Bayraktar Bayraklı Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur'an Meali
Her türlü övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a aittir. Bunca delilden sonra hakikati inkar edenler, başka güçleri Rabbleri ile denk tutarlar.
Mehmet Okuyan Kur’an Meal-Tefsir
*
Edip Yüksel Mesaj: Kuran Çevirisi
Övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve ışığı var eden ALLAH'a yaraşır. Buna rağmen, inkarcılar Efendi'lerini başkalarıyla denk tutuyor.
Erhan Aktaş Kerim Kur'an
*
, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a özgüdür. Yine de Kafirler*
ilahlarını Rabb'leriyle denk tutuyorlar.Süleymaniye Vakfı Süleymaniye Vakfı Meali
*
görmezlikten gelenler (kafirlik edenler), başkasını O'na denk sayıyorlar.Ali Rıza Safa Kur'an-ı Kerim Gerçek
Gökleri ve yeryüzünü yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a övgüler olsun! Nankörlük edenler, yine de Efendilerini, başkalarıyla denk tutuyorlar.
Mustafa İslamoğlu Hayat Kitabı Kur’an
Bütün hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Buna rağmen tevhid hakikatini inkar edenler, başkalarını Rablerine denk tutarlar.
Yaşar Nuri Öztürk Kur'an-ı Kerim Meali
Hamt Allah'adır! O ki gökleri ve yeri yaratmış, karanlıklara ve nura vücut vermiştir. Sonra, gerçeği örtenler bunları Rablerine denk tutuyorlar.
Ali Bulaç Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah'adır. (Bundan) Sonra bile, inkar edenler, Rablerine (bir takım varlıkları ve güçleri) denk tutuyorlar.
Elmalılı (sadeleştirilmiş)
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Yine de hakkı tanımayanlar bunları kendilerini yaratana denk tutuyorlar.
Muhammed Esed Kur'an Mesajı
Her türlü övgü, gökleri ve yeri yaratan, derin karanlığı ve (parlak) aydınlığı var eden Allaha özgüdür: Ama hakikati inkara şartlanmış olanlar, başka güçleri Rableri ile eş tutarlar!
Diyanet İşleri Kur'an-ı Kerim Türkçe Meali
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyle iken inkar edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.
Elmalılı Hamdi Yazır Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali
Hamd o Allahın hakkıdır ki Gökleri ve yeri yarattı zulmetleri ve nuru yaptı, sonra da Hakkı tanımayanlar bunları kendilerini yaratana denk tutuyorlar
Süleyman Ateş Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali
Hamdolsun o Allah'a ki, gökleri ve yeri yarattı, karanlıkları ve aydınlığı var etti. Yine de inkarcılar, Rablerine eşler tutuyorlar.
Gültekin Onan
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nuru kılan Tanrı'yadır. (Bundan) Sonra bile, küfredenler, rablerine (bir takım varlıkları ve güçleri) denk tutuyorlar.
Hasan Basri Çantay Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim
Hamd olsun — O gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden — Allaha. Kafir olanlar (bunca ayet ve delillerin zuhurundan) sonra (bunları veya bunlardan bir kısmını) haala Rableriyle denk tutuyorlar.
İbni Kesir
Hamd; gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a mahsustur. Sonra da kafirler bunları rabblarına denk tutuyorlar.
Şaban Piriş Kur'an-ı Kerim Türkçe Anlamı
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Yine de kafirler Rab'lerine (başkalarını) denk tutuyorlar.
Suat Yıldırım Kuran-ı Kerim ve Meali
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'ın hakkıdır. Bir de kafirler kalkmışlar, birtakım putları Rab'lerine eşit sayıyorlar!
Ahmed Hulusi Türkçe Kur'an Çözümü
Hamd; semalar ve arz'ı yaratan, karanlıkları (bilgisizlikler) ve Nur'u (ilmi) oluşturan Allah'a aittir Öte yandan, hakikati inkarda ısrar edenler, (varsandıkları dışsal tanrılarını) Rablerine (hakikatlerindeki El Esma mertebesine) denk tutarlar (bunun sonucunda da şirk ortaya çıkar)!
Edip Yüksel (Eski Baskı) Mesaj: Kuran Çevirisi
Övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve ışığı vareden ALLAH'a yaraşır. Buna rağmen, inkarcılar Rab'lerini başkalarıyla denk tutuyor.
Erhan Aktaş (Eski Baskı) Kerim Kur'an
*
, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a özgüdür. Gerçeği yalanlayan nankörler ilahlarını Rabb'leriyle denk tutuyorlar.Rashad Khalifa The Final Testament
Praise be to GOD, who created the heavens and the earth, and made the darkness and the light. Yet, those who disbelieve in their Lord continue to deviate.
The Monotheist Group The Quran: A Monotheist Translation
Praise be to God who has created the heavens and the earth, and Who made the darkness and the light; yet those who have rejected their Lord continue to deviate.
Edip-Layth Quran: A Reformist Translation
Praise be to God who created the heavens and the earth, and Who made darkness and light. Yet those who have been unappreciative continue to equate with their Lord.
Kur'an- Kerim’in 2. Suresi olan Bakara suresi, toplam ayetten oluur. Medine döneminde indirilen Bakara suresi, ismini Ayetlerde geçen “bakara” kelimesinden almtr. Bu sözcüün anlam ise sr demektir. Fkh içerikli surelerden biridir ve dier surelerdeki fkh konularndan farkl konular ele alr. Bakara suresinin ilk ayeti Müslümanlarn skça okuduu ve anlamn aratrd bir ayettir. Çünkü bu ayet çok faziletlidir. slam dinindeki iman gereklilikleri, günah konular, hükümler ile ilgili bilgi edinmek için bu surenin tamamn okumak gerekir.
Bakara Suresi 1. ayet okunuu her Müslümann merak ettii bir eydir. Bakara Suresi 1. Ayet Arapça olarak u ekilde yazlr:
Bakara suresinin Arapça yazl ile birlikte Türkçe okunuunu da bilmek gerekir. Bu sayede kolayca ezberlenebilir. Zaten çok ksa bir ayettir. Bakara Suresi 1. ayet Türkçe okunuu aadaki gibidir:
Bakara Suresi 1. ayet anlam Müslümanlarn bilmesi gereken bir eydir. Bu sayede ayetin ne demek istediini daha iyi anlayabilirler. Bakara Suresi 1. ayet meal olarak öyledir:
Bakara Suresi 1 ayet Türkçesi ile birlikte tefsirini de okumak gerekir. Bu sayede ayetin ardnda yatan derin anlam örenilebilir. Bakara suresi 1. Ayet tefsiri öyledir:
Çou Mekke’de nâzil olan yirmi dokuz sûrenin banda ya bir âyet ya da bir âyetin balangc olarak, kelime oluturmayan baz harfler yer almakta olup bunlara hurûf- mukattaa (ayr ayr harfler) denir. Bunlar Arap alfabesinin on dört harfidir ve baz sûrelerin banda tek harf olarak, bazlarnn banda ise birden fazla harfin yan yana dizilii eklinde yer almlardr. Bu harflerin Kur’an- Kerîm’den bir âyet veya âyet parças olduunda üphe yoktur. Mânalar ve hikmetleri üzerinde ise farkl görüler ve yorumlar ileri sürülmütür. Sradan insanlarn bilgi vastalaryla mânalarn ve kullanl maksatlarn (hikmet) bilmek ve anlamak mümkün olmayan bu harflere, kezâ lügat mânalarnda kullanlmam olup ne mânaya geldikleri de açklanmam bulunan baz kelimelere müteâbihat ad verilmektedir. Selef denilen ilk devir din bilginleriyle onlarn yolundan giden sonraki baz âlimler müteâbihat yorumlamazlar, olduklar gibi benimseyip iman ederler. “Kur’an’da bulunmasnn elbette bir hikmeti vardr, Allah ve Resulü bunlar açklamadna göre aklmza dayanarak açklamaya kalkmak bizim iimiz deildir, yetki snrmz aar” derler. Kelâm, felsefe ve tasavvuf ehli baz âlimler ise tefekkür veya ilham yoluyla müteâbihatn mânalarnn anlalabileceini ileri sürmü ve her biri için çeitli yorumlar yapmlardr.
Bakara sûresinin ilk âyetini tekil eden “elif-lâm-mîm”in mânasyla ilgili olarak yirmiden fazla yorum vardr. Bunlardan u üçü nisbeten daha tutarl görünmektedir: a) Bunlar, mânalar olmayan alfabe harfleridir, Kur’an- Kerîm’in vahiy yoluyla Allah’tan geldiine inanmayanlara meydan okumak ve âciz olduklarn ortaya çkartmak için baz sûrelerin bana konmutur ve “Bu Kur’an, u gördüünüz harflerden yaplan kelime ve cümlelerden olumaktadr. Siz harfleri de biliyorsunuz. O halde haydi yapabiliyorsanz siz de böyle kelime ve cümlelerden oluan ve Kur’an’a benzeyen bir kitap yazn!” denilmek istenmitir. b) Banda bulunduklar sûrelerin muhtevalarna dikkat çekmek için yemin olarak gelmitir. c) Balarnda bulunan sûrelerin isimleri olarak indirilmitir (bn Aûr, I, ).
mâm- Rabbânî önce Selef âlimleri gibi düünürken bilâhare Allah Teâlâ’nn kendine, bu harflerin mâna ve srlarndan bir ksmn açtn; böylece “müteâbihatn mânalarnn, Allah’n bildirmesiyle bilinebileceini ve bunlarn, açk mânal âyetlerin (muhkemât) özü ve amac olduunu” anladn ifade etmitir (Mektûbât, I, ).
ah Veliyyullah, “Arap dilinde tek bana veya kelimelerin balarna gelen harflerin özellikleriyle kelimelerin mânalar arasnda bir ilikinin bulunduu” tesbitinden yola çkarak sûrelerin balarnda bulunan harflerin de muhtevalarna delâlet ve onlarn özünü ihtiva ettiini ileri sürmütür. Buna göre “elif-lâm-mîm”in mânas, “Yaratlmlarn çeitli olular ve ilikilerle belirlenmi hayatlarnn gerekli kld, ihtiyaç duyduu iradlar gayb âleminden gelerek onlarn hayatlarna girmekte ve yollarna k tutmaktadr” demektir (el-Fevzü’l-kebîr, s. 64; hurûf- mukattaa konusunda genibilgi için bk. M. Zeki Duman-Mustafa Altunda, “Hurûf- Mukattaa”, DA, XVIII, ; müteâbihat konusunda bk. Âl-i mrân 3/7). (Kaynak: Kur'an Yolu)
Bakara Suresi 1 ayet fazileti ve srlar arasnda yer alan konular Müslümanlar için oldukça önemlidir. Genellikle Bakara suresinin ilk 5 ayeti bir arada ele alnr. Bu ilk 5 ayeti okumann faziletleri arasnda ise unlar bulunur:
Bakara Suresi 1 ayet fazileti kaç defa okunmal sorusunun yant oldukça merak edilir. Bu ayetin faziletlerinin gerçeklemesi için belli sayda tekrar edilmesi gerekir. Örnein; Bakara suresi ilk 5 ayetini 21 defa okumann mal ve mülkü artrd söylenir.
Bakara suresi çok faziletli olduu için pek çok durumda okunabilir. lk 5 ayeti ise ahireti hatrlamak, günah ilemekten kaçnmak, evleri eytanlarn errinden korumak, mal mülk sahibi olmak ve zihin açklna kavumak için okunur.
ANASAYFAYA DÖNMEK ÇN TIKLAYINIZ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla,
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
[1*] Bkz. Fatiha 1/2'nin dipnotu.
[2*] Maide 5/76, Furkan 25/
[3*] Maide 5/76,En’am 6/,Furkan 25/
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلًاۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ
[1*] Vücudun yaratılışı sırasında ölçüleri konan son kullanma tarihi, biyolojik ömür. İnsanın vücut ölçüleri döllenmiş yumurta haline geldiği sırada belirlenir(Abese 80/)
[2*] Süresi belirlenmiş ecel (ecel-i müsemmâ), yalnız Allah'ın bildiği yaşama süresidir. O süre dolunca insan ölür. Bazı yanlış davranışlar bu eceli kısaltabilir. Tövbe edip /dönüş yapıp durumunu düzeltenin eceli eski seviyesine çıkar (İbrahim 14/10, Nuh 71/4). Bunun örneği, Yunus aleyhisselamdır.(Saffat 37/)
وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ
[*]Zuhruf 43/84
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ
[1*] Allah’ın ayetleri, Allah’ın kitaplarında olanlarla sınırlı değildir. Tabiatta olan her şey Allah'ın âyetidir. Çevremizde ve vücudumuzda yer alan bu âyetler, Kur'ân ayetleriyle tam bir uyum içindedir. Kendini yaratanın Allah olduğunu bilmeyen yoktur. Kur'an âyetlerinin, kendi yapısı ve tabiatta yaptığı gözlemlerle uyum içinde olduğunu gören herkes, Kur’ân’ın Allah'ın kitabı olduğu konusunda tam bir kanaate varır (Fussilet 41/53). Allah’ın dini, varlıklardaki kanun ve kurallar ile tam bir uyum içindedir (Rum 30/30). Allah’ın yarattığı ayetleri istismar ederek insanları sömürenler de indirilen ayetleri istismar ederek dinden menfaat sağlayanlar gibi yaptıklarından sorumlu tutulurlar. Dürüst davranan ilim adamlarının tamamı, Allah’tan başka ilah olmadığı konusunda kesin bir kanaate sahiptirler (Al-i İmran 3/18).
[2*] Yasin 36/
فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
[1*] Kâf 50/5.
[2*] Şuara 26/6.
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَارًاۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا اٰخَر۪ينَ
[*] Allah ile yüzleşme konusunda yalana sarılanlar, kesinlikle kaybederler (En’âm 6/31).
وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا ف۪ي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِاَيْد۪يهِمْ لَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
[*] Bunlar, Muhammed aleyhisselamı değil, elçi olarak getirdiği kitabı kabullenemedikleri için ne yaparsa yapsın, ona inanmayacaklardır. Firavun ve hanedanının Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizeler karşısında söyledikleri bundan başkası değildi (Yunus 10/, Neml 27/). Aynı şey İsa aleyhisselama da yapılmıştı (Maide 5/).
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكًا لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ
[1*] Furkan 25/7.
[2*] Lut kavminde olduğu gibi gelen melek, ancak ceza indirmek için gelir (Hud 11/,Hicr 15/8).
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَجَعَلْنَاهُ رَجُلًا وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ
[*] Allah’ın nebi olarak gönderdiği resullerin tamamı erkektir (Nahl 16/).
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
De ki “Yeryüzünde dolaşın da yalana sarılanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.”
قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
[1*] Fatır 35/
[2*]En’âm 6/
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Gecenin ve gündüzün içinde barınan her şey onundur. O daima dinleyen ve bilendir.
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ
[1*] Ayetteki fâtır = فاطر, bir şeyi uzunlamasına bölen anlamındadır (Müfredat). Allah, bütün varlıkları bu kurala göre yaratmıştır.
[2*] Allah’ı ikinci sıraya koyan, ona teslim olamadığı için müşrik olur.
قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
De ki: “Eğer Rabbime karşı gelecek olsam büyük bir günün azabından korkarım.”
مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ
[1*] Meal; Hamza, Kisaî, Yakub ve Ebu Bekr’in Asım’dan naklettikleri “yasrif” kıraatine göre verilmiştir.
[2*] Al-i İmran 3/,Zümer 39/
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
[*] Yunus 10/,Fatır 35/2,Zümer 39/
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
O, kulları üzerinde tam hâkimdir. O, bütün kararları doğru olan ve her şeyin iç yüzünü bilendir.
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ
[*]En’am 6/93, Şura 42/7.
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟
[*] “Onu” kelimesi hem son kitap Kur’an’ı hem de son elçi Muhammed aleyhisselamı işaret etmektedir (Bakara 2/89, , Araf 7/, Saf 61/6).
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
[1*] Allah ile insanlar arasında aracı olduğunu iddia eden.
[2*] En'am 6/93,A’raf 7/37,Yunus 10/17,Hud 11/18,Ankebut 29/
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
[*]Kehf 18/52,Kasas 28/62,
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ
[1*] “Fitne”, altını içindeki yabancı maddelerden ayırmak için ateşe sokmaktır (Müfredat). Kur’an’da bu kelime imtihan (A’râf 7/), aldatma (A’râf 7/27), cehennem azabı (Zariyât 51/) ve savaş (Bakara 2/) anlamlarında kullanılmıştır. İçinde oldukları durum, altın kaplamalı bir demirin ateşe sokulması gibi yalanlarını ortaya çıkardığı için kelimeye, “onları yakan şey” meali verilmiştir.
[2*]Zümer 39/3, Mücadele 58/
اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Baksana; kendilerini nasıl da kandırmışlar? Uydurdukları ortaklar da onları terk edip gitmiş!
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
[1*] Kâfirlerin ön yargıları, istiâre-i temsiliyye /alegori ile canlandırılmıştır (Tefsir’ul-menar). İstiârede benzetme edatı gizlenir. Buradaki mecaz gerçek sanıldığı için benzetme edatı, tarafımızdan “sanki” sözüyle açığa çıkarılmıştır (Yasin 36/, Lokman 31/,Câsiye 45/). “Sanki” edatı yazılmazsa bazı insanlar, Allah’ın kafirlere, tövbe kapısını kapattığını ve özgürce karar almalarını engellediğini sanacaklardır (Nisa 4/18). Oysa tövbe edildiği yani yanlıştan dönüldüğü takdirde (Bakara 2/) affedilmeyecek bir günah yoktur (Zümer 39/53). Ayetleri görmezlikte direnenler, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini gereği gibi kullanmaz; gerçekleri görmek, duymak ve anlamak istemezler (Fussilet 41/5). Sanki Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiş gibi davranırlar. Ayrıca Allah, kâfirleri, en’ama yani koyun, keçi, sığır ve deveye benzetmiştir. Bunun sebebi de kalplerini, kulaklarını ve gözlerini bir insan gibi kullanmamalarıdır (A’raf 7/,Furkan 25/). Ayrıca bakınız: Nisa 4/,Maide 5/13,En’am 6/46, Araf 7/, Tevbe 9/87,93, Yunus 10/74, Nahl 16/, Rum 30/, Mümin 40/35, Casiye 45/23, Muhammed 47/16, Saf 61/5, Münafikun 63/3,Mutaffifin 83/
[2*] Ayette geçen “esâtîr = أَسَاطِيرُ” kelimesi, bir şeye hiza vermek, saf tutturmak” anlamına gelen “satr =سطر” kökünden türemiştir. Aynı kökle ilişkili olan “musaytir = مُصَيْطِر” kelimesi de “kişileri hizaya sokan” anlamında kullanılır. Bir şeyi hizalamaya yarayan cetvel, satır, mala gibi kelimelerin Arapça karşılıkları da bu kökten türetilmiştir (Gaşiye 88/22). “Satara =سَطَرَ” fiilinin “yazı yazmak” anlamına da gelmesi, harflerin hizaya sokulması, anlamlı bir şekilde sıralanması sebebiyledir. Kur’an’da bu kökten fiil ile kalemin yazdıklarına yemin edilmekte (Kalem 68/1), yine bu kökten türeyen “mestûr =مَسْطُور” kelimesi ile satırlara dökülmüş, yani kayda geçmiş bir kitabın önemine dikkat çekilmektedir (Tûr 52/2, İsrâ 17/58,Ahzab 33/6). Dokuz yerde geçen “esâtîru’l-evvelîn = أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ” ifadesi, Kur’an’da anlatılanların yeni olmadığını, önceki kitaplarda zaten var olduğunu ifade etmek için kafirler tarafından kullanılmıştır.
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
Onlar, insanları Kur'ân’dan engeller, kendileri de ondan uzak dururlar. Ama sadece kendilerini tüketirler de farkında bile olmazlar.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Ateşin önünde durduruldukları gün onları bir görsen! Derler ki “Ah keşke geri çevrilsek de Rabbimizin ayetleri karşısında bir daha yalana sarılmasak, biz de müminlerden olsak!
بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُۜ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
[*] Cehenneme gidecekler, inandıktan sonra kafir olanlardır. Allah Teala şöyle buyurur: "Bazı yüzlerin ak olacağı, bazı yüzlerin de kararacağı günde, yüzleri kararanlara şöyle denir: "Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” (Al-i İmran 3/)
Küfür örtme; kâfir, örten demektir. Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu, koyduğu kurallara uymak gerektiğini bilmeyen yoktur. O kurallar, kişinin hayat tarzına ters düşmeye başlarsa uymak zorlaşır ve onları görmezden gelmeye başlar. Görmezden gelse de üstünü örttüğü imanın kendine yeteceğini, ama Allah’a tam teslim olamadığını, bir gün onu da yapacağını düşünür. “Kâfir olanlar, zaman zaman “Keşke biz de Allah’a teslim olanlardan olsak” diye arzu ederler. Bırak onları yesin, içsin hayatın tadını çıkarsınlar, beklentileri kendilerini oyalasın; nasıl olsa yakında öğreneceklerdir.” (Hicr 15/)
Bunlar cehennemi görünce kendilerine fayda sağlayacak tek şeyin iman olduğunu anlayacak ve gerçek mümin olmak için dünyaya döndürülmek isteyeceklerdir. Ancak menfaatlerinin esiri oldukları için dünyaya döndürülseler bile doğu olanı değil de menfaatlerine uygun gördüklerini yaparak yine kafir olacaklardır.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟
[*]Ahkaf 46/
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ
Allah’ın huzuruna varma hakkında yalana sarılanlar, kesinlikle kaybederler. Beklenmedik bir anda son saat gelince günah yüklerini sırtlarında taşırken: “Bu konudaki kusurlarımızdan dolayı vay halimize!” diyeceklerdir. Dikkat edin, yüklenecekleri şey ne kötüdür!
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
[*]Ankebut 29/64,Muhammed 47/36,Hadid 57/
قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
Onların söylediklerinin seni çok üzdüğünü elbette biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, yanlışlar içindeki o kişiler, Allah’ın ayetlerini bile bile inkar ediyorlar.
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلٰى مَا كُذِّبُوا وَاُو۫ذُوا حَتّٰٓى اَتٰيهُمْ نَصْرُنَاۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۚ وَلَقَدْ جَٓاءَكَ مِنْ نَبَا۬ئِ الْمُرْسَل۪ينَ
Senden önceki elçiler de yalanlandı; ama yalanlanmalarına ve eziyet görmelerine rağmen yardımımız gelene kadar sabrettiler /duruşlarını bozmadılar. Allah'ın sözlerini kimse değiştirebilecek değildir. Zaten o elçilerin haberlerinden bir kısmı sana geldi!
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
[1*] Şâe (شاء) fiili, “bir şey yapmak” anlamındaki şey (شيء) mastarından türemiştir. Allah’ın yapması o şeyi var etmesi, insanın yapması da o şey için gereken çabayı göstermesidir (Müfredât). Allah, her şeyi bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49,Ra’d 13/8). İmtihanla ilgili şeyleri iyi ve kötü diye ikiye ayırmıştır (Enbiyâ 21/35). Allah, herkesin doğru yolda olmasını ister (Nisa 4/26) ama sadece doğru şeyler yapanı doğru yolda sayar (Nur 24/46). Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu da kişiye ilham eder. Onun için doğru davrananın içi rahat, yanlış davrananın içi de sıkıntılı olur (Şems 91/). Buna göre şâe (شاء) fiilinin öznesi Allah olursa “gerekeni yaptı veya yarattı”, insan olursa “gerekeni yaptı” anlamında olur. Allah insanlara, tercihlerine göre davranma hürriyeti vermeseydi hiç kimse yanlış bir şey yapamaz ve imtihan diye bir şey de olmazdı (Nahl 16/93). Yanlış kader anlayışını imanın bir esası gibi İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak şâe (شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş; bunu, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Bkz:
funduszeue.info
[2*] Kehf 18/6,Şuara 26/3.
اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ
Sadece dinleyenler, çağrıyı kabul ederler. Ölüler gibi davrananları, nasıl olsa Allah yeniden diriltecektir. Sonra hepsi onun huzuruna çıkarılacaklardır.
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
[*] Nebilerinden mucize talep edip de, geldiğinde inanmayan toplumlar (Şuara 26/) helak edilmişlerdir (A'raf 7/, İsra 17/59,).
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ
[1*] Allah, Adem aleyhisselamdan son Nebi Muhammed aleyhisselama kadar, bütün nebilerine kitap vermiştir. İmtihan gereği koyduğu küçük farklar dışında hepsinde ana yol aynı olduğundan biri diğerini tasdik eder (Maide 5/48). Bu ayet indiği sırada henüz Kur'ân tamamlanmamıştı ama En’am 6/ ayetten ayete kadar bütün nebilere işaret edildikten sonra şöyle buyurulmuştur: “İşte onlar, Allah'ın rehber /kitap verdiği kimselerdir. Sen de onların rehberine /kitaplarına uy." (En’am 6/90) Mekke’de bilinen ilahi kitaplar, sadece Tevrat ve İncil idi (En’am 6/). Kur’an’da hüküm olmayan konularda onlara başvurulunca herhangi bir eksik kalmamış oluyordu. Nitekim kıble değişinceye kadar müslümanlar Tevrat’a uyarak namazlarını Kudüs'teki Beyt-i Makdis’e yönelerek kılmışlardı (Bakara 2/). Kur’an’ın inişi tamamlanınca uyulacak tek kitap o oldu. Artık başkasına uyulamaz (Maide 5/3).
[2*] Şûrâ 42/29
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَاِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
[*] Ayette geçen (yeşe’ = يشأ) fiilinin kökü, “var etme” anlamında olan (şey = شيء)’dir (Müfredât). Allah her şeyi, bir ölçüye göre var eder (Kamer 54/49, Ra’d 13/8). Onaylarını, bu ölçülere göre verir.
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
De ki: ”Hiç düşündünüz mü! Size Allah’ın azabı gelse ya da son saat gelip çatsa, Allah’tan başkasını mı yardıma çağırırsınız? Dürüstseniz (söyleyin).”
بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟
[*] Yunus 10/, İsra 17/
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ
Senden önceki toplumlara da elçiler göndermiş, belki yalvarıp yakarırlar diye onları çeşitli sıkıntılara ve zararlara uğratmıştık.
فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
[1*]Hac 22/
[2*] İnsanları saptıranlar insan ve cin şeytanları olduğu için (Nas /) (eş-şeytân = الشَّيْطَانُ) kelimesi cins ismi sayılarak meal verilmiştir.
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ
[*] A’raf 7/, İsra 17/15,
فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
[*] “Hamd”, birini kendi yaptığı şeyden dolayı övmektir. “Güzel yemek yapar, arkadaşlığı iyidir.” gibi sözler buna girer. “Şükür” ise kendine iyilik yapanı övmek veya yapılan iyiliğe iyilikle karşılık vermektir. Yaptığı her şeyi güzel yapan sadece Allah’tır. Allah’ın yaptığı ile insanların yaptığı arasındaki farkı göstermek için “güzel” yerine “mükemmel” kelimesini kullandık.
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ
[*] Dinleme, görme ve kalp yani gönül, insana ruh üflenmesi ile birlikte oluşan ve onu diğer canlılardan farklı hale getiren yapıdır. Bkz Secde 32/9 ve dipnotu
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ
De ki: “Hiç düşündünüz mü? Allah'ın azabı size, beklenmedik bir anda veya göz göre göre gelse, yanlış yapan topluluklardan başkası mı bitirilir?”
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Elçileri, sadece birer müjdeci ve uyarıcı olsunlar diye göndeririz. Kim inanıp güvenir ve kendini düzeltirse onların üzerinde ne bir korku olur ne de üzülürler.
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Ayetlerimiz karşısında yalana sarılanlar, yoldan çıkmalarına karşılık azaba uğrayacaklardır.
قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟
De ki: “Size ‘Allah'ın hazineleri yanımdadır’ demiyorum. Gaybı /gizli şeyleri de bilmem. Size, ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana vahyedilen Kur’ân’a uyarım.” De ki: “Gören ile görmeyen bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?”
وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
[*]Taha 20/, Fatir 35/18, Yasin 36/11, Kaf 50/
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ
[*] Kehf 18/
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ
[*] Fitne için bkz. En’am 6/23’ün dipnotu.
وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
[1*] Arapça “Selam size!” (Selâmun aleykum) Türkçe’de “Size selamet (esenlik ve güvenlik) olsun” demektir.
[2*] Ayette geçen (جَهَالَةٍ = cehâlet)’in Türkçe karşılığı cahillik veya cahillik etmektir. Cahillik, bilmemek; cahillik etmek de bildiği halde kendini tutamayarak yanlış iş yapmaktır. Züleyha ve diğer kadınların onu elde etmeye çalışmaları karşısında Yusuf aleyhisselamın söylediği şu sözler, cahillik etme anlamına uygun düşmektedir: “Rabbim! Bu kadınların istediklerini uymaktansa hapsi tercih ederim. Onların oyununu benden savmazsan onlara karşı çocukça davranır ve cahillik edenlerden olurum.” (Yusuf 12/33) . Yusuf (as) kendine hakim olamamaktan korkuyordu. Allah Teâlâ kimseye gücünün üstünde bir sorumluluk yüklemediği için (Bakara 2/) bu ayette geçen cehalet kelimesine “bilmeden” anlamı verilemez.
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟
Ayetlerimizi işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki (gerçekler ortaya çıksın) ve suçluların yolu iyice belli olsun.
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
[*]Mü’min 40/
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ
De ki: “Ben Rabbimden gelen açık bir delile dayanıyorum ama siz onun karşısında yalana sarılıyorsunuz. Hemen istediğiniz şey (hak ettiğiniz ceza) benim elimde değildir. Onun kararını sadece Allah verir. O, gerçeği tam olarak ortaya koyar. İyi ile kötüyü en iyi ayıran odur.
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ
De ki “Hemen istediğiniz şey (sizi cezalandırmak) elimde olsaydı aramızdaki her şey biterdi. Ama yanlış yapanların kimler olduğunu en iyi bilen Allah’tır.”
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
[*] Var olduğu halde duyu organlarından uzak olana veya kişinin bilmediği şeylere ‘gayb’ denir. (Mufredat)
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟
[1*] Ölüm, bedenin canlılığının son bulması, vefat ise ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bu ayete göre her gece vefat edilmektedir ancak bu esnada beden ölmüş değil uyku halindedir. Ölen bir bedene ruh geri dönemez. Ölüm (mevt) ve vefat kelimelerinin aynı cümle içinde kullanıldığı ayetten anlaşılacağı üzere ikisi aynı şey değildir. Konu ile ilgili olarak detaylı açıklama Zümer 39/42 ve dipnotunda verilmiştir.
[2*] Ecel-i Müsemma: Belirlenmiş ecel. Bkz.: En’am 6/2 ve dipnotu.
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ
[1*] Ra’d 13/11,Tarık 86/4.
[2*] Halk arasında, Azrail adında tek bir ölüm meleği olduğuna inanılır. Bu ayete ve daha bir çok ayete göre, insanların canını almakla görevli meleklerler birden fazladır (Nahl 16/,Secde 32/11). Hadislerde de durum aynıdır (Buhârî, Cenâiz, 69, Enbiyâ, 31; Müslim, Feżâil, , ; Tirmizî, Tefsîr, 7; İbn Mâce, Cihâd, 10; Müsned, II, , ; IV, ; V, ). Azrail kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde yoktur.
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ
[*] Allah burada ve daha nice ayette (Bakara 2/, Al-i İmran 3/,Maide 5/4, Ra’d 13/41, İbrahim 14/51), hesabı çabuk göreceğini bildirdiği ve mahşerde şefaatin olmayacağını açıkça ifade ettiği halde (Bakara 2/48,, En’am 6/70, İnfitar 82/19) kendi içerisinde de tutarsızlığı olan birtakım rivayetlere dayanılarak mahşer yerinde hesabın geciktirilmesinden bunalan insanların, arabuluculuk yapsınlar diye bütün nebilere başvuracağı ama hepsinin birer bahane ile arabuluculuğu reddedeceği, bunu sadece Muhammed aleyhisselamın kabul edeceği ama onun da diğerlerini dikkate almadan şefaati kendi ümmeti için yapacağı söylenmiş ve buna şefaat-i kübra denmiştir. (Buhârî, Enbiya 3, 8, Tefsir, Benî İsrail 5; Müslim İman ; Tirmizî, Kıyamet 11) Halbuki Muhammed aleyhisselamın, kendinin bile nasıl bir muamele ile karşılaşacağını bilemeyeceği (Ahkaf 46/9), gaybı da bilmediği açıkça bildirilmiştir (En’am 6/50, Araf 7/, Hud 11/31).
قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ
De ki: “Bizi buradan kurtarırsan elbette sana karşı görevlerini yerine getirenlerden oluruz' diye yalvara yalvara içten içe onu yardıma çağırdığınızda, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır?”
قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ
De ki: “Sizi hem oradan hem de her sıkıntıdan Allah kurtarır. Sonra siz yine de ona ortaklar uydurursunuz.”
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ
De ki “Üstünüzden veya ayaklarınızın altından azap göndermenin, sizi farklı topluluklara ayırmanın ve birinize diğerinin baskısını tattırmanın kuralını koyan odur.” Baksana anlasınlar diye ayetlerimizi değişik şekillerde nasıl açıklıyoruz.
وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ
Senin halkın, Kur'ân karşısında yalana sarıldı. Oysa o, gerçeğin ta kendisidir. De ki: “Ben sizin vekiliniz /savunucunuz değilim.”
لِكُلِّ نَبَاٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
[*] Ali- İmran 3/
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Ayetlerimiz hakkında uygunsuz sözlere dalanları görürsen, başka bir konuya dalmalarına kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan unutturursa hatırladıktan sonra yanlışlar içindeki o topluluğun yanında oturma.
وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ
Onların hesabından hiçbir şey yanlışlardan sakınanlara yüklenmez. Ama (kalkıp gitmeniz) bir hatırlatma olur. Belki yanlışlardan sakınırlar.
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟
Dünya hayatına aldanıp dinlerini oyun ve eğlence haline getirenleri bırak. Kimse yaptığı şeyden dolayı bir mahrumiyet yaşamasın diye Kur’an ile bilgilendir. Allah ile aralarına girecek ne bir dost ne de şefaatçileri olacak, bedel olarak ne verseler kabul edilmeyecektir. Yaptıkları sebebiyle mahrum edilecek olanlar onlardır. Ayetleri görmezlikte direnmelerine karşılık hak ettikleri, kaynar sudan bir içecek ve acıklı bir azaptır.
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
De ki: “Bize yarar sağlayamayacak ve zarar veremeyecek birini Allah ile aramıza koyup da onu mu yardıma çağıralım? Allah bizi yoluna kabul ettikten sonra geri mi döndürülelim? Bulunduğu yerde ‘Bize gel’ diyerek kendini doğruya çağıran arkadaşları olduğu halde şeytanların ayartıp şaşkına çevirdiği kimse gibi mi olalım?” De ki: “Doğru yol sadece Allah'ın yoludur. Bize varlıkların Rabbine /sahibine teslim olmamız emredildi.
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
(Bir de şu emri aldık) namazı özenli ve sürekli kılın ve Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının; huzurunda toplanacağınız odur."
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
[*] Allah, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları, insanları ve cinleri zorlu bir imtihandan geçirmek için yaratmıştır. Bunu Hud Suresinin 7. ayetinde açıklamış, diğer ayetlerde de “(بِالْحَقِّ) o gerçek için” ifadesiyle buna işarette bulunmuştur (Hud 11/7,İbrahim 14/19,Hicr 15/85,Nahl 16/3,Ankebut 29/44,Rum 30/8,Zümer 39/5,Duhan 44/39, Ahkaf 46/3, Teğabun 64/3).
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ لِاَب۪يهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةًۚ اِنّ۪ٓي اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
İbrahim bir gün babası Azer'e: “Sen putları ilah mı ediniyorsun! Ben, seni ve halkını açık bir sapıklık içinde görüyorum.” dedi.
وَكَذٰلِكَ نُر۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ مَلَكُوتَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِن۪ينَ
İbrahim’e, göklerin ve yerin yönetimini de şu şekilde gösterdik ki kesin bilgiye ulaşanlardan olsun.
فَلَمَّا جَنَّ عَلَيْهِ الَّيْلُ رَاٰ كَوْكَبًاۚ قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَٓا اُحِبُّ الْاٰفِل۪ينَ
[*] Ayette geçen “kevkeb = كوكب” kelimesi gezegen anlamına gelir. Kur’an’da yıldız için “necm = نجم” kelimesi kullanılır. Nitekim Kıyamet /mezardan kalkış öncesinde yıldızların söneceğinden (Mürselat 77/8,Tekvir 81/2), gezegenlerin de dağılacağından (İnfitar 82/2) bahsedilerek iki kavramın farklı olduğu ortaya konmuştur. Yıldızların sönecek olması, ışıklarının kendilerinden olduğunu vurguladığı gibi gezegenlerin kendi ışıklarının olmadığını da gösterir. İbrahim aleyhisselamın gördüğü gezegen, dünyadan bakıldığında çok parlak bir yıldız gibi görünen Venüs olmalıdır.
فَلَمَّا رَاَ الْقَمَرَ بَازِغًا قَالَ هٰذَا رَبّ۪يۚ فَلَمَّٓا اَفَلَ قَالَ لَئِنْ لَمْ يَهْدِن۪ي رَبّ۪ي لَاَكُونَنَّ مِنَ الْقَوْمِ الضَّٓالّ۪ينَ
Ay’ı, ışık saçarak doğarken gördüğünde "Bu benim Rabbimdir!" dedi. Kaybolduğunda da "Eğer Rabbim doğruyu göstermezse gerçekten ben de bu sapık topluluktan olacağım." dedi.
فَلَمَّا رَاَ الشَّمْسَ بَازِغَةً قَالَ هٰذَا رَبّ۪ي هٰذَٓا اَكْبَرُۚ فَلَمَّٓا اَفَلَتْ قَالَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَ
Güneş’i, ışık saçarak doğarken gördüğünde de "Bu benim Rabbimdir! Bu daha büyük!" dedi. O da kaybolunca dedi ki: "Ey halkım! Ben, sizin ortak saydıklarınızdan uzağım.
اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذ۪ي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَن۪يفًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ
[*] Allah’ın varlığı ve birliği konusunda kimsenin şüphesi yoktur. İlah sayılanlar, Allah ile araya konan aracılardır. Heykellerin ilah olamayacağını herkes kolayca anlayacağından o suçu işleyen hiçkimse affedilmez. Ayette, “bile bile” ifadesinin kullanılması, bilmeden yapılan yanlışların affedileceğini gösterir (Bakara 2/). Bunun örneği İbrahim aleyhisselamdır. O, büluğa erdiği andan itibaren (A’raf 7/) putların ilah olmayacağını anlamıştı. Ama o. bu ayetlerde belirtildiği gibi, gözlemler yapıp kesin kanaate varıncaya kadar yıldızın, ayın ve güneşin kendi rabbi olduğu inancındaydı. Onların rab olamayacaklarını anlar anlamaz kesin tavrını ortaya koydu (Enbiya 21/). Onun bu konuda, bile bile yaptığı bir yanlış olmadığı için Allah onu hiçbir zaman müşriklerden saymamıştır (Bakara 2/,Al-i imran 3/18,67,95,En’am 6/,Nahl 16/). (Enbiya 21/).
Hiçbir Müslüman puta tapmaz ama Nebimiz Muhammed aleyhisselamın, ilim adamlarının ve din adamlarının ilah yapıldığının farkında değillerdir. Allah Teala Kur’an’ı sadece kendisinin açıkladığını, bunu bir ilme göre yaptığını (A’raf 7/52), yaptığı açıklamalara, konuyu bilenlerden oluşan bir ekibin ulaşabileceğini (Fussilet 41/3) bildirmiş, başkasının yapacağı açıklamayı kabul etmenin onu ilah yapmak olduğunu açıkça ifade etmiştir (Hud 11/1). Ama geleneksel yapı, bir çok ayeti gizlemiş, bir çoğuna da yanlış anlamlar vermiş ve Nebimiz Muhammed aleyhisselamın da ayetleri açıklama yetkisinin olduğunu, bütün Müslümanlara kabul ettirmiştir. Kur’an’ı açıklama yetkisi alimlere de verilerek mezhepler oluşturulmuş ve bir ilahlar piramidi meydana getirilmiştir. Bu, kabul edilebilecek bir şey değildir (Bakara 2/,,En’am 6/,Şura 42/). Bu yapıyı, bilmeden kabul edenlerin bir sorumluluğu olmaz (Bakara 2/22,,,). Ama bir çok ayeti gizleyip bir çoğunun da anlamını bozarak Müslümanları bu hale sokanlar, en ağır cezaya çarptırılacaklardır (A’raf 7/).
وَحَٓاجَّهُ قَوْمُهُۜ قَالَ اَتُحَٓاجُّٓونّ۪ي فِي اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينِۜ وَلَٓا اَخَافُ مَا تُشْرِكُونَ بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ رَبّ۪ي شَيْـًٔاۜ وَسِعَ رَبّ۪ي كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ
Halkı onunla tartışmaya girdi. İbrahim dedi ki "Benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz? O bana doğru olanı gösterdi! Rabbimin onayı olmadan, ortak saydıklarınızın bana bir şey yapabileceğinden korkmam. Rabbimin bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Bilgilerinizi kullanmayacak mısınız?
وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًاۜ فَاَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۢ
Siz, hakkında Allah’ın bir delil indirmediği şeyleri ona ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuklarınızdan korkacağım öyle mi! Biliyorsanız söyleyin: Güven içinde olmak, bu iki taraftan hangisinin hakkıdır?
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟
[1*] Lokman 31/
[2*] Buraya kadar anlatılanlar, putperest bir aileden doğmuş İbrahim aleyhisselamın henüz nebi olmadığı delikanlılık çağında (Enbiya 21/60) ailesine ve putperest olan toplumuna karşı yaptığı mücadeledir. Tabiat ayetlerini okuyarak elde ettiği doğru bilgileri iyi kavrayan ve Allah’a tam güvenen bir genç olarak güçlü bir mücadeleye girmiş, kralın karşısında dahi duruşunu bozmamıştır (Bakara 2/). İbrahim ile baş edemeyeceklerini anlayınca onu yakarak öldürmeye karar vermişlerdi. Tabiattan öğrendiği doğru bilgileri insanlara tebliğ eden İbrahim’i Allah korumuş ve ateşe, onu yakmaması emrini vermiş (Enbiya 21/). daha sonra da onu ve onunla aynı inançta olan Lut’u oradan kurtarmıştı (Enbiya 21/). İbrahim aleyhisselam ve beraberindekilerin davranışları bizim için güzel bir örnek olmuştur (Mümtahine 60/).
وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
[*] İbrahim aleyhisselamın ayetten itibaren anlatılan gözlemlerinin benzerlerini her insan yaparak Allah’ın varlığını ve birliğini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar ve bu hususta Allah’a kesin söz verir. Bu da Allah’ın bize karşı delilidir. Bu olay büluğ çağının başında gerçekleşir (A’raf 7/). İbrahim aleyhisselamın halkına "Benimle Allah hakkında mı tartışıyorsunuz?" demesi, bu bilgiye onların da ulaşmış olduğunu gösterir (En’am 6/80).
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلًّا هَدَيْنَاۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ
[*] Kasas 28/56,Ankebut 29/ Muhammed 47/
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ
Zekeriyya’ya, Yahya’ya, İsa’ya ve İlyas’a da Bunların hepsi iyilerdendir.
وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًاۜ وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ
İsmail'e, Elyesa'ya, Yunus'a, Lut'a da doğru yolu gösterdik. Hepsini çağdaşlarından üstün kıldık.
وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ
Onların babalarından, soylarından ve kardeşleri içinden de Onlardan da seçtik ve doğru yola yönlendirdik.
ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
[*] Zümer 39/
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ
[*] Adem aleyhisselam, insanlığın ve bütün nebilerin babasıdır. Bu ayetler, Adem ile başlayıp Muhammed aleyhisselama kadar gelen bütün nebilere işaret etmekte ve onların tamamına kitap ve hikmet verildiğini bildirmektedir.
[*] Mekkeliler, nebimizi ve getirdiği kitabı kabul etmediler, onu ve ona inananları ağır baskılar altına aldılar. Onlar da Medine’ye göç ettiler. Allah, Mekke’den göç eden müslümanlarla onlara kucak açan Medinelilere büyük başarılar nasip etti ve 8 yıl sonra Mekke’nin hakimiyetini onlara verdi (Maide 5/54).
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟
[1*] Bu ayetteki emir gereği Nebimiz, hakkında hüküm indirilmemiş konularda önceki kitaplara uymuştur. Örneğin, kıble değişimi ile ilgili ayetler ininceye kadar namaz kılarken Kudüs’e doğru dönmesinin sebebi buydu (Bakara 2/). Maide Suresinin inmesiyle birlikte dinin tamamlandığı bildirilmiş ve artık her konuda Kur'ân'da olan hükümlere uyulması emredilmiştir (Maide 5/3,48).
[2*] Allah’ın kitaplarından sorumlu olanlar insanlar ve cinlerdir (Ahkaf 46/, Zariyat 51/, Rahman ve Cin sureleri). Bu sebeple buradaki alemler insan ve cin topluluklarını gösterir.
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ٓ اِذْ قَالُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى بَشَرٍ مِنْ شَيْءٍۜ قُلْ مَنْ اَنْزَلَ الْكِتَابَ الَّذ۪ي جَٓاءَ بِه۪ مُوسٰى نُورًا وَهُدًى لِلنَّاسِ تَجْعَلُونَهُ قَرَاط۪يسَ تُبْدُونَهَا وَتُخْفُونَ كَث۪يرًاۚ وَعُلِّمْتُمْ مَا لَمْ تَعْلَمُٓوا اَنْتُمْ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬كُمْۜ قُلِ اللّٰهُۙ ثُمَّ ذَرْهُمْ ف۪ي خَوْضِهِمْ يَلْعَبُونَ
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ مُصَدِّقُ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَلِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَهُمْ عَلٰى صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ
[1*] En’am 6/19, Enbiya 21/, Furkan 25/1, Cuma 62/
[2*] Ayetin metninde geçen (es-salât = الصَّلَاة) kelimesinin kök anlamı, bir şeyi bırakmamak ve sürekli arkasında olmaktır. (Lisan’ul-Arab) Kişinin sürekli yapması gereken, kendine düşen görevlerdir. Her müslümanın hiç aksatmadan yapması gereken tek ibadet namaz olduğu için ona da salat denmiştir.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ قَالَ اُو۫حِيَ اِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ اِلَيْهِ شَيْءٌ وَمَنْ قَالَ سَاُنْزِلُ مِثْلَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ ف۪ي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَاسِطُٓوا اَيْد۪يهِمْۚ اَخْرِجُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ اٰيَاتِه۪ تَسْتَكْبِرُونَ
[*]Enfal 8/31
وَلَقَدْ جِئْتُمُونَا فُرَادٰى كَمَا خَلَقْنَاكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَتَرَكْتُمْ مَا خَوَّلْنَاكُمْ وَرَٓاءَ ظُهُورِكُمْۚ وَمَا نَرٰى مَعَكُمْ شُفَعَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ اَنَّهُمْ ف۪يكُمْ شُرَكٰٓؤُ۬اۜ لَقَدْ تَقَطَّعَ بَيْنَكُمْ وَضَلَّ عَنْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ۟
İlk yarattığımızdaki gibi karşımıza teker teker geldiniz. Size bahşettiğimiz her şeyi arkanızda bıraktınız. Size eşlik edeceğini iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda göremiyoruz. Aranızdaki bağlar kopmuş. Şefaatçileriniz olduğunu iddia ettikleriniz, sizi bırakıp kayıplara karışmışlar.”
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
[*] Bu Allah’ın yaratma kuralıdır.
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ
[1*] (El-ısbâh = الْإِصْباحِ) sabaha giriş, (الصَّبَحُ = sabah) da kızıllıktır. [Mekâyîs’ul-luğa] Fecr-i kâzibin başından itibaren ufku saran bu alacakarınlık, bir kubbe gibi olduğunda ufkun alt tarafında oluşan karanlık çizgiye paralel olarak uzanan beyaz ışık kümeleriyle bölünür (Bakara 2/) ve sabah namazı vakti girer.
[2*]Yunus 10/5,Ra’d 13/2, Yasin 36/40,Rahman 55/5.
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
[*] Bu ayette iltifat sanatı kullanılmıştır. Sözlükte eğmek /bükmek /çevirmek anlamındaki (left = لفت) kökünden türeyen iltifât, bir şeyi yöneldiği taraftan başka bir tarafa çevirmek anlamına gelir. Terim olarak iltifat, üslupla ilgili edebî bir sanattır. Kullanıldığı yerlerde ifadeye tehdit ve korkutma, tenbih, kınama, silkeleme, uyarma ve hatırlatma, sebep gösterme, talebin önemini ifade etme gibi anlamlar katar. Dinleyicinin ilgi ve dikkatini canlı tutmayı sağlar. İltifat; kişide, tekillik-çoğullukta ve zamanda yapılabilir. Türkçede de benzer amaçlarla, konuşurken kişi değiştirme, tekil kişiyi çoğul zamirle ifade etme ve kipte değişiklik yapma vardır; ancak her dilin dinamikleri kendine özgü olduğu için bir dilden başka bir dile çeviri yapılırken aynı anlam inceliklerini yansıtmak her zaman mümkün olmaz. Bu yüzden mealimizde Kur’an’da geçen iltifat sanatlı söyleyişler, Türkçede daha iyi anlaşılması amacıyla yer yer lafzen değil, manen aktarılmıştır.
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ
[1*] Allah “İki eşi, erkeği ve dişiyi, ölçüyü koyduğu sırada nutfeden yaratmıştır” (Necm 53/) Önce döllenme olur, arkasından ölçüler belirlenir (Abese 80/). Araplar su damlasına benzeyen inciye (nutafe = نُطَفةٌ) derler (Lisan’ul-Arab). Bu da nutfenin, beyaz inci tanesi görünümünde olduğunu gösterir. Nutfe, karar-ı mekîn’de oluşur. (Müminûn 23/13). Karar, kalınabilecek rahat yer, mekîn ise bir şeyin üzerinde gücü ve etkisi olan şeydir. Nutfenin hem oluşmasına hem de kalmasına imkân veren yer ana rahmidir. Yukarıdaki ayet ana rahmini, müstekar ve mustevda diye ikiye ayırır. Müstakar, döllenme anından rahim cidarına yapışmasına kadar kalınan yerdir. Müstevda ise ceninin doğum ile ananın vücudundan ayrılacağı yerdir. “Kadınlarınız sizin için ekim yeridir.”(Bakara 2/)
[2*] Zümer 39/6.
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًاۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
[1*] Ra’d 13/4.
[2*] İltifat, bkz En'am 6/ ayetin dipnotu
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟
[*] Saffat 37/, Nahl 16/
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Gökleri ve yeri, örneği yokken yaratan odur. Karısı olmadığı halde çocuğu nasıl olabilir! Her şeyi o yaratmıştır ve her şeyi bilen odur.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ
[*] Zümer 39/
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ
Hiçbir bakış Allah’ı tam olarak kavrayamaz ama o, bütün bakışları kavrar. O, lütufkârdır ve her şeyin iç yüzünü bilir.
قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ
Rabbinizden size, kendisini tanıtan göstergeler gelmiştir. Kim onları görürse kendi lehine olur. Kim de körlük ederse kendi aleyhine olur. (Onlara de ki:) Ben sizin koruyucunuz değilim.
وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İşte ayetlerimizi böyle değişik açılardan anlatırız. Sonuçta "Sen birinden öğrenmişsin!" diyeceklerdir; ama böyle yapmamızın sebebi, sana öğrettiğimizi, bilen bir topluluk için de ortaya koymaktır.
اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
[*] Kendini veya başkasını Allah’ın yerine koyarak Allah’ı ikinci sıraya atanlar.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ
[*] (şâe =شاء)fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/ ayetin dipnotu. İmtihanla ilgili konularda ilk kararı insan verir. Çünkü Allah, herkesin yola gelmesini ister (Nisa 4/26) ama sadece “doğruya yöneleni kendine yöneltir” (Ra’d 13/27).
وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
[*] Ayette geçen (dûn دون ) kelimesi yakınlaştırma, aşağı görme, üstün altı ve altın üstü anlamlarına gelir (Tâcu’l-arûs). Müşrikler, kutsadıkları varlıkları, bir yönüyle Allah’a, bir yönüyle de insanlara benzeterek Allah ile insan arasında bir yere yerleştirir ve o yolla Allah’a ulaşmaya çalışırlar. Ayetlerdeki (min dûn’illah = من دون الله) daha çok bu anlamı ifade eder. Hristiyanlar İsa’yı Allah’ın oğlu, Mekkeli müşrikler tanrılarını Allah’ın kızları, büyüklerini aracı koyanlar da onları Allah’ın dostu sayarak Allah ile aralarına koyarlar. Bu inanç, insana sinir uçlarından yakın olan Allah’ı (Kaf 50/16) ikinci sıraya koymaya sebep olur ve kişiyi müşrik yapar.
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ
[*] İltifat, bkz En'am 6/ ayetin dipnotu
وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟
Onların gözlerini ve gönüllerini çeviririz de daha önce inanmadıkları gibi olurlar. Onları taşkınlıkları içinde bocalar halde bırakırız.
وَلَوْ اَنَّنَا نَزَّلْنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلًا مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
[*] (şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/ ayetin dipnotu. Allah sadece “doğruya yöneleni kendine yöneltir” (Ra’d 13/27) ama insanların çoğu, kendini düzeltmeden mümin sayılmak ister.
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
[*] Taha 20/
وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ
Bu fısıldama bir de, ahirete inanmayanların o sözlere gönülleri aksın, ondan hoşlansınlar ve suç işlemeye devam etsinler diyedir.
اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَمًا وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًاۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
[1*] Hud 11/,Fussilet 41/
[2*] Nur 24/
[3*] Bakara 2/,Maide 5/,En’am 6/20,Ra’d 13/36,Kasas 28/,Ankebut 29/
[4*] Yunus 10/
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًاۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
[*] Allah’ın elçisi Muhammed aleyhisselam da dahil hiç kimsenin sözü Allah’ın sözünün yerine konamaz. Şu ayetlere göre herhangi bir kimsenin sözünü Allah’ın sözlerinin yerine koyan, onu ilahlaştırmış ve müşrik olmuş olur (Hud 11/)
وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
Yeryüzündeki kişilerin çoğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece varsayımlarının peşinden giderler ve delilsiz konuşurlar.
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Rabbin, kendi yolundan sapanı en iyi bilendir. O, doğru yola girenleri de en iyi bilendir.
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ
Allah'ın ayetlerine inanmış kimselerseniz onun adı anılarak kesilenlerden yiyin.
وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَد۪ينَ
[*] En’âm Suresi Mekke’de indiği için bu ayet, oradaki Müslümanların, müşriklerin, Allah’ın adını anarak kestikleri hayvanların etinden yemediklerini gösteriyor. Çünkü onlar, kestikleri hayvanların bir kısmı üzerine Allah’ın adını anmaz En'am 6/ sadece onları Allah’tan başkası adına keserlerdi En'am 6/ Âetler çok açık olmasına rağmen Sünni, Şiî bütün mezhepler, müşriklerin kestiklerini yemenin haram olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Haram olan, Allah’tan başkasının adı anılarak kesilenlerdir. O hayvanlar, bu iş için yerleştirilmiş taşlar (nusub) üzerinde kesildiği için o taşların üzerinde kesildiği bilinenler de haramdır. Bkz. En'am 6/, Maide 5/3
وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ
Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Günah işleyenlere, işlediklerinin cezası verilecektir.
وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟
[1*] Allah’tan başkası adına kesilmediği sürece besmele çekmeden kesilen hayvan etlerinin yenmeyeceğinin bir delili yoktur (Bakara 2/,Maide 5/3. En’am 6/ ve Nahl 16/). Besmele, sadece Kurban bayramı kurbanı için şarttır (Hac 22/28,Hac ) Ayetler her şeyi açıkça ortaya koyduğu halde tefsir ve meallerde bu ayete yanlış anlam verilerek besmelesiz kesilen hayvan eti haram sayılmıştır. Bunların Arap diline açıkça aykırı olan hataları (وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ) cümlesini, önceki cümleye atfedilmiş saymalarıdır. O cümle fiil ve inşa cümlesi, bu ise isim ve haber olduğundan bu cümle, (وَلاَ تَأْكُلُواْ ) cümlesi için hal olur ve yeme yasağını, kesimin fısk şeklinde olması hali ile sınırlar. Zaten bu Surenin ayetine göre fısk, Allah’tan başkası adına kesilen hayvandır. Eğer fısk hayvanı kesenin eylemi olsaydı hayvanın eti haram olmaz, sadece yapılan iş haram olurdu. Ayrıca hiçbir ayet ve hadiste hayvanı kesenin Müslüman olması şartı yoktur. Bir grup sahabî Resulullah’a: “Ey Allah’ın Resulü! Bazıları bize et getiriyor. Üzerine Allah’ın adını anıp anmadıklarını bilmiyoruz. Ondan yiyelim mi, yemeyelim mi?” diye sordular, dedi ki: “Siz Allah’ın adını anın ve yiyin!” (Buhârî, Zebâih, 21; Ebû Dâvûd, Edâhî, 13–19; İbn Mâce, Zebâih, 4.)
[2*] Nahl 16/
اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْش۪ي بِه۪ فِي النَّاسِ كَمَنْ مَثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِر۪ينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ölü gibiyken can verip yolunu aydınlattığımız ve o aydınlıkla insanlar arasında yürüyen kişi, girdiği karanlıklardan çıkamayan kişi gibi olur mu? Yaptıkları işler, kâfirlere işte böyle süslü gösterilir.
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا ف۪ي كُلِّ قَرْيَةٍ اَكَابِرَ مُجْرِم۪يهَا لِيَمْكُرُوا ف۪يهَاۜ وَمَا يَمْكُرُونَ اِلَّا بِاَنْفُسِهِمْ وَمَا يَشْعُرُونَ
[*]İsra 17/Fatır 35/
وَاِذَا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ قَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ حَتّٰى نُؤْتٰى مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ رُسُلُ اللّٰهِۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُۜ سَيُص۪يبُ الَّذ۪ينَ اَجْرَمُوا صَغَارٌ عِنْدَ اللّٰهِ وَعَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا كَانُوا يَمْكُرُونَ
Onlara bir ayet gelince şöyle derler: "Allah’ın elçilerine verilenin aynısı bize de verilmedikçe inanmayız." Allah kitabını kime vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenler, kurdukları plan yüzünden Allah katında küçük düşme ve çetin bir azapla yüzleşeceklerdir.
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ
[1*] Allah’ın iki türlü iradesi vardır; biri isteğini, diğeri kararını gösterir. O, her insanın yola gelmesini ve yanlışlardan dönmesini ister (Nisa 4/). İstek anlamındaki bu iradesi yerine gelmeyebilir. Allah bütün insanların tövbe etmesini de ister ama etmezler. Allah’ın karar anlamındaki iradesi kesin olarak yerine gelir ve verdiği "ol" emriyle birlikte o şey oluşmaya başlar (Bakara 2/,Yasin 36/82). İnsanın, karar anlamındaki iradesi, ancak gereğini yapmasıyla meydana gelebilir (Necm 53/39). Çaba gösterilen şeyin oluşması da Allah'ın gerekli şartları yaratmasına bağlıdır. Kul kâsib yani çalışan, Allah da hâlik yani yaratandır (Teğabun 64/11,Tekvir 81/29).
[2*] Sapmakta olan kişiyi Allah çeşitli yollarla uyarır. İçinin bu şekilde daralması ondandır (Tevbe 9/,Şems 91/).
[3*] Yunus 10/
وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يمًاۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ
[*] Hikmet, Allah’ın indirdiği ve yarattığı ayetlerden doğru bilgiye ulaşma yöntemi ve ulaşılan doğru bilgidir. Allah’ın kitabındaki hikmete ulaşma yöntemi, o kitabın içinde anlatılmıştır (Al-i İmran 3/7, Hûd 11/,Fussilet 41/3).
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
O topluluk için, Rablerinin katında esenlik ve güvenlik yurdu vardır. O, yaptıkları iyi şeylerden dolayı onların en yakını /velisidir.
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًاۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
[1*] İltifat, bkz 6/ ayetin dipnotu
[2*] Bkz. Nisa 4/48 ve dipnotu. Allah, şirkin dışındaki günahları affedebileceğini bildirdiği için müşrik olmadığı halde ebedi cehennem cezasını hak edenler de çıkarılabilirler (Nisa 4/93).
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟
[*]Maide 5/
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ
Ey cin ve insan toplulukları! İçinizden ayetlerimi tam olarak anlatıp bugüne varacağınız hakkında sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar, “Kendi aleyhimize şahitlik ederiz." diyecekler. Dünya hayatı onları aldatmıştı. Orada kendi kâfirliklerine kendileri şahitlik edecektir.
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ
Çünkü senin Rabbin, ahalisi ayetlerimizden habersizken, haksız yere kentleri helak etmez.
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
Herkesin yaptığı işe göre dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ
[*] (Şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/ ayetin dipnotu. Burada yaratılacak olan, o kişileri etkisizleştirecek şartlardır.
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ
Başınıza geleceği söylenenler, mutlaka gelecektir. Siz bunun önüne geçemezsiniz.
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
De ki: “Ey Halkım! Elinizden ne geliyorsa yapın. Ben de yapacağım. Sonunda bu yurt (Mekke) kimin olacak, öğreneceksiniz. Şu bir gerçek ki yanlışlar içinde olanlar umduklarına kavuşamazlar.”
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يبًا فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ
[*] Koyun, keçi, sığır, deve
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
[1*] Bunu yapanlar onların ilah sayıp Allah’a ortak bildikleri varlıklar değil, o varlıkları temsil ettiğine inanılan kişilerdir.
[2*] Bkz. En’am 6/ ve dipnotları.
وَقَالُوا هٰذِه۪ٓ اَنْعَامٌ وَحَرْثٌ حِجْرٌۘ لَا يَطْعَمُهَٓا اِلَّا مَنْ نَشَٓاءُ بِزَعْمِهِمْ وَاَنْعَامٌ حُرِّمَتْ ظُهُورُهَا وَاَنْعَامٌ لَا يَذْكُرُونَ اسْمَ اللّٰهِ عَلَيْهَا افْتِرَٓاءً عَلَيْهِۜ سَيَجْز۪يهِمْ بِمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
[1*] En'am: Koyun, keçi, sığır ve devedir. Bakınız En'am 6/
[2*] Maide 5/
وَقَالُوا مَا ف۪ي بُطُونِ هٰذِهِ الْاَنْعَامِ خَالِصَةٌ لِذُكُورِنَا وَمُحَرَّمٌ عَلٰٓى اَزْوَاجِنَاۚ وَاِنْ يَكُنْ مَيْتَةً فَهُمْ ف۪يهِ شُرَكَٓاءُۜ سَيَجْز۪يهِمْ وَصْفَهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ
“Şu en’amın karınlarında olanlar yalnız erkeklerimiz içindir; eşlerimize haram kılınmıştır.” derler. Ama karnındaki ölmüşse onların hepsi ortak olur. Allah, onların bu nitelemelerinin cezasını verecektir. O, doğru kararlar verir ve her şeyi bilir.
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ قَتَلُٓوا اَوْلَادَهُمْ سَفَهًا بِغَيْرِ عِلْمٍ وَحَرَّمُوا مَا رَزَقَهُمُ اللّٰهُ افْتِرَٓاءً عَلَى اللّٰهِۜ قَدْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا مُهْتَد۪ينَ۟
Çocuklarını bir bilgiye dayanmadan akılsızca öldürenler ve Allah'ın rızık olarak verdiğini, Allah'a iftira ederek haram sayanlar kesin olarak kaybetmişlerdir. Onlar sapıtmıştır; doğru yolda değillerdir.
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَ جَنَّاتٍ مَعْرُوشَاتٍ وَغَيْرَ مَعْرُوشَاتٍ وَالنَّخْلَ وَالزَّرْعَ مُخْتَلِفًا اُكُلُهُ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُتَشَابِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ كُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَاٰتُوا حَقَّهُ يَوْمَ حَصَادِه۪ۘ وَلَا تُسْرِفُواۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِف۪ينَۙ
[*] Bakara 2/
وَمِنَ الْاَنْعَامِ حَمُولَةً وَفَرْشًاۜ كُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِۜ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ
(Allah) En’amın bazısını yük ve insan taşıması için, bazısını da sırf eti, derisi ve yünü için oluşturup geliştirmiştir. Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden yiyin. Şeytanın izinden gitmeyin; o sizin için açık bir düşmandır.
ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۚ مِنَ الضَّأْنِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْمَعْزِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ نَبِّؤُ۫ن۪ي بِعِلْمٍ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَۙ
[*] Bu ve bundan önceki ayetin başında gizli enşee = أَنشَأَ fili vardır. Anlam ona göre verilmiştir.
وَمِنَ الْاِبِلِ اثْنَيْنِ وَمِنَ الْبَقَرِ اثْنَيْنِۜ قُلْ آٰلذَّكَرَيْنِ حَرَّمَ اَمِ الْاُنْثَيَيْنِ اَمَّا اشْتَمَلَتْ عَلَيْهِ اَرْحَامُ الْاُنْثَيَيْنِۜ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ وَصّٰيكُمُ اللّٰهُ بِهٰذَاۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا لِيُضِلَّ النَّاسَ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟
Deveden iki, sığırdan iki. De ki: “İki erkeği mi, iki dişiyi mi, ya da dişilerin rahimlerindeki yavruları mı haram kıldı? Yoksa Allah’ın size böyle bir görev yüklediğine şahit mi oldunuz?" İnsanları saptırmak amacıyla, bir bilgiye dayanmadan, bir yalanı Allah'a mâl edenden daha büyük yanlış yapan kişi kimdir? Allah yanlışlar içinde kalan bir topluluğu yola getirmez.
قُلْ لَٓا اَجِدُ ف۪ي مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيَّ مُحَرَّمًا عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُٓ اِلَّٓا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَمًا مَسْفُوحًا اَوْ لَحْمَ خِنْز۪يرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقًا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ رَبَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
[1*] Bu ayete göre sadece akmış kan haramdır, damarlarda kalan kan haram değildir.
[2*] Allah’tan başkası adına kesildiği, net olarak bilinmedikçe, Müslüman olmayanların kestiği veya besmelesiz kesilen hayvanın eti haram değildir. Aksini gösteren ne bir ayet ne de hadis vardır (En’am 6/).
[3*] Bakara 2/,Maide 5/3,Nahl 16/
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا كُلَّ ذ۪ي ظُفُرٍۚ وَمِنَ الْبَقَرِ وَالْغَنَمِ حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ شُحُومَهُمَٓا اِلَّا مَا حَمَلَتْ ظُهُورُهُمَٓا اَوِ الْحَوَايَٓا اَوْ مَا اخْتَلَطَ بِعَظْمٍۜ ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِبَغْيِهِمْۘ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
[1*] Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. [Levililer, –3; Tesniye, ] Bu kurala göre sığır, koyun, keçi, geyik, ceylan, karaca, yaban keçisi, gazal, ahu, dağ koyunu gibi hayvanları yemek helal [Tesniye, –5.], geviş getirmelerine rağmen çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile çatal tırnaklı olmasına rağmen geviş getirmeyen domuz haramdır. [Levililer, –8; Tesniye, –8.] Yine karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri (keler ve kaplumbağa), kirpi, bukalemun, bütün kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da yasaklanmıştır. [Levililer, –31]
[2*] Ayette “bakar (بقر)” yani sığır cinsi hayvanlarla “ğanem (غنم)” yani koyun-keçi cinsi hayvanların iç yağlarının da haram kılındığının belirtilmesi, buna mukabil deveden hiç bahsedilmemesi, devenin Yahudilere mutlak manada haram kılındığının delilidir. Yukarıda ve ayetlerde dişili erkekli koyun, keçi, sığır ve deve cinsi hayvanlar - ki bunlara en’âm denir- zikredilip bu ayette ( ayet) üçünden bahsedilip sadece deveden bahsedilmemesi, devenin bir bütün olarak haram kılındığını işaret eder. Bu ayet, Tevrat’ta geçen, Yahudilere özel yasağın Kur’an ile tasdik edildiğini göstermektedir.
[3*] Nisa 4/, Nahl 16/
فَاِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍۚ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ
[*] Bu baskı, onların düşünüp yola gelmelerine yardımcı olmak içindir. (En’âm 6/43, )
سَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكْنَا وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ حَتّٰى ذَاقُوا بَأْسَنَاۜ قُلْ هَلْ عِنْدَكُمْ مِنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَاۜ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَخْرُصُونَ
[1*] Şae fiilinin, cümlenin akışından anlaşılan bir mefulü olur. Buradaki mef’ul “başka bir durumda olmamızı” şeklindedir. Meale ‘farklı’ kelimesini koymamız bu anlamı göstermek içindir.
[2*] Nahl 16/
[3*] Bu yalan, insanların iradeli varlıklar olmadığı, Allah neyi emrettiyse onu robot gibi yaptıkları yalanıdır. Bu tip insanlar, yaptıkları hataları Allah’a mal etmek için her şeyin ezelden yazılı olduğu, Allah’ın zaman ve mekana tabi olmadığı gibi bir takım iftiralar üreterek bambaşka bir din sistemi oluşturmaya çalışırlar. Bu iddiaların temelinde kendi kabahatini Allah’a yükleme amacı yatar. Oysa Kasas 28/68’e göre insanların ve meleklerin tercih hakkı vardır.
قُلْ فَلِلّٰهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُۚ فَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ
[*] Kur’an’da olmayan kader inancını İslam’a yerleştirmek isteyenler, büyük bir çarpıtma yaparak (şâe = شاء) fiiline irade yani isteme ve dileme anlamı vermiş, bu yanlış anlamı, tefsirlere hatta sözlüklere bile yerleştirerek birçok ayetin mealini bozmuşlardır. Yukarıdaki ayete de şu meali vermişlerdir:
“De ki: Kesin delil ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi” Bunu yapanlar Kur’an’ı, çelişkili bir kitap gibi göstermeyi de başarmışlardır. Ayette geçen (şâe = شاء) fiili ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz En’am 6/ ayetin dipnotu.
قُلْ هَلُمَّ شُهَدَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ يَشْهَدُونَ اَنَّ اللّٰهَ حَرَّمَ هٰذَاۚ فَاِنْ شَهِدُوا فَلَا تَشْهَدْ مَعَهُمْۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَهُمْ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ۟
[1*] Maide 5/76,Furkan 25/
[2*] En’am 6/1.
قُلْ تَعَالَوْا اَتْلُ مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ اَلَّا تُشْرِكُوا بِه۪ شَيْـًٔاۜ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًاۚ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَوْلَادَكُمْ مِنْ اِمْلَاقٍۜ نَحْنُ نَرْزُقُكُمْ وَاِيَّاهُمْۚ وَلَا تَقْرَبُوا الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَۚ وَلَا تَقْتُلُوا النَّفْسَ الَّت۪ي حَرَّمَ اللّٰهُ اِلَّا بِالْحَقِّۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ
[1*] Allah’ın emrettiği ana-babaya itaat değil, ihsan yani iyi davranmaktır (Nisa 4/36,İsra 17/23,Ahkaf 46/15).
[2*] Fuhuş çeşitleri diye meal verdiğimiz fevahiş kelimesi çoğuldur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Bunlardan zina (İsra 17/32) ile erkek erkeğe ilişki (Araf 7/80, Ankebut 29/28) Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Üçüncüsü de kadın kadına ilişki olur.
[3*] Adam öldürmenin meşru olduğu durumlar, savaş (Bakara 2/), kısas (Bakara 2/,İsra 17/33) ve terör suçu işleyenlerden bir kısmına verilen ceza (Maide 5/33) ile sınırlıdır.
وَلَا تَقْرَبُوا مَالَ الْيَت۪يمِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ حَتّٰى يَبْلُغَ اَشُدَّهُۚ وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ
[1*] Nisa 4/6
[2*] Bakara 2/
[3*] Nisa 4/, Maide 5/8.
وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
[1*] İltifat, bkz En'am 6/ ayetin dipnotu
[2*] İltifat, bkz En'am 6/ ayetin dipnotu
ثُمَّ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَامًا عَلَى الَّذ۪ٓي اَحْسَنَ وَتَفْص۪يلًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ۟
Zaten Musa'ya o kitabı; iyi davranana iyiliklerimizi tamamlasın, her şeyi açıklasın, bir rehber ve bir ikram olsun diye vermiştik. Belki Rablerinin huzuruna varacaklarına inanırlar.
وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ
Bu da indirdiğimiz bir kitaptır. Çok faydalı bilgilerle doludur. Siz buna uyun ve yanlışlardan sakının ki iyilik ve ikram göresiniz.
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ ٱلْحَمْدُ لِلَّهِ ٱلَّذِى خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضَ وَجَعَلَ ٱلظُّلُمَٰتِ وَٱلنُّورَ ۖ ثُمَّ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ
Elhamdu lillâhillezî halakas semâvâti vel arda ve cealez zulumâti ven nûr(nûra), summellezîne keferû bi rabbihim ya’dilûn(ya’dilûne).
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası