patitone / İZdergi - Kasım - by hurrem karaoglu - Issuu

Patitone

patitone

2 Eylül Perşembe   

Büyükşehir Belediyesi, Eylül tarihlerinde yapılacak İzmir Enternasyonal Fuarı ve Eylül tarihleri arasındaki Dünya Belediyeler Birliği (UCLG) Kültür Zirvesi kapsamında kentte bir dizi etkinlik düzenliyor. Konserler, sinema gösterimleri, dinletiler, şiir, edebiyat ve kültür söyleşileri, resim sergileri, sanat gezileri, deniz su perdesi gösterileri, İzmir Körfezi vapur gezileri ve daha birçok etkinlik İzmirliler ile buluşacak. Kültür sanat mekanlarından kentin sokak ve meydanlarına, kütüphanelerden tarihi alanlara, metro istasyonları ve tramvaylardan üretici pazarlarına kadar İzmir’in dört bir yanında düzenlenecek etkinlikler İzmirlilerin sanata doymasını sağlayacak.

Sinema Gösterimi
Uluslararası Akdeniz Sinemaları Buluşması Eylül Kadifekale Gemisi, Fransız Kültür Merkezi, Karaca Sineması, Swiss Otel.

Günbatımı Konserleri
Düet Project - Zafer Çebi 8 Eylül Karantina Meydanı
Orion Orkestrası 10 Eylül Konak Çim Alanı
Pati Tone 11 Eylül Bostanlı Seyir Terası
Dünya Müzikleri - El Ele Müzik Orkestrası 12 Eylül Alsancak

Çim Konseri
Timuçin Şahin - Aydın Esen 11 Eylül Havagazı Çim Alan

Üretici Pazar Konserleri
Eylül Bergama, Buca, Pagos ve Kültürpark’ta Çarşamba ve Cumartesi günleri.

Söyleşi
Fatma Eraslan 08 Eylül Şato Kütüphanesi
Asuman Susam-Kerem Işık 9 Eylül Kent Kütüphanesi
Yunus Bekir Yurdakul-Aydın Şimşek 12 Eylül Havagazı Gençlik Merkezi  

Şiir Akşamı
Duygu Kankaytsın, Seyyidhan Kömürcü 8 Eylül Şato Kütüphanesi
Hidayet Karakuş, Aslıhan Tüylüoğlu, Tuğrul Keskin 11 Eylül Kent Kütüphanesi

Dans Gösterisi
Anadolu Ateşi Dans Gösterisi (Nebil Özgentürk Sunumu ile) 8 Eylül Atatürk Açıkhava Tiyatrosu / Kültürpark

Sergi Planlaması/ Galeri Programları
Bıçakçı Han (Zaman İçinde Yıldız Sineması Sergisi)
Ayavukla Kilisesi (Basmane Fark Yarat) Açılış: 8 Eylül
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi / AASSM (Back 2 İzmir Sergisi)
Kültürpark Atlas Pavyon B Galeri (Sanatın Oyuncakları Sergisi) Açılış 08 Eylül
Kültürpark Atlas Payvon A Galeri (İş Sanat Kurtuluş Sergisi)
İzmir Sanat (Kara Sinan Karikatür Sergisi)
Kordon Ayaklı Pano (İzmir Denizaltı Yaşamı ve Sürdürülebilir İyileşme Sergisi)
Çetin Emeç Sergi Salonu (İzmir Sergisi) – “Pazar Hariç”
Kültürpark Açık Alan (Darağaç: Mahalle Sergisi -Volta) Açılış 11 Eylül
Kültürpark Açık Alan (İzmir Doğa ve Kültür Sergisi)
Yeşilova Höyüğü (Rota Sergisi: No Yeşilova Fotoğraf Sergisi ve Söyleşi) Açılış 06 Eylül

İzmir Tiyatroları Buluşması-2
Tiyatro Ofisi / Kadınlar Konuşursa 08 Eylül Karaburun Mordağan İskele
Tiyatro Sardunya / Çatlak 08 Eylül Konak Nazım Hikmet Kültür Merkezi
Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu/ Suikast 10 Eylül Konak Nazım Hikmet Kültür Merkezi
Tiyatrolog/ Kaç Baba Kaç 12 Eylül Konak Nazım Hikmet Kültür Merkezi

Rotalama
İzmirART Sanat Rotaları
funduszeue.info
Eylül

İEF Çim Alan Konserleri
Kültürpark Çim Alan
Şevval Sam 4 Eylül
Gazapizm 5 Eylül
Cem Adrian 6 Eylül
Tan Taşçı 7 Eylül
Duman 8 Eylül
Hakan Altun 9 Eylül

Sergi
Arkas Sanat Günleri
7 Eylül Aralık
Arkas Sanat Galerisi

Edebiyat
Şiir Hatları
Eylül
Alsancak İskele, Bostanlı Rekreasyon Alanı, Bergama Vapuru

Metro İstasyonları ve Tramvay Müzik Programları
Eylül

Konser
Rota Performansları - Eylül
Cansu Ergin (Modern Dans-Perküsyon) Yeşilova Höyüğü
İnanç Menekşe-Atıl Aktagel (Gitar - Çello - Vokal) Dario Moreno Sokağı
Zeybek & Horon Gösterisi 8 Eylül 11 Eylül Balıkçılar Meydanı
Ada Su Akın (Çello-Etnik Vokal) Aziz Vukolos Kilisesi

İEF Kaskatlı Havuz Konserleri
Kaskatlı Havuz
Ibis Maria 3 Eylül
Melis Sökmen 4 Eylül
Furkan İpek 5 Eylül
Homemade Band 6 Eylül
Neva Pangea 7 Eylül
Yağmur Sena Quartet 8 Eylül
So Soul Band 9 Eylül
Refik Cemal Ateş 10 Eylül
Şeyma Özbay 11 Eylül
Woodoo 12 Eylül

Hava Gösterisi
Dj Performans ve Konser
9 Eylül Kutlaması/Gündoğdu Meydanı
Air Show-Ozan Doğulu /
Su Perdesi /
Athena Konseri /

9 Eylül Korteji
Basmane Anafartalar Karakolu önünden Cumhuriyet Meydanı’na…

Gösteri
Deniz Su Perdesi
3 Eylül Kültürpark

Performans
Açılış Oturumu Performansı: Roman Ateşi Dans Gösterimi
10 Eylül Kültürpark Fuar 4 Nolu Hol önü

Konser
İzmir’in Genç Yüzleri: İlyun Bürkev, Fikret Uçar, Esra Üçcan.
11 Eylül Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi

Oratoryo
Yunus Emre Oratoryosu 11 Eylül
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi

Sergi/Söyleşi
7. Büyük Efes Sanat Günleri
Eylül / Büyük Efes (Swiss) Otel
Gönül Nuhoğlu Söyleşisi   
10 Eylül Büyük Efes Oteli Bahçe
    
Konser
Akdeniz Şarkıları Akapella   
12 Eylül Ayavukla Kilisesi

Mahalle Etkinlikleri / konserleri
15 Eylül-Konak Kadifekale
16 Eylül-Buca Hasanağa Bahçesi
22 Eylül-Bayraklı Yamanlar
23 Eylül-Çiğli Evka 5
29 Eylül-Bayraklı Cengizhan Mahallesi
30 Eylül-Karabağlar Yurdoğlu Mahallesi
6 Ekim-Buca Koop.
7 Ekim-Menemen Uğur Mumcu Mahallesi
13 Ekim-Ödemiş Kültürpark
14 Ekim-Bayındır Kanibey Parkı

İZdergi - Kasım -

DERGI

İZMİR’İN DERGİSİ / Sayı: 22 / Fiyat: 10 TL / Kasım

IZ

sevdamız

ŞİRİNCE

ŞİRİNCE’YE GÖÇLE GELEN

YENİ ŞİRİNCELİLER PATİTONE: HAL Mİ KALDI MEMLEKETTE?

. TIYATRO. MEDRESESI

HALİL SEZAİ ‘ÇOK SEVDİM BEE’

inceden ince

GÜLTEN AKIN'A

DARBE ÖNLENMEDİ Mİ? OHAL KİM İÇİN?

HEM KİTAPÇI HEM YAZAR

MURAT ŞAHİN


2

İZDERGİ


IZ

ÜMİT KARTAL

DERGI

Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Ümit KARTAL Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ender GÜNDÜZ Genel Koordinatör Rafet AKSOY Haber Merkezi Doğan BEYAZGÜL İrem KARABATAK Uğraş VATANDAŞ Ankara Temsilcisi Yasin AKSU Reklam Servisi Mustafa Mızrak Grafik Hürrem KARAOĞLU Kapak Fotoğrafı Damla SAMGAR Hukuk Danışmanı Av. Dilek GÜZEL GÜRBÜZ ADRES İsmet Kaptan Mahallesi, Gazi Bulvarı, Hasan Bozkurt İş Hanı No: 83 Kat: Konak - İzmir TELEFON: 0 () 00 87 0 () 89 09 E-Mail: İ[email protected] Baskı Yeri: Ezgi Matbaası – Sanayi Cad. Altay Sok. No: 10 Çobançeşme - Yenibosna / İSTANBUL Tel: 23 02

SAYI: 22 / FİYAT: 10 TL KASIM BASIM TARİHİ: Abonelik için İBAN No

B

Barışı türetelim

ir dönem hepimiz Şirince’yi konuştuk.

İnanışa göre,21 Aralık ’de kıyamet kopacak ama M harfi şeklindeki Maden Dağı yıkılmayacak, dağın tam ortasından bir gemi çıkacak, Şirince›de bulunup bu gemiye binenler kıyametten kurtulacaktı. Milattan önce yaşamış olan Mayalar böyle inanıyordu. Dünyadaki yaşam sona erecekti. Dünyanın dört bir yanından insanlar o tarihte Şirince’ye gelip sığınsalar da neyse ki o gün kıyamet kopmadı. Kıyamet kopup yaşam sona ermese de, belki de o gün bugündür, milyonlarca insan kıyameti yaşadı, yaşıyor dünyada. Suriye ve Irak başta olmak üzere, milyonlarca insanın yaşadığı topraklar kıyameti yaşadı. Silahlar susmadı, bombalar patladı, Nuh’un gemisini arayan bebek bedenleri vurdu kıyılara. Suriye ve Irak’la sınırlı kalır mı? Bir anda ‘kıyamet’in içinde bulduk biz de kendimizi. Nerede, ne zaman bomba patlar, kaç canımız nasıl

yanar anlayamaz olduk. Mayalar nasıl bir kıyamet tasvir ediyorlardı bilemeyiz ama herhalde bugünleri görseler Maden Dağı’nda gemi ararlardı insanlığı kurtarmak için. ** Bu ay dergimizin dosyasını Şirince sevdalısı bir dernek hazırladı: Şirince Türetim Derneği. Kendilerine teşekkür ederiz. Ayın sonunda Şirince’de Zeytin Şenliği yapacaklar. Hem zeytin toplayacak hem de zeytin fidanı dikecekler, tam da isimlerine yakışır şekilde. Belli ki bizi kurtaracak yeni bir Nuh’un gemisi gelmeyecek. Zeytin dalları kaplasın dünyayı diye, barışı biz ‘türeteceğiz’ başka çaremiz yok. ** Şirince kış aylarında da güzelmiş, gidenler öyle diyor. Hâlâ yaşam bitmemişken, gidip görmek gerekir; Şirince, özellikle de henüz hiç gitmemiş olanları bekliyor. ** Zeytin de şarap da barış da güzeldir.

TR38 01 Ziraat Bankası Ümit Kartal Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.

İZDERGİ

3


4

İZDERGİ


içindekiler 10 16

YENİDEN ŞİRİNCE

ŞİRİNCE’YE GÖÇLE GELEN YENİ ŞİRİNCELİLER

20 ŞİRİNCE’NİN KADIN HALİ

12

YAŞAYAN TARİHİYLE KIRKINCA ÇİRKİNCE ŞİRİNCE

58

HEM KİTAPÇI HEM YAZAR: MURAT ŞAHİN

24

Şirince’de bizimle birlikte neler yapabilisiniz?

26

Şirince’den göç eden Şirinceliler

30

Edebiyatta Şirince

34

Şirince: İzmir’in saklı kenti

40

Çöpten geleceğini çıkartan çocuklar

44

35 soruda Halil Sezai

46

PATİTONE: HAL Mİ KALDI MEMLEKETTE?

İZDERGİ

5


sev

Ş

irince Türetim Derneği, ilk olarak 30 Haziran tarihinde Ocakbaşı Restaurant’ta yapılan toplantıyla köyümüzün gündemine geldi. Toplantıda ele aldığımız konuların başında, iki buçuk yıl önce uygulamaya giren ve kamuoyunda “bütünşehir yasası” olarak bilinen düzenlemeyle Şirince köyünün köy tüzel kişiliğinin kapatılması oldu. Şirince’nin geçmişten bugüne bir dağ köyü olarak gelişimi, zorunlu olarak kendi gereksinimlerini kendisinin karşılamasını gerektiriyordu. Köy muhtarlığına köylüler tarafından zamanla bağışlanan tüm malvarlığı, köyün ihtiyaçlarını karşılamak üzere işletiliyordu. Şirince köyü kendi atık toplama ve ayırma tesisini, kaldırımlarını, yollarını, su kaynağını bu şekilde kendisi yaptı.

dam

ız

ŞİRİNCE

Bunun yanında köye gelir olması için otoparklar oluşturuldu, taş ocağı kuruldu. Köyde üretimin desteklenmesi için zeytinyağı fabrikası, şarap fabrikası yatırımları yapıldı. Şirince’nin temizlik işleri yine kendi içindeydi; çöp ve atık toplama işlemi köy muhtarlığı tarafından sorunsuz olarak düzenleniyordu. Sosyal alanda bir bellek oluşturulması için Şirince’nin tarihi Taş Mektep binası müzeye dönüştürülmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı’na kiralandı. Tüm bu çalışmalar bir köy içerisinde köylülerin dayanışmasıyla gerçekleştiriliyordu. Yerel hizmetlerin idaresi muhtar ve köy odası tarafından yürütülüyordu. yerel seçimleriyle birlikte Şirince Köy Muhtarlığı kapatıldı ve onun yerine Şirince Mahallesi idari sistemde yerini aldı. O zamana kadar Şirince Köyü’nün mülkiyetinde olan tüm varlıklar, farklı idari birimler tarafından paylaşıldı. Şirince için yapılması gereken hizmetlerin idaresi de ilçe belediyesine devredildi. Ayrıca yollar ve büyük yatırımlarla ilgili sorumluluk da büyükşehir belediyesine verildi. arasında gördük ve yaşadık ki bu değişiklik sorunlarımızı çözmek yerine derinleştirdi. Köyümüzde temizlikten eğitime, sosyal çalışmalardan atık düzenlemelerine kadar her alanda sorunlar çoğaldı. Üretimin desteklenmesine

6

İZDERGİ

ve yerel kalkınmanın sağlanmasına öyle uzağız ki henüz temel gereksinimlerin karşılanması aşamasında tıkandık kaldık. Durum böyle olunca belediyelerle ve hükümetin temsilcisi olan kaymakamlık makamıyla iletişim konusunda bir tüzel kişi temsiliyeti sağlamanın, köylüler olarak bir araya gelmenin önemini fark ettik. Türetim hareketi, köyümüzün yerele özgü üretken halini daha gönürünür ve değerli duruma getirmek için eyleme geçmeyi anlatıyor. Şirince Türetim Derneği, resmi kuruluş başvurusunu -Şirince Mahallesi Muhtarı Levent Apak’ın da imzasıyla- 1 Ağustos tarihinde İzmir Valiliği’ne teslim etti. 15 Ağustos tarihinde ise İzmir Valiliği tarafından resmi kuruluş başvurusu onaylandı. kayıtlı nüfusu bulunan Şirince’den kişi 19 Eylül tarihinde düzenlediğimiz ilk genel kurulumuzun öncesinde, 64 kişi ise genel kuruldan hemen sonra üye olarak aramıza katıldı. Dernek olarak amacımız Şirince’de yaşayan herkes için ekolojik yaşamı destekleyen bakış açısıyla çalışmalar yapmak, Şirince’nin somut ve soyut kültürel mirasının korunmasına katkıda bulunmak, Şirinceliler olarak Şirince’yi sahiplenmek ve bu güzel yaşam alanımızı koruyarak geleceğe taşımak. İzDergi Kasım Şirince özel sayısını dernek olarak biz hazırladık. Şirince’de başlayan ‘türetim hareketi’nin her adımda türeterek ilerlemesi için çabalamaya devam edeceğiz.


İZDERGİ

7


sev Fotoğraflar: Deniz GÜRBÜZ

8

İZDERGİ

ız dam

ŞİRİNCE


İZDERGİ

9


MEHMET KUZ U

sev

YENİDEN ŞİRİNCE dam

ız

ŞİRİNCE

nüfuslu belediyeden nüfuslu ve binlerce ziyaretçisi olan mahalleye…

Y

aşamın getirdiği güzelliklerin yanında, nefes almayı zorlaştıran olayların yansıması içimde son zamanlarda daha belirgin hale gelmişti. İzmir’de motorlu araçsız ulaşım denemelerine başladım. Bisikletim oldu. İşe bisikletle gidip geldikçe Körfez’in derin kokusunu her sabah içime çekiyorum. ’nın ilk günleriyle başlayan bisiklet sevdası, geride bıraktığım yirmi dokuz buçuk yılın gerginliğini bir kalemde dengelemiş gibiydi. Küçüklüğümden beri bisikletim olsun isterdim. Kentte yaşamın getirdiği ‘tehlikeler’ sebebiyle babam ve annem bisiklet almamıştı. Oysa ki Selçuk’ta hayat ne güzeldi: Tüm kuzenlerimin bisikleti vardı, okula bisikletle gidip gelebiliyorlardı. İzmir’de doğup büyüdükten 10 İZDERGİ

sonra eğitim hayatım Ankara’da devam etmişti. Üniversiteyi bitirdikten sonra bir buçuk yıl kadar İsviçre’nin Lozan kentinde yaşadım. Kendimi en yabancı hissettiğim yer burasıydı; yaşamın akışına ayak uydurmakta çok zorlandım. Yaşamlar ve yaşanmışlıklar benim ilgi alanım. Nefes alan canların hikayelerini dinlemek yaşadığımı hissetiriyor. Her zaman yaşadığım yerlerde insanlarla iç içe, doğanın içinde yer alan tüm canlılarla temas halinde olmayı severim. ODTÜ’deyken yabani kestane ağaçlarıyla öyle çok dertleştim ki yalnız akşam yemeklerimin gündemi oldular. Lozan’da uzun bir süre penceresi tavan ile duvar arasında olan ve bahçeye bakan zemin kattaki bir odada yaşadım. Her sabah yemyeşil otların gözümde belirmesiyle tutun-

dum yaşama. Sonra Ankara’ya dönmek zorunluluk oldu. ’de yeniden, geniş yolların her yeri kapladığı, koca binalarla dolu, gri şehir Ankara’da yaşamaya başladım. Yürümek imkansız kent merkezinde. Taşıt yoğunluğu, koku ve is dolu bir havada nefes almak hiç kolay değil. Böyle bir keşmekeşin içinde ODTÜ’nün kuruluşundan bu yana adım adım yeşillendirdiği, bozkırı canlandıran Eymir Gölü çevresi özgürleşme alanım olmuştu. Ancak arabasız yaşam pek mümkün olmadığı için Ankara’da uzun bir süre araba kullandım. Zorluklar azalmış, yaşam benim için normale dönmüşse de yine arayışa girmiştim: Bir eksiklik, tamamlanmamış hissetme hali beni yalnız kaldığım zamanlarda tüketiyordu.


