneden kaçmak, öldürmektense ölmeyi tercih etmek." İslam'da bunun ilk örneğini Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın verdiği belirtilir: O fitnenin büyümemesi için öldürmeyi değil, öldürülmeyi tercih etmiştir.

3. Evin demirbaşı olmaktan maksad, evden ayrılmamak, dışarı çıkıp fitneye bulaşmamaktır. Nasıl ki demirbaş denen halı, kilim gibi  bir kısım eşyalar devamlı evde kalırlar; fitne sırasında da o eşyalardan biri gibi olmak yani evden dışarı çıkmamak tavsiye edilmiştir. Bundan da maksad, fitneye katılmamaktır.

5. ()- Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kişinin en hayırlı malının peşine takılıp dağ geçitlerini ve yağmur düşen yerleri takip edeceği koyunu olacağı zaman yakındır. Böylece dinini fitnelerden kaçırmış olur." [Buhârî, İman 12, Bed'ü'l-Halk 14, Menakıb 25, Rikak 34, Fiten 14; Muvatta, İsti'zan 16, (2, ); Ebu Davud, Fiten 4, (); Nesâî, İman 30, (8, , ).]

6. ()- Ma'kıl İbnu Yesar anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Herc (fitne) zamanında ibadet, tıpkı bana hicret gibidir." [Müslim, Fiten , (); Tirmizî, Fiten 31, ().]

7. ()- Mikdad İbnu'l-Esved (radıyallahu anh) anlatıyor:  "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Bahtiyar, fitneden kaçınan kimse ile belalarla karşılaşınca sabreden kimsedir. Ne mutlu ona!" [Ebu Davud, Fiten 2, ().]

8. ()- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Yaklaşan bir şerden yazık Araplara! Elini çeken ondan kurtulur." [Ebu Davud, Fiten 1, ().]

AÇIKLAMA:

Kaydedilen son hadisler, özet olarak fitneye bulaşmamayı ve imkan nisbetinde fitneden kaçmayı tavsiye etmektedir. Kapıya kadar gelen fitneye, öldürülmeyi tercih edecek kadar bulaşmama emri, üzerinde durulması gereken bir husustur. Zîra ulema, çeşitli  nokta-i nazarları ve mukabil delilleri de gözönüne alarak, mesele üzerinde ziyadesiyle durmuş ve enine boyuna tartışmıştır. Fitne şartlarında yaşamamız haysiyetiyle bu hususların daha sistemli ve teferruatlı olarak bilinmesinin gerekli ve faydalı olacağına inanıyoruz. Bu sebeple mevzuyu  biraz açıklayacağız.

Fitnede herkese ferdî olarak terettüp edecek vazifeleri şöyle sayabiliriz:

1. Fitnenin getireceği sıkıntılara sabır.

2. Fitnecileri yalnız bırakmak,

3. Uzlet; eve çekilmek, dağa çekilmek, terk-i diyar etmek,

4. Öldürmektense ölmeyi tercih etmek. Fitnede müdafa-i nefis meselesi,

5. Dilini tutmak,

6. Kalben  kerahet,

7. Mal ve evlatça hıffet,

8. Silah edinmemek,

Şimdi bunları açıklayalım:

1. FİTNEDE SABIR:

Hangi çeşitten olursa olsun, iradesi dışında gelen her çeşit musibet karşısında Müslümanın başvuracağı mühim bir silah olarak ifade edilen "sabır", fitne karşısında daha da ehemmiyet kazanan, ısrarla tavsiye edilen en mühim silah hüviyetini kazanmaktadır. Bu hususu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bazan tek tek fertlere, bazan umumi bir ifade ile herkese duyurmuştur.

Müslim'de gelen bir rivayette, Hz. Peygamber, kendisine memuriyet vermesini isteyen Ensar'dan bir zata şu cevabı verir: "Siz benden sonra bencillik (ve fitneyle) karşılaşacaksınız. Havz(-ı Kevser)in  başında bana kavuşuncaya kadar sabredin." Tirmizî'nin rivayetinde, "funduszeue.info ve dine muhalif bulacağınız icraatlar göreceksiniz" ibaresi vardır. Ensârinin "Ey Allah'ın Resulü, bize ne tavsiye edersiniz?" sualine karşı: "İcraatcılara olan vazifelerinizi (onların hakkını) eda edin, haklarınızı Allah'tan talep edin" cevabını verir.

Bu mevzuda Ebu Zerr'den gelen bir rivayet daha geniş, daha açıktır; aynen kaydediyoruz: Ebu Zerr anlatıyor: "Bir gün Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bineğinin terkisinde idim. Medine'nin evlerinden dışarı doğru çıkmıştık ki bana:

"Ey Ebu Zerr, Medine'de açlık bulunduğu ve hatta sen yatağından kalkıp da açlık sebebiyle mescide kadar gidecek gücü kendinde hissetmediğin zaman halin nedir?" dedi Ben de: "Allah Resulü daha iyi bilir" dedim. Resûlullah:

"Ey Ebu Zerr! İffetini koru (söz ve fiillerde haramdan kaçın)" dedi ve ilave etti: "Ey Ebu Zerr! Medine'de kıtal olsa ve bir mezarın ücreti bir köle fiyatına ulaşsa, o kadar ki, bir kabir bile bir köle karşılığında satılsa, senin durumun ne olur?"  "Allah ve Resulü daha iyi bilir" cevabını verdim.

"Sabret ey Ebu Zerr" dedi ve ilave etti: "Ey Ebu Zerr! Medine'de kıtal olsa ve kan (Medine dışında yer alan) Zeyt mıntıkasının taşlarını sulayacak kadar çok  aksa ne yaparsın?" Ben yine: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedim. Resûlullah:

"Mensup olduğuna (yani aile ve akrabana veya biat ettiğin imama) dön." dedi. Ben sordum ve: "Silahımı kuşanayım mı?" dedim. Resûlullah:

"(Hayır) o takdirde insanlara (kötü amellerinde) iştirak etmiş olursun." cevabını verdi.

"Öyleyse ne yapayım ey Allah'ın Resulü?" diye sordum. Cevaben:

"Evinde kal, çıkma" dedi.  Ben tekrar: "Ya evime de gelirlerse?"  dedim.

"Kılıcın parıltısının galebe çalmasından (kullanmaktan) korkarsan elbisenin kenarını yüzüne ört, ta ki (gelen kimse) hem senin günahınla hem kendi günahıyla dönsün."

Hz. Enes, Haccac'ın zulmüden çok ızdırap çekerek, ne yapacağız, diye şikayete gelenlere: "Sabredin, Rabbinize kavuşuncaya kadar sabredin. Zira artık her gelen yeni gün, gidenden daha kötüdür" der ve bunu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den işittiğini ilave eder.

Mikdad İbnu'l-Esved ise, yeminle te'kid ederek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den şunu işittiğini söyler: "Bahtiyar kimse (lütf-i İlahî olarak) fitnelere karışmaktan uzak tutulan kimsedir. Bahtiyar kimse fitnelerden uzak tutulan kimsedir. (Çeşitli belalarla) imtihan edildiği zaman sabırla karşı koyana ne mutlu!"

Tabiinden meşhur Hasan-ı Basrî de burada zikre değer. Zîra o da fitneye karşı hararetle sabır tavsiye eder ve ortalığın tevbe ile, insanların kendilerini düzeltmesi ile iyiye döneceğini söyler. Kendisine Haccac'la alâkalı sorulduğu zaman da hep şu mealde tavsiyede bulunurdu: "Ben onunla mukatele edilmemesi görüşündeyim. Zîra, eğer o Allah'tan bir ceza ise, siz kılıcınızla Allah'ın cezasını geri çeviremezsiniz. Şayet bir bela ise, sabredin, Allah hükmünü versin. Zîra O, en hayırlı şey üzere hükmedicidir." Ona göre fitne sırasında hiçbir gruba iltihak etmemelidir.

2. FİTNECİLERİ YALNIZ BIRAKMAK:

Çıkan fitnenin büyümesini önlemede ve ondan gelecek zararlara karşı korunmada en isabetli tedbirlerden biri, fitneciyi yalnız bırakmaktır. Haklı ve haksız tarafların belli olduğu durumlarda, haklı tarafın desteklenmesi tavsiye edilmiş olmakla beraber, haklı veya haksızın belli olmadığı durumlarda, hiçbir tarafa destek vermemek, bütün tarafları terketmek esastır. Hz. Peygamber'den gelen rivayetlerden bu anlaşılmaktadır.

