“Ne tuhaf yaradılışınız var, Makar Aleksiyeviç! En küçük şeylerden son derece etkileniyorsunuz. Bunun için yüzünüz hiçbir zaman gülmeyecek.”
Varvara Dobroselova
Merhabalar dostlarım, bugün Dostoyevski’nin ilk romanı olan “İnsancıklar” ile karşınızdayım. Aslında sizinle “Love, Death &Robots” dizisi hakkında konuşmak istemiştim ancak ilk sezonuna oranla o kadar kötü bir sezon çıkarmışlar ki, heyecanlı bekleyişimin tek bir anına bile değmedi. Ben de onları protesto ettim. (Şu an tüm ekip hep beraber sarılıp ağlıyorlarmış duyduğuma göre ama nafile) Tabii bu yazımın konusu Dostoyevski’nin bir eseri olduğu için daha fazla başka bir eser ile işgal etmek istemiyorum ama size çok kırıldım, onu söyleyeyim (gerçi grafikler mükemmel, neyse, acaba konuşsak mı ya bir ara?). Bak mesela örnek al Dostoyevski’yi, ilk başta “İnsancıklar” eserini yazmış, onun üzerine de bir sürü güzel eser yazmış. Neyse, aşırı kötü bağladığımı bildiğim bu konuyu burada sonlandırıyor ve kitaptan bahsetmek istiyorum.
*Öncelikle bu yazıda eser miktarda spoiler bulunacağını bildirir, bu duruma aldırmayacak dostlarıma iyi okumalar dilerim*
Ben kitabı Varlık Yayınevi’nden ve Nihal Yalaza Taluy’un çevirisinden okudum. Kitabı okurken sayfaların altında, Rus kültürü, Hristiyanlık vb. konulardaki bilmiyor olma ihtimalimize karşın verilen dipnot bilgilerini sevdim. Anlatımın etkisini aman aman etkilemeyecek olsa da bu detayları es geçmemiş olmaları özenlerini ortaya koyuyor. Bununla beraber birkaç yerde harf hatası gibi ufak tefek hatalar fark ettim, sanıyorum ki çok göze batacak şeyler değil. Ancak böyle şeylere çok değer veren okurlarımız var ise rahatsızlık verebilir.
Kitabın kapağının tasarımını pek de iyi bulmadım ama hoşuma giden yönleri de yok değil. Örneğin kitabın erkek karakteri Makar Devuşkin’in mektup arkadaşı Varvara Dobroselova’yı düşünürken resmedilmesi, elindeki tüylü kalemin bile düşünülmesi, bu resmin bir miktar dikkatli bakılmadıkça karmaşık çizgiler ifade edecek tasarımı hoşuma gitti. Ama renkler ile çizgilerin kullanımını sevmedim. Kapağa dair sevdiğim şeylerin başında ise sadeliği geliyor. İlaveten, romanı çeviren kişinin isminin Dostoyevski’nin ve kitabın isminin hemen altına konumlandırılmasını da oldukça sevdim. Genelde kitap üzerinde büyük emek sahibi bu kimselerin isimlerini kitapların alt taraflarında, ücra kıyı köşelerinde görürüz biliyorsunuz. Bu detayı söylemeden geçmeyi istemedim.
“İnsancıklar” kitabının kıymet-i harbiyesi, üstte belirttiğim gibi, Dostoyevski’nin ilk romanı olması ve bu kitabı okuyan zamanın ünlü eleştirmeni Bielinski’nin çok beğenmesinden geliyor diyebiliriz. Elbette tek önemi budur demek, romana haksızlık olacaktır. zira Bielinski ile aynı noktadayım, oldukça beğendiğim, neredeyse acemilik eseri diyemeyeceğim bir kitap. Bununla beraber kitabın arkasındaki yazıda okuduğum kadarıyla, uzun süre Rus edebiyatında dikkat çekmemiş. Bu makus talih eminim benim gibi sizleri de şaşırtmamıştır.
“İnsancıklar” yaklaşık sayfalık oldukça kısa ama sürükleyici bir kitap. Tabii her Rus romanında olduğu gibi rubleler, bilmem kaçıncı dereceden memurlar, Rusların illallah ettiren, kast sisteminden hallice memuriyet dereceleri ve bürokrasisi, yırtılmış esvaplar, ayakkabılar, devamlı yamaya götürülen kıyafetler, sefalet, açlık ve elbette olmazsa olmaz tefeciler romanın bitki örtüsünü oluşturuyor. Biliyorsunuz ki Rus romanları bu ögelerden biri olmadığı takdirde Rus edebiyatına ait bir eser olma yönünde rüştünü ispatlayamıyor. Şimdi benim bunları sevmediğim ve eleştirmek için yazdığım sanılabilir, belki de sanılmaz, ama sanılırsa diye açıklamam gerekir ki, eleştirmek için yazmadım. Bilakis ben Rus romanlarındaki bu acıklı, kasvetli, kötü bir şeylerin kepçeyle verilip iyi şeylerden bahsetme yönünde koklatma usulünün uygulanmasını delice seviyorum. Kaos seviyorum. Tüm bu çaresizliği okumaya bayılıyorum. Vallahi biz bu yola baş koyduk. Istırap, acı, keder dolu insanlar seviyorum. Öhöm! Bu hafif garip sevdamdan bahsettiğim (ne olacak benim bu Rus sevdam?) kısmı geçecek olursak spesifik olarak Dostoyevski’nin romanlarında sevdiğim bir diğer şey ise karakter tahlilleri. (biliyorsunuz, yalnızca ve yalnızca bana ait bir rafine zevktir bu) Dostoyevski bunu bazen açık açık, bazen ise konuşmaların içine yedirerek yapıyor ve roman bence karakterler bakımından ayaklarını yere çok sağlam basıyor. İlk romanında dahi bunu güçlü bir şekilde hissetmek ve hatta görmek beni bir parça şaşırttı. Zira yazarın başarılı ve güçlü olduğunu düşündüğüm bu konuda, elbet eserin içinde bu yönde bir ışık huzmesi görecektim ancak yine de romanını en vurucu yapan bu unsuru, böylesine temiz ve vurucu biçimde sunacağını ummamıştım. Bir diğer sevdiğim şey ise geçmişte ve şu anda olan ve belli ki kıyamete kadar var olacak duygu ve durumları anlatırken insanları Kapalıçarşı’daki esnafın İran halısını sermesi gibi önümüze sermesi. İnsani duygulardan keder, utanç, acıma ve başkaları tarafından acınacak durumda olmak; insana dair durumlardan sefillik, yanlış kararların alınışına doğru giden o yol, güçsüz bir karakterin girebileceği şekiller ve diyaloglar, belki sürüklenmeye çalışılan kepaze bir hayat, aşk, sevgi gibi kudretli bir duyguların peşinde insanların geldiği noktalar çok gerçekçi bir biçimde anlatılıyor. Sen bu işi biliyorsun Dosto’cuğum, canım!
Biraz içeriğe girecek olursam, romanımız iki ana karakterin arasında geçen mektuplaşmalardan ibaret. Ara sıra yüz yüze buluşmalar gerçekleşse de ekseriyetle mektuplar üzerinden yürütülen bu ilişkide, ikili arasındaki dostluğa, çoğunlukla karşılıklı olan mektupların art arda sıralanmış halini okuyarak tanık oluyoruz. Bu konuşmaları okurken kart zampara Makar ile hüzünle, hastalıkla çepeçevre sarılı genç Varenka’nın arasındaki ilişkiye bir isim koymakta zorlanıyoruz. (Şimdi siz nesiniz?) Gerçi oldukça kompleks, duyguların girişik olduğu bir ilişki olduğunu söylemek sanıyorum yanlış olmaz, tıpkı normalde yaşadıklarımız gibi. Bununla beraber ne zaman “hah seni gidi Varenka, demek sen kart horoz Makar’ı yolmak için onunla sohbet ediyorsun ha, anladım sonunda!” diyorsam hemen akabinde aksini ispat eden birtakım hareketler gördüm kendisinden. Yahut ne vakit “Makar, seni toksik Şam şeytanı, gencecik kızdan faydalanmaya mı çalışıyorsun?” diye acımasızca yaftalasam Makar’ı, iyi birtakım davranışlarda bulundu Varenka’ya. Yani sevgili okuyucu, bu kitapta karakterler gerçek insanlara yaraşır biçimde tamamen iyi ya da kötü değil, yanlış kararlar verip acı çekebiliyor. Güçsüz bir karakter ise bugün olduğu gibi terk edilirse kendini öldüreceğinden bahisle karşısındakini tehdit ediyor; zayıf bir karakter ise zor durumdayken onunla alay eden kimseleri ve söylemlerini tümden yadsıyıp “yanlış düşünmüşüm” diyebiliyor. Her insanın düştüğü hatalara düşüyor ve ıstırabını çekiyor. Karakterlerin çektiği acıları, hissettiği duyguları onlarla beraber hissedebiliyor olmak, karakterlerle bu denli empati yapabiliyor olmak çok hoşuma gidiyor.
Küçük bir parantez ile değinmek istediğim bir şey var: Dostoyevski, iki kahraman arasında Gogol ve Puşkin’e ait eserler hakkında diyaloglar geçirmiş. Okuyacak olursanız yahut okuduysanız, eminim mektuplaşmalar içerisindeki bu kısım hoşunuza gidecektir veya çoktan gitmiştir.
Son olarak bir iki kelam edecek olursam, hikâyede birtakım boşluklar ve nihayetinde belirsizlik bulundursa da (gerçi bence belli ama) genel olarak beğendiğim, okumaktan keyif aldığım bir roman oldu. Alt üst ilişkisinin dişlileri arasında ezilen bir memurun yaşadığı hayat, gurur, onur, şeref konusunun işlenişi, erkek kişisinin yoksulluğundan duyduğu utanç, genç hanımefendinin durumu, yoksulluğu ve akabinde daha iyi bir hayat için yol aldığı bilinmezlik, kayıplar, hüzünler, büyük fedakarlıklar, mahvoluşlar, adeta Tanrı’nın hediyesi addedilebilecek güzel haberler. Beden, kıyafet, yoksulluk, hor görme üzerine yapılan o vurucu konuşma. Küçük insanların, sıradan insanların, insancıkların hikayesi bu. Tüm bunları topladığımızda konsantre bir Rus romanı diyebiliriz.
Evet dostlarım, an itibariyle incelememi bitirmiş bulunmaktayım. Kitaptan keyfinizi azaltmayacak ölçüde bahsetmek istedim aslında. Kısa tutmak istemiştim ancak başaramadım. Sizleri boğmadığımı umuyorum.
Ve yazımı Makar Alekseyeviç’e ait bir bölüm ile kapamak istiyorum:
“Çevremdekiler düşmanlarım; suratımda bile kusur buluyor, küçümsüyorlardı beni. Sonunda ben de kendimi küçük görmeye başladım. Aptal olduğumu söylediler, aptallığıma inandım. Sizin gelişinizle karanlık hayatım, ruhum, kalbim aydınlığa kavuştu. Ruh huzuruna kavuşarak, başkalarından aşağı olmadığıma inandım. Göze çarpan bir halim, tavırlarımda kibarlık, kısacası cilam yoksa da, yine insanım; kalben, kafaca insanım. Oysa şimdi, kaderin, benim ezilmekten, hor görülmekten, kurtulmama olanak vermeyeceğini anlayınca, ben de onurumu ayaklar altına aldım. Kendimi başıma üşüşen belaların ağırlığına bırakarak metanetimi kaybettim. İşte şimdi sorunu iyice öğrendiğiniz için gözyaşları dökerek yalvarıyorum; bir daha bu konuya dönmeyin, çünkü içim parçalanıyor, dayanılmaz bir acı duyuyorum.”
Yalnızca bu pasajı yazdığın için bile seni seviyorum Dostoyevski.
Yazı: Yağmur Sevindik
*Anacığım kelimesi bir sevgi kelimesi olarak kullanılmış kitapta. Orijinal dilinde nasıldır bilmiyorum tabi.
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, İnsancıkları tamamlayınca ilk olarak dostu Grigoriçe okutur. O da bu eseri o zaman ünlü şairlerinden Nekrasova verir. Nekrasov, kitabı çok beğenir ve sabahın dördü olmasına rağmen hiç beklemeden Dostoyevskiye düşüncelerini söylemek için evden çıkar. Nekrasov, daha sonraki günse eserin müsveddelerini eleştirmen Belinskiye götürür ve ona yeni bir Gogolün doğduğunu söyler. Galiba sizde Gogollar mantar gibi yerden fışkırıyor. diyen Belinski, romanı kısa sürede okur ve roman hakkında şunları yazar:
İki gündür kendimi bu kitaptan uzaklaştıramıyorum. Yeni bir yazar, yeni bir yeteneğin kalemi bu; onu tanımıyorum, kimdir, neye benzer bilmiyorum ama bu roman Rusya`da hayatın sınırlarını öyle kahramanlara veriyor ki bize, bundan önce hiçbir yazar bu kadarını düşlerinde bile göremezdi Rusya yeni bir Gogol kazandı. Eserin yazarı Gogolü de geçecek, dehası sayesinde, eserleriyle şimdiki ve bundan önceki bütün edebiyatı gölgede bırakacak! deyiverir. Bundan sonra da Dostoyevski daha bu ilk kitabıyla hızla ünlenir ve kitabı Rusyada çok satılan kitaplar arasına girer.
Dostoyevski'nin hayatını ayrıntılı bir şekilde öğrenmek istiyorsanız Ataol Behramoğlu'nun anlatımıyla Kentler ve Gölgeler adlı programın şu bölümünü izleyebilirsiniz:
Blogumun instagram hesabını takip etmek istersen buraya tıklayabilirsin.
Bir de Dostoyevski serüvenine atılmak istedim. İnsancıklar, genel geçer bilgi araştırmasında göreceğiniz gibi yazarın kendisini ünlü yapan ve aynı zamanda yazdığı ilk eserdir. 24 yaşlarında dokuz ayda yazar ve bu süre zarfında eserinin üzerinden üç defa geçer. Kendisinin de tahmin etmediği şekilde elden ele dolanan eseri bir anda herkesin elinde belirir.
Bugün diğer eserlerini de işin içine katarak tanıdığımız Dostoyevski, daha ilk eserinde çizgisini belirtmiştir: Rusya'nın insanları. Rusyayı oluşturan her gruptan, topluluktan, toplumdan insanlar ve bu insanların birbirleriyle ilişkileri vardır: sosyetesi, soylusu, fakiri, memuru, yazarı, tefecisi, ev sahibesi, genci, yaşlısı, çoluğu çocuğu. sayfaya fakir olan sıradan Rus insanların diliyle gururunu, kanaatkârlığını ve Tanrıdan yardım umuduyla birlikte herkesi sığdırabilmiştir hem de hiç ara söz kullanmadan, sadece mektuplarda! Usta, daha işin başında ustalıkla başlamış meslek hayatına. Fakat ağırlığını hissettiren tema acıdır, gururun ağırlığı altında fakirlikten kaynaklanan hayatta yaşanan acı. Karakterlerin özellikleri uyumludur, bir kahramanda zıt karakteristik özellikler yoktur; yani iyi içinde kötü kötü içinde güzel durumu, fakat zıt fikirlere sahip karakterler rol alır. İlerideki eserlerinde ustalığını konuşturacağı yalnızlık teline daha ilk eserinde dokunmamıştır, bunu da ikinci eseri olan Beyaz Geceler'de işleyecektir.
Tüm eserleri gibi Dostoyevski'nin bu eserinin de bir hayal ürünü de olsa olabilirtesi yüksektir. Hani birisi size gelip kitaba bakmadan "yan komşum şöyle, alt komşum böyle" diye anlatsa "vallahi mi? tüh tüh!" der, inanırdınız. Ki yazarın hayatı ile Varvara ve Makarın yaşadıkları arasında paralellikler rahatlıkla bulunabilmektedir:
Eser, yaşadığı sadece ipuçları verilen bir olaydan kaçan genç bir bayan ve onu koruyan, gözleyen, destekleyen ve kıza karşı evlat sevgisi besleyen uzaktan akrabası fakir yaşlı bir memurun karşılıklı mektuplaşmasıdır. Mektupta, günlük hayatta karşılaştıkları olaylardan, olayların düşündürdüklerinden ve birbirlerine karşı hissettikleri duygulardan bahsederler. Kitap ismi aslında karakterlere uygundur, ana iki karakteri sokakta görsek biz de çok önemsemez ve sadece "İnsancıklar" derdik.
Öne çıkan karakterleri analiz ederek birkaç kelimeyle tanımlamak istersem:
Esere geçersek, memleketin insanları:
Sağ yanda upuzun bir duvar, sol yandaysa otel gibi bir sürü kapı. Kiralık odaların kapılarıdır bunlar. Her birinde iki, hatta üç kişi kalıyor. Düzen falan aramayın her kafadan bir ses çıkıyor! Ne var ki hepsi de iyi, mektep medrese görmüş insanlara benziyor.
Odaların bir koridor boyunca sıralandıklarını söylemiştim. Böylesi daha iyi, ama odaların boğucu bir havası var. Gerçi içeri girince pis bir koku gelmiyor insanın burnuna. Ama çürümüş, bozulmuş bir şey vardır sanki bir köşede. İlk anda yadırgar insan, ama hiç önemi yoktur bunun. İki dakika sonra farkına varmadan alışır. Çünkü kendi de, üstü başı da, elleri de kokmaya başlamıştır
Edebiyat:
Size bir şey söyleyeyim mi anacığım, insan kendi halinde yaşayıp gidiyor da, yanı başında duran kitapta kendi hayatının tıpatıp anlatıldığından haberi olmuyor. Eskiden dikkatini çekmemiş birçok şeyi, kitabı okumaya başlayınca bir bir anımsıyor insan.
Boş şeydir şiir! Şiir yüzünden şimdi okullarda çocuklara sopa bile atıyorlarmış şiir dediğiniz şeyin değeri de bu kadardır zaten!
(Bay Bikov) Sizinle ilgili sorular sormaya başladı. Her şeyi biliyorum, dedi, onun iyi bir insan olduğunu duydum. Size borçlu kalmak istemezmiş, benim için bütün yaptıklarınıza karşılık beş yüz ruble yeter miymiş size? Benim için yaptıklarınıza parayla değer biçilemeyeceğini söyledim. Bunun saçma olduğu karşılığını verdi. Okuduğum romanların, şiirlerin etkisinde kaldığım, genç olduğum için böyle düşünüyormuşum. Romanlar genç kızları mahvediyormuş. Kitap ahlak bozucu bir şeymiş, nefret edermiş kitaplardan. İnsanları anlamam için onun yaşına gelmem gerektiğini söyledi. Gerçekleri ancak o zaman göreceksiniz, diye ekledi.
Edebiyat toplumun aynasıymış, yani aynaya benzetebilirmişiz onu. Tutkular, düşünceler her şey apaçık görünürmüş bu aynada. Toplumun kötü yanlarını kimseyi incitmeden, güzel güzel eleştirirmiş. İnsanları eğitirmiş. Belgelerle doluymuş. Bütün bunları orada öğrendim.
(Okuduğu bir eserden sonra) Hayatın ta kendisi bu! Biliyorum. Çevremde var aynı şey. Ne diye uzağa gideyim, Terezayı alalım. Ya da bizim şu zavallı memuru belki Samson Virinin kendisidir de yalnızca soyadını değiştirmiş, Gorşkov yapmışlardır. Her zaman, her yerde görülebilecek bir olay bu, anacığım, sizin de benim de başımıza gelebilirdi aynı şey. Nevski ya da Rıhtım Caddesinde oturan bir kont bile düşebilir aynı duruma, ama o zaman olayın dış görünüşü başka olur: Çünkü her şeyi değişiktir onların. Yücedirler, soyludurlar. Ama olayın aslı hep aynıdır.
Fakat sonra Makar okuduğu bir kitaptaki öykünün kötü bitmesine kalbi dayanamaz ve isyan eder çünkü çok gerçekçi bitmiştir. Neden iyiyle güzelle bitirmediğini sorar, sorgular, hatta neredeyse bas bas bağırır. Hâlbuki Makara göre, yazar eserini iyi şekilde bitirmeliydi, olduğu gibi değil de umut vaat eder şekilde kapanışı yapmalıydı, adam montu alabilmeliydi. Ve bizim kitap ise herşeyi gerçek çıplaklığıyla anlata dururken sonu belli olmadan biter..
Şu kesindir ki Varvaracığım, şu kağıt karalayıcılar ne kadar yazarsa yazsınlar, yoksul insanın bir paçavra kadar değeri yoktur! Bu böyle gelmiş böyle gider. Niçin mi? Çünkü onlara yazarlara- göre yoksul insan, her şeyi ortaya dökülmesi gereken bir yaratıktır. Kutsal hiçbir şeyi, gururu olamaz! Geçen gün Yemelya anlattı: Bir yerde para toplamışlar onun için. Ama öyle olmuş ki, adamcağızı her kopek için ayrıca denetlemişler adeta. Parayı boşuna verdiklerinden kuşkulandıkları için mi yapmışlar bunu, yoo yoksul bir insan seyretmenin ücretiydi verdikleri.
Sıkılmayayım diye bir kitap yollayacaktınız bana. Vazgeçin cancağızım! Kitap dediğiniz nedir ki? Bir sürü olmayacak şey! Roman da saçmadır, işsiz güçsüzler okusun diye yazılmış uydurmalar İnanın bana anacığım, bunca yıllık tecrübelerime inanın. Shakespeare diye bir adamdan söz edeceklerdir size. Görüyor musun, diyeceklerdir, edebiyatın Shakespearei var Shakespeare de saçmadır, hem de saçmalığın daniskası!
Makar ne kadar yaşlıysa o kadar optimist, Varvara ise ne kadar gençse o kadar pesimisttir ki yaşama bakış açılarında da bunu görebilmekteyiz:
(Makar)Geçmiş kötü bile olsa, anısı tatlı bir elem verir insana.
(Varvara)Anı tatlı da olsa acı da olsa her zaman ıstırap verir insana.
(Makar)Ne kötü, sıkıntılı günler geçirdik Varvaracığım! Neyse, atlattık ya! Yıllar sonra her şeyi unutacağı. Gençliğimi anımsadım. Hey gidi günler! Bazen bir kopek param olmazdı. Üşürdüm, açlıktan midem kazanırdı, gene de bir şey kaybetmezdim neşeden. Sabah Nevski Caddesinde güzel bir yüz görünce bütün gün mutlu olurdum. Ah anacığım, ne günlerdi onlar! Yaşamak güzel şey Varvaracağım!
(Varvara)Sağlığımın bozulduğunu sanıyorum. Öyle bitkinim ki. Bu sabah yataktan kalkınca fenalaştım. Üstelik de kötü kötü de öksürüyorum! Yakında öleceğimi hissediyorum. Biliyorum bunu. Kim kaldıracak cenazemi? Tabutumun ardından kim gelecek? Kim ağlayacak arkamdan?.. Bu durumda belki taşrada, yabancı bir evde, bilmediğim bir köşede ölürüm!.. Ah Tanrım, ne kadar kötü şey bu yaşam Makar Alekseyeviç!
Varvaranın çocukluk yılları. Eldeki ilk sonuç pırıl pırıl niyetler ve duygularla bir sonraki yaşlarına merdiven dayayan güzel bir kız. Ailesinin evi, ekonomisi, durumu küçük ama sıcak, az ama mutlu, tam değil ama yeterli. Hayali kurulabilecek bir Petersburg hayatı. Eğer eserin gerçek olduğunu hala düşünüyorsanız o zaman buna da olabilir diyenlerdenseniz. Ve sonrasında sıcacık bir ilk aşk hikâyesi; yine kaderin yokluk ama mutluluk çöplüğünde karşılaştırdığı iki genç. Sonrasında biraz daha güzel günler. Fakat ardından peşi sıra gelen kötü günler, hem de çok kötü günler. Hey gidi günler diyordu Varvara..
Hainliğimizle onu ağlayacak duruma getirdiğimiz düşüncesi perişan ediyordu beni. Belli ki ağlamasını bekliyorduk. İstediğimiz buydu kuşkusuz. Demek sabrı tükenmişti. Zavallıyı kötü talihini düşünmek zorunda bırakmıştık! Üzüntümden, can sıkıntımdan, duyduğum pişmanlıktan bütün gece uyku girmedi gözüme. Pişmanlık duygusunun insanı ferahlattığını söylerler yalan. Üzüntüme ben farkına varmadan gurur da karışmıştı. Pokrovskinin beni çocuk yerine koymasını istemiyordum. On beş yaşındaydım çünkü.
Pokrovskilerin hikâyesi ise başka bir acı tema denemesi; kendi çabalarıyla okuyan ve hayatta kalma mücadelesi veren tertemiz bir genç ile sokağa düşmüş ama yüreğindeki evlat sevgisinin güzelliği silinmemiş ihtiyar babası. Genç ve ihtiyar Pokrovskilerin hikayesini dinlerken insanın gönlü yoruluyor
"Ah dostum! Mutsuzluk bulaşıcı bir hastalıktır. Mutsuzlar, zavallılar daha da mutsuz, zavallı olmamak için birbirinden kaçmalıdırlar."
"Asıl üzücü olan, aynı evde oturan varlıklı adamın kulağına hiç kimsenin Yalnız kendinizi düşünmeniz yeter artık, diye fısıldamamasıdır."
"Ah Varvaracığım, insanın Allah rızası için, diyerek dilenen birisimin yanından Allah versin, deyip geçmesi öyle zor ki! Bazı Allah rızası içinler bir başka oluyor. (Çeşit çeşittirler Allah rızası içinler anacığım.) Bazıları ise uzun, iniltili, ezberlenmiş, tam bir dilenci yalvarışıdır. Böylelerini boş geçmek o kadar üzmez insanı. Yıllanmış, meslekten dilenci bu, dersin, alışmıştır, nasıl olsa kurtarır kendini. Bir de öyle her zaman duyulmayan, beceriksiz, korkunç Allah rızası içinler var Bugün çocuktan mektubu alırken duyduğum da öyleydi işte. Duvarın dibinde bir adam oturuyordu. Her geçenden dilenmiyordu. Bana Allah rızası için birkaç kopek ver bayım! dedi. Sesi öylesine çatlak, yürektendi ki, tuhaf bir duyguyla ürperdim, ama vermedim ona birkaç kopek. Yoktu çünkü. Varlıklılar yoksulların kötü talihlerinden yakınsamalarını pek sevmezler. Rahatsız eder onları bu, canlarını sıkar! Yoksulluk genellikle can sıkıcı bir şeydir onlar için zaten. Aç iniltiler uyumalarını mı engelliyor dersiniz"
"Durup dururken zavallı bir yetimi ezmeye kalkışana insan diyebilir miyim ben? Bunlar insan kılığında iğrenç yaratıklardır bence. İnsanlıkları bu kadardır işte! Bugün Gorhovada gördüğüm laternacı onlardan çok daha saygıdeğer bir insandır. Gerçi bu adam karnını doyurabileceği bir metelik kazanmak için bütün gün taban tepiyor. Ama kendi başına buyruk yaşıyor, alnının teriyle kazanıyor. Dilenmiyor. Hem kurulmuş bir makine gibi çalışarak insanları eğlendiriyor. Aslına bakılırsa onunki de dilencilik, ama soylu bir dilencilik. Yorgunlukmuş, soğukmuş demeden çalışıyor, kendince bir şeyler yapıyor. İşlerinin ölçüsüne, topluma sağladıkları yarara oranla çok az kazanan dürüst hayli insan vardır anacığım. Ama hiç kimseye boyun eğmezler, ekmek dilenmezler."
(1) Wikipedia, "Poor Folk: Creation"(İngilizce), Erişim tarihi:
( ) Resim
Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç, İnsancıklar, Baskı. İstanbul, İletişim Yayınları, , Çev. Ergin Altay
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası