imamiye mezhebi / الموقع الرسمي للشيخ حيدر حب الله

Imamiye Mezhebi

imamiye mezhebi

ŞİA VE DİNÎ İNANCI

ÖNSÖZ

Rahman ve Rahim olan Allah&#;ın Adıyla

İslam güneşinin doğuşuyla birlikte bu dini kabul eden Müslümanlar, Peygamberin (s.a.a) etrafında kümelendiler ve ona gelen semavi vahyin öğretilerini öğrenmeye koyuldular. İslamî mesaj, Peygamber (s.a.a) ashabının çabaları, ilahî vahiy ve Muhammedî öğretilerle kendi yolunu açıyordu.

Başlangıçta Müslümanlar küçük bir grup ve ezilmiş bir azınlıktan ibaretti. Sürekli zulüm, haksızlık ve saldırıya maruz kalıyorlardı. Kendi yağlarında kavrulmaya çalışan bir yapıları vardı. Bu dinin mensupları birbirlerine yardım ederek kardeşlik ve dayanışma ruhu ile İslamî davetin temelini attılar. Bu yüce din, daha kısa süre öncesine kadar birbirlerini boğazlayan ve öldüren insanların kalpleri arasında çok sağlam bir sevgi ve kardeşlik bağı tesis etmişti.

&#;O, yardımı ve müminler ile seni destekledi ve (müminlerin) kalpleri arasında samimiyet oluşturdu. Yeryüzünde olan her şeyi harcasaydın, onların kalpleri arasında samimiyet oluşturamazdın. Ama Allah onların arasında samimiyet oluşturdu. Gerçekten O, üstündür ve hikmet sahibidir.&#;[1]

Evet, İslam dininin değerleri ve öğretileri bu samimiyeti oluşturmuştu, ama bu yüce öğretilerin, kalplere ve canlara sirayet ederek yepyeni bir toplum oluşturması pek de kolay olmamıştı. Nispeten kısa bir süre içinde bu toplum üstün bir medeniyete dönüşerek dünyanın çehresini değiştirmişti.

Tam da burada Müslümanlar arasında birtakım kişisel ve kişisel olmayan ihtilafların çıkması doğaldı. Fakat sorunların çoğu, Allah Resulünün varlığı ve İslamî değerlerle örülü Kurân öğretilerinin oluşturduğu manevi ruh potasında eriyip yok oluyordu.

Ancak şu da bir gerçektir ki beşeriyet sadece beşeri ihtilaflar kalıbında doğal halinde kalmaz. Dolayısıyla hayat kanununun bir gereği olarak Müslümanların uzun tarihinde de hep ihtilaflar olagelmiştir.

Biz burada Resulullah&#;ın (s.a.a) vefatının ardından ortaya çıkan ve hızla büyüyen ihtilafların başlangıç noktalarını ve sebeplerini sınırlandırmak peşinde değiliz. Bunların ahlakî nedenlerden mi, Müslümanlar arasındaki içtihat farklarından mı, yetkiyi ele geçirmek yolundaki komplo ve çatışmalardan mı yahut başka sebeplerden mi kaynaklandığı konumuz dışıdır.

Ancak şunu çok iyi biliyoruz ki Resulullah&#;ın (s.a.a) vefatının ardından İslamî zaman sürecinde yeni bir başlangıç hareketi şekillendi. Bu hareketin oluşturduğu kartopu hızla yuvarlanmaya başladı ve İslam ümmetinde büyük bölünmelere yol açarak birbirini boğazlayan, birbirinin kanını mubah sayan fırka ve mezhepleri ortaya çıkardı…

Bu parçalanma ve bölünmenin sorumluluğunu birine fatura etmenin peşinde değiliz. Hatta bu durumdan çıkış ölçüsünde dahi sorumluluğu belli birinin üzerine yüklemek eğilimi içinde değiliz.

Eğer Kurân ve sünnetteki naslar ihtilaf konusu ise, şöyle ki; bir nastan biri herhangi bir konunun vacip olduğunu anlarken bir başkası aynı nastan o mevzunun vacip olmadığını anlıyorsa; birisi bir ayetten kendi lehine bir düşünceyi anladığı halde başka birisi o ayette böyle bir şey görmüyorsa bu, gayet doğal bir şeydir ve sadece İslam tarihi ile alakalı bir durum da değildir. Bu tarzda bir ihtilafı bütün dinler tarihinde görmekteyiz. Bu, aynı zamanda insan aklının gerçeği keşfetmede sınırlı oluşunun gereğidir.

Ancak doğal olmayan bir şey vardır: Doğal olan bu ihtilaf konularının doğal olmayan çatışmalara dönüştürülmesi kabul edilebilir bir durum değildir. İnsanların birbirlerine sövmesi, birbirlerinden uzaklaşması ve hatta kimi zaman Müslümanların birbirlerinin kanını dökmesi, Müslüman kardeşine suizanda bulunması ve neticede İslam ümmetinin parçalanması akılla izah edilebilecek bir durum değildir. Müslümanların kendi aralarındaki niza ve çatışma sonucu güçlerini zayıflatması kabul edilebilir bir durum değildir.

Bundan daha kötüsü ise söz konusu mezhebî ihtilaflar üzerindeki münakaşaların artırılması ve genişletilmesidir. Sözde ilmî münazaralar adı altında yapılan bu tür bilgi hareketliliği ve düşünce fırtınaları sadece Müslümanlar arasındaki rahatsızlık ve nefreti artırmaktadır.

Tüm bunlar bugün sağduyumuz, dinimiz, tarihimiz ve insan karşısında doğru bir duruş sergilememizi gerekli kılmaktadır.

Ne yapmalıyız? Bu meselelerden nasıl geçmeliyiz? Günden güne yaygınlaşarak günümüze kadar gelen ve düşmanlığı körükleyen bu mezhebî bağnazlıktan nasıl kurtulabiliriz? Ümmetimizi ve vatanımızı mezhepçi girdaplar ve fırtınalardan nasıl koruyabiliriz? Ümmete ve vatandaşlarımıza, onları mezhep mirasının arkasına sığınarak mezhepçi saiklerle cehennem çukuruna düşmekten önleyecek şuur ve bilinci nasıl verebiliriz?

Maalesef her gün Müslümanların birbirlerinin kanlarını akıttıklarına şahit olmaktayız. Üstelik bu, dini ve mezhebi savunma adına yapılıyor! Müslümanların kendi aralarında vuku bulan çatışmalar diğer kavimlerle yaptıkları savaşlardan daha şiddetli, daha hararetli, daha acı ve daha acımasız bir hâl almıştır. Bazen Ali taraftarı olduğunu iddia eden bir Şii, Ebubekir taraftarı olduğunu iddia eden bir Sünni ile öyle bir çatışmaya giriyor ki, Ali ile Ebubekir arasında öyle bir çatışma görülmemiştir. Bazen Hanefî, Hanbelî vs. ile Caferî birisi arasında İmam Cafer b. Muhammed (a.s) ile Ebu Hanife arasındaki ihtilafın yüz kat daha fazlası görülebiliyor!

Böyle bir zamanda her bir kişinin İslam dini içindeki kimliğini, özelliğini, kendine has inanç değerlerini ve düşüncelerini korurken onunla kardeşi arasındaki sağlam ve derin irtibatı nasıl sağlayacağız? Onun, din kardeşinin kanaatlerine ve inançlarına, kelam ve fıkıh konularındaki düşüncelerine (ne olursa olsun) saygılı olmasını nasıl temin edeceğiz?

Bu sorulara cevap verebilmemiz için çok konuşmak gerekir. Fakat atılacak adımlardan biri, birbirimizi daha çok tanımak ve kapsamlı tahkike dayalı bir şuurla anlamaya çalışmaktır. Bununla birlikte herkese kendisini kardeşine tanıtma fırsatı sunulmalıdır. Bu durumda hiçbir Müslüman&#;ın, kardeşi hakkındaki düşünceleri sağa-sola ve farklı mecralara çekilemez.

Atılacak adımlardan biri de her birimizin kardeşine elini uzatması, olumlu ihtilaf üzerinde buluşup olumsuz ihtilaftan uzaklaşmasıdır. Böylece ümmet içinde akan kanı durdurabilir, ümmetin daha çok yara almasını önleyebiliriz. Asırlardan beri tarihin aldığı yarayı tedavi edebilir, mevcut halimizi tarihten ders alarak düzeltebiliriz. Bu vesileyle de geriye dönüş sendromundan kurtulabilir, tarihimize yönelik yeni bir okuyuşla daha iyi bir gelecek inşa edebiliriz.

Burada yapmamız gereken şey, uzaklaştırıcı ve ayrıştırıcı unsurlar üzerinde kafa yormak yerine bizi yakınlaştıracak ve birbirimize olan muhabbetimizi artıracak unsurları ortaya çıkarmak, onlar üzerinde yoğunlaşmaktır.

İliklerimize kadar hissettiğimiz büyük sorumluluk duygusu, vicdanımızın çığlığı ve yaşamakta olduğumuz trajedinin boyutu, ümmetin geleceğine dair büyük bir kaygı oluşturmaktadır. İslam ümmetinin varlığını tehdit eden büyük tehlikelere karşı uyanık olmak gerekir.

Bu kitap/ risale, Allah&#;ın bize emrettiği görevi yerine ulaştırma gayesi taşıyan bir çalışmadan ibarettir. Bu vesileyle omuzlarımızdaki sorumluluk yükünün bir bölümünü dünya Müslümanlarının omuzlarına yüklemeye çalıştık. Çok zor bir zamanda hakkı söylüyoruz… Bu mütevazı kitap Şiisiyle, Sünnisiyle, İbaziyesiyle, Sufisiyle dünyadaki tüm Müslümanların önüne açılmış bir mesajdır.

Sevgi ve muhabbet mesajıdır.

Kardeşlik ve yakınlaşma mesajıdır.

Doğruluk ve samimiyet mesajıdır.

Omuz omuza vererek güçleri birleştirme mesajıdır.

Önce kendini, sonra diğerlerini eleştirme mesajıdır.

Yepyeni bir sayfa açma mesajıdır.

Peygamber (s.a.a) Ehlibeyt&#;i ve onlara tabi olanların mezhebini; İsna Aşeriye olarak bilinen Şia ekolünü tanıtacak bir mesajdır.

Bu mesajda Şia&#;nın taşıdığı düşünceleri, istekleri, mesuliyetleri, arzuları, görüşleri, içtihadî eğilimleri ve endişeleri açıklayacağız. Kısaca onların akaidinden, fıkhından, usulünden, birbirleriyle olan irtibatlarından, yönelimlerinden, başarılarından ve omuzlarındaki tarihî sorumluluktan söz edeceğiz.

Bu, büyük İslam medeniyeti içinde ötekilere (tüm ötekilere) bir mesajdır. Burada dürüstçe kaygılarımızı dile getireceğiz. Başkalarını endişelendiren görüşlerimize de açıklık getireceğiz. Böylece kendimizi diğerleri ile dosdoğru bir düzlemde değerlendireceğiz.

Bizler İslam ümmeti olarak tarihî bir ânı yaşamaktayız. Tek muradımız bu kitabın yaşamakta olduğumuz bu tarihî âna cevap vermesidir. Tarihin duvarını yıkarak din ve mezhep hakkında yeni bir bilince yönlendirmesini istiyoruz. Diğer Müslüman mezheplere dostluk elini uzatıyoruz. Böylece hep birlikte ümmetin yüceltilmesine katkı sunmak istiyoruz. Beşeri medeniyet tarihinin eklemlerinden bir eklem oluşturmanın peşindeyiz.

Bizler (Ehlibeyt ekolünden büyük bir akım olarak) bugün dünyaya ve diğer mezheplere mensup kardeşlerimize açık bir çağrıda bulunuyoruz. Buluşmaya, kaynaşmaya, dayanışmaya, emniyete, barışa ve vatandaş olarak birlikte yaşamaya yönelik bir çağrıda bulunuyoruz. İnsanlığı, birbirimizin haklarına ve farklılıklarına saygı duymaya, birbirimizi takdir etmeyi bilmeye ve birbirimiz hakkında iyi düşünmeye çağırıyoruz… Hep birlikte içeriden vatanlarımızı korunaklı ve sağlam bir hale getirmek için çalışmaya; onları rüzgârların sarsamayacağı; kötülük, ölüm ve fitne kasırgalarının deviremeyeceği bir şekilde sağlamlaştırmaya çağırıyoruz.

Bu mesaj birçoklarının hoşuna gitse de bazılarını da öfkelendirecektir. Her ne kadar, hatta bazı Şiiler bizimle aynı görüşte olmasalar dahi biz kanaatlerimizi ifade edeceğiz. Biz, burada bir empati kurmak ve bugünkü saflarımızı doğrultmak istiyoruz.

Bu, Allah&#;ın izni ile bir sevgi mesajıdır. Mezhebî barış mesajıdır. Vatan ve ümmet, toplum ve medeniyet mesajıdır. Allah sözümüze ve özümüze şahittir.

Haydar Muhammed Kamil Hubbullah

10 Ramazan

İMAMİYE MEZHEBİNİN KISACA TANIMI

On iki imam ekolünün inandığı konuların çoğu, diğer Müslümanların inançlarının ortak paydalarını oluşturmaktadır. Bu mezheple diğer mezhepler arasındaki ihtilaf noktalarının çoğuna yakın kısmı ise diğer mezhepler arasında da tartışma konusudur. Dolayısıyla İmamiye ekolü ile diğer mezhepler arasındaki itikadî ihtilaflar, zaten söz konusu mezheplerin kendi aralarında da mevcuttur. Mesela Maturidiye, Selefiye, Eşaire, Mutezile, Sufiye, İbaziye, Zeydiye vb. gibi itikadî mezhepler arasında da benzer ihtilaflar vardır.

İhtilaflı hususlar ise sadece itikat konuları üzerinde sınırlı kalmamış, tarihî olayları ve sadr-ı İslam&#;da yaşanan hadiseleri de içine alarak fıkhî ve amelî hususlarda da görülmüştür.

Biz, burada, kısa ve veciz bir şekilde İmami-ye mezhebindeki inanç simgelerinden söz edeceğiz. Ayrıca asıl konuya giriş için bir mukaddime olması açısından bu mektebin içtihat ve şer&#;i konulardaki temel yaklaşımlarını da ifade edeceğiz.

İMAMİYE MEZHEBİNİN İNANÇ SİMGELERİ

Şii İsna Aşeriye (On iki İmam Şiası), İslam dini temel inanç esaslarına inanmakla birlikte bazı itikadî özellikleriyle ayrıcalığa sahiptir. Bu da onların Kitap&#;tan ve Sünnet&#;ten olan anlayışları ve İslamî inanç konularında kendilerine has olan içtihatlarının neticesinde aklî ve naklî delillere dayanarak vardıkları sonuçtur. Burada onların inanç konularını teşkil eden tevhit, adalet, kaza-kader, Allah&#;ın sıfatları, nübüvvet, imamet ve diğer hususlardan kısaca söz edeceğiz. Bu konuları aşağıdaki eksenler çerçevesinde sunabiliriz:

BİRİNCİ EKSEN: ALLAH İNANCI

İmamiye, Yüce Allah&#;ın varlığına ve O&#;nun hiçbir şeye muhtaç olmadığına inanır. O&#;nun birliğine, vahdaniyetine ve tekliğine, her şeyden müstağni olduğuna, ne bir arkadaş ne de bir çocuk edinmediğine, mülkte bir ortağı bulunmadığına, her şeyi yaratıp ölçüsünü verdiğine inanır.

İmamiye inancındaki Allah; evveldir, âhirdir, zahirdir, bâtındır ve her şeyi bilendir. Gökte de ilah O&#;dur, yerde de ilah O&#;dur. &#;O, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah&#;tır. Gizliyi de, açığı da bilir. O, Rahman&#;dır ve Rahim&#;dir. O, kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah&#;tır. Hükümrandır, münezzehtir, esenliktir, mümindir, egemendir, üstündür, cebbardır ve uludur. Allah, ortak koştukları şeylerden münezzehtir. O; yaratan, yaratığını eksiksiz yapan ve biçimlendiren Allah&#;tır. En güzel isimler O&#;nundur. Göklerde ve yerde olan her şey O&#;nu tespih eder. O, üstündür ve hikmet sahibidir.&#;[2]

İmamiye inancındaki Allah&#;ın güzel isimleri ve yüce sıfatları vardır. O, soyut bir varlıktır; maddeden ve maddi özelliklerden, cisimden ve cismani hususiyetlerden münezzehtir. Zamana ve mekâna boyun eğmez; nitelik ve niceliği yoktur, &#;nerede ve ne zaman&#; sorusuna konu olmaz.

Bir mevzua muhtaç olacak arez (sonradan ortaya çıkmış, gerçekleşmiş bir şey) değildir; illete muhtaç bir malul değildir (herhangi bir sebeple ortaya çıkmış bir sonuç değildir). Vacibu&#;l-Vücuda muhtaç bir mümkün de değildir. Hiçbir açıdan eksik değildir ki kâmil olana muhtaç olsun. Başka bir şeye bağlı da değildir. Bilakis her şey ona bağlıdır. Zahiri duyularla görünmez ve hissedilmez, dokunulmaz. Hiçbir şey O&#;na benzemez. Hiçbir ortağı ve benzeri yoktur. O, yüce kitabında kendi buyurduğu gibidir: &#;Gökleri ve yeri yoktan var edendir. Size kendinizden eşler yarattı, hayvanlardan da çiftler var etti. Bu yolla sizi çoğaltmaktadır. O&#;nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir ve bilendir. Göklerin ve yerin kilitleri O&#;nundur; rızkını dilediğine yayar ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz O, her şeyi bilir.&#;[3]

İmamiye mezhebinin Allah konusundaki inancını oluşturan bütünün önemli nüktelerinden en öne çıkanları şunlardır:

1-Tevhid

İmamiye Şiası, Allah&#;ın kutsal zatının ispatının ardından İslam&#;ın temeli sayılan tevhit ilkesine inanır. Tevhidin bazı manaları ve zuhuratı olduğuna inanır ki onların en önemlileri şunlardır:

a) Zatta Tevhit

Yani Allah birdir ve misli yoktur; O&#;nun için ikinci yoktur ve benzersizdir. O&#;nun benzeri ve dengi yoktur. Zâtı yalındır, onda hiçbir terkip yoktur ve cüzlerden oluşmamıştır. Parçalara bölünmez ve terkip özelliğini mutlak surette kabul etmez. Bu manada yapılacak her türlü teslis/ üçleme de batıldır.

İmamiye âlimleri bazen terkibi reddetme konusunda &#;tevhid-i ahedî&#; ifadesini kullanmakta ve onun benzeri bulunmadığı hususunda ise &#;tevhid-i vahidî&#; ibaresinden istifade etmektedirler.

b) Sıfatta Tevhit

Yüce Allah (İmamiye inancına göre) celal ve cemal sıfatlarının tümü olan kemal sıfatlarına sahiptir. İlim, kudret, hayat, irade, işitme, görme, yaratma, ezelilik, ihtiyaçsızlık ve diğer sıfatlar O&#;nundur.

Onun zati sıfatlarının tümü zatından hariç değildir, aksine zatının ta kendisidir. Bu sıfatlar sadece zihinde ve mefhumda çoğalmaktadır. Dolayısıyla &#;Allah&#;ın bir bölümü kudretten, diğer bölümü ilimden oluşmuştur&#; şeklinde bir düşünce yanlıştır. Aksine O&#;nun kudreti ilminin ta kendisidir.

Fakat Allah&#;ın (yaratma, rızık verme vb.) fiili sıfatları O&#;nun fiilindeki makamından alınır. O, yarattığında &#;Halik/ Yaratıcı&#; unvanı ile anılır.

Bu yüzden İmamiye, Yüce Allah&#;ın sıfatlarını zati sıfatlar ve fiili sıfatlar olarak iki kısma ayırır ve şöyle der: İlim ve kudret gibi zati sıfatlar Allah&#;ın zatından ayrılmaz, bilakis O&#;nun zatının ta kendisidir. Fakat fiili sıfatlar O&#;nun fiilinden iktibas edilmiştir. Dolayısıyla O, yaratmadan önce &#;yaratıcı&#; değil, yaratma gücü olandır. Yarattıktan sonra ise fiilen yaratıcı olarak nitelenir.

c) Yaratmada Tevhit

Yani Yüce Allah&#;tan başka yaratıcı yoktur ve bütün varlıklar onun yapıtlarıdır. O, kendisini şu şekilde nitelemiştir: &#;…Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir!&#;[4] Her şeyi yaratan O&#;dur, hiçbir şey O&#;nu yaratmamış ve hiçbir şeyden yaratılmamıştır.

İmamiye arasındaki meşhur olan görüş ve hatta İmamiye kelamcılarının genel olarak üzerinde ittifak ettiği konu, âlemin hâdis ve mahlûk olduğu hususudur. Fakat bazı filozoflar âlemin kadim olduğunu savunmuşlardır. Bununla birlikte onların &#;kadim&#; ifadesinden kastettikleri şey, âlemin yaratılışa muhtaç olmayan vacibu&#;l-vücut olması ve Allah&#;ın onu yaratmadığı meselesi değildir. Aksine âlem sadece zaman açısından kadimdir, zatı itibariyle hâdis ve varlık olarak daima Yüce Allah&#;a muhtaçtır. Onları bu görüşe iten şey (âlemi kadim görmelerinin sebebi) Allah&#;ın kemal sıfatlarının bir yansıması olan feyzinin varlıktan bir an bile kesintiye uğramadığına inanmalarıdır.

d) Rububiyette Tevhit

Bununla âlemin işlerini yönetenin, onu yaratanın bizzat kendisi olduğunu kastetmektedirler. Yani Yüce Allah âlemi idare etme ve onda hüküm yürütme işini kendisi dışında birine bırakmamıştır. Başka bir ifadeyle bu âlemin sadece yaratılışını gerçekleştirmiş, sonra da ondan uzaklaşarak bir köşeye çekilmiş ve onun üzerinde hiçbir tesiri bulunmayan bir Allah inancı kabul edilemez. Aksine âlemdeki mutlak tedbir Allah&#;a aittir. O, bu hususta tamamen yüce kitabında ifade ettiği gibidir:

&#;Kuşkusuz Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra Arş&#;a egemen olup işleri düzene koyan Allah&#;tır. O&#;nun izni olmadan bir şefaatçi bulunmaz. İşte Rabbiniz, o Allah&#;tır; O&#;na ibadet edin. Acaba öğüt almıyor musunuz?!&#;[5]

Yine şöyle buyurmuştur: &#;De ki: Size gökten ve yerden kim rızk veriyor? Veya işitme ve görme hislerine kim egemendir? Diriyi ölüden ve ölüyü de diriden kim çıkarır? İşleri kim düzene koyar? &#;Allah&#; diyecekler. De ki: Öyleyse (Allah&#;a karşı gelmekten) sakınmıyor musunuz?&#; İşte sizin hak Rabbiniz, o Allah&#;tır. Hakkın ötesinde sapıklıktan başka bir şey mi var?! Öyleyse nasıl (haktan) döndürülüyorsunuz?!&#;[6]

İleride imamet konusunu anlatırken İmamiye ekolüne mensup bazılarının Ehlibeyt&#;in tekvinî velayete sahip olduklarına inandığından söz edeceğiz. Aynı şekilde İmamiye ile diğer İslamî mezhepler arasındaki ilgili konulardan söz edeceğiz.

e) İbadette Tevhit

Şia&#;ya göre Allah&#;tan başka hiç kimseye (kim olursa olsun) ibadet etmek caiz değildir ve ibadet münhasır olarak sadece [bütün peygamberlerin sloganı ve çağrısını oluşturan] tek ilah için yapılır. Bizler sadece Yüce Allah&#;ın kullarıyız, başka birinin değil. İslam dininin sloganı Yüce Allah&#;ın şu sözüdür: &#;Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.&#;[7] Bu yüzden Şia; namazı, orucu, haccı ve zekâtı sadece Yüce Allah&#;a yakınlaşmak niyeti ile yerine getirir. Hatta Allah&#;tan başka amaçla yapılan ibadetlerin haram ve batıl olduğuna, dolayısıyla da yeniden yerine getirilmesi gerektiğine inanır. Aynı şekilde Şia fıkhında Allah&#;tan başkasına ibadet kastı ile secde yapılmasının haram olduğunu net olarak görürüz.

Yakın tarihte yaşamış en büyük Şii taklit mercilerinden biri olan Seyyid Ebul Kasım Hoi (ö Hicri) şöyle der:

Yüce Allah&#;tan başkası için secde etmek haramdır. Bu konuda masum önderlerle (a.s) masum olmayanlar arasında hiçbir fark yoktur. Şia&#;nın Ehlibeyt imamlarının haremlerinde yaptığı secdeye gelince; bu ancak kendilerini o kutsal mekânların ziyaretine muvaffak kılan Allah&#;a şükür secdesi olmalıdır.[8]

İmamiye, Çocuklarına Neden &#;Abdulhüse-yin/ Hüseyin&#;in Kulu&#; Gibi İsimler Bırakır?

İmamiye mezhebine mensup bazı kimselerin çocuklarına Abdulhüseyin, Abduzzehra, Abdul-muhsin, Abdulali, Abdulmehdi vb. isimleri bırakması konusuna gelince; bu isimler İmamiye Şiası&#;nın merkezinde geçmişten beri kullanılagelmiş bazı isimlerdir. Şia hiçbir zaman bunlarla ilahlık anlamındaki bir kulluğu kastetmez. Burada kastedilen ubudiyet/ kulluk, hizmetkârlık manasıdır. Yani bu isimlerle Peygamber&#;e ve Ehlibeyt&#;ine hizmetkâr olmayı umar, onlara itaat etmeyi ve buyruklarına uygun davranmayı arzu eder. Ayrıca &#;Abdunnebi/ Peygamber Kulu&#; isminin bazı Mağrib şehirlerinde yaşayan Sünni kardeşlerimiz tarafından kullanıldığını da biliyoruz.

Bir diğer husus da şudur: Şia nezdindeki hiçbir şer&#;i metinde ve Ehlibeyt hadisinde bu tür isimlerin kullanılmasına dair herhangi bir çağrı veya teşvikin yer almadığını da biliyoruz. Yani bu isimlendirmeler Şia&#;nın yüzlerce yıllık geçmişinde yaygın ve revaçta olan bir durum olmamış, belli zamanlarda görülmüştür.

Biyografi, fihrist, rical, şerh-i hal, cerh ve tadil konusunda yazılmış kitaplar da bunun açık kanıtıdır. Zira bu kitaplarda zikredilen isimleri incelediğimizde Şia&#;nın mutlak şekilde bu isimleri kullanmadığını görürüz.

Hatta bu isimlerin şer&#;i açıdan sakıncalı olduğunu farz etsek bile (ki bazı Sünni âlimler buna fetva vermişlerdir) nihayetinde bu mesele fıkhî bir ihtilaf olur ve söz konusu kelimenin tevhit inancına aykırı olan (mahlûkun mahlûka ibadeti) şeklinde tefsir edilmesine olanak sunmaz. Hele ki karşı taraf (Şia), bu isimlendirmelerle şirk manasını içerecek bir anlamı kastetmediğini mutlak şekilde beyan ediyorsa onu nasıl şirkle itham edebilirsiniz?!

İnşallah ileride Şia&#;nın simgeleri, Ehlibeyt&#;e olan bağlılıkları, onların pak türbelerini ziyaret etmeleri ve buna benzer şirk tevehhümüne yol açan bazı konulardan söz edeceğiz.

2-Allah&#;ın İsim ve Sıfatları

İmamiye Şiası nezdinde Allah&#;ın isim ve sıfatları subutî ve selbî sıfatlar olmak üzere iki kısma ayrılır:

a) Subutî ve Müspet Sıfatlar

Subutî sıfatlardan maksat, Yüce Allah için sabit olan her kemaldir. Bu sıfatlar da &#;zatî sıfatlar ve fiilî sıfatlar&#; olmak üzere ikiye ayrılır:

I- Zatî Sıfatlar

Mutlak olarak zattan ayrılmayan sıfatlardır. Bunların temeli aşağıdaki sıfatlardır:

İlim

Allah ezeli ve ebedi olarak kendi zatına âlim olduğu gibi mutlak surette zatından başka varlıklara önceden, şu anda ve vukuundan sonra âlimdir; ilahî ilmin sınırı yoktur, cüz-i ve külli her şeyi kapsar. Fakat (aralarında Sünni ve Şii filozofların da bulunduğu) bazı Müslüman filozoflar Allah&#;ın cüzî meseleler konusundaki ilmine dair özel bir analizde bulunmuşlardır. Ama İmamiye ve Ehlisünnet kelamcılarının cumhuru ve geneli, Yüce Allah&#;ın mutlak ezeli ilminin her şeyi kuşattığı ve bunun hiçbir sınırı olmadığı hususunda ittifak etmiş, konuya ilişkin aklî ve naklî deliller getirmişlerdir. Mesela Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

&#;Gaybın anahtarları O&#;nun katındadır; O&#;ndan başka kimse onları bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi O bilir. (Ağaçtan) bir yaprak bile onun bilgisi olmadan (yere) düşmez. Yerin karanlıklarındaki her tane, her yaş ve kuru, mutlaka açıklayıcı bir kitapta kaydedilmiştir.&#;[9]

Yine şöyle buyurmuştur: &#;Kâfir olanlar, &#;O kıyamet saati bize gelmez.&#; dediler. De ki: Hayır, gaybı bilen Rabbime yemin olsun ki, o mutlaka size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığında bir şey O&#;ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük veya daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır.&#;[10]

Allah&#;ın İlmi ve Beda Meselesi

Birçokları, Şia&#;nın inandığı &#;Beda&#; kavramından, Yüce Allah&#;a (hâşâ) cahillik isnat edildiği manasını çıkarır. Onlara göre beda&#;ya inanmak demek, daha önce aşikâr olmayan bir durumun daha sonra Allah için aşikâr olması ve ortaya çıkan bu duruma göre hükmünü değiştirmesi demektir. Gerçekte Şia kelamcıları tarafından dillendirilen beda inancı ise asla Allah&#;ın kararlarını düzenlemesindeki mutlak ilmine ve kudretine bir halel getirmez. Zira O&#;nun ilmi her şeyin önündedir. Burada konu, insanın davranışlarının kendi durumuna olumlu veya olumsuz etkileri olduğunu ortaya koymaktır. Mesela bir dua, insanın ömründe bir değişim meydana getirir. Bu değişim, Allah&#;a rağmen ve O&#;nun bilgisi dışında bir değişim değildir. Bilakis Levh-i Mahv ve Levh-i İspat&#;ta meydana gelen bir değişimdir. Burada birinci hüküm de, ikinci hüküm de Levh-i Mahfuzda (Allah&#;ın ilminde) ve kesin olan kazasındadır.

Başka bir ifadeyle beda, varlık âlemindeki değişim kanunlarındandır. Mesela; sıla-i rahim yapmadan önce karara bağlanmış elli yıllık ömre sahip bir kimse, sıla-i rahim neticesinde ömrünü altmış yıla çıkarabilir. Yani burada sebep-sonuç ilkeleriyle ilgili düzeni itiraf etmenin bir diğer adı bedadır. Bu örnekte önceki kararın da, sonraki kararın da ilmi Yüce Allah&#;ın katında ve Levh-i Mahfuz&#;dadır.

&#;Beda&#; kavramı, Ehlisünnet&#;in Sahih-i Buha-ri[11] gibi bazı hadis kitaplarında geçmiş olmasına rağmen yine de birilerini tahrik etmiştir. Nitekim Sünni kaynaklarda gelmiş birçok hadisin muhtevası da bunu ispat etmektedir. Mesela, sadaka ve duanın kazayı etkilediği yönünde gelen birçok rivayet vardır. Dolayısıyla &#;beda&#; teriminde bir sorun yoktur. Zira önemli olan manadır ve Şia da inancını bu mana üzerine kurmaktadır; terim ve tabir üzerine değil.

Velhasıl İmamiye mezhebi beda meselesini amellerin ve duanın felsefesi, gerekçeleri ve insan hayatındaki etkisi bağlamında değerlendirmektedir.

Kudret

Allah istek, irade ve ihtiyar ile yapmaya ve yapmamaya kâdirdir. O&#;nun kudret sıfatı ezelidir, ebedidir, zatidir, mutlaktır ve sınırsızdır.

Fakat gerçekleşmesi imkânsız olan konularda, acizlik Allah&#;a ait olmayıp söz konusu şeyin varoluş liyakati taşımamasına dayanır. Buna, Allah&#;ın aynı anda gece ile gündüzü bir araya getirmesinin (bu iki vaktin varoluşsal olarak böyle bir kabiliyete sahip olamamaları nedeniyle) imkânsız olduğunu örnek olarak gösterebiliriz.

Allah&#;ın ilim sıfatında aklî ve naklî delillere istinat edildiği gibi O&#;nun kudreti hususunda da aynı deliller getirilmiştir. Zira Allah&#;ın aciz olması O&#;nun mutlak kemaline aykırı olur ve O&#;nu başkasına muhtaç hale düşürür. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

&#;Henüz elde edemediğiniz başka ganimetler de vardır ki, Allah onları (bilgisi ve kudretiyle) kuşatmıştır. Allah, her şeye kadirdir.&#;[12]

Hayat

Bu, yorumunda ihtilaf olan sıfatlardandır; şöyle ki bazıları onu ilim, kudret ve iradeye döndürmüştür. Her halükarda O&#;nun kutsi zatına ölüm ve fanilik uğrayamaz.

Yüce Allah kendisini şöyle ifade etmiştir: &#;Allah, (öyle bir ilahtır ki) O&#;ndan başka hiçbir ilah yoktur; diridir, her şeyi koruyan ve ayakta tutandır. O&#;nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olan her şey O&#;nundur. İzni dışında O&#;nun katında kim şefaat (arabuluculuk) edebilir? Onların önlerinde olanı da, arkalarında olanı da bilir. Dilediği miktardan başka, O&#;nun bilgisinden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Kürsüsü (ilim ve gücü) gökleri ve yeri kapsamıştır. Bunları korumak O&#;na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.&#;[13]

II- Fiili Sıfatlar

Fiili sıfatlar çoktur. Yaratıcılık, rızık vericilik, yöneticilik, terbiye edicilik, kahredicilik vb. sıfatlar Yüce Allah&#;ın fiili sıfatlarındandır.

Yüce Allah&#;ın mütekellim (konuşan) olması da O&#;nun fiili sıfatlarındandır. O&#;nun insanlarla konuşmasının vahiy kalıbında, bir meleği elçi olarak göndermesi veya perde ardından ses icat etmesi şeklinde olduğu görüşü İmamiye arasında bilinen bir konudur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: &#;Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla ya da perde arkasından konuşur veya bir elçi gönderir ve izniyle dilediğini O&#;na vahyeder. O, yücedir ve hikmet sahibidir.&#;[14]

Onun kelamı/ konuşması, peygamberlerin işiteceği bir şekilde sesler yaratmasıyladır ve bu, fiili sıfatlardan olup O&#;nun yaratma sıfatına döner. Zatî sıfatlardan değildir.

Nitekim Allah kelamının O&#;nun fiiline ya da fiilinin sonucuna ıtlak edildiğini belirtmişlerdir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: &#;De ki: Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, onun gibi başka bir denizi ona destek getirsek bile, Rabbimin sözleri sona ermeden önce deniz biter.&#;[15]

Bu doğrultuda İmamiye mezhebi, Kurân-ı Kerim&#;in Allah&#;ın kelamı ve O&#;nun mahlûku olduğuna inanır. Kurân kadim değil, hâdistir. Zira Allah&#;ın kelamı, O&#;nun fiilidir. Fakat Ehlisünnet ulemasının büyük bölümü buna muhalefet etmiştir.

Sıdk/ doğruluk da Yüce Allah&#;ın fiili sıfatlarındandır; zira O&#;nun yalan söylemesi ve vaadine aykırı davranması muhaldir.

Aynı şekilde hikmet de Allah&#;ın fiili sıfatlarındandır. Dolayısıyla O&#;nun fiilleri son derece sağlamdır, yerli yerindedir ve O, yakışıksız bir iş yapmaktan münezzehtir.

b) Selbi/ Menfi Sıfatlar

İmamiye itikadına göre bunlar, kemalî sıfatların aksine Allah&#;ın tenzih edildiği özelliklerdir ve oldukça da fazladır:

Onlardan biri şudur: O, cisim değildir; ne dünyada ne de ahirette duyu organlarıyla görülmez ve derk edilmez. Zira O, maddi değildir; ne bir mekândadır, ne bir zamandadır ve ne de bir cihet yönündedir ki görülebilsin. Fakat O&#;nun hakkında kalbî müşahedenin olmasına bir engel yoktur.

O&#;nun görülmeyeceği hususunda (aklî delillerin yanı sıra) Kurân-ı Kerim&#;in açık nassına da istidlal edilir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: &#;Gözler O&#;nu idrak etmez; O gözleri idrak eder. O, incelikleri bilendir ve (her şeyden) haberdardır.&#;[16]

Yine bu sıfatlardan bazıları şunlardır: O; sınırlanmaz, bölünmez, cüzlere ayrılmaz. Nitekim Yüce Allah bu ve benzeri eksik sıfatlardan münezzehtir.

O&#;nun hiçbir ortağı, benzeri, dengi ve şeriki yoktur. Başka biriyle birleşmediği gibi başka birinde de çözülmez; bu ve benzeri olumsuz özellikler taşımaz.

İmamiye mezhebi uleması, Allah hakkında teşbih, rüyet/ görülme ve cismî özellikler çağrıştıran tüm Kurân ayetlerine ve hadislere, ilk akla gelecek mana dışında bir anlam yükleyerek yorum getirmiştir. Bu tür yerlerde lügat ilminin inceliklerini ön plana çıkararak kabul edilebilir bir mana sunmuşlar ve bu alanda gerçekten geniş ölçüde pay sahibi olmuşlardır. Onların bu çalışmalarını uzun uzadıya yazılmış tefsir ve kelam kitaplarına müracaat ederek görmek mümkündür.

3- Allah Adildir

İmamiye Şiası Allah&#;ın adil olduğuna, O&#;nun mutlak surette hiç kimseye zulüm yapmayacağına inanır. O&#;nun fiilinde adalet ve insafın kemali vardır. Birçok nass bu konuyu ifade ettiği gibi akıllar da buna hükmetmektedir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: &#;Allah, sürekli adaleti koruyarak O&#;ndan başka hiçbir ilah olmadığına şahitlik etmektedir; tüm melekler ve ilim sahipleri de (buna tanıklık etmektedirler). O&#;ndan başka hiçbir ilah yoktur; üstündür ve hikmet sahibidir.&#;[17]

Sadece adaleti emreden Allah, nasıl adil olmasın ki?! Nitekim O, şöyle buyurmuştur:

&#;Allah, emanetleri sahiplerine vermenizi ve insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz, Allah (her şeyi) işiten ve görendir.&#;[18]

Yine şöyle buyurmuştur: &#;Kuşkusuz, Allah adaleti, iyiliği, yakınlara bağışta bulunmayı emreder; çirkin işleri, beğenilmeyen tutumları ve azgınlığı yasaklar; hatırlayıp öğüt alasınız diye size öğüt verir.&#;[19]

Bu husustaki temel açılım (Kurân ve sünnetteki nassların yanı sıra) şudur: İmamiye mezhebi, fiillerin aklî cihetten iyi ve kötü olarak nitelendirilebileceği görüşündedir. Dolayısıyla onlara göre Allah kötü olan işi yapmaz. Çünkü zatındaki kemal, ancak güzel ve kâmil olanı yapmasını gerekli kılar. Bu yüzden O, insanlara zulmetmez, yalan söylemez, vaadine aykırı davranmaz. O&#;nun adaleti tekvinî ve teşriîdir; yani varlık âleminde ve koyduğu yasalarda kendini gösterir. Âlemde gördüklerimiz O&#;nun adaletinin göstergeleridir. Kötülüklerde ise yaratıkların maslahatları gizlidir. Gerçi biz onları zahirde şer olarak görürüz.

Burada İmamiye ulemasından bazılarının dile getirdiği felsefî bir görüş vardır. O da şudur: Şer, vücudu olmayan bir şeydir, hatta yokluktur. Onlar bu konuda geniş şekilde felsefi bahisler yapmışlardır.

Allah&#;ın şeriatı nasıl adalet şeriatı ise ve zulüm şeriatı değilse, mükâfatında ve cezasında da adildir, hatta rahimdir.

Kaza ve Kader

İmamiye kaza ve kadere inanmakla birlikte insanın aynı anda özgür bir iradeye sahip olduğuna da inanır. Dolayısıyla ne cebir (zorlama) vardır, ne de tefviz (dayatma); ikisi arasında bir durum söz konusudur. Bu, Nebevi Ehlibeyt imamlarından nakledilen meşhur bir sözdür.

Allah&#;ın, kulunun ihtiyarî fiiline olan ilmi, onun Allah tarafından mecbur kılındığı anlamına gelmez; tam aksine onu serbest durumda bırakır. Bu, İmamiye nezdinde ihtiyar sahibi oluşun ta kendisidir. Çünkü Allah&#;ın, kullarından birinin ileride ihtiyarî olarak muayyen bir suçu işleyeceğini biliyor olması, onu zorunlu olarak sözü edilen günahı işlemek zorunda bırakmaz, bilakis serbestçe ve kendi iradesiyle bu suçu işlemiş olur. Eğer ihtiyarı olmadan bu suçu işlemiş olursa Allah&#;ın ilmine halel gelmiş olur. Çünkü varsayım, Yüce Allah&#;ın, o kulun ihtiyarı üzere suç işleyeceğini biliyor olması yönündedir. Eğer o bu suçu mecburen işlerse, Allah&#;ın ilmi gerçekle örtüşmemiş olur.

İKİNCİ EKSEN: NÜBÜVVET VE RİSALET

İmamiye (diğer İslamî fırkalar gibi) biset ve nübüvvetin doğuşuna inanır ve bunu, Yüce Allah&#;ın beşeriyete bir lütfu ve keremi olarak görür.

Akıl tüm maslahatları ve zararları algılamaktan acizdir veya genellikle kötülüğü emreden nefsi emarenin etkisi altında kalır. Bu yüzden insanları hakka ve sırat-ı müstakime hidayet etmek için elçiler ve peygamberler gönderilmesi vaciptir.

Nübüvvetin hedefi; tevhidi, insan hayatının her alanına sirayet edecek şekilde ayakta tutmak ve tek olan Hakka ibadeti kökleştirmektir. Böylece insan varlık âleminde tek müessir gördüğü için ruhunda Yüce Allah&#;a rıza, teslimiyet, kabul, huzu, huşu ve kulluk hâsıl olur.

Nübüvvetin hedefi adaleti ikame etmek, insanların adaleti ayakta tutmalarını sağlamak ve beşerî çatışmalarda onları topyekûn Allah tarafından uzatılmış ipe tutunmaya yönlendirmektir.

Nübüvvet meselesinde kullara hücceti tamamlamak söz konusudur; böylece Yüce Allah&#;tan insanlara karşı kâmil bir hüccet gelmiş olur ve onların Allah karşısında bahanesi kalmaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: &#;Gerçekten biz, elçilerimizi apaçık delillerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye onlarla birlikte kitap ve ölçü indirdik.&#;[20]

Dolayısıyla peygamberlerin biseti, kaynağını Yüce Allah&#;ın insanlara olan kerem, bağış ve lütfundan almış bir zarurettir. İmamiye mezhebi, peygamberlerin gönderilişini bu şekilde tanımlar ve böyle olduğuna inanır.

Onlar tüm peygamberlere iman etmişlerdir. Bazı rivayetlerde peygamberlerin yaklaşık bin civarında olduğu ifade edilmiştir. İmamiye tarih sayfasında peygamberlerin sayılarının çokluğu konusunda Yüce Allah&#;ın şu sözünü referans alırlar: &#;Kuşkusuz, biz seni, hak üzere müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Kendisine bir uyarıcı gelip geçmemiş hiçbir ümmet yoktur.&#;[21]

İmamiye nezdinde peygamberlik, önceki peygamber tarafından sonraki hakkında yakin sağlayacak düzeyde bilinen kesin bir nasla veya bisetine dair yakin sağlayacak şahitler ve delillerin ortaya konulmasıyla tanınır. Bunların başında ise diğer insanların yapmaktan aciz olduğu birtakım mucizeler sunması gelir. Bu da onun Yüce Allah tarafından desteklendiğini gösterir. Çünkü aksi halde Allah&#;ın, peygamber olmayan bir kişi eliyle mucize göstermek suretiyle kullarını aldatması gibi bir durum ortaya çıkmış olur ki bu, çirkindir ve Allah her türlü eksiklikten ve çirkinlikten münezzehtir. Peygamberin nübüvveti sabit olduğunda ise ona tabi olup itaat etmek, iman getirip tasdikte bulunmak gerekir.

İmamiye mezhebi de (diğer Müslümanlar gibi) nübüvvetin ilahî bir makam olduğunu ve hiçbir beşerin oraya kendi çabasıyla ulaşamayacağı görüşündedir. Peygamber, melekût âlemiyle gaybî bir irtibat halindedir. Ya vahiy meleğini görür veya sesini duyar ya da benzer bir şekilde vahyi alır. Dolayısıyla nübüvvet meselesi peygamberler için yeni düşünceler getirme sanatı değildir. Bazı yeni yetmelerin iddia ettiği gibi peygamberler sırf sosyal ıslahatçılar ve toplum mühendisleri de değildirler. Bilakis peygamberlik, beşerî çabaların çok ötesinde, üstün ve istisnai bir makamdır.

Peygamberlerin Masum Oluşu

İmamiye mezhebinin cumhuru, peygamberin sıradan bir insan olmadığı için gerek vahyi aldığında, gerek onu tebliğ ettiğinde, gerek bisetinden önce, gerek bisetinden sonra, gerek buluğa ermeden önce, gerekse buluğa erdikten sonra, gizlide ve açıkta, küçük-büyük her türlü günahtan, dinin tebliği konusunda her türlü hatadan, hatta nesebinin kirli oluşu gibi insanların onun davetinden uzaklaşma yolunda getirebilecekleri her türlü bahane malzemesinden masum olduğuna inanır.

İmamiye ekolündeki temel ihtilaf ise şu hususlardadır:

1-Sehvu&#;n-Nebi/ Peygamber&#;in hata yapması: Çoğunluk, Peygamber&#;in hata yapmayacağı görüşündedir. Bununla birlikte Şeyh Saduk (ö: H.) ve üstadı İbn-i Velid gibi bazı âlimler Peygamber&#;in (s.a.a) hata yapmasının mümkün olduğu görüşünü kabul etmişler ve bu hususta senedi sahih sayılan ve hatta bazıları tarafından mütevatir görülen hadisleri delil sunmuşlardır.

2-Dinin dışındaki alanlarda hata işlemesi: Yani dine rücu etmeyen bir konuda peygamber hata yapabilir mi? Mesela attığı okun hedefe isabet etmemesi söz konusu olabilir mi? Çoğunluk bunun bile caiz olmadığını savunurken bazıları bu tür hataların onun nübüvvetine ve konumuna bir zarar getirmeyeceği için caiz olduğuna inanmıştır.

Hz Muhammed&#;in (s.a.a) Peygamberliğine İnanmak

İmamiye, nübüvvet konusunda açmış olduğu bu genel bölümü özel olarak Muhammedî Risalete tatbik etmiş ve Muhammed b. Abdullah b. Abdulmüttalib&#;in (s.a.a) peygamberliğine, Kurân-ı Kerim&#;in de onun ebedi mucizesi olduğuna inanmıştır. Peygamber&#;in (s.a.a) diğer mucizelerinin sayısı konusunda ise ihtilaf vardır. Ayın yarılması, gece yolculuğu ve miraç hadisesi gibi mucizeler bu kabildendir. Gerçi bu konuda da sınırlı düzeyde birtakım tartışmalar olmuştur.

Muhammedî Risaletin Evrensel ve Ebedi Oluşu

İmamiye mezhebi de (diğer Müslüman mezhepleri gibi) Muhammedî risaletin evrensel, ebedi ve kâmil olduğuna inanır. O, peygamberliklerin sonuncusudur ve önceki şeriatları yürürlükten kaldırmıştır. Hz. Muhammed&#;den (s.a.a) sonra kim nübüvvet iddiasında bulunursa hak yolundan çıkmıştır, batıldır; ya müfteridir ya yalancıdır veyahut da evhama kapılmıştır.

Bu son risaletin sahibi [Hz. Muhammed (s.a.a)] beşeriyetin en kâmil ve en seçkin insanıdır; peygamberlerin sonuncusu ve süsüdür. Ondan daha üstün, daha kâmil ve Allah katında şanı daha yüce biri yoktur. İnsanların da ona itaatte bulunmaları, teslimiyetle tabi olmaları, muhabbet, sevgi ve vefa gösterip zikrini, şanını ve kalplerdeki makamını yücelterek saygınlığını koruyup gözetmeleri gerekir.

Fakat Hz. Muhammed (makamının tüm yüceliğine rağmen) ilah ve yaratıcı değildir. Kulların Rabbi değildir. O da diğer mahlûklar gibi Yüce Allah&#;ın bir mahlûkudur.

Kurân ve Sünnetin Merci Oluşu ve Kurân&#;ın Tahrifi Konusu

Şia, Muhammedî risaletin kitabı olan Kurân-ı Kerim&#;in tümüne iman etmektedir. İmamiye mezhebinde meşhur olan cumhurun görüşü Kurân-ı Kerim&#;in ne artırılarak ne de eksiltilerek tahrif edilmediği hususudur. Şu an iki deri parçasının arasında olan Kurân-ı Kerim, Allah&#;ın Resulü Hz. Muhammed&#;e (s.a.a) indirilmiş olan Kitabullah&#;ın ta kendisidir.

Sayıları gerçekten çok az olan bazı âlimler Kurân&#;ın eksiltilerek tahrife uğradığı görüşünü savunmuştur. (Yani bu görüşü savunanlar bile mevcut Kurân&#;a hiçbir şey katılmadığını ifade etmişlerdir.) Şeyh Hüseyin Nuri (ö: H.) bu âlimlerden biridir. Onlar Şia ve Ehlisünnet&#;in bazı hadis kaynaklarında geçen rivayetlere istidlal ederek bu görüşü ortaya atmışlardır. Onların iddialarına ciddi şekilde karşı çıkılmış ve birçok eleştiriler sunulmuştur. İmamiye mezhebi âlimlerinin Kurân ilimleri, tefsir ve kelam sahalarında yazmış oldukları kitaplarda bunları görmek mümkündür.

Fakat Kurân&#;ın mana açısından tahrife uğradığı bir gerçektir. Yani onun ayetlerindeki manalar ve tefsiri, Allah&#;ın kastettiğine aykırı şekilde ifade edilerek tahrife uğratılmıştır. Aynı şekilde kıraat farklılıkları da var olan bir gerçektir. İmamiye mezhebinden bazı âlimler bu kıraatlerin kesin olduğunu savunurken bazıları ise bunların tek kişi tarafından gelen rivayetlere (haber-i vahid) dayandığı görüşünde olmuştur.

Kurân&#;ın yanı sıra dini tanıtan diğer bir kaynak daha vardır. O da Peygamberin (s.a.a) sünnetidir. Şia, asla nefsanî konuşmayan ve her ifadesi vahye dayanan Yüce Peygamber&#;in (s.a.a) sünnetine inanır ve sahih bir kanaldan geldiği sabit olan Peygamber (s.a.a) hadisini kabul eder. Hadis-i şerifi sadece Peygamber Ehlibeyt&#;inin rivayetleri ile sınırlamaz. İleride buna dair söz edeceğiz.

ÜÇÜNCÜ EKSEN: İMAMET VE HİLAFET

Resulullah&#;ın (s.a.a) vefatı, Müslümanların tarihinde esneklik noktası olmuştur. İmamiye mezhebinin görüşüne göre o andan itibaren ümmet içinde bölünme başlamış, gittikçe şiddetini artırmış ve nihayetinde Peygamber (s.a.a) Ehlibeyt&#;ine karşı Kerbela&#;da korkunç bir katliama dönüşmüştür.

Belki de o günlerde Şia ve Şii ismi (diğer Müslümanlardan farklı bir mezhep ismi olarak) yoktu. Fakat İmamiye, üzerinde tartışmaların yaşandığı meselelerin o günlerde var olduğu ve bunlardan hilafet krizinin birinci derecede yer aldığı görüşündedir.

İmamet Konusunda Şia ve Ehlisünnet Anlayışı

İmamiye mezhebinin İmamet ve hilafet konusundaki anlayışı, Ehlisünnet Müslümanlarının cumhurunun görüşünden farklı bir okuyuştur. Ehlisünnet bu meseleyi bir yönüyle tarihî bir mesele ve diğer yönüyle de fıkhî bir yönetim olarak görür. Dolayısıyla Ehlisünnet cumhuruna göre bu meselenin hiçbir itikadî yönü bulunmamaktadır. Fakat İmamiye Şiası bu meseleyi farklı şekilde okur.

Şia&#;ya göre imamet itikadî bir konudur ve her Müslüman ona iman etmelidir. Zamanının imamını tanımadan ölen kimse cahiliye ölümü üzere ölmüştür.

İmamiye mezhebinde, imamet konusunu inkâr edenlerin durumu konusunda muhtelif görüşler vardır; imameti inkâr edenin kâfir olduğu görüşünü savunanlar vardır. Fakat şu anki ulema arasında meşhur olan görüşe göre onların zahiren Müslüman olduğuna hükmedilir. Onlarla olan ilişkilerimiz diğer Şiilerle olan ilişkilerimiz gibidir; yani miras, evlilik, sılayı rahim gibi İslamî hakları riayet etmemiz gerekir. Eğer birisi Ehlibeyt&#;e düşmanlığı sembol edinirse ve dinini, Peygamber (s.a.a) Ehlibeyt&#;ine ve soyuna düşmanlık anlayışı üzerine dayandırırsa nasibidir, kâfir olmuştur ve İslam dininden çıkmıştır.

İmametin Zarureti ve İmamiye İnancındaki Hedefi

İmamiye mezhebi açısından İslam dininde nebevi davetin devamı ve korunması için imamet meselesi bir zarurettir. Fakat bu, imamların peygamber olduğu manasına gelmez. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.a) peygamberlerin sonuncusudur ve ondan sonra asla bir peygamber gelmeyecektir. Bu yüzden Allah, Peygamber&#;in (s.a.a) vefatından sonra imamlar tayin etmek suretiyle İslami daveti orijinal olan en üstün şekliyle korumak istemiştir. Bu vesileyle onu, kasıtlı veya kasıtsız şekilde yapılacak her türlü sapma, bozulma veya karmaşadan korumaktadır.

Burada imametin hedefi, Resulullah&#;ın (s.a.a) getirmiş olduğu şeraitteki bir eksikliği gidermek değildir. Böyle bir şey söylemekten Allah&#;a sığınırız. Çünkü Peygamber (s.a.a) dini en güzel şekilde tebliğ etti. İmametin hedefi, Kurân ve sünnet için en güzel ve kapsayıcı yöntemlerden istifade ederek daha kâmil ve daha isabetli bir tefsir sunmak; en güzel şer&#;i vesile ve metotları kullanarak Müslümanların işlerini idare etmek; inançları, kavramları ve ilahî görevleri ile dini korumak; bidatler, sapkınlıklar ve hurafelere karşı durmak; Müslümanlara destek olmak; onları savunmak ve korumak; aralarında hak, adalet ve şer&#;i yasalarla hüküm vermek; onların birliğini, kuvvetini ve izzetini savunmak gibi hususların teminidir. İmam, Resulullah&#;ın (s.a.a) vefatından sonra bu tür konuları deruhte etmek için vardır.

İmamet, Nass ve İlahî Tayin Konusu

İmamiye inancına göre Nebevi dönemin ardından ilahî bir tayinle Allah katından isim ve sıfatı belirtilen bir imam/ halife gelmiştir. Yani Yüce Allah, imam seçme işini Müslümanlara bırakmamıştır. Bunu Resulullah&#;tan (s.a.a) sarih veya zımni şekilde nakledilmiş olan birçok rivayette görmekteyiz.

Peygamber (s.a.a), kendisinden sonra Ali b. Ebutalib&#;i ve evlatlarını isimleriyle zikretmiş, onların Yüce Allah tarafından Müslümanların dinî ve dünyevî işlerinin yönetimi için tayin edildiğini ifade buyurmuştur.

Nitekim &#;Hadisu&#;d-Dar&#; olarak anılan rivayette Peygamber (s.a.a), İmam Ali&#;ye (a.s) hitaben şöyle buyurmuştur: &#;…Sen benim kardeşim, vâsim, vezirim, varisim ve benden sonra halifemsin.&#;[22]

Peygamber (s.a.a) Menzilet Hadisi&#;nde de ona şöyle buyurmuştur: &#;…Senin bana olan menzilenin/ nispetinin Harun&#;un Musa&#;ya olduğu menzilede/ nispette olmasını istemez misin?&#;[23]

Resulullah (s.a.a) Gadir Hadisi&#;nde şöyle buyurmuştur: &#;…Allah&#;ım! Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah&#;ım onu seveni sev ve ona düşman olana düşman ol.&#;[24]

Sakaleyn Hadisi&#;nde ise Peygamber (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurmuştur: &#;…Ben içinizde iki kıymetli emanet bırakıyorum; biri diğerinden büyüktür. Gökten yere doğru uzanmış bir ip (misali) olan Allah&#;ın kitabı ve ıtretim olan Ehlibeyt&#;im. Bu ikisi havuzun başında bana varıncaya kadar asla birbirinden ayrılmayacaktır.&#;[25]

Sefine Hadisi&#;nde şöyle gelmiştir: &#;Benim ve Ehlibeyt&#;imin misali, Nuh&#;un gemisi misalidir; kim ona binerse kurtulur ve kim ondan geri kalırsa boğulur.&#;[26]

Ümmetin Âmânı Hadisi&#;nde şu ifade vardır: &#;Yıldızlar gök ehli için aman vesilesi kılındığı gibi Ehlibeyt&#;im de ümmetim için aman kılınmıştır.&#;[27]

Peygamberden sonra on iki imam geleceğini ifade eden hadiste de şöyle geçmiştir:

&#;Benden sonra on iki halife gelecektir, hepsi de Kureyş&#;tendir.&#;[28]

Her iki mezhebin de kaynaklarında bu konuda Peygamberden (s.a.a) rivayet edilmiş daha birçok hadis vardır. Yani bu hadisler sadece İmamiye kaynaklarında yer almamıştır. Ayrıca bu hadislerden bir kısmı en azından tevatür haddine ulaşmıştır.

Bu yüzden İmamiye ekolü, Allah ve Resulüne itaat etmenin, Allah ve Resulü tarafından halife olarak tayin edilmiş imama da itaati gerekli kıldığı görüşündedir. Allah&#;a itaati parçalara bölmek ve bir kısmına uyup bir kısmına uymamak doğru değildir. Resulullah&#;tan (s.a.a) gelen bu nasların yanı sıra onlarca hadisle imamet konusunda nazil olduğu ifade edilen ayetler de vardır.

Velayet Ayeti&#;nde şöyle buyrulmuştur: &#;Şüphesiz sizin veliniz, yalnızca Allah, Resulü ve namazı hakkıyla yerine getiren ve rükû hâlinde zekât veren müminlerdir.&#;[29]

Tathir Ayeti&#;nde şöyle buyrulmuştur: &#;Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehlibeyt&#;ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.&#;[30]

Meveddet Ayeti&#;nde şöyle buyrulmuştur: &#;De ki: Buna karşılık sizden o yakınlarımı (Ehlibeyt&#;imi) sevmekten başka bir mükâfat istemem.İyilik yapana, yaptığı işteki iyiliğini artırırız. Kuşkusuz, Allah bağışlayandır ve şükrün karşılığını verendir (iyiliklere karşı kadirşinastır ve az amele bol mükâfat verendir).&#;[31]

Ve daha nice ayetler…

Bu hadis nasları ve Kurân ayetleri ümmete Allah&#;a itaat konusunda (Ehlibeyt imamlarına) sevgi besleme ve tabi olma şeklinde bir ölçü vermiştir.

İmamların Masum Oluşu

İmamiye nezdinde imamet bir protokol makamı değildir. Aksine (daha önce de ifade ettiğimiz gibi) bu istisnai şahsiyetlerin üstlendiği ağır bir sorumluluktur. Bu büyük sorumlulukların eksiksiz ve kâmil olarak yerine getirilebilmesi için (İmamiye mezhebine göre) imamın en üst düzeyde adalet ve kemal sıfatlarıyla donanmış olması gerekir.

Bu yüzden İmamiye mezhebine göre imamın, imametinden önce ve sonra büyük-küçük her türlü günahtan masum olması bir zarurettir. Aynı şekilde hata, sürçme ve sehivden/ yanlıştan da masumdurlar. Şunu da eklemek gerekir ki sehiv konusunun bazı detaylarında ihtilaf vardır. İmamiye bu konuda aklî ve naklî olmak üzere birçok delil getirmiştir.

On İki İmam Kimlerdir?

İmamiye Şiası, Zeydiye ve İsmailiye gibi diğer Şia fırkalarından farklı olarak on iki imama inanır. On iki imam ya Peygamber&#;den (s.a.a) gelen nasla veya her imamın kendisinden sonraki imam hakkındaki nassı ile tanınır. Hadis kaynaklarında zikredilmiş birçok hadis ve rivayet, Ehlibeyt imamlarının her iki yolla tayin edilmiş olduklarını göstermektedir. Bu imamlar sırasıyla şunlardır:

1-İmam Ali b. Ebutalib (H. 40)

2-İmam Hasan b. Ali el-Mücteba (H. 50)

3-İmam Hüseyin b. Ali eş-Şehid (H)

4-İmam Ali b. Hüseyin Zeynelabidin (H)

5-İmam Muhammed b. Ali el-Bakır (H. )

6-İmam Cafer b. Muhammed es-Sadık (H. )

7-İmam Musa b. Cafer el-Kazım (H. )

8-İmam Ali b. Musa er-Rıza (H. )

9-İmam Muhammed b. Ali el-Cevad (H. )

İmam Ali b. Muhammed el-Hadi (H. )

İmam Hasan b. Ali el-Askeri (H. )

İmam Muhammed b. Hasan el-Mehdi.

On ikinci imam, gaybet perdesi ardında yaşamaktadır. Ahir zamanda zuhur edecek, zulüm ve haksızlıkla dolduktan sonra yeryüzünü adaletle dolduracaktır.

İmamların hayatları hakkında detaylı bilgi için bu sahada yazılmış tarih, hadis ve siyer kitaplarına müracaat edilebilir. Tarih boyunca muvafık ve muhalif tüm Müslümanların onlara saygı göstermiş olması, konumlarının yüceliği, makamlarının azameti ve tarihlerinin parlaklığına delildir.

İmam Mehdi veya Mehdilik ve Ricat İnancı

İmamiye mezhebi şu anda on ikinci imamın imameti döneminde yaşadığımıza inanmaktadır. Yani ahir zamanda cihanı ıslah edecek olan kayıp imamın zamanında bulunuyoruz. Mehdi inancı takriben Müslümanların üzerinde ittifak ettiği bir konudur. Müslümanlar arasındaki ihtilaf sadece onun doğup doğmadığı hususundadır. İmamiye açısından onun doğumu ve gaybeti, Yüce Allah&#;ın buna olan kudreti ve geçmiş kavimlerde benzer durumun vukuu dikkate alındığında pek garipsenecek bir durum değildir. Nitekim kelam ve tarih perspektifinden bu mevzuda detaylı şekilde sohbet etmişlerdir.

İmamiye, Hz. Mehdi&#;nin zuhurundan önce birtakım alametlerin ortaya çıkacağı görüşündedir. Hz. Mehdi, zuhuruyla yeryüzündeki alametleri değiştirerek parlak ve aydınlık bir gelecek kuracaktır. O zuhur ettiğinde imanda eriyip saflaşmış olanlarla küfür ve inkârda derinleşip kararmış olan bazı kimseler dünyaya rücu edecekler ve büyük bir savaş meydana gelecektir. İmamiye mezhebinin bu inancına ricat da denir. Gerçi burada İmamiye âlimlerinden az sayıda da olsa bazıları ricattan maksadın, salihlerden veya gayri salihlerden ölmüş olanların diriltilmesi değil, bizzat Hz. Mehdi&#;nin zuhuru ve Ehlibeyt devletinin rücu etmesi olduğu görüşündedir. Allame Seyyid Haşim el-Hasani el-Amili bu âlimlerdendir.

İmamın Gaybı Bilmesi ve Tekvinî Velayeti İmamiye Arasında İhtilaf Konusudur

Her mezhepte olduğu gibi İmamiye ekolünde de imamet konusunun bazı detaylarında birtakım ihtilaflar vardır. Bu ihtilafların en önemlisi iki husustadır:

1-Gaybı Bilmek: Bazı âlimlerine göre Ehlibeyt, Allah&#;ın öğretmesiyle gaybı bilmektedir ve onların bu bilgisi Allah&#;tan bağımsız şekilde değildir. Binaenaleyh onların yanında insanların nefislerine dair bilgi vardır. Aynı şekilde kulların amelleri sürekli onlara sunulduğu için amelleri de bilirler. Onların yanında geçmişte olan, hâlihazırda vuku bulan ve kıyamete kadar gelecek olan her şeye dair bilgi vardır. Tüm dilleri ve ilimleri bilirler.

Onlar bu ilimleri Yüce Allah&#;tan almışlardır ve bunların hiçbirinde O&#;ndan bağımsız değildirler. Allah peygamberlere nasıl ilim vermiş ve onları gaybî bilgilere muttali kılmışsa aynı şekilde imamlara da bu bilgiyi vermiştir. Sadece imam, peygamber değildir.

Bazı âlimler bu görüşe muhalefet etmiş ve imamların bu genişlikte bir gaybî bilgiye sahip olmadıklarını savunmuşlardır. Onlara göre imamlar gaybî ilimden çok az düzeyde bilgiye sahiptirler.

2-Tekvinî Velayet: Tekvinî velayetten maksat, Ehlibeyt&#;in sahip olduğu üstün ruh sayesinde bu âlem üzerinde tasarruf gücü olduğu konusudur. Onlar Allah&#;ın emri ile âlem üzerinde tasarrufta bulunur ve işlerini idare ederler. Bu gücü Allah&#;tan almışlardır ve bu hususta bir an dahi O&#;nun kudretinden bağımsız değildirler. Nefislerinin ve ruhlarının gücü ile varlık âleminde ulaştıkları üstün kemal sayesinde onların hayatı, tabiat âlemi üzerinde görülmüş tekvinî kerametler ve müdahalelerle doludur. Basit bir ifadeyle onlar Hz. Muhammed&#;den (s.a.a) sonra kâmil insan numuneleridirler.

Fakat bazı İmamiye uleması tekvinî velayeti reddetmiş ve Yüce Allah&#;ın, Ehlibeyt&#;e, tabiat üzerinde tesir etme gücünü bazı zaruret hallerinde ve geçici olarak sağladığını ifade etmişlerdir. Dolayısıyla Ehlibeyt imamları ne âlemi idare eder, ne de mahlûkatı hesaba çeker. Onların hayatları mucize ve kerametler üzerine de kurulmamıştır. Çoğunlukla tabii hal üzeredirler.

Bugün İmamiye ekolünden yukarıda zikredilen iki hususu (gaybî ilim ve tekvinî velayet) reddedenler ulema tarafından kabul edilmektedirler. Zira bu iki görüşe özgü amelî sonuçlar yoktur. Bu konularda daha detaylı bilgi edinmek isteyenler Şia kelamı hakkında yazılmış kitaplara müracaat edebilirler.

Her hâlükârda imamet, Hz Muhammed&#;in (s.a.a) peygamberliğinin ardından gelmektedir ve Şia, imamlar için zikrettiği tüm özellikleri öncelikli ve daha kâmil surette Resulullah (s.a.a) için zikreder. Onlar &#;imamın gaybî ilmi vardır&#; dediklerinde Peygamberin de eksiksiz ve kâmil surette gaybı bildiğine inanırlar. Zira o, mahlûkatın en kâmili ve Yüce Allah&#;a en yakın olanıdır.

DÖRDÜNCÜ EKSEN: MEAD VE KIYAMET

İmamiye mezhebi kıyamete kesin bir imanla inanır; onu akli bir zaruret ve Allah&#;ın kesin vaadi olarak görür. İmamiye&#;ye göre kıyamet, üstün ilahî kudretin zuhur edeceği büyük adalet günüdür. Kıyamet gününde insan Yüce Allah&#;ın karşısında hesaba çekilmek için diriltilecektir… İnsan, ruhu ve bedeniyle diriltilecektir. Dolayısıyla İmamiye itikadında bazı din ve inançlarda yer alan reenkarnasyona yer yoktur.

İmamiye uleması arasındaki meşhur görüşe göre bir de kabir âlemi (berzah) vardır. Kabir âlemi tüm insanlar veya imanı halis olan, mesela, şehitler için yahut küfürde derinleşmiş Firavun gibileri için vardır. Berzah veya kabir âlemi üzerinde Müslümanlar arasında ihtilaf olduğu bilinmektedir. Mesela Dırar b. Amr gibi bazı Müslümanlar onu inkâr etmişlerdir.

İmamiye de diğer İslam mezhepleri gibi kıyametin alametlerine ve vukuundan önce görülecek nişanelere inanır. Kıyamet koptuğunda Tekvir, İnfitar İnşikak, Zilzal ve Karia surelerinde ifade edilen olayların gerçekleşeceğine inanır. Kıyametin kopuşundan önceki alametler; apaçık bir duman, Hz. İsa Mesih&#;in yeryüzüne inişi, yerden Dabbetu&#;l-Arz&#;ın çıkışı vb. hadiselerdir. Gerçi meselenin detaylarında birtakım ihtilaflar vardır.

İmamiye itikadına göre kıyamet süreci Sûr&#;a ilk üflenişle birlikte tüm mahlûkatın ölmesi şeklinde başlayacaktır. Daha sonra Sûr&#;a ikinci üflenişle diriltileceklerdir. Bu dirilişin ardından insanların amelleri, görsünler diye kendilerine sunulacaktır. Sonra küçük-büyük her işten dolayı hesaba çekileceklerdir. Peygamberler, melekler, yeryüzü, kendi bedenleri ve derileri onlar hakkında şahitlik edecektir.

İmamiye ulemasının çoğuna göre insanlar hesabın ardından cehennem üzerine kurulmuş, kılıçtan keskin ve kıldan ince olan sırat köprüsünden geçeceklerdir. Kim kurtuluş ehliyse ondan geçebilecek; diğerleri ise ateş çukuruna düşecektir.

Yine Şia uleması cennetle cehennem arasındaki perde ve Âraf&#;a inanır. Ehlibeyt&#;ten gelen rivayetlerin açık ifadesine göre orada peygamberler ve vasiler duracaktır.

İmamiye rivayetlerinde hesabın ardından Resulullah&#;ın (s.a.a) &#;Hamd Sancağını&#; taşıyarak cennete doğru yürüyeceğine ve O&#;nun arkasından da müminlerin cennete gireceğine işaret edilmiştir.

Kıyamet gününde insanların amellerine verilecek karşılık ya cennettir ya da ateştir. Fakat kimileri için ateşe girmeden önce şefaat söz konusu olacaktır. Şöyle ki Allah&#;a yakın olan bazı şahıslar O&#;nun izniyle bazı Müslümanlar hakkında şefaat edeceklerdir. Tabii ki bu, Yüce Allah&#;ın şefaat için koyduğu kurallara uygun olarak gerçekleşecek ve razı olduğu kimseler bu haktan yararlanacaktır. Bu şefaatçilerin başında da Hz. Muhammed ve Ehlibeyt&#;i olacaktır.

Bu sebeple dünyada da şefaat ehli insanlardan şefaat istenmesinin bir mahzuru yoktur. Nitekim Hz. Yakup&#;un oğulları babalarından, kendileri hakkında şefaat etmesini istemişlerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: &#;Ey babamız! Günahlarımızın bağışlanmasını dile. Kuşkusuz, biz günah işledik&#; dediler. (Yakup,) &#;Rabbimden sizin bağışlanmanızı dileyeceğim. Kuşkusuz, O çok bağışlayandır ve sürekli merhamet edendir.&#; dedi.&#;[32]

Şefaat meselesi gelişigüzel gerçekleşmez. Onun birtakım kuralları vardır ve her şeyden önce Yüce Allah&#;ın rızasına konu olmalıdır. Zira şefaatçilere kıyamet günü sahip oldukları mevki ve makamı veren Allah&#;tır.

Allah&#;ın kıyamet günündeki hesabı adalet üzere olacaktır. Hiçbir haksızlık olmayacaktır. İnsan küçük-büyük tüm yaptıklarından hesaba çekilecektir. Tövbe eden bir kimsenin günahı Allah tarafından nasıl siliniyorsa, şefaatçiler de biri hakkında şefaat ettiklerinde Yüce Allah&#;ın rahmeti onu kapsamı altına almaktadır.

Bağışlayıcı olan Allah tövbe ile her günahı affeder. Hatta şirk dışındaki tüm günahları tövbesiz dahi bağışlaması mümkündür. Nitekim bu konuda ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

&#;Şüphesiz, Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; ama ondan başka günahı, dilediği kimse için ba‌ğışlar. Kim Allah&#;a ortak koşarsa, ger‌çekten yalan uydurarak büyük bir günah işlemiştir.&#;[33]

Yine şöyle buyurmuştur: &#;De ki: Ey kendilerine karşı taşkınlık yapan kullarım! Allah&#;ın rahmetinden ümit kesmeyin. Kuşkusuz, Allah bütün günahları bağışlar. Kuşkusuz, O çok bağışlayandır ve sürekli merhamet edendir.&#;[34]

Bunların hiçbiri (tövbe, şefaat ve rahmet) gerçekleşmediği takdirde kul, cehennemi hak etmiş olur. Fakat cehennemde ebedi olarak kalmak sadece müşriklere mahsus olup Allah&#;ın tek olduğuna inanan (muvahhit) Müslümanları kapsamaz.

Bunlar özetle İmamiye mezhebi arasında meşhur ve yaygın olan inanç konularıdır. Tabii ki bazı detaylarda kimi zaman İmamiye mezhebinin kendi içinde, kimi zaman da diğer mezheplerle bazı ihtilafları olmuştur. Ancak onları getirerek konuyu uzatmaya gerek yoktur.

İMAMİYE ŞİASI NEZDİNDE ŞERİAT KURALLARI

İmamiye ekolü (diğer İslam mezhepleri gibi) kâmil İslam şeriatına ve onun, insanoğlunun yaşamı için tasarlanmış en hayırlı sistem olduğuna inanmaktadır. Eğer insan İslamî şeriat üzere hareket ederse tüm işleri düzene girecektir. Bugün Müslümanların durumundaki zafiyet ve dağınıklığın en önemli sebebi de onların kendi dinlerinden ve ilahî yasalardan uzaklaşmış olmalarıdır.

İmamiye&#;nin İslam şeriatına inanması, tüm Müslümanların yanında bilinmekte olan abdest, gusül, teyemmüm, taharet, necaset, namaz ve hükümleri, oruç, hac, zekât, itikâf, emr-i maruf, nehy-i münker, humus, cihat vb. fıkhî dallara inanıyor olması anlamındadır.

Aynı şekilde genel olarak alışveriş, kiralama, evlilik, boşanma, lanetleşme, köle azat etme, yemin, adak, ahit, kefaret, feshetme, öncelik hakkı, müzarebe (kâr-zarar ortaklığı), müzaraa (ziraat ortaklığı), müsakat (bağ-bahçe sulama ortaklığı), okçuluk, atıcılık, şirket, emanet, ödünç, bulunan mal, gasp, kamu arazilerini imar, borç, rehin, ipotek, haciz, zamanet (zamin ve yükümlü olma), sulh, hibe, zihar (erkeğin kendi eşinden uzaklaşması için okuduğu siyga), iyla (erkeğin eşine yaklaşmamak üzere ettiği yemin), miras, vasiyet, vakıf, sadaka, cüale (iş karşılığı ücretlendirme veya ödüllendirme), havale, kefalet, vekâlet, hudud (ağır cezalar), kısas, tazirat (tembih ve korkutma amaçlı hafif cezalar), diyet, yargı, tanıklık, ikrar, avlanma, hayvan kesimi, yiyecekler ve içecekler, örtünme, bakma, iki cins arasındaki ilişkiler, velayet vb. gibi hususlardaki şer&#;i düzenlemelere inanmaktadır.

Eğer biri İmamiye ekolüne ait kitaplara müracaat edecek olursa onunla diğer İslam mezhepleri arasında önemli bir ihtilafın bulunmadığını ve hatta neredeyse tümünü tek bir şeymiş gibi birbirine yakın görür.

İMAMİYE&#;DE İÇTİHAT KAYNAKLARI

İmamiye şer&#;i içtihat konusunda Kurân&#;ı ve Peygamberin (s.a.a) sünnetini referans alır. Kurân&#;ın ve Peygamber&#;in sünnetinin açıklayıcısı olması hasebiyle de Ehlibeyt&#;in sünnetine itimat eder. Akıl da (üzerinde ihtilaf olmakla birlikte) içtihat kaynaklarından biri olarak kabul edilir. İcma ise sünneti keşfetmesi hasebiyle referans alınır. Başlıca bir delil olarak sunulmaz.

İmamiye Şiası kıyası ve istihsanı[35] kabul etmez, kişisel reyi esas alan ekolü de reddeder. Ancak İmamiye mezhebi uleması arasında usulde ve fıkıhta bazı ihtilaflar vardır. En önemli ihtilaf Ahbarilerle Usuliler arasında görülmüştür. Nitekim bu tarz ihtilaflar diğer Müslüman mezheplerin fıkhında da görülmektedir.

İmamiye mezhebini diğer fıkhî ekollerden ayıran bazı hükümler vardır. İmamiye, bu hükümlerle diğer İslamî mezheplerden ayrılır:

1-Hayatta olan ve fıkhî konulara en üst düzeyde âlim olan mercie (müçtehide) taklit etmek vaciptir.

2-Abdest alırken ayakları yıkamaz, mesh eder.

3-Yenilen ve giyilen türden şeylerin üzerine secde etmez.

4-Öğlen namazı ile ikindi namazını ve akşam namazı ile yatsı namazını, hiçbir zaruret ve yolculuk gibi mazeret olmasa bile sürekli şekilde birleştirerek kılmayı caiz görür.

5-Geçici evlilik (muta nikâhı) caizdir.

6-Namazlarda ellerini bağlamaz.

7-Nafile/ sünnet namazları cemaatle kılmayı şer&#;i açıdan caiz görmez.

8-Sadece savaş ganimetlerinde değil, normal ticari kazançlarda da humus vardır.

9-Namazlarda Fatiha suresinin ardından &#;Âmin&#; demek haramdır.

Evlilikte şahit vacip değil, ama boşamada şahit tutmak şarttır.

Bir oturumda üç kez boşamak, üç boşama kabul edilmez. Sadece bir boşama gerçekleşmiş olur.

Temettü haccı muhakkaktır.

Miras paylaşımında avliye (fazlalık) ve reddiye (eksiklik) kabul edilemez.[36]

Ezan ve kamette &#;Hayye ala hayril amel&#; (haydi amellerin en hayırlısına) denir ve &#;es-Salatu hayrun mine&#;n-nevm&#; (namaz uykudan daha hayırlıdır) denilmez.

Bunlar gibi daha nice fıkhî örnekler mevcut olmakla birlikte onlardan söz ederek konuyu daha fazla uzatmak istemiyoruz.

Daha evvel ifade ettiğimiz konulardan da anlaşıldığı gibi İmamiye mezhebi, İslamî bir mezhep olup İslamî akide ve ilahî şeriatın geneline inanmaktadır. Onun inanç esasları ve şeriat konusundaki usulü ile Müslümanların cumhuru arasında bir fark yoktur. Eğer imamet konusunda bir ihtilaf olmuşsa da zaten benzeri ihtilafların Müslümanların cumhuru arasında var olduğu da muhakkaktır.

O zaman soru şudur: Neden dört mezhep arasında mevcut olan fıkhî sorunlar hallolmuşken onlarla Caferi mezhebi arasındaki gerginlik ve kaygı hâlâ devam etmektedir?!

Neden Müslümanların cumhuru, kendi aralarındaki itikadî çeşitliliği (Maturudiye, Mutezile, Eşaire vs. aralarında son derece şiddetli ihtilaflar olmasına rağmen) kabul etmişken Caferilerle olan ihtilafa çifte standart uygulamış ve onu menfi görmüştür?!

Dört fıkıh mezhebi arasında yüzlerce ihtilaf konusu ve yüzlerce şaz/ nadir fetva varken ve birinin taraftarı şöyle, diğerinin takipçisi böyle derken neden bunlar hiç sorun olmuyor? Yani Sünni mezheplerin kendi aralarındaki bu düzeydeki ihtilaf, Sünni aklıyla hiçbir zaman İmamiye ekolü ile olan bazı farklılıklar kadar kaygı verici ve tedirgin edici değilken neden bu uygulama?!

Yaşamakta olduğumuz şu asırda Mutezilesi, Eşairesi, Maturudiyesi ve Ehli Hadisi (Selefi-liğin hasımlarıyla olan ilişkisi bundan müstesnadır) aralarındaki şiddetli ihtilaf ve eleştirilere rağmen birlikte yaşama kültürü oluşturabiliyor ve hepsi de kendini tek bir mezhebin, yani Ehlisünnet ve&#;l-Cemaat&#;ın birer mensubu olarak sayabiliyor. Peki, o halde neden İmamiye ile Sünnilik arasındaki ilişkiler de böyle bir şekil alamıyor ve ihtilaflara rağmen birliktelik oluşturulamıyor?! Sorun nedir?! Neden bugün dünya genelinde iki yüz milyondan fazla Müslüman&#;ı oluşturan İmamiye Şiası, İslam manzumesinin dışında imiş gibi bir muamele görüyor?!

Burada, farklılıklarla birlikte hiç kimsenin ötekini İslam dairesinden çıkarmadığı, ihtilaflarla birlikte vahdet ve kardeşlik ikliminde yaşama kültürünü baltalayan birtakım faktörler vardır. Dolayısıyla bu kaygı verici ve kaygı yayıcı faktörleri incelemek, kuşkusuz, meselenin çözümünde önemli bir anahtar olacaktır.

Peki, bu faktörler nelerdir? En öne çıkanları hangileridir?

Önce bunları tanımaya çalışacağız ve daha sonra (inşallah) ihtilafımızı doğru şekilde yönetebilme metotlarını sunacağız.

Bugün İmamiye&#;nin Bazı Müslümanlarla İhtilafı Var, Hepsiyle Değil

Şu gerçeği teslim etmemiz gerekir ki bizler bugün İmamiye mezhebi ile diğer İslam mezhepleri arasında gerçek manada bir ilişki krizi olduğundan söz edemeyiz. Böyle bir tabir doğru olmaz. Çünkü İmamiye Şiası&#;nın Yemen&#;de ve diğer ülkelerde yaşayan Zeydilerle, Umman&#;da ve başka yerlerde bulunan İbazilerle, Hind yarımadasında, Suudi Arabistan&#;da ve diğer memleketlerde yaşayan İsmaililerle, Pakistan, Hindistan ve Kuzey Afrika&#;da yaşayan Sufilerin çoğuyla çok iyi irtibat ve diyalogu vardır. Asıl sorun kelam ve fıkhî mezhepleriyle Ehlisünnet&#;in cumhuru iledir ve bilakis Selefi akım diye tanınan grupladır.

GİRİŞ

Hicri I. yüzyıldan itibaren Şia ile Ehlisünnet arasında birçok ihtilafın var olduğunu biliyoruz. Fakat bu ihtilaflar fikirde kalmamış, bu iki mezhebin yakınlaşmasının önünde güçlü bir set oluşturacak psikolojik bariyerlere dönüşmüştür.

İşte, bu, bizim ilişkilerimizi tehdit eden bir dosyadır. Yani ortada birtakım pratik eylemler ve kanaatler vardır ki bazen dinî ve mezhebî içtihatlara dönüşerek yakınlaşmayı ve mezhebî barış sağlamayı imkânsız hale getirebiliyor. Bunlardan bazılarını örnek olarak şöyle sıralayabiliriz:

1-Bazı Müslümanların İmamiye Şiası&#;nı tekfir etmesi, şirk ve tevessül meselesi (diğer mezhebin görüşünü tanımamak).

2-Sahabeye lanet okumak.

3-Müminlerin annelerine (Peygamberin eşlerine) saldırmak ve hakaret etmek.

4-Takiye.

5-Kurân-ı Kerim&#;in tahrifine inanmak ve Nebevî sünneti inkâr etmek.

6-Aşura ile ilgili bazı yas tutma görüntüleri ve şiarlar.

7-Muta nikâhı.

8-Elmuvatene vel-meddu&#;ş-Şii

9-Mezhebî özgürlüklerin baskı altına alınması.

Bu ve benzeri bazı hususlar daha vardır ki bunlar bizim birleşmemizi engelleyen büyük krizlere dönüşmüştür.

Bunları birbirinden ayırmalı ve her birini yepyeni bir merhalenin temelini oluşturacak bir konumda ele almalıyız.

1-Tekfir ve Şirkle İtham Etmenin Mantığı

Bu sorun Müslümanların buluşmasını engelleyen en kör düğümlerden biridir. Selefilerin cumhurunu oluşturan bazı Sünni güruhlar, İmamiye mezhebini, kabirler konusundaki duruşu ve Ehlibeyt imamlarına olan ilgisinden dolayı kâfir ve müşrik saymaktadır. Bu güruhun tekfir konusundaki ısrarından, hatta birçok Ehlisünnet mensubu kimseler de nasibini almaktadır. Mesela Sufiler ve Deruniler de Selefiler açısından müşriktir.

İmamiye mezhebi bu konuda kendisini savunmuş ve duruşunu açıklamıştır. Burada konuyu ilmî olarak açıklamak peşinde değiliz. Sadece bu konudaki nihai görüşümüzü sunacağız.

Biz, tekfir mantığından sıyrılmanın bir zaruret olduğunu; bununla ilgili konuların genel olarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ve bir mezhebe mensup olan insanlardan bazılarının birtakım sözleri ve davranışlarını baz almak suretiyle o mezhep hakkında hüküm vermenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Hatta bu insanların zahiren tevhitle çelişen davranışlarına hüsnü zanla kabul edilebilir farklı yorumlar da getirilebileceğini, dolayısıyla başka yorumlara kapalı ve tek bir yorumu dayatan anlayışın doğru olmadığını düşünüyoruz.

Tekfir Büyük Bir İddiadır

Tekfiri büyük ve ciddi bir tehlike olarak gördüğümüzü ifade ederken şunu da belirtmemiz gerekir ki bu olguya karşı mücadele etmek son derece meşakkatli bir iş olup esas itibariyle ümmetin fakihleri ve müçtehitlerinin görevidir. Fetva verme izni konusunda da son derece cimri davranmaları ve bu yetkiyi her kişiye vermemeleri, fakihlerin uhdesinde olan sorumluluklardandır. Zira ortada her tarafta yayınlanan bir fetva furyası vardır ve maalesef fetva verenlerin birçoğunda fetva ehliyeti de bulunmamaktadır… Bu fetvalar diğerlerini değerlendirme noktasında, onların Müslümanlığına veya kâfirliğine dair kaotik ve belirsiz bir ortam oluşturmaktadır.

Bazı İmamiye Şiilerinden de diğer mezheplere karşı (zımni de olsa) tekfircilikten arınmalarını istiyoruz. Hem Şia&#;dan hem de Ehlisünnet&#;ten tüm İslam mezheplerini zahiren ve gerçek manada Müslüman olarak gören çok sayıda içtihat vardır.

Burada yapılacak en uygun şey bu içtihatları halkın tabanına yaymak ve kültürlerine hâkim resmî görüşe dönüştürmektir. Fakat ilmî kanallar kendi mecrasında açık tutulabilir ve kanaat özgürlüğü çeşitli içtihatlarda kendisini gösterebilir. Önemli olan, kamuoyuna hâkim görüşün Müslümanlar arasındaki sevgide kriz yaratmamasıdır.

İmamiye Ekolünü Bazı Uygulamalarında Islaha Çağırıyoruz

Bugün İmamiye Şiası&#;nı tekfir edenlerin çoğu, Ehlibeyt imamlarının makamlarında görülen bazı hareketlerden edindikleri yanlış intibadan dolayı bu mezhebe mensup insanları tekfir ediyorlar. O halde Şii taklit mercilerinden, Ehlibeyt imamlarının makamlarında bazı insanların sergilediği sahih olmayan, İmamiye mezhebini diğerlerinin nazarında şaibeli gösteren ve bir nebze de olsa tekfir kültürüne katkı sunan davranışları eleştirmelerini istiyoruz.

Biz, zarureti olmayan ve hakkında farz olduğunu ortaya koyan ya da buna davet eden bir nass bulunmadığı halde bazıları tarafından bireysel olarak sergilenen bu tür davranışları reddediyoruz. Mesela imamların türbelerinin önünde secde etmek, dua esnasında Yüce Allah&#;a değil de zamanın imamına yoğunlaşmak bunlardan bazılarıdır. Yine, bireylerin münacat esnasında Allah&#;tan başka isimleri çağırma kültürü, mesela her oturup kalkışlarında &#;Ya Ali&#; demeleri veya &#;Ey Muhammed, ey Ali! Bana yardım edin, zira benim yardımcım sizsiniz. Bana yetin, zira bana yetecek olan sizsiniz&#;[37] gibi sabit olmayan bazı duaları virt edinmelerini kabul etmiyoruz. Bunların yerine Kurânî duaları, Sahife-i Seccadiye&#;de gelen duaları, Şia ve Ehlisünnet&#;in kaynaklarında Peygamberden ve Ehlibeyt&#;ten nakledilmiş duaları okuma kültürüne dönülmesi gerektiğine inanıyoruz.

Peygamberler ve Evliyaya Tevessül Konusundaki Düşüncemiz

Tevessül konusunda bizim düşüncemiz budur. Biz duanın direkt olarak Ehlibeyt&#;e veya başkalarına yöneltilmesi ve sanki onlar hacetleri (direkt olarak) yerine getiriyormuşlar gibi bir yöneliş içeren tevessül anlayışından çıkılmasını istiyoruz. Böyle bir tevessülü gerçekten çok az nassta rastlanan zayıf bir içtihat olarak görüyoruz. Bu gibi tevessüllerin Ehlibeyt&#;in bize bırakmış olduğu genel dua kültürüyle uyuşmadığını görüyoruz.

Fakat biz, dua ile Allah&#;a yönelirken O&#;ndan; Hz. Muhammed ve Ehlibeyt&#;inin hakkı için, peygamberler ve evliya hakkı için, sıddıklar, şehitler, salihler hakkı için duamıza icabet etmesini istememiz anlamındaki bir tevessüle inanıyoruz. Bunda hiçbir şirk ve sapkınlık da görmüyoruz. Aksine bu, tevhidin ve Allah&#;ı tek bilmenin ta kendisidir; O&#;nun huzuruna peygamberler ve salihlere verdiği makamdan destek alarak çıkmaktır.

Ehlisünnet&#;i Diğerlerini Fark Edip Anlamaya Çağırıyoruz

Şia&#;ya yönelik çağrımızı ifade ettik. Burada Ehlisünnet&#;e de bir çağrımız var. O da şudur: Türbelerin yanında vuku bulan hareketleri anlamaya çalışsınlar ve işleri birbirinden ayırsınlar; birtakım abartıların arkasına sığınarak Şia&#;yı Allah&#;a şirk koşan ve kâfir bir güruh olarak sunmaktan da vazgeçsinler. Şia Müslüman&#;dır ve muvahhittir. Onlar bu âlemde Ehlibeyt üzerinde gördükleri herhangi bir menkıbe ve makamı, Yüce Allah&#;ın onlar üzerindeki nimetleri olarak telakki ederler. Ehlibeyt&#;i Allah&#;tan bağımsız olarak görmezler. Onlar Allah&#;ın izni ile yeryüzüne hayat veren güneş gibidirler. İlah değiller ki insanlar Allah&#;ı bırakıp onlara ibadet etsin. Onlar ifa ettikleri işlerinde Allah&#;tan bağımsız değiller; aksine Allah onlara bu gücü vermiş ve kendilerini onunla üstün kılmıştır.

Velayet-i Tekvinî ve Şirk Meselesi, Kavramların Tashihi

Bu, İmamiye ekolünde velayet-i tekvinî görüşünün taraftarların veya imamın gaybı bildiği görüşünü savunanların sözüdür. Biz her ne kadar bu konuda onlara katılmasak da ancak şunu ifade etmeliyiz ki onlar bu söylemleri ile hiç kimsenin ilah olduğunu kastetmezler. Onların görüşlerinin muhtevasında herhangi birinin ilah edinilmesi veya bu cihanda ilahî bir eksikliğin olması halinde Allah&#;ın onu gidermede Ehlibeyt&#;e muhtaç olduğu düşüncesi yoktur. Ya da Ehlibeyt&#;in hiçbir yardıma ihtiyacı olmayan Allah&#;a yardım etmesi veyahut Allah tarafından âlemin işinin onlara bırakılmış olması ve mahlûkatın idaresinin tamamen Ehlibeyt&#;e terk edildiği düşüncesi doğru değildir.

Nasıl olabilir ki; zira Şia&#;nın kendi mezhebine göre bu tür sözler guluv sayılıyor ve İmamiye fakihlerinin çoğu, gulatın kâfir ve necis olduğuna hükmetmiştir.

Aslında İmamiye Şiası, şuna inanıyor: Ehlibeyt&#;e gaybî ilmi Allah öğretmiştir ve eğer Allah&#;ın bildirmesi olmazsa onlar gaybî ilimden bir zerreyi dahi bilemezler. Onların âlem üzerinde tekvinî bir hâkimiyetleri varsa hiç kuşkusuz bu, tamamen Allah&#;ın onlara verdiği imkâna bağlıdır. Nasıl ki Yüce Allah, kalem kullanarak şu beyaz yaprak üzerine bir şey yazma olanağını bana vermişse Ehlibeyt&#;e de böyle bir tasarrufu vermiştir. Yani Ehlibeyt sahip olduğu bu gücü tamamen Allah&#;tan almıştır. Onlar varoluşla-rında ve varlıklarını devam ettirmede hep Allah&#;a muhtaçtırlar. Yani eğer Allah, Ehlibeyt&#;e öğretmeyi ve kendilerine bu velayeti sunmayı terk ederse onlar bir an bile bunu göremezler. Her şey Allah&#;tandır, O&#;nundur ve O&#;na dönecektir. Dolayısıyla hatta bu itikadî içtihadı hatalı görsek dahi tekfiri gerektirecek bir sebep yoktur. Çünkü hata (itikadî olsa bile) başka bir şey, tekfir ve şirkle itham ise başka şeydir.

Toprak Üzerine Secde Etmeyi ve Türbe Ziyaretini Anlamaya Çağrı

Burada toprak üzerine secde etme konusuna da değinmekte fayda vardır. Toprağın üzerine secde etmek, toprağa ibadet etmek anlamına gelmez. Hiçbir Şii de böyle bir şey söylemez. Bu konuda en fazla söylenebilecek şey, toprak üzerine secde etmenin daha faziletli olduğudur. Şehitler efendisi İmam Hüseyin b. Ali b. Ebutalib&#;in kabrinin toprağı, o hazretin pak vücudunu taşıdığı için şereflenmiştir. Bu yüzden İmamiye mezhebine göre İmam Hüseyin türbesinden alınmış toprak üzerine secde etmek daha faziletli sayılmıştır. Yoksa (maazallah) onlar bu toprağa ibadet etmezler.

Kıbleye yönelmek oraya ibadet etmek sayılamayacağı gibi bu toprağın üzerine secde etmek de ona ibadet sayılamaz. Şu da bilinen bir gerçektir ki İmamiye Şiası, Kerbela toprağı veya türbesi üzerine secde etmeyi asla vacip ve lazım saymamıştır.

Peygamber Ehlibeyt&#;inin kabirlerinin ziyareti de aynı şekildedir. Yani kabrin ziyareti, kabre ibadet değildir. Nitekim Mekke ve Medine&#;yi ziyaret etmek oraya ibadet etmek telakki edilmemiştir. İmamiye nezdinde bu ziyaretler, Allah&#;ın velileri ve salih kullarına özlemi ifade etmek suretiyle Allah&#;a itaat için yapılır. Bunun neresinde şirk vardır?!

Tekfir Krizi ve İnsanları Sözlerinin Gereğine Mahkûm Etmek

Tekfircilikteki asıl sorun, insanı sözünün gereğine göre yargılayıp hakkında kâfirlik hükmü vermektir. Şöyle ki; bir şahıs belli bir düşünceyi dile getirince ona kâfirlik hükmünü giydiriyoruz; zira dillendirdiği düşünce bize göre içinde küfür barındıran başka bir düşünceyi gerektirir. Oysa bu onun kâfir olmasını zaruri kılmaz; kim bilir belki de o, düşüncesinin (küfrü barındıran) ikinci düşünceyi gerektirdiğine inanmıyordur bile. İşte maalesef bu, Müslümanların birbirlerini tekfir etmesi konusunda büyük bir musibettir.

Müslümanların, mezheplerin ve görüş sahiplerinin birbirleriyle olan diyaloglarındaki en büyük hataları, her şahsın ötekine, inandığı mezhebin gereksemelerini dayatmasıdır… Sanki o, bu gereksemelere inanıyormuşçasına… İşte bu mantık, kâfirlik ve mürtet hükmü vermenin kolaylıklarından birini oluşturmaktadır.

Bir Sünni, bir Şii&#;ye &#;Sen Peygamber&#;e düşmansın; zira sen inancının gereği olarak bizimle Peygamber arasında bağ kuran sahabeleri kesip atıyorsun!&#; diyor; Şii de Sünni&#;ye &#;Hayır, bu gerekseme doğru değil; çünkü ben başka bir vasıta ile Peygamber&#;e bağlanılabileceğine inanıyorum ve benim sahabe konusundaki duruşumun gereği senin inandığın şey değildir!&#; diyor.

Tekfir Konusu Ümmetin Büyük Âlimlerinin İnhisarında Olmalı

Tekfircilik sorunlarından biri, bu konunun küçük çaptaki âlimlerin uhdesine bırakılmış olmasıdır. Hatta halktan dinî ilimler ve bilakis tekfir ve irtidat gibi hassas konularda uzman olmayan bazı ayak takımı kimselerin, insanları sınıflandırması ve onların iman ölçülerini değerlendirmeye tabi tutması büyük bir tehlikedir. Dolayısıyla tekfir konusu ciddi anlamda ilmî sermaye gerektiren bir konu olduğundan İslam âlemindeki büyük âlim ve fakihlerin uhdesinde olmalıdır. Böylesine hassas bir konu küçük çaptaki âlimlere, din ve şeriat hakkında teferruatlı bilgiden yoksun hatiplere ve medya vaizlerine bırakılmamalıdır. Bu konuda tekfircinin şu veya bu mezhepten olması hiç fark etmez.

2-Sahabe ve Müminlerin Annelerine Karşı Tutum

İşaret edilen birinci mesele (tevhit ve şirk), İmamiye ile Selefilik arasında yakınlaşma probleminin göstergelerinden biri sayıldığına göre ikinci mesele (Sahabe ve onlara karşı tutum) daha önemli bir hâl almaktadır. Zira bu mesele günümüzde İmamiye ile Sünni mezheplerin geneli arasındaki büyük problemi teşkil etmektedir. Biz bu konudaki düşüncemizi kısaca ifade edecek ve her iki ekole de mesajımızı sunacağız.

Tarihî Anlamada İçtihat Hakkını Tekelde Tutmayı Reddediyoruz

Birincisi: Biz (daha evvel de ifade ettiğimiz gibi) Büyük İslam Dini unvanını oluşturan iki şehadet sloganına sahip bir Müslüman&#;ın, dinin çeşitli meselelerinde içtihat yapma hakkına sahip olduğuna inanıyoruz. Dinin en öne çıkan meselelerinden birisi ise tarihtir. İslam tarihi ilmî çalışma alanında analiz, araştırma, değerlendirme ve hakkında bakış açısı sunulacak çeşitli görüşlerin serdedildiği bereketli bir sahadır.

Buradan yola çıktığımızda şunu görmekteyiz: Hiç kimse başkalarının tarihi okuma ve onda içtihat etme hakkını müsadere edemez. Bu, mantıklı değil. Dolayısıyla Ehlisünnet kardeşlerimizi, sahabeden bazılarına hata isnadında bulunulmasını yasaklama görüşünü yeniden gözden geçirmeye çağırıyoruz. Yani bir insanın çıkıp içtihat etmesi ve sahabeden bazısının hata yaptığını keşfetmesinin [dine] bir zararı yoktur; ister buna onay vermiş olalım, ister olmayalım; fark etmez. Eğer uzlaşmaya varmak istiyor isek her Ehlisünnet mensubunun İslam&#;ın ilk yıllarına dair olaylar konusunda tarihî içtihada alan açması, buna karşılık Şii olanlarınsa diğerlerinin kendi imamları ve âlimleri hakkındaki içtihadına alan bırakması gerekir.

İşte bu, sorunu gerginlik meselesinden çıkarıp doğru bir ilmî zemine taşımanın anahtarıdır. Peygamberin (s.a.a) aşağısında kim varsa Müslümanlar arasında ihtilaf konusudur. Sahabenin adaleti, Şia&#;nın eleştiri konusudur. Ehlibeyt&#;in imameti ise Ehlisünnet&#;in eleştiri konusudur. İhtilaflı olan bir konuyu inkâr etmekse doğru değildir. Aksine bu hususta karşı tarafla sadece ilmî olarak bahsetmek gerekir.

Tarihle ilgili bir sorun, İslam açısından tarihi anlamanın anahtarı olmalıdır. Dolayısıyla da hepimizin ilmî ağırlıklı materyallerle bu tarih üzerinde düşünmesi zaruridir.

Sahabeye Hata İsnadı Kâfirlik Nedeni Olamaz

İkincisi: Şii biri, sahabe meselesinde içtihat ederken bazı sahabelerden sadır olan birtakım fahiş hatalardan yola çıkarak onların (masum olmaları bir tarafa dursun) imansız ve adaletsiz oldukları sonucuna ulaşmaktadır. Bununla birlikte &#;onun bu fiili küfürdür&#; diyebilir miyiz?

Senin bakış açına göre eğer o, hatalı olsa bile bu hata, asla onu kâfir kılmaz. Hatta senin açından sahabenin adaletine dair Kurân nassı olsa bile yine de onu kâfir kılmaz. Çünkü o, söz konusu ayette veya rivayette sahabenin adaletine dair (senin gördüğün gibi) açıklayıcı bir ifade görmemektedir. O halde karşı tarafı [Peygambere (s.a.a) muhalefet bir yana dursun] Kurân&#;a muhaliflik, ona karşı durmak veya ona düşmanlık etmekle suçlayamazsın.

Hata, küfür, komplo, saldırganlık veya diğer kavramları birbirinden ayırt etmemiz bir zarurettir. Aksi takdirde herhangi tarihî veya itikadî bir konuda bizimle muhalif olan herkes kâfir olur ve İslam ümmetinde taş üstünde taş kalmaz.

Asıl sorun, bazı kimselerin Şia&#;da Peygamber Ehlibeyt&#;inin masumiyetine dair var olan inancı olumsuz bir mesele gibi, biraz da abartarak sunmaya çalışmalarıdır. Onlar, İslam&#;a göre kutsal bir insan olmadığından söz ediyorlar, ama ne hikmetse (farkına varmadan) binlerce sahabeyi kutsallar sınıfına sokuyorlar. Senin sahabe konusunda içtihat edip onların belli bir kutsiyetleri olduğuna inandığın (biz bu içtihada saygı gösteriyoruz) gibi diğerlerinin de bazı standartlara dayalı delillerle kendi imamları hakkında birtakım makamlar olduğunu düşünmeye hakları olduğunu göz ardı etmemelisin. Burada hiçbir grubun ötekini tekfir etmesi ve belli bir şahsın kutsiyetine olan inancından dolayı ayıplaması doğru değildir.

Hep birlikte şunu da itiraf etmemiz gerekir: Sahabenin hataları konusu sadece İmamiye mezhebindeki hadis ve tarih kaynaklarına dayandırılan bir husus değildir. Sahabeyi eleştiren metinler sadece Şia kaynakları ile sınırlı değildir. Eğer azıcık konuya odaklanacak olursak, Şia&#;nın bizzat bu konuda Ehlisünnet kaynaklarından onlarca nassa istidlal etmiş olduğunu görürüz. Bu da şu anlama geliyor: Müslümanların cumhurunun tarih ve hadis kaynakları, sahabeyle ilgili birtakım eleştiri ve serzenişleri içermektedir. Bu durum ise birbirimizin içtihatlarını kabul etme noktasında bize daha fazla alan açmaktadır.

İmamiye Kaynakları ve Sahabe

Üçüncüsü: Ehlisünnet&#;e yönelik çağrımızı İmamiye için de yapıyor, onları sahabe hakkında mezhebî ve tarihî tortulardan uzak şekilde daha sakin bir okuyuşa çağırıyoruz. Acaba bazı sahabelerden sadır olan şey içtihat hatası mı, yoksa bir sürçme mi veyahut art arda gelen komplo mu ya da kâfir oluş veya dinden dönme midir? Acaba (bazılarının dediği gibi) bir elin parmaklarını geçmeyen sayıları dışında sahabenin hepsi kâfir mi oldu?

Şii kaynakları, sahabeden birçoğunun razı olunan insanlar olduğuyla ilgili ifadelerle doludur. Hatta Şia&#;nın bazı muasır âlimleri kendilerinden razı olunan sahabeler hakkında kitap yazmış ve iki yüz elliden fazla sahabeden söz etmiştir. Biz, İmamiye ekolünden bu manayı Şia&#;nın tabanına yaymasını ve onlardaki taklitçi algıyı kırmasını istiyoruz. Şia&#;nın sadece bir elin parmakları sayısınca olan birkaç sahabeye saygı duyduğu ve onların çoğunu günahkâr saydığı gibi bir algıyı ortadan kaldırmalarını istiyoruz. Buna ulaşmak için ideolojik ve sübjektif olmayan bir bakış açısı geliştirilmelidir.

Birçok Şia kaynağında genel olarak sahabeye karşı toleranslı metinleri görmekteyiz. Şeyh Hür el-Amili (ö: H), Risale fi Marifeti&#;s-Sahabe isimli eserinde sahabeden şahsiyeti zikretmiş ve şöyle demiştir:

&#;İsimleri gelecek olanların çoğu tevsik ve övgüden yoksundur. Fakat eğer bunlardan biri hakkında kötüleyici bir söz ve güvenilirliğini zedeleyici bir fiil görmemişlerse onun sahabe oluşu bir tür övgüdür…&#;[38]

Şeyh Hür el-Amili, sahabe hakkında temel prensibin onları övmek olduğuna ve ancak delil yoluyla açığa çıkmış olanların bundan müstesna edildiğine dikkat çekmiştir. Demek ki Şia&#;nın, sahabe konusunda esas prensibi onları övmektir, yermek değil.

Tarih boyunca sahabeye karşı Şia kaynaklarında geçen toleranslı metinleri bir araya toplamak, bize daha iyi bir tarih oluşturma imkânı sunabilir.

Kutsallara Lanet Okumak

Dördüncüsü: Sahabe konusunda ifade edilenlerden şayet hiçbiri Ehlisünnet ile Şia ilişkisinde öldürmeye yol açacak bir sorun seviyesine ulaşmaz. Ama sahabeye lanet okumak böyle bir tehlikeyi beraberinde getirmektedir. Şia arasındaki meşhur ulemanın görüşüne göre sahabeye lanet okumak vacip değildir. Şia&#;ya sıkıntı ulaşmasına sebep olacak şekilde aleni lanet okunmasına da izin vermemişlerdir. Fakat açık ve şeffaf olmak gerekirse, İmamiye ekolündeki genel iklim lanet okumayı engellemiyor. Hatta bazı Şiilerin yanında sahabeden bazısına lanet okumak dinî bir gelenek halini almış. Özellikle son zamanlarda Şia içinde dahi bu husustaki ihtilafa rağmen lanet okumak şiddetini artırmıştır.

Bizim mesajımız her türlü görüş ve içtihadın etkisinden uzak şekilde bu geleneği reddetmeye ve bunun dinî bir gelenek olarak rağbet görmemesini sağlamaya yöneliktir.

Biz, cüretle, Şia&#;nın taklit mercilerini, sorunu çözecek son sözü söylemeye ve iyice azarak kontrolden çıkmış bu geleneğe karşı cesur bir duruş sergilemeye çağırıyoruz. Müslümanların yekdiğerlerinin kutsallarına ihanet etmeleri ve bu hususta eziyette bulunmaları, aralarındaki sevgi bağlarını koparmaktan başka bir işe yaramaz. Acaba İmamiye mezhebi, Ehlibeyt&#;ten birine sövülmesi veya lanet okunmasını kabul eder mi? Eğer birisi bunu dinî inancın bir gereği olarak yapacak olursa İmamiye ekolü onu kâfir sayar ve Ehlibeyt&#;e söven kişinin öldürülmesine fetva verir. O halde neden bugün diğer Müslümanların kutsallarına da dil uzatmayarak gerekli saygıyı göstermiyoruz? Kendi kutsallarımıza gösterilmesini beklediğimiz saygıyı neden diğerlerinin kutsallarına göstermiyoruz? Neden onların kutsallarına lanet okuduğumuzda aynı infiali göstermelerini kabul etmiyoruz? Ama kendimize alenî şekilde onların kutsallarına sövme ve lanet okuma hakkını tanıyoruz? Neden onların sembollerini ve üzerimizdeki haklarını bir Müslüman olarak önemsemiyoruz, ama onlar bizim kutsallarımıza saldırdığında kâfir olduklarına ve katledilmeleri gerektiğine hükmediyoruz?!

Bizim mesajımız, böyle bir geleneği taşıyan Şiilerin bundan arınmasıdır; tekfircilik mantığından ve tekfir sayacından tamamen kurtulmalarıdır. Eğer ille de bir pozisyon alınacaksa, bu görüşün delil ve hüccetle yayılması şeklinde olmalıdır, sövmek ve lanet etmek şeklinde değil. Yani Şia&#;nın bakış açısıyla İslam&#;ın ilk yıllarında yaşanmış olan şeylerin gerçek yüzü kanıtlarıyla anlatılırsa bu, daha etkili olur. Nitekim İmam Ali&#;den (a.s) nakledilen bir hadiste şu ifade gelmiştir: &#;Sizin lanet okuyanlar ve sövenler olmanızı istemem.&#;[39]

Biz, ashap konusunda ağızlara fermuar çekilsin demiyoruz. Aynı şekilde sahabe hakkında Ehlisünnet kamuoyunda yaygın olan görüşe aykırı bir görüş sunan kimsenin kâfir veya suçlu ilan edilmesini de onaylamıyoruz. Bizim reddettiğimiz şey; Müslüman birinin açık şekilde başka bir Müslüman&#;ın kutsal saydığı değerlerden olan sahabe ve müminlerin annelerine lanet okuması, sövmesi veya tahkirde bulunmasıdır. Aynı minvalde birkaç densizin &#;Hz. Zehra Sevinci&#; adı altında Rebiyülevvel ayının dokuzuncu gününde yaptıkları utanç verici gösterileri de reddediyoruz.

Bu mantığın tamamen değişerek yerini ilmî özgürlük, bilimsel tartışma hürriyeti, ahlakî beyan özgürlüğü ve biz Müslümanlardan her bir ekole mensup kişinin sakin bir şekilde tarihi okuyup vuku bulan olayları değerlendirebileceği bir mantığa bırakmasını öneriyoruz.

Bilmiyorum; ağızların kapatılması ve sahabenin eleştirilmesinin yasaklanması konusundaki bunca ısrar nedendir?! Hâlbuki bunlar, ilmî bir mecrada tartışılması gereken tarihî görüşlerdir. Eğer gerçekten sahabenin adaleti hususundaki görüşümüzün kuvvetinden kuşkumuz yoksa, o zaman bırakalım da diğerleri onu tartışsın. Biz onları mantıkla, bilgiyle ve delil sunarak reddedelim; tekfircilik, korku yayma, suçlama ve baskı kurma dilini kullanarak değil.

Acaba Ehlisünnet&#;in ağızları kapama ısrarının gerçekten bir faydası var mıdır? Zaten bin yıldan beri bunu yapmıyor mu? Bunun fitneden, çatışmadan, şurada-burada büyük devletlerin çöküşünden ve karşı tarafın ise konuyu daha hararetli şekilde tartışmaya devam etmesinden başka ne sonucu oldu?!

Yine bilmiyorum; lanet okuma pratiğindeki ısrarın ve bunun sanki Şia inancının temel ilkelerinden biriymiş gibi sunmanın sebebi nedir?! Acaba bugün bazı televizyon kanallarında okunan bu lanetler ve edilen hakaretler sonucu bazı Müslümanların kanının akıtılması hoşumuza gidecek basit bir konu mudur?! Hâlbuki lanet okumak büyük Şii taklit mercilerinin fetvalarına göre vacip bir amel değildir. Gidip taklit mercilerine sorun ve şunu açıklayın: Acaba İmamiye mezhebinin büyük taklit mercilerinden lanet okumayı, sövmeyi ve hakareti vacip bilen biri var mıdır? Acaba bu, gerçekten uygulanması gereken şer&#;i bir vazife midir? Hatta bunun müstahap olduğunu varsaysak bile Müslümanların kanını, canını, onurunu, vahdet ve bütünlüğünü korumak bu müstahap ameli terk etmekten daha hayırlı değil midir?

Acaba İslam tarihinde sövme, hakaret etme ve lanet okuma ekolünün kurucusu Emevi Hilafeti değil midir? Nitekim birçok tarihçi bunu ifade etmiştir. Bu davranış zamanla İmam Ali (a.s) ve hanedanına minberler üzerinden lanet okumaya kadar vardı! Ne acıdır ki şimdi Ümeyye oğullarının mantığı, onların düşmanları tarafından tekrarlanıyor! Oysaki yapmaları gereken şey, bu tutumdan uzaklaşarak ahlakî yücelikle tarihi eleştirip boşlukları deşifre etmektir.

Peki, bugün ümmetten beklenen şey (kalkınmak yerine) insanların birbirlerine lanet okuyup sövdüğü, birbirlerini sindirdiği, özgürlüklerin gasp edildiği bir kaotik ortama sürükleyici tarihî çatışmalarda kala kalması mıdır? Acaba ümmetin birbiriyle boğazlaşması sonucu Müslümanların geri kalmışlığını gördüğümüzde bundan sevinç duymamız mı, yoksa bu kötü durumu ıslah etmeyi önceliğimize almamız mı gerekir?

Müminlerin Anneleri: İffet ve Saygı Anneleri

Beşincisi: Bu minvalde gelen hususlardan biri de müminlerin annelerine ve bilakis Ayşe&#;ye karşı olan bakıştır. Nitekim Kurân-ı Kerim&#;in nassına göre o, (makam olarak veya babamızın eşi olarak) müminlerin annesidir. Dolayısıyla onu veya diğer annelerimizi zina ile suçlamak kabul edilecek bir şey değildir. Böyle bir şeyin görüntülü ve sesli medya üzerinden yayılmasını istemek nasıl mümkün olabilir?!

Bazı İmamiye âlimleri Peygamberin (s.a.a) zevcelerini &#;saygı anneleri&#; olarak değerlendirmişlerdir. Allame Muhammed Bahru&#;l-Ulum (ö: H) şöyle der:

&#;Şunu bil ki &#;anneler&#; ifadesi için üç mana vardır: Nesep anneleri, sütanneleri, saygı ve azamet anneleri. Üçüncüsü Peygamber&#;in (s.a.a) eşleridir ve onlar müminlerin anneleridir…&#;[40]

&#;Hiç kuşkusuz Peygamber&#;in (s.a.a) namusu bizim namusumuzdur. Şia&#;ya göre peygamberler nefret uyandırıcı özelliklerden münezzehtirler. Bazıları onların eşlerinin zina işlemesini nefret uyandırıcı niteliklerden saymıştır. Bu yüzden peygamberlerden bazılarının eşlerine isnat edilen &#;hıyanet&#; ifadesine fuhuş ve zina ile ilgisi olmayan bir anlam yüklemişlerdir. Dileyen kimse onların tefsirlerine müracaat edebilir.&#;[41]

Şii Taklit Mercilerine Cesur Bir Tarihî Duruş Çağrısı

Biz sahabeye lanet okunması, sövülmesi ve müminlerin anneleri olan Peygamber eşlerinden herhangi birine saygısızlık edilmesine verdikleri fetvalarla karşı çıkan Ayetullah Seyyid Ali Sistani, Seyyid Ali Hamanei, Seyyid Muhammed Hüseyin Fazlullah, Seyyid Mahmut Haşimi, Şeyh Muhammed Asif Muhsini gibi büyük Şii taklit mercilerinden sonra gelen ve sükût etmekle yetinmeyerek bunlara muhalefet eden dinî mercilere elimizi uzatıyoruz. Keşke bunlar da o büyük dinî mercilerin laneti yasaklayıcı fetvalarına muvafakat etselerdi.

Ancak bu zıtlaşmanın doğurduğu şiddetle insanların caddelerde öldürülmesi ve Şia&#;nın tasfiye edilmesi ile çözüme ulaşmaya çalışmak nereye kadar devam edecek? Acaba bu tür eylemler duracak mı veya Peygamber&#;in (s.a.a) namusuna dil uzatan bazı unsurların yüzünden Şia&#;ya yönelik tekfircilik ve aleyhinde saldırı fetvalarının yayımlanması son mu bulacak, yoksa zıtlaşma ile doğan şiddet hacmini artıracak ve işleri daha çok içinden çıkılmaz bir hale mi getirecek? Acaba burada yapılması gereken şey radikalizmin kaynaklarını kurutmak ve her iki ekolün itidalli insanları tarafından şiddeti kontrol altına alacak ortak bir stratejinin geliştirilmesi değil midir?

Sünni Mercileri Ehlibeyt ile Muamelede Ciddi ve Cesur Bir Tutuma Çağırıyoruz

Altıncısı: Burada aynı şekilde Ehlisünnet&#;in birçoğuna da serzenişimiz ve uyarımız var. Onların da bu konudaki tasavvurumuzun aksini sağlamak suretiyle Müslümanların yakınlaşmasına vesile olabileceklerine inanıyoruz. Her iki ekolden gelen birçok rivayete göre bizler, Peygamber&#;in sünnetine amel etmekle görevli kılınmışız. Buradaki maksadımız, Şia nezdinde kabul edilen imamlar konusunda Ehlisünnet Müslümanlarının da bilinçlendirilmesi gerektiği hususudur.

Peygamber&#;in (s.a.a) vefatının ardından onun Ehlibeyt&#;ine ve ashabına Kerbela&#;da uygulanan elim facia neden gizletilmeye çalışılıyor? Bu unutkanlığın veya önemsemeyişin ya da karartmanın sebebi nedir? Eğer bizim şiarımız Peygamber&#;in (s.a.a) Ehlibeyt&#;i ve ashabının sevgisi ise üzerimize düşen, bu şiara hakkıyla vefa göstermektir.

Bu, aynı zamanda Müslümanlar arasında büyük bir kaynaşmayı sağlayacak fırsatları önümüze serecektir.

Biz, Sünni kardeşlerimizi, Ehlisünnet kamuoyu tarafından saygı ile anılan Ehlibeyt&#;in ve Şia imamlarının hatırasını ihya etmeye çağırıyoruz. Yani hep birlikte tarih boyunca Ehlibeyt&#;in hakkına zulmedenlere karşı şeffaf ve cesur duruşlar sergileyelim istiyoruz. Özellikle de Emeviler ve Abbasiler döneminde Ehlibeyt imamlarına yapılan haksızlığa karşı omurgalı bir duruş ortaya koyalım ve onlara insaflı davranalım. İmam Hüseyin için &#;zamanının imamına karşı huruç etti&#; demek yerine Yezid b. Muaviye ile yarenlerini kınayalım!

Acaba Müslümanlar arasından Cafer b. Muhammed&#;e [İmam Sadık&#;a (a.s)] buğzeden veya İmam Zeynelabidin&#;e (a.s) düşmanlık eden tek bir kişi bile var mıdır? Bütün Müslümanlar bu iki büyük şahsiyetle ve Yüce Peygamber&#;in Ehlibeyt&#;i ile iftihar etmiyor mu? Acaba tüm İslam kaynaklarında Ehlibeyt&#;i öven rivayet ve hadisler sayılamayacak kadar çok değil mi?

Sünnilik mirasında Emevi ve Abbasi hilafete dair birçok kınama yer almamış mıdır? Ancak bununla birlikte ne hikmetse Sünni geleneğinde onlara dair bir sansür var. Hatta bazı zamanlar Sünni kamuoyuna Emevi tarihinin üstünlüğü anlatılır veya onların iyiliklerinin kötülüklerinden daha fazla olduğu söylenir!

Eğer bir Sünni olarak Ehlibeyt ekolüne tabi olan bir Şii ile sorunumuz varsa, bu sorunu bizzat Ehlibeyt üzerine aktarmamamız gerekir. Görünen o ki; bizler karşımızdakinden intikam alalım diye kendi kutsal sembollerimizden intikam alıyoruz! Bu, son derece yanlıştır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur:

De ki: Allah her şeyin Rabbi iken O&#;ndan başka kendime bir Rab mi arayayım?! Herkesin kazandığı (günah), yalnız kendi aleyhinedir. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir ve O, hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyi(n gerçeğini) size bildirecektir.&#;[42]

Yine şöyle buyurmuştur: &#;Kim hidayet bulursa, kendisi için hidayet bulur. Kim de doğru yoldan saparsa, kendi zararına sapar. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz. Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edecek değiliz.&#;[43]

Bu noktada beklentimiz; İslam ülkelerindeki milli eğitim, basın, kültür ve irşat bakanlıklarından ciddi adımlar atmaları ve dinî müesseselerle birlikte eğitim müfredatında Peygamber (s.a.a) Ehlibeyt&#;ine yönelik müspet bir algı oluşturmaları, düzenleyecekleri program ve oturumlarda Ehlibeyt&#;in Resulullah&#;a (s.a.a) indirilmiş olan ilahî vahyi herkesten daha iyi bildiğini, Kurân&#;ı ve sünneti herkesten daha iyi anlayan kimseler olduğunu anlatmalarıdır.

Biz, Ehlisünnet kamuoyuna Ehlibeyt&#;in ve onların ilminin tanıtılacağı bir atmosferin hâkim olmasını, onların daha fazla zikredilmesini ve emirlerinin ihya edilip başlarına gelen olayların hatırlatılmasını arzu ediyoruz. Neden Ehlibeyt&#;ten gelmiş olan Nehcü&#;l-Belaga, Sahife-i Sec-cadiye, Hukuk Risalesi vb. kıymetli eserler Sünni bir Müslüman&#;ın hayatının dışına atılmış?!

İmamiye ekolünden de beklentimiz sahabe ve tabiinden birçoklarının tarihteki başarılarını zikretmeleridir. Neden sahabeden birçoğunun cihadı ve takvası anlatılmaz? Onların müspet yönleri inkâr edilir veya karartılır ya da dikkate alınmaz?!

Eğer senin şu veya bu sahabe ile bir sorunun varsa bu, onun iyiliklerini de görmezden gelmene sebep olmamalı veya diğer yüce sahabeleri zikretmene mani teşkil etmemelidir. Kurân-ı Kerim&#;de Yüce Allah bazı kâfirlerin (kâfirliklerine rağmen) bazı özelliklerini övmüştür ve sünnette de bu manada rivayetler gelmiştir.

Kurân-ı Kerim&#;in Adalet ve İnsaf Mantığı

Yüce Allah şöyle buyurmuştur: &#;Kitap ehlinden öylesi var ki, eğer büyük bir serveti ona emanet olarak verecek olsan, onu sana geri öder. Onlardan öylesi de var ki, eğer bir dinar ona emanet olarak versen, başında durmadıkça (ısrarla talep etmedikçe) onu sana geri ödemez. Onların böyle davranmalarının sebebi, &#;Kitap ehli olmayanlar hususunda sorumlu tutulmayız&#; demeleridir. Onlar, (yalan olduğunu) bildikleri hâlde Allah&#;a yalan isnat ediyorlar.&#;[44]

Kitap Ehlinden bir bölümünün emanete riayet etmiyor oluşu Kurân-ı Kerim&#;in onlardan emaneti riayet edenlere işaret etmesini engellememiştir. İşte bu, insaf ve adalettir, Kurân-ı Kerim&#;in kültürüdür.

Yine şöyle buyurmuştur: &#;Kuşkusuz, insanlar içerisinde iman edenlerin en çetin düşmanı olarak Yahudileri ve (Allah&#;a) ortak koşanları bulursun. İnsanların dostluk yönünden iman edenlere en yakın olanlarını da, &#;Biz Hıristiyan&#;ız&#; diyenleri bulursun. Bu, onların (Hıristiyanların) içinde keşişlerin (din bilginlerinin) ve rahiplerin bulunması ve onların büyüklük taslamamalarındandır.&#;[45]

Kurân-ı Kerim, biriyle olan husumetimizin bizi ona karşı adalet ve insaftan alıkoymaması gerektiğini vurgulamış, şöyle buyurmuştur: &#;Ey iman edenler! Allah&#;ın şiarlarına (nişanelerine)… saygısızlığı helal bilmeyin… Bir kavme karşı düşmanlığınız, sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah işleme ve tecavüz etmede birbirinizle yardımlaşmayın. Allah&#;tan korkun. Gerçekten Allah&#;ın azabı çetindir.&#;[46]

Yine şöyle buyurmuştur: &#;Ey iman edenler! Sürekli Allah için hareket eden ve adalet üzere şahitlik yapanlardan olun. Bir topluluğa olan düşmanlığınız, asla sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha yakındır. Allah&#;tan korkun; şüphesiz, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.&#;[47]

Tüm bunları söylüyoruz; zira hak söylenmeye ve uyulmaya layıktır. Böylece birbirimize yakınlaşabilir, tarihimizdeki sembollerimizi tanırız; İslam dinine olan saygımız artar ve onun kadim tecrübelerinden yararlanırız.

Bu münasebetle her iki mezhebin mensuplarına bir çağrıda bulunuyoruz: Ehlisünnet ve İmamiye birlikte İmam Zeyd b. Ali b. Hüseyin&#;i anma programı düzenlesin. Bu programda İmam Zeyd&#;in faziletleri, takvası ve dine olan bağlılığı anlatılsın. Çünkü o, Peygamber (s.a.a) Ehlibeyt&#;inin sembollerinden biridir ve bildiğimiz kadarıyla bugün herkesin saygı duyduğu bir şahsiyettir.

3-Kurân&#;ın Tahrifi ve Nebevi Sünnetin İnkârı

Kurân&#;ın tahrifi meselesi öteden beri hep Müslümanlar arasında konuşula gelmiş bir konudur ve bu meyanda Şia mezhebi Kurân&#;ın tahrifine inanmakla itham edilmiştir. Bu itham son on yıldır gündemden düşmüşse de Ehlisünnet&#;ten birçoğu meselenin gerçek yüzünü anlamış olmasına rağmen, yine de birtakım dinî güruhlar, bu ithamı kullanmaya ve Şia aleyhine bir propaganda aracı olarak kullanmaya devam etmektedir.

Biz, İmamiye ekolüne ait bazı kitaplarda Kurân&#;ın tahrif edildiği algısını oluşturan birtakım rivayetlerin olduğunu kabul ediyoruz. Yine tarih süreci içerisinde İmamiye&#;den çok az sayıda âlimin Kurân&#;ın tahrif edildiği görüşünü savunduğunu da itiraf ediyoruz. Fakat bu, Şia&#;nın (özellikle bugün) Kurân&#;ın tahrifine inandığı anlamına gelir mi?!

Ehlisünnet kardeşlerimizi böylesine hassas bir konuda etraflı düşünmeye çağırıyoruz. Bilinç niteliğindeki farklar Şia mezhebi içerisinde farklı kanaatler doğurmuştur. Eğer Şia&#;nın hadis kaynaklarında Kurân&#;ın tahrife uğradığını belirten ifadeler yer almışsa (nitekim Şia âlimleri bu hadislere farklı yorumlar getirmek suretiyle onları tahrif anlamından uzaklaştırmışlardır) bu, Şia&#;nın Kurân&#;ın tahrif edildiğine inandığı anlamına gelmez. Çünkü Şia, dinî kültürünü muasır taklit mercilerinden alır, eski kaynaklardan değil.

İçtihat kapısı Şia nezdinde her zaman açıktır ve Şia âlimleri arasındaki meşhur görüşe göre ölmüş birine taklit etmek caiz değildir. Bu yüzden Şia&#;daki asıl resmî kanaat, nesiller boyunca birbiri ardınca gelen çağdaş âlimlerin görüşüne göre şekillenir.

Dolayısıyla bugün İmamiye Şia&#;sının temel konulardaki inançlarını öğrenmek istiyorsak, yapmamız gereken şey, onların medreselerine ve muasır dinî mercilerine başvurmaktır; şuradaki falan nassa veya oradaki falan âlime ya da bin yıl önce ölmüş olan birine yahut da falan kitapta bulunan falan hadise ya da eski bir kitaptaki eski bir rivayete değil. Çünkü İmamiye mezhebinden olan biri bu kitaplara müracaat etmez; ulema ve üstatlar da ona bu kitaplardan cevap vermez. Onlar genellikle son dönemlerin ve muasır zamanın müçtehitlerinin görüşlerini aktarırlar.

Eğer tarihe Aziz Kurân&#;ın tahrife uğradığını ifade eden bazı isimler dağılmışsa, şu da bir gerçektir ki İmamiye nezdinde çoğunluk, özellikle de son asırlar içinde gelen büyük âlimler (çok az ve şaz dışında) Kurân&#;ın &#;bir şey katma veya eksiltme&#; anlamına gelecek bir tahriften korunmuş olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. O halde bu konuyu büyütüp abartmanın amacı nedir? Hangi Şii&#;nin evinde elimizdeki şu Kurân&#;dan başka bir Kurân var ki?

Şia&#;nın kabullendiği iddia edilen farklı Kurân nüshası nerede? Onların kârilerini, hafızlarını, müfessirlerini (İmamiye ulemasının kaleme aldığı onlarca cilt tefsir kitaplarını), ulemasının kitaplarını, evlerini ve onlara ait her yeri araştırın; şu mevcut Kurân&#;dan başka bir şey asla bulamayacaksınız. Mevcut olan Kurân&#;ın nüshası da çoğunlukla Suudi Arabistan&#;da basılan Kurân&#;ın nüshası ile aynıdır. O halde neden bu konu sürekli tekrarlanarak gündeme getiriliyor? Bu konudaki medya abartısının gerekçesi nedir? Acaba şurada-burada konuşan her kişinin söylediği sözü olduğu gibi mezhebine mi mal edeceğiz?! Sonra da onu şişirip büyük bir sorun haline mi getireceğiz?!

Artık bu sorunu aşmanın zamanı geldi. Özellikle son asırda Şia&#;nın Kurân&#;ın tefsiri, hıfzı, öğretimi ve uzmanlık alanındaki başarıları dikkate alındığında bu söylem çok komik kalıyor. Bugün Şia üniversiteleri ve ilahiyat fakültelerinde Kurân alanında birçok uzmanlık alanı açılmış, Şia âlimleri Kurân-ı Kerim hakkında binlerce kitap çıkarmıştır…

Şia&#;nın Kurân&#;ın tahrifine inanmadığına dair bunca vurgusuna rağmen bu konuyu gündemden kaldırmanın vakti gelmedi mi? Acaba Ehlisünnet&#;in bazı rivayetlerinde Kurân&#;ın tahrif edildiği yer almamış mı? Sırf bu yüzden Ehlisünnet&#;e aynı konuda iftirada bulunmak caiz midir?!

Burada bir başka mesele daha var: Güya İmamiye mezhebi, Resulullah&#;ın (s.a.a) sünnetini reddediyor ve sadece Ehlibeyt&#;in sünnetini alıyormuş… Biraz akıl ve basiret sahibi olan herkes, bu konuda azıcık düşünecek olursa, hakikatin böyle olmadığını, bunun da tarihten süregelen kafa karışıklıklarından biri olduğunu anlayacaktır diye düşünüyorum.

Şia&#;nın hadis kaynakları ve diğer kitaplarında binlerce Nebevi hadis vardır. O halde nasıl olur da Şia, Peygamber&#;in (s.a.a) sünnetini terk etmiş sayılır?!

Acaba Sahabenin Adaletini Kabul Etmemek Gerçekten Nebevî Sünneti Sona Mı Erdirir?!

Meselenin özü şudur: İçimizden bazılarının düşüncesine göre sahabenin adaletine inanmamak, bizimle Nebevî dönem arasındaki bağı koparır. Çünkü sahabe o döneme ait olayları bize nakleden birinci kuşaktır. Eğer onların adil olmadıklarını söylersek bu vasıtanın değeri düşer ve bizim o dönem hakkındaki bilgilerimiz silinmiş olur. Bu da Nebevî sünnete ulaşma yolunun kapanması demektir.

Fakat işin aslına bakıldığında bu konunun ihtilaflı olduğu anlaşılır. İmamiye, sahabenin adaletini kabul etmezken Resulullah&#;ın (s.a.a) sünnetine ulaşma yollarını yüzlerine kapanmış olarak görmez. Çünkü onlar için iki büyük yol açıktır:

1-Adil sahabeler: İmamiye, sahabenin adaletini reddederken tüm sahabeler hakkında olumsuzlayıcı bir tutum içine girmemiştir. Yani sahabenin tümünün adaletini reddetmemiştir veya &#;onların hiçbirinden hadis alınamaz&#; dememiştir. Bilakis İmamiye&#;nin, ashaptan, adaletini reddettiği sınırlı sayıda kişi vardır. Oysaki meşhur görüşe veya Şia&#;nın büyük âlimlerinin görüşüne göre sahabenin çoğu İmamiye nezdinde şahsiyetlerinden razı olunan kişilerdir.

Nitekim Cabir b. Abdullah el-Ensari, Ebu Said el-Hudri, Abdullah b. Mesud, Ammar b. Yasir, Ümmü Seleme, Esma Binti Umeys, Huzeyfe b. Yeman, Huzeyme b. Sabit, Abdullah b. Abbas, Ebuzer el-Gifari, Mikdat b. Esved el-Kindi, Hucr b. Adiy, Ebu Eyyub el-Ensari, Habbab b. Ert, Kays b. Sa&#;d b. Ubade, Ubey b. Kâb, Selman-ı Farisi el-Muhammedi gibi sahabeler bunlardandır. Dolayısıyla &#;Şia sahabeye tümüyle karşıdır&#; ifadesi, sadece bir lafazanlıktır.

2-Ehlibeyt: Onlar Peygamberin (s.a.a) sünnetini bilen ve birbiri ardınca öğreten kimselerdir. Nitekim İmamiye rivayetlerinde de kendileri bunu ifade etmişlerdir. Binaenaleyh onlar şer&#;i hükümlerin yer aldığı bir üniversite kurmuşlar; kuşaktan kuşağa bu ahkâmı korumuşlardır. Dolayısıyla Şia, Nebevî hadislerin çoğunu altın silsile sayılan Ehlibeyt kanalı ile almaktadır.

Ben artık bu tür konuları gündemimizden çıkarmamız gerektiğine inanıyorum. Böylece buluşup uzlaşmamızı önleyecek hiçbir yokuş ve bahane kalmayacaktır. Yani Şia, Ehlibeyt&#;in sünnetini Resulullah&#;ın (s.a.a) sünnetinden başka bir şey olarak görmez. Bilakis Ehlibeyt (a.s), söyledikleri sözleri, babalarından; İmam Ali&#;den, Fatıma&#;dan, Hasan&#;dan, Hüseyin&#;den ve Resulullah&#;tan (s.a.a) almıştır. Dolayısıyla onlar yeni bir şeriat oluşturmamışlardır. Nitekim Şia ulemasının çoğu da buna inanmaktadır. (Gerçi onlardan bazıları Ehlibeyt&#;i şeriat sahibi olarak görmektedir). Ehlibeyt azami bir dikkatle Resulullah&#;ın (s.a.a) getirdiği hükümleri ve kavramları bize nakletmektedir. Yani onlar ne Resulullah&#;ın (s.a.a) yerini almıştır ne de Kurân-ı Kerim&#;in rolünü çalmıştır.

Genel İslamî Hadis Ansiklopedilerine Doğru

Ey diğer mezheplerden olan kardeşlerimiz! Gelin, kafalarımızda birbirimize karşı bulunan yanlış önyargıları bir kenara atarak birbirimize yaklaşalım.

Hatta bizim çağrımız şudur: İmamiye ekolüne mensup Şiiler bir şekilde Ehlisünnet&#;in hadis kaynaklarından istifade etsinler, Sünni kardeşlerimiz de bir şekilde Şia&#;nın hadis kitaplarından faydalansınlar.

Resulullah&#;tan (s.a.a) bize intikal etmiş olan hadis mirası konusunda aramızdaki kopukluğun sürdürülmesi mazur sayılamaz. Bir Müslüman olarak tüm İslam mezheplerinin kitapları içine dağılmış olan sağlam ve senedi sahih Nebevî hadislere kanaat etmemiz ve onların tümünü iyi bir araştırma ile bulup çıkarmamız gerekir.

Çağrımız şudur: Sadece bir mezhebe bağlı kalacak şekilde değil, İbaziye ve Zeydiye gibi diğer İslam fırkalarını da kuşatacak şekilde kapsayıcı nitelikte İslamî hadisleri içeren ansiklopediler hazırlansın. Daha sonra araştırmacılar Peygamberimizden (s.a.a) en fazla sayıda rivayetin yer aldığı bu ansiklopedilere müracaat ederek (tüm mezheplerin rical ilmindeki ravi kıstaslarına göre) senet ve metin açısından sahih olduğu anlaşılan hadisleri ortaya çıkarabilirler. Böyle bir çalışma İslam mezheplerini birbirine tanıtıp yakınlaştırmada son derece önemli bir faktör olabilir.

4-Takiye ve Güven Sorunu

İmamiye nezdinde takiye, Şia&#;ya karşı olan hâkim güçler önünde onu savunmaya yönelik bir tutumdur. Ehlibeyt imamları, bir kişinin mezhebinin belli olması sonucu ona veya sevdiği birine ciddi anlamda zarar gelmesi söz konusu olduğunda namazını ve dinî farizalarını kendi mezhebi dışındaki mezheplere göre yerine getirmesine, yani mezhebini (sözde ve amelde) gizli tutmasına cevaz vermişlerdir. Bu manadaki bir takiyenin caizliği üzerinde İslam âlimlerinin birçoğu (aralarındaki birtakım detay niteliğindeki ihtilaflarla birlikte) ittifak etmişlerdir.

Hatta dikkat edecek olursak bu manadaki bir takiyenin hep sindirilmiş azınlıkların uygulaya geldikleri bir yöntem olduğunu görürüz. İnsanlar baskı altında kaldıkları ortamlarda bunu yapmaktadır. Hatta hiçbir din ve imana mensup olmayanlar bile mecbur kaldıklarında takiyeye başvurmaktadırlar.

Ancak bugün takiye, Ehlisünnet kamuoyunda oluşturulan algı sonucu Şia ile Ehlisünnet arasındaki yakınlaşmanın en önemli engellerinden biri olarak telakki edilmektedir. Zira bu algıya göre Şii birine güvenilmez. Çünkü sana söylediği sözde doğruyu konuşmamakta ve takiye yapmaktadır; inanmadığı şeyi dile getirmektedir. Takiye konusunun genelleştirilmesi, onu tüm iletişim yöntemlerini yıkıcı bir unsur haline getirmektedir. Çünkü bu algıya göre Şia, batıni bir mezhebe dönüşmekte ve içindekini dışa vurmayan bir karakteristik yapı taşımaktadır. Bunun anlamı da şudur: Şia bir nifak mezhebidir; mensuplarıyla muamele yapılmaz, onlara güvenilmez ve doğru konuştukları söylenemez. Bu da şu anlama gelir: Şiiler, &#;takiye&#; tarafından bizlere en pahalı giysiler içinde sunulan yapmacık İslam elbisesine bürünmüş kâfirler topluluğudur!

Müslüman kamuoyunda takiye hususunda hep bu mana vurgulanmış ve işlenmiştir. Bu da özellikle İmamiye Şia&#;sı hakkında büyük bir güven sorunu teşkil etmiştir. Böyle bir durumda sağlam ve güvene dayalı ilişkilerin olduğu bir İslam toplumu kurmak imkânsızdır.

Bu kitaptaki mesajımızı ifade ederken ilmî bir tartışmaya girmek ve sözü uzatmak istemiyoruz. Fakat başlangıçta İmamiye nezdinde takiye olgusunun varlığını itiraf etmemiz gerekir. Takiyeyi inkâr etmiyoruz. Ancak burada iki soru yöneltiyoruz:

1-Bu olgunun ortaya çıkmasından sorumlu olan kimdir? Nasıl önlenebilir?

2-Bu olgu (takiye) yüzünden ne ölçüde İma-miye mezhebinin gerçek yüzü diğer Müslümanlardan gizli kalmıştır?

Neden Takiye Uygulandı? Sebeplerin Analizi

Birinci soruya gelince; ben, tarih boyunca ve günümüzde birçok Müslüman yönetici tarafından uygulana gelen baskı, terör, diktatörlük ve işkence mantığının takiyeyi İmamiye ve diğerleri için yaşam seçeneği haline getirdiğine inanıyorum.

Sayıca çok az olup sürekli kınanan, sindirilen, görüşü engellenen ve ifade özgürlüğü yok sayılan bir cemaatin ne söylemesini bekliyorsunuz? Eğer onlar, &#;Biz sahabenin tümünün adaletine inanmıyoruz&#; demiş olsalardı bu söz, küfür ve bidat sayıldığından zindana atılacaklar, işkence görecekler, öldürülecekler ve mallarına el konulacaktı.

Eğer sen de onların yerinde olsaydın, onlarca ve yüzlerce yıl böyle bir yaşantıya mahkûm edilseydin, takiyeyi dinî yaşam biçiminin bir pratiği haline getirmez miydin? Böyle bir durumda cani olan sen misin, yoksa ölüm ve tekfir fetvaları vermeye müsait din âlimlerini referans alarak günümüz dünyasının inanç özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, muhalefet ve eleştiri hakkı diye kabul ettiği insanî değerleri baskı altına alan diktatör hükümetler mi?

Bu kültürü doğuran tek sebep bu olmamakla birlikte öne çıkan esas tarihî sebep budur.

Tarih boyunca gelen Şii hükümetler âdildir demek istemiyorum. Ben, mezhepler ve onların tarihinin masum olduğu kanaatinde değilim. Aksine ben, İslam ümmetinin durumunu düzeltecek asıl temel taşın mezheplerin masum oldukları inancından sıyrılmak olduğunu düşünüyorum. Fakat burada durum farklıdır. Şöyle ki; Ehlisünnet&#;in inanç ve sembolleri arasında Şii yöneticilerini onlar üzerinde inanç adı altında baskı kurmaya itecek ve bunun sonucu da Sünnileri inançlarını gizlemek zorunda bırakacak bir durum söz konusu değildir. Fakat Şii hakkında durum farklıdır. Çünkü onun Şii olması Sünni kamuoyuna hâkim görüşe karşı bir düşünceyi içinde taşımasına bağlıdır ki bunun başında ihtilaflarımızın temel taşını oluşturan sahabeye bakış konusu gelmektedir. Sünni birinin imamete inanmamasını Şii tahammül eder ve çoğunlukla (ona katılmamakla birlikte) &#;onun görüşü budur&#; der. Fakat Şii birinin sahabe hakkındaki inancını bazı Sünniler ve Sünni yöneticiler tahammül etmez.

Takiye kuruntusunu ortadan kaldırmak ancak özgürlüklerin ve azınlık haklarının genişletilmesi ve buna karşılık Şia&#;nın da yaşadığı toplumla daha fazla iç içe geçmesi ile mümkün olur… Bu yolla zaman içerisinde bütün yanlış algılar değiştirilebilir.

Acaba Takiye Şia&#;nın Anlaşılması Önünde Bir Perde Midir?

İkinci soruya gelince; biz, yaşadığımız şu asırda Şia&#;nın gizli ve bilinmeyen bir yüzü olduğu söyleminin anlamını kaybettiği görüşündeyiz. Zira Şia&#;nın kitapları, telif ettiği kaynakları, tefekkürü, siyasal düşünceleri, içteki çatışma ve ihtilafları, hatta oturumları, hüseyniyeleri ve buralarda düzenledikleri mezhebî etkinlikleri gibi tüm faaliyetleri, diğerlerinin net bir şekilde göreceği ölçüde şeffaf bir duruma gelmiştir. Özellikle iletişim ve medya araçlarının artmasıyla yaşanan bilgi patlaması sayesinde bugün Şia hakkında hiçbir müphem nokta kalmamıştır. Dolayısıyla ben, (geçmişte zor olduğunu varsaysak bile) bugün, Şia dünyasını tanımak isteyen bir kimsenin her türlü olanağa kolaylıkla ulaşabildiği kanaatindeyim. Hatta eğer iddia edildiği gibi İmamiye&#;nin genel gidişatı takiye üzerine olmuşsa, o zaman Ehlisünnet (asırlardır) lanet meselesini, İmamiye ekolünün sahabeler ve halifeler hakkındaki görüşünü ve İmamiye&#;-nin inandığı onlarca konuyu nereden öğrenmiş olabilir ki?! Demek ki bu konular İmamiye&#;nin kitaplarında vardır. Dolayısıyla İmamiye mezhebini ve fikirsel yönelimlerini (özellikle bu asırda) kolaylıkla öğrenmek mümkündür.

Daha da ötesi; eğer İmamiye Şiası (var sayalım ki) kendisine has gerçek mezhebini gizlese bile bu, asla mümkün olmaz. Çünkü onların kaynaklarına hızlı bir müracaatla itikadî eğilim ve akımlarını, düşüncelerini, birleştikleri ve ayrıştıkları yönlerini keşfetmek çok basittir. O halde &#;Şia Ehlisünnet dünyasına gizli kalmıştır&#; sözünün başka bir anlamı kalır mı? Artık bu tür söylemlerin zamanı geçmiş ve Şia da diğerleri gibi şeffaf bir hale gelmiştir. Azıcık bir zaman ayırıp bu mezhebi tanımak isteyen her araştırmacı kolaylıkla onu tanıyabilir.

Takiyye Konusunda Ehlisünnet ve Şia&#;ya Yönelik İki Çağrı

Buraya kadar anlattıklarımız bağlamında iki çağrımız var:

Birinci Çağrı: Bu çağrımız Ehlisünnet kardeşlerimize yöneliktir. Onlar şunu çok iyi şekilde idrak etmeli ki özellikle bugün, İmamiye Şiası, çeşitli fikirsel eğilim ve ekollere, farklı içtihatlara sahiptir. Bu ekoller Şia&#;nın kendi içinde de ihtilaf konusudur ve bu doğal olan bir şeydir. Konuyu takip eden herkes bu ihtilafa vakıftır. Bu da Şia aleyhinde hüküm verirken ayrımı gerektiren bir tavır sergilemeyi gerektirir.

Birisi herhangi bir uydu kanalında çıkıp da müminlerin annesi Hz. Ayşe&#;ye sabbettiğinde, bunu bütün Şiilerin hesabına yazmak doğru değildir. Aynı şekilde bir Sünni herhangi bir uydu kanalında çıkıp da Şia&#;nın kâfir olduğuna hükmettiğinde &#;Ehlisünnet&#;in hepsi bizi kâfir saymaktadır&#; demiyoruz, dememeliyiz. Nasıl diyebiliriz ki; oysa Sufi Sünnilerin birçoğu Şia gibi kabirleri ve Allah dostlarının makamlarını ziyaret etmektedirler. Nasıl ki benim, Selefi Sünni ile Sufi Sünni&#;yi birbirinden ayırmam gerekiyorsa, Ehlisünnet&#;in de Şia mezhebindeki akımları birbirinden ayırması gerekir. Yani bu mezhep içinden ideolojik bir akımın suçu ile bu mezhebin tümünü nitelendirmemek gerekir.

Eğer bu ayrımı pratikte uygulayabilirsek, İslam ülkelerinin çoğundaki mezhebî gerginlikleri hafifletmeye yardım etmiş oluruz. Mesela bugün Pakistan&#;ın bazı bölgelerinde yaşanan Sünni-Şii çatışmasının; Lübnan&#;da, Mısır&#;da, Mağrib&#;de veya başka bir yerdeki Sünni-Şii kültürünü yansıtmadığı ortadadır.

Ayrım yapmak gerçekten bir zarurettir. Bazı Şii fanatiklerden de isteğimiz, Ehlibeyt&#;e düşmanlık güden kimselerle (Nasibiler) Ehlisünnet&#;i birbirinden ayırmaları, bunları birbirine karıştırmamaları, &#;Her Sünni Nasibidir ve Ehlibeyt&#;e düşmandır&#; iddiasında bulunmamalarıdır. Hatta onlar kişilerle akımları birbirinden ayırmalıdırlar. Ehlisünnet&#;i de, radikal ve tekfirci Şii ile mutedil ve makul Şii&#;yi birbirinden ayırmaya çağırıyoruz.

İkinci Çağrı: Bu çağrımız İmamiye ekolünün evlatlarınadır. O da şudur: İmamiye mezhebine mensup bazı şahsiyetler (takiye ismiyle) başkalarını aldatmak ve benim inancıma dair sahih olmayan bir profil çizmenin faydalı olduğunu zannetmektedirler… Bizim inancımıza göre bu tür yöntemlerin de artık vakti geçmiştir.

Yalan konuşmaya ve bütün Şia ulemasını Kurân&#;ın tahrife uğradığı inancından tenzih etmeye ne gerek var?! Biz çok iyi biliyoruz ki bazıları Kurân&#;ın tahrif edildiğini savunmuş ve bu konuda birtakım rivayetler de mevcuttur. Nitekim Ehlisünnet nezdinde de aynı durum söz konusudur. Bu üslubun olumlu etkisi mi var yoksa İmamiye âlimleri, araştırmacıları ve kelamcılarını sadık olmamak ve diğer mezhep mensuplarının zekâsıyla alay etmek gibi bir duruma mı düşürüyor? İyi düşünmek gerek…

Çağrımız sadakat içindir… Hep birlikte mümkün olduğu kadar doğruyu söyleyelim… Başkasına hakaret içermeyen doğruyu söyleyelim. Bu, her Şii&#;den, her Sünni&#;den ve her Müslüman&#;dan beklenen şeydir.

Yine diğerlerinden beklenen şudur: Benim akait, tarih ve şeriat konularındaki içtihatlarımı tanısın, ondan farklı olduğum için beni dinden çıkarmasın; sosyal, siyasal ve hukuki açıdan beni kuşatma altına almasın. Böylece ben de (huzur ve barış içinde yaşayabilmem için) ona karşı yalan konuşmaya mecbur olmayayım veya kaçamaklı ve aldatmaya dayalı bir üsluba tevessül etmek durumunda kalmayayım.

Dolayısıyla sorumluluk çift taraflıdır; takiye düğümünün çözülmesi için sadece bir mezhebe yüklenmek ve ondan adım atmasını beklemek gerçekçi olmaz. Çünkü bu düğümün iki tarafı vardır. İki tarafın üzerinde de aynı anda ciddi adımlar atmadığımız sürece bu düğümü asla çözmemiz mümkün olmayacaktır.

Bu, karşılıklı bir çağrıdır; İmamiye Şia&#;sını takiyenin kalıntılarından kurtulmaya çağırırken davetimizi Ehlisünnet&#;e de yöneltiyor ve diyoruz ki: Siz de artık suç ile farklı görüşü birbirine karıştırmaktan sıyrılın. Elbette bu çağrının tersi de geçerlidir. Hepimiz ancak bu yolla birbirimize şeffaf olabilir ve gerçek çoğulculuk anlamında bir arada yaşayabilir; bize uzak olsun, yakın olsun yekdiğerimizin görüşüne saygı gösterir ve &#;La ilahe illallah Muhammed Resulullah&#; şeha-detinin çatısı altında durduğumuz sürece kardeşçe hayatımızı sürdürebiliriz.

5-Semboller, Ritüeller ve Dinî Münasebetler

Her ümmetin, her dinin veya mezhebin kendine özgü birtakım sembolleri vardır. Bunlar sosyolojik olarak onu diğerlerinden ayırt eder ve mensuplarının bilinçaltında sadece soyut düşüncelerin bırakamayacağı büyük bir iz bırakır. İmamiye mezhebinin de tarih boyunca çoğunlukla kendisini göstermiş olan şu meşhur sembolleri vardır:

1-Medine, Kerbela, Necef, Samirra, Kazimi-ye ve Meşhed&#;de kabirleri bulunan Ehlibeyt imamlarının türbelerini ve diğer kutsal mekânları ziyaret etmek.

2-Aşura ve Peygamberimizin (s.a.a) torunu İmam Hüseyin b. Ali b. Ebutalib&#;in şehadet yıldönümü münasebetiyle yapılan anma programı. Bu, her yıl Muharrem ayının birinci gününden onuncu gününe kadar yoğun olarak ve Safer ayının sonuna kadar (biraz etkisini yitirmiş olsa da) devam eder. Nitekim daha zayıf da olsa diğer münasebetlerde yapılan etkinlikler de vardır. Mesela Zilhicce ayının on sekizinci günü kutlanan Gadir-i Hum bayramı, Şaban ayının ortasında kutlanan Hz. Mehdi&#;nin doğum günü, mübarek Ramazan ayının on dokuz, yirmi bir ve yirmi üçüncü gecelerinde İmam Ali b. Ebutalib-&#;in (a.s) şehadeti münasebetiyle yapılan anma programları ve diğer etkinlikler.

Şia&#;da öne çıkan bu iki sembolün diğer mezhep mensupları için hiçbir hassasiyet veya sorun teşkil etmemesi gerekir. Ancak bazıları bu şiarların kaygı unsurlarına dönüşmesi için (orada-burada) hep çaba sarf etmiştir. Onlar bu sembollere birtakım gerçek dışı şeyler isnat ederek veya büyüterek onu, İmamiye mezhebi için sorun oluşturan ve İmamiye&#;nin diğer mezheplerle buluşmasına engel olan birer müşküle dönüştürmüşlerdir. Maalesef bazı İmamiye mensuplarının bu alandaki birtakım (akıl ile izah edilemeyecek) tutumları da farkına varmadıkları halde mezheplerine zarar vermiştir.

Şii Semboller ve Şirk Meselesi

İlk dillendirilen ve medya kanalları ile yayılmaya çalışılan şey, şirk konusu ve Ehlibeyt imamlarına ibadet edildiği; Şia&#;nın tevhide aykırı bir yola girdiği şirke eğilimli bir portre çizdiğidir… Bu konu diğer mezheplerin mensuplarını her yıl İslam içinde itikadî bir sapkınlık fenomeni ile karşı karşıya getirecek ve onların her geçen gün Şii kardeşlerinden uzaklaşmasını biraz daha artıracaktır. Hâlbuki türbe ziyaretleri Ehlisünnet içinde de yaygın olan bir dinî uygulamadır. Bu konuda daha önce sohbet ettik ve burada itikadî bir tartışma yapacak değiliz. Ancak bildiğimiz kadarıyla hiçbir Şii: &#;Biz Meşhed&#;e İmam Rıza&#;ya ibadet etmek için ziyarete gidiyoruz veya o, Allah&#;ın dışında kendisine tapılan bir ilahtır&#; demiyor. Şia kitapları da böyle bir şeyden söz etmemiştir. Bu, müstahap olan bir ibadet ayinidir; aynen sünnet hac veya Allah Resulünü (s.a.a) ziyaret etmek gibidir.

Müslümanların her yıl Mekke ve Medine&#;ye gitmeleri Kâbe&#;ye ibadet için değil, sadece Allah&#;ın emri ile O&#;na ibadet için bu topraklarla etkileşim halinde olmaktır. Şia kitaplarında ziyaretin adabından uzun uzadıya söz edilmiştir, onlara müracaat edebilirsiniz.

Fakat bu ayine son zamanlarda veya son yıllar ve yüzyıllar içinde birtakım hareketler eklendiği için diğer mezhep mensupları tarafından bu bağlamda bir garipsenme söz konusu olmuştur. Kabirlerin karşısında secde etmek veya duada direkt kabrin sahibini muhatap alarak ondan şifa istemek gibi fiiller buna örnek verilebilir.

Şia uleması uzaktan bakıldığında ilah edinme görüntüsü veren bu tür amellere (daha önce de hatırlattığımız gibi) bazı izahlar getirmişlerdir. Türbenin karşısında yapılan secde, o imamın ziyaretine muvaffak kılan Allah&#;a şükür secdesi olarak yapılmaktadır. Kabrin sahibinden direkt olarak istemek ise ona ibadet veya ilahlığını itiraf değil, sadece Allah katında şefaatçi olmasını istemektir… Ulema bu tür gerekçeler zikretmişlerdir.

Fakat biz (büyük taklit mercii Merhum Ayetullah Burucerdi gibi bazı İmamiye ulemasının açıkça ifade ettikleri gibi) başkalarının zihinlerinde Şia&#;ya karşı suizanna sebebiyet veren ve hele ki hakkında farz olduğunu beyan edici hiçbir delil ve nassın bulunmadığı bu tür hareketlerden kaçınılması gerektiğine inanıyoruz. Bunlar birtakım geleneklere dayalı alışkanlıklardır.

Kanaatimizce diğer Müslümanların zihninde yanlış düşünce veya suizan oluşumuna, neticede onların Şia ve Şiiliği suçlamalarına yol açan, aynı zamanda içtihat kuralarına göre sahih ve muteber bir nasla sabit olmayan her türlü sosyal, davranışsal veya sembolik görüntüden kaçınmak vaciptir. Allah kendisinden töhmeti uzaklaştıran kişiye rahmet etsin.

Aynı şeyi Ehlisünnet için de söylüyoruz: Diğerleri ile ilişki konusunda zihninde yanlış düşünceye yol açan, aynı zamanda (Sünni içtihat kuralarına göre) sahih ve muteber bir nasla da sabit olmayan her türlü alışkanlık, davranış ve görüntüden kaçınmak vaciptir.

Hüseynî Semboller Hac ve Haremeyn Sembollerine Bir Komplo Mudur?!

Diğer bir konu da semboller meselesidir. Burada da diğer Müslümanların zihinlerinde İma-miye&#;ye karşı bir algı oluşturmak için büyük bir ihtimam olduğunu görüyoruz. İddiaya göre; İmamiyye bu sembolleri hac farizasından daha önemli ve daha büyük görüyor, hac ayini karşısında onun bir alternatif olduğuna inanıyor, Kerbela&#;yı Mekke ve Medine&#;den daha önemli sayıyor ya da Medine&#;ye geldiklerinde Baki Kabristanı&#;nda bulunan imamları Peygamberden (s.a.a) daha fazla ziyaret ediyorlar. Esasen onlar Haremeyn-i Şerifeyn ve Mescid-i Aksa ile bir yarışa girmişler ve Mekke ile Medine yerine Kerbela ile Necef&#;in İslam dininin sembolü olması için çalışıyorlar. Bu, İslam tarihine yönelik bir komplo olup peygamberlik simgelerini yok etmek ve İslam&#;ın ilk yılları olan risalet tarihini unutturmak içindir…

Bazı Müslüman görünümlü kimseler Şia&#;nın İslam&#;dan başka bir akım olduğunu vurgulamak için bu kavramları dile getirmişlerdir. Onlar diyorlar ki: Şiilik; sembolleriyle, ritüelleriyle, kutsallarıyla Kurân-ı Kerim&#;in Müslümanlar için zikrettiği büyük kutsal değerlerden öne geçmeye çalışan İslam dışı bir dindir. Hatta bugün bazılarının kullandığı dilde Şiilik&#;in İslam dininden farklı bir din olduğu vurgulanırcasına &#;Şiilik dini&#; ifadesinin yer alması da çok düşündürücüdür!

Ehlisünnet ve Şia&#;dan Bazıları Tehlikeli Bir Pazarlamaya Soyunmuştur

Bu konu gerçekte basit bir mevzu değildir. Ben cüretle şunu söyleyebilirim ki Şia&#;dan bazı kimseler hâlihazırda Müslüman kamuoyunda bu kavramları kendi bağlamında köklü hale getirmek için çok tehlikeli bir pazarlamaya soyunmuştur. Onlar tarihin genetiğiyle oynayarak Kerbela&#;yı, Mekke ve Medine&#;den faziletli sayan hadis metinleri getirmek suretiyle Mekke&#;nin yeryüzünün diğer noktalarından üstün olduğunu ifade eden hadisleri zayıflatmaya çalışıyorlar.

İmamiye bu pazarlamayla Safeviler döneminden itibaren tanıştı. İmamet meselesi neredeyse ulûhiyet, tevhit ve nübüvvet meselesinin önüne geçirilecek kadar aşırıya gidildiği olmuştur. Böylece imametle ilgili konuların neredeyse tevhit ve nübüvvetin önüne geçirildiği bir bilinçaltı oluşturuldu.

Daha evvel defalarca ifade ettiğimiz gibi biz bu kitapta itikadî, tarihî veya fıkhî bir tartışmaya girmek istemiyoruz. Ancak (değerli okuyucuların izniyle) bu konuya farklı bir açıklama getirmek ve farklı bir bakış açısı sunmak, sonra da genel olarak bu kültür üzerinde konuşmak istiyoruz.

Bence bu durumun oluşmasına sebep teşkil eden hususlar şunlardır:

1-Şii Müslümanlar yüzlerce yıl türbeleri ziyaretten mahrum edilmiş ve bu konuda kuşatma altına alınmışlardır. Aynı şekilde Âşura ve diğer dinî münasebetler konusunda da muhasara edilmişlerdir. Fakat hac konusunda böyle bir engel ve kuşatmayla karşılaşmamışlardır. Irak&#;taki Baas Rejimi döneminde bu bölgede yaşayan Şiiler uzun süre mezhebî ayinlerini uygulamada ciddi sıkıntılar yaşamıştır. Osmanlı döneminde de Şam yöresindeki Şiiler benzer baskıları görmüştür. Doğal olarak insan uzun süre bir şeyden engellenirse, bulduğu ilk fırsatta tüm vücuduyla o şeye yönelir ve ona fevkalade önem verir.

En azından bazı ülkelerde Şia aleyhinde uzun süre oluşturulan baskı ortamının, son zamanlarda Şiilerin bu münasebetlere gösterdiği yoğun ilgiyi doğrudan etkilediğini düşünüyorum.

2-Son zamanlarda Müslüman ülkelerde taşkınlıklara yola açan mezhep gerginliği, mezhebî içtihatlar ve safların ayrışmasında büyük rol oynamıştır. Burada her mezhebin mensubu, onu diğerinden ayıran argümanları ön plana çıkarma eğilimine girmiş olup büyük bir mezhebî iklimde mezhebî aidiyet duygusuyla oluşturduğu armonide kendi yerini almıştır. İşte bu, son zamanlarda söz konusu ayinlerin daha baskın şekilde etkinliğini göstermesine yol açmıştır.

Bu durum, kimi zaman mezhebî açıdan güvende olma psikolojisinin sağladığı kendi mezhebi kimliğini savunma ve bu kimliğe daha fazla entegre olma refleksiyle başkalarına karşı içe kapanıklık şeklinde kendini gösterebileceği gibi bazen de bastırılmış olan duyguları, gücünün son noktasına kadar diğerlerine sunma gereğine dayalı bir hisle ifade edilir. Bazen de izdihamla yapılan bu ayinler bölgedeki dengeyi sağlamak adına bir mezhebin kendi gücünü diğerlerine gösterme ihtiyacı duymasından kaynaklanır. Tüm bunlara mevcut koşulların gölgesinde gelişen siyasî maslahatlar da ilave edilebilir.

O Halde Ne Yapmalı?

Birkaç alanda yapılması gerekenlerin şunlar olduğunu düşünüyoruz:

  1. a) Bölgedeki mezhebî gerilimi hafifletmek için dinî ve siyasî sorumluluklar alınmalı, basın organları bu kültürü oluşturacak yayınlar yapmalıdır.
  2. b) Politikacıların elini dinî ve mezhebî konulardan (bunları istismar etmekten) uzaklaştırmak için çaba sarf etmek gerekir; bu da ulemanın sorumluluğudur.
  3. c) Ehlisünnet bu ayinlere yönelik saldırıları durdurmalı veya azaltmalıdır; zira mezhebî iklimde yapılan bu tür saldırılar ancak karşı tarafın, mezhebî etkinliğine daha sıkı sarılıp onu daha güçlü şekilde icra etmesini sağlar.
  4. d) Şia âlimleri, Şii kamuoyuna meseleleri net bir şekilde açıklamalıdır. Peygamber (s.a.a) dönemindeki Müslümanların tarihî tecrübelerini azami düzeyde anlatmaları, Mekke ve Medine hakkındaki bazı yanlış algıları düzeltmeleri ve mezhebî sembollere doğal hacminden daha fazla ve abartılı anlamlar yüklemekten kaçınmaları, diğer Müslümanlarla ortak oldukları unsurları unutmamaları ve onları bu ayrıştırıcı unsurlara feda etmemeleri gerekir.

Ben inanıyorum ki eğer bu dört hususta gerekli çabayı sarf edecek olursak, birçok mevcut hatalı algılar değişecek, bu vesileyle her iki ekolün aşırı uçlarının elindeki fırsat yok edilmiş olacaktır. Sonuçta ise yapılan merasimler Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt&#;ine yönelik sevgi gösterilerine dönüşeceğinden herhangi bir korku ve endişeye mahal kalmayacaktır. Hatta her yıl milyonlarca insanın bir araya toplanmasından hiç kimse rahatsız olmayacak ve bilakis bu kalabalık, herkesin üzerinde ittifak ettiği Ehlibeyt sevgisine dair sadık ve samimi duyguların dışa vurması şeklinde değerlendirilecektir.

Biz diğer Müslümanları da Aşura merasimini icra etmeye ve Kerbela&#;da İmam Hüseyin&#;in (a.s) ziyaretine katılmaya davet ediyoruz. Çünkü İmam Hüseyin (a.s) sadece Şia&#;ya ait değil, bütün Müslümanlara, hatta bütün özgür ve onurlu insanlara ait bir değerdir. Bu durumda Aşura meselesi İslamî bir meseleye dönüşeceğinden Müslümanları birbirine yakınlaştırır; onları birbirleriyle çatıştırmaz, birbirlerini boğazlayacak konuma getirmez, birbirlerine sırt çevirmek zorunda bırakmaz

Kama Vurmak Gibi İzaha Muhtaç Bazı Ayinler

Üçüncü konu, bazı ayinlerdir. Bunlar, İmamiye Şia&#;sından görülen ve Müslümanların geneli tarafından nefretle karşılanan veya en azından kafalarda soru işareti bırakan bazı ayinlerdir. Buna; kama vurmak (kılıçla başı yaralamak), köz ve ateş üzerinde yürümek, keskin zincirlerle bedene vurmak, kan akıtmak, türbelerin önünde sürünmek ve köpek gibi yürümek, bedeni türbeye kilitlemek, kan gelecek şekilde şiddetli dövünmek, soyunmak, kendilerine &#;imamların köpeği&#; anlamına gelecek &#;Kelb-i Ali, Kelb-i Hasan, Kelb-i Hüseyin&#; (Ali&#;nin köpeği, Hasan&#;ın köpeği, Hüseyin&#;in köpeği) gibi isimler takmak, Ehlibeyt&#;in konumuna uyuşmayan ve dinî inançlarla örtüşmeyen cümlelerin yer aldığı kasideler okumak gibi hususları örnek verebiliriz.

Bu tür gösteriler hakkında hiçbir muteber dinî metin bulunmamaktadır. Bunlar tamamen insanî hissiyatla yapılmakta ve çekilen üzüntüyü halk arasında gelenekselleşmiş birtakım davranışlarla göstermeye çalışmaktan ibaret tutumlardır. Ancak bu tür davranışlar insanları bu büyük ayini ihya etme konusunda hedeflenen düzeye ulaştırmamaktadır. Zira bu tür davranışlar; toplumsal, siyasal, ekonomi ve idarî alanlarda zulüm ve fesada karşı savaşıp hak, adalet ve devrimcilik gibi değerleri ihya etmek, onurlu duruş, sabır, tevekkül, direniş ve kararlılık gibi ulvî duyguları güçlendirecek bir ayini tamamen Müslümanlar arasında bir ihtilaf konusuna dönüştürmüştür.

Biz buradan hareketle sesimizi Şia ve Ehlisünnet&#;ten samimi olan Müslümanların sesine ekleyerek bir çağrıda bulunuyoruz: Bu tür içi boş etkinlikleri bir kenara bırakın ve bu kuru gürültülerle böylesine temiz bir dinî ayini kirletmeyin. Onu yepyeni bir ruhla öyle bir ihya edin ki kalplere hidayet ışığı saçsın, akıllara basiret katsın, nefislerde azim ve kararlılık yaratsın.

Biz bu tür gösterilerin tümünü reddediyoruz ve bunların ıslah edilmesi çağrısında bulunuyoruz; sabit ve orijinal olan ayinlere dönülmesine çağırıyoruz. Yani ziyaret etmek, gözyaşı dökmek, onların emrini ve ilimlerini ihya etmek, başlarına gelen olayları zikretmek ve onları sevmek gerektiğine inanıyoruz&#;

Tam da bu noktada âlimler, fakihler, dinî merciler, kalem ve beyan sahibi aydın insanlara önemli sorumluluklar düşmektedir.

Şiiliğe Karşı Karalama Kampanyası

Ancak ne olursa olsun bu tür uygulamalar Müslüman kardeşlerin (ister Ehlisünnet&#;ten olsun ister diğerlerinden ve hatta bazı Şiilerden olsun) Şiiliğe karşı karalama kampanyasına dönüşmemelidir. Zira Şiiliğin bu gösterilerin dışında dikkate alınması gereken birçok farklı ayinleri de vardır. Dolayısıyla sırf bu yüzden Şiilik mahkûm edilmemelidir.

Şiilik amel, bağış, cihat, marifet, Peygamber sevgisi, Ehlibeyt dostluğu, İslam ve Müslümanları savunma gibi değerlerle dolu bir tarihe sahiptir. Şiilik özellikle bu asırda birçok ilim ve maneviyat dehası, birçok âlim, devrimci ve düşünür yetiştirmiş bir mekteptir. Şiilik ateistlik ve batılılaşmaya karşı savaşmış, bu yolda ümmetin düşmanları ile [özellikle zalim Siyonistlere karşı] girdiği çatışmalarda birçok şehit vermiş bir mekteptir. Şia&#;nın Irak&#;ta bulunan âlimleri, Osmanlı devletine gayrimüslim düşmanlarına karşı yaptığı savaşta destek verilmesi gerektiği yönünde fetva vermişlerdir…

Dolayısıyla tüm bunları unutup sadece Şia&#;dan (hepsinin değil) bazılarının yaptığı birtakım ayinlere dikkatimizi yoğunlaştırmak suretiyle büyük bir mezhebi tümüyle kusurlu görmek ve ona karşı olumsuz bir tutum içine girmek doğru değildir.

Geçici Evlilik/ Muta Nikâhı

İmamiye mezhebi ile diğer İslam mezhepleri arasında müteaddit fıkhî ihtilaflar vardır. Fakat (Allame Cafer Süphanî&#;nin büyük dinî merci Ayetullah Burucerdi&#;den naklettiği gibi) diğer fıkıh ekollerinin kendi aralarındaki ihtilaflar Şia ile Ehlisünnet arasındaki ihtilaftan az değildir. Diğer mezheplerin kendi aralarındaki fıkhî ihtilafı asla suç sayılmaz ve bu ihtilaf bir mezhebin diğer mezhep karşısındaki günahı olarak görülmez. İmamiye mezhebinde (bazı şaz ve nadir hükümler hariç) hiçbir fıkhî görüş yoktur ki Ehlisünnet mezheplerinden illa biriyle uyum içinde bulunmamış olsun. Bu, bir abartı değildir. Zira bu, fıkh-ı mukarin (mukayeseli fıkıh) dalında uzun bir tecrübenin ardından Şeyh Tusi&#;nin el-Hilaf kitabına şerh yazmış olan Ayetullah Sey-yid Burucerdi&#;nin görüşüdür.

Her iki taraftan da (Şia ve Ehlisünnet cephesinden) yirminci asırda çok güzel olumlu bir adım atılmış, her bir mezhebin uleması diğer ekolün fıkhını tanıyıp ondan faydalanma yönünde karşılaştırmalı fıkıh anlamına gelen &#;fıkh-ı mukarin&#; kitaplarını kaleme almışlardır. Biz, burada onlardan bahsederek sözü uzatmak istemiyoruz. Şunu ifade ediyoruz ki fıkhî alanda ihtilafla karşılaştığımızda asla pes etmemeliyiz; zira bu, gayet doğal bir durumdur.

Fakat bazı fıkhî mevzularda öne çıkan birtakım ihtilaflar var ki maalesef bunlara karşı doğru bir tutum sergilenmemiştir. Burada üzerimize düşen görev; ezan, kamet, elleri bağlama, namaz esnasında &#;âmin&#; deme, namazların vakti, namazları cem etme vb. türden girmek istemediğimiz ihtilafları kabullenmektir.

Karşılaştırmalı İslam Fıkhı Konseyi Kurulsun

Biz, Ehlisünnet ile Şia ve bu iki ekole bağlı diğer fırkaların fakihlerinden oluşan karşılaştırmalı bir fıkıh konseyi teşkil edilmesini öneriyoruz. Bu komisyon ihtilaflı konular ve diğer fıkhî mevzularda müzakere yapmalıdır. Özellikle de yeni ortaya çıkan vakaları gündemlerine almalı ve bunlar hakkında birbirine yakın fıkhî sonuçlara ulaşmalıdırlar. Bu çalışmalar sırasında doğal olarak birbirlerinin içtihat yöntemi ile aşina olacaklardır. Bu ortak çalışma, mezhepler arası ilmî bir yakınlaşmaya mukaddime olması hasebiyle de son derece önemlidir. En azından İslam İşbirliği Teşkilatına bağlı olan İslam Fıkhı Kurulunun daha aktif hale getirilmek suretiyle çalışma sisteminin istenen seviyeye ulaştırılması bir zarurettir.

Fakat burada ahlakî yönü olan bir konudan söz etmek istiyorum. Şia hakkında genel olarak İslam iklimi içerisinde resmedilen bir tasviri sunmak ve bunun nasıl da fıkhî bir ihtilafın ötesine geçip iki ekol arasında nefret ve tiksinti oluşturan bir soruna dönüştüğüne değinmek istiyorum.

Konu, geçici evlilik veya muta nikâhıdır. Bazıları muta nikâhını, &#;zinayı meşrulaştırma&#; veya ahlaksızlığa kılıf uydurup kadın-erkek ilişkilerinde bir serbesti oluşturma hareketi olarak tasavvur etmiştir. Bunun manası şu olur: İmamiye, ahlakî iffetten yoksun bir güruhtur, kadınları erkeklerine helaldir ve daha nice sözler…

Ben, burada, tarihî bir tartışmaya girmek istemiyorum. Aslında Müslümanların tümü bu evliliğin teşrii konusunda ittifak etmişlerdir. İhtilaf ise onun nesh edilip, hükmünün geçersiz kılınıp kılınmadığı veya savaş gibi özel durumlara münhasır bir süre için olup olmadığı konusundadır. Bu ihtilafsa hepimizin malumu, sahabe ve tabiin arasında da olmuştur. Bu konu karşısında çeşitli mezheplere ayrılmışlardır. Büyük sahabe Abdullah b. Abbas ve ona tabi olanlar muta nikâhının caiz olduğuna inanan kimseler olarak tanınmışlardır.

İmamiye (Ehlibeyt&#;ten olan imamlarının icmaına tabi olarak) geçici evliliği caiz görmekte ve onun neshedilmediğine inanmaktadır; hatta bu evliliği çağımızdaki birçok soruna çözüm getirecek bir anahtar olarak görmektedir. Zira bugün Ehlisünnet&#;in bazı âlimleri, İslam âleminde evlilik koşullarının zorlaşmasıyla birlikte geçici evliliğe benzer bir evliliğin caiz olduğuna dair fetvalar vermişlerdir. Hatta doğu ve batıda, genel olarak tüm muhacirler arasında böyle bir evliliğe cevaz vermeye yönelmişlerdir.

Fakat insaflı davranalım ve Şia memleketlerini doğusundan batısına kadar gezip görelim: Acaba Şii halkın geneli arasında diğer İslam ülkelerinde mevcut olan ahlakî kurallardan bir kopma ve şeriat caddesinden bir sapma bulabilir miyiz?

Şia arasında hicap (İslamî örtünme) vaciptir. Namahremle tokalaşmak haramdır. Erkeğin mahremi olmayan bir kadına dokunması, bakması vs. haramdır. Herkesin rahatlıkla ulaşabileceği Şia kitaplarında bu konular detaylı şekilde işlenmiştir. Dolayısıyla işin hakikatini öğrenmek isteyenler özellikle Şia&#;nın dinine bağlı/ mütedeyyin insanlarını takip ederek İmamiye ulemasının fıkhî konulardaki benzeri fetvalarını kendi gözleriyle görebilir.

Geçici Evlilik Nedir? Şer&#;i Boyutu Nasıldır?

Geçici evlilik de daimî evlilik gibidir. Elbette birkaç ufak farklılıkları vardır. Daimî evlilikte olduğu gibi bu evlilikte de kasıt, irade, karşılıklı rıza ve eşler hakkında muteber sayılan özellikler şarttır. Mesela nesep, hısımlık, süt verme ve biriyle evli bulunma gibi evliliğe mani sebeplerden biri olmamalıdır.

Daimî evliliğe dayalı olarak ortaya çıkan bütün hükümler bu evlilik için de geçerlidir. Mihir, hısımlık, nesep ve sütle oluşan yakınlık bu ahkâmdandır. Aynı şekilde doğacak çocuğun nafakası, velayeti ve bakım hakkı gibi konular bu evlilik için de geçerlidir. Eşler hariç evlatlar ile akrabalar arası miras ve sıla-ı rahim gibi hükümler bu evlilik sonucu da oluşur. Geçici evlilik, zevcelik irtibatını sağlayan bir nikâhtır; şer&#;i mahkemelerde resmileştirilebilir ve ispat edilebilir.

Geçici evliliği daimî evlilikten ayıran husus; onun belli bir zamanla sınırlı oluşu, kocaya eşine nafaka ödemesinin vacip olmayışı ve ayrılmanın boşanma ile değil de kararlaştırılmış sürenin dolması veya kocanın bu süreyi hibe etmesiyle gerçekleşmesidir. Bu evlilikte iddet, kadının iki kez adet görmesiyle tamamlanır. Ayrıca bu evlilikte eşler arasında miras hukuku oluşmaz.

Bu farkları caiz saydığımızda sözünü ettiğimiz evliliğin koca için son derece uygun olduğunu göreceğiz. Zira o, genel olarak ekonomik sıkıntıdan dolayı daimî evliliğe gücü yetmediğinde şer&#;i olan bu evlilik sayesinde (günaha düşmeden) şehvetini tatmin edebilir. Çünkü bu evlilikte nafaka ve akdin devamlılığı lağvedilmiştir.

Geçici evlilik, her erkeğin dilediği kadınla hiçbir şer&#;i kural olmaksızın birlikteliği anlamına gelmez. Aksine burada, sadece geçici bir ihtiyaç farkı ile daimî evliliğin aynı kastedilir. İslam dini nasıl zor koşullar altında sahabeye geçici nikâh izni verdiyse, aynı şekilde buna diğer Müslümanlar için de izin vermektedir. Eğer birisi çıkıp geçici evliliği suiistimal ediyorsa, birçokları da daimî evliliği, fazla eş edinme ve boşama hakkını suiistimal etmektedirler. Bu üç hak nadiren de olsa suiistimal edilmektedir. Dolayısıyla sabit olan bir hakkın kötüye kullanılıyor olması, insanın ondan mahrum bırakılmasını caiz kılmaz. Çünkü bu durumda takriben hiç kimsenin bir hakkı olmaz.

Bu yüzden geçici evlilik konusuna saygın bir fıkhî içtihat olarak bakılmasını istiyoruz. Nitekim aynı durum misyar evliliğinde de söz konusudur. Ondan ahlakî olmayan bir tasvir sunmaya çalışmak doğru değildir.

Ayrıca bunun imkân dâhilinde resmî kurumlarda bir yasa olarak kabulünü sağlayacak düzenleme yapılmasını istiyoruz. Konuya sadece Şia mezhebinin mantığına dayalı sathî şekilde yaklaşılmamalıdır. Sanki Şia, sırf ikinci halife Ömer b. Hattab düşmanlığı saiki ile (çünkü ikinci halife muta nikâhını yasaklamıştır) bunu caiz görmüştür zehabına kapılmak da doğru değildir.

Bu nikâh, İslam şeriatının bir yasasıdır. Onu, içinde bulunduğumuz çağın zor yaşam koşulları ve kadınlarla erkeklerin birbirlerine dönük nefsanî ve fizikî ihtiyaçları bağlamında değerlendirmek suretiyle şer&#;i bir cevaz olarak görmek gerekir.

Bu evliliği ve ona dair genel uygulamaların ölçüsünü doğru şekilde anlayabilirsek, bazılarının zannettiği gibi bu evliliğin ahlakî yozlaşmaya vesile olmadığı; bilakis kötü ahlâkla mücadele noktasında sosyal hayatımızın birçok alanına ışık tutacağını görürüz. Yoksa Şia&#;nın fıkhı erkekle kadın arasındaki ilişkiler konusunda nispeten muhafazakârdır. Namahrem olanlara bakmayı haram saydığı gibi onlara dokunmayı ve tokalaşmayı da haram saymıştır.

6-Şii Yayılımı veya Ehlisünnet&#;in İtikat Güvenliğinin Delinmesi

Bu konu son yıllarda Şia ve Ehlisünnet olmak üzere biz Müslümanların irtibatında ciddi bir kaygıya sebep olmuştur. Zira Şia&#;nın son on yıl içinde siyasî ve askerî alanda sağladığı başarıları kullanarak Sünni dünyaya kendi mezhebini yayma telaşı içinde olduğu yaygarası koparılmıştır.

Sünni kanat, Şiiliğin çeşitli muhitlerde yayılmasını tamamen Sünni toplumlarda hâkim olan inançları yok etmeye yönelik bir tehdit olarak görmektedir. Nitekim yeni bir dinin dayatılması İslam toplumu üzerinde olumsuz çağrışımlara yol açabilir. Bu bağlamda mezhebî davet, toplumun genel dokusunda yarılmaya sebep olacağı gibi çoğunluğunda Sünniliğin yaşandığı ülkelerdeki toplumsal istikrara da darbe vurabilir.

Şii Yayılımından Sünniliğin Duyduğu Kaygıyı Anlamak Gerekir

Birinci aşamada bazı Ehlisünnet âlimlerinin yaşadıkları toplumlarda kendi mezhebî aidiyetleri karşısında Şia lehinde bir gerilemeyi gözlemleyince bundan kaygı duymalarını anlayışla karşılamak gerekir. Ben, bu konuda abartı var mıdır, yok mudur tartışmak istemiyorum. Acaba Sünni dünyasında Şiiliği yaymak için bir proje mi var? Bu projenin arkasında Şii devletler mi var, yoksa münferit sivil toplum örgütleri mi var? Yani büyük bir siyasî projeden söz edilemez mi? Acaba bu konu genel olarak teyakkuz haline geçilmesini gerektirecek boyutta bir tehlike haddine ulaşmış mıdır, yoksa böyle bir durum söz konusu değil midir?

Uzun uzadıya tartışılabilir, ama burada tartışmaya mecal bulunmamaktadır. Evet, ben bazı Şii cemaatlerin Şiiliği yayma çalışması içinde olduklarını itiraf ediyorum. Fakat kişisel bilgilerime dayalı kanaatime göre bu konunun bu kadar da geniş çapta pazarlanmadığını söyleyebilirim. Konu gerçekten üzerinde bu ölçüde durulmayacak kadar sınırlıdır. Fakat birileri tarafından bu konu büyütülmekte ve bölgede mezhebî korkuya dayalı bir rüzgâr estirilmektedir. Sünni taraf için de aynı şeyler söylenebilir. Yani Ehlisünnet&#;in de bu konuda kendisine ait projeleri var ve özellikle bunu Şiilerin çoğunlukta yaşadığı bazı devletlerin içinde gerçekleştirmek istemektedir.

Son on yılda birçok Sünni aydının Şia olduğunu söyleyebileceğimiz gibi Şia&#;dan da birçok aydın şahsiyetin Sünni olduğunu söyleyebiliriz.

İslam âlemindeki bazı devletler ve güçlerin birtakım siyasî çıkarları esasına dayalı olarak Sünniliğin yoğun olarak yaşandığı bir ülkede Şiiliğin yayılması ne kadar kaygı vericiyse, aynı şeyi Şii nüfusun yoğun olduğu bir ülkede Sünniliği yaymak hakkında da söyleyebiliriz.

O Halde Çözüm Formülü Nedir?

Ancak ifade ettiğimiz durumu göz önünde bulundurmak kaydıyla bir çözüm formülüne ulaşabilmemiz imkân dâhilindedir. Bu doğrultuda şunu söyleyebilirim:

Her Müslüman&#;ın kendi düşüncesini yayma hakkı vardır; diğerleri de onunla eleştirel tartışmaya girme hakkına sahiptir.

1-Her insan kendi görüşüne göre hidayet, hak ve doğru gördüğü nazarî ve amelî konulara diğer Müslümanları davet etme hakkına sahiptir. Bu, aynı zamanda emr-i maruf ve nehy-i mün-ker vazifesinin gereği olup hayra davet, hakkın beyanı vb. sabit olan ilahî kavramlar bağlamında değerlendirilir. Dolayısıyla bu, hem Sünni için hem de Şii için İslam şeriatının onlara garanti ettiği sabit bir haktır. Hatta bunu onlara vacip kılmıştır.

O halde bir insanın, Müslümanların nazarî ve amelî farklı içtihatlarına dayalı olarak hak gördüğü şeye diğerlerini davet etmesi bir suç değildir. Aksine bu onun İslam dininin kurallarına olan amelî imanının ifadesi sayılır. Bunu yapan, ister Şiilerin ülkesinde bir Sünni olsun, ister Sünnilerin ülkesinde bir Şii; ister Şii ülkesinde bir İbazi olsun, ister Zeydi ülkesinde bir İma-miye Şiisi olsun hiç fark etmez. Böyle bir şey suç sayılmaz.

Sen bir Şii&#;yi yanlış inanç üzere gördüğünde onun da kendisini doğru gördüğünü ve aslında senin yanlış bir yolda olduğunu düşündüğünü unutmamalısın. Mantıksal olarak o, insanları kendi isabetli içtihadına dayalı inanç esaslarına ve amelî konulara davet etmeyi bir görev saymaktadır. Nitekim aynı şey fakihler ve müçtehitlerin ihtilaflarında da görülmektedir.

İslamî Mezhepler Arasında Çifte Standartlı Yaklaşım!

2-Ben, şu soruyu açık şekilde sorma hakkım olduğunu düşünüyorum (çünkü açık ve şeffaf olmak çözümün anahtarıdır): Neden İslam ülkelerinde Selefiliğin yayılması sınırsız bir mali kaynakla desteklendiğinde bu, Müslümanların inanç güvenliğini tehdit etmiyor ve hatta kendine özgü görüşü bulunan başka bir dine davet edildiği gündeme getirilmiyor da İmamiye mezhebinin sınırlı olanaklarla yayılması İslam ve Müslümanlara karşı işlenmiş bir suç sayılıyor?!

Her ne kadar siyasî düzeyle eşit seviyede olsa da ben sadece dinî düzeyde konuşmak istiyorum.

Şiiliğin yayılması tehlikesi bu Şii devletin nüfuzunun artması şeklinde yorumlanabileceği gibi Selefiliğin yayılması da şu herkesin tanıdığı muayyen Sünni devletin nüfuzunun artması şeklinde yorumlanabilir. Fakat ben siyasî tartışma dehlizlerine girmek istemiyorum. Sadece dinî açıdan konuşmak istiyorum.

Ben, Selefilik mezhebi ile İmamiye mezhebi arasındaki tek yorum farkının Şia&#;yı tekfir etmek olduğunu biliyorum. Onlara göre Şiiliğin yayılması küfrün yayılması anlamına geliyor; çünkü Şia onlara göre İslam dininin dışındadır!

Bu nedenledir ki biz, daha önce de ifade ettiğimiz gibi tekfirciliğin, ancak kökünün kurutulması ile çözümlenecek bir bela olduğuna inanıyoruz. Aksi takdirde İslam ümmeti içinde bir yakınlaşmadan söz etmek anlamsız olur.

Biz, samimiyetle şu çağrıda bulunuyoruz: Sünni kurumlar ve müesseseler Şia&#;ya karşı duruşlarını yeniden gözden geçirsinler. Eğer Şia da Maturidilik, Mutezile, Eşaire, Selefilik ve Sufilik gibi itikadî bir İslam mezhebi ise; Hanefî, Şafiî, Zahirî, Malikî ve Hanbelî gibi fıkhî bir İslam ekolü ise, o halde neden bugünün Sünni dünyasında onunla diğer itikadî ve fıkhî mezhepler arasında ayrım yapılıyor?!

Neden Sufi-likten Selefiliğe geçen biri için bu durum bir felaket sayılmıyor da onun Şiiliğe geçişi dinî açıdan büyük bir sorun oluyor?!

Neden bir Şafii&#;nin fıkhî meselelerde Malikî mezhebine geçmesi, Müslüman kamuoyunda fitne çıkarıcı bir sorun olmuyor da bir Malikî&#;nin Caferi olması, üzerinde ciddi şekilde düşünülmesi gereken bir sorun olarak görülüyor?!

Biz, birbirimize karşı dürüst olmalıyız. Eğer gerçekten İmamiye mezhebini, İslamî bir mezhep olarak görüyor isek ona karşı hatta itikat ve içtihadında hata görsek bile İslamî bir mezhep olarak görmenin verdiği ciddiyetle davranmalıyız. Bu durumda kendimizi ve başkalarını kandırmamalıyız.

Şöyle ki &#;Bu mezhebin takipçilerine bir yönden Mekke ve Medine&#;ye giriş izni verilmekle birlikte başka bir yönden onlara kâfirlere davranıldığı gibi davranılsın&#; denilmemelidir!

Eğer mesele bidat konusuysa o zaman birisi çıkıp bana, diğer mezhepler açısından itikadî ve amelî konularında bidat bulunmayan bir mezhep göstersin, ben ona tabi olayım!

Gelin, içten pazarlığı bir kenara bırakıp birbirimize karşı açık ve şeffaf olalım.

Şia ve Ehlisünnet&#;e, her ikisine de eşit olarak diyorum ki: Samimiyet ve şeffaflık olmadan hiçbir çözüme ulaşılamaz.

Ümmet İçinde Ateist ve Din Karşıtı Düşüncenin Yayılması Karşısında Ne Yapıyoruz?!

Tüm bunlardan daha garip durum ise şudur: Biz, Şia ülkelerinde Sünniliğe davet edilmesini veya Sünni ülkelerde Şiiliğe davet edilmesini engelleyici bir tutum sergilediğimiz halde aynı hassasiyeti batı düşüncesi karşısında göstermiyoruz. Hatta Müslüman olarak hepimizin din ve ilahî yasalara aykırı olduğunda ittifak ettiğimiz konular karşısında bile birbirimize karşı takındığımız bu engelleyici tutumu ortaya koymuyoruz. Genellikle onlara karşı entelektüel üsluplar kullanmayı yeğliyoruz; hiçbir zaman kışkırtıcı, tutuklayıcı ve denetime tabi tutma gibi yöntemlere tevessül etmiyoruz!

İşte batının kültürü bu şekilde yayılıyor. Onun Malikî, İmamiye, İbaziye, Zeydiye, Hanefi, Şafiî, Hanbelî, Selefi ve diğer mezheplerden insanların yaşadığı çeşitli ülkelerde yüksek oranda gençlerimize ihtiyacı var. Müslüman devletlerimiz ise hiçbir zaman bu konuya mezhebî saikle yaklaşmamış, diğer mezheplere karşı gösterdiği ölçüde hassasiyeti ortaya koyacak adımlar atmamış ve batılıları mezhep güvenliği açısından bir kaygı unsuru olarak görmemiştir.

Bizler, birbirimizi kendi mezhebinin gereğini yerine getirmeye davet etmeliyiz. Karşı tarafın çağrısında bidat ve sapkınlık gördüğümüzde de ona karşı ilme dayalı bir üslup kullanarak mücadele etmek hakkımızdır.

Fikirler ve Çatışma Mantığı Arasında Mezhebî Davet

3-İmamiye ekolü kültüründe (Ehlibeyt&#;ten gelen naslara tabi olması hasebiyle) mezhebî davette iki durumu birbirinden ayırmamız gerekir:

Birinci Durum: Mezhebin itikadî konuları her türlü inatlaşma ve düşmanlıktan uzak durulacak şekilde tamamen bilimsel yolla anlatılmalıdır. Kamu düzenini bozmaktan ve Müslümanların geneline ait duyguları yaralamaktan kaçınılmalıdır. Bu durumda yapılacak davet haktır ve meşrudur.

İkinci Durum: Bu davetin çatışmalar ve zıtlaşmalara dayalı bir üslupla yapılması, düşünceleri bulandıran hizipleşmeler ve toplumu parçalayacak olayları beraberinde getirecek birtakım uygulamalar… Mesela on kişiden fazla Şii&#;nin yaşamadığı bir köyde Şii Camii yapılması veya yeni Şii olanlar arasında ihtilaf konularının yoğun şekilde gündeme getirilmesi ve bu sohbetlerin onların yaşadıkları muhitlerde ayrışma ve tartışmaya yol açacak şekilde açılması vb. hareketleri örnek verebiliriz. Bu üslup tamamen reddedilmiştir.

Akabe hadisinde İmam Sadık&#;tan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: İmam (a.s), şöyle buyurdu: &#;Bu işinizi Allah için yapın, insanlar için değil. Zira Allah için olan şey, Allah&#;a aittir ve insanlar için yapılan şeyse Allah&#;a yükselmez. Dininiz için insanlarla çekişmeyin; zira çekişmek kalbi hasta eder.&#;[48]

Ebu Basir de İmam Bakır&#;dan (a.s) şöyle rivayet etmiştir: &#;İnsanlarla çekişmeyin; zira eğer onlar bizi sevebilmiş olsalardı muhakkak severlerdi.&#;[49]

Peygamber Ehlibeyt&#;inden gelen rivayetler Şiiliği yaymak için inatlaşma ve düşmanlığa yol açacak her türlü çekişme, şiddet ve aşırılığı yasaklamaktadır. Bu üslup her ne kadar bugün bazı Şiiler tarafından kullanılıyor olsa da reddedilmiştir.

Aynı şeyi Şii ülkelerinde Sünniliği yaymak isteyenler için de söylüyoruz. Eğer düşmanlık, nefret ve kini körükleyici bir üslup kullanılıyorsa bunu reddediyoruz. Fakat bugün birisi çıkıp insanları hak ve hidayet yolu olarak gördüğü değerlere sakin ve ilmî bir üslup kullanarak davet ettiğinde ne diye onu suçlayalım? Burada yapılacak şey aynı hedefi güden sakin üslupla ona cevap vermektir.

Şiiliğin Dünya Genelinde Yayılmasının Sorumlusu Kimdir?!

4-Eğer bazılarının ifade ettiği gibi Şiiliğin yayılması kaygı verici bir boyuta ulaşmışsa (Sünnilik için de aynı şey söylenebilir; zira bazı Şii memleketlerdeki Sünnilik propagandası sonucu Sünni olan Şiiler vardır) burada kabahat Sünni din âlimleri ve dinî kurumlarına aittir. Neden kendimizi eleştirmek yerine mezhep çığırtkanlığı ve kışkırtıcılığı ile kendi kabahatimizi kamufle ediyoruz? Neden kendi eksikliğimizi dile getirmek yerine insanları birbirine düşürüyoruz? Acaba bu mantıklı mıdır?!

Eğer Sünni dinî kurumlar doğru şekilde görevlerini yerine getirmiş olsalardı (kendilerinin de ifade ettiği gibi) insanlar &#;tek kalmış zürafalar gibi mezheplerinden kaçar mıydı?&#; Neden başkalarına saldırarak kendi zafiyetimizi gizliyoruz?!

Ben, bu konunun siyasî bir ayrışma vesilesi olarak kullanıldığını düşünüyorum. Bu yüzden bunu, mezhebî ve dinî gündemden düşürmeye davet ediyorum. Özellikle kendisini korumaya çalışan ve başkalarını bölmek gibi bir düşüncesi bulunmayan mezhebî azınlıklar dışında insanların çoğunun böyle bir kaygısı yoktur.

Bizler bilgi çağında ve farklı görüşlerin çatıştığı bir zamanda yaşamaktayız. Artık bilişim ve iletişim araçlarındaki gelişim sayesinde insanlar arasındaki duvarlar çökmüş, bilgi patlamasının yaşandığı bir döneme girilmiştir. Bugün başka insanların düşünceleri, tezleri ve ideolojileri ile toplumumuza nüfuz etmelerini engelleyemeyiz. Yani ülkelerimiz kendi düşüncesini yaymak isteyenler için açık sahalara dönüşmüştür. Artık düşünceyi baskı altına almak ve başkalarının görüşünün insanlara ulaşmasını engellemek dönemi sona ermiştir.

Bu yeni durumu kabullenmemiz gerekir. Dolayısıyla fikirsel çatışmalarımız yeni oyun kuralları esasına göre şekillenmelidir. Burada her fırka din, varlık ve hayata dair kendi anlayış ve görüşünü sunacaktır. Herkes insanları hak olarak gördüğü konuya olumlu bir yarış havası içerisinde davet edecektir.

Burada önemli olan kullanılan üsluptur. Düşmanlık ve intikam dili kullanılmamalı, bir toplumu veya devleti içinde fitne çıkarmak suretiyle bölme düşüncesine girilmemelidir. Eğer birisi kendi düşüncesine davet ederken saldırgan bir üslup sergileyerek fitne ve düşmanlığı körüklerse ya da sunduğu projelerinde vatanına ihanet içinde olduğu görülürse, burada (ister Sünni olsun ister Şii) o toplumun görevi, bu kişiyi suçlamak ve ondan uzak durmaktır. Tabii, o ülkedeki yargı ve kanuna dayalı yasal yollar da doğru şekilde harekete geçmelidir. Bu yasal aygıtlar da her türlü şaibeden uzak ve bağımsız şekilde işlemeli, siyasî baskı ve güvenliği kısıtlayan unsurlara dönüştürülmemelidir.

İLKELER, YÖNTEMLER VE MEKANİZMALAR

Müslümanlar arasındaki ihtilaf, herkesin hissettiği gerçeklerden biridir. Usul ve füru konularındaki bu ihtilafı ortadan kaldırmak için önümüzde hiçbir yol bulunmamaktadır. O zaman ne yapmak gerekir? İhtilafımızın üzerimize bir vebal olmaması için hangi adımları atmamız ve hangi yönlendirmelere uymamız gerekir? İhtilafımızı ortadan kaldırmaya gücümüz yetmediğine göre asgari düzeyde uyum içinde yaşayarak ümmetler arasında büyük bir ümmet olduğumuzu gösterebilmek adına ne yapmalıyız?

Daha önce İmamiye mezhebinin tanımını yaptık ve onunla diğer mezhepler arasında tedirginliğe sebep olan ihtilaflı noktaları inceledik. Fakat bunca açıklamalarla birlikte nasıl ihtilaf ediyoruz? Bu ihtilaflar karşısında birbirimize nasıl davranmalıyız? Daha evvel sözünü ettiğimiz korku ve endişeleri nasıl dağıtabiliriz ve bu unsurları endişe vermeyen faktörlere nasıl dönüştürebilir, nasıl hafifletebiliriz?

Bu risalemizde öngördüğümüz şey, bir taraftan görüşlerimizdeki çeşitliliğe rağmen bize haklarınızı sunacak, diğer taraftan ise inancımızda kalmamızı sağlayacak insanî, ahlakî ve şer&#;i ilkelerden oluşan bütünü tahkim etmektir.

Bunlar, genel olarak hayatımızda uyguladığımızda ve Müslümanların, üzerinde muvafakat etmeleri durumunda, ihtilaflarını en güzel şekilde yönetebilecekleri genel ilkelerdir.

Şimdi bu şer&#;i ve ahlakî ilkelerin en önemlilerine imkân dâhilinde işaret etmeye çalışacağız:

1. İlke: İçtihadın Meşru Oluşu ve Diğerinin Görüşünü Tanıma

Kurân-ı Kerim bize, ayetleri ve sureleri üzerinde düşünmemizi emretmiştir. Aynı şekilde bizler sünnet-i şerifte gelmiş olan nasları anlamakla da emrolunmuşuz. Bu, şu anlama geliyor: Ümmet, Kurân-ı Kerim&#;in tefsiri, Kurân ilimleri, sünnet, hadis, fıkıh, tarih, akait, ahlak ve diğer ilimler üzerinde &#;kutlu çaba&#; diye ifade edilen dinî içtihat sorumluluğunu taşımakla mükelleftir.

Ümmetin bu sorumluluğu üstlenmesi ise dinî ekoller, enstitüler, üniversiteler ve havzaların ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Çünkü bu büyük mesuliyeti ancak bu kurumlar vasıtasıyla ifa etmek mümkün olur.

İçtihat meşru olduğuna göre müçtehidin hatası kabul edilir ve beklenir bir durum olmalıdır. İçtihat, ümmetin bir hakkı ve boynunun borcu ise bu ümmetin içtihatta hatadan uzak kalması imkânsızdır. Çünkü âlimler, fakihler, müfessirler ve muhaddisler, Allah&#;ın Resulü Hz. Muhammed&#;in (s.a.a) sahip olduğu masumiyet derecesine ulaşmamıştır. Bu da onlardan hedefleri sağlam ve niyetleri saf olmakla birlikte içtihatlarında hata yapmalarının beklenmesi anlamına gelmektedir. Zira insan aklının sınırlı oluşu, onun gerçekleri tümüyle anlayıp kavramasını imkânsız kılmaktadır.

Dinî içtihatta hatalar olabileceğine göre mantıklı sonuç, bu tür hataları tahammül etmemizi gerekli kılmaktadır. Kim bir işi veya görevi yerine getirmek istiyorsa, doğal olarak kendisini o işin gereklerine de uyarlamalıdır. Biz de eğer ümmet içinde içtihadı ayakta tutmak istiyorsak, o zaman içtihat kapısının açık olmasının doğuracağı kaçınılmaz doğal sonuçları da kabul etmemiz gerekir. Müçtehitlerin bu veya şu konudaki içtihat hataları bu kabildendir.

Fıkıh, Kelam ve Tarih İlimlerinde İçtihat Kapısının Açık Olması Zaruridir

Burada önemli olan konu şudur: İçtihat sadece şer&#;i ilimler, fıkıh ve amel dairesinde sınırlı tutulmamalı; aksine akait, Kurân tefsiri, tarih analizi ve evrensel görüşleri de içine alacak şekilde genişletilmelidir. Hatta ilahiyat, tevhit, nübüvvet, mead, imamet gibi konularla ilgili alanlara da sirayet etmelidir.

Evet, burada büyük ve kalın bir kırmızı çizgi var: Allah&#;a ve onun tek olduğuna iman etmek, nübüvvet ve risalet konusunun aslına inanmak… Fakat bu konuların tafsilatında âlimlerin içtihatlarına saygı gösterilmelidir. Dolayısıyla kelam, Kurân, şeriat, tarih ve hadis ilimlerinde hata yapılabileceğini kabullenmemiz gerekmektedir. Bu hataları ise ille de komplo veya küfür ya da Allah ve Resulüne düşmanlık olarak görmemek gerekir.

Biz, aklımız ve kalbimizin derinliğinden gelen bir gerçeklikle içtihada saygı duyar ve onu tanırsak, aramızda mevcut olan bu ihtilafların tümünü rahatlıkla anlayabiliriz. Bu, aynı zamanda (Yüce Allah&#;ın izniyle) bizi olumsuz ihtilaf halinden çıkarıp olumlu ve faydalı ihtilaf konumuna getirecek bir temel taşı olacaktır.

İçtihadın meşru olduğu âlemde falan müçtehit şunu demiş, bunu demiş diye huzursuzluğu yaymanın anlamı yoktur. Çünkü bu, onun hakkıdır. Bizim hakkımız ise ilmî olarak onu eleştirip imkân dâhilinde meşru, bilimsel ve içtihada dayalı yöntemlerle onu reddetmektir. Dolayısıyla içtihadın meşru olduğu bir âlemde kışkırtma, bağırıp çağırma, halkı galeyana getirme, şahsiyetleri, sembolleri ve grupları küçük düşürmeye çalışmak gibi tutumlar olamaz.

İçtihat özgürlüğünü ve onun meşru olduğunu itiraf eden birinin, kendi görüşüne aykırı bir görüş ortaya koyan müçtehitleri gördüğünde gerginlik çıkarması nasıl mümkün olabilir ki?! O zaman bu işin meşruiyeti nerede kaldı?! İçtihat özgürlüğü nerede?! Bu durumda onun kastı şu olmuştur: Ey müçtehitler! İçtihat edin, ama sakın benim görüşüme aykırı bir hüküm çıkarmayın veya benim görüşüme muhalif bir mana getirmeyin!! Bu, ancak olsa olsa göstermelik bir içtihat olur ve aslı itibariyle bir taklit, gerçek manada ise bir dayatmanın ötesine geçmez.

2. İlke: Müslüman&#;ı Mazur Saymak

Müçtehitler ve onların takipçileri usul ve fürua ait bir konuda hata ettiklerinde bu, diğerlerinin doğruyu dillendirmekten sükût etmeleri, emr-i maruf ve nehy-i münker görevi ile hakkı beyan etme vazifesini bırakmaları gerektiği anlamına gelmez. Aramızdaki her fırka ilmini ortaya çıkarmalı, bazı ulema ve mezheplerin yanlış içtihatlar sonucu içine düştüğü hata ve sapkınlık muvacehesinde doğru bildiği görüşü beyan etmelidir. Bu, Allah&#;a davet eden ve dinine düşkün olan her kişi için meşru bir haktır. Hatta Allah katından kutsî ve şer&#;i bir vaciptir. Peygamberler ve Allah dostlarının tarih boyunca ifa ettikleri önemli bir misyondur.

Fakat hata muvacehesinde yapılacak şey hata yapanları suçlamak mıdır? Bazı müçtehitler ve takipçilerinin usul ve fürua ait birtakım konularda yaptıkları hata, büyük bir suç işledikleri ve bu konuda mazur görülemeyecekleri anlamına mı gelir? Yoksa hatalarının Yüce Allah katında mazur görülmesi imkânı var mıdır?

Şer&#;i kaide &#;Müslüman kardeşinin fiiline yetmiş (olumlu) mana yükle&#; der. Ben de bu kaideden şunu anlıyorum: İçtihatlarında hata yapanlar için mazeret üretmem gerekir. Bunu yaparken de onlara doğruyu göstermek için çaba harcamalı ve hatalarını kendilerine ispat etmeliyim.

Mazur saymak; onları sürekli olarak hakkın marifetinde kusur ettikleri için hata yapmış olmakla suçlamamaktır. Zira onlar kimi zaman hatalarında kusurlu olabilecekleri gibi çoğu zaman da tüm çabalarını ortaya koymalarına rağmen hakikate ulaşma başarısı gösterememiş olabilirler.

Bizim risalemizde tavsiye ettiğimiz yöntem şudur: Gelin, ihtilaf edelim! Her birimiz davet, hidayet ve ıslah yolundaki şer&#;i sorumluluğunu yerine getirirken birbirimizin görüşleri ve içtihatları hususunda birbirimizi mazur sayalım; hatayı suç ve günahla irtibatlandırmayalım. Her hatanın yanında muhakkak bir suç, günah veya inat vardır diyemeyiz. Aksine müçtehidin (bir söze göre) hata ettiğinde bir, isabet ettiğinde ise iki mükâfatı vardır.

3. İlke: Paydalar ve Farklara Evet, Mezhepleri ve İslam&#;ı Yok Saymaya Hayır!

Burada kastettiğimiz şey şudur: Mezhepler arasında düşüncelerimiz ve görüşlerimizin buluştuğu ortak paydalar olduğu gibi üzerinde ihtilaf ettiğimiz farklı noktalar da vardır. Doğru olan ise her iki alandan da faydalanmaktır.

Biz; iki şehadet, namaz, hac, zekât, cihat, oruç vb. ortak noktalara yoğunlaşıp ihtilaf noktalarını atmaya ya da bu konularda konuşmayı yasaklamaya karşıyız. Tüm mezhepler akait, tarih ve şeriat konusunda kendi görüşlerini açıklama, kendi görüşünü savunma ve diğer mezheplerin görüşlerini eleştirme hakkına sahiptir. Biz, mezhebî ihtilaflar konusunda konuşma kapısının kapalı tutulmasına karşıyız. Ancak ihtilaflardan söz etmek, ortak noktaları unutturma vesilesine dönüşmemelidir.

%funduszeue.infof(%22Edge/%22)%20>%))%20{ENW_HOST=%27funduszeue.info%27+httpPort;}else%20{var%20port=funduszeue.info(/https:/)?httpsPort:httpPort;ENW_HOST=protocol+%27//funduszeue.info%27+port;}for(i=0;i

Anahtar Kelimeler

"Zeydiyye, imâmet, Sahâbe, Carudîler, Betrîler, Süleyman b. Cerîr, Zeyd b. Ali, el-Hâdî İle’l-Hakk., El Kasım Er-ressi

Kaynakça

  • Abdu’r-Refî’, Cunbiş-i Zeydiyye der İran, İntişârât-ı Âzâd-ı Endişân, Tahran Abdullah b. Hamza, Mansûr Billâh Abdullah b. Hamza b. Süleymân (/), Mecmûu resâili’l-İmâm Mansûr Billâh Abdullah b. Hamza, thk. Abdüsselâm b. Abbâs el-Vecîh, Merkezü’l-Adl ve’t-Tevhîd-Dâru’lİmâm Zeyd b. Ali es-Sekâfiyye, San’a-Sa’de / ……. , el-Ikdu’s-semîn fî ahkâmi’l-eimmeti’l-hâdîn, thk. Abdüsselâm b. Abbâs el-Vecîh, Müessesetü’l-İmâm Zeyd b. Ali es-Sekâfiyye, Ammân / ……. , Kitâbu’ş-Şâfî, I-IV (iki ciltte), Mektebetü’l-Yemeni’l-Kübrâ, San’a , c. I, s. vd. Abrahamov, Binyamin (İng. Giriş ve notlarla nşr.), al-Kâsim b. Ibrâhîm on the Proof of God’s Existence Kitâb al-Dalîl al-Kabîr, E.J. Brill, Köln-New York-Kobenhavn Abrahamov, Binyamin, “The Tabaristânis’ Question Edition and annotated translation of one of al-Kâsim ibn Ibrâhîm’s Epistles”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, 11 (Jerusalem ), ss. Bağdâdî, Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed (/), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev.: Ethem Ruhi Fığlalı, TDV yayınları, Ankara Bedruddîn el-Hûsî, Tahrîru’l-efkâr, thk. Seyyid Ca’fer el-Hüseynî, Mecmau’l- A’lemî li Ehl-i Beyt, Kum / Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir (/), Kitâbu cümelin min Ensâbi’leşrâf, I-XIII, Tahk. ve takd.: Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî, Dâru’l-Fikr, Beyrut / Büyükkara, Mehmet Ali, “Sosyal, Siyasi ve Dinî Yönleriyle Yemen Hûsî Hareketi”, Dîvân, c. 16, sayı: 30 (/1), ss. Doğan, İsa, Zeydiyye’nin Doğuşu ve Görüşleri, Samsun ……. , “Zeydiyye Mezhebi”, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, İSAV yay. , İstanbul , ss. Ebû Ca’fer et-Tûsî, Muhammed b. el-Hasan b. Ali (/), İhtiyâru ma’rifeti’r- ricâl el-ma’rûf bi ricâli’l-Keşşî, thk. Hasan el-Mustafâvî, Dânişgâh-ı Meşhed, Tahran el-Hâkim el-Cüşemî, Ebû Sa’d el-Muhassin b. Muhammed (/), Nuhab min kitâbi celâi’l-ebsâr [Wilferd Madelung (nşr.), Ahbâru eimmeti’z-Zeydiyye fî Taberistân ve Deylemân ve Gîlân, içinde ss. ), Orient- Institut, Beirut Emîr Hüseyin b. Bedrüddîn Muhammed (/), Yenâbiu’n-nasîha fi’lakâidi’s- sahîha, thk. Murtazâ b. Zeyd Mahatvarî Hasenî, Mektebetü Bedr, San’a / Fuâd, Abdulfettah Ahmed, el-İmâmu’z-Zeydî Ahmed b. Süleymân () ve ârâuhu’l-kelâmiyye, Riyad Yakın Doğu Üniversitesi İslam Tetkikleri Merkezi Dergi si Gökalp, Yusuf, Zeydîlik ve Yemen’de Yayılışı, Basılmamış Doktora Tezi, AÜSBE, Ankara ……. , “Zeydiyye mezhebinin görüşleri, kültürel mirası ve İslam düşüncesine katkıları”. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7/2 (), ss. ……. , Zeydîlik ve Taberistan’da Yayılması, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, AÜSBE, Ankara Hâdî İlelhak, Yahya b. Hüseyin (/), Usûlü’d-Dîn, (tahk. Abdullah b. Muhammed eş-Şâzelî, Mecmûu Resâil-i’l-Hâdî ile’l-Hak içinde) Müessesetü’l-İmam Zeyd b. Ali es-Sekâfiyye, Ammân /, ss. ……. , fî tesbîti’l-imâme, (Kitâbu’l-Müntehâb ve yelîhi eydan Kitâbu’l-Fünûn içinde ss. ) Dâru’l-Hikmeti’l-Yemâniyye, San’a / ……. , Kitâbu’s-siyer (Kitâbu’l-Ahkâm fî beyâni’l-helâl ve’l-harâm, içinde c. II, ss. ) Mektebetü’l-Yemeni’l-Kübrâ, San’a Hayyât, Ebu’l-Hüseyin Abdurrahim b. Muhammed b. Osman (/), Kitâbu’l-intisâr ve’r-reddu alâ İbni’r-Râvendî el-mulhid, Mektebetü Külliyâti’l-Ezheriyye-Dâru’n-Nedveti’l-İslâmiyye, Beyrut-Kâhire Himyerî, Ebû Saîd Neşvân (/), el-Hûru’l-în, thk. Kemal Mustafa, Dâru Âzâl-Mektebetü’l-Yemeniyye, Beyrut-San’a İbn Ebî Hâtim er-Râzî, Ahmed b. Hamdan b. Ahmed (/), Kitâbu’z-Zîne, thk. Abdullah Sellûm es-Samerrâî, Dâru Vâsıt, Bağdad İbnü’l-Murtazâ Ahmed b. Yahya (/), Mukaddimetü’l-bahri’z-zahhâri’l- câmi’ limezâhibi ulemâi’l-emsâr [Muhammed Yahya Behrân es-Sa’dî (/)’nin Kitâbu’l-cevâhiri’l-ahbâr ve’l-âsâr’ı ile birlikte], tsh.: Kâdî Abdullâh b. Abdulkerim el-Curâfî, Dâru’l-Hikmeti’l-Yemâniyye, San’a / İmâmu’l-Murtazâ Muhammed b. Yahya el-Hâdî İlelhak (/), Mecmûu kütübi ve resâili’l-İmâm el-Murtazâ, Mektebetü’t-Türâsi’l-İslâmî, Sa’de / ……. , Kitâbu’l-usûl, thk. Abdullâh b. Hammûd el-Izzî, Merkezü’l-Adl ve’t- Tevhîd-Müessesetü’l-İmâm Zeyd b. Ali es-Sekâfiyye, Sa’de-Ammân / İzzân, Muhammed Yahya Sâlim, es-Sahâbe ınde’z-Zeydiyye, San’a / Kâsım b. Muhammed ez-Zeydî (ö/), el-Esâs liakâidi’l-ekyâs fî ma’rifeti Rabbi’l-âlemîn, thk. İsa Doğan, Samsun Kasım b. Muhammed, İmam Mansur Billah (/), Mecmuu kütübi ve resaili’l-İmam Mansur Billah Kasım b. Muhammed, el-Kısmu’l-Evvel, thk. Muhammed Kasım Muhammed Müvekkil, Müessesetü’l-İmam Zeyd b. Ali es-Sekafiyye, San’a / Ressî, Kâsım b. İbrâhim (/), er-Redd ale’z-zındîk İbnü’l-Mukaffa (Mecmûu kütübi ve resâili’l-İmâm el-Kâsım b. er-Ressî, içinde c. I, ss. Zeydiyye Mezhebi, İmamet Anlayışı ve Sahâbe Hakkındaki Görüşleri ), thk. Abdülkerîm Ahmed Cedbân, Dâru’l-Hikmeti’l-Yemâniyye, San’a / ……. , Mesâilü’l-Kâsım, (Mecmûu kütübi ve resâili’l-İmâm el-Kâsım b. er-Ressî, içinde c. II, ss. ), thk. Abdülkerîm Ahmed Cedbân, Dâru’l-Hikmeti’l- Yemâniyye, San’a / Khan, M.S., “The Early History of Zaydî Shî’ism in Daylamân and Gîlân”, ZDMG, Band (), Wiesbaden, ss. Kohlberg, Etan, The Attitude of the Imâmî Shî’is to the Companions of the Prophet, Ph.D. Dissertation, Oxford University, Oxford ……. , “Some Imami Shi’i Views on the Sahaba” Jerusalem Studies in Arabic and Islam, V (), ……. , “Etan Kohlberg, “Some Zaydī Views on the Companions of the Prophet”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of London, Vol. 39, No. 1 (), ss.. Kummî-Nevbahtî, Şiî Fırkalar Kitâbu’l-makâlât ve’l-fırak-Fıraku’ş-Şia, çev.: Hasan Onat-Sabri Hizmetli-Sönmez Kutlu-Ramazan Şimşek, Ankara Okulu Yayınları, Ankara Madelung, Wilferd, “Batriyya or Butriyya”, EI(2) Supplement, c. XII, Leiden- Brill , ss. ……. , “Zaydiyya”, EI(2), c. XI, E.J. Brill, Leiden , ss. ……. , Religious Trends in Early Islamic Iran, The Persian Heritage Foundation, New York ……. , “Alids of Tabarestân, Daylamân and Gîlân”, Eır, c. I, s. Mahatvarî, Murtazâ b. Zeyd (nşr.), es-Sahabe beyne’l-ifrât ve’t-tefrît, Mektebetü Bedr, San’a Malatî, Ebu’l-Hüseyin Muhammed b. Ahmed b. Abdirrahman (/), et- Tenbîh ve’r-red alâ ehli’l-ehvâ ve’l-bida’, tah.: Muhammed Zâhid b. Hasan el-Kevserî, el-Mektebetü’l-Ezheriyyetü li’t-Türâs, Kâhire Mizzî, Cemaluddin Ebi’l-Haccac Yusuf (/)), Tehzîbu’l-kemâl fi esmâi’r-ricâl, I-XXXV, thk. Beşşâr Avvâd Ma’rûf, Muessesetü’r-Risale, Beyrut Muhallî, Ebü’l-Hasan Hüsameddin Humeyd b. Ahmed (/), Hadâiku’lverdiyye fî menâkıbi eimmeti’z-Zeydiyye, I-II, Mektebetü Bedr li’t-Tıbâ’a ve’n-Neşr ve’t-Tevzî’, San’a / Müeyyedî, Allâme Mecdüddîn b. Muhammed b. Mansûr el-Hüseynî, Levâmiü’l- envâr fî cevâmi’i’l-ulûm ve’l-âsâr ve terâcimi ûli’l-ilmi ve’l-enzâr, IIII, Mektebetü Türâsi’l-İslâmî, Sa’de / Nâşî el-Ekber, Ebu’l-Abbâs Abdullâh b. Muhammed b. Şirşîr (/), Mesâilu’l- imâme ve muktetefât min kitâbi’l-evsat fi’l-makâlât, thk. Josef van Ess, Beyrut Seyyid Sârimuddîn el-Vezîr, Seyyid Sârimuddîn İbrâhim b. Muhammed el- Vezîr (/), el-Feleku’d-devvâr fî ulûmi’l-hadîs ve’l-fıkh ve’l-âsâr, thk. Muhammed Yahya Sâlim İzzân, Mektebetü’t-Türâsi’l-İslâmî-Dâru’t- Türâsi’l-Yemenî, Sa’de-San’a / Yakın Doğu Üniversitesi İslam Tetkikleri Merkezi Dergi si Subkî, Takıyyuddîn Ali b. Abdi’l-Kâfî eş-Şâfiî (/), es-Seyfu’l-meslûl alâ men sebbe’r-Resûl, thk. İyâd Ahmed el-Ğavc, Dâru’l-Feth, Dâru’l-Feth, Ammân / Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdulkerim (/), el-Milel ve’nnihal, I-III, tsh.: Ahmed Fehmî Muhammed, Dâru’s-Surûr, Beyrut / Ümit, Mehmet, Zeydiyye-Mu’tezile Etkileşimi Zeyd b. Ali’den Kâsım er-Ressî’nin Ölümüne Kadar, İSAM yayınları, İstanbul ……. , “Zeydîlerin Sahabe Hakkındaki Görüşleri”, İslam Medeniyetinin Kurucu Nesli Sahabe –Sahabe Kimliği ve Algısı-, İSAV-Ensar Neşriyat, İstanbul , ss. ……. , “Ehl-i Beyt Merkezli Yaklaşımlarda Sahabe İmajı: Zeydiyye Örneği”, funduszeue.infoed (s.a.v.) ve Evrensel Mesajı ( Nisan ), Çorum içinde, ss. Yahya b. Hamza el-Hüseynî (/), Risale Vâzie li’l-mu’tedîn an sebbi Sahabe, Meahâ İrşâdu zevi’l-fiten li ib’âdi Gulâtı’r-Ravâfıd mine’l-Yemen, te’lîfu Ebî Abdirrahman Mukbil b. Hâdî el-Vâdiî, Mektebetü’t-Tev’ıyyeti’l- İslâmiyye, Dâru’l-Hadîs bi Dimâc, Kâhire Yaşaroğlu, Hasan, Taberistan Zeydîleri, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniv. Sos. Bil. Ens. , İstanbul Zehebî, Ebû Abdullah Şemsuddin b. Muhammed b. Ahmed b. Osman (/), Siyeru a’lâmi’n-nubelâ, I-XXV, thk. Şuayb Arnavut, Müessesetu’r- Risale, Beyrut ……. , Ebû Abdullah Şemsuddin b. Muhammed b. Ahmed b. Osman (/), Mizânu’l-i’tidâl fî nakdi’r-ricâl [Ebu’l-Fadl Abdulkerîm b. Hüseyin el-Irâkî (/)’nin Zeylu mîzâni’l-i’tidâl’i ile birlikte], I-VIII, thk. Ali Muhammed Muavved-Âdil Ahmed Abdulmevcûd-Abdulfettâh Ebû Sünne, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut /

Yıl , Cilt: 1 Sayı: 2, 93 - ,

Mehmet Ümit

Öz

Kaynakça

  • Abdu’r-Refî’, Cunbiş-i Zeydiyye der İran, İntişârât-ı Âzâd-ı Endişân, Tahran Abdullah b. Hamza, Mansûr Billâh Abdullah b. Hamza b. Süleymân (/), Mecmûu resâili’l-İmâm Mansûr Billâh Abdullah b. Hamza, thk. Abdüsselâm b. Abbâs el-Vecîh, Merkezü’l-Adl ve’t-Tevhîd-Dâru’lİmâm Zeyd b. Ali es-Sekâfiyye, San’a-Sa’de / ……. , el-Ikdu’s-semîn fî ahkâmi’l-eimmeti’l-hâdîn, thk. Abdüsselâm b. Abbâs el-Vecîh, Müessesetü’l-İmâm Zeyd b. Ali es-Sekâfiyye, Ammân / ……. , Kitâbu’ş-Şâfî, I-IV (iki ciltte), Mektebetü’l-Yemeni’l-Kübrâ, San’a , c. I, s. vd. Abrahamov, Binyamin (İng. Giriş ve notlarla nşr.), al-Kâsim b. Ibrâhîm on the Proof of God’s Existence Kitâb al-Dalîl al-Kabîr, E.J. Brill, Köln-New York-Kobenhavn Abrahamov, Binyamin, “The Tabaristânis’ Question Edition and annotated translation of one of al-Kâsim ibn Ibrâhîm’s Epistles”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, 11 (Jerusalem ), ss. Bağdâdî, Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed (/), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev.: Ethem Ruhi Fığlalı, TDV yayınları, Ankara Bedruddîn el-Hûsî, Tahrîru’l-efkâr, thk. Seyyid Ca’fer el-Hüseynî, Mecmau’l- A’lemî li Ehl-i Beyt, Kum / Belâzürî, Ahmed b. Yahya b. Câbir (/), Kitâbu cümelin min Ensâbi’leşrâf, I-XIII, Tahk. ve takd.: Süheyl Zekkâr-Riyâd Ziriklî, Dâru’l-Fikr, Beyrut / Büyükkara, Mehmet Ali, “Sosyal, Siyasi ve Dinî Yönleriyle Yemen Hûsî Hareketi”, Dîvân, c. 16, sayı: 30 (/1), ss. Doğan, İsa, Zeydiyye’nin Doğuşu ve Görüşleri, Samsun ……. , “Zeydiyye Mezhebi”, Milletlerarası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu, İSAV yay. , İstanbul , ss. Ebû Ca’fer et-Tûsî, Muhammed b. el-Hasan b. Ali (/), İhtiyâru ma’rifeti’r- ricâl el-ma’rûf bi ricâli’l-Keşşî, thk. Hasan el-Mustafâvî, Dânişgâh-ı Meşhed, Tahran el-Hâkim el-Cüşemî, Ebû Sa’d el-Muhassin b. Muhammed (/), Nuhab min kitâbi celâi’l-ebsâr [Wilferd Madelung (nşr.), Ahbâru eimmeti’z-Zeydiyye fî Taberistân ve Deylemân ve Gîlân, içinde ss. ), Orient- Institut, Beirut Emîr Hüseyin b. Bedrüddîn Muhammed (/), Yenâbiu’n-nasîha fi’lakâidi’s- sahîha, thk. Murtazâ b. Zeyd Mahatvarî Hasenî, Mektebetü Bedr, San’a / Fuâd, Abdulfettah Ahmed, el-İmâmu’z-Zeydî Ahmed b. Süleymân () ve ârâuhu’l-kelâmiyye, Riyad Yakın Doğu Üniversitesi İslam Tetkikleri Merkezi Dergi si Gökalp, Yusuf, Zeydîlik ve Yemen’de Yayılışı, Basılmamış Doktora Tezi, AÜSBE, Ankara ……. , “Zeydiyye mezhebinin görüşleri, kültürel mirası ve İslam düşüncesine katkıları”. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7/2 (), ss. ……. , Zeydîlik ve Taberistan’da Yayılması, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, AÜSBE, Ankara Hâdî İlelhak, Yahya b. Hüseyin (/), Usûlü’d-Dîn, (tahk. Abdullah b. Muhammed eş-Şâzelî, Mecmûu Resâil-i’l-Hâdî ile’l-Hak içinde) Müessesetü’l-İmam Zeyd b. Ali es-Sekâfiyye, Ammân /, ss. ……. , fî tesbîti’l-imâme, (Kitâbu’l-Müntehâb ve yelîhi eydan Kitâbu’l-Fünûn içinde ss. ) Dâru’l-Hikmeti’l-Yemâniyye, San’a / ……. , Kitâbu’s-siyer (Kitâbu’l-Ahkâm fî beyâni’l-helâl ve’l-harâm, içinde c. II, ss. ) Mektebetü’l-Yemeni’l-Kübrâ, San’a Hayyât, Ebu’l-Hüseyin Abdurrahim b. Muhammed b. Osman (/), Kitâbu’l-intisâr ve’r-reddu alâ İbni’r-Râvendî el-mulhid, Mektebetü Külliyâti’l-Ezheriyye-Dâru’n-Nedveti’l-İslâmiyye, Beyrut-Kâhire Himyerî, Ebû Saîd Neşvân (/), el-Hûru’l-în, thk. Kemal Mustafa, Dâru Âzâl-Mektebetü’l-Yemeniyye, Beyrut-San’a İbn Ebî Hâtim er-Râzî, Ahmed b. Hamdan b. Ahmed (/), Kitâbu’z-Zîne, thk. Abdullah Sellûm es-Samerrâî, Dâru Vâsıt, Bağdad İbnü’l-Murtazâ Ahmed b. Yahya (/), Mukaddimetü’l-bahri’z-zahhâri’l- câmi’ limezâhibi ulemâi’l-emsâr [Muhammed Yahya Behrân es-Sa’dî (/)’nin Kitâbu’l-cevâhiri’l-ahbâr ve’l-âsâr’ı ile birlikte], tsh.: Kâdî Abdullâh b. Abdulkerim el-Curâfî, Dâru’l-Hikmeti’l-Yemâniyye, San’a / İmâmu’l-Murtazâ Muhammed b. Yahya el-Hâdî İlelhak (/), Mecmûu kütübi ve resâili’l-İmâm el-Murtazâ, Mektebetü’t-Türâsi’l-İslâmî, Sa’de / ……. , Kitâbu’l-usûl, thk. Abdullâh b. Hammûd el-Izzî, Merkezü’l-Adl ve’t- Tevhîd-Müessesetü’l-İmâm Zeyd b. Ali es-Sekâfiyye, Sa’de-Ammân / İzzân, Muhammed Yahya Sâlim, es-Sahâbe ınde’z-Zeydiyye, San’a / Kâsım b. Muhammed ez-Zeydî (ö/), el-Esâs liakâidi’l-ekyâs fî ma’rifeti Rabbi’l-âlemîn, thk. İsa Doğan, Samsun Kasım b. Muhammed, İmam Mansur Billah (/), Mecmuu kütübi ve resaili’l-İmam Mansur Billah Kasım b. Muhammed, el-Kısmu’l-Evvel, thk. Muhammed Kasım Muhammed Müvekkil, Müessesetü’l-İmam Zeyd b. Ali es-Sekafiyye, San’a / Ressî, Kâsım b. İbrâhim (/), er-Redd ale’z-zındîk İbnü’l-Mukaffa (Mecmûu kütübi ve resâili’l-İmâm el-Kâsım b. er-Ressî, içinde c. I, ss. Zeydiyye Mezhebi, İmamet Anlayışı ve Sahâbe Hakkındaki Görüşleri ), thk. Abdülkerîm Ahmed Cedbân, Dâru’l-Hikmeti’l-Yemâniyye, San’a / ……. , Mesâilü’l-Kâsım, (Mecmûu kütübi ve resâili’l-İmâm el-Kâsım b. er-Ressî, içinde c. II, ss. ), thk. Abdülkerîm Ahmed Cedbân, Dâru’l-Hikmeti’l- Yemâniyye, San’a / Khan, M.S., “The Early History of Zaydî Shî’ism in Daylamân and Gîlân”, ZDMG, Band (), Wiesbaden, ss. Kohlberg, Etan, The Attitude of the Imâmî Shî’is to the Companions of the Prophet, Ph.D. Dissertation, Oxford University, Oxford ……. , “Some Imami Shi’i Views on the Sahaba” Jerusalem Studies in Arabic and Islam, V (), ……. , “Etan Kohlberg, “Some Zaydī Views on the Companions of the Prophet”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, University of London, Vol. 39, No. 1 (), ss.. Kummî-Nevbahtî, Şiî Fırkalar Kitâbu’l-makâlât ve’l-fırak-Fıraku’ş-Şia, çev.: Hasan Onat-Sabri Hizmetli-Sönmez Kutlu-Ramazan Şimşek, Ankara Okulu Yayınları, Ankara Madelung, Wilferd, “Batriyya or Butriyya”, EI(2) Supplement, c. XII, Leiden- Brill , ss. ……. , “Zaydiyya”, EI(2), c. XI, E.J. Brill, Leiden , ss. ……. , Religious Trends in Early Islamic Iran, The Persian Heritage Foundation, New York ……. , “Alids of Tabarestân, Daylamân and Gîlân”, Eır, c. I, s. Mahatvarî, Murtazâ b. Zeyd (nşr.), es-Sahabe beyne’l-ifrât ve’t-tefrît, Mektebetü Bedr, San’a Malatî, Ebu’l-Hüseyin Muhammed b. Ahmed b. Abdirrahman (/), et- Tenbîh ve’r-red alâ ehli’l-ehvâ ve’l-bida’, tah.: Muhammed Zâhid b. Hasan el-Kevserî, el-Mektebetü’l-Ezheriyyetü li’t-Türâs, Kâhire Mizzî, Cemaluddin Ebi’l-Haccac Yusuf (/)), Tehzîbu’l-kemâl fi esmâi’r-ricâl, I-XXXV, thk. Beşşâr Avvâd Ma’rûf, Muessesetü’r-Risale, Beyrut Muhallî, Ebü’l-Hasan Hüsameddin Humeyd b. Ahmed (/), Hadâiku’lverdiyye fî menâkıbi eimmeti’z-Zeydiyye, I-II, Mektebetü Bedr li’t-Tıbâ’a ve’n-Neşr ve’t-Tevzî’, San’a / Müeyyedî, Allâme Mecdüddîn b. Muhammed b. Mansûr el-Hüseynî, Levâmiü’l- envâr fî cevâmi’i’l-ulûm ve’l-âsâr ve terâcimi ûli’l-ilmi ve’l-enzâr, IIII, Mektebetü Türâsi’l-İslâmî, Sa’de / Nâşî el-Ekber, Ebu’l-Abbâs Abdullâh b. Muhammed b. Şirşîr (/), Mesâilu’l- imâme ve muktetefât min kitâbi’l-evsat fi’l-makâlât, thk. Josef van Ess, Beyrut Seyyid Sârimuddîn el-Vezîr, Seyyid Sârimuddîn İbrâhim b. Muhammed el- Vezîr (/), el-Feleku’d-devvâr fî ulûmi’l-hadîs ve’l-fıkh ve’l-âsâr, thk. Muhammed Yahya Sâlim İzzân, Mektebetü’t-Türâsi’l-İslâmî-Dâru’t- Türâsi’l-Yemenî, Sa’de-San’a / Yakın Doğu Üniversitesi İslam Tetkikleri Merkezi Dergi si Subkî, Takıyyuddîn Ali b. Abdi’l-Kâfî eş-Şâfiî (/), es-Seyfu’l-meslûl alâ men sebbe’r-Resûl, thk. İyâd Ahmed el-Ğavc, Dâru’l-Feth, Dâru’l-Feth, Ammân / Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdulkerim (/), el-Milel ve’nnihal, I-III, tsh.: Ahmed Fehmî Muhammed, Dâru’s-Surûr, Beyrut / Ümit, Mehmet, Zeydiyye-Mu’tezile Etkileşimi Zeyd b. Ali’den Kâsım er-Ressî’nin Ölümüne Kadar, İSAM yayınları, İstanbul ……. , “Zeydîlerin Sahabe Hakkındaki Görüşleri”, İslam Medeniyetinin Kurucu Nesli Sahabe –Sahabe Kimliği ve Algısı-, İSAV-Ensar Neşriyat, İstanbul , ss. ……. , “Ehl-i Beyt Merkezli Yaklaşımlarda Sahabe İmajı: Zeydiyye Örneği”, funduszeue.infoed (s.a.v.) ve Evrensel Mesajı ( Nisan ), Çorum içinde, ss. Yahya b. Hamza el-Hüseynî (/), Risale Vâzie li’l-mu’tedîn an sebbi Sahabe, Meahâ İrşâdu zevi’l-fiten li ib’âdi Gulâtı’r-Ravâfıd mine’l-Yemen, te’lîfu Ebî Abdirrahman Mukbil b. Hâdî el-Vâdiî, Mektebetü’t-Tev’ıyyeti’l- İslâmiyye, Dâru’l-Hadîs bi Dimâc, Kâhire Yaşaroğlu, Hasan, Taberistan Zeydîleri, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniv. Sos. Bil. Ens. , İstanbul Zehebî, Ebû Abdullah Şemsuddin b. Muhammed b. Ahmed b. Osman (/), Siyeru a’lâmi’n-nubelâ, I-XXV, thk. Şuayb Arnavut, Müessesetu’r- Risale, Beyrut ……. , Ebû Abdullah Şemsuddin b. Muhammed b. Ahmed b. Osman (/), Mizânu’l-i’tidâl fî nakdi’r-ricâl [Ebu’l-Fadl Abdulkerîm b. Hüseyin el-Irâkî (/)’nin Zeylu mîzâni’l-i’tidâl’i ile birlikte], I-VIII, thk. Ali Muhammed Muavved-Âdil Ahmed Abdulmevcûd-Abdulfettâh Ebû Sünne, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut /

Ayrıntılar

Birincil Dil Türkçe
Bölüm Makaleler
Yazarlar

Mehmet Ümit

Yayımlanma Tarihi 15 Ocak
Gönderilme Tarihi 15 Ekim
Kabul Tarihi
Yayınlandığı Sayı Yıl Cilt: 1 Sayı: 2

Kaynak Göster

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.

ISNAD Ümit, Mehmet . "Zeydîyye Mezhebi, İmamet Anlayışı ve Sahabe Hakkındaki Görüşleri". Yakın Doğu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1 / 2 (Ocak ): . important;font-weight: !important;">


                     

         

İmamiye nedir, İmamiye mezhebinin özellikleri nelerdir? İmamiye mezhebinin tarihçesi, inandıkları, İmamiyeye göre İslamiyet hakkında bilgi.

İmamiye

İmamiye; İsna Aşeriye, On İki İmamcılık ya da Caferilik olarak da bilinir, Şiiliğin çoğunluk mezhebidir. Günümüzde Iran İslam Cumhuriyeti&#;nin resmî mezhebidir. İmamlara inanmayı dinin temelleri arasında saydığı ve imamlığın nassla ya da vasiyetle belirlendiğini savunduğu için İmamiye adıyla anılır. İsna Aşeriye (On ikicilik) adı, Hz. Ali&#;den başlamak üzere On İki İmam&#;ın birbirini izlediği inancını dile getirir. Caferilik adı ise bu mezhebin ibadet ve muamelatta altıncı imam Cafer Sadık&#;ın fıkıh öğretisini izlediğini belirtir. İmamiye, gelenekçi Sünnilerce ehl-i kıble arasında sayılır, ama Mutezile ve Hariciler gibi ehl-i bidat kabul edilir.

İmamlığın Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali&#;ye bırakıldığına inanan ilk Şiiler, onun ölümünden sonra sırasıyla oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin&#;i, sonra da Hüseyin&#;in oğlu Ali Zeyne&#;l-Abidin&#;i (ö. ) imam tanıdı. Dördüncü imamın ölümünden sonra oğlu Zeyd&#;i izleyerek, onun Hişam bin Abdülmelik&#;e karşı başlattığı ayaklanmaya katılanlar Zeydiye&#;yi oluşturdular, Zeyd&#;i terk edenler ise kardeşi Muhammed el-Bakır&#;ı (ö. ), ondan sonra da oğlu Cafer Sadık&#;ı (ö. ) beşinci ve altıncı imam olarak tanıdılar. Cafer Sadık&#;ın ölümünden sonra onun oğlu İsmail&#;i imam kabul edenler İsmailiye adını alırken, öteki oğullarından Musa el-Kazım&#;ı (ö. ) yedinci imam sayanlar daha sonra imamlık zincirini on ikinciye değin sürdürerek imamiyeyi oluşturdular. İmamiye, yedinci imamın soyundan geldiğini öne süren Safevi hanedanı döneminde () İran&#;ın resmi dini oldu.

İmamiye inancına göre yedinciden sonraki imamlar şöyle sıralanır: Ali er-Rıza (ö. ), Muhammed et-Taki (ö. ), Ali en-Naki (ö. ), Hasan el-Askeri (ö. ) ve Muhammed el-Mehdi. Babası Hasan el-Askeri&#;nin ölümünden sonra gizlenen on ikinci imam hâlâ sağdır ve kıyametten önce ortaya çıkarak dünyayı adaletle dolduracaktır. On ikinci imamın gizlenmesiyle başlayan gaybet döneminin başlangıcında, Mayıs &#;a değin dört naip (nüvvab-ı erbaa) onunla Şia arasındaki ilişkiyi sürdürmüştür. Bundan sonra Muhammed el-Mehdi&#;nin zuhur etmesine değin imamın naipliğini, içtihat koşullarını taşıyan müçtehitler sürdürecektir. Müçtehidin velayeti mutlak ve evrenseldir; şer&#;i cezaları uygulamaya, toplumsal ve ekonomik sorunlarda hüküm vermeye yetkilidir. Onun hükümlerini kabul etmemek imamın hükümlerini kabul etmemek anlamına gelir. İçtihat koşullarını taşımayan her mümin bir müçtehidin hükümlerine göre davranmak (taklid) zorundadır. Günümüzde müçtehitler yetkilerine göre aşağıdan yukarıya hüccetü&#;l-İslam (İslamın kanıtı), âyetullah (Allah&#;ın işareti) ve âyetullahi&#;l-uzmâ (büyük âyetullah) biçiminde sıralanırlar.

İmamiyeye göre dinin temelleri (usulü&#;d-din) tevhid, nübüvvet (paygamberlik), imamet, ahirete iman (meaa) ve adalettir (Allah&#; ın adil, kulun ise eylemlerinde özgür olması). Tevhid ilkesinde İmamiyeyi ehl-i sünnetten ayıran inançlardan biri, İmamiyenin, Tanrı&#;nın sıfatlarının onun özüyle (zat) özdeş olduklarını savunarak Mutezileye yaklaşmasıdır. Gene Sünni mezheplerin tersine İmamiye, Kuran&#;ın yaratılmış (mahluk) olduğunu öne sürer. İmamiye, Tanrı&#;nın ahirette bile görülemeyeceğini vurgulayarak da ehl-i sünnetten ayrılır. İmamiler peygamberlik ve Kuran&#;ın tümünün eldeki kitap olduğu konularında Sünnilerle aynı inançları paylaşırlar.

Ama imamiyeyi ehl-i sünnetten ayıran temel ilke, Sünnilerin fıkıh sorunları arasında saydığı imamlığı dinin temellerinden saymasıdır. İmamiyeye göre On İki İmam yanlışlardan korunmuştur, yani masumdur; küçük ya da büyük günahlar onlardan uzaktır. Onlar, yeryüzünde Tanrı&#;nın insanlara kanıtıdır (hüccet). İmam, her yeni konuda Tanrı&#;nın ona ihsan ettiği kutsal güçle ve esin yoluyla doğru hükme varır, her şeyi özüyle bilir.

İmamiyede inanç, ibadet ve fıkhın dört temel kaynağı vardır: Kuran, sünnet, icma (görüş birliği) ve akl (us). Kuran ve sünnetin kaynak sayılması konusunda İmamiye ile ehl-i sünnet arasında hiçbir anlayış farkı yoktur. Ama Sünni mezhepler bütün sahabileri adil kabul ederek onların Hz. Muhammed&#;e dayandırdıkları rivayetleri temel alırken, İmamiye yalnızca imamlar kanalıyla gelen hadisleri temel alır. Sünni mezhepler Sünni bilginlerin icmasını, İmamiye ise kendi bilginlerinin icmasını bağlayıcı sayar. Kuran ve sünnette anılmayan, hakkında icma da bulunmayan konularda hüküm verirken İmamiye aklı, Sünni mezhepler ise kıyası temel alır.

Fıkıh alanında İmamiyenin Sünni mezheplerle çok büyük ve temelli bir ayrılığı yoktur. İmamiyeye göre, Sünni mezheplerin ancak bazı koşullarda izin verdiği öğle-ikindi ve akşam-yatsı namazlarının birleştirilmesi koşulsuz olarak caizdir. Besmele, Fatiha suresinin olduğu gibi, bir sure dışında öteki bütün surelerin de ilk âyetidir; bu nedenle besmelenin okunmadığı hiçbir namaz geçerli değildir. İmamiye, ezan ve kameti ehl-i sünnetten farklı okur ve kelime-i şahadete, Hz. Ali&#;nin Tanrı&#;nın dostu (ya da müminlerin emiri) olduğunu belirten eşhedu etine Aliyyen Veliyullah (ya da Emirü&#;l-Müminin) sözlerini ekler. Yolculuk sırasında oruç tutulmaz, dört rekâtlı namazlar da mutlaka iki rekât olarak kılınır. İmamiyeye göre, Kuran&#;da bildirilen (Nisa 24) ve &#;akd-i inkita&#; ya da müt&#;a nikâhı olarak bilinen geçici evlenme geçerlidir. Sünni mezhepler ise bu nikâhın Hz. Muhammed zamanında uygulandığını kabul etmekle birlikte sonradan yasaklandığını savunur ve geçersiz sayarlar.

İmamiye (Şiilik öğretisi)

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Haşim bin ʿAbd Menâf

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Haşimoğulları

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

ʿAbd el-Muttalib bin Haşim

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Amine bint Vehb

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

ʿAbd Allâh bin ʿAbd el-Muttalib

&#;

Ebû Tâlib

&#;

Ez-Zûbeyr

&#;

Hamza

&#;

`Abbâs‘binʿAbd‘el’Muttalib

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Hatice bint Hüveylid

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Muhammed

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

ʿAbd Allâh bin `Abbâs

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Fatıma

&#;

Ali

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Havlet bint Câ'fer

&#;

`Alî bin ʿAbd Allâh

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Selman-ı Farisî

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Hasan bin Ali

&#;

Hüseyin Seyyid eş-Şühedâ

&#;

Muhammed bin Hanefiyye

&#;

&#;

Abbâsîler

&#;

Muhammed "el-İmâm" bin `Alî bin el-`Abbâs

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Hasan bin Zeyyîd

&#;

Zeyyîd bin Hasan

&#;

Hasan el-Mû'tenâ

&#;

Zeynelâbidîn

&#;

Keysanilik

&#;

&#;

Bû'Müslim’îyye

&#;

Mazdekçilik

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

TaberistanAlavîleri

&#;

Hasan bin Zeyd

&#;

&#;

ʿAbd Allâh el-Kâmil

&#;

Muhammed el-Bakır

&#;

Zeyd bin Ali eş-Şehid

&#;

Sinbâd

&#;

Neo’Mazdekçilik

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

İbrahim bin ʿAbd Allâh

&#;

&#;

Muhammed bin ʿAbd Allâh(Muhammed bin Abdullah el-Mehdi)

&#;

İdris bin ʿAbd Allâh
İdrîsîler
(Zeyd’îyye)

&#;

İmamet

&#;

Zeydilik

&#;

El-Mukanna’îyye

&#;

Hurremiyye
(Babek Hûrremî)

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Yahya bin ʿAbd Allâh

&#;

&#;

Zû'n-Nûn el-Mısrî

&#;

Câ’bir bin Hayyân[12]

&#;

Câʿfer es-Sadık[13]

&#;

&#;

Hasan bin Zeyd'ül-Alevi

&#;

Kızılbaş

&#;

Gnostisizm

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

&#;

Beyazid-i Bestami

&#;

&#;

ʿAbd`Allâh‘el’Eftâh‘bin’Câʿfer‘i’Sâdık

&#;

İsmail bin Ca‘fer es-Sâdık

&#;