Müslim'de gelen bir rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ümmetimi Kureyş'ten şu kabile helak edecektir" diye istikbalde gelecek bir fitneden haber verir. Yanındakiler: "O vakit ne yapmamızı, nasıl davranmamızı emredersiniz?" diye sorarlar. Cevap şudur:  "İnsanlar onları terketmelidir."

Muhtelif tariklerden gelen şu rivayet, fitne çıkaranların yalnız bırakılmalarının lüzumunu ve fitneye karışmamanın gereğini herkesin anlayacağı bir üslubla, çok vazıh bir şekilde ifade eder: Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle dediğini bildirir: 

"Haberiniz olsun (benden sonra) fitne çıkacak. O fitne sırasında uyuyan uyanıktan [yatan oturandan]; oturan ayakta olandan; ayakta olan yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim böyle bir fitneye rastlarsa hemen geri dönsün. Kim de fitne anında sığınacak bir kuytu bulursa oraya girsin."

İbnu Hacer, ed-Davudî'den naklen şu açıklamayı sunar: "Hadisin zahirine göre, fitneye  uzak veya yakından muhtelif derecelerde teması olan kimseler burada dile getirilmektedir. Yani bu işte bazıları bazılarına rağmen çok daha ileridir. Bunlardan en ileride olanı, fitnenin artmasına sebep olacak şekilde koşandır. Sonra fitnenin sebeplerini  hazırlayacak şekilde  ortaya çıkandır ki, hadiste bu, "yürüyen" diye ifade edilmektedir.

Sonra fitne ile alakadar olan gelir ki, ona da: "ayakta olan" denmiştir. Ondan sonra fitneyi seyretmekle beraber mücadele etmeyen (karışmayan) gelir, bu da "oturan" diye ifade edilmiştir. Sonra da kendisinden bu hususta hiçbir ilgi, alâka  sadır olmayan, ancak razı (ve memnun) olan gelir ki, bu da "uyuyan" diye  ifade edilmiştir."

İbnu Hacer, fitneye karışma  hususunda niyetlenenleri üç gruba ayırarak mesuliyet  durumlarını belirtir:

1) Arzu geçirenler: Bunlar fiilen karışmadıkça günaha girmezler.

2) Arzuda kalmayıp fiile dökenler: Bunlar günahkârlardır.

3) Azmedenler, iyice niyetlenenler: Bunların durumu münakaşalıdır.

İbnu Hacer'in bu açıklamasının ışığında, "uyuyandan" maksadın fitneden hiç haberi olmayacak  kadar kendi işine gücüne  dalmış, çolukçocuğunun rızkı ve terbiyesi ile meşgul kimse olduğunu söyleyebiliriz.

Nevevî de bu hadiste, "fitnenin zararının  büyüklüğüne dikkat çekildiğini, fitneden son derece çekinip kaçmaya, fitneye götürecek herhangi bir şeye teşebbüsten imtina etmeye teşvik edildiğini, zira fitnenin zararı ve şiddeti onunla olan alaka nisbetinde arttığını" belirtir.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), diğer birkısım hadislerinde de,  dahilî birliğin kaybolduğu, ortaya çeşitli hiziplerin çıktığı hallerde -ki hadiste Müslümanların cemaat ve imamı yoksa diye ifade edilir- bu fırkaların hepsinin terkedilmesi emredilir.

Fitnecinin yalnız bırakılmasının fiilen gerçekleşmesi için, Hz. Peygamber'in bunu tamamlayıcı başka tavsiyelerine de rastlarız. Şimdi onları görelim:

3. UZLET:

Bu, kısaca inziva diye de ifade edilebilir. Uzlet veya inzivanın tahakkukunda Resûlullah'ın farklı  tavsiyelerini görmekteyiz: Eve çekilmek, dağa çekilmek, terk-i diyar etmek gibi. Kişi, kendi şartlarına hangisi muvafıksa onu tercih edecek ve uzleti ihtiyar edecek. Şimdi bunları açıklayalım:

* EVE ÇEKİLMEK: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), gelecek fitneyi haber verip, insanları dehşete düşüren vasıflarıyla tavsif ettiği zaman dinleyicilerden vaki olan: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz o zaman ne yapalım.?" sualine, Hz. Peygamber'in verdiği cevaplardan bir kısmı "evlerinize çekilin" mealindedir.

Ebu Musa'dan gelen bir rivayet aynen şöyle: "Önümüzde karanlık gece parçaları gibi fitneler var. O fitneler geldiği zaman kişi, mü'min olarak sabaha erer de akşam oluncaya kadar kafir olur. Orada oturan ayakta durandan; ayakta duran yürüyenden; yürüyen de koşandan hayırlıdır" Dinleyenler:"Bize ne emredersiniz?" dediler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evinizin demirbaşları olun" cevabını verdi."

Aynı tavsiye İbnu Mes'ud'dan gelen bir rivayette: "Elinizi ve dilinizi tutun, evin demirbaşlarından biri olun." şeklinde az bir farkla tekrar edilir.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in fitne çıktığı zaman dökülecek kanların çokluğuyla alakalı -daha önce Ebu Zerr'den kaydettiğimiz- tasviri sırasında Ebu Zerr'e yapılan  tavsiye daha vazıhtır: "Evinde otur, kapıyı  üzerine kilitle"

Keza, bir başka hadiste, fitne tasvir edilirken, emniyetin, insanlara güven ve itimadın kaybolması, iyi, kötü fark edilemeyecek derecede insanların her an değişeceği belirtildiği sırada, ne yapılması gerektiği sorulunca Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evine kapan, diline sahip ol, iyi bildiğin şeyi yap, kötü bildiğin şeyi de terket, kendi yakınlarınla meşgul ol, ammenin işini terket." der.

Şarihler eve kapanma emrini, zaruri olmayan işler dışında, halkla irtibatı kesmek şeklinde anlarlar. Zaruri temaslardan vazgeçilmemesi gerektiğini de belirtirler.

Yukarıdaki rivayette de görüldüğü üzere, mücerred bir eve çekilme yeterli değildir. Bir başka rivayette: "(Göze batıcı, dikkat çekici davranışlardan kaçınarak) kendinizden az bahsettirin" denmektedir.

* DAĞA ÇEKİLMEK: Fitneye karışmamak, dışında kalabilmek için hadislerde ifade edilen bir tedbir de dağa çekilmektir. Fitneye karışmamaya teşvik hususunda beyan edilen: "Fitne sırasında yatan oturandan; oturan ayakta durandan daha hayırlıdır" hadisinin Ebu Bekre tarafından rivayet edilen veçhinde, bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sorar: "Ey Allah'ın Resulü, bu durumda ne yapmamızı emredersin?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ona verdiği cevap şudur: "Kimin dağda develeri varsa onların peşine düşsün, kimin de davarı varsa, davarlarının yanına gitsin. Kimin de (ekim) arazisi varsa o da çiftinin başına çekilsin"

Buharî ve Müslim tarafından kaydedilen bir rivayette "dağa çekilme" keyfiyeti te'yid edilir: "Müslüman kimseye, en hayırlı malın davar olacağı zaman yakındır. fitnelerden kaçarak, dinini kurtarmak için dağların yağmur düşen otlak yerlerini takip etmek üzere peşine takıldığı davar onun en hayırlı malıdır."

Müslim'de Ebu Bekre'den gelen rivayette daha vazıh olarak: "Haberiniz olsun, fitne iner veya vukua gelecek olursa, devesi olan, devesine; davarı olan davarına; arazisi olan arazisine  iltihak etsin" denir.

Fitne sırasında inzivayı teşvik eden hadislerden biri de taarrüb ile alakalı rivayettir. Göçebe Araplara katılarak onlar arasında ikamet mânasına gelen taarrüb daha ziyade, hicret ederek Medine'ye yerleştikten sonra, geldiği kabileye geri dönerek tekrar göçebeleşmek durumuna düşenler için kullanılan bir tabirdir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), göçebe hayattan sonra şehirlileşen bu kimselerin tekrar eski hayata dönmelerini kesinlikle yasaklamış, ancak fitne anında müsaade etmiştir: "Hicret ettikten sonra tekrar bedeviyete (eski göçebe hayata) dönen kimseye Allah lanet etsin, fitne zamanında dönenler bundan hariçtir. Zîra göçebelik (bedeviyet), fitne bulunan yerde ikametten hayırlıdır." Hz. Peygamber'den bu maksadla izin alanlar meyanında Seleme tu'bnu'l-Ekva'ın ismi geçer.

Bu bahsi kaparken şu noktayı belirtmede fayda var: İmam Azam tarafından da fitne sırasında karışmayıp eve çekilme gereği hususunda te'yid edilen hükme Bedayi'de Kâsânî tarafından şu ihtirazi kayıt konmaktadır: "Bu hüküm,  hususi bir vakitle alakalıdır. Bu da, fitnecilerle  savaşa çağıran imamın bulunmadığı   vakittir. Böyle bir imam  varsa ve (cihada) çağırıyorsa icabet etmek farzdır."

* TERK-İ DİYAR ETMEK: Bir kısım hadisler, fitne çıktığı vakit eve, dağa, tarlaya çekilmekten daha öte, terk-i diyar etmeyi tavsiye etmektedir. Bu tavsiyeye uyarak Şam'a göç eden Ebu'd-Derda ile alakalı rivayet şöyle: "Yezid İbnu Ebî Hubeyb anlatıyor: "İki kişi Ebu'd-Derda'ya gelerek bir parça tarla için birbirlerini şikayet ettiler. Ebu'd-Derda onlara: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in: "Sen bir yerde bulunduğun sırada bir parça tarla için iki kişinin husumet ettiklerini işitecek olursan orayı terket." dediğini işittim." der ve Ebu'd-Derda Şam'a gider."

Terk-i diyar umumi bir emir olarak anlaşılmasa bile, fitne sırasında buna tevessül etmenin istihbab edileceği bu rivayetten anlaşılmaktadır. Nitekim, yukarıda kısaca temas ettiğimiz Selemetu'bnu'l-Ekva (radıyallahu anh) da Ebu'd-Derda gibi fitneye bulaşmak korkusuyla terk-i diyar edenlerden biridir. "Hicretten irtidat mı ettin?" şeklinde maruz kaldığı ağır ithamlara rağmen, Mekke ile Medine arasında yer alan Rebeze'ye göç eder.

Hadisi şerh eden Aynî fitne korkusuyla seleften birçoğunun terk-i  diyar ettiklerini belirtir. (1. cilt, s. )

İNZİVA VE UZLETİN FAZİLETİ:

Yukarıda kaydettiğimiz hadisler  bize fitne sırasında uzlet ve inzivanın tavsiye  edildiğini ifade eder. Esasen fitne olmayan normal zamanlarda alimlerin ekseriyeti tarafından cemiyete karışmak (muhalata), inzivaya çekilmeye tercih edilmiş, üstün tutulmuş ise de, bu üstünlük mutlak değildir. Birkısım şartların ortaya çıkması halinde  inziva tercih edilmelidir. Bu mühim mevzunun aydınlanması için fitne sırasında hayvanlarını alarak dağa çekilmeyi veya arazinin başına geçerek ekimle meşgul olmayı tavsiye eden hadisi açıklama zımnında İbnu Hacer'in sunduğu veciz açıklamayı burada kaydetmeyi gerekli bulduk. Der ki: "Selef alimleri, uzlet hususunda ihtilaf  etmişlerdir. Cumhur (ekseriyet) şunu söylemiştir: "İhtilat (cemiyete karışma) uzletten evladır. Zîra İslamî şeâirin devamı için  lüzumlu olan dinî bilgiler  bu sayede öğrenilir. Cemiyete karışmada Müslümanların sayıca artması da mevzubahistir. Onlara, maddî ve manevi yardımda bulunmak, hastalarını ziyaret etmek gibi çeşitli hayırlar bu sayede ulaştırılır."

Bazı alimler şunu söylemişlerdir: "Uzlet, üzerine düşeni bilmek şartıyla, ihtilattan evladır. Zîra  uzlette selamat tahakkuk eder, gerçekleşir." Nevevî der ki: "Muhtar olan (yani  farklı görüşlerden tercih edileni), günaha düşmeyeceği hususunda zann-ı galib olan kimse için cemiyete karışmak daha iyidir."

Bazıları da şu görüştedir: "Burada verilecek hüküm  şahıstan şahısa değişir. Bazıları için bunlardan biri şarttır.  Bazıları için de tercih vesilesidir. Bu iki husus açıktır. Ancak, inziva ile ihtilat eşit olurlarsa birini diğerine tercih  hususunda verilecek hüküm zamanın ve ahvalin değişen şartına bağlıdır."

Kendisine muhâlata (yani cemiyete karışma) gereken kimseler meyanında kötülüğü bertaraf etme gücüne sahip olan kimse vardır. Böyle birisine cemiyete karışmak farzdır. Bu farz, ahval ve imkânlara tabi olarak, farz-ı kifâye nev'indendir.

Kendisine muhâlata şâyan-ı tercih olan kimseler meyânında, iyiliği emir, kötülükten men ettiği (emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'lmünkerde bulunduğu) takdirde kendisi fitneye maruz kalmayacağı hususunda zann-ı galibi hasıl olan kimse vardır.

İnzivaya çekilme ile cemiyete karışma şıklarından her ikisi de kendisine eşit olanlara misal olarak şöyle bir adam gösterilebilir: Kişi fitneye düşmeyeceği hususunda kendinden emindir. Ancak, kesinlikle bilmektedir ki, sözü tutulmayacak,kendisine itaat edilmeyecektir. Bu duruma, umumî bir fitnenin mevcut olmadığı hallerde rastlanır. Fitne çıkacak olursa, uzleti tercih etmek gerekir. Zira bu durumda umumiyetle zarara düşülmektedir.

Fitneye girenlere (İlâhî) belalar gelir ve fitneye katılmayanlara da sirayet eder. Bu hususu şu ayet haber vermektedir: "Öyle bir fitneden kaçının ki geldiği zaman sizden sadece zalim olanları çarpmaz"

Sunduğumuz açıklamayı Ebu Saîd'in rivayet ettiği şu hadis de te'yid eder: "İnsanların en hayırlısı o kimsedir ki, nefsiyle ve malıyla cihad eder, keza o kimsedir ki dağ başlarında Rabbına ibadet eder ve böylece insanlara kötülük yapmaktan uzak olur."

Cemiyete karışıp karışmama, yani inziva ve ihtilat hususlarında Hattâbî'nin bir izahı da klasik alimlerimizin görüşlerini anlamada bizim için faydalı olacağı kanaatindeyiz. Der ki: "İnziva ve ihtilat, kendileriyle alâkalı şeylere tabidir. Onlar değiştikçe bunlardan birini tercih durumu değişir. İhtilâta ve cemiyete karışmaya teşvik sadedinde gelen deliller, imamlara itaatla ve bir kısım dinî meselelerle alâkalıdır. İnzivaya teşvik sadedinde gelen deliller de, bunlar dışında kalan meselelerle alâkalıdır. Mesela bedenen insanlara karışmayı veya onları terketmeyi ele alalım. Tek başına geçimi te'min ve dinini muhafaza edebileceğine kâni olan bir kimse için, bir şartla, insanlara karışmaktansa uzak dursa daha iyi olur. O şart da (namaz için) cemaate devam, selam vermeye ve almaya devam, hasta ziyareti, cenaze teşyii gibi Müslümanların hukukunu edaya devamdır.

Matlub olan, lüzumsuz sohbetleri terketmektir. Zîra sohbetin fazlası, zihnimizi meşgul ve vaktimizi zâyi ederek mühim işlerimizi ihmal ettirir. En iyisi ihtilat ve insanlarla görüşme işini, kendisinden tamamen vazgeçilmeyen, sabah ve akşam yemekleri menzilesinde tutup, zarûrî olanıyla iktifa etmektir. Böyle yapmak beden için ve kalp için de çok daha rahatlatıcı, çok daha uygundur."

Buhârî şarihlerinden Aynî de hadislerden, fitne sırasında, inziva ve uzleti ihtiyar etmenin lüzumunu anlamıştır. İbnu Hacer'den sunduğumuz açıklamanın yapılmasına sebep olan aynı hadisin şerhi sadedinde Aynî de şu kıymetli açıklamayı yapar: "Bu hadiste, fitne zamanında uzletin fazileti ifade edilmektedir. Ancak fitneyi izale edecek güçte olan kimse bu hükme tâbi değildir. Zîra bu durumda olan kimseye, fitneyi izâle etmek için, üzerine yürümesi farzdır. Bu farz, ahvâl ve imkâna tâbi olarak ya farz-ı ayn ya da farz-ı kifâye sûretlerinden biriyledir."

Fitne bulunmayan zamanlarda uzlet ve ihtilattan hangisinin efdal olduğu hususunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Nevevî'nin sunduğu izaha göre: "İmam Şâfiî ve âlimlerin ekserisi ihtilatın efdal olduğu görüşündedirler. Zîra derler, ihtilatta bir kısım faydalı ameller îfa  edilir, çeşitli İslâmî tezahürlere (şeâir-i İslâmiyye) katılır, Müslümanların sayısını artırır, hasta ziyareti, cenaze teşyii, selam vermek, emr-i bi'lma'rûf ve nehy-i ani'lmünkerde bulunmak, iyi ve hayırlı işlerde yardımlaşmak, muhtaçlara yardım, cemaatlere katılmak gibi herkesin muktedir olabileceği amellerle onlara birkısım hayır ve menfaat ulaştırır."

Bilhassa, âlimler ve zühd sahipleri hakkında, ihtilatın fazileti te'kidli olarak beyan edilmiştir.

Birkısım âlimler de, uzlette kesinlikle selâmet bulunduğu için, onun daha efdal olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak bu, kendisine terettüp eden ibadet vazifelerini ve mükellef olduğu şeyleri bilmek şartına bağlıdır.

Muhtar olan (tercih edilen) görüş şudur: "Günaha düşmeyeceği hususunda zann-ı galib hasıl olan kimse için cemiyete karışmak (ihtilaf) efdaldir."

Kirmânî ise şunu söyler: "Asrımızda muhtar olan inzivadır. Zîra uğranacak meclisler (mehâfil) arasında günahlardan hâlî ve uzak olanlar nadirdir." Aynî ilave eder: "Ben Kirmânî'nin sözüne iştirak ederim. Zîra bu devirde insanlara karışmak birtakım şeylerden başka bir şey celbetmez."

Daha uzlaştırıcı bir neticeye varan Kastalânî ise: "Kişinin kemâli hem uzlet ve hem de sohbet (karışma) ile gerçekleşir. Sohbetle dinini salim kılamayan fakihe uzlet, hakkını veren kimseye de sohbet gereklidir" der.

4. ÖLDÜRMEKTENSE ÖLMEYİ TERCİH ETMEK:

Dahilde fitne çıktığı zaman dağa çekilmek, eve kapanmak -ve az sonra temas edileceği üzere- silah edinmemek gibi emirler, aslında bozulmuş olan içtimâî durumun daha da kötüye gitmesini önlemek içindir. Fitne ateşinin yandığı yerde sönmesi, onun üzerine gitmemeye bağlıdır. Söndürmeye gücü yetmeyenlerin, hususi eşhasın buna katılmaları, karışmaları, bulaşmaları onu daha da artıracaktır. İslam'ın bu konudaki görüşünün özü budur.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), fitneye bulaşmamanın ehemmiyetini vurgulayabilmek, tebarüz ettirebilmek, ami, cahil herkese duyurabilmek için "Fitne sırasında, seni öldürmeye gelseler bile karşılık verme, öldürmektense ölümü tercih et" mealindeki beyanlarda, emirlerde bulunmuştur.

Daha önce zikri geçen ve eve çekilmeyi emretmekle alâkalı rivayetlerin devamında umumiyetle şu sual sorulmaktadır: "Fitneciler eve de gelirse ne yapalım?" Bu sual Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in fitnede  takınılacak tavırla alakalı emir ve tavsiyelerinin  mantıkî silsilesi içerisinde mukadder, kaçınılmaz bir sualdır. Suale verilen cevap, fitneye karışmamak için yapılması gereken gayret ve gösterilmesi gereken fedâkârlıkların neler olabileceğini ifade eder, hiçbir hal ve şartta fitneye bulaşmanın meşru olmayacağını, dinin buna cevaz vermeyeceğini gösterir.

Sual mükerrer olarak sorulmuştur. Hz.  Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de her seferinde aynı cevabı vermiştir.

Cevap kısaca şu mealdedir: "Fitnede öldürülmeye razı ol, fakat öldürme."

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası