edebiyat teşbih örnekleri / Teşbih (Benzetme) sanatı nedir örnekleri söz sanatları edebi sanatlar şiirler dizeler

Edebiyat Teşbih Örnekleri

edebiyat teşbih örnekleri

TEŞBİH SANATI ve ÖRNEKLERİ

Ayrıntılar
S.K.logo
DİVAN EDEBİYATI
Gösterim:

edebi sanatlar teşbih kendisine benzetilen benzeyen benzetme yönü benzetme

TEŞBİH (BENZETME)

 Aralarında çeşitli yönlerden benzerlik bulunan iki varlıktan zayıfını kuvvetlisine ben­zetmek sanatına TEŞBİH denir.

Teşbih heyecana bağlı bir sanattır. Sanatkâr kendisini etkileyen bir olay veya varlık karşısında heyecanlanır, bu heyecanını daha kuvvetli ve tesirli anlatabilmek için, o ruh hâlini okuyucuda daha iyi canlandırabilecek benzetmeler yapma yoluna gider. İşte bu ruhi faaliyet sonucu teşbih sanatı meydana gelir.

Teşbih ayrıca mana sanatları arasında sayılır. Çünkü bu sanatta kelimelerin manala­rı önemlidir

Teşbihte dikkate değer bir özellik de şudur:

Bu sanat kelimelerin gerçek manaları ile yapıldığı hâlde, mecaz sanatları, yani keli­menin mecazî mânası ile yapılan sanatlar grubuna girer. Kelimeler gerçek anlamlarında kullanıldıkları hâlde, meydana getirdikleri anlam bütünlüğü mecazî bir hüviyet kazanır.

Meselâ:

Durmuş saat gibiydi durup geçmeyen zaman

(Yahya Kemâl, O Taraf, KGK, s. )

mısrasında zaman "durmuş bir saate" benzetiliyor. Bu mısradaki kelimelerin hepsi gerçek manalarında kullanılmıştır. Ama durup geçmeyen zaman gerçekten "durmuş bir saat" değildir. Mecazî olarak bir benzerlik söz konusudur. Şair ruh sıkıntısının etkisiyle vaktin bir türlü geçmeyişini, durmuş bir saate benzeterek okuyucuya daha kuvvetli anla­tıyor.

Teşbih sanatında en az iki, en fazla dört öğe bulunur. Teşbih de bu öğelerin bulunup bulunmamasına göre bir takım isimler alır. Bu dört öğeyi şöyle sıralayabiliriz:

1.   BENZEYEN (Müşebbeh)

2.   KENDİSİNE BENZETİLEN (Müşebbehün-bih)

3.   BENZETME YÖNÜ (Vech-i şebeh)

4.   BENZETME EDATI (Edat-t teşbih)

İşte bütün bu öğeleri taşıyan teşbih çeşidine TEŞBİH-İ MUFASSAL (ayrıntılı teşbih)

denir.

Yukarıdaki "durmuş saat gibiydi durup geçmeyen zaman" mısrasını buna göre ince­leyelim:

1.   Benzeyen (Müşebbeh): ZAMAN

2.   Kendisine benzetilen (Müşebbehün-bih): DURMUŞ SAAT

3.   Benzetme yönü (Vech-i şebeh): DURUP GEÇMEMEK (İlerlememek)

4.   Benzetme edatı (Edât-ı teşbih): GİBİYDİ

BENZEYEN: Birbirine benzetilen kavramlardan güçsüz olanıdır.

KENDİSİNE BENZETİLEN: Benzetilen kavramlardan daha güçlü ve üstün olanıdır.

BENZETME YÖNÜ: Benzeyen ve kendisine benzetilen arasındaki ortak noktadır. Zaten benzetme bu ortak noktayı belirtmek için yapılır.

BENZETME EDATI: Benzeyen ve kendisine benzetilen arasında benzetme ilgisini kuran kelime veya ektir. Teşbihte genellikle şu kelime ve ekler benzetme edatı olarak kul­lanılırlar:

âdeta, andırır, benzer, bigi, çü, çün, gibi, gûnâ, güne, gûyâ, gûyiyâ, kimi, mânend, me­ğer ki, misâl, misillû, misi, niteki, nitekim, sanki, sıfat, tek, tıpkı, -âsâ, -vâr, -veş


TEŞBİH-İSLAM ANS.

 Beyân ilminde iki veya daha fazla şeyin bir vasıfta ortak olduğunu ifade eden terim.

Sözlükte "benzer" anlamındaki şebeh kökünden türeyen teşbîh "benzetmek" de­mektir. Teşbih ve tasvirsiz şiir olamayaca­ğından özellikle tasvir (vasf) konusundaki şiirlerde zengin benzetmelere yer verilmiş­tir. Teşbih belagat terimleri içinde en er­ken farkına varılan terimlerden biridir. Beşşâr b. Bürd (ö. /) şiirlerinde latif teşbihler yaptığını, bunları iyi bir düşünce ve güçlü bir selîka ile kurguladığını söyle­miştir (İbn Reşîk el-Kayrevânî, II, ). Sîbeveyhi, "Babası aslan olan bir adama uğ­radım" sözünün bir teşbih teşkil ettiğini belirtmiş (el-Kitâb, II, 28), Ma'mer b. Müsennâ, "Kadınlarınız sizin için bir tarladır" mealindeki âyetin (el-Bakara 2/) teş­bih ve kinaye içerdiğini açıklamış (Mecâzü'l-Kur'ân, I, 73) ve teşbihi mecaz kapsa­mında görmüştür. İbn Müsennâ, Kur'an'da zakkum ağacı tomurcuklarının çirkinlik ve ürkütücülükte şeytanların başına benzetilmesindeki (es-Sâffât 37/65) soyutun soyuta teşbihinin sebebini eski şiirden ör­nekle ilk açıklayan âlimdir. Câhiz, bu so­yut yorumu bazı müfessirlerin "Yemen'de bir bitki adı" şeklindeki somutla tevi­linden daha isabetli bulmuştur (Kitâbü'l-Hayevân, IV, ). İbn Sellâm el-Cumahî, İmruülkays'ın kadınları ceylanlara ve yumurtalara, atları kartallara, asaya ve ya­ban hayvanlarının kemendine benzeterek güzel teşbihler yaptığını, erken İslâm dö­nemi şairlerinin teşbihte en üstününün Zürrumme olduğunu ifade etmiştir (Fuhûlü'ş-şu'arâ', I, 55). Teşbih konusunu ay­rıntılarıyla ele alan ilk yazar Müberred olup el-Kamil'inde "Eski ve yeni şairlere ait isabetli teşbih örnekleri" başlığı altında çok sayıda eleştiri ve değerlendirme tabirleriy­le birlikte şiir örneklerini incelemiştir (I, ). Daha sonra Sa'leb Kavâidü'ş-şiirinde, İbnü'l-Mu'tez el-Bedfinde, Kudâme b. Ca'fer Nakdü'ş-şi'r'inde, İbn Vehb el-Kâtib Nakdü'n-neşrinde teşbih konusuna yer vermiştir. Rummânî'nin en-Nüket fî i'câzi'l-Kur'ânında teşbihe getirdiği özgün yorum ve yaptığı taksim (s. ) Ebû Hilâl el-Askerî (Kitâbü'ş-Sınâ'teyn, s. ) ve İbn Ebü'l-İsba' gibi birçok yazarı, Askerî'nin teşbih bahsi de İbn Reşîk (el-'Umde, I, ) ve İbn Sinan el-Hafâcî (Şırrü'l-feşaha, s. ) gibi edipleri etkilemiştir. Abdülkâhir el-Cürcânî'nin tahlilleri teşbihin gelişiminde doruk noktayı temsil etmiş; onun teşbih, temsil ve istiareye ayırdığı Esrûrü'l-belâga'sındaki özgün yorum, ince analiz ve taksimlerini Fahreddin er-Râzî Nihâyetü'l-îcâz'ında ve Sekkâkî Miftâhu'l-Ulûm'unda bazı ilâvelerle yeniden düzen­lemiştir. Sekkâkî'nin eseriyle bu eserin belagata dair üçüncü kısmının bazı deği­şikliklerle birlikte özeti niteliğindeki Hatîb el-Kazvînî'nin Telhîsü'l-Miftâh'ı saye­sinde teşbih beyân ilminin ana konuları arasında yer almıştır. Belagat ilimleri Sekkâkî'den itibaren meânî, beyân ve bedî' şeklinde üçe ayrılmış, teşbih, mecaz ve kinaye ile birlikte beyân ilminin üç ana konusunu teşkil etmiştir.

Teşbihi meydana getiren unsurlar ben­zeyen (müşebbeh), benzetilen (müşebbehün bih), benzeme ciheti (ortak vasıf) ve ben­zetme edatıdır. Benzeyenle benzetilene "teşbihin tarafları" denilir ve bu iki unsur her teşbihte mutlaka zikredilir. Bunlar­dan yalnız biri anılırsa teşbih istiareye dö­nüşür. İstiarenin esasını teşbih oluştur­makla birlikte lafız asıl anlamından başka anlama nakledildiği için bir mecaz türü sayılmıştır. Ayrıca her iki tarafta bulun­ması gereken benzeme cihetinin ilke ba­kımından benzetilen unsurda daha güç­lü ve daha meşhur olması gerekir. Ancak bu sayede benzeme vasfında daha zayıf durumdaki benzeyen unsura güç nakli sağlanır ve onun vurgulanmak istenen ni­teliği daha güçlü bir açıklamaya kavuşur.

Benzetmeyi anlatan edatlar harfler, isim­ler ve fiillerdir. Asıl teşbih edatı bir cer har­fi olan "kâf'tır (gibi), ardından "ke-enne" (sanki) gelir. Ke-ennenin muhaffefi "keen", ke-enneyi izleyen ve cümlede i'rab ameli yapmasını engelleyen "mâ-i kâffe"den teşekkül eden "ke-enne-mâ" da teşbih harfidir. Kâf-ı teşbih "men", "ellezî" ve türevleri olarak diğer mevsul isimlerle de birleşikler meydana getirir. Bunların örneklerine Kur'ân-ı Kerîm'de sıkça rastlanır. Özellikle Kur'an ve hadislerdeki mesellerde bir klişe teşbih edatı şeklinde geçen "ke-meseli" birleşiğinde asıl benzetme edatı kâf olup mesel "hal, sıfat, kıssa" gibi mânalar ifade eder ve uzun cümlelerden meydana gelen teşbihlerin oluşturulmasına imkân sağlar. "Kâfin "zâ" (bu), "zâlike" (o) işaret isimleriyle meydana getirdiği "kezâ" (bunun gibi) ve "ke-zâlike" (onun gibi) edatlarıyla kurulan teşbihlerde benzetilen taraf muayyendir ve işaret isminin gösterdiği nesne mâna, sıfat veya haldir. Kezâlike ile kurulan özellikle Kur'an teşbihlerinde benzetilen taraf çok uzun cümlelerle açıklandıktan sonra bütün bunlar zâlike işaret ismiyle özetlenerek ayrıntılı teşbihler kurgulanır. Kur'an'da âyetinde kâf ve mislden birinin ziyade olduğu ileri sürülmüşse de Zemahşerî gibi Kur'an'ın edebî yönüne ağırlık veren müfessirler, "Allah'a benzeyen hiçbir şey yoktur" yerine, "Bırakın benzerinin olmasını benzerinin benzeri olan hiçbir şey yoktur" biçiminde ilâhî vahdeti mantıkî bir kıyasla daha vurgulu biçimde anlattığını ve âyette ziyadenin bulunmadığını belirtmiştir. Kâf, ke-zâ, ke-zâlike edatlarını benzetilen izler; ke-enne ve ke-en ise benzeyene dahil olur. Ancak bazı teşbihlerde, özellikle bunların uzun olanlarında ve bir kısım Kur'an mesellerinde "kâfin benzetilene değil teşbihte önemli rol oynayan benzetilen tarafla ilgili bir başka unsura dahil edildiği görülür. Nitekim Kur'an'da dünya hayatının bitkilerin hayatına teşbih edildiği mesellerde benzetilen taraf bitkiler olduğu halde edat buna dahil olmamış, bitkilerin hayatında önemli rol oynayan, dolayısıyla teşbihte önemli işlevi bulunan suya dahil edilmiştir (Yûnus 10/24; el-Kehf 18/45). Nisbet "yâ"sı da teşbih ifade edebilir;" (tıpkı inci gibi bir yıldız) âyetinde (en-Nûr 24/ 35) görüldüğü gibi. Bu daha abartılı bir teşbih anlatımı sağlamaktadır. Tür açısın­dan isim olmakla birlikte edat konumun­da benzetme anlatan "misi, mesel, mesîl, şibh, şebeh, şebîh, nidd, darîb, nazîr, şekl, muzâhî, müsâvî, muhâkî, ah, ıdl, adîl, küf, müşâkil, muvazin, müvâzî, muzâri', sınv, nahv" gibi kelimeler ve bunlarla ilgili fiil­ler de edat olarak kullanılır.

Müşebbehle müşebbehün binin her teş­bih kurgusunda açık veya mukadder şe­kilde bulunması şarttır, (Sağır, dilsiz ve kördürler, anlayıp dü­şünmezler) mealindeki âyette olduğu gibi (el-Bakara 2/) müşebbeh tarafı lafzen zikredilmeyen, sadece müşebbehün bih tarafı geçen örnekleri birçok kadîm âlim ve müfessir teşbih değil istiare kabul et­miştir. Zemahşerî ve Fahreddin er-Râzî gi­bi âlimler ise müşebbeh tarafın i'rab iti­bariyle mukadder olup ifadenin " takdirinde sayıldığından mukadder olanın da mezkûr hükmünde bulunduğunu be­lirterek bu tür âyetleri beliğ teşbih türüne dahil etmişlerdir. Teşbihin taraflarından her ikisi ya duyularla algılanan somut tür­den olur; yanak-gül (görme), zayıf ses-fışıl­tı (işitme), ağız kokusu-amber (koklama), lezzetli-lezzetsiz (tatma), yumuşak cilt-ipek (dokunma) gibi veya akılla bilinen soyut cins­ten olur; ilim-hayat, cehalet-ölüm gibi. Ya­hut müşebbeh aklî, müşebbehün bih hissî olabilir; ölüm-parçalayıcı canavar gibi ya da müşebbeh hissî, müşebbehün bih aklî olur; güzel koku-güzel ahlâk gibi. Aklî bilgiler duyuların verilerine dayandığından somutlar soyutların aslı, soyutlar da on­ların fer'idir. Soyutun soyuta benzetilmesi ancak abartı sağlamak için somut biçim­de değerlendirilmesine bağlıdır. Çünkü so­mut varlıklarda benzeme cihetleri daha açık ve meşhur olduğundan soyut varlık­ların zayıf ve kapalı vasıfları yalnız somut­lara benzetilerek açıklanabilir. Bu sebep­le Fahreddin er-Râzî Nihâyetü'l-îcâz'ında ve İzzeddin ez-Zencânî Mi'yârü'n-nüzzâr'ında abartı sağlamak amacıyla taraf­ların birbirinin yerine değiştirildiği maklûb teşbih dışında somutun soyuta teşbi­hini caiz görmemiştir (Bahâeddin es-Sübkî, III, ). Fakat soyut nesne insanların aklında, toplumun inanç, kültür ve anlayı­şında yerleşerek somut varlıklar derecesi­ne yükselirse soyut veya somut nesneler kendisine benzetilebilir. Bu hususu, "Ce­hennemdeki zakkum ağacının tomurcukları şeytanların başları gibidir" âyetindeki (es-Sâffât 37/65) teşbih münasebetiyle ilk defa dile getiren âlim Mecâzü'l-Kur'ân müellifi Ma'mer b. Müsennâ'dır.

Teşbihte iki tarafta da bulunması ge­reken ve aralarında benzetme ilgisinin ku­rulmasını sağlayan ortak vasfın (vech-i şe­beh) ne olduğunun belirlenmesi önemli bir mesele teşkil eder. Çünkü bu vasıf özel­likle uzun ve kompleks teşbihlerde açıkça görülmez. Söz konusu ortak vasıf taraf­larda ya hakikaten mevcuttur, yiğidin as­lana benzetilmesinde olduğu gibi, yahut ikisinde ya da birinde hayal ve vehim gü­cüyle meydana getirilmiştir. Kâdî et-Tenû­hî'nin,

"Gecenin karanlığı içindeki yıldızlar

Sanki aralarında bid'atların zuhur ettiği sünnetlerdir" anlamındaki beytinde geçen teşbihte ortak vasıf karanlık bir şeyin için-i de parlak ve beyaz şeylerin mevcudiyetin-i den oluşan bir tablodur. Bu tablo gecede ve yıldızlarda gerçekten bulunmasına rağ­men bid'atlar ve sünnetlerde bid'atın ka­ranlık, sünnetin aydınlık şeklinde zihinde canlandırılmasından doğmuş teorik bir, niteteliktir. "Kelâmda nahiv yemekte tuz gi­bidir" benzetmesinde ortak vasıf olan âzı­nın ıslah edici, çoğunun ifsad edici olma­sı durumu tuzda gerçekten bulunmasına karşılık nahivde ne gerçekten ne de hayalen yer almadığından bu bozuk bir ben­zetme sayılır. Çünkü nahiv, kelâmda tam olarak bulunması halinde sözün bozulma­sını değil daha iyi anlaşılmasını sağlar.

Teşbihin Amaçları. Teşbih, genellikle ben­zeyen unsurun çeşitli yönlerini örneklerle açıklayıp muhatabı etkilemek için yapılır. Belagat kitaplarında benzeyenin açıklık ge­tirilmek istenen yönleri geniş biçimde an­latılmıştır. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür:

1. Müşebbehe kabul edile­mez bir hüküm nisbet edildiğinde bunun mümkün olduğu bir örneğine benzetile­rek kanıtlanır; buna müşebbehin imkânı­nı beyan denilir. Mütenebbî'nin Seyfüd-devle el-Hamdânî'yi övdüğü şu dizesindeki zımnî teşbihte görüldüğü gibi: "Sen in­sanlardan olduğun halde onlardan üstünsen / Bu şaşılacak bir durum değildir, ni­tekim misk de bir tür ceylan kanıdır."

2. Müşebbehin durumu muhatapça bilinmiyor ya da bilinmediği farz ediliyorsa onu anlatmak için örnek verilir. Buna müşeb­behin halini beyan denir; rengi bilinme­yen bir giysinin rengini diğer bir giysinin rengine benzetmek gibi.

3. Muhatap mü­şebbehin durumunu biliyor, ancak bu du­rumun boyutunu ve miktarını bilmiyor ya­hut öyle farz ediliyorsa teşbihe başvuru­lur; bir giysinin hangi tonda siyah olduğu­nu açıklamak için "kuzgunî siyah" denil­mesi gibi. Buna müşebbehin halinin mik­tarını beyan denilir.

4. Müşebbehin keyfi­yeti ve ona nisbet edilen hüküm muha­tabın tereddüdüne yol açıyorsa örneğine benzetme yapılır. Buna müşebbehin ha­lini takrir adı verilir. Bu tür teşbihe mü­şebbehin soyut olması veya olağanın dı­şında bulunması halinde başvurulur; ça­lışmasının semeresini göremeyen kişinin su üzerine yazı yazan kimseye benzetilme­si gibi. Bu dört amaca yönelik teşbihlerde müşebbehe açıklık getirebilmek için mü­şebbehün bihin benzeme niteliği bakımın­dan daha güçlü ve daha meşhur bir öğe olması şarttır.

5. Müşebbehi sevdirmek için süslü (tezyin) veya nefret ettirmek için çirkin (takbih) ya da ilginç göstermek (is­titrat) amacıyla da benzetmeler yapılır. Bun­larda benzetilen unsurun daha kuvvetli ol­ma şartı aranmaz. Siyah gözü ceylan gö­züne benzetmek tezyine, çiçek bozuğu yü­zü horozların gagaladığı kuru tezeğe ben­zetmek takbihe, tutuşup içten içe ve dal­ga dalga yanan kömürü altın dalgalı misk denizine benzetmek istitrâfa örnek veri­lebilir.

Teşbihin Çeşitleri. Teşbihte taraflar, vech-i şebeh, edat ve amaç dikkate alına­rak bölümlemeler yapılmış ve birçok teş­bih türü ortaya çıkarılmıştır. Tarafların ya­lın veya birleşik olmasına göre müfredle mürekkebin kendilerine veya birbirlerine teşbihi söz konusudur. Müfredin müfrede teşbihinde ikisi de yalın, ikisi de kayıtlı veya biri kayıtlı olabilir. Kur'an'da dalgala­rın dağlara benzetilmesi (eş-Şuarâ 26/63) iki tarafı da yalın bir teşbihtir. Çalışması­nın semeresini alamayanı su üzerine yazı yazana teşbihte ise iki taraf da kayıtlıdır, birinci taraf "su üzerine" kaydıyla, ikinci ta­raf "semere alamama" ile kayıtlıdır. Teş­bihin vech-i şebehe göre mücmel-mufassal, temsilî-gayri temsilî, karîb/mübtezel-baîd/garîb, vicdanî, hayalî, vehmî teşbih­ler; amaca göre makbul-merdud teşbih­ler; edat bakımından müekked-mürsel teş­bihler; taraflara göre somut-soyut, maklûb (ma'kûs), zımnî, beliğ teşbihler; taraf­ların sıralanışına göre melfûf-mefrûk, cerrî-tesviye, izmâr, meşrut ve tafdîl teşbihleri gibi çeşitleri vardır. Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan benzetme türlerinden biri mefrûk teşbih olup burada önce bir teşbihin müşebbeh ve müşebbehün bihi peşpeşe ge­lecek biçimde zikredilir, ardından aynı şe­kilde diğeri veya diğerleri getirilir. Nebe' sûresinde arzın beşiğe, dağların çadır ka­zıklarına, gecenin elbiseye ve güneşin kan­dile teşbihi (78/, 10, 13) bu türün ör­neklerinden biridir. İbarede edatı geçme­yen teşbih müekked diye anılır; çünkü edatsız teşbih, müşebbehle müşebbehün bih ortak vasıf bakımından aynı şeymiş gibi pe­kiştirme ve vurgu belirtir, (Dağlar bulutların hareketi [gibi] hareket eder; en-Neml 27/88) ve Hz. Peygamber'e hitaben, "Biz seni nur saçan bir kandil ola­rak gönderdik" (el-Ahzâb 33/46) âyetlerin­de olduğu gibi. Müşebbehün bihin müşebbehe muzaf olduğu benzetmeler de müekked teşbihtir; "zehebü'l-asîl" (akşa­mın altını) ve "lüceynü'l-mâ"' (suyun gümüşü) gibi.

Hz. Peygamberin hadislerinde özellikle soyut kavramların açıklanması bağlamın­da teşbihlere yer verilmiş, bazan taraflar arasındaki benzerlik cihetleri ayrıntılı bi­çimde anlatılmıştır: "Ateşin odunu yakıp tükettiği gibi haset de iyilikleri yiyip bi­tirir" (İbn Mâce, "Zühd", 22; Ebû Dâvûd, "Edeb", 44); "Mümin müminin aynasıdır" (Ebû Dâvûd, "Edeb", 49); "Ümmetimden cennete girecek yetmiş bin kişilik zümre­nin yüzleri ayın on dördüncü gecesinde parladığı gibi parlayacaktır" (Buhârî, "Rikâk", ; Müslim, "îmân", , ); "Kötü arkadaşla iyi arkadaş misk taşıyan­la körük çeken gibidir. Misk taşıyan ya sa­na misk verir veya ondan satın alırsın ya da ondan güzel koku koklarsın. Körük çe­ken ise ya giysini yakar ya da ondan kötü koku duyarsın" (Buhârî, "Büyûc", 38, "Zebâ'ih", 31; Müslim, "Birr", ); "Kadın eğe kemiği gibidir. Eğer doğrultmaya kalkar­san kırarsın, o haliyle yararlanmak ister­sen yararlanırsın, onun kırılması boşanmasıdır" (Buhârî, "Nikâh", 79; Müslim, "Radâc", 63).

Teşbihin beyân ilmindeki yeri ve mecaz­la ilgisi konusunda belagat âlimleri fark­lı yaklaşımlar ortaya koymuştur. Sekkâkî ekolüne mensup âlimler teşbihi oluşturan lafızların gerçek (vaz'î) anlamlarında kul­lanılması, mecaz ve kinayede olduğu gibi bunun dışında ikinci bir mânaya delâlet etmemesi dolayısıyla teşbihi beyân ilmi­nin konulan içine almamış, bununla birlik­te söz konusu edipler, mecazın en üstün ve baskın türü sayılan istiarenin temeli teş­bihe dayandığından teşbihi istiareye bir gi­riş ve bir vasıta olarak beyân ilmine dahil etmiştir. Ancak birçok mesele ve ayrıntıyı içeren bir konu teşkil ettiğinden pratikte giriş gibi değil bağımsız bir beyân konu­su statüsünde incelenmiştir. Birçok bela­gat âlimi teşbihi beyân ilmi içinde bağım­sız bir disiplin saymış, beyân ilminin is­tiare türleri gibi bazı konularının teşbihe dayanması onun bağımsız bir konu olma­sına engel teşkil etmeyeceğini, çünkü ko­nuların birbiriyle ilgili bulunması birinin di­ğerine bir giriş sayılmasını gerektirmeye­ceğini ifade etmiştir (İbn Ya'küb el-Mağribî, III, ; Desûki, III, ). Bazı belagat âlimleri ise teşbihi tamamen müstakil bir belagat konusu saymıştır.

Literatür. Arap şiirinde, ayrıca Kur'an'­da ve hadislerde yer alan teşbihlerle teş­bihin belagat boyutu hakkında birçok ça­lışma yapılmıştır. Teşbih örneklerini konu­larına göre düzenleyen antolojilerden ba­zıları şunlardır: Ebû Sehl Fazl b. Nevbaht, et-Teşbîh ve't-temsil; İbrahim b. Ahmed el-Enbârî, et-Tesbîhât (Brockelmann, II, ); İbn Ebû Avn, Kilâbü't-Teşbîhât (nşr. Muhammed Abdülmuîd Han, London /); Muhammed İbnü'l-Kettânî et-Tabîb, Kitâbü't-Teşbîhât min eş'âri eh-li'l-Endelüs (nşr. İhsan Abbas, Beyrut , ); Ali b. Zâfır el-Ezdî, Ğarâ'ibü't-tenbîhât calâ 'acâ'ibi't-teşbîhât (nşr. Mu­hammed Zağlûl Sellâm - Muhammed Sâvî el-Cüveynî, Kahire ); Safedî, el-Keşf ve't-tenbîh 'ale'l-vasf ve't-teşbîh (nşr. Hilâl Nâcî - Velîd b. Ahmed Hüse­yin, I-II, London /, alanında en geniş antoloji olup mukaddimesi teşbih sanatına dair ilmî bir inceleme teşkil eder, s. ); İbn Ebû Asrûn, Reşfü'n-nebîh min şağri't-teşbîh (nşr. F. M. en-Neklâvî, Kahire ). Kur'an'daki teşbihler hak­kında bilinen ilk çalışma İbn Nâkıyâ'nın el-Cümân fî teşbîhâü'l-Kur'âni'dir. Bir­çok neşri bulunan eserde otuz altı sûreden seçilmiş âyet teşbih yönünden incelen­miştir. Bu alanda gerçekleştirilen çağdaş birçok çalışma arasında Abdülhamîd İbra­him'in Te'emmülât fî belâğati't-teşbîhi'l-Kur'ân'isi (Kahire ), Sadi Eren'in Kur'an'da Teşbih ve Temsiller'i (İzmir ), İsmail Durmuş'un Câhiliye Şiirin­de ve Kur'an'da Teşbih'i (doktora tezi, , Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bi­limler Enstitüsü) zikredilebilir. Emsâlü'l-Kur'ân'a dair yazılan eserlerde de Kur'an'­daki teşbihler ele alınmıştır. Hadislerdeki teşbihlerle ilgili olarak Ebû Arûbe, Râm-hürmüzî, Mâverdî gibi müelliflerin yazdı­ğı emsâlü'l-hadîs eserleri dışında çağımız­da yapılmış çalışmalardan Abdülbârî T. Saîd'in Eşerü't-teşbîh fî taşvîri'l-ma'nâ: Kırû'e fî Sahihi Müslim (Kahire ), Adem Dölek'in Hadislerde Teşbih ve Temsiller'(Erzurum ; İzmir ), Ab-dülazîz Hasan'ın et-Teşbîh fi'l-hadîsi'ş-şerîf (yüksek lisans tezi, , Ezher Üni­versitesi) adlı eserleri anılabilir. Arap şiirin-deki teşbihlerin incelenmesiyle ilgili çağ­daş birçok çalışma arasında Muhammed Abdülmün'im el-Hafâcî'nin et-Teşbîh fî şicri İbni'r-Rûmî ve'bni'l-Muctez (Ka­hire ), Emîne M. Selîm'in Fennü't-teşbîh beyne'n-nazariyye ve't-tatbîk Dirâse fî Dîvâni Sarfi'l-Gavânî (İskenderiye ), H. M. Rebâbia'nın et-Teşbî hü'l-muhtelif 'inde'l-ÎAütenebbî (İrbiı ), M. Rifat Zincîr'in Fennü't-teşbl fi'ş-şfri'l-cAbbâsî (Ebûzabî ), Mut târ Atıyye'nin 'İlmü'l-beyân ve belâgatü't-teşbîh fi'l-mu'allakâti's-seb' (İskeı deriye ) adlı eserleri sayılabilir. Teşbihi belagat açısından ele alan eserlerde bazıları şunlardır: A. İbrahim el-Mit'anî, et Teşbîhü'l-belîğ hel yerkâ ilâ dereceti'l-mecâz (Kahire ); Abdülfettâh Osman, et-Teşbîh ve'l-kinâye (Kahire ); İbra­him Abdülhamîd, et-Teşbîh (Kahire ); Ahmed Hindâvî, Edevâtü't-teşbîh ti Lisâni'l-'Arab (Kahire ); Yûsuf Ebü'l-Addûs, et-Teşbîh ve'l-isti'âre (Amman ).

BİYOGRAFYA :

et-Ta'rîfât, "Teşbîh" md.; Tehânevî, Keşşaf (Dah-rûc), I, ; Sîbeveyhi, el-Kitâb (nşr. Abdüs-selâm M. Hârûn), Kahire /, II, 28; Ma'-mer b. Müsennâ, Mecâzü'l-Kufân (nşr. Fuat Sez­gin), Kahire /, I, 73, ; Cumahî, Fu-lıûlü'ş-şu.'arâ', I, 55; Câhiz, Kitâbü'l-Hayeuân, IV, ; Müberred, el-Kâmil (nşr. Zekî Mübarek -Ahmed M. Şâkir), Kahire /, 1, , ; II, ; III, ; İbnü'l-Mu'-tez, el-Bedf (nşr. M. Abdülmün'im el-Hafâcî), Bey­rut /, s. ; İbn Ebû Avn, Kitâ-bü't-Teşbihât (nşr. M. Abdülmuîd Han), Cambrid-ge /, s. ; Kudâmeb. Ca'fer, Nakdü'ş-şi'r (nşr. M. Abdülmün'im el-Hafâcî), Beyrut, ts. (Dârü'l-kütübi'l-ilmiyye), s. ; monash.pw, Nak-dü'n-neşr (nşr. Tâhâ Hüseyin - Abdülhamîd el-Abbâdî). Beyrut /, s. ; Rummâ-nî, en-Nüket i'câzi'l-Kufân (Şe/âşü resâ'il fi i'cazi'l-Kur'ân içinde, nşr. M. Halefullah - M. Zağlûl Sellâm), Kahire, ts. (Dârü'l-maârif), s. ; İbn Cinnî, el-Haşâ'lş (nşr. M. Ali en-Neccâr), Kahire /,1, ; Ebû Hilâl el-Askerî. Ki-tâbü'ş-Şınâ'ateyn (nşr. Müfîd M. Kumeyha), Bey­rut /, s. ; İbn Reşîkel-Kayrevâ-nî, el-'Umde (nşr M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire /,1, , ; İbn Sinan el-Hafâcî, Şırrü'l-feşâha, Beyrut /, s. ; Abdülkâhir el-Cürcânî, Esrârü'l-belâğa (nşr. 1!. Ritter), İstanbul , s. 26, , , , , ; Reşîdüddin Vatvât. Hadâ'iku's-sihr fi dekâ'iki'ş-şi'r (trc. İbrahim Emîn eş-Şevâribî), Kahire /, s. ; Fahreddin er-Râzî, Nihâyetü'l-îcâz fi dirâ-yeti'l-l'câz (nşr. Bekrî Şeyh Emîn), Beyrut , s. ; Ebû Ya'küb es-Sekkâkî. Miftâhu'l-'Lilûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut /, s. ; Ziyâeddin İbnü'l-Esîr, el-Meşelü's-sâ'ir (nşr. Ahmed el-Havfî - Bedevi Tabâne), Riyad /, s. ; İbn Ebü'l-İsba". Tahrirü't-rahbtr(nşr. HifnîM. Şeref), Kahire , s. ; monash.pw, Bedfu't-Kuf'ân (nşr. Hifnî M. Şeref), ı\ahire /, s. ; Şehâbeddin Mah-rnûd el-Halebî, Hüsnü't-teuessül ila şınâ'ati't-te-ıcssül[nşr. Ekrem Osman Yûsuf). Bağdad / !, s. ; Şürûhu't-Telhîş, Kahire , III, ; Bahâeddin es-Sübkî, 'Arûsû'l-efrah ı.e. içinde), III, ; İbn Ya'küb el-Mağribî, Meuâ-• ibü'l-fettâh (a.e. içinde), III, ; Desûkî, Haşi- iü'l-Muhtaşar(a.e. içinde), III, ; Safedî, el- şf ue't-tenbih 'ale'l-uaşfve't-teşbih (nşr. Hilâl Nâci-Velîd b. Ahmed Hüseyin), Leeds /, s ; Teftâzânî, el-Mutauuel, İstanbul , s ; Zerkeşî. el-Burhân, III, ; Sü-yütî, Şerfıu 'Uküdi'l-cümân, Kahire /, ; Abdünnâfî İffet, en-hefu'l-muavuel, İs-l mbul , 11, ; Brackelmann, GALSuppL, '; Ahmed Matlûb, Mu'cemü'l-muştalahâti'l-1 lâğıyye ve telavvürühâ, Beyrut , s.

□ TÜRK EDEBİYATI. Teşbih gerek İs­lâm belagatında gerekse Batı retoriğinde mecazla birlikte ele alınmıştır. Ancak teş­bihte mecazdan farklı olarak kelimeler ger­çek anlamıyla kullanılır. Türkçede teşbih -edatı "gibi" takısıdır. Bunun yanında "tek, sanki, nitekim, çün, güya, güne, mânend, kadar, sıfat, misal" kelimeleriyle "-casına, -alayın, -âsâ, -veş, -vâr" ekleri de kullanıl­mıştır (Tâhirülmevlevî, s. ). Teşbihler şekil ve muhtevalarına göre farklı tasnif­lerle ele alınmıştır. Bu tasniflerde belirle­yici unsur teşbihin dört rüknüdür. Teşbi­hin temel unsurlarından olan benzeyen ile benzetilenden biri kaldırılır ve teşbih için kelime mecaz manasıyla kullanılırsa isti­are meydana gelir. Teşbih içeren bir ifade­de ya bütün teşbih unsurları ya da bun­lardan en az ikisi bulunur. Böylece teşbih dörde ayrılır.

1. Mufassal teşbih. Tam teş­bih adı da verilen bu türde bütün unsur­lar zikredilir. Yûnus Emre'nin, "Geldi geç­ti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi" ve Bâkî'nin, "Açılma ey yüzü gül şahs-ı na­dana kitâb-âsâ" mısralarında olduğu gi­bi. Bâkî'nin mısraında yüzü gül benzeyen, kitap benzetilen, açılmak benzeme yönü, -âsâ benzetme edatıdır.

2. Mücmel teşbih. Muhtasar diye de anılan bu türde benze­me yönü zikredilmez. Mücmel teşbih mu­fassal teşbihe nisbetle abartılı bir söyle­yiş ;'olup belagat açısından daha makbul »Sayılır. Yahya Kemal'in, "Rûyâ gibi bir yaz­dı yarattın hevesinle" mısraında yaz ben­zeyen, rüya benzetilen, gibi benzeme eda­tıdır; benzeme yönü ise okuyucunun mu­hayyilesine bırakılmıştır. Mücmel teşbih herkes tarafından anlaşılamayabilir;

"Mesâfât-ı hayâtı kat' için gerdûne-i ömre

Sipihrin mihr ü mâhı çarh işi iki tekerlek­tir" beytinde olduğu gibi. Burada ömür arabaya benzetilmiş, bu teşbihin benzet­me yönünü hatırlatmak için ay ve güneş bu arabanın tekerlekleri şeklinde nitelen­dirilmiştir (Ahmed Cevdet Paşa, s. ). 3. Müekked teşbih. Mûcez de denilen bu teş­bihte benzetme edatı zikredilmez, teşbih edatı özellikle zikredilirse mürsel teşbih olur (Bilgegil, s. ). Müekked teşbih mür­sel ve mufassal teşbihlere göre daha be­liğ kabul edilmiştir. Teşbih unsurları ne ka­dar azaitılırsa ifade o kadar güçlenir; Yû­nus Emre'nin,

"Bu dünya bir gelindir ye­şil kızıl donanmış

Kişi yeni geline baku-banı doyamaz" beytinde olduğu gibi. Dün­yayı süslerle bezenmiş geline benzeten şair, nasıl böyle bir geline bakmaya du­yulmazsa dünya süslerine de doyulmaya­cağım dile getirmektedir. Burada benze­me yönü seyre doymamak fiilidir. Necâtî Bey,

"Lebin letafeti söylense goncanın sö­zü yok

Sözün halâveti anılsa şekkerin tu­zu yok" beytinde sevgilinin dudağını gon­caya, sözlerini şekere benzetirken teşbih edatını hazfederek ifadeyi daha beliğ hale getirmiştir.

4. Beliğ teşbih. Teşbihin ben­zeyen ve benzetileniyle yapılan teşbihtir. Anlam burada etkili ve abartılı biçimde ifade edildiğinden teşbih türlerinin en makbulü sayılır. Beliğ teşbih Batı retori­ğinde "metafor" (istiare) olarak tanımlan­mıştır. Çünkü beliğ teşbihte benzetme ni­yetinden ziyade istiarede olduğu gibi an­lam aktarımı söz konusudur. Yahya Ke­mal'in, "Bu dil ağzımda annemin sütüdür" mısraı bir teşbîh-i belîğ örneğidir. Şair ko­nuştuğu dili doğrudan anne sütüne ben­zetmektedir. Burada benzeme yönü mu­hatabın anlayışına bırakılmıştır. Bursalı Ahmed Paşa,

"Kad kıyamet gamze âfet zülf fitne hat belâ

Âh kim ben hüsnünün bunca belâsın bilmedim" beytinde ben­zeme yönü ve benzetme edatı zikredil­meden sevgilinin boyu kıyamete, bakışı fe­lâkete, perçemi fitneye, ayva tüyleri belâ­ya teşbih edilmektedir. Teşbihin beliğ vas­fını kazanabilmesi için benzeme yönün­den baîd-i garîb olma (birbirine benzetilen iki unsurun hangi açıdan benzetildiğinin kolay­ca anlaşılmaması) şartı aranmıştır. Şeyh Galib'in,

"Bir şu'lesi var ki şem'-i canın

Fanu­suna sığmaz asumanın" beyti hayalin oriji­nalliği bakımından beliğ teşbihe güzel bir örnektir. Bu beyitte de benzeme yönü ve benzetme edatı belirtilmeden gök kub­besi fanusa, can muma benzetilmiştir. Teş­bihin iki temel unsurunun bulunması her zaman bu ikisinin söylenmesi anlamına gelmez. Cümlede öznenin bazan kim veya ne olduğu belli olmak şartıyla ya da baş­ka bir sebeple kaldırılabilir. Meselâ, "Ali nasıl biridir?" sorusuna "aslan" cevabı ve­rildiğinde benzeyen zikredilmemiş olsa bi­le istiare değil teşbih yapılmıştır. Çünkü istiarede müşebbehün bihin müşebbeh olduğu iddiası vardır. Halbuki bu örnekte Ali doğrudan aslana benzetilmektedir.

Belagat kitaplarında yer alan teşbih tür­lerinin sayısı ve sıralanması hususundaki farklılıklar konuya yaklaşım biçiminden kaynaklanmakta, bu da teşbih çeşitleri­nin sayısını arttırmaktadır. Aynı teşbih içe­risinde benzeyen ve benzetilenin sayısına ve sıralanmasına göre yapılan tasnifte teş­bihin tarafları birden fazla olabilir. Buna göre teşbihler mefrûk, melfûf, tesviye ve teşbîh-i cem' şeklinde tasnif edilmiştir. Bu tasnife göre bir teşbihte benzeyen ve ben­zetilen birden fazla olduğunda her benze­yen kendi benzetileninin yanında yer alır­sa mefrûk (saçı sümbül lebi mül kameti ar'ar dilber), önce bütün benzeyenler, ar­dından benzetilenler sıralanırsa melfûf

(Sahbâ-yı lebin çeşm-i füsun-kâra mı mah­sûs

Feyz-i dem-i İsa iki bîmâra mı mahsûs

Şeyh Galib), tek bir benzeyen için bir­den fazla benzetilen zikredilirse tesviye veya tesviyeli teşbih (Gül âteş gülbün âteş gülsen âteş cûybâr âteş-Şeyh Galib), ben­zeyen tek, kendisine benzetilen birden faz­la olursa teşbîh-i cem'

(Hem kadeh hem bâde hem bir şûh sâkîdir gönül-Nef'î) adıy­la anılır. Teşbihler benzeme yönünün kul­lanımına göre de çeşitlilik gösterir. Ben­zeme yönü teşbihin iki temel unsuru için mantık bakımından uygun düşüyorsa tah­kiki, aksi durumda tahayyül!, birbirine zıt unsurların karşılaştırılması yoluyla kuru­lursa tehekkümî veya telmîhî (Bilgegil, s. ), benzeme yönü bakımından benze­yen kendisine benzetilenden üstün tutu­lursa maklûb, ma'kûs veya teşbîh-i tafdîl, iki temel unsuru benzeme yönü açısından eş değerde ise veya biri diğerine üstün tutulmamışsa teşbîh-i teşâbüh adını alır. Bunların dışında sıkça başvurulan ve he­men anlaşılan teşbihlere mübtezel veya karîb, benzeme yönü nisbeten daha zor anlaşılan teşbihlere baîd veya garîb teşbih denilir. Çok kullanılan teşbihler tekrar edil­dikçe orijinalliklerini kaybeder. Zoraki, süfli ve çirkin hayallerle kurulan teşbihler üs­lûbu güzelleştirmekten ziyade bayağılaştırır. Bu sebeple maksadı iyi ifade eden teşbihlere makbul, iyi ifade edemeyenle­re merdud adı verilmiştir. Bir şarta bağlı olarak yapılırsa teşbîh-i meşrut, tasvirle genişletilip âdeta bir tablo haline dönüştürülürse mürekkep teşbih denilir. Mürek­kep teşbih deyim ve temsillerle yapılmış­sa temsilî veya temsilli teşbih (Coşkun, s. 49) yahut teksifi veya tafsili teşbih (Bil­gegil, s. ) adını alır. Teşbihler farklı bakış açılarına göre daha değişik biçim­lerde de sınıflandırılmış olup bu hususta kesin bir sınır çizmek mümkün değildir. Sabit teşbih kalıpları sanatkârın dil üzerindeki tasarrufuna bir sınır getireceğin­den uygun görülmemiştir.

BİBLİYOGRAFYA :

Ahmed Cevdet Paşa. Belâgat-ı Osmâniyye, İs-ınbul , s. ; Recâizâde Mahmud Ek­rem, Ta'Um-i Edebiyyât, İstanbul , s. ; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügati (İstanbul ), istanbul , s. ; M. Kaya Biige-gil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri-Belâgat, Ankara , s. ; Cem Dilcin, Örneklerle Türk Ş/ir Bilgisi, Ankara , s. ; M. A. Yek-ta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belagat, İstan-uıl , s. ; İskender Pala, Ansiklope-lik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul , s. ; Menderes Coşkun, Sözün Büyüsü Edebî Sanat-! ir, İstanbul , s.

Meliha Y. Sarikaya, İslam Ans. Cilt 40


BENZETME ÇEŞİTLERİ

Benzetmenin çeşitleri benzetme öğelerinin birinin veya birkaçının kullanılıp kullanılmamasına göre belirlenir.

1. Ayrıntılı benzetme

Dört öğesi de bulunan benzetmedir.

Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,

Bir eski çıban gibi işliyor içerime.

  NECİP FAZIL KISÂKÜREK

Benzeyen: Sesler

Kendisine benzetilen unsur: Eski çıban 

Benzetme yönü: Ağrımak 

Benzetme edatı: Gibi

2. Kısaltılmış benzetme

Benzetme yönü anılmadan yapılan benzetmedir.

Ben gideyim; yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin 

İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.

NECİP FAZIL KISÂKÜREK

Benzeyen: Sel

Kendisine benzetilen unsur: Fener 

Benzetme edatı: Gibi

3. Pekiştirilmiş benzetme 

Benzetme edatı bulunmayan benzetme.

 Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;

Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık

NECİP FAZIL KISÂKÜREK

Benzeyen: Ufuk, yollar 

Kendisine benzetilen unsur: Tilki, yumak 

Benzetme yönü: Kaçak, kurnaz; uzun, dolaşık

4.    Güzel benzetme (Teşbih-i beliğ)

Benzeyen ve kendisine benzetilen öğelerle yapılan, benzetme yönü ve edatı söylenmeyen benzetmedir.

Gül yüzlü bir âfetti ki, her busesi lâle;

Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle.

YAHYA KEMAL

Benzeyen: Zafer, bûse 

Kendisine benzetilen unsur: Sevgili, lâle 

Kendisine benzetilen unsur: Gül

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;

Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.

Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;

Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Gürz ayaklı Kalkan elli 

Sancaktar olduğu 

Sancak tutuşundan belli

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA

5. Yaygın benzetme

Benzeyen ve kendisine benzetilenler arasında birden fazla ortak nitelik ve özellikleri sırayla ifade edilerek yapılan benzetmedir. Yaygın benzetmede her iki öğenin, ortak benzerlikleri anlatıldıktan soma, manzumenin en sonunda ilgili olan temel öğe açıklanır.

Aşağıdaki örnekte “vatan” bir “çınara” benzetilmiştir.

ÇINAR

Hani bir gün seninle Topkapı ’dan 

Geliyorduk; yol üstü bir meydan 

Bir çınar gördük; Enli, boylu, vakur 

Bir ağaç; hiç eğilmemiş, mağrur 

Koca bir gövde, belki altı asır 

Belki ondan da fazla dalgın, ağır 

Kaygısız bir ömür sürüp gelmiş;

Öyle serpilmiş, öyle yükselmiş,

TEVFİK FİKRET

Yazı Ayrıntıları

Teşbih

Teşbih, "benzetmek" manasına gelir. İfadeyi kuvvetlendirmek için aralarında benzerlik bulunan iki kavramdan zayıf olanın güçlüye benzetilmesidir. Dinî kavramlarda ise Teşbîh,Tanrı'nın şeklen insana benzetilmesi mânâsına gelmektedir.[1]

Öğeleri[değiştir Yorum Yap!

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.