Böyle bir zaman dilimi içerisinde, bazı duygusal çöküşlerin üzerine hiç düşünmeden bir karar verdim. İzmir’den bana doğru uzanan bir el vardı; bu eli gördüm ve çağrıyı duydum. Tam kendimi iyi hissettiğim bir anda “İzmir’e gidiyorum,” dedim. Ankara’dan bir eğitim için Antalya’ya geçtim 29 Mayıs ’te; o meş’um günlerde, kulağım ve yüreğim İstanbul’daydı Rahat edemiyordum bir türlü; 31 Mayıs gecesi bitmedi, büyük bir isyan ve direniş başlamıştı, Gezi Parkı’nı savunmak için tüm şehirlerde bir hareketlilik vardı. 1 Haziran’da biz de eğitimden birkaç arkadaşla Antalya kent merkezine giderek isyana katıldık. Sonunda İzmir’e doğru yola çıktım ve akşam saatlerinde Aydın’a vardım. Gördüğüm manzara inanılmazdı. Farklı ideolojik görüşleri savunan topluluklardan binlerce kişi ‘Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam’ diye haykırıyordu. Hissetiğim coşku yaşama bağladı beni, kendimi öyle iyi hissettim ki hak mücadelesinin tarafı olmaktan dolayı Herkes için özgür, eşit ve adaletli bir yaşamın anlamı yazılıyor gibiydi. Belirginleşen acı, öfke ve anlam verilemeyen durumların kaynağı hep insanlar. İnsanlar arasındaki çatışmalar şiddetle birleştiğinde önü alınamayan bir yaralanma hali hissedilir. Böyle bir yaralı dönemimde sahip olduklarıma şükretmenin ihtiyacını fark ettim. Aslında tüm hikaye Aslı Erdoğan’ın ‘Hayatın Sessizliğinde’ kitabında dediği gibi: ‘Her şeyi yitirdiğimde elimde yalnızca hayat kalır. Ama bu kadar büyük hayatın içinde, ben seni yeniden nasıl bulacağım.’ Her şeyi yitirdiğimi hissettiğim bir zamanda, büyük bir hayatın içinde olduğumu fark ettim; küçüğün, kendi halinde bir yaşam alanının arayışları kolaylaştıracağını düşündüm. Kentte yaşamak güzel ancak tüketim öyle bir seviyeye erişti ki fiziksel koşullar yanında insan ilişkileri arasında çatışmalar beliginleşti. Sürekli yoğun hırs ve rekabet, zihnin tüm insanlığa karşı oynadığı bir oyun gibi. Tüketim alışkanlıkları

hızla değişiyor, her yerde AVM’ler, kampanya reklamları, tüketime teşvik eden çağrılar, söylemler… Hepsini bir kenara bırakıp tüketim yerine ‘türetim’ haline geçiş için bir adım atmaya ihtiyaç duydum. Türetim, Uygar Özesmi’nin TED konuşmasında ayrıntılı geçen ‘türetim ekonomisi’ kavramından geliyor. Kısaca, üretimi destekleyen ve doğanın yok olmasının önüne geçen yöntemler geliştirerek insanların ihtiyaçlarını karşılaması hareketi. Ekonomik boyutu da yenilenebilir kaynakların desteklenmesi ve bu alana yatırım yapılmasıyla ilgili. Şirince, annemin doğduğu bir güzel coğrafya. nüfuslu bir belediye olduğu zamanların hayalini kurmaya başladığım anda çukurdan tepelere bakarken kök saldığımı hissettim. Köyün geçmişi derin, her köşebaşında anılar ve her nefeste şifa dolu hayatlar var. Toprağa bağlanma ve doğanın sesine kulak vermekle başladı yeniden Şirince. Önce, geçtiğimiz 12 Haziran’da üç ağaç diktim. O ağaçların toprağa kök salma anlarını hayal ettim ve günler geçtikçe nasıl bir bağlanma olduğunu gözledim. Bu süreç yaşamın içindeki pek çok anın betimlemesi gibiydi. Şirince’nin özünü, kültürünü hissediyorum. Anneannem ve dedemin mektuplaşma hikayeleri, sanki o yokuşun taşlarına kazınmış gibi. Şirince’nin geçmişinden bu gü-

nüne kadar gelen her şey canlı, yaşıyor. Şimdi, “yeniden Şirince” diyerek sahip çıkma ve koruma içgüdüm beni heyecanlandırıyor. Bu heyecanım, kentte kaybolanı bulma ve belki kenti de köy hareketiyle etkileme isteğiyle biçimleniyor. Benimle aynı duyguları paylaşan pek çok dostum var kentte yaşamını sürdüren. Biliyorum ki onlar da Şirince’de yoğunlaşan bu sesi duyacaklar. Bir şekilde bizler bir araya gelerek ‘paylaşımı’ esas alan türetim hareketini coşturabileceğiz. Yeniden Şirince’nin pek çok eskimiş hikayenin yeniden canlanmasına, imeceyle yaşama dokunmasına niyet ediyorum. *Şirince Türetim Derneği Başkanı

İZDERGİ 11


yaşayan tarihiyle kırkınca çirkince

ŞiRiNCE Şirince’den bahsederken burada bir ömür geçirmiş, orada doğmuş, yaşamış, kök salmış yaşayan tarihçilerimize kulak vermemek olmazdı elbette. “On sekiz köyün insanı kalkmış gelmiş oralardan. On beş gün İz12 İZDERGİ

mir’de kalmış bizimkiler,” diyor doğumlu Veysel Bayraktar. Mübadele zamanı Şirket-i Hayriye’nin meşhur vapuru Gülcemal gitmiş Selanik limanına; Kavala’dan, Selanik’ten onca köyün insanını yüklenmiş, İzmir’in Pasaport limanına indirmiş. Veysel amcanın demesine göre birbirlerinden ayrılmak istememiş aynı köyden gelenler. Hısımları akrabaları ile bir arada yerleştirilmek istemişler. Pasaport’ta barakalarda kalmışlar bir süre, Veysel Bayraktar’ın ailesi de aralarında. Köyün büyükleri gelmişler bakmışlar Çirkince’ye. Güzel yer ama kadın yeri değil demişler: Yol yok, ova uzakta, gitmesi gelmesi zor Sonra bir bakmışlar ovasından bal (incir), dağından yağ (zeytin) akar! Bin sekiz yüz haneye altı bin

sev

Şimdi hayat daha zor. Her şey maddeye bağlı. Eskiden daha neşeliydi. Biz bize yaşayıp giderdik. Şimdi şımarıklık var. Ne sevgi kaldı, ne saygı. Binde bir gülümseyen bir insan geçer önümden” Evinin bahçesindeki çardakta otururken, sürekli gülen gözleri ile bir çırpıda söyleyiverdi bunları Nemika ana. Nemika Gülümser 15 Mayıs Şirince doğumlu.

Hazırlayanlar: Sıtkı Şenerken – Yurdagül Okay Özcan

ız dam

ŞİRİNCE


Sotiriyu ‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya’ romanında, “Şu yeryüzünde cennet diye bir şey varsa bizim Çirkince o cennetin bir parçası olsa gerekti” diye bahseder Özkaynaklar Pasaport limanına indiklerinde İzmir hala tütüyormuş. Dumanlar içindeymiş koca şehir. Zor geçmiş ilk zamanlar. Bilinmeyen bir yer, bilinmeyen topraklar İncir, zeytin bol ama gelenler tütüncü, rençber: Ne zeytini bilir, ne inciri! doğumlu İsmail Yıldırdı, “Babam 15 yaşında gelmiş. Rençberlik yapardık. Keçilerimiz vardı dağda,” diyor. Üç ay boyunca her gün taze sütleri eşeksırtında taşırlarmış Selçuk’a. “Fakir bir köydü. Rumlardan kalma üç tane değirmen vardı,” diyor Sadiye Buzcu teyzemiz evinin eşiğine oturmuş eski günleri hatırlamaya çalışırken. “Rençberlik yapardık. Zordu ama mutluyduk”

kişi yerleşmiş. Bildikleri ne varsa onu ekmeye, biçmeye başlamışlar. doğumlu Nazmiye Posta, “Tütün bilir, tütün ekerdik,” der; “Tarlada, bahçede çalışmaktan yedik bitirdik kendimizi.” Aydın Özkaynak amcamız 2 Şubat doğumlu. Rum komşuları varmış annesinin buralara gelmeden evvel, sever sayarlarmış birbirlerini. Demişler ki komşular, “Gidecekseniz Çirkince’ye gidin, orası çok güzel!” Boşuna değil Yunanlı yazar Dido

Köyün en uzun bıyıklısı Adem Dağlı amcamız da doğumlu. Onun anlattıkları arasında, insanların zamanla Şirince’deki evleri söküp develerin sırtında aşağıya, Selçuk’a taşıdıkları ve orada ev kurmaya başladık-

“Şu yeryüzünde cennet diye bir şey varsa bizim Çirkince o cennetin bir parçası olsa gerekti”

İZDERGİ 13


ları var. Köy boşalmış yavaş yavaş. Bir ara keçileri varmış dağlarda ama gençler geriden gelmeyince tükenmiş gitmiş o keçiler de. Veysel amca da aynı şeyi söylüyor. O, ’de nüfuslu Şirince’yi hatırlıyor. Rumlar zamanında yaşayan kişi varmış. ’te boşaltılan köye ’te mübadele ile kişi yerleştirilmiş. 25 yılda ise bunlardan ’ü kalmış geriye. “Gençler dışarıya gitti,” diyor Veysel amca. Tütün para etmez olmaya başlamış. Zeytini, inciri anca öğrenir olmuşlar. Abidin amca “Tütünün kilosu ’de 12,5 lira oldu. Kuzu etinin kilosu 5 lira. Varın hesap eyleyin,” diyor. O zamanlar iyi kazanmışlar. Sonradan tütün para etmez olmuş. Abidin Dereli 1 Temmuz doğumlu. Onun çocukluğunda, gençliğinde köyde ayakkabıcı, terzi, saat tamircisi, manifaturacı dahil her şey varmış. “İş, yorgunluk, yokluk çektik ama savaş görmedik çok şükür,” der. Şimdi köyün girişinde otopark olarak kullanılan düz alan harman yeri imiş. Eşeklerle ovadan çektikleri mahsulleri orada harman ederlermiş. 1 Nisan doğumlu Mehmet Ada “O zamanlar köyde okulumuz vardı,” diyor: Taş mektep. Bugün köyün girişindeki güzel bina ufak bir müze olarak hizmet veriyor. Bir sınıfta 50 kişi varmış; toplamda 5 sınıf. Köyde zamanında iki okul, bir hastane, bir çamaşırhane varmış; şimdi sağlık ocağında doktoru bile yok. Okulu ise birkaç sene önce öğrenci yetersizliğinden kapandı. Erdem Dağlı doğumlu. Anlattıklarına göre iki karakol varmış Şirince’de, biri köyün girişinde biri

“Gidecekseniz Çirkince’ye gidin, orası çok güzel!”

14 İZDERGİ


tepede. Köydeki çeşmelerin şimdiki halini en çok o dert ediyor: Köyün her yerinde şırıl şırıl akan çeşmeler varmış. Şimdi dükkanlardan, yapılardan görünmez olmuş onlar Gelenler, gidenlerin sadece evlerine yerleşip yaşamaya başlamakla kalmamış, aynı zamanda onların hatıralarına, geçmişlerine de ortak olmuşlar. Kemal Yalçın’ın “Emanet Çeyiz” romanındakine benzer bir hikaye anlatıyor Erdem amca: Keçi yattığı yeri eşermiş. Her seferinde biraz daha eşeler öyle yatarmış. Bir gün bir bakmışlar keçinin eşelediği yerde toprağın içinde bir tahta parçası. Kazmışlar etrafını, iki sandık çıkmış. Birinde erkek kıyafetleri, birinde kadın kıyafetleri Gidenler bir gün dönme umuduyla gitmişler besbelli. Eskiden Şirince’de bayramlar çok neşeli geçermiş. Ama en çok Hıdırellez eğlencelerini özlüyor güngörmüşlerimiz. Oğlaklar kesilir, bir gün önceden sarmalar, tatlılar hazırlanır, salıncaklar kurulur, şarkılar türkülerle hep birlikte eğlenilirmiş. Genç kızlar, oğlanlar o eğlencelerde birbirlerini görür, Hıdırellez sonrası görücüye gidenlerin sayısı bir hayli artarmış Düğünler ise üç gün üç gece. İlk gün düğün sahibinin evine dağdan odun getirilir, getirenlere özel içkili sofralar kurulurmuş. İkinci gün bütün köye içki masaları kurulur; üçüncü gün de bütün köye yemek masaları kurulurmuş. Şimdi böylesi düğün yapmaya kimsenin parası yetmez, diyor Şirince’nin eskileri. O zamanlar imece varmış, paylaşım varmış, dayanışma varmış. Son kanunla Şirince’nin “köy” statüsünü kaybedip “mahalle” olmasından hiç memnun değil yaşlılar “Eskiden her işimizi kendimiz görürdük,” diyorlar, “yolları temizler, tamir ettirir, sokaklarımızda bekçi gezdirirdik. Okulu temizler, ısıtır, ihtiyacı olana baktırırdık. Şimdi köyün bütün geliri mahalli idarelere gidiyor. Bekle ki gelsinler çöpleri muntazam toplasınlar, yolları yapsınlar” Yeni durumda Selçuk’un 13 mahallesi var. Şirince’ye de o 13 mahalleden herhangi biri olarak bakılıyor, nüfuslu ufak bir mahalle. Oysa sezonda Şirince’nin günde beş bin kişiye kadar ziyaretçisi oluyor. Tüketiyor ve bol bol artık üretiyorlar. “Bu iş hiç iyi olmadı; kendi suyumuza para verir olduk,” demekte köyün yaşlıları Köyün kıymetini bilin, diyor Mehmet amca. Yaşlanmayın, diyor Abidin amca. Hepsi bir ağızdan, Birlik olun, dayanışın, diyor. Nemika ana yine o gülümseyen gözleri ile, Hayatı sevin, birbirinizi sevin, selam vermeyi almayı unutmayın, gülümseyin, diyor Bize de yeni nesil Şirinceliler olarak onları dinlemek, deneyimlerini, öğütlerini kulağımıza küpe etmek düşüyor: Yani birlik olup dayanışarak, güler yüzle ve sevgiyle köyümüzü koruyup güzelleştirmek!

İZDERGİ 15


sev

dam

ız

ŞİRİNCE

ŞİRİNCE’YE

GÖÇLE GELEN

Y E N İ 16 İZDERGİ

ŞİRİNCELİLER


BERKAY ŞENERKEN:

Ş

irince’deyim çünkü, tam 30 sene önce ailem buraya gelmiş. Bunun dışında ben 30 yaşımda, doğup büyüdüğüm İstanbul yerine Şirince’de yaşamayı seçtim çünkü… Günümüzde herkes, “Fakat ben hayatımı idame ettirmek zorundayım!..” düşüncesinin arkasına saklanıyor. Biz aslında bu çağda hayatımızı idame ettirmiyoruz. İdame ettirdiğimiz şey bencilce arzularımız, kıskançlıklarımız, maddede bulduğumuz saygınlık hissimiz, endişelerimiz, hırslarımız, tatminsizliğimiz, açgözlülüğümüz…

şeyler yaparak, paylaşarak, “yeteri kadar” yaşayarak. Er ya da geç toprağın üstüme battaniye olacağı bir dünyada yaşıyorum. Toprağın benden alacakları için şuursuzca hayatımı ziyan etmek niye? Bu sorunun zihnimde yarattığı boşluk bana çok şey öğretti. Öğrendim ki benden hiç alınamayacak şeyler var, işte ben o şeylerde huzuru bulmak için burdayım. Bu dünyada nefes alan her kişinin huzur bulması dileğiyle: Hayattan en büyük beklentim bu!

İstanbul’u ve bana mutlu olmak için yaşamam gerektiği söylenen hayatı reddettim çünkü içimdeki canavarı terbiye etmek istiyorum; sahip olduklarımla mutlu olarak, şükrederek, başkaları için bir

CANDAN TURHAN:

7

yaşlarımda Barış Manço’nun Dağlar Dağlar şarkısını dilime doladığımdan beri hayalim, bir dağ köyünde yaşamaktı. Bütün hayatımı İstanbul’da geçirmiştim ama orada sonlandırmayacağımdan adım gibi emindim. İşten bunaldığım bir gün, bilgisayar başında Şirince’yi

keşfettim ve, “Tamam, işte burası!” dedim. Birkaç ay sonra kalkıp geldiğimde parlak mavi gökyüzünün altında, cânım zeytinlerin arasından köye girdim, etrafıma şöyle bir bakındım ve, “Evet,” dedim, “doğru karar vermişim.” 31 yaşımdaydım. Şirince bana o günden beri istediğim, ihtiyaç duyduğum her şeyi verdi: Doğa, huzur, sükunet, uyum, insancıllık, bereket, sağlık… Buradaki yaşamımda istediğim kadar çalışıyor, istediğim kadar

geziyor, istediğim kadar üretip istediğim kadar dinleniyorum. Hatta yerleşmeye karar verdiğimde elle tutulur bir işim yoktu; buranın bereketi öyle ki şimdi bir sürü serbest zamanlı işi ve uğraşı birarada yürütüyorum. Merkezi konumumuz sayesinde istediğim zaman bir saat içinde dağda, denizde, iki ayrı büyükşehirde, havaalanında, kafede veya alışveriş merkezinde, sinemada veya spor salonunda olabiliyorum. Yediğim içtiğim soluduğum sağlıklı. Şehrin fiziksel ve ruhsal pislikleriyle uğraşmıyorum. Doğayla, her türlü hayvanıyla ve oluşumuyla bütünleştim. Thoreau’nun müthiş ifadesiyle, burada hayatımı kasten yaşıyorum. Bir dağda, bir köyde mutlu, zengin ve üretken bir hayat sürdürülebileceğine örnek olmaktan da ayrıca mutluyum!

İZDERGİ 17


SÜLEYMAN ÖZCAN -Tıırrttırıtıırrrt.. -Güüüm! -Hoop, çekme abi arabayı oraya. -Ticari devam et -Domatisçi geldi, domatiiiss. -Neye baktın birader?! -Sen benim kim olduğumu biliyor musun? -Dağılın kardeşim, bir şey yok!

A

cı frenler, telaşla koşturmalar, yetişenler: Eve yetişenler, işe yetişenler, hastaneye, doğuma, yemeğe, dost meclisine, düğüne, kavgaya, markete, metroya yetişenler. Birbirinin ardı sıra ölüme yetişenler. Sokak ortasında döven, dövülenler. Yeşili görünce ışığa çıkmış vampir gibi eriyenler, betonla gökyüzüne meydan okuyanlar. Bekleyenler. Onca yetişme telaşında, bir

18 İZDERGİ

gün her şeyin daha iyi olmasını umut etmeden bekleyenler Yukarıdakiler tek başına benim şehr-i İstanbul’dan kaçma sebebim, beklemeyi reddedip hayatın ve dünyanın içinde var olmayı seçme sebebimdir. Bir kere

çıktın mı cendereden daha keskin olur bakışın, daha seçiçi olur dimağın. Şirince yıllardır gidip geldiğim, her geldiğimde yeni bir yaşam alanı bulduğum, yeni bir soluk aldığım yer iken ara ara soluklanmak yetmez oldu bir noktadan sonra. Her geldiğimde sevgi ve özlemle baktığım şimdiki evimiz, işletmemiz kollarını açtı, Şirince böylece beni ve eşimi bünyesine kattı. Neden Şirince’nin cevabı budur aslında: Siz yerleşmezsiniz oraya; Şirince sizi alır ve yerleştirir. Siz farkına bile varmazsınız. Tepelerdeki çamlıklardan esen rüzgar zeytinlikleri usulca okşayarak her bir yönden çepeçevre sarmalar sizi. Sonrası sonrası yazılacak yeni bir hikayedir.


ZEYNEP ERDİLEK ÇETİN:

2

yılının temmuz ayında, sıcak bir gecede attım ilk adımımı Şirince’ye, saat hayli geçti ve sokaklar bomboştu. Ali abinin “Köye geldik,” demesiyle “Otele geldik,” demesi arasında o kadar az bir zaman vardı ki içimden, “Bu kadar küçük bir yerde kesinlikle yaşayamam!” dediğimi hatırlıyorum. Sabah uyanıp etrafa baktığımda yaşadığım şaşkınlığı, ufak çaplı bir dil tutulmasına sebep olan o derinlik hissini kaleme alabilmem mümkün değil… Gözün alabildiğine vadiler, yeşil tepeler, zeytinler ve uzağa, en uzağa, ufka kadar bakabilmenin uyandırdığı o müthiş his. 30 yıl şehir hayatı yaşamış bir göz olan benimkisi bu duygularla Şirince semalarında tanışınca, bundan sonra başka bir şey görmek istemedi. Bilmediğim ve

daha evvel tecrübe etmediğim bir işi öğrenip hayata geçirmek amacıyla sevgili işverenim tarafından gönderilmiştim köye, en fazla bir sezon çalışıp sonra İstanbul’a geri döneceğimden emin hislerle… Yanılgımın ispatı bugünün tarihidir: ’nın nefis bir sonbahar günündeyiz. Benim kucağına doğduğum, sokaklarında koştuğum, okullarında eğitim aldığım ilk sevdam İstanbul artık kış aylarında anne baba ve arkadaş hasreti gidermek için ziyaret ettiğim bir şehir haline gelirken, sevgili köyüm Şirince hem çalışıp ürettiğim, hem yaşadığım, hem de sevdiğimi bulduğum kıymetlim oldu. Aynı dönemde köyümüzde turizm potansiyelinin artmasıyla hızlı ve plansız bir gelişim başlarken, Şirince’nin doğal özelliklerinin deforme olmasına, tarım alanlarının turistik tesis heyecanına kapılan işletmeciler elinde dönüştürülmesine, yerel üretimin azalarak tezgahlarda yerini

fabrikasyon ürünlere bırakmasına ve estetik değerlerle bütünlüğün tümden yitmesine seyirci olmak zorunda kaldık Tüm bu olumsuz değişiklikler bugün beni üzüyorsa da inancım, yapısında güzellik, doğallık, zenginlik, misafirperverlik ve bereket olan hiç bir şeyin el eli ile kirlenmeyeceği! Geldik ve bir parçası olduysak, bu cömertliğe karşılık en büyük ödevimiz hep birlikte türeterek Şirince’ye hak ettiği kıymeti iade etmektir.

İZDERGİ 19


ŞİRİNCE’NİN KADIN HALİ sev

Şirince’de ’ler

dam

ız

ŞİRİNCE

MÜJDE TONB EKİCİ

S

eksenlerin başında Şirince’ye geldim. İzmir’de üniversite öğrencisiydim, gezmeye ve keşfetmeye meraklıydım. Bir pazar günü trenle Selçuk kasabasına geldim ve sabahları tek sefer yapan dolmuşla metre tepelerdeki tarihi Rum köyüne ulaştım. Toprak yol çok dar, epey dik ve virajlıydı. O gelişim ondan 20 İZDERGİ

sonraki hayatımı değiştirdi. Adı gibi şirin bir meydanın etrafında yamaçlara doğru yayılan beyaz badanalı sevimli evler, müthiş gösterişli neoklasik heybetli bir okul ve Rum geçmişine ışık tutan hayli harabe iki kilise beni kucaklayıverdi. Çınarlı kahvede yorgunluk çayımı içerken Şirinceli insanların yüzlerindeki huzur ve güzellik dikkatimi çekmişti, açık tenliydiler, kocaman ela ya da masmavi gözleri vardı, neşeli halleri beni etkilemişti. yılında mübadele sonucu Girit ve Kavala dolaylarından gelmişlerdi. Ayrıca ’larda Konya’dan ve Toroslardan buraya göçmüş aileler

de vardı. Tüm haftasonlarımı Şirince’de geçirmeye başladım. Aydınlı bir Rum kadın yazar Dido Soutiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” romanını ve çok sevdiğim Sabahattin Ali’nin “Çirkince” öyküsünü o dönemlerde okumuştum. Sayelerinde bu köye olan tutkum daha da katmerlendi. Ben cennetimi bulmuştum. Memleketimizin ne yazık ki, İstanbul hariç, çok az yeri için edebi eserler yazılmıştır. Köyü o zamanlar pek kimsecikler tanımazdı, İzmir’den arkadaşlarımı ve hocalarımı getirmeye başladım. Bu müthiş yeri herkese tanıtmak istiyordum.


Fotoğraf: Damla SAMGAR

“Şirincemizin genç kızları rençber ve çiftçi ile pek evlenmek istemiyorlar. Aralarında yüksek tahsil yapıp hayatlarını şehirde sürdürenler de var Ama hangisine sorsanız, çocukluklarındaki Şirince’yi anarken kocaman gözleri özlem ve biraz hüzünle buğulanıyor.”

İZDERGİ 21


Köyümüzün sokaklarında, küçük meydanlarda, çoğu tarihi köy fırınları halen mevcut. İmece usülü kadınlarımız sırayla kendi çalı çırpılarını getirirler, fırınları yakarlar ve ekşi maya tava ekmekleri pişirirlerdi. Tabii şafak vaktinde kalkılır, hamurlar yoğrulur ve mayalanırdı. Bazı aileler bu geleneği halen sürdürüyorlar, zira çarşı ekmeğinin tadı mis gibi fırından çıkmış köy ekmeğinin yerini tutmuyor. Ayrıca günümüzde dışardan ziyarete gelen yerli ve yabancı turistler geleneksel ekmeği tatmak istiyorlar. Dünya ile telefon bağlantımızı Berber Ömer sağlardı. Köyün tek manyetolu telefonu onun dükkanındaydı. Evlerimizde bugün antika sayılacak yandan kollu telefonlar vardı. Kolu çevirerek berber dükkanına ulaşırdık, şansımıza Ömer dükkandaysa ve müşterisi yoksa, bizi dış dünya ile bağlardı. Yakın dostluk kurduğum rahmetli Yıldız teyze evinin önünden geçerken bana nefis şeftali ikram ederdi. “Eee kızım, madem buraları bu kadar seversin alsana bir ev, hem de yıkılmaktan kurtarırsın”, diye önermişti. Böyle bir şey hiç aklıma gelmemişti. Şirinceli gümüşcü Sedat abinin yardımlarıyla 23 yaşımda sudan ucuz bir fiyata ev, daha doğrusu yolu olmayan bir tepede içinde keçilerin ve bir eşeğin barındığı bir dam sahibi oldum. Herhalde köylüler için hayli egzotik bir hanımdım o yıllarda. Genç yaşta şehirden köye yerleşmek pek moda değildi o zamanlar. Buna rağmen ilk günden itibaren beni kucakladılar, hiç yalnız bırakmadılar. Gözlük’ün traktörü, Berber Ömer’in telefonu Köyümüzün tek inşaatçısı Yahya ustaydı, iyi kalpli, yavaş bir adamdı. Elektrikli testere kullanmazdı, tüm ahşapları ağır ağır, bildiği usülde keserdi. Evim daha ferah görünsün diye açık tavan yapmasını istemiştim. Geldiğimde bir de ne göreyim: Çatı tahtaların arasından yıdızlar parlıyor! Yahya ustam sağ olsun ‘açık tavanı’ bu şekilde yorumlamıştı, isteklerim doğrultusunda hareket 22 İZDERGİ

etmişti Tabii ki sil baştan tekrar yaptık. Acemi hallerimle ona çıraklık yapmaya çalışırdım. Habire değiştirdiğim inşaat fikirlerim vardı, sevecen bir hoşgörü ile hiç kırmazdı beni. O da rahmetli oldu gitti, oğulları Ali, Rambo ve Hüseyin baba mesleğini sürdürüyorlar. O zamanlar köyümüzde tek bir traktör vardı. Sahibi Gözlük Memet inşaat için gerekli kereste, çimento, taş gibi malzemeleri getirirdi, halen aynı işi sürdürüyor. Bir İsviçreli gibi çalışır, malzemeyi söz verdiği saatte teslim eder, dakiklik konusunda köyün en güvenilir adamıdır. Geçmiş yıllarda köyün kadınları ev işlerinin yanı sıra bağ, bahçe işleri ile uğraşırlardı. Elektrik köye ’lerin ortalarında bağlanmıştı. Henüz renkli televizyon ve otomatik çamaşır makinesi yoktu köyde. Rumlardan kalma küçük bir meydanda, üç demir musluklu geniş yalaklı çeşmedeki çamaşır günleri halen aklımda. Bol sohbetli ve şen şakrak geçerdi günler. Kadınlarımız kahvelerin olduğu çarşı sokağından geçmezdi, yolu uzatma pahasına arka mahalleyi kullanırlardı. Çarşıda bakkalda ekmek pek satılmazdı, evlerde yoğurulurdu.

Turizm, tarhana, sergiler Doksanlı yıllar köyümüze birçok yenilik getirdi. Başta asfalt yol, çağdaş telefon ve turizm. Şirinceli kadınlar bunun önemini çok çabuk kavradılar ve yeni düzene hızla ayak uydurdular: Evlerinin önlerine ahşaptan sergiler kurup, gelen geçene köy ürünleri satmaya başladılar. Tarhana, erişte, zeytinyağı, ev şarabı, dantel, vs Aile ekonomisine ciddi katkı sağlamaya başladılar. Evlere renkli televizyonlar, bulaşık makinaları girdi. Şimdilerde köyün sokaklarında yüzden fazla ahşap tezgah var, köyün hanımları günün büyük bölümünü “sergi” dedikleri tezgahlarda geçiriyorlar. Sabah erkenden ev işleri ve yemekler yapılıyor, kalan zaman çarşıda geçiyor. Bağ bahçe işleri için dışarıdan da işçi tutuluyor. Artık yaz aylarında dama göçen kimsecikler kalmadı, bağ evleri kaderlerine terk ediliyor ve yıkılıyor. Şirincemizin genç kızları rençber ve çiftçi ile pek evlenmek istemiyorlar. Aralarında yüksek tahsil yapıp hayatlarını şehirde sürdürenler de var Ama hangisine sorsanız, çocukluklarındaki Şirince’yi anarken kocaman gözleri özlem ve biraz hüzünle buğulanıyor.


Damdaki hayat

Eskiden sıcak yaz aylarında köyün içi neredeyse terk edilmiş gibiydi. İmam ve birkaç yaşlı dışında çoluk çocuk herkes bağ ve kır evlerine, yerel ağızda “damlara” göçerdi. Okulların kapanmasıyla ev eşyaları, yataklar, kapkacak eşeklere yüklenir ve köye yarım saat ila bir saat mesafedeki bağ evlerine taşınırdı. Oralarda elektrik yoktu, gaz lambası eşliğinde geceler uzun sohbetlerle geçerdi. Damda kışlık erzak hazırlanır, tarhanalar kurutulur, erişteler kesilirdi. Seher vaktinde tepelerdeki bağ bahçelerde Şirince’nin tadına doyulmaz şeftalisi toplanır, erkekler tarafından küfelerle köy meydanına indirilir, toptancıya verilirdi. Köye gelmişken köy kahvesinde son havadisler aktarılırdı. Herkesin keçisi vardı, çocuklar ve yaşlı nineler bunları otlatmaya kırlara götürürdü, inek ve koyun ise tek tüktü. Leziz, bana göre biraz tuzlu peynirler yapılırdı. Sonbahardaysa köye geri göç başlardı. Sepetli Rus motosikletler köyümüze yeni yeni gelmeye başlamıştı, inatçı eşekten daha pratik ve hızlıydılar, üstelik daha fazla zeytin, üzüm ve şeftali yükleme imkanı sağlıyorlardı. Şimdilerde çoğumuz bunları kullanıyoruz, eşekler neredeyse kalmadı. Hali vakti yerinde olanların Willy’s marka yeşil Amerikan jeepleri vardı. Ben de ehliyet alır almaz özenip model bir jeep almıştım.

İZDERGİ 23


BİRLİKTE

sev

ŞİRİNCE’DE BİZİMLE

?

ŞİRİNCE

NELER YAPABİLİRSİNİZ 4 Bir zamanlar ayin sesleriyle çınlayan eski kilisenin avlusunda müthiş bir günbatımı izlenebilir. Karşısındaki eski Rum okulunun asırlık çamlarla dolu bahçesinde ise müthiş bir mehtap doğuşu izlenebilir. 4 Yürüyüş, yürüyüş ve ondan sonra biraz daha yürüyüş yapılabilir! Dağlarda tepelerde köyün sırtlarında, köyün suyunun kaynağı olan Suyun Anası aranabilir. 4 Yürürken karşınıza çıkan bahçelerde ilkbaharda kiraz, beyaz dut, yeşil erik, yazın karadut, şeftali, armut, sonbaharda üzüm, elma, incir, mürdüm eriği, kışın da mandalin yenebilir. Mandaline mandalina denemez. Domata da domates denemez. 4 Biraz maceracı olanlar kuzeydeki zeytinliklerin arasında gizlenen manastır kalıntısını arayabilir. 4 Tiyatro Medresesi’nde çeşitli kurs, seminer veya atölyelere katılınabilir. Akşamları ayışığı altında Medrese’ye yürünerek taş salonda veya travers amfitiyatroda özgün oyunlar veya küçük konserler izlenebilir. 4 Köyün her iki yamacından deniz manzaralı noktalar bulunup Pamucak Körfezi seyredilebilir. 4 Sonbaharda köy sokaklarında incir kurutulur, salça yapılır, turşu kurulur, odun ateşinde şeftali reçelleri ve üzüm pekmezleri kaynatılır. 4 Dağ ve zeytin manzaralı birçok terasta açıkhavada oturulup film izlenebilir. 24 İZDERGİ

ız dam

ir. 4 Meşhur köy kahvaltısı zaten edil . içilir n zate Meşhur meyve şarapları da abbet Bunlar yenir içilirken köylülerle muh eçte güv ak topr etmek, odunların üstündeki ün köy a vey pişen kuru fasulyeyi izlemek esas cinlerinin öykülerini dinlemek bunlara lezzetini verir. e 4 Bu eski Rum köyünün han n ve siyo pan ı baz ır, rlan hatı r olduğu zamanla ılabilir; dükkanlardaki eski fotoğraflara bak n evi, toru dok sı, bina tane has o zamanların lir. lebi görü ri evle in tçin terzinin ve saa


4 Anayoldan ve kalabalıktan ayrılarak arka sokaklara, aralıklara, toprak yollara girilebilir; buralarda köyün gündelik hayatı seyredilir: Evinin yanında keçilerini besleyenler, kurutmak üzere biber patlıcan dizenler, eşelenen tavuklarla onları kovalayan horozlar, ormandan odun yapıp gelenler, sokak fırınında pişen köy ekmekleri… 4 Tek tük de olsa kendi özgün el emeklerini sunan teyzelerin tezgahları aranıp bulunup didiklenebilir. 4 Öyle aylak aylak gezilerek börtü böcek izlenir, eşek keçi dinlenir, sebze meyve tadılır, at sırtında gezinti yapılabilir. 4 Köyün henüz restore edilmemiş eski evleri, kalıntılar bulunan ufacık bahçeleri, iki ayrı cephede yer alan ve içinden yaya yolu geçen iki adet köprülü evi, çoğunluk restore edilmiş evlerde yer alan çeşit çeşit pansiyonları incelenebilir. İçerlek derenin güzel, ufak köprüsünün resimleri çekilebilir. 4 Gece yıldızların altında yürüyüş yapılabilir. Yürümek yerine yatmayı tercih edenler için ağustos aylarında özel yıldız yağmuru düzenlenir. 4 Baharda çimlerde oturarak papatya falı bakılabilir. 4 Servilerin salınması, gülibrişimlerin uçuşması izlenebilir. 4 Hafiflenir, uçuşulur… Tekrar tekrar bu köye gelmeye karar verilir.

İZDERGİ 25


Şirince’den

göç eden

Şirinceliler

NEA EFESOS Orada, bir köy var

MÜGE DAĞLI

1

7 Temmuz … Akşam karanlığında uçağım inerkn, Selanik’in bulutların arasından minik minik yanıp sönen ışıkları çarpıyor gözüme. Yıllar önceki yaşanmışlıkların heyecanı ve hüznü, hızla çarpan yüreğimden geçip gözlerimde birikiyor. Beni nelerin beklediğini merak ederek ilerliyorum ıssız Selanik sokaklarında… Kafamda ertesi gün nasıl bir şehre uyanacağım sorusu. Ve sonra 18 Temmuz: Hafiften 26 İZDERGİ

sev

uzakta

dam

ız

ŞİRİNCE

bulutlu bir Selanik sabahı karşılıyor beni. Pencereyi açıp yüreğimdeki akşamdan kalma heyecanı coşkulu bir “Kalispera!” ile bırakıyorum şehrin sokaklarına doğru. Günaydın Selanik…Günaydın İzmir mi demeliydim yoksa! Selanik sokaklarında ilerlerken Alsancak’tan geçiyorum. Pasaport, İskele, bisiklet yoluna varana kadar aynı… Ve az sonra Konak meydanı ve güvercinler. Bir de Saat Kulesi olsa, kimse beni İzmir’de olmadığı-

ma inandıramaz! Çevremin İzmir’e benzerliğinin verdiği tuhaf duygu içimde, şaşkınlığın oluşturduğu tebessüm yüzümde, adım adım ilerliyorum bir başka bilinmeze: Daha önce hiç tanışmadığım, sadece Şirince’den gelen mübadillerden olduğunu bildiğim Georgia ile buluşmak üzere yolumu çeviriyorum Katarini’ye…


Georgia kim? Kaç yaşında? Nasıl biri? Hakkında tek bildiğim, Türkçe konuştuğu. Ben Katarini garajında ayakta dikilerek beni almaya gelecek Georgia’yı hayal ededurayım, karşımda 70’li yaşlarda, zayıf, kısa saçlı, siyah kıyafetli bir kadın bana doğru yürüyor. Birbirimize bakarkenki suskunluğumuzu ağzımızdan aynı anda çıkan “Ebru?” “Georgiya?” sözcükleri bozuyor. Sımsıkı sarılıyoruz birbirimize… Yıllardır görüşmemiş iki sıkı dost gibi. Georgia eşini yeni kaybetmiş. Nea Efesos’ta oğlu Panu ile yaşıyor. dakikalık

bir yolculuktan sonra Georgia’nın domates, salatalık, böğürtlenlerle renklenmiş, tavukların gıdaklamaları ile seslenmiş şirin mi şirin bahçeli evine varıyoruz. Evin görünüşü Dağdaki Efes’i anımsatıyor. Ne iş yaptıklarını sorduğumda aldığım cevap, “Neşperiz,” oluyor. Az sonra ince belli bardakta gelen demleme çayı Yunanistan’da başka yerde bulmak zor. “Haydi şerefe!” diyerek farklı coğrafyalarda yaşanan ortak duyguların coşkusuna ve heyecanına bırakıyoruz ortamı birkaç dakikalığına… “Buranın adı Nea Efesos. Sen eski Efeslisin; bizse yeni Efesliyiz,” diyor Georgia. İşte o anki hislerimin kelimelerle tarifi zor. Georgia’nın eşi Yorgo’yu kaybedişinin üzerinden yaklaşık altı ay geçmiş; o 55 yıllık sımsıcacık sevginin her gün artan bir özleme dönüşünü anlatırken, bense onu dinlerken gözyaşlarımızı tutamıyoruz. Nea Efesoslular Şirince’den

buraya gelince, vatanlarını geride bırakmanın hüznünü yüreklerine gömmüşler ve memleketlerini en azından buranın adında yaşatmaya karar vermişler. Böylece Şirince’yi andıran bu şirin köyü Nea Efesos, yani Yeni Efes diye adlandırmışlar. Bir yeri terk edip başka bir yere giderken insan en değerli şeylerini kutulara koyarak yanında taşır ya, Nea Efesoslular da duygularını, özlemlerini ve artlarında bıraktıklarını yaşatmak adına bir dernek kurmuşlar: “Heraklitos”. Yaşanmışlıklarını, özlemlerini sakladıkları; ara ara bir araya gelip ortak duygularını paylaştıkları bir dernek. Dernek binasının içine bir giriyorum, Şirince’nin en eski fotoğrafı çıkıyor karşıma. Nea Efesos’un muhtarı Yannis ve Şirince’den gelenlerin bir araya geldiği bir köy kahvesine gidiyoruz. Şirince’den geldiğimi duyan, coşkuyla kahveye geliyor. Ve aradaki duygular, kalpler arasında kurulan köprülerle bir o yüreği cızlatıyor; bir bu yüreği hoplatıyor.“Sen Eski Efeslisin; biz yeni Efesli. Hoş geldin mori, ne iyi ettin!” Coşku dolu yürekler, ışıl ışıl parlayan gözler Sanki ben gelirken sanki memleketlerini de yanımda getirmişim gibi! Bu sıcacık insanlardan ayrılmak zor olsa da artık saat geç. Evin yolunu tutuyoruz Georgia ve oğlu Panu ile. Georgia bana bir oda hazırlamış. Odaya doğru ilerlerken evin duvarında bir fotoğraf durduruyor beni: Şirince’nin fotoğrafı, kilise çevresinden. “Kilisenin altındaki ev benim anneannemin evi,” diyorum şaşkın bir ifadeyle. Georgia, “Eh mori, onun altındaki de benim babamın evi?!”

İZDERGİ 27


karşılığını veriyor ve devam ediyor: “Orda yaşlı bi kari vardı, Emine?” “Anneannem benim o!” “Anneannen mi? Ben gittim onun yanına. Oturduk konuştuk uzun uzun…” Bu şekilde devam eden konuşmalar karşısında şaşkınım. Dur bakalım, Nea Efesos bana daha ne sürprizler sunacak!.. Birkaç saat içinde yaşadığım duygu yoğunluğu, günün yorgunluğuna karışıyor ve Şirince fotoğraflarıyla dolu evde huzurlu bir uykuya dalıyorum. Yeni günün, 19 Temmuz sabahının başlangıcını, 96 yaşındaki Dimitrula Gustala (Kostaloğlu) ile yapıyoruz. Şirince’de doğmuş; 7 yaşında gelmiş buraya. Rum aksanlı müthiş Türkçesiyle bizi 89 yıl öncesinin Çirkince’sine götürüyor. Her şey dün gibi aklında; anlatırken yaşıyor; yaşarkenki heyecanını bize de yaşatıyor. Bu duygu yoğunluğundan çıkmak kolay değil… Zor olsa da anılarını dinledikten sonra ayrılıyoruz Dimitrula’dan; daha ziyaret etmek istediğimiz nice Şirinceli var bu köyde. Bir heyecan yerini bir başka heyecana bırakıyor; Georgia beni başka birinin evine götürüyor: 60’lı yaşlarda bir diş doktoru. Babası Şirince’den gelmiş. Onun evini gezerken yine duvardaki bir fotoğraf ve altındaki yazı beni bulunduğum yere kilitliyor: Şirince’nin fotoğrafı, Georgia’nın evindeki gibi, 28 İZDERGİ

altında da Türkçe, Orda bir köy var uzakta, yazıyor. Hava kararırken yeni Efesli Georgia’nın evinin yolunu tuttuğumuzda kafamda savruk düşünceler: “Nerdeyim ben? Bu yaşadıklarım gerçek olabilir mi? Beni daha başka neler bekliyor?..” Bir sonraki günün macerasına köy fırınında başlıyoruz. Georgia ile sabah taze ekmek almaya gittiğimizde fırıncı tutturmuş Türkçe bir türkü, yanık yanık söylüyor… Türküyle derdini anlatmaya çalışırken de yeni yeni canlanmaya başlayan Nea Efesos sokaklarına renk getiriyor. Günün ilerleyen saatlerinde Hagi Yanni adında bir gazetecinin evini ziyaret ediyoruz. Hagi Yanni, benim anneannemin evinin mübadele öncesindeki sahibinin torunu; yani biz iki mübadele torunu karşı karşıyayız! İçimdeki heyecanı anlatmam zor. Birazdan bana gösterdiği fotoğraf karelerinde ise annem ve babam çıkıyor karşıma. Hagi Yanni geçmişin izini sürerek ta ne zaman Şirince’ye gitmiş ve o zaman çekmiş bu fotoğrafları. Epey sohbetten sonra, çektiği fotoğrafları da alarak ayrılıyoruz Şirince kökenli gazetecinin evinden. Artık benim evime dönme vaktim geldi. Sanki bir senaryonun içindeyim… Bütün bunlara inanmak ve burayı, bu insanları bırakmak çok zor. Nea Efesos… Çirkince özlemini sokaklarına, evlerine ve insanlarının

yüreklerine yansıtmış o şirin köy ve birbirinden tatlı Nea Efesoslular. Onları geride bırakmanın hüznünü de alıp düşüyorum yollara. Birden bir hafiflik hissediyorum. Dönüp arkama baktığımda görüyorum ki aklımı ve yüreğimi orda bırakmışım. Nerde mi? ORDA, BİR KÖY VAR UZAKTA…

Bir yeri terk edip başka bir yere giderken insan en değerli şeylerini kutulara koyarak yanında taşır ya, Nea Efesoslular da duygularını, özlemlerini ve artlarında bıraktıklarını yaşatmak adına bir dernek kurmuşlar: “Heraklitos”. Yaşanmışlıklarını, özlemlerini sakladıkları; ara ara bir araya gelip ortak duygularını paylaştıkları bir dernek. Dernek binasının içine bir giriyorum, Şirince’nin en eski fotoğrafı çıkıyor karşıma.


Selanik sokaklarında ilerlerken Alsancak’tan geçiyorum. Pasaport, İskele, bisiklet yoluna varana kadar aynı… Ve az sonra Konak meydanı ve güvercinler. Bir de Saat Kulesi olsa, kimse beni İzmir’de olmadığıma inandıramaz! İZDERGİ 29


CANDAN TUR HAN

E

debiyata bu şiir gibi köy konu olmasın da neresi olsun?! Biraz doğası, doğal güzellikleri, biraz yapısı ve korunan mimarisi, biraz Rum geçmişi… Peki madem böyle, artık bunu biz kendi ellerimizle biraz daha şiirsel yapmak, en azından şiirselliğini korumak için çaba göstersek?.. Türk edebiyatında Şirince’yi ilk konu eden, Sabahattin Ali olmuş. Kuyucaklı Yusuf romanıyla da Aydın dolaylarında gezinen Sabahattin Ali’nin yılında kaleme aldığı, öyküden çok anı sayılabilecek “Çirkince”de, bugünkü Şirincelilerin hem çok tanıdık, hem çok üzücü, bir yandan da kızdırıcı bulacağı acı gerçekler ve acıtıcı görüşler var. Çocukken kısa bir süre kaldığı ve kendisinde cennet gibi anılar bırakan Çirkince’ye yılında tekrar ziyarete giden Sabahattin Ali derin bir düşkırıklığına uğradığını anlatır burada: “() Hele Çirkince… Hele bu yedi, sekiz yüz hanelik dağ köyü… Daha uzaktan, çamların ve zeytinliklerin arkasından, hafif çivitli beyaz evlerinin camları parıldayan, meydanlarını iri çınarların gölgelediği küçük Rum kasabası… () Halbuki işte Çirkince, tıpkı otuz sene önceki gibi, güler yüzüyle orada duruyordu. Boynundan ve sağrısından sicim sicim terler süzülen atın karnına dokundum, öne doğru eğilip gözlerimi kapayarak, geçmiş zamanın ve pırıl pırıl hatı30 İZDERGİ

sev

EDEBiYATTA

dam

ız

ŞİRİNCE

ŞiRiNCE

ralarımın içine doğru dörtnala atıldım. Gözlerimin önünde annemin, kardeşimin, beraber oynadığımız arkadaşlarımın, sokakları dolduran insanların hep birden gülümseyen aydınlık yüzleri; kulaklarımda mermer çeşme yalaklarına akan berrak suların, şarkı söyleyen kızların, rüzgarda atlas gibi hışırdayan karaağaç yapraklarının ve sabahın ilk güneşiyle doğrulmaya çalışan çiy düşmüş tarlaların sesi Burnumda fırından yeni çıkmış tepsi ekmeklerinin, taze kesilmiş çayırların ve tepedeki çamların arasından süzülüp akan rüzgarın kokusu vardı. Altımdaki attan daha hızlı soluyarak doğruldum ve gözlerimi açtım. Dizginleri o kadar şiddetle çekmişim ki, hayvan başını hızla geriye attı ve göğsüme çarptı. Bunun acısıyla mı, yoksa gördüğüm manzaranın tesiriyle mi bilmiyorum, birdenbire başım döndü, ser-

semledim, aşağı yuvarlanmamak için hemen indim ve alnımı eyere dayayarak bir müddet bekledim. Biraz kendime gelince, dizginleri dirseğime geçirerek yavaş yavaş köyün içine girdim. Burası benim otuz sene önce gördüğüm, içinde en güzel günlerimi geçirdiğim yer değildi. Şu sağ tarafımda kapısız, penceresiz, çatısız yükselen dört duvar, bir zamanlar bahçesinde yüzlerce çocuğun oynadığı mektep olamazdı. Şu önümdeki ulu çınarın dibinde, böyle bataklık ortasında bir taş yığını değil, dört gözlü bir mermer çeşme olacaktı. () Belki yirmi seneden beri el sürülmemiş gübre ve süprüntü ile kaldırımları görünmez hale gelen sokaklarda, bazan gözlerinin rengi bile anlaşılmayacak kadar kirli bir çocuk peyda oluyor, bir yabancının


geçtiğini fark eder etmez, arkasından çekmeye çalıştıkları keçinin ipini bıraktığı gibi kayboluyordu. Yıllardır boş duran evlerin ne kapıları, ne pencereleri, hatta ne de döşemeleri kalmıştı. Sekiz on odalı koskoca evlerin sahipleri bile, pencerelerine tahta çiviledikleri bir yer odasına dolmuşlar, öteki odaların dolap kapılarına ve çerçevelerine kadar bütün tahta kısımları kışın söküp yakmışlardı. Onları, karlı havada birkaç yüz metre ötedeki çam ormanlarına gitmekten alıkoyan mukaddes tembellik karşısında garip bir ürperti duyarak dolaşmama devam ettim. İçinde insan bulunan bazı evlerin kapıları arkasından, yahut pencerelerdeki tahtaların arasından, ürkek gözlerin beni seyrettiğini fark ediyor ve her an biri yakama yapışıp, “Ne işin var burada?” diye soracakmış gibi kuşkulu yürüyordum. Yollarda, tavuklar da dahil olmak üzere, her türlü hayvan pisliğinden, karpuz kavun kabuğundan, çeşit çeşit süprüntüden adım atacak yer yoktu. Evlerin su yolları, çukurları dolmuş, tıkanmış olacak ki, çirkefler kapıların altında açılmış deliklerden sokağa akıyor, orada bulduğu pisliklerin altında kaybolarak ortalığa keskin ve yapışkan bir koku yayıyordu” Yazar ilk gelişinde de burada olan Giritli kahveciyle eskiden şenlikli bir meydan olan terk edilmiş mekanda hüzün içinde oturur, karşılıklı kahvelerini içerken eski güzel günleri hafızalarından geçirirler, fakat ziyaretçi köyün durumu hakkında bir yorum yaptığı anda kahvecinin tavrı döner: “Gitmek için doğrulurken dayanamadım, daha çok kendi kendime söyler gibi mırıldandım: “Bizim elimize geçen her yer böyle mi olacak!” Karşımdaki, bir hakarete uğramış gibi yüzüme sert bir bakış fırlatarak adeta bağırdı: “Bizim ne kabahatimiz var be?” ()” Ve Şirincelilerle sohbet etmiş herhangi birinin gayet aşina olduğu konuşma tarzıyla köylünün hiçbir

İZDERGİ 31


kabahati olmadığını ve yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını, hasılı güzelim Çirkince’nin bir cennet köşesinden gerçek çirkinliğe dönüşmesinin “kader” olduğu sonucuna ulaşır Öykünün acı gerçekliğini sindirmeye çalışırken insan burada eleştirilen konunun Şirince mi, mübadele kavramı mı, biz Türklerin tarih ve doğaya olan düşmanlığı veya saygısızlığı mı olduğunu ayırt edemeden ağzında acı bir tatla ayrılıyor Sabahattin Ali’den. Sonra Dido Sotiriyu geliyor edebiyatta: Senelerce “Aman güzel Şirince köyümüzü anlatıyor!” diye reklamını duyduğum “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” kitabında yaklaşık bir satır kadar Şirince bahsi ile çıkıyor karşımıza Sotiriyu, ve -en azından bende- derin bir düşkırıklığı bırakıyor. Ama en azından bahis güzel bahis: Köyümüzü ve bölgeyi o kadar sevgiyle, o kadar güzellikle anlatıyor ki Sotiriyu; içinde -hele bahsi geçen dönemlerde- olan biten onca kötülüğe rağmen kardeşliği, birliği, iyiliği o kadar öne çıkartıyor ki “Şu yeryüzünde cennet diye bir yer varsa, bizim Kırkınca o cennetin bir parçası olsa gerekti. Ormanlarla kaplı dağlık bir bölgede kuruluydu köy. Önümüzde denize kadar göz alabildiğine uzayan Efes ovası () Kendi arazisinin efendisiydi her köylü. İki katlı bir evi vardı herkesin. Ayrıca ceviz, badem, elma, armut, kiraz ağaçlarıyal ve sebze bahçeleriyle çevrili, yazlık bir evi vardı. Ve hiç kimse bahçesini çiçeklerle donatmayı ihmal etmezdi ()” “Benden Selam Söyle Anadolu’ya”da 1. Dünya Savaşı öncesi Anadolu’da yaşayan Rum ve Türklerin kardeşliği, Ege’nin Yunan işgaliyle yaşadığı kanlı savaş ortamı ve savaş sonrasında iki ülke arasında yaşanan mübadele anlatılıyor. Yunanlı yazar Dido Sotiriyu, adı çağrıştırmasa da, bir kadın. Ve kitabının adından, hassasiyetinden tahmin edilmese de, komünist ve anarşist eğilimli bir gazeteci. Romanının orijinal adı, “Kanlı Topraklar” aslında. Ama biz o kadar sevdik ki bu adını, senelerdir Türkçe’deki çok satan romanlardan biri olmaya devam ediyor. 32 İZDERGİ


Sabahattin Ali ve Dido Sotiriyu’nun ardından ’lı yıllarda da yazar Kemal Yalçın Şirince’yi kalemine almış. Onun kitabı ise ötekilerden onlarca yıl sonra gerçekleri en acı haliyle, şekere bandırmadan olduğu gibi koymuş ortaya “Emanet Çeyiz” mübadelesiyle göç eden, Eylül olayları ile doğduğu toprakları terk etmek zorunda bırakılan, ama bir gün mutlaka dönecekleri umudunu taşıyarak göçüp giden insanların yaşam öykülerini anlatıyor: Nevşehirli demirci Yanni’nin, İstanbullu Hristo Samoğlu’nun, Kayserili Karabaş’ın, Efes Çirkinceli Angela Katrini’nin ve Vrasnolu Muhittin Yavuz’un… Onlarca sene önce emanet bırakılan bir çeyizin sahibinin peşinde Yunanistan’da ve Türkiye’de mübadil ailelerle görüşen Kemal Yalçın’ın kitabında, yolculuğun ikinci bölümü Şirince’den Kavalalı Nizam Atam’ın sözleriyle bitiyor: “Rum kardeşlerimize en sıcak dostluk duygularımızı, gönülden sevgilerimizi sunuyoruz. Onları her zaman bekliyoruz, onlara kucak açıyoruz. Acılarımızı kendi ellerimizle silelim! Çocuklarımı-

za acı ve kin değil; sevgi ve temiz bir dostluk bırakalım. Çirkince barışın, kardeşliğin, dostluğun yeşerdiği toprak olsun!..” Vardır başka satırlarda da elbet, vardır edebiyatta daha Şirince bahisleri, Mara Meimaridi’nin İzmir Büyücüleri ve bilmediğimiz daha niceleri Peki ya bundan sonra? Edebiyatın hak ettiği güzellikte bir Şirince, Şirince’nin hak ettiği güzellikte bir edebiyat olacak mı, olabilecek mi dersiniz?..

İZDERGİ 33


34 İZDERGİ

sev

SAKLI KENTİ

İZMİR’İN

ŞİRİNCE

YASİN AKSU

dam

ız

ŞİRİNCE


İ

zmir her zaman herkese cennet gelmiştir. Yabancı turistler genelde İstanbul’a hayrandır ama ülkemiz vatandaşları bilir ki emeklilikten sonra yaşanılacak şehirdir İzmir.. İstanbul’un kalabalık ve trafik keşmekeşinden uzak, Ankara’nın bürokrasi soğukluğunda ırak.. Bir ön caddeye çıktın mı denize varabileceğinin o güzel hazzını yaşatan şehir. Çimlerde denize karşı oturmanın keyfi, Kordon’da sevgili ile el ele dolaşabilmenin rahatlığı.. Karşıyaka’da midye yemenin tadı.. Konak Kızlarağası Hanı’nda içilen kahvenin hatrı.. Çeşmealtı’nda deniz kenarında dostlarla yapılan sohbetin hazzı..

Fotoğraf: Erdem ÇAKIR İZDERGİ 35


Ama bir yer daha var ki, insana gerçekten huzuru altın tepside sunan, oksijenin ne demek olduğunu hatırlatan, eşsiz manzara ve dinginliği ile bütün günün, haftanın, ayın belki de yılın yorgunluğunu birkaç saat içerisinde silen.. Sabah uyandığınızda size kendinizi rüyada zannettirecek eşsiz bir tabloyu anımsatan doğası ile size kendinizi bulma imkanı sunan bir yer.. Tabii ki Şirince’den bahsediyorum. Hani yılının 21 Aralık’ında Maya Takvimine göre kopacak kıyamette Dünya üzerindeki tek güvenli bölge olan Şirince.. Doğallığın emek ile buluştuğu, bütün bir tarihi ve kültür mozaiğini yansıtan muhteşem cennet Şirince.. Çocukluğunun bir kısmını Şirince’de geçiren Yunanlı yazar Dido Sotiroyo “Benden Selam Söyleyin Anadolu’ya” adlı eserinde “Şu yeryüzünde cennet diye bir yer varsa, bizim Kırkınca-Şirince

36 İZDERGİ

cennetin bir parçası olması gerekir” diyor. Şirince.. İzmir’in saklı cenneti.. Saklı diyorum çünkü İzmir’in buraya yeterince önem vermediğini düşünüyorum. Ne zaman gitsek yoğun bir turist kafilesinin bu eşsiz güzelliği keşfetmeye çıktığını görürsünüz.. “Ege’nin İncisi” İzmir’in incisidir Şirince.. Tarihi, mimari dokusu, leziz çöp kebabı ve gözlemeleri ile köy ürünleri ve en önemlisi ev yapımı sofra şarapları ile meşhur, herkesin görmesi ve tatması gereken lezzetleri ile huzurun merkezi Şirince… Şirince alabildiğine bağ ve bahçe.. yetiştirilen üzümler ve şeftalilerin tadına doyamazsınız.. Hele yetiştirilen üzümlerden yapılan şarapların ünü yurtdışına ulaşmış vaziyette… İnsanları da o kadar bol gönüllüki..

Ürünlerini paylaşmaktan, şaraplarını tattırmaktan asla gocunmaz.. Anlatmakla bitirilebilecek bir güzellikten bahsetmiyorum.. Mutlaka gidip görülmesi, yaşanması gerekir. Şehrin karmaşası ve keşmekeşinden uzak, alabildiğine yeşil, alabildiğine huzur.. Burada tadılacak huzurun tadı dünyalara değişilmez. İnsanların sıcaklığı, misafirperverliği son zamanlarda kentlerde unuttuğumuz duyguları yaşatıyor insana.. Bir insana güvenebilmenin, karşındakine sadece insan olduğu için değer vermenin, çıkar gütmeden bir diyalog kurabilmenin mutluluğu inanın hiçbir şeye değişilemeyecek bir tad artık çoğumuz için. İşte size sunulan huzur, yaşam ve samimiyet. Eğer gelip görmediyseniz, GİTMELİSİNİZ!


Sabah uyandığınızda size kendinizi rüyada zannettirecek eşsiz bir tabloyu anımsatan doğası ile size kendinizi bulma imkanı sunan bir yer.. İZDERGİ 37


38 İZDERGİ


İZDERGİ 39


ÇÖPTEN

GELECEĞİNİ ÇIKARAN

ÇOCUKLAR

Torbasında umut, torbasında insana dair ne varsa

T

ürkiye metropollerinde hemen her sokakta görülen geri dönüşüm işçilerin yaşlarında bir hayli düşüş söz konusu. Çoğunluğu mülteci çocuklardan oluşmak üzere yaşları 7 ile 17 arasında değişen çocuklar günde ortalama saat İzmir sokaklarında çöplerden topladıkları malzemeleri satarak geçinmeye çalışıyor. Türkiye metropollerinde belki de hemen hemen tüm sokaklarda defalarca karşılaşılan ve birçok birey için sıradan hale gelen insanlar onlar. Bazen bir çöpün başında, bazen yorgun düşüp sokaklarda uyurken bazen de arkalarında arabaları umarsızca yürürken görülüyor geri dönüşüm işçileri. Bir çok kişinin “çöpçü”, “hurdacı” veya “eskici” olarak nitelendirdiği ve yanından sessizce geçip gittiği İzmir sokaklarında, gecenin yarısından sabah gün ışıyana ve akşam olana kadar sokakların tamamını dolaşarak, cam şişe, kağıt atık ve demir topluyorlar. 40 İZDERGİ

CİHAN BAŞAK ÇIOĞLU


Yaşanan bir çok şeyin farkında olmayan ve anlamakta zorlanan Basri, memleketinde en çok “bombalanan oyuncaklarını” özlediğini söylüyor. Türkiye’ye geldiği günden bu yana oyuncaklarını çöpten yarattığını söyleyen Basri, çöplerde bulduğu, tahta, demir, şişe gibi malzemelerle oynuyor.

ARTIK ÇOCUKLAR BU İŞİ YÜKLENİYOR

Bir araya geldikleri Basmane’nin arka sokaklarında ise alışılanın aksine son dönemde yeni bir durumun ortaya çıktığı görülüyor. Türkiye’de artan işsizlik ve Ortadoğu’daki savaş ile beraber geri dönüşüm işçilerinin yaşlarında bir hayli düşüş söz konusu. Sokaklardaki konteynırların içerisine dalan veya «eskici-hurdacı» diye bağıran yaşlıların yanı sıra artık çoğunluğu mülteci olmakla beraber yaşları 7 ile 15 arasında değişen çocuklar sırtlarındaki arabalarıyla birlikte hayatını çöpten kazanmaya çalışıyor.

İNSANLARIN BAKIŞLARI

İnsanların «değersiz» gördükleri eşyalarını attıkları çöplüklerde yaşamı ve geleceği arayan geri dönüşüm işçisi çocukların birçoğu, Çevre Şehircilik Bakanlığı›ndan gelen son yasakla birlikte geceleri kağıt toplamaya çıkmayı tercih etselerde aslında onlara daha ağır gelen bir şey var, “insanların bakışları”. Onların tabiriyle “kalbur üstü” olarak nitelendirilen semtlerde kimileri tarafından “insan” yerine dahi koyulmayan bu çocuklar, devlet için ise potansiyel tehlike olarak görülüyor. Bu nedenle bir çoğu yaşlarını ve başına gelebilecekleri umursamadan gece geç saatlerde işe çıkmayı daha uygun buluyor.

İNSANLIĞINDAN SIYRILANLARIN YERİNE KÖPEKLER

İnsanların bakışlarının ve yaşanan tüm olumsuzlukların aksine onlara göre ise «insan» görece bir kavram değil. Herkese olduğu gibi davranan ve nefret duygusu barındırmayan bu çocukların diğer bir özelliği de sokaklarda tanıştıkları ve yanlarından hiçbir zaman eksik olmayan sokak köpekleri. Köpekleri yanlarından hiç eksik olmuyor çünkü insanlığından sıyrılmış olanlardan korkan bu çocukların tek güvencesi köpek dostları. Aynı zamanda da kendileri gibi “sahipsiz” gördükleri tek arkadaşları da köpekleri.

İZDERGİ 41


İnsanların «değersiz» gördükleri eşyalarını attıkları çöplüklerde yaşamı ve geleceği arayan geri dönüşüm işçisi çocukların birçoğu, Çevre Şehircilik Bakanlığı›ndan gelen son yasakla birlikte geceleri kağıt toplamaya çıkmayı tercih etselerde aslında onlara daha ağır gelen bir şey var, “insanların bakışları”.

40 KİLO İLE 20 KİLOMETRE! Sırtlarında günde ortalama otuz kilo ağırlıkla ortalama sekiz kilometre yol yürüyen geri dönüşüm işçisi çocuklar, bunun karşılığında ayda altı yüz milyon civarı bir para kazanıyorlar. Arabaları yer yer 40 kiloya dayanan geri dönüşüm işçilerinin günde yürüdükleri yol ise zaman zaman 20 kilometreye çıkabiliyor. Bir çoğu hayatında hiç eğitim görememiş iken okumayı sokaklarda öğrenen bu çocukların, bir kısmı ise maddi zorluklar ve savaş nedeniyle eğitimlerini yarıda bırakmış. İzmir’de toplanma yerleri Basmane’nin arka sokakları olan geri dönüşüm işçisi çocuklar, genellikle Kadifekale’de ve Hilal Mahallesi’nde yaşıyor. Barınma 42 İZDERGİ

sıkıntısı yaşayan bazıları ise yaz aylarında sokaklarda kalırken, kış aylarında ise zorluklarla yaptıkları kulübelerde yaşıyor.

‘BİRBİRLERİNDEN BAŞKA TUTUNACAK KİMSELERİ YOK’ İbrahim ve Ali savaş nedeniyle Halep›ten Türkiye›ye göç etmek zorunda kalan iki kardeş. İkisi de çok fazla Türkçe bilmiyor. Biri 17 diğeri ise 13 yaşında olan İbrahim ve Ali sabah evlerinden çıkarak her gün 14 saatini İzmir’in dört bir yanındaki sokaklarda geçiriyor. Onlar hayatlarını idame ettirebirmek için karton, şişe veya geri dönüşüme uygun tüm malzemeleri toplamak zorunda. Birbirlerinden başka tutunabilecekleri kimseleri olmadığını söyleyen İbrahim, «Sabah ›da çıkıyorum 14 saat çalışıyorum. Kağıt ve şişe


topluyoruz. Orada okula devam ediyordum. Anne ve babam Suriye’de. Burada bir evimiz var. Zorluklar içerisinde yaşamaya çalışıyoruz” diyor.

‘DENİZ BİZE YASAK’

1 yıl önce Halep’ten İzmir’e gelen 20 yaşındaki Muhammed ise 8 yaşındaki kardeşi Basri ile birlikte gece yarısı çöplerin yolunu tutuyor. Halep’te öğrenciyken savaş nedeniyle eğitiminin yarıda kaldığını söyleyen Muhammed, “Güzel bir hayatımız vardı en azından mutluyduk. Hepsi havaya uçtu. Evimde havaya uçtu. Annem babam Suriye’de kaldı herşeyimiz bitti” dedi. Kardeşi ile birlikte Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldıklarını ve burada geri dönüşüm işçiliği yaptıklarını söyleyen Muhammed, saat boyunca topladıkları malzemeleri Basmane’deki depolara götürdüklerini ve kilo için 20 lira kazandıklarını söyledi. Kardeşi ile birlikte günlük ortalama lira kazanabildiklerini söyleyen Muhammed, İzmir’de yaşamalarına rağmen geri dönüşüm işçisi olmaları nedeniyle zabıtalar tarafından sahile sokulmadıklarını söyledi. “Deniz ve Alsancak bize yasak” diyen Muhammed, “Kaç defa arabamıza el koydular. Bir de dövüyorlar” diye konuştu.

‘ÇÖPTEN OYUNCAK YARATABİLİYORUM’

Muhammed’in 8 yaşındaki Basri ise ağabeyi gibi 20 kiloluk arabasını sırtalayarak sokaklarda çalışıyor. Yaşanan bir çok şeyin farkında olmayan ve anlamakta zorlanan Basri, memleketinde en çok “bombalanan oyuncaklarını” özlediğini söylüyor. Türkiye’ye geldiği günden bu yana oyuncaklarını çöpten yarattığını söyleyen Basri, çöplerde bulduğu, tahta, demir, şişe gibi malzemelerle oynuyor.

İlkokul eğitimine yeni adım attığı sırada zorla terk ettiği memleketinde eğitimini de yarıda bırakan Basri’nin, atık kağıt ve karton toplamaya gittiği Sevgi Yolu kitapçılarının kitaplarına ise ilgisi büyük. Okumayı tam anlamıyla sökemeyen Basri Türkçe kitapları anlamasa da resimlerine bakarak anlatılanı çözmeye çalışıyor. Geri dönüşüm deposuna göndereceği her kitabı ise depoya teslim etmeden kendisi inceliyor.

‘YAŞITLARIM GİBİ EĞİTİMİME DEVAM ETMEK İSTİYORUM’

Herkese olduğu gibi davranan ve nefret duygusu barındırmayan bu çocukların diğer bir özelliği de sokaklarda tanıştıkları ve yanlarından hiçbir zaman eksik olmayan sokak köpekleri.

Halep’ten gelen 14 yaşındaki Aziz’in de durumu diğerlerinden farksız. “Hurda, karton toplayıp yaşamaya çalışıyoruz” diyen Aziz de günde ortalama saat çalıştığını söyledi. Alsancak, Çankaya, Basmane başta olmak üzere her bölgeye gittiklerini söyleyen Aziz’in en büyük korkusu ise zabıtalar. “Arabamı alıyorlardı. Bir de dövüyorlar tabi” diyen Aziz, yaşıtları gibi eğitimine devam etmek istediğini söyledi.

İZDERGİ 43


1

3

2

4

Kendinizi huzurlu hissettiğiniz bir yer söyler misiniz? Kendimi en huzurlu hissettiğim yer ailemin yanı. Sevdiğiniz birini Ege’de ağırlayacak olsanız nereye götürürdünüz? Özel olarak birbirinden ayıracağım bir yer olursa diğer yerler içinde kalır. Ege’nin yeri çok başka…

İzmir’in en sevdiğiniz özelliği nedir? İzmir’de en çok insanların rahatlığını seviyorum.

İzmir’in en sevmediğiniz özelliği nedir? Sevmemek demeyelim ama bazen bir yere giderken tabelaları takip ediyorum ve birden tabelalar ortadan kayboluyor. Sanki

bizden buraya kadar gerisi sizin olağanüstü yön bulmanıza kalmış der gibi:)

5

İlham aldığınız kimse var mı? Muhakkak vardır. Çocukluğumdan beri dinlediğim türkülerin şarkıların ya da izlediğim filmlerin içinde bilinçaltıma attığım beni besleyen sanatçılar muhakkak vardır. Ama şu şu diyemem.

Halil Sezai

Çok sevdim bee

44 İZDERGİ


6

Favori sanatçınız kim? Favori bir şarkıcım yok ama yorumuna bayıldığım şarkı söylerken ruhunu hissettiğim yerli ve yabancı birçok şarkıcı var.

7

Hatırladığınız en kötü anınız nedir? Buna ne kadar kötü denir bilemiyorum hayatta insanların ömrü kötü çok kötü anılarla dolu olabiliyor. Ama yine de bende hala utanma duygusu oluşturan bir anım var. Üniversitenin ilk yıllarında bir arkadaşım bir kafede şarkı söylüyordu. Onu dinlemeye gitmiştim. Beni bir ara çok güzel şarkıları ve sesi var diye sahneye çağırdı. Nezleydim ama dinleyenler alkışlayıp sahneye çıkmamı isteyince kendimi birden sahnede buldum. Şarkının bir yerinde ‘hmm hmm’ diye nidalarda bulunmam gerekiyordu ancak burnumda garip minik volkanik patlamalar olduğunu hissettim. Acemiliğinde verdiği güçle bir şey olmaz dedim ama baya burnumda minik başlayan baloncuk kocaman bir baloncuğu dönüştü ve yüzümde patladı. Yine de şarkıyı bitirdim. Herkes alkışladı ve kimse bir tepkide bulunmadı. Ben dışarıya çıktım ve çıkar çıkmaz arkamdan hunharca güldüler. Bir daha uzun süre geçmedim o kafenin oradan. Olsun insanlar yine de çok kibar ve anlayışlıydı sonuçta yüzüme de gülebilirlerdi. Hayatta iyi kalpli insanlar da varmış demeden edemiyorum hatırladıkça.

8

Defalarca izleyebileceğiniz film var mı? Moulan rouge ve Hacivat Karagöz neden öldürüldü

9 10

En son hangi kitabı okudunuz? En son Ayşe Kulin’in Nefes Nefese kitabını okudum.

Hayvan besliyor musunuz? 14 tane tavuk, 6 horoz, 2 ördek, 2 köpek, 2 kedi ve 2 ayrı akvaryumum var evimde.

11 12 Hepsi.

Uzun romanlar mı kısa öyküler mi?

Köşe yazılarını takip ediyor musunuz? Hayır hiçbir gazeteyi ve hiçbir köşe

yazarını takip etmiyorum.

13

Kötü bir özelliğinizi söyler misiniz? En kötü özelliğim hiç kötü özelliğim olmaması ssdfdssf:)))) Bunu beni tanıyan insanlara sormak lazım. En iyi onlar söyleyebilir iyi ve kötü özellikleri. Ben bunu bilemem.

14

Parasız kaldığınız oldu mu? Hayatım boyunca az ile yetinmeyi bildim. Para hayatımın merkezi olmadığı için olsa da olmasa da bunu umursamadım. Ama olmadığı zamanların olan zamanlardan daha fazla olduğunu söyleyebilirim soruya cevaben.

15 16

Başınız hiç kanunlarla belaya girdi mi? Sizce?? :)) Okulu sever miydiniz? Bu hangi okul döneminden bahsettiğinize göre değişir. İlkokulu sevmezdim ama ortaokulu severdim mesela. Liseyi hiç sevemedim ama üniversitede tekrar oku deseler koşa koşa okurdum.

17

Bağımlılıklarınız var mı? Somut olarak sigara bağımlısıyım. Soyut olarak sevgiye ve aşka bağımlıyım…

18 19 20

En sevdiğiniz yemek nedir? Annemin yaptığı bütün yemekler.

En büyük korkunuz nedir? Sevdiklerimin başına bir şey gelmesi fobim var. Gün içerisinde en çok neye zaman ayırıyorsunuz? Gün içinde boş ve bol vakit varsa hayvanlarımla toprakla uğraşmayı severim. Yemek yapmayı severim. Kitap okumayı severim.

21

Takip ettiğiniz dergilergazeteler var mı? Mizah dergileri dışında hiçbir gazete ve dergi almam.

22

Takip ettiğiniz twitter fenomenleri, facebook hesapları var mı? Twitter kullanan biri olarak takip ettiğim insanlar var tabi ki. Facebook kullanmayalı 6 yıl oluyor. Hesaplarım ne durumda onu bile bilmiyorum.

23

Başka bir çağda dünyaya gelme şansınız olsaydı ne seçim yapardınız? Dünya ya baktığınızda insanoğlunun insana hayvana ve doğaya saygılı olduğu çok az zaman dilimleri görürsünüz. Hırsın kompleksin olmadığı bir çağ varsa alın götürün beni oraya…

24 25 26

Dünyadan ümidiniz var mı? Yok.

Memleket nasıl kurtulur? Paylaşmayı öğrenemeyen hiç bir millet kurtuluş beklemesin. Dünyayı yönetseydiniz ilk neyi değiştirirdiniz? O kadar çok şeyi değiştirmek isterdim ki. Ama bunun için insan üstü güçler lazım.

27 28 29

İzmir’i yönetseydiniz ilk neyi değiştirirdiniz? Tabelaları J Tam 35 mi, 35 buçuk mu? Buca

Yüklü miktarda kaybolmuş para bulsanız ne yaparsınız? Sahibini arardım. Kesin başım derde girerdi. Bundan da film filan yapardım alnımın teriyle daha çok para kazanırdım:)

30

Şanslı mısınız yoksa şanssız mı? Dönem dönem değişen bir durum ama genel anlamda meleklerimin beni koruduğuna inananlardanım.

31

En beğendiğiniz fotoğrafınız hangisi? Oluyor ara ara ne güzel foto dediğim. Arayıp siz bulun bana da gönderin:)

32 33 34 35

Beğenmediğiniz fotoğrafınız var mı? Çoookk hayır gönderemem J En sevdiğiniz kelime? İçinde sevgi geçen bütün kelimeler. En nefret ettiğiniz kelime? Sıkkıntı yok reizzz.

Yaşamınızdaki son sözünüz bu olacak olsa, ne demek isterdiniz? Çok sevdim bee İZDERGİ 45


PATİTONE “Sanatçıyı biraz üzen şehirdir İzmir, biraz emekli biraz köftehor ama yine de iyidir.” 46 İZDERGİ

‘HAL Mİ

KALDI

MEMLEKETTE?’


Asya Yaşarikiz - Gitar vokalde Ertan Elmalık, basgitarda Özgür Ercan ve davulda Sedat Yalınkılıç’tan oluşan PatiTone müzik grubu, son yıllarda şehrin önde gelen Blues, Funk, Soul&Rock’n’Roll gruplarından. Grup üyeleri ile müzik ve İzmir üzerine konuştuk. PatiTone ne zaman kuruldu, nasıl tanıştınız? Ertan: Fikir aslında yılında oluştu. O zamanlar başka gruplarda sadece gitar çalıyordum. Temmuz ayında hayalini kurduğum projeyi gerçekleştirmek için Facebook’ta bir sayfa açtım ve evdeki kedilerin tehditleri ile grubun adı PatiTone oldu. Özgür ve Sedat’la daha önce de birlikte çalışmıştık. Provalar, repertuar falan bir altı ayımızı aldı. Bilinen ama daha önce pek çalınmayan parçalardan oluşan bir repertuarımız var; Jimi Hendrix, Steve Ray Vaughan, John Mayer,Gary Clak Jr çaldıklarımızdan birkaçı. Nerelerde çaldınız bu zamana kadar? Hep İzmir’deydik. PatiTone aslında Mavi Bar’da başladı diyebiliriz.

“Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor gibiyiz.”

Isınma döneminden sonra Drunkn’ Duck Bar ve şu anda Kaybedenler Kulübü. Müziğe ne zaman, nasıl başladınız? Ertan: Müziğe, babamın Sony marka teybi ve kocaman kabinlerinde (tabi bana o zaman büyük geliyordu) sesi açıp mahalleye şarkılar çaldığı zamanlarda başladım diyebilirim. Hep davul çalmaktı hayalim. Sonra 70’lerin sonuydu, kaset teyp zamanları… İlk kasetimi bir yüzü pop diğer yüzü rock and roll olsun istemiştim. Kasetçi de kafasına göre doldurmuştu. Bill Haley, Elvis, Chuck Berry, Little Richard, 50’ler 60’lar beni o zaman baya bir büyülemişti. Diğer taraftan, Abba,Bee Gees,Bony M, sonra Deep Purple, Led Zeppelin, Emerson Lake and Palmer, Pink Floyd derken 83’te ilk gitarımı bir eskiciden alıp gitarla tanıştım. Özgür: Müziğe ortaokul yıllarımda flüt çalarak başladım. Daha sonra mandolin gitar ve en son bas gitar olarak devam etti. Ancak profesyonel müzik hayatıma, yani bu işten para kazanmaya üniversite yıllarında başladım.

Sedat: Ortaokul yıllarında yoğun bir şekilde müzik dinlemeye başladım. Devamlı yeni tarzlar ve yeni müzikler keşfetmeye başlamıştım. Tabi o zamanlar müziğe tek tuşla ulaşılamıyordu şimdiki gibi. Kasetçilerden liste yaptırmalar sonrasında cdciler türemiş, derken mp3 gitgide kolaylaşmıştı. Lise yıllarında gitar çalan bir arkadaşım vardı, Emre. Kendisi koyu bir Nirvana hayranıydı, ben pek sevmezdim Nirvana’yı ama zaman zaman dinlerdim onunla. Ritme karşı içimde bir istek olduğunu keşfetmem uzun sürmedi tabi. Derken Emre sayesinde stüdyo ile tanıştım o sıralarda. Müzik dinlemeye çok küçük yaşta başlamıştım ama o zamanlarda enstrumanistlik eğilimim hiç yoktu sadece çok iyi bir dinleyiciydim. Emre ile stüdyoya giriyorduk zaman zaman, ben solak olduğum için ilk zamanlar davul çalmakta güçlük çektim, sonra davulu tersine çevirip çalmaya başlamıştım böylesi tam da rahatlatmıştı beni ve her şey yerli yerine oturmuştu. Zaten zahmetli olan bu

İZDERGİ 47


enstrümanı daha da zahmetli hale getirmiştim, ders aldığım hocalarım beni bu yüzden hiç unutmazlar. Ayhan Öztoplu’ya buradan selamlar, az kahrımı çekmedi. :) yıllarında 9 Eylül devlet konservatuarında tanıştığım arkadaşlarımla beraber napoliten, çigan ve jazz standartları çalmak için bir grup kurduk ve böylece artık günümüze kadar yapmaya çalıştığım müzisyenliğe ilk adımlarımı atmıştım. İzmir’in müzik piyasası ne durumda, eksik gedikleri neler?

Ertan: Son sene içinde çok fazla canlı müzik mekanı kapandı ya da format değiştirdi. Mekânlar popüler ne ise ona yöneliyor. Eskiden canlı müzik yapılan yerler artık club dj müziği yapıyor ve bu yüzden müzisyenler çalacak mekân bulamıyor. Gruplar da genelde çok tutulan repertuarlarla hayatta kalmaya çalışıyor. Jazz, deneysel ya da alternatif müziklerin çalındığı mekân yok gibi Özgür: İzmir ‘de müzik yaparak geçiminizi sağlayabileceğiniz yerler sadece barlar. Eksiklik sadece

İzmir’den kaynaklanmıyor. Genel olarak insanları alım güçleri azaldıkça ilk tasarruf edilen yer eğlence sektörü oluyor. Bu nedenle sadece İzmir’de değil bütün Türkiye’de müzik piyasasında ciddi sıkıntılar var. Ülke genelinde yaşadığımız binbir türlü olayları saymıyorum bile. Sedat: İzmir müzik piyasası durgun tabi ki ve ülkenin içinde bulunduğu durum geldiği nokta pek vahim. Sadece İzmir için değil tabi bu durum. Bitmek bilmeyen zamlar, vergiler herkesin belini bükmüş kimseyi hareket ettiremez duruma getirdi. Ne zaman yas tutacağımız da belli olmuyor tabi bizim, her an her şey olabiliyor. Sanatçının kaderi

İzmir için özellikle bahsedeceğim eksiler, canlı müzik yapılabilecek mekânların sayısının az olması, akustik durumlarının pek uygun olmamaları ve ses sistemlerinin yetersizliği ve bu ses sistemleri ile ilgilenen kişilerin olmamaları ya da bilgisiz ve yetersiz olmaları büyük sıkıntı tabi ki. Bir de bunlara işletmecilerin ücret politikaları eklendi mi tadından yenmiyor tabi ki. Zaten az olan ücretlerin verilmemesi ya da geç verilmesi içinde bulunduğumuz piyasanın bazı eksileri. Tabi bu eksileri yaşatmamaya çalışan ve İzmir›in canlı müzik piyasası için direnen nadir ve kaliteli işletmeler de mevcut. Bir de dinleyicilerimizin az olma sorunsalı var. PatiTone grubu olarak müslüman mahallesinde salyan… Neyse… Program öncesi şarkılarınızı seçerken daha çok dinleyici beğenisi mi, kendi tercihlerinizi mi ön planda tutuyorsunuz? Nasıl oluyor şarkı seçimleriniz? Özgür: Şarkıları seçerken genelde tarzımıza uygun şarkıları seçmeye çalışıyoruz. Bu beğenilir mi beğenilmez mi diye sorgulamıyoruz. Kendimiz beğenip de güzel çalabildiğimiz şarkıları zaten herkes beğeniyor. İzmir’de takip ettiğiniz müzisyen ve gruplar kimler? Özgür: Takip ettiğimiz özel gruplar ya da müzisyenler yok. Ancak İzmir’de bu işi yapan neredeyse bütün grupları tanıyoruz. Birçoğu da yakın dostlarımız. Kendinize ait besteleriniz var mı? Ertan: Beste eskizleri ve fikirleri var. Üzerinde çalışıyoruz. Özgür: Beste denebilecek düzeyde değil ama denemelerimiz var. Bir an önce üstüne düşüp onlara çeki düzen vermek istiyoruz. Blues, Funk, Soul&Rock’n Roll yapıyorsunuz. En çok kimlerden etkileniyorsunuz? Ertan: Benim etkilendiğim Blues müzisyenleri Jimi Hendrix, Stevie Ray Vaughan, Freddie King, Albert King, Muddy Waters, Matt Schofield, Albert Collins, Ray Charles, BB King ve daha say say bitmez Çok iyi gitarist ve gruplar var. Seni alıp bir yerlere götürür. Hepsi birer kitap gibi. 48 İZDERGİ


Özgür: Lise yıllarında Pink Floyd’un bütün albümlerini alıp dinlerdim. Beni en çok etkileyen grup o oldu. Bir kitap okudum, bir film izledim, albüm dinledim hayatım değişti diyebileceğiniz bir sanat ürünü var mı? Ertan: İlk zamanlar Jimi Hendrix’ten çok etkilenmiştim. Özellikle Band of Gypsys albümü. Sedat: Öyle hayatımı değiştirecek bir film ya da şarkı vb. olmadı ama tabi ki çok etkilendiğim filmler oldu seyrettiğim. Bunlardan bir kaçı şöyle; Schindler list, English patient, Artificial Intelligence, Interstellar aklıma gelenlerden bazıları. Bu aralar takıldığınız şarkı, albüm, soundtrack? Ertan: Son zamanlarda ders niyetine modern blues gitarcılardan olan Matt Schofield dinliyorum. Özgür: Electro Deluxe adlı grubu bu aralar çok dinliyorum. Sedat -Bir yığın var ve dönem dönem değişiyor. Sürekli karıştırıyorum. Yeni eski ya da tarzı fark etmiyor, kafama göre takılıyorum. Müzik dışında neler yapıyorsunuz? Ertan: Şu sıralar pek olmasa da studio mix mastering ve diğer mesleğim olan elektronik lambalı amfi pedal vesaire işleriyle uğraşıyorum. Bir de kendime bir gitar yaptım, ufaktan bir luthierlik’e giriş oldu sanki. Özgür: Müzik dışında en sevdiğim şey bisiklete binmek. Hem spor hem seyahat hem eğlence. Bundan daha keyfli bir şey olamaz. Sedat: ’ten beri bir elektronik firmasının ar-ge bölümünde çalışıyorum, bir de fotoğraf işleri var. Üründür kıldır yündür bazı şeylerin fotoğrafını çekiyorum. Kimini para kazanmak kimini de zevk için İzmir’in sevdiğiniz ve sevmediğiniz yanları neler? Ertan: Arkadaşlarım, alışkanlıklarım, işim, hepsi burada.

Köyümü seviyorum :) Sevmediğim tarafı da İstanbul ve Ankara’ya göre tembel ve biraz heyecansız oluşu sanırım. En azından müzik camiasının öyle olduğunu düşünüyorum. Özgür: Bir İzmirli olarak İzmir’in sevmediğim bir yanı yok. Bir tek kaygı var. İzmir çok hızlı büyüyen bir şehir. Bunu yükselen gökdelenlerden anlayabiliyoruz. Umarım İstanbul gibi yaşanamayacak, kaynakları tükenmek üzere olan bir şehir haline gelmez. Son zamanlarda pek bir yoğun ama yine de İzmir’de ulaşım rahat, doğduğum yer olduğundan da olsa gerek her zaman farklı bir şehirdir, gerek insanı gerek havası ile. Sanatçıyı biraz üzen şehirdir İzmir, biraz emekli biraz köftehor ama yine de iyidir. En güzel soruyu sona sakladım. Ne olacak bu memleketin hali? Ertan: Ben de size sorayım; hal mi kaldı memlekette? Özgür: . Şu anda Türkiye’de kimse önünü göremiyor. Hepimiz çok endişeliyiz. Belki birçoğumuz farkında değiliz ama ülkemizin doğusunda ciddi bir savaş var. Ve bu savaş sona erene kadar birşey söyleyebilmemiz mümkün değil. Sedat: Umutsuz.

Son sene içinde çok fazla canlı müzik mekanı kapandı ya da format değiştirdi. Mekânlar popüler ne ise ona yöneliyor. Eskiden canlı müzik yapılan yerler artık club dj müziği yapıyor ve bu yüzden müzisyenler çalacak mekân bulamıyor.

İZDERGİ 49


İzmir’de otoriteyi temsil eden

antik eser yok? Çünkü…

“Şöhret için tapınak yakan adam Efesli’dir. Roma imparatorlarının ev gibi kullandığı kütüphane nerede mi? Efes’te. Tarihin akış yönünü değiştiren filozoflar ve bilim adamları yaşamış bu antik kentte.”

Fotoğraflar: Metin TÜRKOĞLU

İ

zmir Masalları programının hazırlayıcısı ve sunucusu Semra İğtaç ile, İzmir’in tarihini, günümüzü, mitolojide ve masallarda İzmir’in yerine dair sohbet ettik. Öğrendik, şaşırdık, hayıflandık. Semra İğtaç, kendisini kısaca şöyle anlatıyor, “TRT, yerel ve ulusal televizyonlarda çalıştım. TRT Kent Radyosu İzmir’de Ocak ayından bu yana İzmir Masalları ismiyle haftalık program yapıyorum. Belgesel metin yazarlığı da yapıyorum. TRT’de ve yerel kanallarda yayınlanmış belgesellerim var. ‘Tutsaklığa Tutkun’, ‘Bir Tutkudur Mermer’, ‘Mavi Yolculuk’, ‘Karantinalı Destina Atilla İlhan’sız’, ‘Mavinin İsyanı’, ‘Tarihin Sessiz Tanığı Agora’, ‘Eller’, ‘70’inde Mesela Zeytin Dikeceksin’ bu belgesellerden bir kaçı. Belgesellerin içinde çeşitli ödüller alanlar da oldu. Uluslararası Ankara Film Festivali’ne finale kaldım. İzmir Gazeteciler Cemiyeti Hasan Tahsin Gazetecilik teşvik yarışmasında Mavi Yolculuk belgeseliyle 2.’lik aldım.”

Tüm bu birikimlerini İzmir Masalları’nda, İzmir’in çok zengin tarihinin her seferinde bir sayfasını aralayarak, olayların, efsanelerin ve isimlerin peşinde izini sürdüğünü dile getiren İğtaç, “Victor Hugo, Lacaptif şiirinde, ünü Batı’ya yayılan İzmir’i bir prensese benzetir. Heredot’un deyimiyle de İzmir’in yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzünün altında ve en güzel iklimlerinde kurulduğunu biliyoruz. Aydaki adını Smyrnalı Theon’dan alan Yaşlı Theon Krateri’nden (Theon Senior Crater) söz etmeliyim. İzmir doğumlu matematikçinin ismi aydaki çok büyük bir kratere verilmiş. Haberim yoktu. Şaşırdım. Her programda İzmir’in sürpriz bilgileri ile karşılaşıyorum. Hem öğreniyorum. Hem de büyük bir keyifle aşkla dinleyicilerimle paylaşıyorum” ifadeleriyle her programında öğrendiğini ve öğrettiğini belirtiyor. 50 İZDERGİ


Prof. Dr. Recep Meriç Heykeltraş Ekin Erman’la MİTOLOJİ BİZE YAŞAM BİLGELİĞİ KAZANDIRIR

İzmir’in tarihi bilgilerini mitoloji ışığında anlatmaya çalıştığını söyleyen Semra İğtaç, “Çünkü mitoloji ve sembol bize yaşam bilgeliği kazandırır. Yaşamı daha derin deneyimleme olanağı sunar. Mitolojisiz olmaz ki. Bir kere hayatımızdan mitolojiyi çıkarırsak müzelerde eser, tarihi yerlerde de yapıt kalmaz. Mesela, Lidya’da Giges adında bir çoban varmış. Bir gün sürüsünü gezdirirken deprem olmuş ve dağın kenarında bir mağara ortaya çıkmış. Mağaraya girince

dev tunçtan atın yarılmış karnında yüzüklü bir el görmüş. Gidip almış, yüzüğü takmış. Çobanlar toplantısına katıldığında yüzüğü çevirince görünmez olduğunu fark etmiş. Çobanlar etkilenip onu saraya gidecek ulak olarak seçmişler. Giges, saraya gidince yeni gücünü kullanıp kraliçenin aklını çelmiş ve onun yardımıyla kralı öldürmüş. Böylece Lidya’nın yeni kralı olmuş. Görünmezlik yüzüğü efsanesi de insanların otoriteden muaf olduklarında gücü şahsi çıkarları için nasıl kullandıklarını anlatıyor. Bu efsane bize dürüst olmamanın ardındaki dürüst gerçeği gösteriyor. Medyanın siyaset ve bürokrasi üzerinde sivil bir denetim oluşturması için görünmezlik yüzüğünü takmasına izin vermemesi gerekiyor. Yerel ve ulusal medya ne kadar güçlü ve bağımsız olursa otorite o kadar şahsi emellerini gerçekleştirmeye cesaret edemez” diyerek örnekle açıklıyor bile.

Tarihin bilinen ilk reklam kampanyasının yapıldığı yerin Efes olduğu bilgisini hatırlatan İğtaç, “Şöhret için tapınak yakan adam Efesli’dir. Roma imparatorlarının ev gibi kullandığı kütüphane nerede mi? Efes’te. Tarihin akış yönünü değiştiren filozoflar ve bilim adamları yaşamış bu antik kentte” diyerek Efes’e dair önemli anekdotlar aktarıyor.

İZMİR’DE NEDEN OTORİTEYİ TEMSİL EDEN ANTİK ESER YOK?

Programda farklı konu başlıkları olduğunu ve her programda bir sorunun cevabını aradıklarını hatırlatan Semra İğtaç, “Mesela, Homeros İzmirli midir sorusunun cevabını aradık, elbette İzmirlidir. İzmir tarihine dair sorular sorduk ve yanıtlarını aradık. İzmir hangi mücevher taşına benzer? İzmir kaç yaşında? İzmirliler yıldır neden özgür bir yaşam sürdürüyorlar?

Smyrna Antik Kenti Kazı Başkanı

“Victor Hugo, Lacaptif şiirinde, ünü Batı’ya yayılan İzmir’i bir prensese benzetir. Heredot’un deyimiyle de İzmir’in yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzünün altında ve en güzel iklimlerinde kurulduğunu biliyoruz.”

İZDERGİ 51


İzmir’de neden devasa otoriteyi temsil eden antik eserlere rastlamıyoruz? İzmir binlerce yıl boyunca demokrasi kültürünün beşiği olmuş. Çok kimlikli, çok dinli, çok kültürlü, çok özgün yapısı, tarihinde var. Bu yüzden siyasi ve dini otoriteyi temsil eden yüksek yapılar da yok. İstanbul’un Ayasofya’sı, Topkapı Sarayı var ama İzmir’in yok. İzmir’in kalbine saplanmış çift hançer şeklinde görünen Folkart, İzmir’in tarihi köklerine aykırı bir yapı” gibi günümüzle de ilişkilendiriyor mitolojiyi. Radyo programında anlattığı şeyleri kendi keşfi gibi göstermediğinin altını çizen İğtaç, “Bölgede üniversitelerde görev yapan değerli bilim insanlarının bilgilerini aktarıyorum. Onların önerisiydi. ‘Efsaneleri yaşarmışçasına anlatıyorsunuz, tarihi sevdiriyorsunuz, kitaplaştırmalısınız’ dediler. programımda ayrı konuyla İzmir’in tarihini şiirsel, öyküsel ve masalsı yönüyle buluşturduk. Önümüzdeki dönem de tüm bu çalışma İzmir Masalları adında bir kitaba dönüşecek” diyerek kitabın çalışmalarına başladığı müjdesini veriyor. 52 İZDERGİ

SİZ KAÇINI GÖRDÜNÜZ?

“Programınızı dinleyenlere, İzmir’i sevenlere ve İzmir’i yönetenlere çağrınız nedir?” sorumuzu ise Semra İğtaç, “Somut önerilerim var. Bu kenti yönetenlere büyük görev düşüyor. Güzel çalışmalar yapılıyor. ‘İzmir Tur’ güzel bir çalışma. Ancak bu çalışmanın temelinin sağlamlaştırılması gerekli. İzmir’in tarihi araştırmalarını konu edinen daha çok yayına, daha çok sempozyuma ve kent tarihi çalıştaylarına ihtiyaç var. Bu etkinlikleri İzmirlilerle buluşturmak da yerel yönetimlerin görevi. Karabel Geçiti’ndeki yaşındaki en eski Ege kralı Tarkasnawa anıtının korunması ve halkla kucaklaşması lazım. İzmir’in anıt ağaçlarının tanıtımı da şart. Türkiye’nin gövdesi en büyük ağacı ‘Aslan Kavak’ İzmir’de. Beklentilerimiz saymakla bitmez. Kent sevdalılarına da çağrım var. Onları tarihin sayfalarını aralarken görmek istiyorum. Şirince’yi hala görmediyseniz, böyle bir tarihi dokunun ve güzelliğin bozulmamış olmasına inanamayacaksınız. İnanın nutkunuz tutulacak. Bir an önce planınızı yapın. Çok uzak değil İz-

mir’in göbeğinde ki Yeşilova Höyüğü ziyaretçi merkezine hala gitmediniz mi? Bu merkezin dünyada benzeri yok. Ya da çocuklarınızı hala Kültürpark’taki İzmir Tarih ve Sanat Müzesi’ni gezdirmediniz mi? Orada İzmirli Ozan Homeros’un heykeli var. Halikarnas Balıkçısı İmbat serinliğinde der ki ‘Yamanlar dağında birbirine yakın şehirler vardı. İyi ki o zaman memleketten memlekete pasaport alınmıyordu. Çünkü uzun boylu bir adam şehrin ortasına yattı mıydı, ayakları komşu şehre uzanacağı için, ayaklarına ayak pasaport almak gerekliydi.’ İzmir’in her yeri antik izler taşır. İzmir’de nereye gidersek gidelim antik kente rastlamadan 10 kilometre geçemezsiniz? Siz kaçını gördünüz?”

“Aydaki adını Smyrnalı Theon’dan alan Yaşlı Theon Krateri’nden (Theon Senior Crater) söz etmeliyim. İzmir doğumlu matematikçinin ismi aydaki çok büyük bir kratere verilmiş.”


DENİZ DOĞA N

E

l sürülmemiş güne karşı durdum.

“Uyandım bir sabah gibi değil, öyle değil Nasıl yürür özsu dal uçlarına Ve gün ışığı sislerden düşsel ovalara” Deniz uyanmamıştı daha, uzaklarda bir kuş sürüsü, yaz bitiği günde düşmüş göç yoluna. Sakarmekeler, küçük ayaklarıyla [V]eda çiziyor uyur denizin yüzüne. Şu, yekbaşına balıkçıl -beton yığını olacak reklam panolarında sırıtan albenisiz beyazlığıyla- kalakalmış. Şu, sığ suya sığmaz pelikan -çarpa çarpa binalara- gömmüş başını suya. Her şey, senin soluğun olmazken de, örüyor bir başına şiirini. Sevinirdin kuşkusuz buna. “Beni sorarsan, Kış işte Kalbin elem günleri geldi Dünya evlere çekildi, içlere” Ansızın çekilmişse kuyulardan sular, ne vakit gücenip bir dizeye dayansam, birbirini dendenleyen zamandan şiirine aksam, yaşadığını görür, gönenirdim. Bir sitemsiz gidişti, hiç duymadım sesini, tanışamadım. Ama oradaydın bilirdim. İstermişim oysa “sana büyük caddelerin birinde rastlasam elimi uzatsam tutsam götürsem” Anlatır mıydın kadifeye sarıp öfkeni, sezdirmeli incinmişliğini, yumruk gibi bilincini. ‘Kadın’ değil de niye ‘bayan’ dendiğini, hoşgörünün niye üst perdeden tınladığını? Niye içerilerde hep “aile yerimiz bulunur?” Bir koza dönecekken kelebeğe, niye keserler ipliğini?

İNCEDEN İNCE

Gülten AKIN’a Niye, niye diye her has şair gittiğinde bir küsme gelir içime oturur Kuş ölüleri avuçlarımda, demir külçe ayaklarımda. Sitem etsem kime? İlle öfkelensem neye? Muktedirin o belagatli görünen lugatine, her kelimenin ardında sırıtan tıynete, yüklendiği zorlama mananın gerisinde bağır bağıran niyete, nerden baksan dibine kadar hamasete

Sonra, durulur mırıldanırım: Nasıl ve nerden, bilmeyeceksin/ Bir bekleyiş bir unutuş bir efkar/ Sonra yeniden yeniden/ Yeni baştan kızaracak elmalar Varlığıyla dünyamı kamaştıran şairim! Sözünün hikmeti silinmez. Her gözü değenin, inceliğine vurulduğu şiirin, “yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce“ de, sonra da hep tedavülde. Vuracak yüzüne yüzüne; fincancı katırları ürküverse, bir telaştır alacak siyaset erbabını. Haşmetinin yerle bir olacağından ölesiye korkacaklar. O sebepten kırık cam önünde sulanırken sardunyalar, sokakta kan pıhtılaşır gibi toplaşırken insanlar, mapusta gün birikirken ilmek ilmek, bir evin tüm odaları dahil, kadınlık hallerine hemhal olursa erkek, Bir yenilmişliğin kıyısında değil asla, çocuğun, kadının, erkeğin, erk’in, cümle tabiatın ortasında; söylenecek şiirin bir avazda: “bağışladığın özgürlüğe/ yeğdir biçtiğin zından/ sonsuz güzelleşecek dünya/biz kurduğumuz zaman.” Hepsi Gülten Akın’dan

İZDERGİ 53


DARBE ÖNLENMEDİ Mİ?

OHAL KİM İÇİN?

Hak Bilmek İçin, Hukuk Bilmek Gerekir mi?

15

Temmuz darbe girişimi. Ardından olağanüstü hal ilanı ve nihayet olağanüstü hal kararnameleri dönemi. Toplam 41 yılını OHAL’de geçirmiş bir ülke için yabancısı olunmayan bir süreç. 15 Temmuz akşamı darbe girişimi yaşanırken farklı duygular ifade eden arkadaşlara “ Bütün darbeler halka karşıdır. Onların altında hep biz kalırız.” demiştim. Bu yanıt, bir bilgenin yanıtı değildi. Darbeleri yaşamış ve mağdur olmuş yüzlerce insandan biri olarak deneyimlerimizden elde edilmiş bir sonuçtu. Yanılmadım. Önlenmiş bir darbe girişimi ile baş etmiş olan hükümet, “Allahın Lütfu” saydığı bu 54 İZDERGİ

AV. ŞENAL SA RIHAN*

olayın yarattığı şoktan yararlanarak darbecilerle mücadele adı altında tüm muhalifleri etkisiz kılacak OHAL ilan etmekten geri durmadı. Oysa, Anayasa’nın – - maddelerine göre, OHAL ilanı için “kamu düzeninin ciddi bir biçimde bozulması” koşulu gerçekleşmemiş, hükümet birkaç saat süren bu girişimi bastırmıştı. Var olan yasaların uygulanması ile yetinerek darbeye teşebbüs edenlerin cezalandırılması olanaklı idi. Ne var ki, özünde 14 yıldır bir arada devleti yönetmekte olan güçlerin iktidara tek başlarına sahip olma kavgasının ürünü olan bu eylem, galip tarafın iktidarını daha da güçlendirmesine olanak

sağlayacak bir kapıyı açmış oldu. 20/7/ tarihli ve / sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde OHAL ilan edildi. Hemen ardından da Tarih ve Sayılı Kanun Hükmünde Kararname hazırlandı. Bu kararname ile OHAL ilanına neden olan ve son eylemi ile silahlı bir örgütlenme niteliği açık olan “FETÖ” örgütüne yönelmek yerine amaç maddesinde; terörle mücadele” ile “Darbe Girişimiyle Mücadele”yi ayrı ayrı saymıştır. Böylece, getirilen tedbir, esas ve usuller, sadece darbe girişimi ile mücadele için uygulanmayacak, “terörle mücadele” için de uygulanacaktır.


Oysa amacın, OHAL’in ilanı ile sınırlı tutulması gerekmektedir. Kararname ile bu sınır, hukuka aykırı bir biçimde aşılmakta ve zaten yürürlükte olan Terörle Mücadele Yasası, OHAL kapsamına alınarak, özellikle askıya alınmış haklar yönünden OHAL kararnamelerinin, TMY kapsamındaki diğer suç ya da suç iddiaları içinde uygulanmasına olanak tanımaktadır. Ayrıca bilindiği gibi, TMY’nın eleştirdiğimiz yapısı ve iktidarın, her türlü muhalefeti, bir terör eylemi gibi değerlendirerek yürüttüğü baskıcı ortam, bu kez de OHAL uygulamaları ile demokratik alanın daha da daraltılmasına, hatta yok edilmesine neden olacaktır. Nitekim. sayılı kararnamenin uygulanmasının başladığı ilk günden bu yana yaşadıklarımız, örneğin Akademisyenler Davası, Eğitim Sen- Eğitim-İŞ li öğretmenlere yönelik uygulamalar, seçilmiş Belediye Başkanlarının gözaltına alınmaları, Kayyum atamaları amacın ne olduğunun açık kanıtlarıdır. Kararname ile alınan önlemlerin kimlere ya da hangi kuruluşlara yönelik olarak uygulanacağını düzenleyen maddeler incelendiğinde “hukukilik” ilkesinin yok sayıldığı kolayca görülebilmektedir. Anılan kararname ile “ Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum ve gruplara üyelik mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişi ve kurumlara ilişkin kimi düzenlemeler getirilmiştir. Bu düzenlemelerle, ilişkilendirilen kişiler ya açığa alınmış ya da görevlerine son verilmiştir. Kurumlar ise kapatılmıştır. Sayılı Kararnamede, hukuka aykırı olan ve OHAL kapsamında dahi uygulanamayacak olan ne gibi hak ihlalleri vardır? Belki bu soruya yanıt vermeden önce bugün artık çok az kullanılmakta olan “irtibat- iltisak –irtibat “ sözcüklerinin anlamlarına bakmamız gerekir. “Mensubiyet” ilişkin olma-ait olma, “iltisak” kavuşma-birleşme, “İrtibat” da ilişki-bağlantı anlamlarına gelen sözcüklerdir. Kısaca, tümü de birbirine yakın anlamlar taşıyor. Ancak bu üç sözcük üzerinden hareketle, ilişki ya da bağlantı savı ile idari bir işlem yapmak açıkça hukuka aykırıdır. Herhangi bir insanın suç işlediğine karar verecek olan makam yargı yetkisine sahip olmalıdır. Elbette, öncelikle de, konusuna göre Adli ya da idari bir makamın, önce soruşturma yapması ardından kesinleşmiş bir adli ya da idari mahkeme kararı ile aklanma ya da cezalandırma yoluna gitmesi gerekir. Ne yazık ki bu konuda da hukuk

sınırları aşılmıştır. Kaldı ki, bu iddiaların yargı mercileri tarafından bir kararla tespit edilmeksizin, bakanlıklar tarafından oluşturulacak idari komisyonun takdir ve kararına bırakılması “hiçbir organ kaynağını anayasadan almayan bir yetki kullanamaz” ilkesi ile yargı yetkisinin devredilmezliği ilkelerine de açıkça aykırıdır. Hakkında yetkili mahkemece verilmiş kesin bir karar olmadığı sürece herkesin masum olduğunu kabul eden masumiyet ilkesi de ihlal edilmektedir. Kaldı ki Anayasa’nın 15/2. Maddesinde “suçluluğu sabit oluncaya dek herkesin masum olduğu” hükme bağlanmıştır. Bir kamu görevlisinin ya da iş yeri ve kurumların, hiçbir adil soruşturma ve kovuşturma olmaksızın, savunma hakkı tanınmaksızın sadece OHAL süresince değil ömür boyu meslekten ihracını doğuracak bir düzenlemenin yapılması OHAL’ hukukunu da aşan, bütünüyle hukuk dışı bir aykırılık, bir ihlal durumudur. Kararnamenin verdiği yetkiye dayanarak yapılan işlemlerin Anayasa, iç hukuk ve ulusal üstü hukuk kuralları ile çeliştiği ortadadır. AİHM içtihatları ve Venedik Komisyonu Raporlarında da değinildiği üzere, OHAL içinde alınacak tedbirler, OHAL süresi ile sınırlıdır. Bu sınırların aşılması aynı zamanda alınacak tedbirlerin amaçla ve araçla ölçülü bir oran içerisinde olması, yani orantılılık ilkesi ile de çelişmektedir. Alınacak önlem, etkili olmalıdır. Ancak, etkililik, Anayasallık ve hukuk devleti ilkeleri ile çelişemez. OHAL, bir hukuk rejimidir ve hukukla bağlıdır. Bu çerçevede alınan OHAL kararlarının parlamento denetiminden kaçırılmış olması ( Sayılı Kararname henüz TBMM’nde görüşüldü.) ayrı bir hukuksuzluktur. Demokrasinin en temel koruyucularından olan seçilmiş organlarla birlikte karar alma ve denetlemenin yapılamamış olması ayrı ve önemli bir hukuksuzluktur. Sayılı Kararname ve izleyen kararnamelerde değinilmesi gereken pek çok hak ihlali var. Bu yazımızda bugünün en geniş mağdur yaratan maddelerine değinmekle yetiniyoruz. Bugün İktidar, mağdur sayısının yüzbinlere ulaştığının mutlaka farkında. Sesleri ve ahları sağır kulakları bile aşmış durumda. Hukuk, yazılı metinler olduğu kadar bir de vicdan işidir. Hukuk bilmeyenlerin “hak” bilmedikleri söylenemez. İnsan hakları ile insandır. Hakka saygı için insan olmak yetmez mi?

Önlenmiş bir darbe girişimi ile baş etmiş olan hükümet, “Allahın Lütfu” saydığı bu olayın yarattığı şoktan yararlanarak darbecilerle mücadele adı altında tüm muhalifleri etkisiz kılacak OHAL ilan etmekten geri durmadı. Oysa, Anayasa’nın – - maddelerine göre, OHAL ilanı için “kamu düzeninin ciddi bir biçimde bozulması” koşulu gerçekleşmemiş, hükümet birkaç saat süren bu girişimi bastırmıştı.

*CHP Milletvekili

İZDERGİ 55


TİYATRO MEDRESESİ

T

iyatro Medresesi projesi, yılında, Seyyar Sahne’de tiyatro yapmakta olan sanatçıların girişimiyle başlatıldı. İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Şirince köyünde yapımına başlanan Tiyatro Medresesi, Türkiye’nin tek performans araştırmaları merkezi olarak tasarlandı. Seyyar Sahne oyunlarından elde edilen gelirler, çeşitli tiyatro gruplarının ve müzisyenlerin Tiyatro Medresesi yararına düzenledikleri gösteriler ve konserler ve Tiyatro Medresesi dostlarının bağışlarıyla yapımı büyük ölçüde tamamlanmış bulunan Tiyatro Medresesi, beş yıl gibi kısa bir süre içinde Türkiye’den ve yurtdışından gösteri sanatçıları, araştırmacılar ve akademisyenler için çalışma, sergileme ve konaklama imkânı sağlayan bir kültür ve sanat merkezine dönüştü. Yapımı süren yeni gösteri ve çalışma salonlarının yanı sıra, m2’lik iki gösteri salonu, irili ufaklı çalışma salonları, yemekhanesi, kişilik amfi tiyatrosu, geniş iç avlusu ve 80 kişiyi barındırabilen farklı iç konaklama imkânları ile hizmet veriyor. Öncelikle tiyatro ve gösteri sanatları alanında olmak üzere, hikâye ve masal anlatıcılığı, plastik sanatlar, müzik, sinema, edebiyat, bilim ve felsefe alanlarında da pek çok atölyeye ev sahipliği yapıyor. Gelenekselleşmiş pek çok ti56 İZDERGİ

yatro ve müzik atölyesinin yanı sıra, her yıl yeni atölyeler eklenen Tiyatro Medresesi yaz programı, Türkiye’den ve yurtdışından farklı yaştan katılımcılara zengin seçenekler sunuyor. Bazıları Tiyatro Medresesi ekibi tarafından yürütülen tiyatro atölyelerinin yanı sıra, Türkiye’den ve yurtdışından pek çok sanatçının eğitmenlik yaptıkları atölyeler, Tiyatro Medresesi’ni büyütmeye ve geliştirmeye devam ediyor. yaz aylarında Tiyatro Medresesi’nde düzenlenen toplam 26 atölyeden bazıları şunlardı: Matteo Destro ile Fiziksel Tiyatronun Temel İlkeleri; Erkan Oğur’la Atölye: Perdesiz Gitar, Kopuz, Ses ve Sessizlik Paylaşımı; Liseliler için Tiyatro Atölyesi; Derya Türkan’la Atölye: İstanbul Müziği; Uluslarararası Michael Chekhov Atölyesi: Her şey Jesttir; Murat Gülsoy’la Yaratıcı Yazarlık Atölyesi; Oyuncular için Ses Teknikleri: Sesin Hareketi; Hareket, Eylem ve Diyalog; Aleksandra Kazazou ile ‘Koro, Düet, Solo’; Stanislavski’den Lecoq’a Oyunsu Aksiyon; Judith’le Masal Yoluna Devam; Çıplak Ayaklar’la Doğaçlama Dans Atölyesi; İçindeki ‘Clown’u Keşfet: Fiziksel Tiyatro Atölyesi. Tiyatro Medresesi, son yıllarda ev sahipliği yaptığı bir başka eşsiz buluşmayla da anılmakta. Seyircilere konaklama olanağı sunan ve böylece seyircilerin birbirleriyle ve sanatçılarla birlikte vakit geçirmesi-

ne imkân sağlayan uluslararası tek kişilik oyunlar festivali, diğer adıyla MonoFest, Tiyatro Medresesi’ni dünyanın önemli sanat merkezlerinden birine dönüştürmekte. MonoFest’16’nın programında yer alan 15 performanstan 4’ü Tiyatro Medresesi yapımı oyunlar iken, diğerleri Almanya, Hollanda, İsrail, İran, Litvanya, Polonya ve Slovakya’dan katılan bol ödüllü oyunlardan oluşmaktaydı. MonoFest ve yaz atölyelerinden başka, yine Türkiye’den ve dünyadan tiyatrocuların ve sahne sanatçılarının kendi çalışmalarını yürütmek üzere tercih ettiği bir mekâna dönüşen Tiyatro Medresesi, artık dört mevsim hizmet vermekte. Tiyatrocular kadar, farklı sanat dallarında çalışan, felsefeyle uğraşan, kendi üzerine düşünmek, çalışmak isteyen herkesin mutlaka ziyaret etmesi gereken bir yer Tiyatro Medresesi. Birlikte üretmek ve üretilenleri paylaşmak için Tiyatro Medresesi’nde buluşmak isteyenlerin, kendileri için bir Medrese programından bir atölye bulmaması neredeyse imkânsız. Tiyatro Medresesi, bireysel çalışmalarını bu eşsiz mekânda yürütmek veya sadece bu şahane atmosferi solumak isteyenlere de açık. Daha fazla bilgi ve iletişim için funduszeue.info adresindeki Tiyatro Medresesi web sayfasını ziyaret edebilirsiniz.


Farklı bir frekans için degil, Farklı bir anlayıs. için

İZMİR TURİZMİNİN MİHENK TAŞI SELÇUK

Selçuk, İzmir ve Ege kültürünün bütün değerlerini barındıran özel bir coğrafyadır. Her yıl milyonlarca kişinin gezdiği dünyaca ünlü UNESCO kenti Efes, yıllara meydan okuyan mimari dokusu, pozitif enerjisi ile Şirince, Hristiyanlar için kutsal mekanlar Meryem Ana Evi ve St Jean Kilisesi, Dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı ve burada sayılamayacak kadar çok tarihi ve kültürel güzelliklere sahip benzeri olmayan bir kenttir. Pamucak plajı, THK atlayış merkezi , Çamlık Tren Müzesi kısacası tüm tarihi ve kültürel değerleriyle turizme hizmet eden bir kent olduğu için Selçuk’u gerçekten görmek ve yaşamak isteyenlerin tatil programlarında buraya en az 2 gün ayırmaları gerekir. Selçuk ülke turizminde yeri doldurulamaz öneme sahip olduğunun farkındadır bu sebeple İzmir turizminin en önemli destinasyonu olmaya devam edecektir. Unutulmamalıdır ki; İzmir turizminin mihenk taşı Selçuk’tur. Koray Yolcu Selçuk Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı

İZDERGİ 57


HEM KİTAPÇI

HEM YAZAR:

MURAT ŞAHİN “Ben okurun beynine bağdaş kurup otururum, bir elimle de vicdanını ve kalbini yoklarım.”

K

itapların arasında geçen bir hayat… Kulağa çok hoş geliyor. Murat Şahin ilk gençlik yıllarından itibaren kitabevinde çalışmış. Hayatına dair bu ifadeyi kullanmak için geçerli sebeplerden biri bu, yani ‘sattığı’ kitaplar. Bir diğeri de yazdığı kitaplar var. İzmirli ‘kitapçı, yazar’ Murat Şahin’le konuştuk. Kitapla nasıl tanıştığını anlatarak başladı: “Biraz haşarı, düz duvara tırmanan bir öğrenciydim. Ortaokuldayken bir gün Türkçe öğretmenim ceza olarak dönem ödevimi ondan almamı söyledi. ‘Hayır’ diyemiyorsun tabi o dönem Bana ‘Sineklerin Tanrısı’ ve Yaşar Kemal’in ‘Teneke’sini okuyup hazırlamamı istedi. Eve gittim, anneme kitaplığın nerede olduğunu sordum. Annem ‘Ne kitaplığı?’ dedi. Babam ‘80 döneminde siyasi olaylara karışmıştı ve evde ne kadar kitap varsa hepsi onundu. Kitaplar gardırobun altında duruyordu. Elime iki kitap aldım. Georges Politzer’in ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ ve ‘Felsefenin Başlangıç İlkeleri’ İçimden bunlar olmaz dedim. Sonra aklıma bir arkadaşım geldi. Annesinin kocaman kütüphanesi vardı. Hatta onu öğrenmemiz de ilginç oldu. Arkadaşım kitapların olduğu odaya bizi hiç sokmazdı, hep ‘orada annemin altınları var’ derdi. Bir gün başka bir arkadaşımla kapıyı açık görünce altınları görmek için odaya girdik, oda baştan aşağı kitaplarla doluydu. 58 İZDERGİ


Meğer arkadaşımın altın dediği o kitaplarmış. Hemen koştum arkadaşıma, kapıyı çaldım. ‘Annenin altınlarından birkaçına ihtiyacım var’ dedim. Şaşırdı tabi, annesi de yaklaşık 1 yıl önce hayatını kaybetmişti, bir şey söylemesine izin vermeden daldım içeriye. Odaya bir girdim oda bomboş, kitapları sorduğumda sattığını söyledi. Çok üzüldüm ve o gün altın biriktirmeye başladım. Yaşar Kemal’in ‘Teneke’ kitabı benim okuma serüvenimin başlangıcı ve dönüm noktasıdır.”

‘HER YAZAR ÖNCE İYİ BİR OKUR OLMALIDIR’

yılına gelindiğinde ise Murat Şahin İletişim Kitabevinde çalışmaya başlıyor. Kitapevinde çalışması da okuma alışkanlığının bir tutkuya dönüşmesini sağlamış. Çünkü okurla sohbet edebilmek için daha fazla okuması gerekmiş. “ Okur gelip ‘Şu kitabı okudunuz mu?’ diye soruyor ya da sizden kitap önerisi istiyor. Okumazsanız bu sorular karşısında yetersiz kalırsınız. Kitabevleri aynı zamnada kültürel okuma deneyimlerimizi birbirimize aktardığımız bir mekandır. Sadece çalışan değil okur da gelip size okuduğu kitabı önerebilir ve hatta zaman zaman okumuş olduğunuz kitaplar üzerine tartışabildiğiniz bir ortam sağlar. O yüzden daha çok okumaya özen gösterdim.. Bir de çalışan açısında önerdiğiniz kitapların beğenilmesi sizi mutlu eder. Mesela Trevanian’dan ‘Şibumi’yi öneriyorum. İki hafta sonra gelip beğendiğini söyleyip başka kitap önermemi istemsi benim için önemli. Bu tüm kitapçılar için çok değerli bir şey, okurun güvenini kazanıyorsun. Her zaman iyi çeviriyi önermek için gayret ederiz. yılında ise öyküler yazmaya başladım.”

ğında raflarda kendi kitabını görmeyi pek düşünmemiş. Önceliği her zaman iyi bir okur olabilmekmiş. “İyi bir yazar önce iyi bir okur olmalı ama iyi okur iyi yazacak diye bir kural yok” diyor. Yazmaya başladığında öykülerini birkaç yerde yayınlamış. yılında ise Pupa Yayınları ile anlaşıp onları kitap haline getirmiş. Tabi yazmaya devam etmiş. Notos Öykü, Dünyanın Öyküsü, Kitapçı Dergisi gibi dergilerde öyküleri yayınlanmış. yılında İstanbul Kültür Başkenti seçildiğinde herkes bir proje sunmuş. Bu projelerden birisi de Heyamola Yayınlarından çıkan ‘40 semt 40 yazar’ serisiymiş. 40 yazara yaşadığı semt anlattırmış. O dönem istenilen; yazara çocukluğunu, hayat hikayesini, insanların birbiriyle diyaloglarını, mahalle kültürünü bir tarihçi gibi değil de yazarın tarihi şeklinde yayınlamakmış. yılının sonlarına doğru da Ömer Asan bu projeyi Fergül Yücel ile birlikte İzmir’e taşımış. O dönem

Fergül Yücel Murat Şahin’i arayıp İzmir semtlerinden birini yazmasını istemiş. Şahin Gültepeli, orada doğmuş, orada büyümüş ve ’de ‘Direnişin Adı Gültepe’yi yazmış. “Ben bir işçi çocuğuyum. Gültepe’yi yazmak benim için oradaki işçi kültürünü ve işçi çocuklarını, onların hayatlarını yazmaktı. Mesela ben 3. sınıfın yaz tatilinden itibaren çalışmaya başladım. O dönemler bütün dükkânları dolaşıp ‘Çırak arıyor musunuz?’ diye sorardık. Hem eve katkı sağlamak hem de ailedeki sorumluluğu biraz üstlenmek çabası. Bunu birisi söylemese bile işçi bir ailenin çocuğu olunca evin sorumluluğunu üzerinizde hissediyorsunuz. Ben bunu çok önemsiyorum. Hayatta var olabildiysem, bir şeyler yapabildiysem bunu iki şeye borçluyum, birinci işçi çocuğu, ikincisi sokak çocuğu olmama. Annem ve babam çalıştığı için bütün günüm sokaklarda geçerdi.

Şahin ilk yazmaya başladı-

İZDERGİ 59


koyduğum hikâyeler yazıyorum.” Belki de tam da bu yüzden Murat Şahin hikâyeleri bizlere çok sıcak geliyordu. Şahin bununla ilgili de şöyle söylüyor: “Ben okurun beynine bağdaş kurup otururum, bir elimle de vicdanını ve kalbini yoklarım.”

Bu iyi ya da kötü tartışılır ama benim açımdan dünyanın sorumluluğuyla büyüyorsun. Sürekli sokaklarda olmam sayesinde yaşımda bütün İzmir’i öğrenmiştim. Arkadaşlarla her yere yürüyerek gidiyorduk. Bazı aileler çocukları bir yere gidecekleri zaman anneleri ‘Murat yanınızda mı?’ diye sorslarmış. Ben varsam sorun olmazdı, avucumun içi gibi bilirdim İzmir’i. Yürüyerek Gültepe’den Levent’e, Levent’ten Tepecik (Yenişehir) oradan Basmane, Basmane’den fuara giderdik. Atatürk Stadına, Alsancak’a yürüdük.

Murat Şahin’in İhsan Bayram’la dostlukları devam etmiş. Her konuşmada Yusuf Atılgan da İhsan Bayram’ın dilinden onlara eşlik etmiş. Şahin bir gün İhsan Bayram’a bunları kitap haline getirmek istediğini söylemiş. Çünkü kimsenin bilmediği hikâyeler varmış ve Şahin bunları okurla buluşturmak istiyormuş. Şöyle anlatıyor bunu da:

SOKAK BENİM VAZGEÇİLMEZİMDİ

yılında ise Minimal Yayınları kendisinden bir öykü istemiş, Şahin de hazırladığı içinden bir öykü seçmeleri için dosyayı onlara göndermiş. Sonra yayınevi tamamını basmak istediklerini söyleyince yılında ‘Esnaf Lokantası’ çıkmış. Esnaf Lokantası’nın da bir hikâyesi var elbet… “Yanlış hatırlamıyorsam yılında İhsan Bayram adında bir yazarla tanıştım. İhsan Bayram, Yusuf Atılgan’ın çok yakın arkadaşıymış. Sürekli birlikte vakit geçirirlermiş. Biz ne zaman İhsan Bayramla otursak Yusuf Atılganla olan hikâyelerini anlatırdı. Onların bu dostluğunu anlatan bir hikâye yazdım. Ben esnaf lokantalarını çok severim. Çalışma koşullarından dolayı da hep esnaf lokantalarında yemek yerim, hem temizdir hem fiyatları uygundur hem de çay su bedavadır. Ben de hikâyemde hem onların dostluklarını ele aldım hem de esnaf lokantalarını çok seven bir Yusuf Atılgan yazdım. Sonra öyküyü okuması için İhsan Ağabeye verdim. Meğer Yusuf Atılgan da çok seviyormuş Esnaf lokantalarını. Bilmeden bir ortak noktamızı yazmış oldum. Bu nedenle de kitabın adını ‘Esnaf Lokantası/ Minval Yayınları’ koydum.” İlk kitabı “Amtafarak/Pupa Yayınları ” istediği okur kitlesine ulaşmadığı için de oradaki öykülerin 60 İZDERGİ

bir kısmını alarak, onlara yeni öyküler ekliyor ve Ocak ayında ‘Son Tren / Minval Yayınları” çıkıyor. Son Tren de Şair Özkan Mert hikâyesiymiş. Şahin’in bir amacı var aslında: bazı şairler ve yazarları bilmeyenlere tanıtmak, bilenlere ise hatırlatmak. Mesela ‘Son Tren’ içindeki ‘Bekle Beni’, Konstantin Simonov’un hikâyesiymiş. Simonov zamanında gazetecilik yapmış bir şair. Ezginin Günlüğü’nün bestelediği ‘Bekle Beni’ isimli şiiri yazan şair. Hikâyesi Murat Şahin’in dilinden şöyle: “Simonov savaş döneminde gazetecilik yapıyor. Savaş muhabirliği diyebiliriz. Belli dönemlerde hem sevgilisine hem de gazeteye mektup gönderiyor. Bir gün sevgilisine bir şiir yazıyor, gazeteye de bir yazı. ay geçiyor üstünden başka bir cepheye gidiyor. Savaşa ara verildiği bir anda dinlenmek için oturuyorlar. İçlerinden bir ‘hadi’ diyor, herkes bir cebinden bir kâğıt çıkarıyor ve Simonov’un sevgilisine yolladığı şiiri hep bir ağızdan okumaya başlıyorlar. Tabi şaşırıyor, bunu nereden bulduklarını soruyor. Meğer gazetede çıkmış, mektuplar karışmış, şiir gazeteye gitmiş. İşte bunu bilmeli insanlar. Ben insanların gerçek yaşamını kurguyla birleştirip içine insan sıcaklığı

“Mesela Yusuf Atılgan bir romanını yakıyor, neden yaktığını bilsin insanlar. Mesela 22, 28 rakamlarını kullanıyor Anayurt Otelinde nedenini öğrensinler, Canistan yarım bir roman, sonunu kimse merak etmiyor mu? Şu an Tayfa Balık’ın olduğu yer Ali Kocatepe’nin eviymiş eskiden. Yusuf Atılgan, İhsan Bayram bir arkadaşları daha Ali Kocatepeyi evinden alıp Alsancak Stadında Altay maçlarını izlemeye giderlermiş. Ben bunları herkes öğrensin istedim.” İhsan ağabey “Söz uçar yazı kalır” dedim. Bu isteğine İhsan Bayram da tamam deyince 22 Şubat Pazar günü söyleşi yapıyorlar. Röportajı yapmışlar. İhsan Bayram rahatsızmış biraz, yazının çözülmüş halini görmek istemiş ama yayınevinden geç gelince o son halini okuyamadan, vefat etmiş. Murat Şahin kitabı tamamlamış çok yakında “Tedirgin bir yazar: Yusuf Atılgan” ismiyle raflardaki yerini alacak. “Güzel bir Yusuf Atılgan kitabı olacağını düşünüyorum. En azından Yusuf Atılgan okuyanları, Yusuf Atılgan öykülerini, romanlarını inceleyenler için çok ayrıntılı olmasa da küçük bir rehber kitap olacak. Bu kitabın da edebiyat dünyasında edebiyata katkı anlamında ses getireceğine inanıyorum.”


N İ ’ R İ M Z İ E S M İ ‘K ’ Z A M A Z O B I N I S YAPI İzmir’in kendine has bir yapısı olduğuna inanıyor Şahin “Bence kimse bu yapıyı bozamaz, başka illerden gelenler bu yapıya ayak uyduruyor. Aslında uydurmak zorunda kalıyor. Ne kadar kozmopolit olursa olsun, gelen İzmirli oluyor. İzmir’i benimser benimsemez o ayrı ama İzmir’in yaşayış biçimine ayak uyduruyor. İstese de istemese de mecbur kalıyor.” Şahin, İzmirli geleneği değil de İzmir geleneği diye bir şey olduğuna inanıyor. Bu nedenle ona göre İzmir hiçbir zaman değişmezmiş. “Bir hikâye var; Petrol şeyhinin bir tanesi üniversitede okuması için oğlunu İzmire gönderir. Çocuk ilk devreyi başarıyla bitirdikten sonra notlar düşmeye ve çocuk hafiften serserileşmeye başlar. İşin kötüsü, memleketten çocuğa gönderilen avuç dolusu paralar da artık yetmemektedir! Şeyhimiz oğlunu kontrol etmek için adamlarından birini İzmir e gönderir.

düşünür ve masaya oturur. Sandalcılar çaparilerini sallamakta, arkada batan kıpkırmızı güneş, körfezi kırmızının tonlarına boyamaktadır. Manzarayı seyrederken, garsonun getirdiği kavundan bir tane ağza atılır. Ardından peynirin de tadına bakılır. Eh eşek değiliz ya, şu aslan sütü denen meredin de bir tadına bakalım derken orada ipler kopar! Şeyhin oğlu ve körfez tarafından ayartılan adam, yorgun ve akşamdan kalma olduğu anlaşılan bir sesle, 15 gün sonra, efendisini arar: “Ya seydi, veled mazbût velakin memleket puşt!”

Adam İzmir’e gelince bir de ne öğrenir! Şeyhin okusun diye gönderdiği oğlu okulu bırakmış, kendini karıya kıza vurmuştur! Neyse, çocuğu Kordon da bir meyhanede bulunur: “Ya seydi, bu ne kepazeliktir! Baban seni merak eder! Kalk gidiyoruz Arabistan’a!” Çocuk “Ayva seydi” der, “Ama önce bir otur da şu manzaraya bir bak” Şeyhin adamı “Bunda ne kötülük olabilir ki” diye

İZDERGİ 61


Parasız, bilimsel, demokratik eğitim örneği:

MEBGEM Metin Yaşatürk *

M

enemen Belediyesi Gençlik Eğitim Kurs Merkezi, Belediye Başkanımız Tahir Şahin tarafından projelendirilen ve Menemen Belediye Meclisin oybirliği ile kabul ettiği eğitimde fırsat eşitliği hamlesidir. Gençlik eğitim kurs merkezimiz; Şubat ’den itibaren ilçemizde sınavlara yönelik, ekonomik yönden dershaneye ya da etüt merkezlerine gidemeyen dar gelirli aile çocuklarına, Atatürk ilke ve devrimleri ışığında bilimsel, demokratik, çağdaş ve laik eğitim çizgisinde ücretsiz eğitim hizmeti vermektedir. Bu kapsamda 6. 7. ve 8. sınıf öğrencilerine yönelik TEOG hazırlık; sınıf ve mezun grubu öğrencilerine YGS ve LYS hazırlık kursları verilmektedir. Kurs merkezimizin ve kurs merkezine gelen öğrencilerimizin bütün masrafları belediyemizin bütçesinden karşılanmaktadır. Ne Büyükşehir Belediyesinden ne de merkezi bütçeden herhangi bir ek gelir gelmemektedir. Yıllarca gerici, yobaz, bağnaz, ezberci, baskıcı ve ayrımcı eğitim sistemine karşı TÖB-DER’den başlayarak EĞİT-SEN ve EĞİTİM-SEN’de yönetici olarak örgütlü mücadelenin içinde bilimsel, çağdaş, demokratik ve laik çizgisinden taviz vermeden yürüttüğüm mücadeleden ötürü Başkanımız Tahir Şahin tarafından görevlendirildim.

BARIŞ İÇİNDE YAŞAMAK MÜMKÜN!

Kurs merkezimiz Asarlık hizmet binasındadır. Kurs Merkezimizin bulunduğu bölge genellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelen vatandaşlarımızın yaşadığı yerdir. Menemen merkezden yoğun eleştirilere maruz kalınmasına rağ62 İZDERGİ

men Kurs Merkezimizin kuruluşu için tüm müracaatları yaptırarak 7 Şubat ’de oluşturduğumuz eğitim kadrosu ile çalışmalara başladık. Şubat-Haziran tarihleri arasındaki ilk dönemimizde Menemen’in merkezinden gelen öğrenci sayımız çok azdı. Nedeni Asarlık’taki vatandaşlarımıza Türk-Kürt ayrımcılığını körükleyen siyasilerin yanlış tutum ve uygulamalarıdır. Zamanla yoğun talepten dolayı yaptığımız kontenjan sınavları ile şu an merkezden %60, Asarlık’tan %40 oranında öğrenci kaydı yapılmıştır. Her iki tarafın ön yargılarının yanlış olduğu anlaşıldıktan sonra Kurs Merkezimiz, öğrencilerin birbirleri ile kaynaşarak mükemmel dostluk ve arkadaşlıkların yaşandığı, barış içinde eğitimöğretim gördükleri bir yer haline gelmiştir.

BİLİMSEL EĞİTİM BAŞARIYI GETİRİR

Yanlış ve gereksiz bilgilerle dolu eğitim sisteminin yerine çağdaş, demokratik, bilimsel ve laik eğitim anlayışının yerini alması kaçınılmaz bir durumdur. Eğitim, üretim için yapılmalı, yaparak yaşayarak eğitim temel alınmalıdır. Gençlik Eğitim Kurs Merkezi eğitim emekçileri olarak öğrencilere sevgiyle yaklaşarak, ayrımcılık yapmadan demokratik yönümüzü ön plana çıkararak verdiğimiz emekle öğrencilerimiz TEOG’da %, YGS ve LYS’de %96 oranında başarı yakalamıştır. Bu başarımızda büyük katkısı olan, “Eğitimde tasarruf yapılamaz, eğitime yapılan yatırım insana ve geleceğimize yapılan yatırımdır.” diyen Belediye Başkanımız Tahir Şahin başta olmak üzere, belediye emekçilerine, yorgunluk nedir bilmeyen genç, dinamik, özverili, çalışkan, yeterli bilgi ve donanıma sahip, alanında uzman eğitim emekçisi arkadaşlarımıza, öğrenci-

lerimize ve velilerimize, ilçemizde emeklerini esirgemeyen tüm yönetici ve öğretmen arkadaşlarımıza en içten saygılarımı eğitim birimimiz adına sunuyorum.

PARASIZ EĞİTİM MÜMKÜNDÜR

Bu yıl 15 Ağustos’ta yeni ders yılı başladı. İlk dersimizde Belediye Başkanımız ve tüm eğitim emekçisi arkadaşlarımız “Cumhuriyet ve Demokrasi” konusunu işledi. Belediyemizin bütçesinden ayrılan kaynakla alınan kitaplar öğrencilerimize dağıtıldı. Kaliteli ve parasız eğitimi yerelde Menemen Belediyesi başarıyorsa merkezi yönetimin sürekli velilerden para toplamalarına ne demeli? Oysa eğitim insanın en temel hakkıdır. Devlet bu hakkı hiç kısıtlamadan vatandaşına anayasamızın maddesinde olduğu gibi parasız olarak vermelidir.

EĞİTİM BİR MİLLETİ ÖZGÜR VE BAĞIMSIZ YAPAR

Eğitim üzerinde oynanan oyunları biliyoruz. Özelleştirmeye karşı özendirme mücadelemizi yılmadan devrimci, demokrat, ilerici, yurtsever eğitimciler olarak sürdüreceğiz. 4+4+4 sisteminin artık bu ülke dokusuna uymadığı, kız öğrencilerden 36 bininin okulu bıraktığı, 32 bininin küçük yaşta evlendirildiği, eğitimin dinselleştirilmeye çalışıldığı görüyoruz. Eğitim emekçileri üzerinde baskı, sürgün, meslekten atma gibi antidemokratik uygulamalarla faşist


zihniyetin su yüzüne çıktığı, içeride ve dışarıda savaşı hızlandırarak insanların ölümlerinden zerre kadar vicdanlarının sızlamadığı, Güneydoğu’da iç savaştan dolayı binlerce öğrencinin okula gidemediği dolayısıyla eğitim hizmetlerinin verilemediği, insanların başlarına evlerinin yıkıldığı bir süreçten geçiyoruz. İşsizliğin Cumhuriyet döneminde en üst seviyeye çıktığı, insanların bugünlerden yarına güvensizliklerinin arttığı, yoksulluğun çekilmez boyutlara ulaştığı, adaletin saray ve çevresine hizmet ettiği, halka adaletsizliğin uygulandığı, Cumhuriyet’in kazanımlarının bir bir sistemli olarak yok edilmeye çalışıldığı bu günlerde yukarıdakilere han hamam, aşağıdakilere din iman siyaseti ile halkın temiz dini duygularının siyasete alet edilerek kullanıldığı, üniversiteyi bitiren gençlerin işsiz dolaştığı, geleceğe kaygıyla bakıp gelecek yaşama dair adım atamadıkları ve büyük travmalar yaşadıkları, atanamayan öğretmenlerden intiharların başladığı, mülakatlarda nasıl elendikleri, sorulan soruların saçmalıkların meslek onuruna sığmadığı, fakir fukara bırakılan halkın makarna ve kömür paketlerine muhtaç edildiği, ekonomik nedenlerden baskıların arttığı, kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlerin arttığı,

çocuk haklarının çiğnendiği, öğrencilerin vakıflara verilerek oralarda çirkin, aşağılık davranışlara maruz kaldıklarını unutmak, unutturmak mümkün değil. Atamızın da dediği gibi; “Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.” anlayışına dayalı olarak tüm bu sorunların çözümü için başta eğitim ile ilgili sorunları çözüme ulaştırmak gerekmektedir. Bunun için de sevgi, hoşgörü temeline dayalı, din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet ayrımı yapmadan herkese eşit ve parasız aynı zamanda bilimsel, demokratik, çağdaş, laik eğitim anlayışı uygulamaya geçirilmeli ve eğitim üretim için yapılmalı anlayışına dayalı olarak oluşturulmalı ve uygulanmalıdır. Eğitim sistemimizin amacı; gençlerimizi sistemin kölesi yapmak değil, özgür düşünen, bilimsel bilgiyle hareket eden, çağdaş beyinler yetiştirmek olmalıdır. Eğer bunu başarabilirsek gelecek güzel günlere olan umudun çoğaldığı, karamsarlığın azaldığı bir toplum olmaya başlarız. İşte o zaman Nazım Hikmet’in dizelerindeki güzel günlere, güneşli günlere hep beraber uyanırız. *MEBGEM Müdürü

tim zi eği e k r e rs M encilere u K r im k Eğit olarak öğ rımcılık i l ç n y i Ge çiler aşarak, a önümüzü k e m l e yak atik y r e l k y o i sevg dan dem ak r a yapm na çıkara e l a ön pl miz emek a ’d ği verdi imiz TEOG r ncile ve LYS’de e r ğ ö , YGS şarı 0 a 0 b 1 a % anınd ıştır. r o 6 %9 yakalam İZDERGİ 63


İz Gazete yazarı ve Can Radyo programcısı Doğan Beyazgül’ün konukları: İzmir Barosu Başkanı Av. Aydın Özcan ve İzmir Tokatlı San. İşadamları Derneği Kurucu Bşk. H. Mert Özcan.

Biri bana anlatsın bu başkanlığı yürütmeye hâkim olması mıdır, bu Başkanlık? Diktatörlük, tek adamlık mıdır, bu başkanlık?

Ş

imdiye kadar iktidar olmuş sağ politikacıların hep hayaliydi bu başkanlık. Türk halkının amacını bilmediği başkanlığı her zaman gündemde tuttular. Bu ülkeye Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı yetmemiş gibi Başkanlık dediler durdular. Peki, ne getirecek bu Başkanlık ülkemize? Yoksa bir sonraki aşama eyaletlerin olması mıdır? Amerika hayali midir, bu Başkanlık? Siyasetin yargıya, yasamaya, 64 İZDERGİ

Bazı uzmanların dediği gibi darbelere 2 kat daha fazla müsait olan sistem değil midir, bu başkanlık? İsteyenlerin dahi ne olduğunu bilmeden yarın başlasın dediği sistem midir bu başkanlık? Cumhuriyet dururken modern Padişahlık mıdır bu başkanlık?

ne kazandıracaktır. Bu durum kamplaşmaya, bölünmeye yol açmayacak mıdır? Yarın başlasın dediğinizde bu başkanlık, ülkemizdeki terörü mü bitirecek? Ekonomiyi mi düzeltecek, işsizliği mi bitirecek? Cumhuriyet; saltanat ya da hanedan yönetimi içermeyen, toplumun bir krala itaat etmediği bir sistemdir. Egemenliğin belli bir kişi ve ya aileye ait olduğu oligarşi kavramının zıddıdır. Demokrasiyi geliştiren çağdaş bir yönetim biçimi olan cumhuriyetten daha mı iyi olacak bu başkanlık?

Az gelişmiş ülkelerde demokrasinin yavaş işlediği sistem değil midir bu başkanlık?

Ülkemizin birçok sorunu varken, sınırlarımız ateş altındayken, şehit haberleri almadığımız bir günümüz yokken bu acele telaş nedir?

Dünyanın bizden örnek alacağı bir sistem midir bu başkanlık?

Biri bana anlatsın ne olur bu başkanlığı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün karşı geldiği bu sistem ülkemize

*İzmir Tokatlı San. İşadamları Derneği Kurucu Bşk.


İZMİR BAROSU’NDAN TBMM’NE:

HUKUKA ÇAĞRIMIZDIR

İ

zmir Barosu, geçtiğimiz günlerde çıkarılan ve sayılı KHK›lar ile savunmaya ve savunma hakkına getirilen kısıtlamalar üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi›nde bulunan siyasi partilerin milletvekillerinin tümüne birer mektup göndererek hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, savunma hakkı, ifade özgürlüğü, iletişim özgürlüğü ve basın özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik her türlü girişimin karşısında olacaklarını belirtti. Av. Aydın Özcan imzasıyla milletvekillerine gönderilen mektupta “İzmir Barosu olarak 15 Temmuz darbe girişiminin olduğu günden bu yana, hukukun askıya alındığı her türlü kalkışmanın karşısında olduğumuzu defalarca açıkladık” denilirken “evrensel hukuk normlarının eksiksiz uygulanması gereğinin altını çiziyoruz” dendi. Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davaların hatırlatıldığı mektupta “Hukuk, muhalifleri sindirme aracı haline getirilmemeli; kamu vicdanı zedelenmemelidir” dendi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunan tüm milletvekillerine gönderilen mektup şöyle: Sayın Milletvekili 15 Temmuz darbe girişimi, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk Milleti tarafından yırtıp atılan Sevr’ in yüz yıl sonra yerli ve dış işbirlikçiler eliyle hayata geçirilme çabasıdır. İzmir Barosu olarak 15 Temmuz darbe girişiminin olduğu günden bu yana, hukukun askıya alındığı her türlü kalkışmanın karşısında olduğumuzu defalarca açıkladık. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, savunma hakkı, ifade özgürlüğü, iletişim özgürlüğü ve basın özgürlüğünün ortadan kaldırılamayacağını, bu hakları bertaraf eden her türlü düzenlemenin de karşısında olduğumuzu tekrar ediyor; bir kez

daha evrensel hukuk normlarının eksiksiz uygulanması gereğinin altını çiziyoruz. ve sayılı KHK lar ile getirilen düzenlemeler ile, 8 Kovuşturmada en çok üç avukat bulunabilecektir, yargılanan kişilerin savunma hakkı kısıtlanmaktadır, adil yargılanma hakkı ihlal edilmektedir. 8 Mahkeme kararı olmadan avukatın bir takım davalarda görev yapması kısıtlanmaktadır. 8 Şüphelilerin avukatları ile yaptıkları görüşmeler kayıt altına alınabilecek, görüşme sırasındaki belgelere el konulabilecektir. Adil yargılanma hakkının bir parçası olan «kendi aleyhine delil sunmama-susma hakkı» bertaraf edilerek şüpheli ile avukatı arasındaki görüşmeler izleme altında gerçekleştirilecektir. 8 Tüm görüşmeler izleme altında olmasına rağmen, gözaltına alınanlar hiçbir sebep yokken 24 saat avukatıyla görüştürülmeden bekletilebilecektir. 8 Savunmaya verilen tanık ve uzman kişi dinletme hakkı inisiyatif konusu haline getirilmektedir. 8 Zorunlu müdafiilik gerektiren hallerde müdafi bulunmasa dahi yargılamaya devam edilebilecektir. Yargılanan çocuk veya kendisini savunamayacak derecede malul, sağır, dilsiz bile olsa hukuksal yardım almadan yargılanabilecektir. Bu değişiklikle müdafiin gelmediği hallerde hâkimin “derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapacağına” dair TCK’ nun maddesinin 1.fıkrası da kadük hale getirilmektedir. Şüphe üzerine başlatılan soruşturmalarda hiçbir yargı kararı olmaksızın bireylerin temel haklarından mahrum edilmesi, yargısız infazla mahkum edilmelerine eş değer teşkil edecektir. Ülkemizi gerek uluslararası

kamuoyunda gerekse AİHM önünde mahkum konumuna düşürecektir. OHAL kapsamındaki KHK lar ile yargının İDDİA makamı gün geçtikçe yetkilerle donatılarak güçlendirilmekteyken, SAVUNMA makamı aciz ve işe yaramaz hale getirilmektedir. İddia ve savunma birbirini tamamlayan eşit unsurlardır. Biri olmadan diğerinin olması kabul edilemez. Savunmanın güçsüzleştirildiği, avukatlık mesleğinin itibarsızlaştırıldığı bir sistemde iddianın baştan kazanacağının belirlendiği gibi adil yargılanma hakkının da ağır bir şekilde ihlal edileceği bilinmelidir. Hukuk devletinde doğal hakim ilkesinin hayata geçirilmesi ve hakimin tarafsız bağımsız olması esas olmalıdır. Hatırlayınız ki, Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi hukuka aykırı tüm yargılamalar, ülkemizi daha karanlık bir döneme sürüklemiştir. Hukuk, muhalifleri sindirme aracı haline getirilmemeli; kamu vicdanı zedelenmemelidir. Sonuç olarak; siyasi iktidarı ve Türkiye Büyük Millet Meclisindeki hangi siyasi partiye mensup olursa olsun tüm milletvekillerini demokrasiye, hukuk devletine, hukukun üstünlüğüne, savunma hakkına, yargı bağımsızlığına; ifade, iletişim ve basın özgürlüğü ile ülkemizin geleceğine sahip çıkmaya davet ediyoruz. Saygılarımızla Av. Aydın ÖZCAN İzmir Barosu Başkanı

İZDERGİ 65


66 İZDERGİ


İZDERGİ 67


68 İZDERGİ


nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası