yahudilerde namaz kaç vakit / 01 марта 2009 года - ВСЕ ФОРУМЫ 2009 ГОДА - Forum | Əbu Bəkr məscidi

Yahudilerde Namaz Kaç Vakit

yahudilerde namaz kaç vakit

Deniz faktörü, dağlık coğrafya ile birlikte Adige etnosunun oluşmasında tayin edici rol oynadı. Kuzeybatı Kafkasya sahasındaki etnik sürecin karakteri, Karadeniz-Akdeniz havzası üzerinden Çerkes ülkesini etkileyen kültürel ve medeniyetsel vektörler hesaba katılmadan anlamlandırılamaz. Mısır’la, Akdeniz’in dolmen kültürleriyle, Hitit İmparatorluğuyla, Antik Yunan’la, Bizans’la, Osmanlı Türkiye’siyle, Cenova ile tüm önemli kültürel ve siyasi temaslar deniz yoluyla kuruluyordu.

 

Kaynaklar

Tarihlerinin en eski devrelerini doğrudan doğruya Karadeniz’in yakınlarında yaşamış olan bir etno-kültürel camia olarak Abhaz-Adigeler, daha antik dönemde, yani Kuzeybatı Kafkasya sahasına dair ilk yazılı kaynakların ortaya çıkmaya başladığı zamandan itibaren denizcilikte belli bir seviyeye ulaşmış olmalıydılar. Strabon’un “Coğrafya”sında Batı Kafkasya korsanlığına o kadar geniş yer verilmiş ki, eskiliği, boyutları ve rafineliği konusunda şüpheye yer bırakmıyor:

Sind vilayetinden ve deniz kıyısındaki Gorgipiya’dan sonra, Aheyler’in, Zihler’in ve Heniohlar’ın neredeyse körfezden yoksun ve dağlık sahili gelir, dağlıktır çünkü Kafkasya’nın bir parçasıdır. Bu halklar deniz korsanlığıyla geçinirler, bu iş için 25 kişi, nadiren 30 kişi alabilen küçük dar ve hafif sandalları vardır, Grekler bunlara ‘kamara’ derler… Bu tip kamaraları donatarak bazen ticari gemilere ve hatta bazen de bir ülkeye veya şehre saldırarak denizde egemen olmuşlardı. Hatta bazen Bospor halkı bile gemi barınaklarını, ganimet satış pazarlarını kullandırarak onlara yardım ederlerdi. Eve dönüşlerinde, gemi barınağı yoksa kamaralarını omuzlarında taşıyarak evlerinin bulunduğu ormana dönerler. Oralarda ufak arazileri işleyerek barınırlar. Denizde seyir mevsimi açılınca sandallarını yeniden kıyıya taşırlar. Ormanlık alanlarını iyi tanıdıkları yabancı ülkelerde de aynı şeyi yaparlar; kamaralarını gizlerler, gündüz ve gece yaya dolaşır, yakaladıkları insanları köle olarak satarlar. Denize açıldıktan sonra yakınlarını haberdar eder, fidye ödenirse kaçırılan derhal serbest bırakılır. Yerel egemenlere tabi yerlerde idareciler mağdurlara yardım eder, sık sık haydutlara saldırır ve onların kamaralarına el koyup, korsanlarla beraber geri getirirler. Romalılara tabi vilayetler, buralara tayin dilen idarecilerin lakaytlığı yüzünden bu beladan daha fazla mağdur olurlar” (Страбон. География / Пер. с древнегреческого Г. А. Стратановского. М., 1994. Кн. XI. § 12. С. 470-471).

Strabon’un anlatısında diğer kaynaklar tarafından doğrulanan önemli bazı durumlar var: Batı Kafkasyalı dağlı korsanların denizde baskın oluşu; bu hâkimiyetin ticari gemilere saldırmak gibi sıradan soygunlarla değil, şehirlere ve tüm bir ülkeye yönelik geniş çaplı korsan seferleri düzenlemek yoluyla gerçekleşmesi, Greklerin ve Romalıların Batı Kafkasya dağlılarının korsan filolarını yenememesi. Bospor krallarının (Pantikapeya) en yakın komşularıyla baş edemedikleri görüldü. Günümüz Bospor tarihi araştırmacısı Y.A. Molev şu tespiti yapıyor: “Aheyler, Zihler, Heniohlar ve Kerketler tüm Spartakid hâkimiyeti döneminde bağımsızlıklarını korudular. Onların korsanlıkları Bospor’un Karadeniz sahili ve Akdeniz havzasındaki şehir ve devletlerle olan ekonomik ilişkilerine ciddi olarak engel oldu… Bosporlular’ın bu kabilelere gemi barınağı ve ganimet pazar yeri sağlaması, son Perisad’ın bu kabilelerle denizde askeri olarak mücadele edemediğini gösterir… Bospor’un Ön Kafkasya kabileleriyle karşılıklı ilişkilerinin neticesi, onlara malum bağımlılığı oldu” (Молев. Е.А. Боспор и варвары Северного Причерномоья накануне походов Диофанта// Международные отношения в бассейне Черного моря в древности и средные века. Ростов на -Дону, 1989. С. 50). Batı Kafkasya dağlılarının merkezi devletlerin filolarını deniz savaşlarında yenebilecek durumda olmaları, bu sahil toplumlarında sosyo-ekonomik düzeyin de yüksek olduğu, tersaneleri olduğu, büyük bir bilgi birikimine, denizde çok sayıda gemiyle savaş yapabilecek taktiğe sahip oldukları sonucunu çıkarmamızı gerekli kılıyor.

Ortaçağda Zih (Çerkes) sahillerinde denizcilik geleneği devam etti. Arap ansiklopedisti El Mesudi, X. yy ortasında Kaşaklar’ın (Kaşak- Zihler’i anlatan Arapça-Farsça terim) deniz ticaretinden söz ediyor: “Her hâlükârda gemilerle karşılıklı mal alışverişi yaptıkları Trabzon bunlara uzak değil” (Минорский В. Ф. История Ширвана и Дербента Х-Х1 веков. М.,1963. С. 206).

XIV-XV yy’larda Zihya (Çerkesya) dağlıları, İtalyan deniz cumhuriyetlerinin -Cenova ve Venedik- Karadeniz’deki hâkimiyetlerine rağmen, hem ticarette ve hem de askeri denizcilikteki ciddi pozisyonlarını korudular. Zih (Çerkes) korsanları, sık sık tam da Kefe için o denli stratejik öneme sahip olan Kerç Boğazı’nda Çerkesya’nın batısındaki Matrega, Kopa, Mapa veya Batiyar gibi çok önemli Ceneviz ticari depoları ve yerleşimlerine giden Ceneviz galyotlarını ele geçiriyorlardı. Bir defada ele geçirilen ganimet 50.000 asperi (asper-1/120 piastre değerinde eski bir Türk ve Mısır para birimi –ç.n.) bulabiliyordu (Kressel R. Ph. The Administration of Caffa under the Uffizio di San Giorgio. Wisconsin, 1966, p. 389).

Pantikapea rolüne girmiş olan Kefe’nin, antik dönemlerde olduğu gibi ovalık Zihya beyleriyle ilişkili olan dağlı korsanları cezalandırma gücünün olmaması, zaman zaman ticaretin neredeyse tamamen paralize olması sonucunu doğuruyordu. Kefe yönetiminin korsanların yağmaladığı malı geri alabildiği tek bir olay biliniyor. Kefe’de çalışan noterlerden birinin, 1290 nisan ve mayıs tarihli belgelerinde, İran’ın Moğol yöneticisi Gazan hanın galyotlarından birine kumanda eden kaptan Vivaldo Lavacio’nun (Vivaldo Lavaggio) kontratı da vardı. Argun Han’ın toprakları Gürcistan ve Mingrelya üzerinden Karadeniz’e kadar uzanıyordu [Bratianu G.I. Actes des Notaires Genois de Pera et de Caffa de la Fin du Treizieme Siecle (1281-1290). Bucarest, 1927, pp. 271-271]. Ve dolayısıyla Argun Han’ın Karadeniz sahilinde kendisine ait olan arazinin Zihler’in saldırısından korunmasında çıkarı vardı. Cubga (Dchubg) Körfezi’nde Lavacio, daha önce yerli korsanların Ermeni ve Grek tacirlerin gemilerinden yağmaladığı malları geri alabildi (Bratianu G. I. Recherches sur la Commerce Genois dans la Mer Noire au XIII siecle. Paris, 1929, pp. 196, 260).

Osmanlı döneminde dağlıların denizdeki askeri faaliyetleri artıyor. Venedik’in İran elçisi Vinçentso di Alessandro’nun 25 Haziran 1572 tarihinde Konya’dan yazdığı rapora göre, “24 gemiyle gelen Çerkesler, buradan 300 mil mesafedeki tüm sahil yerleşimlerini yakıp yıktılar, Türk bağlarını yıktılar ve çok sayıda insanı katlettiler, kadınları esir aldılar, tüm eşyalara ve mallara el koydular, dolayısıyla acaba bu şehre (Konya-S.H.) de gelirler mi endişesi var”(Зевакин Е. С., Пенчко Н. А. Очерки по истории генуэзских колоний на Западном Кавказе в ХIII и XV веках// Исторические записки 1938. Т. 3. С. 97). Trabzon’dan 6 galyot silahlandırıldı. Sultan II. Selim’in emriyle, limandan çıkmayacaklar, sadece şehri savunacaklardı, zira Çerkeslerin gemilerini daha fazla artırmalarından korkuyorlardı. Elçi şöyle devam ediyor: “Bana Gürcistan ve Çerkesya üzerinden gitme talimatı verildi, ama bu korsanların korkusundan geriye döndüm” (Там же. С. 98).

Mingrelya’yı 1672 yılında ziyaret eden Jan Şarden şöyle yazıyordu: “Gemiye binmem gerekiyordu, ama Mingrelya sahillerinde Çerkes ve Abhaz kayıklarının görüldüğü haberleri buna engel oldu. Bunun gerçek olduğu görüldü ve benim bineceğim de dâhil olmak üzere birçok tekne ele geçirdiler” (Путешествие господина дворянина Шардена в Персию и другие восточные страны // Адыги, балкарцы и карачаевцы в известных европейских авторов XIII-XIX вв./ Сост. В. К. Гарданов. Налбчик, «Эльбрус». 1974. С. 107. Далее – АБКИЕА).

XVII-XVIII. yy. Osmanlı kaynaklarında Abazaların denizdeki askeri faaliyetine dair çok miktarda bilgi vardır. Abaza ismi altında Osmanlılar sadece Abhaz Prensliği halkını değil, Anapa’dan Bzıb’a kadar uzanan sahilin Çerkes ve Ubıh-Sadz ahalisini de kast ediyorlardı. Bu anlamda Osmanlı etno-coğrafi terimleri Rusya anlatımlarını etkiledi. Bir sürü XVIII-XIX. yy. Rusya kaynağında sahil Çerkes alt-etnik topluluklarından olan Natuhaylar ve Şapsığlar da Abaza ve Abazin olarak adlandırılıyor. Bu nedenle Kafkasya’nın Karadeniz sahilindeki Abaza nüfustan bahseden Osmanlı ve diğer kaynakların bilgilerini, ortak Abhaz-Adige kavramı çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Aynı şekilde, sahil Çerkeslerinden söz eden bilgiler de çoğu zaman sadece Çerkeslere değil, Ubıhlara ve Karadeniz sahil Abazin-Sadzlarına da dairdir.

Abhazya’nın prens hanedanı olan Çaçba-Şervaşidzeler, kendi askeri deniz güçlerini genişletme konusunda ciddi gayret sarf ediyorlardı. Vahuşti Bagrationi (1696-1757) “Gürcistan Tarihi”’nde şöyle yazıyor: “Abhazlar eskiden olduğu gibi denizde güçlüler, denizde içerisine 100, 200 ve 300’er kişi alabilen “oletcandar” tekneleriyle hareket ediyorlar ve Osmanlıların, Laz-Çan’ların teknelerine daha ziyade Odişi (Mingrelya) ve Gurya sahillerinde saldırıyorlar. Abhazlar çarpışmada (karada) zayıftırlar, çabuk pes ederler, ama denizde dayanıklı ve güçlüdürler” (Цит. По : Марр Н. Я. Кавказоведение и абхазский язык// Марр Н.Я. О языке и истории абхазов. М.-Л., 1938. С. 143).

Mingrelya ile XVII. yy’ın 60-70’li yıllarında bir kez daha yapılan uzun bir savaşın sonucunda Abhaz Prensliğinin sınırı Kodor’a kadar geriledi ama ardından Abhazlar Mingrelleri İngur’un ardına sürdüler. 1672 yılında Çaçbalar güçlü bir filo kurdular ve Poti civarında Dadiani’nin filosuna saldırdılar, neticede tüm Mingrel tekneleri yok edildi (Берадзе Е.Н. Мореплавание и морская торговля в средневековой Грузии. Тбилиси, 1989. С. 221. На груз.яз). Bu yıkıcı yenilgiden sonra Dadianiler bir daha Çaçbalar’a denizde karşı durmaya kalkışmadılar.

Çaçba ve Dadiani’nin ilişkileri bütünüyle mücadeleden ibaret değildi. 1704 yılında Kutais naibi sadrazama şu haberi veriyordu: “Karada isyan eden Dadiani’ye denizde Abazalar katıldı” (Берадзе Т.Н. Мореплавание… С. 222). 1705 yılında Bab-ı Ali “Eşkamfua” tipi (fırkateyn) on adet özel gemi göndererek Batum’daki filosunu güçlendirdi. 1714 yılında Avrupa seyahatinden dönen Sulhan-Saba Orbeliani, Trabzon civarında bir Türk limanında beklemek zorunda kalmıştı. “Gemiyi Guria’ya götüremem -dedi gemi sahiplerinden biri-, Abhazlar karışıklık çıkardı, korkuyorum, isterseniz küçük sandallarla ya Guria’ya, veya Akhaltsikh’e gidiniz” (Орбелиани Сулхан-Саба. Сообщения средневековых грузинских письменных источников об Абзазии. Сост. И пер. Г. А. Амичба. Сухуми, « Алашара», С. 66).

1974. Agrba, Osmanlı belgelerinde 1714-1716 yıllarında Abazalarla denizde büyük çaplı çatışmalar olduğunun tespit edildiğine işaret ediyor. Abazalar bu çatışmalarda ayakta kaldılar ve 1721 yılında Batum, Gonya ve Anakliya’daki Osmanlı garnizonlarını ablukaya aldılar (Шенгелия Н. Османские источники истории Грузии XV-XIX. Вв. Тбилиси, 1974. С. 97. На груз. Яз). Buna cevap olarak Osmanlılar Akdeniz’den 10 fırkateyn aktardılar ve 1723 yılında Osmanlılar Sohum’u aldılar, hızla bir kale inşa etmeye başladılar. Kalenin inşası sırasında Abhazlar, Osmanlılara karadan ve denizden saldırıyorlardı. Osmanlı ordusunun Abhazya’daki durumu o derece zora düşmüştü ki, kumandanları İmeretliler’den ve Mingreller’den yardım istemişti.

Temel Öztürk, Osmanlı hükümetinin XVIII. yy’ın ilk yarısında Karadeniz’in kuzeydoğu kıyısındaki arazilerini korumak için aldığı önlemleri araştırıyor. Öztürk’e göre Abhaz filosu bölgedeki Osmanlı ulaşımı ve Osmanlı limanları için ciddi bir tehdit teşkil ediyordu. Abhaz askeri deniz güçlerini eşkıya veya haydut olarak niteleyen bir modern Türk tarihçisinin kullandığı terminoloji insanı hayrete düşürüyor. Öyle anlaşılıyor ki, Öztürk Karadeniz’in Osmanlı İmparatorluğu’nun bir iç denizine dönüşmesi fikrinden hareket ediyor. Öyle olunca Karadeniz’de yasal olarak var olma hakkı sadece Türk filosuna aittir. Tüm XVII. yy boyunca devam eden Kazak akınlarının bu uydurulmuş kurala çok ciddi bir istisna teşkil ettiğinin altını çizelim. Öztürk, Çerkes askeri deniz faaliyetini incelemiyor, ama Abhaz filotillalarında Çerkes teknelerinin de bulunduğundan emin olabiliriz. Öztürk’ün dayandığı Osmanlı belge havuzunda Abhaz terimi kullanılmıyordu: Araştırmacı Abaz terimini çok basit bir şekilde yorumlayarak Abhazı kast ediyor. Üstelik eğer Sohum, Türk kalesi ve deniz üssü idiyse Abaz direnişi ifadesinden Bzıb’ın kuzeyindeki sahayı ve nüfusu anlamak gerekiyor. Yani bu durumda da Sadz-Cigetler, Ubıhlar, Guaeler, Şapsığlar, Natuhaylar ve Hegeyk-Şegaklar’dır söz konusu olan. Abaz filolarında Abhazyalı personel ve teknelerin var olduğu şüphesizdir. Öztürk’ün gözlemlerinden, XVII-XVIII. yy’ın ilk yarısında Abaza korsanlığı olarak adlandırılan şeyin boyutlarını anlamamıza imkân verecek başka birine bakalım: “Bu bölgeleri fethedip Karadeniz’i bir Türk denizi haline getiren Osmanlılar, buraların deniz savunmasını da örgütlediler. XVII. yy’daki Kazak akınları hariç, Karadeniz’in güvenliği XVII. yy’dan Karlofça anlaşmasına kadar (1699) savaş tehlikesinden azade idi. Gene de periyodik olarak Faş, Anakra ve Sohum’u huzursuz eden Abhaz haydutlarının saldırıları; özellikle XVIII. yy’ın başından itibaren bu sahil bölgelerinin saldırılara açık olduğunu gösterdi. Saldırılar XVIII. yy’ın ilk yarısında arttığı için, bölgenin karadan olduğu gibi, bir o kadar da denizden savunulmasının gerekli olduğunu ortaya çıkardı. Bu durumda, yerel savunmayı temin eden gemilerin ve bunlara tüm bölgenin savunmasında hayati önemde bir rol oynayan Trabzon’dan sağlanan yardımcı hizmetlerin önemi ziyadesiyle arttı. Bölgenin güvenliğini sağlayan gemiler hükümete aitti. Bunlar pinas tipi küçük yelkenliler, kalyonlar, galyotlar, bark tipi yelkenliler, fırkateynler ve koliklerden müteşekkildi. Belgelere göre kolik tipi tekne 12 kişilik oturma yeri olan, 23 zira (bir zira 75 cm’ye eşitti) boyunda idi. Savunma için daha çok pinaslar kullanılırdı. Savunmadan başka, kalyonlar, galyotlar, fırkateynler ve kolikler, ticari gemiler kullanılamadığı zaman, askeri yüklerin nakliyatı için de kullanılırdı. Mesela cephane, XVIII. asrın ilk yarısındaki (1723-1727) Gürcü ve İran savaşı sırasında galyotlar ve kayıklarla taşınmıştı. Yük nakliyatını sağlamak için 103 adet kalyon, galyot, barka, fırkateyn ve kolik Karadeniz’e sevk edilmişti. Mesela 1714 yılında ana tersaneden (tersane-i amire) dört adet barka yelkenlisi Trabzon’u ve çevresini haydutlardan korumak için oraya sevk edilmişti. Aynı şekilde Faş ve Sohum’un savunması için barka ve fırkateynler tahsis edilmişti. Devlete ait kalyonlar malum olduğu üzere Sinop’ta kısmen o yörenin savunması için inşa edilirken, pinaslar özel olarak Faş, Sohum ve Anakra’nın savunması için inşa ediliyordu. Savunma tekneleri, Sinop, Of, Sürmene, Faş ve Batum iskelelerinde; kalyonlar sadece Sinop’ta inşa ediliyordu. Of ve Sürmene’nin dışında, pinaslar Faş ve Batum’da da inşa ediliyordu. Melekse tekneleri, inşaat kerestesinin nakliyeye daha uygun olduğu Of ve Sürmene’de inşa ediliyordu, ama buralarda pinasların da inşa edildiğini biliyoruz… XVIII. yy ilk yarısında Sinop’ta iki kalyon, Sürmene ve Of’ta 12 pinas inşa edilmişti. 5 pinas Sohum kalesine, 5 tanesi Faş ve 2 tanesi Anakra’ya tahsis edilmişti… Gemi inşası için malzemenin bir kısmını –özellikle gemi kerestesini- Trabzon ve çevresinden temin ediyorlardı. İstanbul’dan gönderilen mühimmat yeterli olmadığı zaman, gemilerin ihtiyaç duyduğu miktardaki mühimmatı Trabzon cephaneliği verirdi…

Gemiler inşa edilir edilmez, hemen tayfa ve kaptanları tayin edilirdi. Daha inşaat aşamasında yetenekli bir amiral tayin edilebilirdi. O, gerekli malzemenin, teçhizatın, işçilerin ve ustaların temini için gerekli makamlarla iletişimi sağlardı ve aynı zamanda mürettebat ve kaptan seçiminde de yetkili olurdu. Mesela Amiral Süleyman’ın emri üzerine 1714 yılında pinaslardan birinin (Anakra, Gonya ve çevresinin güvenliğinden sorumlu olan) kaptanı olan Veysi görevden alındığı zaman Hasan adlı birisi bu pinasa kaptan olarak atanmıştı. Belgelerden anlaşıldığına göre kaptanlar o yörenin en kalifiye yerlileri arasından seçiliyordu… Gemilerin Karadeniz’in kuzeydoğusundaki savunma görevi savaş tehlikesi ortadan kalkar kalmaz sona eriyordu. Başka bir ifade ile kuzey –Rus ve Gürcü- savaşları ve keza belgelerde sıkça atıf yapılan Abhaz ve Mingrel haydutların saldırıları sona erdiği zaman, gemilerin görevi de sona eriyordu ve geri çağrılıyorlardı. 1719 tarihli bir belgeden, Anakra ve komşu bölgelerini Abhaz haydutlara karşı korumakla görevli bir pinasın geri çağrılması ve salyane ödenmesine ve mürettebata maaş ödenmesine –artık onların hizmetine ihtiyaç duyulmadığı için- son verilmesinin teklif edildiği anlaşılıyor. Bu gemilerin donanımı ve mühimmatı da Trabzon kalesine iade edilmişti: 17 demir top, 4 bronz top; fırkateynlerden 5 demir top, 3 top kilidi, 17 demir top güllesi, 4 demir kiriş, 2 büyük yelken, 33 yenika (bir top tipi), 36 eski bucurgat, 1 yelken takımı” (Öztürk T. The Naval Defence of the North-Eastern Coasts of the Black Sea and the Support Services in Trabzon (1700-1750) //En jeux politiques, economiques et militaires en Mer Noire (XIV e –XXI e siecles). Braila, 2007. P. 231-238).

Çerkeslerin tanınmış siyasi lideri Seferbey Zanoko’nun babası Mamat-Girey Zanın kendi gemileri vardı ve geniş çapta ticaret yapıyordu. Onun zenginliğine dair rivayetler Kabardey’deki Rus gezginlere kadar ulaşmıştı. P.S. Pallas şöyle anlatıyor: “Küçük Çerkes kabilesi Şagahi hala Anapa yakınlarında Bagur’da (Bugur ırmağı-S.H.) ve onun küçük kollarında yaşıyor. Beyleri Sane varlıklıydı, ticaret yapardı ve Karadeniz’de birkaç tane gemisi vardı” (Πаллас П.С. Заметки о путешествиях в южные наместничества российского государства в 1793 и 1794 гг. // АБКИЕА. С. 224). Dönemin Osmanlı kaynaklarında Çerkes emiri Zanoğlu Muhammed Girey-bek’in 3 adet 29 arşın direkli bir gemi inşa edilmesi talimatı verdiğine dair bilgi vardır (Веселовский Н.И. Военно –исторический очерк города Анапы // Записки разряда военной археологии и археографии имрераторского русского военно-исторического общесива. Т. Ш. Петроград – 1914. С. 37). Böyle bir geminin inşa edilmesi hem bizatihi Zan’ın statüsünü ve hem de Anapa şehri ve kalesini kurma projesinin başarısını sembolize eder.

Çerkeslerin kendi gemileriyle Kırım’a çıkartma yapabilme yeteneği, XVIII. asrın 70-80’li yıllarının başında hanlık saltanatı mücadelesinin en kritik safhasında Kırım hanları tarafından kullanılmıştır. Kırım’daki Rus temsilcisi P. Veselitskiy, 21 Mayıs 1782 tarihinde Petersburg’a “Abazinler ve Çerkeslerin sandallarla bir engel olmaksızın Taman’dan Kırım kıyısına geçtiklerini” haber veriyordu (Дубровин Н. Присоединение Крыма к России. Рескрипты, письма, реляции и донесения. СПб., 1889. Т. ШМ. С. 527).O dönemde Batı Kafkasya halkını anlatan belgelerde Abazin tabiriyle Natuhaylar ve Şapsığlar kastedilmekteydi. Çerkesya ve Kırım arasında ulaşımı sağlayan sandallara sıklıkla yapılan atıflardan başka, “Çerkeslerin büyük sandalları” ifadesi de göze çarpar. (Aynı yerde. S. 625).

1818-1824 yıllarında Çerkesya’yı bir kaç defa ziyaret eden Tebu de Marinyi’nin kitabına bir Natuhay savaş gemisinin tasviri ile giriş yapıyoruz: “Tekneleri, daha önce gördüklerim gibi düz tabanlı, omurgasız idi, kaburgalar çok ince bir karkasa ahşap çivi ve perçinle sabitlenmişti. Pruvada ne olduğunu çıkarmakta çok zorlanacağınız bir hayvan tasvirli süs yükseliyordu, ama Çerkesler bunun keçi kafası olduğunu iddia ediyorlar… Teknelerindeki kürekler çok kısadır, olağanüstü uzunluktaki usturmaçalara tutturulmuştur ve kürekçinin elleri için enine kirişler vardır. Dümen ve küçük kare yelken kullanırlardı. Bu kayıkların birçoğu, altmış kişi sığacak kadar büyüktür” (Marigny T. De.Three voyages in the Black Sea to the coast of Circassia. L., 1837, P. 1; Marinyi T. de. Çerkesya’ya Seyahat //AБКИЕА. С. 294).

Kafkas savaşı sırasında Çerkeslerin harekâtları birçok rapora yansımıştır. Tuğgeneral Vakulskiy28 Temmuz 1833 tarihinde Baron G.V. Rozen’e, Çerkeslerin deniz kuvvetlerinin Soçi’de toplanmakta olduğunu haber veriyordu: “Çerkes tavadı Berzin-Aji Dagvıpa, çok sayıda Çerkesi, Gagra’ya uzaklığı üç konak olan Ptohi köyünde toplayarak onlara defalarca ant içirdi ve Gagra’ya, Pitsunda’ya, Bombora’ya ve hatta tüm Abhazya’ya güçlü bir saldırı yapabilmek için kendi başkumandanlığını kabul ettirdi. Bunun için başka yerlerden daha büyük Çerkes gruplarının işbu Ptohi köyünde toplanması bekleniyor, ondan sonra tüm noktalara karadan ve denizden galyotlarla ani bir saldırı yapmak niyetindedir. Elinde hazır vaziyette 60 kişi ve daha fazla insan alabilecek en az 30 adet teknesi vardır… Çerkeslerin kaçırdığı iki adamını aramak için iki aydan uzun bir süredir bulunduğu Çerkesya’dan Abhazya’ya gitmekte olan Abhaz asilzadesi Cerf köyünde mukim Hasan Marganiya, Çerkeslerin kalabalık sayılarla Sveça (Gagra’ya yaya olarak bir buçuk günlük mesafede) köyünde toplandıklarını, Prens Hasan Bey tarafından gönderilen Tsabal Prensi Marganiya Herpiş’in önderliği altında bulunduklarını haber verdi… Çerkeslerin niyeti önce Abhazya’ya, ardından, işler yolunda giderse, Bombora, Pitsunda ve Gagra’ya saldırmakmış ve Sveça köyünde 30-40 kişi alabilen 30 galyot bulunuyormuş” (Шамиль-ставленник султанской Турции и английских колониаторов. Сборник документальных материалов. Под ред. Ш. В. Цагарейшвилим. Тбилисиэ, 1953. С. 37-39). Vakulskiy’in karargâhı Kutais’de konuşlanmıştı ve maiyetinde çok sayıda Gürcü de bulunuyordu. Görev yerlerinden yazan Gürcü subaylar da vardı, dolayısıyla Abhazya ve Çerkesya’yı anlatırken kullandıkları ifadeyi belirleyen işte bu keyfiyet idi. Çeşitli eşraf kategorilerini ifade etmek için aznaur ve tawad gibi terimler kullanıyorlardı. Ubıh ve Sadz adlarının telaffuzunda Abhaz izi belli oluyor. Mesela Ubıh önderi Berzek Dogomuka Dagvıpa olarak söyleniyor. Saldırı gerçekleşmedi, ama bu belgede bizim için ilginç olan husus her şeyden önce galyotların miktarı ve kapasiteleridir.

1833 Ağustos’unda Natuhay limanı Hiza’daki ailesini ziyaret etmiş olan bir Çerkesin, Türk ordusunda albay olan Ali Bey’in tutuklandığı bildiriliyor. İstanbul’daki Rusya elçisi tarafından verilmiş bir pasaportu olduğu halde tutuklanmıştı. Çok önemli bir durum: Ali Bey “Misomvrio” adlı kendi korvetiyle gelmiş. Bir ajanın verdiği bilgiye göre Ali Bey’in Pşada’daki 200 Çerkes delegeye Seferbey Zanoko’nun mektubunu okuduğu ortaya çıktı. Ali Bey “Şapsığ ve Natuhay starşinalarına Ruslara biat etmemelerini ve onlarla hiç ilişki kurmamalarını” öğütlüyordu, “Türk hizmetinde albay olan öz kardeşinin, Anapa kalesine paşa olarak atandığını, Anapa’nın da Gelencik gibi yakında Türklere teslim edileceğini” söylüyordu. (Шамиль -ставленник… С.40). Ali Bey’in dikkate değer bir hizmet geçmişi vardı, zira Türk büyükelçisi Halil Paşa’nın maiyetinde Sankt-Petersburg’da bulunmuştu. Burada Halil Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nun kaptan paşası (Osmanlı deniz kuvvetlerinin kumandanı) olduğunu ve Abazya-Çerkesya’lı olduğunu hatırlatalım(Базили К. М. Сирия и Палестина под турецким правительством в историческом и политическом отношениях. М., 1962. С. 110).

Ali Bey’le aynı zamanda Hacı Süleymanoğlu diye birisi de tutuklanmıştı. Kendisi “Dağlılar arasında güçlü, cesur bir deniz veya kara korsanı olarak ün yapmış birisiydi. Bu Ermeninin (İspiyoncu Bogos Rafailov- S.H.) Hize civarında yaşadığı dönemde 1826 yılında sahilde kalleşçe iki direkli bir Sardunya ticari gemisine saldırıp sahibi kaptan Cevan’ı ve iki Rum’u öldürüp, diğer tayfaları köle olarak satmış, gemiyi de batırmıştı” (Шамиль -ставленник…С. 41).

1835 yılında Baron Tornau şöyle yazıyor: “Nisan sonunda General N. (General N. İfadesiyle, G.A. Dzidzaria’nın tespitine göre İmeretya yöneticisi General D.D. Ahlestışev kast ediliyor. –S.H.) Abhazya’ya geldi. Bzıb istihkâmı için seçtiğim yeri uygun bulmadı ve kendisi yeni bir nokta aramaya karar verdi. Çeşitli yerlere baktıktan sonra nihayet Bzıb ağzı yakınında, Pitsunda’dan dört verst kuzeyde bir yeri beğendi… N. seçimini, Şapsığ ve Ceketler’in galyotlarıyla burada kıyıya yanaşarak Abhazya’ya denizden saldırdıklarını, burada bir istihkâm inşa ederek bu akınları önlemeyi umduğunu söyleyerek gerekçelendirdi. Bu çok şüpheli bir şey. Sahil Çerkesleri ve Abazinleri gerçekten de otuz ila elli kişi alabilen, dar, uzun ve olağanüstü hafif kayıklarıyla denizde korsanlığa çıkma alışkanlığına sahiptiler. Galyot olarak adlandırdığımız bu kayıklar daha Bizans döneminde bilinir ve Rumlarca ‘kamar’ olarak adlandırılırdı. Hızları şaşırtıcıdır ve o kadar hafiftirler ki, insanlar onları sudan çıkarıp omuzlarında taşıyarak ormana saklarlar ve soyguna çıkarlar. Çerkes deniz haydutları Bzıb’ın ağzı yakınlarında kıyıya yanaşırlardı, çünkü buralara kimse gelmezdi, ama eğer burada bir istihkâmımız olsaydı bile, bu neyi hallederdi ki! Birkaç yüz metre yukarıda veya aşağıda, Abhaz kıyısında neredeyse her köşede buna benzer bir sürü eşkıya yatağı vardı. Patsovskiy’in (Sohum kumandanı -S.H.) bu seçime karşı tüm itirazlarına rağmen, yöneticinin (Mihail veya Hamidbey Çaçba.- S.H.) karşı görüşünü de dikkate almadan, N. kendi kararından dönmedi. Çerkeslerin deniz gücü onun tüm muhayyilesini esir almıştı…” (Секретная миссия в Черкесию русского разведчика барона Ф.Ф. Торнау. Нальчик, 1999. С. 115-116).

1836 yılında Edmund Spencer’in Çerkesya üzerine ilk izlenimleri, Çerkes denizcilik gelenekleri ile ilgiliydi (Mektup 15 “Pşada’ya geliş. Çerkeslerin tekneleri Strabon’un kamarlarına benziyor…”): “Çerkes tekneleri kolay imal edilebilen, dar ve düz tabanlı idi, her biri 18 ila 24 kürekçi tarafından yürütülüyordu, belli ki bu kürekçiler bu işte en deneyimli kimselerdi, zira tekneleri büyük bir hızla hareket ettirebiliyorlardı. Dümenin yakınında, üzerinde 3 veya 4 kişinin oturduğu bir çeşit güverte vardı; kayığın burnu kabaca yontulmuş geyik, keçi veya koçbaşını temsil eden bir figürle süslenmişti ki koçbaşı olması ihtimali daha fazla idi. Bazen Çerkesler 40 ila 80 kişi kapasiteli muazzam tekneler inşa ediyorlar ve kürekçilerden başka köşeli yelken de kullanıyorlar” (Спенсер Эд. Путешествие в Черкесию // Пер. С англ. Н.А.Нефляшевой. Майкоп, 1994. С. 17-18).

1838 Şubat’ında “Glubokiy” lugeri (luger; iki veya üç direkli hızlı yelkenli-ç.n.) iledört Çerkes galyotu arasında Gagra istihkâmı yakınında bir çarpışma oldu. Bu çatışmanın ayrıntılı anlatımı Abhaz sefer gücü müfreze gemileri kumandanı Kontr Amiral Melnikov’un Gürcistan’da bulunan başkomutan Rozen’e yazdığı raporda kayıtlıdır: “Abhazya ordu kumandanı Tuğgeneral Patsovskiy’in 18 Ocak, 139 nolu tarihli yazısıyla, Çerkeslerin büyük bir kuvvet toplayarak, karadan ve denizden galyotlarla Abhazya’ya saldırmak ve Yüzbaşı Narçu-İnali-İppa’nın malikânesini yağmalamak niyetinde olduklarını haber alınca, kruvazörlerimize çok dikkatli olmaları ve Çerkeslerin galyotlarla denizden Abhazya’ya saldırmalarını önlemek üzere her türlü tedbiri almaları ve imkân olursa bu tekneleri imha etmeleri talimatını verdim. Halihazırda devriye görevinde bulunan “Glubokiy” lugerinin kumandanı Teğmen Şpanovskiy, geçen Şubat’ın 25’inde, 67 sayılı raporunda Şubat’ın 15’inde zayıf bir rüzgâr altında Gagra istihkâmına yaklaşırken, silahlı insanlarla dolu dört büyük Çerkes galyotunun Gagra burnundan çıktığını görür ve çarpışmaya hazırlanarak kürekleri indirir, galyotları ya istihkâmın top menzili altından geçecek veya kıyıdan uzaklaşmaya zorlayacak bir rota ile ilerlemeye başlar ki uygun rüzgar olursa onları takip edebilsin. Bir süre sonra galyotlar lugere yaklaşırlar, kısa bir süre durduktan sonra ayrılırlar ve aniden çeşitli yönlerden, gemimizin küçük boyutları ve rüzgârsız havada manevra yapamayacak olmasının verdiği cesaretle harekete geçerler. Top menziline girince tüfek ateşi açar ve lugerin üzerine atılırlar; o zaman Bay Şpanovskiy bayrağı direğe çeker ve top ateşi açarak galyotları durdurur, ama bazı galyotlardan 3/4 saat boyunca ayaklar üzerinde tespitli düzeneklerden uzun namlulu tüfeklerle ateş etmeye devam edilir; kurşunlar lugerin üzerinden aşıyordu. Lugerin toplarının küçük çaplı olduğunu ve üstelik çok da etkili isabet kaydedemediklerini gören Çerkesler, lugeri bordalamak niyetiyle doğrudan doğruya kurşunlara karşı hızla ileri atılırlar, ama lugerden yapılan soğukkanlı tüfek ateşi ve tüm topların yaylım ateşiyle, Gagra istihkâmından yapılan şarapnel ateşinin de yardımıyla Çerkesler durdurulur ve duman biraz dağılınca çok hasara uğradıkları görülür, zira üç galyotu birbirine bağlayarak, lugerin top ateşi ve kalenin şarapnel ateşi altında telaşla ama süratle Gagra burnuna doğru kürek çekmeye başlarlar. Rüzgâr olmadığı için luger, üçü birbirine bağlandığı halde galyotlara yetişemez. Diğer galyotun Adler burnuna gittiğini ve orada kendisine katılan başka iki galyotla birlikte, rüzgârsız havada Begerepsit çayının akıntısıyla sürüklenerek burnun arkasından çıkan bir ticari gemiye doğru kürek çektiklerini gören luger, Çerkesleri takibi bırakır, ticari gemiye doğru dümen kırar ve hızla kürek çekerek üç saat sonra ulaşarak Çerkeslerin onu bordalamasını engellemek üzere yedeğe alır, bunu gören galyotlar Begerepsit çayına geri dönerler. “Svyatoy İoann Krestitel” adlı bu Rus ticari gemisi boş olarak Gagra’ya gidiyormuş, oradan Poti’ye miri erzak taşıyacakmış, luger ona demirleyeceği noktaya kadar refakat etmiş” (Шамиль-ставленник… С. 104).

Savaş kariyerine 1838 yılında Erivan alayı bünyesinde, Soçi ırmağı ağzında Aleksandriya tabyasını kuran çıkartma müfrezesinde erbaş olarak başlayan Tümgeneral A.F. Rukeviç, anılarında şöyle yazıyor: “Bu aulda (Сочи-С.Х.) Ubıh prensi Awubla Ahmed yaşardı. Kendisi bütün sahilde, hem bizim Kırım sahillerini ve hem de Türkiye’nin Anadolu sahillerini vuran en atılgan korsan olarak nam salmıştı. Bizim askeri gemilerimiz, onun küçük ama olağanüstü iyi donanımlı yelkenli galyotunu çok uzun zamandır, inatla takip ettiler ama hiçbir zaman ele geçiremediler” (Рукевич А. Ф. Из воспоминаний старого эриванца. 1832-1839. // Исторический вес-ник, No 12. 1914. C. 771).

Seferbey Zanoko’nun da anavatanına sefer yapan kendi iki direkli gemisi vardı: Son seyahatinde, daha sonra Ostagay auluna teslim edilen sancağı tekne Suho-pe koyunda Çerkesya’ya ulaştırdı. Mürettebat ve karşılayan Çerkesler barut ve kurşunu boşaltacak vakit buldular, sancak da asilzade Mamsır Haudul’a (Muhtemelen meşhur lider Mansur Hauduko kast ediliyor) verilmişti. Anapa’dan yollanan müfreze Seferbey’in gemisini yaktı (Шамиль- ставленник… С. 136-137). Zanoko’nun ailesi için kendi gemilerine sahip olmak; kökleri, en azından XVIII. yy’a uzanan bir gelenekti.

1839 yılındaTuğgeneral Espeho, Abhazya’ya denizden saldırı tehlikesinin güncel olduğu tespitini yapıyordu: “Karadeniz’in kuzeydoğu sahilinde, Gagra’nın yukarısında meskûn dağlılar, özellikle bizim Ciget olarak adlandırdığımız Abzeh kabilesi, bazen Ubıhlar ve Ahçıpsılar, Aibga ve Pshu gibi küçük topluluklarla beraber veya her biri kendi başına, 1830 yılında Abhazya’nın sahil noktalarını işgal ettiğimizden beri, Abhaz köylerine, Gagra ve Pitsunda istihkâmlarından yollanan askerlere, yılkılarımıza ve hatta bizatihi istihkâmlarımıza karadan ve denizden defalarca saldırdılar… Bzıb ırmağı dağlı galyotlarına karşı bize ve Abhazlara engel vazifesi görüyor. Bu galyotların barınağı ırmak ağzının sağ tarafıdır… Tecrübemizden biliyoruz ki Gagra’da karakol kurduğumuz zaman dağlılar galyotlarla Abhazya’ya saldırmaya cesaret edemiyorlardı, her zaman karakolun olmadığı zamanı kolluyorlardı… Karakolun ne kadar gerekli olduğuna ve dağlıların karakolun olmadığı durumdan nasıl yararlandıklarına kanıt olarak pek çok örnekten burada sadece bize pahalıya mal olan önemli iki tanesini göstereceğim. Birincisi; Çerkeslerin galyotlarla 16-17 Mayıs 1834 tarihinde Bombora levazım konvoyuna saldırıp soyması; ikincisi; 9-10 Haziran 1834 tarihlerinde büyük bir kuvvetle eski Gagra istihkâmına saldırmaları. İçeriye dalan dağlıların istihkâmı ele geçirmelerine, sadece sayıca az garnizonun benzersiz cesareti ve sık sık yapılan alarm tatbikatlarından kazandığı hızla silah başı yapma becerisi engel olmuştur… Eskiden olduğu gibi, Gagra’da demirli karakol uygulamasına dönülmesinin acil bir gereklilik olduğu kanaatindeyim. Ama şayet, geçen 1838 yılı mayısında Abhaz kıyılarında meydana gelen talihsiz gemi kazaları sonucunda denizcilik amirliğinin aldığı tedbirler dolayısıyla bunu yapmak mümkün değilse, en azından devriye gezilsin ve her zaman Gagra’dan görülecek mesafede olsun ki, Gagra’ya yardım edebilsin ve galyotları Bzıb’a yaklaştırmasın. Gagra’nın ötesinde, galyotların toplanmasını ve uygun fırsat kollamalarını önlemek üzere sık sık devriye gezilmesi de aynı derecede gereklidir” (Шамиль-ставленник. С. 185-189).

Çerkes mito-dinsel geleneğinde deniz tanrıları

Çerkes mito-dinsel geleneğinde deniz kültleri ve tanrıları mevcuttu. Az sayıdaki gezgin tarafından aktarılan etnografik anlatımın bölük pörçük olması nedeniyle denizle ilgili yaşam ortamında hangi tanrının baş tanrı olarak algılandığı meselesi bir bilinmez olarak kalmaya devam ediyor. Lyulye, Hepeguaşkültünü şöyle tanımlıyor: “Deniz sularının kızı”. “Her yıl yazın deniz kıyısında, her zamanki dua törenlerinden sonra, kapanışta halka olup dans ederler” (Люлье Л.Я. Верования, религиозные обряды и предрассудки у черкес // Записки Кавказского отдела императорского Русского Географического общества. Кн. V. Тифлис, 1862. С. 125). Müstakil kült, ırmak sularının kızı olan Pseguaşaha idi. “Ona, çoğu zaman ilkbaharda yağmur duasıyla başvururlar. Her iki cinsten genç insanlar birbirlerini ıslatarak, bir eğlence havasında usanana kadar suda eğlenirler” (Там же. С. 125). Sozeris tanrı kültü, çiftçilerin koruyucusu ana vasfının yanında “Denizcilerin koruyucusu olarak da saygı görür -diye yazıyor Lyulye- ve denizden gelmesi beklenir. Ayrıca, kıyıdan denizin dalgaları üzerinde yürüyerek gittiğine ve aynı şekilde yürüyerek geri döneceğine dair bir inanış daha var” (Там же. С. 124).

Çok muhtemeldir ki, Çerkes denizcilerinin esas koruyucusu Sozereş (Sozeris, Şeuzeriş) idi. Çerkesya’nın sahil bölgelerini gezen seyyahlar, her zaman Sozereş kültünü işaret ediyorlar. Mesela Tebu de Marinyi, 1820 yılı civarında şöyle yazıyordu:Sozeres büyük bir seyyah idi, rüzgâr ve su ona tabi idi. Özellikle deniz kıyısında oturanlar nezdinde saygınlığı yüksektir. Üzerinde birkaç budak kırığı kalmış kuru bir armut ağacı gövdesi onu temsil eder; her ailede bu kütükten bulunur, onu avluda muhafaza ederler, ilkbaharda kutlanan ona mahsus bayram günü dışında, kimse dokunmaz; o gün kütüğü suya indirirler, arındırırlar, tepesine peynir koyarlar ve evde toplanan konuk sayısı kadar küçük mumla süslerler. Öyle süslendiği zaman birkaç kişi onu törenle eve götürmek üzere kaldırır, diğerleri onu evin eşiğinde karşılar ve hoş geldin derler. Eve gelişinden önce kurban kesilir ve büyük şölen için pişirilir. Üç gün boyunca yiyip-içerler, şölen aralarında suyun ve rüzgârın getirdiği felaketlerden koruması için Sozereş’den dilekte bulunurlar. Bayram sona erince peyniri ve diğer yiyecekleri konuklar arasında üleştirirler, ağacı evden çıkarırlar: Herkes onu uğurlar, iyi yolculuklar diler ve gelecek yıla kadar onu unuturlar” (Мариньи Т. Де. Путешествия в Черкесию // АБКИЕА. С. 304).

1832 yılında N.N., Sozereş’i doğrudan doğruya denizcilerin koruyucusu olarak adlandırıyor (N.N. Религия закубанских черкесов // Телескоп. Журнал современного просвещения, издаваемый Николаем Надеждиным. Ч. 8. М., С. 126-131).

Edmund Spencer de Sozereş’in Çerkesya’nın ana ulusal ilahı olduğu izlenimini edinmiş: “Bu azizler arasında en güçlüsü, rüzgâra ve sulara emir veren Seozeres’tir. Özellikle sahile yakın oturanlar ve keza çobanlar nezdinde saygınlığı büyüktür, zira Seozeres büyük ve küçükbaş hayvan sürülerinin koruyucusudur… Kuru armut ağacını çiçek çelenkleriyle ve başka farklı süslerle bir mayıs ağacı gibi donatırlar. Tepesine kocaman bir peynir ve konukların sayısına göre birkaç tane mum takar ve yakarlar (Bayramı genellikle liderin veya aksakallardan birinin evinde kutlarlar). Çerkesler arasında temizlik bir erdem sayıldığı için, azizin sembolünü süslemeden önce çok temiz bir ilkbahar suyunda özenle yıkarlar. Her şey hazır olduğunda onu aksakallardan birinin evine taşırlar; aziz büyük bir denizci ve seyyah olarak algılandığı için, tüm konuklar sureti alkışlarla karşılarlar” (Спенсер Эд. Путешествие в Черкесию. С. 107-108).

J.A. Longworth, kutsal bir koruda Seozeres’in sembolü olan T şeklinde bir haçın etrafında yapılan kutlamayı anlatmıştır(Лонгворт Дж. А. Год среди черкесов / Пер. С анг. В.М. Аталикова. Нальчик: “Эль-Фа”, 2002. С. 426). Eğer T şeklindeki haç Çerkes geleneğinde Seozeres’in sembolü ise, Anapa’dan Adler’e kadar bütün sahilde neden özellikle bu biçimde haç dikildiği anlaşılıyor. J-B. Tavernye, Çerkeslerin XVII. yy’daki dinsel törenlerini anlatırken “Çekiç şeklinde bir haçı” tarif ediyor(Тавернье Ж-Б. Шесть путешествий в Турцию, Персию и Индию в течение сорока лет // АБКИЕА. С. 78). Edmund Spencer 1836 yılında şöyle yazıyor: “Adler vadisinde kutsal korularından geçerken bir veya iki defa, haçtan çok T harfini andıran bir amblem gördüm; onun çok kadim olduğunu söylüyorlardı” (Спенсер Эд. Путешествие в Черкесию С. 109). Leontiy Lyulye’nin XIX. yy’ın 40’lı yıllarındaki notlarında kutsal korularda gelişigüzel, baş aşağı ve tersine asılmış T şeklinde putperest haçlardan bahsedilir. (Люлье Л. Я. Верование… С. 122).

Bu anlamda Çerkesya İskandinavya’ya yaklaşmaktadır. Orada tanrı Tor’u temsil eden “T” harfi şeklindeki druid haçı Tau kullanılırdı. (http: // www. İisusbog. Com/page 51 htm). “Grek harfi ‘tau’ veya ‘T’ olarak adlandırılan bu üç köşeli haç varyantı, bir zamanlar druid ağaç tanrısını sembolize ediyordu. Meşe tomrukları dallarından temizlenir ve druidlerin T(x)au olarak adlandırdıkları ağaçtan bir idol şeklini alacak şekilde birbirleriyle birleştirilirdi” (http: // allsymbols.ru/simvoli-simvolov/ tau-krest.html).

Çerkes mito-dinsel geleneği tarihinde yıldırım tanrısı kültünün, baş tanrı -Thaşho’ya yaklaşan çok özel bir statüsü vardı. Havada defin olarak bilinen tören Çerkes ülkesinde XIX. yy’a kadar, binlerce yıl boyunca var oldu. Bu tören, Şible kültüyle alakalı genel tasavvurlar sisteminin bir parçasıydı. Bu çerçevede Meotların, Miladın ilk asırlarındaki defin geleneğinin, T biçimli katakombların geniş sahalara yayılmasının tesadüfi bir keyfiyet olmadığı kanaatindeyiz (Абрамова М.П. Курганные могильники Северного Кавказа первых веков нашей эры // Северный Кавказ и мир кочевников в раннем железном веке. Сборник памяти Ь.П. Абрамовой. М., 2007. С. 28, 48-51).

1. Lyulye Çerkeslerde deniz ilahı Kodes’in var olduğunu tespit ediyor:“Dağlılar onu balık suretinde tasavvur ediyorlar ve ona denizi sahiller içerisinde tutma gücü atfediyorlar”. Lyulye Çerkes ilahı Kodes’i Yunanlı Neptün’le kıyaslıyor.(Люлье Л. Я. Верования… С.126). (Düzeltme; Neptün, Antik Yunan’ın deniz tanrısı Poseidon’un Latince karşılığıdır.-ç.n.)

Kıyıboyu Şapsığya’ya bir dizi etnoğrafik seyahat yapan L. İ. Lavrov, XX. yy ortalarında Şapsığların hâlâ Kodeş (Kordeş) kültünü tanıdıklarını belirtiyor. Haber kaynakları ona, geçmişte balık avından önce bereketli bir av için bu tanrıya dua ettiklerini anlatmışlardı. Lavrov şöyle yazıyor: “Şapsığya’da bugüne kadar yerli halk tarafından Куэдэщэзхьыпl, yani “Kodeş’e sunu yeri” olarak adlandırılan Maloe Pseuşho köyü var. Bu köyün kıyısında olduğu çay da aynı adı taşıyor” (Лавров Л. И. Доисламское верования адыгейцев и кабардинцев // Л. И. Лавров. Избранные труды по Культуре абазин, черкесов, карачаевцев, балкарцев. Нальчик, 2009. С. 208).

Kodes’le ilgili olarak M-K. Z. Azamatova, şu hususun altını çiziyor: “Şapsığlar, Natuhaylar, Ubıhlar deniz doğasını temsil eden tanrıça ‘Hişhoguaşe’ye saygı gösterirler. Hişhoguaşe’yi dış görünüşü yunusu hatırlatan balık benzeri bir tanrıçanın üzerinde oturup devamlı olarak yüzen bir tanrıça olarak çizerlerdi. İnsanlar onu Kades olarak adlandırdılar. Kades, denizlerin ve deniz canlılarının koruyucusu olduğu için tanrılaştırılmıştır. Hişhoguaşe, “ХышIуцl” -Karadeniz ve “Азыкъ”- Azak Denizi’ni koruma konusunda Kodes’le işbirliği yapardı”. Deniz tanrısından beklenen, suyun deniz dışına taşmasını önlemekti. Törensel koro Wuc’e, şu sözler eşlik ederdi:

“O… marc, Kades!

Hişhoguaşe’yi koru

O… marc; Kades!

Bizi denizin gazabından koru!”

(Азаматова М-К. З. Этнографические этюды. Майкоп, 1997. С. 52).

Azamatova’nın, Kodes’in deniz tanrıçası Hişhoguaşe’nin (Kelime anlamı: “Büyük hanımın denizi”) yalnızca Higuaş’ın (“Denizin hanımı”) farklı bir varyasyonu olan adı üzerine bir anlamda bir katman olarak eklemlendiği şeklindeki gözlemi, Kodoş teriminin Çerkesya’ya nüfuz edişi ve işlev kazanışının hikâyesine tam olarak uyduğunu kabul etmek gerekir. Bu terim Çerkes dilinde etimolojik olarak açıklanamıyor. Peysonel, Veydenbaum ve Lavrov’un ardından bizim de bunun bariz Yahudi kökenini kabul etmemiz gerekiyor. Yahudi dilinde ve dinsel geleneğinde Kadeş bayramı bilinir, kelimenin kendisi ise şu veya bu nesnenin, olgunun kutsallığı anlamına gelir. Yahudi Kadeş’i “takdis”, ilk çocuğun tanrıya adanmasına, Paskalya ve tefiline (Musevilerin dua ederken bileklerine deri şerit sarma kuralı-ç.n.) dair emirler içeren Kutsal Kitap’ın Çıkış (13,1-10) bölümünün bir parçasıdır. Parşömen parçalarına yazılan, tefilinin içerisine konan ve birçok Yahudi ritüelinde (özellikle cenaze töreninde) okunan metinlerden biridir. Yahudilerin miladın daha ilk asırlarında Taman’a nüfuz edişleri ve ardından da Taman Yarımadası’nı kontrol eden Hazar Kağanlığı’nın devletleşmesinde oynadıkları çok önemli rol hesaba katılırsa, Yahudi-Musevi terimlerinin Çerkes ortamına nüfuz etmesinin gayet akla yakın olduğu görülür.

Bu çerçevede Ciovanni da Lukka’da bu terime Çerkesya’daki druid nesnelerini -kutsal ağaçlar ve korular- anlatmak için atıf yapıldığını not etmek çok önemlidir. “Orada eski metal sikkeler üzerine oturtulmuş çeşitli hayvan kafaları, ip yumakları, tafta parçaları ve et kaynatmak için kullanılan bakır kazanlar da gördüm. Bütün bunların ne anlama geldiğini sordum ve bana buranın Kudoş olarak adlandırıldığını, yani adaklarını sundukları, Tanrıya adanmış yer olduğunu söylediler(Лукка Дж. Да. Отчет святой конгрегации // Северный Кавказ в европейской литературе ХIII-XVIII веков. Нальчик – 2006. С.53-54).Lukka’nın bu gözlemi deniz kıyısından uzakta, Temirgoy Prensliği (Boletoko) sahasında yapılmıştı. Ksaverio Glavani’nin 1724 tarihli anılarında tapınma yeri vazifesi gören kutsal ağacı Çerkeslerin Penekassan olarak adlandırdığını, Kodos terimi ile de Çerkeslerin yıldırım çarpmasıyla ölen insan ve hayvanların gömü yeri olarak kutsanan bir yeri adlandırdıklarını öğreniyoruz. Bizatihi ilahın kendisi değil, ki bu durumda şimşek tanrısı Şible oluyor, tapınma nesnesi, yani tanrının işaretlediği, yıldırım çarpmasıyla ölmüş insan ve hayvanlardır önemli olan (Главани К. Описание Черкесии // Северный Кавказ в Европейской литераиуры. С. 146-147).

Peysonel, XVIII. yy ortalarında Tuapse koyundan söz ediyor: “Kodoş açık bir koydur. Çerkeslerin Pangiassan’a saygı duyduğu gibi Abazinlerin saygı duyduğu Kodoş denilen meşhur ağaç bu koydadır. Yahudice Kodoş ‘kutsal’ demektir. Abhazların en büyük pazarı Kodoş’da bulunur”(Пейсонель III. де. Трактат о торговле на Черном море. // Северный Кавказ в европейской литературе. С. 185). XIX. yy’da Y.G. Veydenbaum da, Glavani’ye yaptığı yorumda terimin Yahudi kökenine işaret ediyor (Вейденбаум Е.ГЮ Примечание к сочинению К.Главани “Описание Черкесии” // СМОМПК. Вып. XVII. Тифлис / 1893. Отд. I.C. 172).

Kodeş toponimleri (Varyantları: Kodos, Kudoş vb.) Adige-Abhaz kültürünün Kuzeybatı Kafkasya’daki yayılımının bir nevi işaretidir. Taman’dan Abhazya’ya kadar (Abhazya dahil) rastlanır. Giovanni da Lukka’da 1629’da Taman’da Kudesçio burnunun adı geçer[Описание перекопских и ногайский татар, черкесов, мингрелов и гоузин Жана де Люка, монаха доминиканского ордена (1625) / Пер. П. Юрченко // Записки императорского Одесского общества истории и древностей. Т. XI. Одесса, 1879. С. 489]. Lukka’nın ve XVII. yy’ın diğer yazarlarının verilerine dayanarak 1692 yılında çizilen Nikolas Sanson haritasında Kudesçio (Cudescio) burnu tam da burada gösterilmiştir (Бесленей-мост Черкесии. Вопросы исторической демографии Восточного Закубанья. XIII- XIX. yy. Майкоп: “Полиграф- Юг”, 2009. C. 407).

Evliya Çelebi, Tuapse bölgesinde Kutasi kabilesinden söz eder. Bu etnonim, öyle anlaşılıyor ki, Kodoş toponimiyle ilgilidir. (Tuapse’ye bitişik Kodoş burnu). A.N. Genko, Çelebi’nin listesinden aşağıdaki Abaza topluluklarını ırmak adlarıyla karşılaştırmış: Aşagılı -Aş ırmağı kıyısında; Souksu -Şuyuk (Şuuk) ırmağı kenarında ve bunların iki konak ardında Kutasi kabilesi ve Kodoş adlı burunlar (Birisi Tuapse bölgesinde, diğeri ise Şapsuho ırmağı bölgesinde (Генко А. Н. О языке убыхов. Л., 1928. С. 236).

Çerkes-Abhaz sahilinde bunun gibi toponimler eşzamanlı olarak var olabilir, kelimenin kutsal koruları ve daha ziyade dinsel saygınlık atfedilen başka yerleri ifade etmek için kullanılıyor olmasının neticesi bu olsa gerektir. Gerçekten de eşzamanlı olarak, en azından XIX. yy’ın 30-40’lı yıllarında iki Kodoş vardı (Монпере Ф. Д. де. Путешествие вокруг Кавказа у черкесов и абхазов, в Кольхиде, Грузии, Армении и Крыму. Т.1. / Пер. В. М. Аталикова. Нальчик: Эль-фа, 2002. С. 183, 185). Safonov’un bir cümlesinde 2 burun yer alıyor: Kodos ve Kodoş (Сафонов С. Поездка к восточным берегам Черного моря на корвете “Ифигения” в 1836 году. Одесса, 1837. С. 24).

Bir de Kodoş nehri vardı (Bugünkü haritalarda Matrosskaya şçel (Matrosskaya yarığı–ç.n.) veya Matrosskaya uşçelye (Matrosskaya vadisi-ç.n.). Lyulye’nin listesinde Kodes ırmağı, Hatisov’da Kodoj, Kontes P.S. Uvarova’da Kadoş (Хатисов И. С. Отчет камиссии по исследованию земель между реками Туапсе и Бзыбь // Записки Кавказского общества сельского хозяйства. No 5-6. Тифлтс, 1867. С. 48; Кавказ. Абхазия. Аджария, Шевшетия, Посховский участок. Путевые заметки графинии Уваровой. Ч. П. Ь., 1891. С. 76).Seyyah Minas Mediçi’nin (Bjişkyan) Karadeniz tasvirinde Kodor, Kodoj olarak adlandırılmıştır: “Burada Kodoş adında kocaman bir ağaç varmış, ona tanrısal bir saygı gösterilirmiş, her sene hacılar ziyarete gelirmiş”. [Меликсет- Беков Л. М. Pontica Transcaucasica Ethnica (По данным Миная Медичи от 1815-1819 гг.). //СЭ. 1950. No 2. C. 169]. Abhaz-Adige mitolojisinin çağdaş araştırmacısı S.L. Zuhba, Kodor ağzında Kuadaş diye bir yer adı mevcut olduğunu belirtiyor (Зухба С. Л. Мифология абхазо-адигских народов. Майкоп, 2007. С.134).

Öyle görünüyor ki, Çelebi en batıda bulunan Abhaz kabilesini, sahilin bu kısmının en tanınmış noktası olan Tuapse’deki Kodoş burnunun adıyla adlandırmış. Diğer seyyahlar da bu Kodoş’u, Tuapse koyunda en iyi barınma imkânı sağlayan en iyi burun olarak tanımlarlar. Üstelik Tuapse adı bilinmez, koyu da kapsayan Kodoş ismi bilinirdi. F. Brunşu tespiti yapıyor: “Bu burun (Kodoş-S.H) tarafından korunan Tuapse, doğu kıyısının en iyi ikinci sınıf barınaklarındandır”(Брун Ф. Восточный берег Черного моря по древным периплами по кампасовым картам. //ЗООИД. Т.9. Одесса, 1875. С. 419).

Lukka, Tuapse Kodoş’unu Çerkesya’nın sahildeki sınırı sayıyor, ama bu Abhazya sınırı değildir. Kodoş’tan Abhazya’ya kadar 140 mil mesafe var, Çerkesya ile Abhazya arasındaki nüfus “özel prenslere tabidirler”. İşte tam da bu beyler ve bu sahadır Çelebi’de anlatılan: Adler’den Tuapse’ye kadar etnik olarak karışmış Abaza toplulukları, Abaza-Sadzlardan, Abaza-Ubıhlardan ve Abaza-Adigelerden müteşekkildi, Çerkesya’nın ve Abhazya’nın büyük prenslik hanedanlarına siyasi uzaklıkları anlamında gerçekten de “özel” prenslerle yönetilirlerdi. Tuapse’nin batısındaki Çerkes nüfus (Varyantlar: Nebug, Agoy, çünkü Çelebi Kutasi Abazalarına bir konak mesafedeki Çerkes halkından bahseder) Jane Çerkes beyleri tarafından yönetilirdi.

Deniz ve denizcilik terimleri

Tanınmış İngiliz dilbilimci, Paris Kraliyet Asya Cemiyeti ve birçok diğer bilimsel cemiyetin üyesi olup, aralarında “Mısır dilinin kökeni” gibi bir dizi eserin yazarı L. Loui (Loewe), Çerkes dilinin, seyyahlar, askerler ve denizciler için en çok gerekli kelimeleri içeren bir sözlüğünü yapmıştır(Loewe L. A. Dictionary of the Circassian Language, L., 1854. 89 p-s). Loui’nin sözlüğü iki kısımdan oluşur:

1) İngilizce-Çerkesçe-Türkçe;

2) Çerkesçe-İngilizce-Türkçe.

Loui’nin kitabında bizi yazarın özel bir ilgi gösterdiği deniz terimleri ilgilendiriyor.

Loui’nin sözlüğünde bulunan deniz terimleri Çerkeslerde gelişmiş bir denizcilik geleneği olduğunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Doğaldır ki, Loui’nin sözlüğü Çerkes denizcisinin ve tekne inşaatçısının terminolojik dağarcığının tamamını kapsayamazdı. Bu listeyi Çerkes dilinin modern ansiklopedik sözlüğü yardımıyla tamamlayalım: хы – deniz; хыбзыу – albatros; хыгу – denizin ortası; хыдзе – псыдз – su baskını; хыжьы – güney rüzgârı; хыкъу – yunus; хыкъум – göl; хыор – deniz dalgası; хыпсы – deniz suyu; хырыкl – denizaşırı; хысыдж – dalga sırtı; хыт1уалэ – körfez; хыуай – deniz fırtınası; хы-уалъ – deniz dalgası; хыч1э – deniz tabanı; хыу-liman, iskele; хы1ушъу – deniz kıyısı; къуашъо – sandal; гъурз – çapa; къухьэ – gemi, vapur; къухьап – gemi burnu; къухьакlэ – gemi kıçı; къухьэ1у -iskele; къыблэмамэ – pusula; дэхьап1э – giriş, iniş (ırmağa, denize); (Адыгабзэм изэхэф гущыалъ. Толковый словарь адыгейского языка. Составители А.А. Хатанов и З. И. Керашева. Майкоп, 2006. С. 65, 118, 220, 223-224, 448-449).

Denizcilik terimleri, uzun süre bu soruna eğilen yegâne çalışma olarak kalan L.M. Siyuhova’nın makalesinde yayınlanmıştır(Сиюхова Л.М. Из истории водного транспорта у черкесов в прошлом. // Ученые записки АНИИ. Т. XVII. Майкоп, 1974. С. 480-494). Yukarıda anılanlar hariç, Siyuhova’nın makalesindeki tüm listeyi burada görelim.

Заок1окъуашъу – galyot veya “askeri akın sandalı” (из словаря Люлье) (Люлье Л.Словарь русско-черкесский или адыгский. Одесса, 1846. С. 41). Чъыгзэкъокъуашъу -kütükten oyma sandal (из словаря Люлье). Жъуэ – kürek (Керашева З.И. Особенности шапсугского диалекта адыгейского языка. Майкоп, 1957. С. 101). Къошъобэш -kürek, Анезе – yelken (из словаря Люлье). Анезечыг – gemi direği (из словаря Люлье). Къошъол1ы -denizci er (из словаря Люлье). Кутлэ – liman (из словаря Люлье). Хыблыгу -koy, Къошъоч1эгъаз -dümen (из книги З.И. Керашевой) (Керашева З. И. Особенности…С. 106). Къошъомэзэжый – Deniz feneri (из словаря Люлье) Бэгъуаз – Liman. Жьыкъухь – yelkenli gemi. Къошъофы – Kürekçi. Къошъоджы – Kürekçi. Къошъошlы – sandal ustası. Хыдзелl – deniz savaşçısı. Хыцтуыкlь – hortum (из книги З.И. Керашевой) Хыбзыу – albatros. Псыгу – ada. Хыгъэхъун – deniz adası. Хыгъэхъунэныкъу – yarımada. Хыкъум – göl. Хытыку – sığlık. Хыуалъ – deniz dalgası. Хыlу – liman, iskele. Хырыкl – denizaşırı ülke. Къухьэтlысыпl – demirleme yeri (из словаря Люлье). (Сиюхова Л. М. Из истории водного транспорта. С.493-494).

(http://www.elot.ru)

 

Çeviri: Uğur Yağanoğlu

Diyalog Avrasya №40 journal da dergisi

Page 1: Diyalog Avrasya №40 journal da dergisi

40

номер Bahar 2014

TÜRKİYE’DE FİYATI

7.50

Зачем нужны частныешколы?Eğitimde

özel teşebbüs

niçin gerekli?

Ни одна из религий не оправдывает насилияHiç bir din şiddeti meşru görmez

Между правдой и вымыслом:

Тайны Айя-Софии Hayal ile gerçek arasında

Ayasofya’nın sırları

ЕжЕквартальный мЕждународный культурно-интЕллЕктуальный журнал Üç AYl IK uluslARARAsI DÜşÜncE vE KÜlTÜR DERgİs İ

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

Yeni_Altin_ilani_2014_21X30.pdf 1 24.02.2014 17:49

40

номе

р Ba

har

2014

Тайная любовная переписка

Hürrem ve Muhteşem Süleyman’ın gizli kalmış aşk mektupları

Роксоланы и Сулеймана Великолепного

Page 2: Diyalog Avrasya №40 journal da dergisi

İLKBAHAR-YAZ’14

ILKBAHAR / YAZ 2014

Page 3: Diyalog Avrasya №40 journal da dergisi

www.pierrecardin.com.trwww.pierrecardin.com.tr

Page 4: Diyalog Avrasya №40 journal da dergisi

Daha Fazla Moda, Daha Fazla Marka

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

AD_21x29,5_ilan_baski_.pdf 1 25.02.2014 13:37

Page 5: Diyalog Avrasya №40 journal da dergisi

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

AE_milliyet_DRG 21x29.5cm.pdf 1 2/26/14 4:22 PM

Page 6: Diyalog Avrasya №40 journal da dergisi

содержание

главная тема / dosya

Религия и насилиеDin ve ŞiDDet

актуально Güncel

Олимпийские игры в Сочи: Легко ли быть великим государством?Soçi Olimpiyatları: Büyük devlet olmak kolay mı?Эрдоган оздемир Erdoğan Özdemir 29

история Tarih

Тайная любовная переписка Роксоланы и Сулеймана ВеликолепногоHürrem ve Muhteşem Süleyman’ın gizli kalmış aşk mektupları 34

лицом к лицу yüz yüzE

Секреты математики раскрываютсяMatematiğin sırları bir bir çözülüyorВопросы задает: Эрдоган Йылдыз röpörtaj: Erdoğan yıldız 36

философия FelseFe

Сезоны души в древней китайской философииAntik Çin felsefesinde ruhun dört iklimiВанг Бо Wang Bo 40оБразоВание EğiTim

Зачем нужны частные школы?Eğitimde özel teşebbüs niçin gerekli?мустафа Бахар mustafa Bahar 46

Возможны ли преступления во имя религии?Din adına cinayet işlenebilir mi?фузули курбанов Fuzuli Kurbanov 10

Религия и политика в современном миреÇağdaş dünyada din ve siyasetалексей малашенко aleksey malaşenko 14

Радикализм и терроризм в Казахстане: Миф и реальностьKazakistan’da radikalizm ve terör: Efsane ve gerçekБахытжан сатершинов Bakıtcan Saterşinov 18

Ислам – религия мира и милосердияDin adına işlenen cinayetlerin vebaliм. фетхуллах Гюлен m. Fethullah Gülen 23

Page 7: Diyalog Avrasya №40 journal da dergisi

литература EdEBiyaT

Вневременность и современность поэзии: Тараса ШевченкоTaras Şevçenko’nun şiirlerinin zamandan bağımsızlığı ve zamanlılığıолександер Шокало Oleksandr Şokalo 50

ПутеШестВие GEzi

Плоды дружбы и взаимопониманияKarşılıklı dostluk ve anlayışın meyveleriмихаил Поздняков mikhail Pozdnyakov 54

Природа TaBiaT

Сарез - драгоценная жемчужина ПамираPamir Dağlarının değerli incisi: Sarez джамолиддин якубов Camoliddin yakubov 58

ПутеШестВие GEzi

Города, манящие издалека: УзбекистанHerkesi çağıran şehirler: ÖzbekistanХалит омер Чамджи halit Ömer Camcı 64

лицом к лицу yüz yüzE

Двуязычие не будет препятствовать развитию Кыргызского языкаÇift dillilik Kırgız dilinin gelişmesine engel değilВопросы задает: нурлан кудайбердиев - сейитбек идирисов röportaj: Nurlan Kudayberdiev - Seyitbek idirisov 68

история Tarih

Айя-София и легенды о нейAyasofya ve efsaneleriсулейман фарук Гёнджуоглу Süleyman Faruk Göncüoğlu 73

ПутеШестВие GEzi

Пещерный храм святого петра - памятник христианства в АнтакьеDünyanın ilk kilisesi: St. Petrus джозеф насех Jozef Naseh 79

мнение уЧеноГо ENTElEKTüEl BaKIŞ

Вчера деревенские мусульмане – сегодня новые горожанеDünün Müslüman köylüleri bugünün modern Müslüman aktörleriферхат кентел Ferhat Kentel 84

традиции GElENEKlEr

Цивилизация и кочевничествоMedeniyet ve göçebelikмъярмаарсюрен ууганбаяр myağmarsüren Uuganbayar 89

içindekiler

«Мое учение – это моя жизнь....»“Benim öğretim, kendi hayatımdan kaynaklanıyor” ростислав Борисович рыбаков / rostislav ribakov

Мосты мира и любви, объединяющие ЕвразиюAvrasya’yı birleştiren barış ve sevgi köprüleriанар / aNar

Нам удалось построить мост взаимопонимания в ЕвразииAvrasya’da karşılıklı Anlayış Köprüsü’nü kurmayı başardıkБорис мариан Boris marian

В сороковой раз «ДА»! / 40. kez evet, yani “da”тургай коджа / Turgay Koca

15-ый год Платформы диалог Евразия / DİYALOG AVRASYA PLATFORMU 15. YIL 92-127

Page 8: Diyalog Avrasya №40 journal da dergisi

6 весна 2013 • 40 нОМеР

Ровно сорок раз призыв к диалогу эхом отражался в странах и городах Евразийского региона. И всякий раз это обращение встречало все новые отклики. Выдаю-щиеся люди Евразии поддерживали призыв к миру, братству, любви, и каждый раз говорили ему – «DA» .

И разве это не обязанность всех, кто живет на одной планете, на одном континенте, находится в одной лодке; тех, кто носит гордое звание Человека? Именно интелли-генция и народы Евразии впервые в истории взяли на се-бя обязательства улучшить наш мир. А журнал «DA» сви-детельствует и будет продолжать свидетельствовать об этом историческом сближении.

Журнал «DA» («Диалог Евразия») всегда выступал за ди-алог и сотрудничество – благодаря им преодолеваются ба-рьеры предрассудков и возводятся мосты мира и любви.

Наш журнал публикует статьи на разные темы - о куль-туре, искусстве, географии, образовании, экономике, эко-логии; на сегодняшний день по многим вопросам, которые мы старались осветить, собрана подробная информация/

В новом номере журнал рассказывает о том, как враж-дебные силы искажают религии, выступающие за мир во всем мире и проповедующие любовь, терпение, прощение и толе-рантность, представляют их источником террора и анархии.

Также в этом номере мы приглашаем вас совершить пу-тешествие, в ходе которого посетим церковь св. Петра в Ан-такье и окунемся в таинственную атмосферу удивительно-го храма – Айя –Софии.

Отправившись на Дальний Восток, прислушаемся к сло-вам древних китайских философов о жизни и любви, ска-занных тысячи лет назад, и посмотрим на индийское кино, которое в последнее время приобрело поистине феноме-нальную популярность во всем мире.

Вместе преодолеем бескрайние пустыни и ближе позна-комимся с жизнью монголов - последних кочевников, чье общество, как и другие традиционные культуры, находит-ся под угрозой исчезновения из-за влияния глобализации.

Насладимся видом, открывающимся на Сарезское озеро с вершин Памира, а также заново откроем для себя клю-чевые пункты Шелкового пути, дошедшие до нас из глу-бины веков – Тараз, Самарканд, Бухару…

А еще поговорим о жизни и математике с ученым из Ка-захстана, который сумел решить сложнейшую математиче-скую задачу – одну из загадок тысячелетия, и познакомим-ся с вескими доводами известного педагога рассуждаю-щего о частных образовательных учреждениях.

В этом номере мы публикуем стихотворное объяснение в любви белорусского поэта Стамбулу. Благодаря источникам, дошедшим до наших дней, становимся свидетелями вели-кой любви украинки Хюррем Султан и Сулеймана Кануни…

Мы желаем вам приятного чтения и благодарим всех, кто вместе с нами в сороковой раз говорит «DA».

До встречи в следующих номерах!

Редколлегия

К читателям / ediTÖrÜn nOTU

Tam 40 sayıdır ülke ülke, şehir şehir bir diyalog çağrısı yankılandı Avrasya topraklarında ve her seferinde bir aksi seda ile kabul gördü bu çağrı. Avrasya’nın güzel insanları, barışa kardeşliğe, sevgiye çağıran bu eli tuttu ve her seferinde DA (Evet) dediler.

Aslında aynı gezegeni, aynı kıtayı paylaşmanın, aynı gemide bulunmanın ve insan olmanın gereği de buydu. Avrasya insa-nı ve entellektüelleri bu tarihi yürüyüşe öncülük ederek daha güzel bir dünya için, büyük bir sorumluluk aldı. DA dergisi, bu tarihi yakınlaşmaya tanıklık etti ve etmeye devam edecek…

Kültür, sanat, coğrafya, eğitim, ekonomi, ekoloji başta olmak üzere, birçok farklı konuda makaleler yayınlayan, dosyalar ha-zırlayan dergimiz, bugüne kadar onlarca meseleye ışık tuttu.

Dergimiz bu sayısında da hayati bir konuyu kapağa taşıyor. Tanımı gereği, barış, huzur, sevgi, sabır, af ve hoşgörüyü öğüt-leyen dinlerin; karanlık odaklar tarafından terörün ve anarşinin kaynağı gibi gösterilmeye çalışıldığı ya da bu şekilde kulla-nıldığı gerçeğini ve bu acı durumun nedenlerini uzmanlarıyla tartışmaya açıyoruz.

Bu sayıda ayrıca sizleri Antakya’da bulunan, dünyanın ilk kilisesi “Sen Pier”den alıp, dünyanın en muhteşem mabedi Aya-sofya’nın esrarlı dünyasına bir yolculuğa çıkarıyoruz… Ardın-dan Uzak Doğu’ya uzanarak, kadim Çin felsefesinin binlerce yıl öncesinden hayata ve sevgiye dair söylediklerine kulak verip, özellikle son zamanlarda dünya çapında bir fenomen haline gelen Hint sinemasına bir göz atıyoruz.

Oradan bir başka diyara geçip, küreselleşmenin tehdit ettiği kültürler arasında yerini alan, son göçebe toplum Moğollar’ın hayatına yakından bakarken uçsuz bucaksız bozkırları birlikte aşacağız.

İlerlyen sayfalarda Pamir Dağları’nın zirvelerine tırmanıp Sarez Gölü’nü seyre dalarak yola devam edip, İpekyolu’nun gözde şehirlerinden Taraz’ı, Semerkand’ı, Buhara’yı yeniden keşfe gideceğiz…

Rotamızı Kazakistan’a çevirip dünyanın problemlerine ma-tematikle çözüm arayan ve başka kimsenin çözemediği prob-lemlere sayısal çözüm üreten Kazakistan’lı deha matematik-çi ile matematiğe ve hayata dair sıcak bir söyleşi yapacak ve hazır matematiğe ve bilime değinmişken başka bir eğitimcinin dilinden de özel eğitim kurumlarının önemine dair önemli tes-pitleri okuyacağız…

Belaruslu şair Mikhail Pozdnyakov’un mısralarında İstan-bul’u seyredecek, Ukrayna’lı Hürrem Sultan’ın ve Kanuni’nin destansı aşklarını, kendi kalemlerinden okuyacağız.

Daha nice 40. sayılarda buluşmak dileğiyle keyifli okumalar…

Da Dergisi

Page 9: Diyalog Avrasya №40 journal da dergisi

Учредители imTiyaz SahibiВ тУрции: от имени ао «Фон да ажанс Хизм. сан. Ве тидж.» Эркам туфан айтав.В рФ: но «Фонд содейстВия разВитию центра Восточной литератУры российсКой госУдарстВенной библиотеКи»FOn da ajanS hizm. San ve Tic. aŞ. adına ERkAM TUFAn AYTAV

глаВный редаКтор: тургай коджа Genel yayın yÖneTmeni: TURGAY kOcAКоординатор общие пУблиКации: ибрахим СЕлЕк Genel yayın kOOrdinaTÖrÜ: İbRAhİM SELEkотВетстВенный редаКтор: иСмаил таС SOrUmlU yazı iŞleri mÜdÜrÜ: İSMAİL TASредаКтор рУссКой Версии: наталья тимофЕЕва rUSça ediTÖrÜ: nATALYA TİMAFEEVAредаКтор тУрецКой Версии: хандЕ Экшиоглу TÜrkçe ediTÖrÜ: hAnDE EkşİOğLUдизайн: мурат аджар TaSarım: MURAT AcAR

рЕдакторы отдЕлов ALAn EDİTöRLERİcоциология SOSyOlOji: умит мЕрич ÜMİT MERİÇ kУльтУра kÜlTÜr: джЕмаль ушак cEMAL UşAkЭКономиКа ekOnOmi: кадир дикбаш kADİR DİkbAş ноВости haberler: шабEн гюль şAbEn GÜL

конСультативный СовЕт DAnIşMA kURULUанар AnAR (азербайджан azerbaycan)

шЕрхан муртаза şERhAn MURTAzA, олжаС СулЕймЕнов OLcAS SULEYMEnOV, абиш кЕкильбаЕв Abİş kEkİLbAYEV, нурлан оразалин nURLAn ORAzALİn, мухтар шаханов MUhTAR şAhAnOV (КазаХстан kazakiSTan)

аСан ормушЕв ASAn ORMUşEV (Киргизия kırGıziSTan)

роСтиСлав рыбаков ROSTİSLAV RIbAkOV (российсКая Федерация rUSya FederaSyOnU)

халиль иналджик hALİL İnALcIk, кЕмаль карПат kEMAL kARPAT, ильбЕр ортайлы İLbER ORTAYLI, мЕтЕ тунчай METE TUnÇAY (тУрция TÜrkiye)

ответственность за статьи, опубликованные в журнале, несут авторы. yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir, dergiyi bağlamaz.

Управ. информационным отделом: шабEн гюль istihbarat ve haber bölüm Şefi: şAbEn GÜL

отдел маркетинга: СЕрвЕт балкач abone, reklam ve dağıtım: SERVET bALkAÇ ([email protected])

адрес Yönetim Yeri, İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Müdür AdresiTophanelioğlu cad. aygün Sok. altunizade Plaza, no: 4 altunizade-Üsküdar/istanbul-Türkiyeтел Tel: +90 (216) 339 90 25 факс Faks: +90 (216) 339 90 26

baskı: kristal ajans

ПрЕдСтавитЕльСтва TEMSİLcİLİkLER

тУрция TÜrkiye +90 (216) 341 21 41азербайджан azerbaycan +99 450 216 14 74белорУссия belarUS +375 293 260 286 КазаХстан kazakiSTan +770 155 052 62Кыргызстан kırGıziSTan +996 555 999 270молдаВия mOldOva +373 794 756 23таджиКистан TacikiSTan +992 918 784 243УКраина Ukrayna +38063 265 38 29Эстония eSTOnya +372 534 317 25

Türkiye’de fiyatı: 7.50 TL. kkTc’de fiyatı: 8.50 TL. yıllık abone bedeli: 28 TL. Öğrenciler icin: 25 TL. avrupa: 30 EURO abd: 35 USDabone hesap numaraları: asya katılım bankası a.Ş. Taksim Şubesi, TL: 100-186593-26 USD: 100-186593-27EURO: 100-186593-29. Posta çeki no: 1612101

Подписной индекс: 83156 Каталог пресса россиижурнал «да» зарегистрирован в министерстве по делам печати, телерадиовещания и средств массовых коммуникаций российской Федерации

Свидетельство о регистрации: пи i 77-5826 от 07.12. 2000 В россии и странах снг цена договорнаяжурнал «да» зарегистрирован в министерстве культуры, информации и спорта республики Казахстан. свидетельство о регистрации: 5878-ж

www.daplatform.org

Yazan: A.Kara

Neden deist oldum?, deizm nedir, deist, müslümandım, dinler, Tanrının dini yoktur, bana göre Tanrı, Yaratıcı, deizm, mizah, inancımı sorguladım, körü körüne inanmak, din olmasaydı, iyilik, inanç,
Haculaaar, hocalaaar, papazlaaar, rahüpleeer, inananlaaar, az inananlaaaar, psikoya bağlamuşlaaar, şamanlaaar, yahudüleeer, falanlaaar fülanlaaar, öncelikle belirtmek isterim ki bu yazıyı yazma sebebim size laf sokmak, sizden nasihat almak, din kültürü ve ahlak dersi almak yada diğer fesat antin kuntin şeyleri yapmak değildir. Sadece kendi hikayemi, içsel çatışmalarımı ve değişimimi anlatmaktır; günaha giriyosam giren çıkan bana sonuçta :) Tabi yaşadığımız ülkede çoğunluk müslüman olduğundan ve yetiştiğim aile de bu inanca sahip olduğundan yazacaklarımın gidipte peynire tapanlar hakkında olmasını beklemek garip olur. Fakat ben yinede biçok şeye değineceğim. Aslında bu yazıyı yazmaya başlayarak hata ettiğimi biliyorum çünkü bizim insanımız iki şeyi çok sever "Ağzından dini düşürmeyeni", bide "mazlum edebiyatını". Fakat kendimden ödün verecek değilim, bunu da yazıyor olma sebebim aslında biraz deşarj olmak, birazda yaşadıklarımı yaşayanlara yalnız olmadıklarını göstermek :)

1986 doğumlu biri olarak dinden sıyrılma yaşım 25 denebilir. Yani mevzulara bu yaşlarda ayıldım. Bu yüzden de aklım başıma 10 yaşımda geldi desem, 25 yaşıma kadar geçen 15 yılı tamamen zarardan sayıyo, boşa geçirilmiş, kandırılmış hissediyorum. Normalde her ramazan orucumu full tutar, mission complete yapardım. Cumalara gider, ara sıra 5 vakit namazlardan bazılarını da kılardım (sık olmamakla birlikte).Dinimi sorgulamam aslında tamamen yaşayıp yaşamakta olduklarım, dünyaya bakışım ve aile içi boktan durumlar sayesinde başladı (iyi ki de başladı babasını satayım).

Mike Tyson'ı düşün, karşısına da Kasımpaşa'lı Pakizeyi koy ve ortaya çıkacak kavgayı, curcunayı hayal et, işte çocukluğumdan beri öyle bi dalaşmanın içindeyim ki kafam olmuş Minotaur kafası. Bu ve diğer tüm zor zamanlarımda dua edip bişeylerin düzelmesini istedim yıllarca. Çok uzuuun yıllar, bilbo yüzüğü çaldığından beri diyelim biz ona. Neyse efem, öncelikle ardı ardına aparkatlar yemeye başladım:
- Allahım nolur bize huzur ver, aileme huzur ver dedim, işler dahada kötüye gitti, eskisinden de beter oldu yıllar geçtikçe seviye atladı resmen.
- Allahım nolur şu işlerim iyi gitsin dedim, 2 güne kalmadı kapının önüne koydular.
Tabi diğer yandan da nasıl daha iyi müslüman olurum diye uğraşıp Allaha yaklaşmaya çalışırken, bazı şeyleri fark edip, dini sorgulamaya başlarken buldum kendimi.
Yıllarca dikkat ettim, kimseye kötülük yapmasam da, dua etsem de hiç bişey değişmedi ve burada aklıma George Carlin geldi, "hiçbişey değişmeyecekse dua etmenin ne anlamı var ki?".Hatta öyle hissediyodumki son yıllarda, "Tanrım ne olur meteor düşmesin"diye dua etsem evimizin çatısına devasa boyutlarda taş düşücek de altında kalıcam diye korkar oldum. Tabi burada da klasik inanç sistemi giriyodu devreye "seni test ediyo, hayırlı olan bu demek ki, şükret, falan filan inter milan"


Ben önceleri ateistlere, deistlere yada müslüman olmayan herkese karşı internette yardırıyodum diyebilirim; yani biri din aleyhine bir şey dese ona demediğimi bırakmazdım yada "aptal bu" der küçümseyerek bakardım. Şuan bana atılmakta olan bol küfür ve hakaretli yorumlardaki inançlı tiplerden biriydim yani eskiden bende. İnancımı sorgulamaya başladığımda aslında kendimin bile bunu düşünmeye, sorgulamaya totosu yemiyodu diyebilirim :) O yüzden çevrenizdeki bi çok insandan duyduğunuz şu cümlelerle geçiştiriyodum kuşkularımı "yok ya o öyle demek istememiştir" , "o ayet yada hadisin öyle olduğuna inanmıyorum" ve diğer türevleri. Kendimi sorgulamam, içine düştüğüm koca boşluktan çıkmam 4-5 yıl kadar sürdü, düşünmek ve araştırmaktan uykusuz kaldım çok uzun zaman. Aslında sorguladıkça ve sorgulamaktan korkmadıkça bazı şeyleri daha kolay fark edip korkuyu bi kenara bıraktım.

Hocalara baktığımda hepsinin farklı konuştuğunu görüyodum, buda "o apaçık bi kitaptır"ayeti hakkında ister istemez düşünmeye itiyodu beni. Apaçık bi kitap ama bu işe yıllarını vermiş din alimleri bile sürekli tartışma içindeler, biri A diyo biri B, apaçık bi kitapsa daha bu adamlar bile anlayamıyoken bizlerin onu doğru anlayabilmesi beklenebilir mi? Apaçık bi kitap ama en iyi araplar bilir :) Hatta tam olarak anlayabilmek için günümüz arapçası bile yeterli değil.

Neyse ne, sonra cebimdeki 3 kuruşlarla günlerce kevaşe gibi yaşayıp hayatımı sürdürmeye çalışırken b-k gibi paranın içinde harlem dansı yapanları, audisi ile kornaya basıp "kenaraya kaysana ulen"diyip jaka satanları, milyon dolarlık evlerde g-tünü devirip hiçbişey yapmadan yat kalk yapanları, yani durumları çok daha iyi olanları fark ettim. Burada b-ktan bişeyler dönüyodu. Eşitlik neredeydi!
"İstediğine verir istediğine vermez", "böylesi daha hayırlı demek ki", "parası vardır ama mutsuzdur belki (he yav he, her parası olan mutsuz zaten klasik fakir edebiyatı)" gibi sözlerle avunmak yeterli gelmiyodu bana. Eşit olarak salınmadıysak eğer bu dünyaya, bu kadar uçuk farklılıkların arasında, bu adamların b-kunu temizleyerek yaşamanın neresi mantıklı ve adaletliydi ki...

Bi ara özellikle çevremi sentezliyim dedim, hani kim nasıl, kim napıyo, belki acabalardan falan kurtulurum, evime gidip "Nolur beni cehenneme atmaaa"diye korkuyla yalvarırım diye (ama o merhametlidir).Neyse, herkesi güzelce bi süzmeye başladım (gözleriyle yemek anlamında değil); dedikodu yapanlar, namazdan çıkıp g-te bakanlar (herkes öyle demiyorum), gösteriş yapanlar, ibadetle bile ego tatmini yapanlar, şovmenler, fesatlar, arkandan konuşanlar vs... Ahlak'ın dinle olmayacağını hep düşünürdüm zaten, fakat bazı şeyleri görüp yaşadıkça iyice kesinleştirmiş oldum. İnanınca otomatikman insana ahlak download edilip yüklenmesi saçma olurdu zaten. Tamam insanlar 4/4lük değildir, fakat bu insanların yinede bizlerden farklı, daha iyisi olması gerekmez miydi?

Akabinde Filistin'de ölen müslümanlara, Suriye'de katledilen insanlara ve Afganistan'daki zulümlere döndü gözüm (intihar saldırısı yapan, tekbirle kafa kesen mübarekler de gözüme çarpmıyo değildi; tabi onlar müslüman değildir canım, bunlar hep Amerikanın oyunları).Ne zaman baksam ölüyolarda ölüyolar, ölüyolarda ölüyolar, başları sürekli belada, bomba, kurşun, kan,ezilme, bezgin bi hayat (onlar için üzülmediğimi düşünmeyin, vicdan sahibiyim).
Peki bu yüzbinlerce insanın hiçbiri mi dua etmiyodu, hiçbiri mi doğru insan değildi lan? Birinin bile duası kabul olmadı mı katliamların durması için. Eğer bunca müslümanın duası bile işe yaramıyosa ne anlamı vardı Tanrıya dua etmenin? Havaya, karaya, dağa taşa yada herhangi bişeye dua etsen sonuç yine aynı olacaktı, loto oynamak gibi. Eğer gönderdiği dine inananları kollayan bi Tanrı varsa, onun insanları hiçte umursamadığını, geriye yaslanıp bişeyler çizerek bizi izleyip eğlendiğini düşünmeye başlamıştım artık.

deist, deizm, deizm nedir, din, din olmasaydı, dinler, inancımı sorguladım, inanç, islamiyet, körü körüne inanmak, mizah, müslüman, Neden deist oldum?, safsata, Tanrının dini yoktur, Yaratıcı,

Düşündükçe daha birsürü şey dank ediyodu kafama. Mesela doğduğun yerin önemi. En basiti Türkiye'nin %99u müslüman diyorlar dimi (biraz abartı ama olsun), şimdi sıkıntı şurada. %99u müslüman bi ülkede doğduktan sonra Hristiyan olma ihtimalin % kaçtır? %2 mi?
Ne alaka falan diyen varsa kendini camdan aşağı atsın, bal gibide alakası var. Doğup büyüdüğün kültür, daha küçükken sana anlatılan ve inandırılan ve ülkede egemen olan din. Doğal olarak senin bu kadar kalabalığın ve kafası doldurulmuşluğun içinde başka dini seçmen yada sorgulaman düşünülemez bile; çünkü seninki hak din, onlarınki ise yalan dolan dini.
Halbuki Hindistan'da doğmuş olsaydın sana ufakken "söyle bakıyım oğlum: Allah!" demeyeceklerdi, çocukluk hayatın boyunca bu cümledeki Allah yerine sana "Krishna" dedirteceklerdi. Yani o inançla, doğuştan Hindu olarak büyüyecektin.
Malta adasında doğmuş olsaydın orada sonradan müslüman olma olasılığın kaçtı? Bişey diyim mi, aynı, yine %2 falan, hatta dahada düşük. Çünkü oradanın da kültürü ve toplumsal yapısı, din sistemi kendi elindeki insanları tutacak şekilde sürmekte. He şöyle diyebilirsiniz (nasılsa benim tuzum kuru hesabı),"iyide kardeşim, göz var, ağız var, okusalardı da inansalardı".Çakaaal :) Tabiiii yaa tabiii, adamında işi gücü yoktu birden bire senin inancına merak saracaktı dimi :)
Niye sen hiç diğer dinlerin kutsal kitaplarını okudun mu? "Olur mu canım ne gerek var ben inanıyorum zaten".Lan iyide onlarda inanıyo zaten, sıkıntı orda; durduk yere neden gelipte senin dinini incelesin adam. Onlara görede onların dini doğru. Herkese göre kendi dini hak din zaten, sadece bizimkilere göre değil yani :) Houston'da doğan birinin barda birasını tokuşturup pazar günleri günah çıkartmaya gitmesi onlara göre doğru sana göre yanlış.

Sürekli merhametli olduğunu söylerken bi yandan da beni ateşlerin içinde kebap yapacağını ve çeşitli acılarla bunu süsleyeceğini anlatan, kendisinin ibadetimize ihtiyacı olmadığını söyleyen ama her duada onu yücelten, öven sözlerin bulunduğu bi Tanrı / Yaratıcı inancı kafama yatmıyodu. Eğer bir Tanrı varsa ve dinleri microsoft'un yeni windows sürümlerini çıkarttığı gibi piyasaya sürüyosa, burada arada kalan insanlar ne olacak? Onların suçu ne :) ? Tıpkı windows 10 çıktığında windows XP kullanan herkesin gidip onu alamamış olması gibi.
Fakat hayır, bir din çıkıyor, kitabı iniyor, sonra tekrardan yeni din ve yeni kitap geliyor, neden? İstese tek seferde tek din ve tek kitap işini yapamaz mıydı çünkü ne istese hemen yapabildiğine inanılıyor; neden insanları bunca şeylerle uğraştırdı, din savaşlarının ve çatışmaların içinde kan akıtmalarına sebep oldu? Savaş ve ölüm eğlenceli miydi? Tanrının dini olmazdı bana göre; bunları da aklım hiç almıyo, hiç mantıklı gelmiyodu.


Sonrasında huri akımı başladı birdenbire, maşallah. Tüm hocalar hurilerden bahseder oldular, taki cennette gidecek adamın tenasül huzuvlarına (pipiler), 1 adama 75 huri verileceğine kadar. Bu ise zaten inanmama yoluna girmiş olan beni bayır aşağı yuvarlayıp ivme kazandıran şeydi. Dünyada günah ama orada serbest miydi? Hemde 75 huriyle? Enteresan, çok enteresan, bayağı bi enteresan...

Türkçe mealleri okuyunca bazı şeylerin değişeceğini sandım ama ayetlerde ise beynimi keşküle çeviren, gece 4 lere kadar araştırıp okumaktan bilgisayar ekranında mala bağlamama sebep olan şeyler vardı (yine o apaçık bir kitaptır ayeti geliyodu aklıma, çünkü çelişkide kaldığım her ayet hakkında farklı farklı, apaçık olmayan görüşler vardı).
En basiti Enam-108 de "Allahtan başkasına tapanlara sövmeyin" diye emredilirken, Araf-179, Furkan-44, Tevbe-28, Bakara-65, Maide-60, Cuma-5, Araf-176 gibi ayetlerde farklı inançda olanlar ve inanmayanlara "hayvan, hayvandan daha aşağı, eşek, köpek, domuz, pislik, maymun"gibi sövülüyodu. Burada aklıma bazı sorular geliyodu:
1) Tanrı sövebilir miydi?
2) Sövmeyin diyip sövmesi çelişki değil miydi?
Savaşta ele geçirilen kadının ganimet sayılması ise başka bi karışıklıktı. Yine kendimi teselli edememiştim.

Çocukluğumdan beri aklıma en çok takılan şeylerden biride şeytandı. Çoğu dinde olduğu gibi insanları cehenneme götürmek için görevlendirilmiş, bizimle makara kukara yapıp, oynamasına, aklımızı çelmesine izin verilmiş, bariz bizden daha üstün bi varlık :) Hayat zaten yeterince zordu, neden bize karşı birde şeytan denen düşman yaratıldı ki, bunun için teşekkür mü etmeli bilemedim. Bana sorarsanız şeytan diye bişey yok, asıl şeytan her haltı yiyip "şeytana uydum" diyip suçu şeytana atarak kurtulmaya çalışan insanlar...

Dinlere şöyle bi baktığımda çoğu dinde diğer dinlere karşı düşmanlık beslendiği aşikardı. En basiti Noel bayramı gelirken Kadıköy'deki camiye yazılan "Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır, sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır"ayeti gibi, yada musevilere göre müslüman öldürmenin günahı olmaması gibi diyelim. Yani aslında hepsi insanları bölüp birbirlerine karşı düşmanca şeyler beslemelerine sebep oluyor.
Fakat insanımız böyle işte, yabancı uyruklu birine aşık olunca, yada cüppeli Ahmet gibi fenomen olup tvlerde çıkmaya başlayınca "nolcak canım o ayet öyle demek istemiyo, evine girer çıkarım ziyarete giderim ne olcak" tarzında kıvırırlar. Halbuki ayet çok açık, dost edinmeyin diyo. Herkesin dininde ve kitabında buna benzer söylemler var. Bu da = bölünmüşlük, zamanla düşmanlaşma, savaş, kan, ölüm, bomba ve gözü yaşlı anne-çocuk demekti...

Fakat dediğim gibi herkes işine geldiği gibi anlıyo dinini, kendine göre çekip çeviriyo :) En basiti şuan İran'daki, Suriye'deki müslümanlarla ülkemizdekilerin çoğu birbirinden çok farklıdır. Onlarda yüzü, bacağının ucu göründü diye kadına kezzap atar, değersiz köpekmiş gibi davranırlar, bizde yapılmaz. Adam asarlar, göze göz, dişe diş usulü kol bacak keserler (şeriat kanunları), bizde uygulanmaz. Çünkü toplum ne şekilde geldiyse ve gelenekleri kültürel yapısı neye yön veriyosa inançlarıda ister istemez ona göre değişmeye, şekillenmeye başlıyor. Dinin herkes tarafından bu kadar farklı anlaşılıp yaşanması bile aradığım biçok sorunun cevabıydı aslında.

Neden deist olduğuma gelirsek en büyük sebebi bir yaratıcının varlığına inanıyorolmamdır. Fakat bu yaratan nedir, nasıl bişeydir, yüce bir varlık mıdır, saf enerji midir, yada aklımın alamayacağı bişey midir onu bilemem (ki buda aklımın almadığının göstergesidir).
Fakat yaratan bi güce inanıyorum diye "sınav için dünyaya geldik"klişesine takılamam, bu mudur yani, bunca şey sınav için mi. Yani yaratanın canı sıkılmış demiş ki "du bakam, insanlar yaratayım, şuraya da az dağ koyayım, azda suuuu, heh tamam, şimdi şeytanıda salayım orayaaa, oda tamaaam, azıcıkta felaket falan ekleyeyim update çıkartıp, şu karşıki dağlara da biraz cenderme ekleyeyim, oda tamamdır. Aklıma bir fikir geldi: İnsanları neden sınava tabii tutmuyorum?" Neden sınava tabi tutulalım durduk yere? E hal böyleyse bizi yaratmaması bizim için çok daha iyiydi :)

İyilik kavramı üzerinde de bolca düşünmeme neden oldu. Cüppelinin de dediği gibi "bu kadar müslüman nasıl duruyo sanıyosun, bunca korkutan ayet, hadis olmasa nası başa çıkacaz? (cehennemler, kalbe kadar yakan hiç durmayan, normal ateşten bilmem kaç kat güçlü ateş, 5.seviye ateş topu fırlatan eden zebaniler falan)".Hatta birisi diğerine kötü bişey yapsa, ne derler genelde "sende hiç mi Allah korkusu yok?".İnsanın iyi olması için cehennemden yada Tanrıdan / Yaratıcıdan korkması mı gerekir? Bu durumda samimi iyilikten, gerçek ahlaktan bahsedilebilir mi? Hiç zannetmiyorum. Korktuğu için sevmek, bişeylerden korktuğu için iyi olmak yerine iyi olmak için iyi olurum ben. Mecburiyet hissettiğimden değil, iyi olmayı daha mantıklı ve insancıl bulduğum için iyi olurum; huriler yada nuriler alacağım diye de iyi olamam. Bence iyilik dediğin şey, saf olmalı, içten gelmelidir. Keza ahlakta dinlerle gelmez insana, inanana gökten ilahi bi güç tarafından ahlak yüklenmez. Hayvana, insana tecavüz etmenin, şiddetin ve birçok kötü şeyin ahlaksızlık olduğunu kavramam için bana bir din gönderilmesine gerek yok.

Yazımı bitirirken belirtmek isterim ki tüm inançlara, farklı dinlere sahip herkese saygım var, ama onların bana duyduğu saygı kadar var. Sanal ortamda bize ağıza alınmayacak küfürler yağdıran yada inancım değişti diye beni yok sayan insan benden değil saygı, neticemi bile göremez. Bunun dışında herkesin inanma özgürlüğüne saygım var, zaten en başta kendi ailem ve sevdiğim insanların çoğu müslüman, yani neden ve niye onlara karşı olayım ki? Benim derdim insanların ibadetleri yada inançları ile değil, inançlarının başka insanların hayatına müdahale edip etmemesi, başkalarının hayatını karartıp karartmaması ile.
Keşke dinler hiç olmasaydı, böylece binlerce yıldır insanlar ölmez, gruplaşmazlardı...
Böylece neden deist olduğumu anlatmış oldum (siteye uğrayan mı var babasını satayım? Zaten 3-5 kişi uğruyodu, şimdi bu yazıdan sonra alınganlık gösterip kimse gelmez artık:)).O değilde sırtım çürüdü, parmaklarım gemlik zeytini gibi oldu, bu ne lan yaz yaz bitmedi, vay sakalıma, vay posedionun bişeyleri adına, bu ne ya öldüm öldümmm, kısalta kısalta yazdım yinede kafam kadar yazı oldu... Aranızdan kaçarken sizlere sevdiğim bi sözle veda ediyorum (nan okuyan yoktur ya buraya kadar, neyse):

“Benim ülkem dünyadır, tüm insanlar benim kardeşimdir, iyiyi ve doğruyu yapmak benim dinimdir.”
Thomas Paine

Yazının diğer serilerini okumak isteyenler aşağıdaki bağlantılara tıklayabilir:

Neden Deist Oldum 2 

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.