adam fawer improbable ebook / empati adam fawer 94CA80D2E9C0D7A06FE68FBDFD9E4 Empati Adam Fawer - PDF Ücretsiz indirin

Adam Fawer Improbable Ebook

adam fawer improbable ebook

Olasılıksız

Olasılıksız - Adam Fawer

Kitap Türü:Yabancı Romanlar, Bilim Kurgu, Gerilim, Gizem, MaceraOrjinal Adı:ImprobableÇeviren:Şirin Yener

Puan Tablosu

Arka Kapak Bilgisi

Olasılıksız Özet

Geleceği görebilen birini yakalama olasılığınız ne kadardır?
David Caine Olasılık üzerine uzmanlaşmış bir eğitim görevlisidir fakat en zayıf noktası kumar tutkusudur. Olasılık teorilerini kullanarak her zaman kazanacağını düşünür ve son oyununda da kaybetmesi imkansıza yakın olduğu için oldukça yüklü bir miktar ile oynar. Tabi kaybetmesi imkansıza yakın olmasa da o ufacık olasılık gerçekleşir ve kendini Rus mafyasına binlerce dolar borçlu halde bulur. Dahası beynindeki sorun nedeni ile sürekli nöbet geçirir ve sonunda işini de yapamaz hale gelir. Bunun üzerine deneysel bir tedavi teklifi alır fakat şizofreni olasılığı nedeni ile çekingen davranır. Kardeşi Jasper da şizofrendir ve sürekli bunun ne kadar korkunç olduğunu anlatır. Fakat Caine başka yol olmadığını bilir ve ilaçları kullanmaya başlar.

CIA ajanı Nava Vaner gizli bilgileri diğer gizli servislere satarak geçimini sürdürür. Fakat son satışında işler ters gider ve dahası CIA’den NSA’e zorunlu göreve tayin edilir. Kore gizli servisine değerli bir bilgi sağlayamazsa öleceğini bilir ve bu yüzden NSA’in bilgisayarlarında işine yarar bilgiler arar. İşte o anda Dr. Tversky’in araştırmasını görür. Fakat doktorun araştırmasında gözü olan bir tek o değildir. Emekli olması kaçınılmaz olan ve emekliği için bu araştırmanın patentini almak yada çalmak isteyen NSA’in başkanı Forsythe de bu bilginin peşindedir.

Dr. Tversky insan beynini geliştirerek geleceği görülebileceğini daha doğrusu çok büyük bir olasılık ile tahmin edilebileceğini düşünür. Bunun içinde ona aşık olan öğrencisini deney olarak kullanır. Fakat son denemesinde işler ters gider ve kız ölür. Fakat ölmeden önce doktora olacak her şeyi ve yapması gerekenleri söyler. Doktor kızın bedeninden hemen kurtulur ve yapması gerekenler için işe koyulur.

Doktorun ortadan kaybolması ve dahası deneyinde ölmesi ile herkes Caine’in peşine düşer. Fakat Caine diğer kızdan çok farklıdır. Daha nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde olacak olanları film şeridi gibi görebilmektedir. Tek yapması gereken kendisinin seçtiği geleceği yaşamaktır. Bu şekilde bir patlama sırasında hayatta kalırken de bu yeteneğini kullanır ve bu olay sayesinde Nava ile tanışır. İkisi birlikte kaçmaya başlarlar fakat peşlerinde hem FBA hem de NSA ajanları vardır.

Nava ilk başlarda olanlara anlam veremez fakat Caine’e tamamen güvenmeye başlar. Nasıl olduğunu bilmese de onun dedikleri harfiyen olur. Peşlerindekilerde şans olarak adlandırdığımız bu kadar ufak olasılıkların nasıl olduğunu kavrayamadan onların peşinden gitmeye devam ederler.

Caine ilk olarak tüm bunların şizofreni sonrası kendi hayal gücünün yarattığına inanır. Bu yüzden tecrübeli olan kardeşi ile konuşmaya karar verir. Kardeşi ona olanların gerçek olduğunu ve beyninde geçenleri detaylı bir şekilde anlattığında Caine artık kaçmanın bir anlamı olmadığına karar verir. Gözlerini her kapattığında geleceği görür ve kaçmanın bir faydası yoktur. O da daha yakalanmadan mükemmel bir kaçış planı hazırlar. Eğer olma olasılıkları yüksek olan tüm tahminleri gerçekleşirse hayatta kalacaktır. En ufak bir şansızlık yada olasılıksızlıkta ise hayatı sona erecektir.

Her şeyi tamamladığında koltuğuna oturur ve peşindekilerin onu yakalaması için beklemeye başlar. Peşindekiler buna anlam veremeseler de sonunda onu yakalamanın mutluluğu yaşarlar fakat her şey ondan sonra başlar. Bazıları mektup alır, bazıları telefon, bazıları ise sadece sesi dinler. İmkansız olduğunu düşündükleri tek tek gerçekleşir. Kusursuz bir kaçış planı uygulamaya konmuştur.

Olasılıksız Konusu

İnsanoğlunun hayata dair bir çok surusu vardır ve genelde cevaplar sürekli felsevi söylemlerde mevcuttur. Fakat hayatta açıklanamayan bir çok olasılık vardır. Düşündüğünüz insan ile birden bire karşılaşmanız, birilerinin şans oyunlarını kazanırken sizin kazanamamanız, birşey yaparken içinizden bir hissin size ne yapacağınızı söylemesi, arada sırada deja vu tarzında hissetmeniz ve buna anlam verememeniz, rüyanızda gördüğünüzü gerçek hayatta bire bir yaşamanız yada rüya mı gerçek mi diye karıştırmanız.

Adam Fawer’in Olasılıksızromanı içinde tüm bu soruların ve benzeri soruların cevabını bulunduruyor. Hayatta şans yada olasılık olarak adlandırdığımız yaşanmışlıkları bilim, felsefe ve gerçeklik ile harmanlayıp size hayatı anlatıyor.

Olasılıksız Soruları ve Cevapları

Olasılıksız kimin eseri?

Adam Fawer

Olasılıksız türü nedir?

Yabancı Romanlar, Bilim Kurgu, Gerilim, Gizem, Macera

Olasılıksız kaç sayfa?

Olasılıksız Yorumları

şahane bir kitap okunması gereken kitaplar arasında geliyor herkese tavsiye ederim pişman olmazsınız

mükemmel bir kitap mutlaka okunması gerek

şuana kadar okuduğum en mükemmel kitap.içinde herşeyden bir parşa var sizden bile mutlaka okuyun

olasılıkları anlamamızı kendimizi büyük bir boşluktan çıkarmamızı sağlayacak tek funduszeue.infori desteği funduszeue.infoa okuyun kendinizi keşfedip,iyileşfunduszeue.infoında hayatta ne çok olasılık varmış okuyun ve yolunuzu bulun..

şahane bir kitap hayatımı değiştirdi

bu kitabı daha once okudum çok ıyı bır kıtap tavsıye ederım

Hayatımda okuyabileceğim en etkili kitaptı eğer kitap okumayı bilgi edinmeyi seviyorsanız mutlaka okuyun okumazsanız gerçekten bilgi bakımından çok şey kaybedersiniz

Çok güzel bi kitap

Çok hoşuma gitti şiddetle ve dayakla tavsiye ediyom

mükemmel bir kitap
kusursuz bir kurgusu var okuyan hiç kimse pişman olmaz empati kitabın da tavsiye ederim aynı mükemmellikte

Neda Topaloğlu •

Mükemmel
hayatımda hiçbir kitabı trafik ışıklarının yeşile dönmesini beklerken açıp okumadım OLASILIKSIZ'ın dışıfunduszeue.info bir funduszeue.infoşladınız mı bırakamayacaksınız

okuduğum ve okumakta zorlanıp aylarca elimde sürünen tek kitap, tek kelimeyle berbat. zaman kaybı.

şahsen kimseye okumalarını tavsiye etmemm

gerçekten kitabı sırf okumak için okumadıysanız hayat felsefenize dair birçok değişimlerin farkına varacaksınız

öncelikle 13 yaşında olduğumu belirtmek funduszeue.infoe güzel,okunası bir kitap arıyordum ve adam fawer'in yazdığı bukitabı almaya karar funduszeue.infoar çok güfunduszeue.infoe beklentilerim yüfunduszeue.infoım,funduszeue.infoçekten güzeldi ama teorilere dayalı bir funduszeue.infoında fizik görmeyen bunu anlayamaz-ki ben ortaokuldayım-o yüzden en azından lise de olmanız funduszeue.info çoğu bölümü 2 kez okudum anlamak için

Bu kitap benim için şahaneydi kitaptaki bazı yerlerde maceralar vardı sanki bi ara kendimi dizi setinde sandım harika bir kitap herkesin okumasını tercih ediyorum okumak için lisede olmak gerekmiyor sadece kafa yorun yeter anlayacağınızdan eminim :)

baştan sona güzel ve akıcı neden filmini yapmamışlar anlamadım yada yaptılar da benim mi haberim yok

Dmt •

bence süper ötesi insan kendini alamyo sonu cok iyi ya

ya kitabin sonunda ne oluyo kisaca kitabin sonunu yazacak biri varmi cok acill lazm lutfeeeennn

ben daha okumadım ama güzel bir seye benziyor

HAYATTA HİÇNİRŞEY İMKANSIZ DEĞfunduszeue.info OLASILIK DERECESİ DÜŞÜKTÜR.

bence tam manasıyla muhteşem bir roman tüm sağlıkçılara okumalarını tavsiye ediyorum özellikle beyaz melekler olan tüm hemşirelere:):)

SÜPER Bİ KİTAP

süper çok işe yaradı teşekkürler

Harika lan Oha aşık oldum anlar resmen

Daha okumadim ama ayni yazarin empati kitabini okudum bu adam gercekten siradidi

güzell bi kitap okuyun çekinmeyin

yav insanın sonunun hemen gelmesşini istiyor sanki sonunu çok uzatmışlar yav :/

ben aslında çok seçiciyimdir ama okuduğum en güzel kitaplar diye bi liste hazırlarsam ilk sıraya bunu koyabilirim ilk başta olayları birbirine bağlayamadım ama daha sonra hepsi birbiriyle ilişkilenince her satırı daha heyecanla okudum hatta hiç bitmesini istemedim hele o son cümle bende öyle bi his bıraktıkiii üzerinden ne kadar süre geçerse geçsin bend eiz bırakan nadir kitaplardan. kesinlikle okunmalı çok şey kazandırır :)

Simdiye kadar okudugum en harika kitapti. 1 sene falan oldu okuyali. Son cumlesini hala hatirlarim. Beni cok etkilemisti gercekten. Kurgu cok dahiyane, dili zaten akici. Bu kitabi okumadan ölmeyin derim.

Tuğba Aydın •

kitap muhteşem bir zekanın ürünü bilim kurgu gibi bişey ama süpper the best ever

Mükemmel ötesi bir kitap herkeze şiddetle tavsiye ederim.

mukemmel bir kitap, okunmasını kesinlikle tavsiye ederim

Bencede muhtesem kaptirip gidiyorum kendimi daha bitirmedim ama yyariladim nerdeyse bitinjede tam yorumumu yazicam Adam Fawer muhtesem yazmis

TäzeGül •

özetini okudum güzel bir kitap ve bu kitabı alıcam

Bruce almighty filmi gibi. Sadece zeki bir adamın kitabı. Aşırı fantastik

Kitap güzel. Birde genel konulari takip edenler kitapin iceriklerini yasanan hikayelerle ve bilimsel denemelerle karsilastirn % 3 unu kullanabildiginiz one surulen beyni zorladgmzda neler yapabileginizide dusunun ama siz oyle degiliz ne tutyururlarsa :) peki kitapta okuduklarinizi yapabileninsanlar yokmu sizce ?

Kitabı bitirmem bu gune kismetmiz gercekten mukemmel bir kitap insanın ufkunun genislemesini saglıyor gerckten herkese tavsiye ederim.

Söylenecek söz bulamıyorum

kitabı dün bitirdim ve bi an bittiğine üzüldüm :( gerçekten sürükleyici bir kitap kesinlikle tavsiye ediyorum

şimidye kadar okuduğum 10 kitaptan funduszeue.info

Gerckten sahane bi kitap yaa askk oldum cok surukleyici yazarini tebrik ediyrm

kitabı daha bitiremedim ama süper bir kitap gibi görünüyor

kitabı çok beğendim ama içinde çok matematik var yeterrrrrrrrrrrrrrrrrr

Veee bitti cok uzuldum yaa ama grrcekden soz bulamiyorum bemcede cok zeki bir adamin yazabilecegi bir kitap bu lesinlille tavsiye ediyorum bilmedigim cok seyi ogrendim kitap sayesinde
Kesinlikle tavsiye ediyorum:)

TäzeGül •

tek kelime ilemukemmel bi kitapppp!

mükemmel bence düşündüren ve devasa bir romann

bu kitaba 2 defa başladım beğenmedim için bıraktım ama lisedei biyoloji hocam oku çok güzel bir kitap dedi etkileyici dedi ben de okudum çooook beğendim halada etkisi deyim kitap sayesinde merak ettiğim herşeyi öğrendim her kese tavsiye ediyorum

film gibi bilim kurgu macera roman :) okuduğum en iyi roman

iyrenc guzel roman inanilmaz biwey ben bile kitap okumazken elimden salamadim bu kitapi

süper
bence herkes okusun

hayatımda okuduğum en güzel kitap sayfa olmasına rağmen ne ara bitti dedim

kitabın mekanı neresi ?

hayatımda ilk defa bu kitabı okuyacağım 22 yaşındayım ve birçok kitap verdiler okumamam 1 dk bile sürmedi tam bir akıl oyunu beni bire bir beni yansıtıyo yanlızlıgım bu kitap üstüne kurulmuştur.. yusuf demirkıran

kusursuz bir kitap. filmi yapılmalı bence. 👍

bu kiyabı butun insanlara tavsiye ediyorum

müthiş bir kitap ya hasta oldum varya rtik hergün 30 sayfa ilaç niyetine aliyorum müthiş ya

bu kitabı okuyana kadar bir kitabı iki kere okumanın cok saçma olduğunu düşünürdüm

kitaba yeni başladığımda olayları ve kişileri anlamsız bulmuştum. hatta bu düşüncemden dolayı bir süre okumaya ara verdim. ve bugün kitabı bitirdiğimde kendime kızdım. " ne kadar önyargılı davranmıştım." kurgu konusunda yazara hayran kaldım. birçok bilgi, felsefe, bilim, strateji, dedektiflik hepsi bir arada ; hayata dair muhteşem bir "konu" ele alınmış. kesinlikle okumanızı tavsiye ederim, bir şey kaybetmeyeceğiniz gibi , yeni fikirleriniz farklı açılarla size yeni yelkenler açacak
bu senaryodan şahane bir film yapılır

yemi ederim su ana kadarr okudugum en mukemmel kitap. benim gibi gizem gerilim sevenler varsa mutlaka ve mutlaka okunmasi gerek. ilk basta karakterleri anlamsiz buldum hepsi birbirinden ayriydi ama en sonunda o kadar muthis bi sekilde baglaniyorlar ki hayran kaldim. hayatinda okudugun en guzel 10 kitap ne diye sorsalar tereddutsuz 10unna da olasiliksiz derim. adam fawer en sevdigim yazar. bu kitabi sayesinde dunyaya ve olaylara bakis acim degisti. bence iyi ki u romani yazmis. ♥

ceza evinde okumsutum bu kitabı şimdi bütün eşe dosta tavsiye ediyorum. okumayanlar incelemeye gerek yok mutlak okuyun teşekkür edeceksiniz

şiddetle okumanızi tavsiye ederim. ilgi alanimdan çok her kitleye hitap edebilecek şekilde görüyorum kitabi

kitabı dün gece arkadaşımdan aldım. sabah uyanır uyanmaz masamın üzerinde durduğunu gördüm aldım elimeuykum tamamen dağılmadan miskin bir şekilde kapağını okudum vs. :) okumaya başladığım andan beri dış dünya ile bağlantım tamamen koptu annem kahvaltıya çağırdı ve bir süre ertelemek zorunda kaldım kendimi okumaktan alamadım bir türlü. arkadaşım dışarı çağırdı onun yanına bile gitmemek için bin takla attım. lafı çok uzattım kısacası muhteşem ötesi bir kitap. siz bazı yerlerde atraksiyon yaşarken ince ince bilinçaltınıza bilgi sızdırıyor birkaç duyguyu birarada yaşıyorsunuz. kesinlikle okumanızı isterim :)

hoca mecburi tuttugu icin okudum . ama iyiki okumusum ozellikle kuantum fizigini daha iyi anlamami sagladi ve olasiliksiz diye dusundugumuz seylerin olasilik dahilinde oldugunu daha iyi anladim. hem bilgi verici hemde akici bi kitap . basta baglantilarini kuramasakta hepsi sonunda baglaniyo ve o kadar olayda elizabeth betsy in kucuk bi kiz hayati kurtuluyo. cok guzl gercekten

bence kitap siz farketmeden olayları birbirine bağlıyor gerçekten süper bir kitap

13 yaşa uygun mu yoksa ağır mı gelir gerilim konusundan 😐

biraz agir gelebilir teorilere funduszeue.info teorilerde bogulmadan da rahat okunabilir bi kitap

tek kelimeyle muhteşem bir kitap. en çok beğendiğim kitaplar arasında. herkese tavsiye edrimm :))

yorulmazmelis •

çok sıkıcı bir kitap

inanilmaz,muhteşem,süper bir kitap okuyun

malatya44 •

bence de çok güzel bir kitap

ilk çok sıkılmıştım sırf okul ödevi olduğu için okumuştum .ama kendimi sonradan film izliyormuşum gibi hissettim .adam abinin zekasına hayran kaldıfunduszeue.info zamanlarda doc' un tversky olduğunu anlayamadım hain adam xmxxxm bundan sonra david nava shipperim ayık olun bide sonlara doğru falan david i nedensizce lay olarak düşünmeye başladım nedeni ne bilmiyorum .diyeceğim şu ki adam abi maşallah çok zeki .bide exo candır ♥

exol •

baştan sona kadar harika, akıcı ve insanı sıkmıyor. bazı yerleri gerçekten tuhafdı ama maceradan da yoksun değildi. alın, okuyun. pişman olmayacaksınız. ;)

sdaad
harika

bitirmek için yarini, başkasina anlatmak için bitirmeyi beklemeyeceksiniz.

filmi cekilmeli güzel bir şekilde çekerlerse eminim rekorlar kırar

çok iyi bir kitap.şiddetle tavsiye ederim 😂😂😂

bitirdikten sonra insanlara bağırmak istiyoruz ;
- okuyuuuuuuuuun .
film olmasını istediğimiz kitaplardan 😊 a.ş.k.

cok guzel bir kitap hayatımı degistirdiiii

çok güzel ilk başlarda biraz zorlanıyorsun karakterleri tanıtırken ama ilerleyen bölümlerde soluksuz okunuyor ben çok sevdim. herkese empati'yi de okumasını tavsiye ederim. kitabın kalınlığı gözünüzü korkutmasın.

SEHER •

filmi olsun lütfeeen
herkese tavsiye ediyoruz
öğretmenim ve atandığım zaman öğrencilerime tavsiye edicem

vizede çıkcak diye okudum yoksa okumazdımm

bu kitabi abim okumus bana tavsiye etti mukemmel bir kitapmis

çok güzel kitapları var adam fawerin empati de çok güzel

anlatmaya kelimeler yetmez şahane.

ben yarısını okudum hıc bısey anlamadım bıraktım .p

15 yaşındayım ağır gelebilir mi?

15 yaşa uygun mu okuyanlar lütfen cevap verebilir mi

15 yaş için uygun, dili ağır değil konusu çok güzel ve sürükleyici biraz fizik ve matematik terimleri var ama anlaşılıyor

hiç okumamama rağmen özetini falanda okumadım ama on numara bi kitaba benziyo kesin alacammmm

kitabin basinda sayilirim sayfa falan ileriki sayfalar iyi mi bari pek bisey anlamadim.

mutlaka funduszeue.info fizik kurallarını içeren bir kitap

mükemmel bir kitap .

kader bu kadar güzel anlatılır

özetini okudum çok güzeldi
özetini çök güzel kesinlikle kitapta çok güzeldir

ben bunca yıllık hayatımda hiç kitap okumadım ve sırf mecbuniyetten sayfalık bu kitabı okumak zorunda kaldım.. ve kitap süperdi okumassanız çok şey kaybedersiniz o kadar

cook güzel bi kitap

bir çırpıda okudum, harika

kitabın başları güzeldi ama sonradan cıvıttı
kitap tek kelime ile muhteşem
şaka şaka

kesinlikle mükemmel başta sıkıcı oluyor ama kitabın tamamını okursanız etkisinden çıkamayacaksınız ben hala çıkamadım mesela

özetini okudum tek kelimeyle harika

okuyun süper bitirmek için yarini, başkasina anlatmak için bitirmeyi beklemeyeceksiniz.

şahane bir kitap mutlaka okumalısınız hic kitap okumadıysanız dahi bu kitabı elinizden birakamiycaksiz ayrıca kusursuz bir bilim kurgusu var kesinle okuyun

kitabı daha okumadım ama okumak çok isterim

elimden bırakamadan okuduğum bir kitap. gerçek bir başyapıt bence.
en okuma özürlünün bile elinden bırakamayacağı bir kitap.

**öykü** •

adam fewer bu kitapta belli koşulların hesaba katılması ile geleceğin tahmin edilebilirliği üzerine ilginç bir serüven yazmış. kitapta oluşturmuş olduğu karakter konun akışı için gayet uygun bir karakter olmuş. anlatım akıcı. üzerine uzun uzun düşünecek aforizmalar vermiyor. sadece hikayenin akışı içerisinde bir bütünlük yaratmış. romanın formulü ve olayların sonda toplanabilirliği gayet güzel.

Tartar •

tek kelime ile m - ü - k - e - m - m - e - l

harika bir kitap kesinlikle okunması gerek

Betül PALACI •

şu kitaba berbat yada kötü diyen zihinleri anlayamadım. gerçekten okumayı biliyor musunuz diye merak ettim. :))

arkadas tavsiyesi uzerine okudum güzel

evet mutlu son diyorum gercekten olasiliksiz degil olasiliksiz iyi hesaplanirsa belkide öleceğin yili ayi günu ve funduszeue.infolirsin olasiliksiz olanaklidir

bir kitapı begenmiş ve büyüsüne kapılmış isem hiç bir olumsuz eleştri den etkilenmemsöz konusu kitap tek kelimeyle harika..

ben 11 yaşındayım ve bu kitabı okudum. bence muhteşem ve çok sürükleyici bir kitap herkese tavsiye ederim👍🏻

gerçekten harika bir kitap. bir hayli önce okumuştum. muazzam bir akıcılığı var.😍 puanım 10/10♥her yaşa da uygundur.🎈

özrtinden bile etkilendiim efsane ya :)

Büşra Karlıtepe •

kitap çok heyecan verici, elinizden bir türlü bırakmak istemeyeceğiniz bir kitap olmakla beraber kendinizi bulup hayattan ve yaşamdan zevk almanıza da yardımcı olacak çok harika bir eserdir. herkesin mutlaka bu kitabı okumasını şiddetle tavsiye ederim.

Büşra Karlıtepe •

okudukça elinizden bırakamayacağınız sayfalarının nasıl bittiğini kesinlikle anlamayacaksınız bir şaheser bir kitap sizi hem bu kadar düşündürecek hem de hesaplamaya çalışıp çıldıracağınız mükemmel bir kitap.

Ceyda •

sonunu anlamadım adam geleceğe gidip mi geldi yoksa herşeyi tahmin mi etti tahmin diyeceğim ama çok fazla olasılık var hepsinin nasıl olacağını nasıl bildi neye güvenerek bildi bence sonu çok abartılı olmuş

harika bir hikaye ama sonunu becerememiş o kadar falza olasılığı bilmek imkansız en ufak bir farkta herşey değişiyor bu kadar fazla olasılığın ardı ardına gerçekleşmesi imkansıza yakın bir olasılık

kitabın konusu bir tek bana mı saçma geldi matematikçiyim ve olasılık ile geleceği tahmin etmek bu kadar kolay değil en süper bilgisayarı getirseniz bile olasılıklar o kadar fazla ki daha bir kaç dakika içinde sistem çöker gerçeklikten çok uzak

EmpatiOzOlasılıksızen iyi kitaplaryeni çıkan kitaplaren çok satan kitaplarokunması gereken kitaplaren çok okunan kitaplar temel eserbedava kitapeditör olkitap bağışıGün Olur Asra BedelTutunamayanlarAcımakCamdaki KızHayvan ÇiftliğiSokrates'in SavunmasıUzun HikayeAlice Harikalar DiyarındaHaritada KaybolmakKraliçeyi Kurtarmakİçimdeki MüzikÇalıkuşuÇocuk KalbiKüçük Kara BalıkİntibahBülbülü ÖldürmekBeyaz Zambaklar ÜlkesindeDon KişotSineklerin TanrısıToprak Anaİnce MemedSatrançİki Şehrin HikayesiVadideki Zambakİçimizdeki ŞeytanSergüzeştBeyaz GemiAraba SevdasıYabanİnsan Ne İle YaşarKüçük PrensDönüşümBeyaz DişSaatleri Ayarlama EnstitüsüFareler ve İnsanlarSol AyağımSuç ve CezaSefillerSimyacıŞeker PortakalıKürk Mantolu MadonnaMadalyonun İçiEsir Şehrin İnsanlarıÜç Anadolu Efsanesi Köroğlu, Karacaoğlan, AlageyikYeraltından NotlarSait Faik Seçme HikayelerRüzgarı Dizginleyen ÇocukSabahattin Ali Bütün ÖyküleriSadako ve Kağıttan Bin Turna KuşuAhmet ÜmitAhmet BatmanAyşe Kulinİskender PalaCanan TanDostoyevskiElif ŞafakJojo MoyesKahraman TazeoğluMemduh Şevket EsendalOrhan KemalPeyami SafaSabahattin AliSarah JioTarık BuğraVictor HugoZülfü LivaneliÇocuk KitaplarıYabancı RomanlarTarihi KitaplarErotik KitaplarÖykü Hikaye KitaplarıYerli RomanlarRomantik Aşk KitaplarıKomik KitaplarMacera KitaplarıKişisel Gelişim KitaplarıPolisiye KitaplarKorku KitaplarıGizem KitaplarıPsikoloji KitaplarıFantastik KitaplarBilim Kurgu KitaplarıKadın Erkek İlişkisiDin / Tasavvuf KitaplarıŞiir KitaplarıFelsefe KitaplarıTiyatro & Oyun KitaplarıBiyografi KitaplarıGerilim KitaplarıPolitik KitaplarBeslenme Diyet KitaplarıDeneme KitaplarıGünlük Anı Kitapları

fayittcffikxom

OUSİUKSIZ O funduszeue.infoL Yayıncılık IMPROBABLE © Adam FAWER Bu kitabın yayın haklan AKÇAU TELİF HAKLARI AJANSI aracılığı İle alınmıştır. Her türlü yayım hakkı A.P.R.I.L Yayıncılık^ aittir. Bu kitabın t}askısından ve sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası Hükümleri gereğince alıntı yapılamaz, fotokopi yöntemiyle çoğaltılamaz, resim, şekil, şema, grafik funduszeue.info Yayınevinin izni olmadan kopya edilemez.

Saklı Kütüphane

3

funduszeue.info


Babam Philip R. Fawer'ın anısına, onu hâlâ her gün düşünüyorum.

Saklı Kütüphane

4

funduszeue.info


Gelin, olasılıktan söz edelim. İlk önce, olasılık dediğimizde en sık akla gelen çekilişlerden, piyangolardan söz edelim. Amerika'daki en büyük piyangoyu, Powerball’ı kazanabilme olasılığı 'da 1'dir. Powerball'ın ilk oynanmaya başlandığı 'den beri elliden fazla insan bu olasılığı alt üst ederek büyük ikramiyeyi kazanmıştır. Onlar, bu gezegendeki en şanslı, en zengin insanlar arasındadır. Onlardan nefret ederim. Ama konumuz bu değil. Şimdi de düşük-olasılıklı bir olaydan söz edelim: Dünyaya dev bir gök taşı çarpacak ve uygarlık yok olacak. Jeofizikçilere göre, her yıl bunun olma olasılığı milyonda bir. İnsanoğlunun atalarını da hesaba katarsak, yedimilyon yılı aşkın bir süredir bu gezegende varlığımızı sürdürdüğümüze göre, bir gök taşının bugüne kadar bizi yok etmiş olma olasılığı yüzde yedi yüz. Yani anlayacağınız, bir kere değil, yedi kere ölmüş olmalıydık şimdiye. Ama, çoğunuzun bildiği gibi, insanoğlunun yazılı tarihinden bu yana yok olmadık. Ne demeye çalışıyorum sizce? Bir gök taşı bizi yok edecek demeye çalışmıyorum. Düşük olasılıklı olaylar hakkında bir yorumda bulunmaya çalışıyorum, kıssadan hisse şudur: Her an her şey olabilir!

- David T. Caine'in istatistik dersinden alıntı.

Saklı Kütüphane

5

funduszeue.info


Tıbbi Gerçek Beyindeki sinir hücreleri fazla hareketlendiğinde, kontrolsüz, gelişigüzel gibi görünen sinyaller verirler. Bu sinyallerin sonucunda garip duygular hissedilebilir, farklı hareketlerde bulunulabilir; hatta psişik anomaliler olabilir. Bu gibi olaylara genelde nöbet denir. Yetişkinlerin yüzde ikisi, ölmeden önce hayatlarında en az bir kere nöbet geçirirler. Genelde, bu tek nöbetten sonra başka bir nöbet geçirmezler zaten. Ancak, bazı insanlar bir ömür boyu sürekli nöbet geçirip yaşamaya devam ederler. Bu rahatsızlık tarih boyunca bir sürü farklı isimle anılmıştır akıl hastalığı, dile getirilemez bir acı, iblisin işkencesi, hatta Tanrı'nın gazabı. Günümüzde biz buna epilepsi diyoruz. Bazen doktorlar epileptik nöbetlerin nedenlerini bulabilirler. Genelde bunların nedeni beyindeki mikroskobik yaralar veya tümörlerdir, ya da genetik nedenleri vardır. Ancak, dünyadaki epilepsi hastalarının yüzde yetmişbeşine- Amerika'da milyon kişide epilepsi vardır mesela- durumlarının idiopatik olduğu söylenir. İdiopati sözcüğünün kökeni eski Yunancadır. İdio 'garip, 'e özgü, ayrı, farklı' anlamına gelir, path ise 'duygu' veya 'acı' demektir. Yani İdiopatik 'garip bir acı' anlamına gelir, bunun çağdaş tıptaki geniş tanımı 'nedeni bilinmeyen bir hastalıkla ilgili veya bunun bir sonucu olarak ortaya çıkan'dır. Yani başka bir deyişle, son birkaç yüzyıldır tıp çok ilerlediyse de, doktorlar hâlâ neden insanların epileptik nöbetler geçirdiklerini bilemiyorlar. Bu konuda tek bir fikirleri dahi yok.

Saklı Kütüphane

6

funduszeue.info


1. BÖLÜM KOŞULLARIN KURBANLARI Atlara, maçlara, kumarhanelere para yatıran veya bir boruda kaç yağmur damlası olduğu üzerine iddiaya giren bir kumarbaz, pek de lehinde olmayan bir olasılığa para yatırmıştır. Poker oynayan profesyonel bir kumarbaz ise, lehinde olan olasılıklara para yatırır. Biri romantik bir hayalperesttir, diğeri ise gerçekçidir. -Anthony Holden, profesyonel poker oyuncusu İnsanın şans faktörünü ve bunun sonuçlarını anlayabilmesinin yolu kumarı anlayabilmesinden geçer. Olasılık kalkülüsünün doğuşu kumara bağlıdır İnsanın kumarı anlamaya çalışması gerekir; ama bunu felsefi bir şekilde algılamalı, yüzeyselliğinden arındırarak kavramalıdır. -Louis Bachelier, matematikçi

Saklı Kütüphane

7

funduszeue.info


1 "Bu yirmi sana Caine. Var mısın, yok musun?" David Caine kendisine söyleneni duyuyor, ama cevap veremiyordu; daha doğrusu koku cevap vermesine izin vermiyordu. Bu kokuyu daha önce hiç almamıştı. Sanki, çürümüş et ve yumurta, idrarla karışmıştı. İnternette okuduklarına bakılırsa bazıları kokulara dayanamayıp kendilerini öldürüyorlarmış. İlk başta bunun abartılı olduğunu düşünmüştü, ama şimdi bunu neden yapmış olabileceklerini anlıyor gibiydi. Aslında bu kokuyu sinir hücrelerindeki sinyaller bir şekilde karıştığından hissettiğinin farkındaydı. Bunu bilmesi hiçbir şeyi değiştirmiyordu. David'in beyni bu kokuyu gerçekten algılıyordu. Hatta masanın etrafını sarmış olan sigara dumanından bile daha ağırdı koku. Walter'ın gece yarısı yediği yağlı McDonald's hamburgerinden bile daha gerçekti bu koku. Tüm odayı saran çaresizlik ve ter kokusundan daha baskındı. Koku o kadar kötüydü ki gözleri sulanmaya başladı; ama koku ne kadar kötü olursa olsun, habercisi olduğu şeyden daha kötü değildi. Caine bundan daha fazla nefret ediyordu. Kokuya bakılırsa vakit yaklaşıyordu; insanın midesini bulandıran, zihnini karıncalandıran kokunun ağırlığına bakılırsa bu nöbet hiç de hafif olmayacaktı. Daha da kötüsü, her şey çok hızlı gelişiyordu. Tam zamanını bulmuştu, daha kötü bir zamanlama olamazdı. Caine bir an için gözlerini kapayıp iyice sıktı. Çaresizce, kaderine engel olmaya çalışıyordu. Gözlerini açıp Walter'ın önünde duran buruşturulmuş kırmızı-sarı patates kutusuna baktı. Birden kutu gözünün önünde gitti geldi. Caine başını çevirdi; kusacağından korkmuştu. ''David iyi misin?" Caine kadının sıcak elini hissetti omzunda. Rahibe Mary Straight, eskiden gerçekten bir rahibeydi. Takma dişlerini David doğmadan önce yaptırmış olan kadın; onun değil annesi, anneannesi yaşındaydı. O masadaki tek kadındı. Hatta, Nikolaev'in oyuncuların her an önünde içki olsun da kalkmaları için bir neden olmasın diye tuttuğu iki ayağı bir çukurda Romen garson dışında, tüm kulüpteki tek kadındı rahibe. Herkes ona Rahibe diye hitap ediyordu; ama o bu mahzende ya da Rusların deyimiyle podvaal'da yaşayan erkeklerin daha çok manevi annesi gibiydi. Aslında, podvaal'da yaşamıyordu bu insanlar; ama masaların etrafına üşüşmüş yirmi kadar adama sorulsa, Caine onların çoğunun East Village'deki bu kalabalık, penceresiz bodrumda kendilerini evlerinde hissettiklerini söyleyeceklerine iddiaya girebilirdi. Kumarbazlar. Bağımlılar. Bazılarının finans dünyasının nabzını tutan Wall Street'te veya şehir merkezindeki önemli binalarda ofisleri vardı, hatta kartvizitleri kabartmalı gümüşi yazılarla süslüydü; ama herkes bunun hiçbir anlamı olmadığını biliyordu. Hayattaki en önemli şey, hatta tek önemli şey, dağıtılan kartlar ve oyunda olup olmamaktı. Her gece D Bulvarı'ndaki Chernobyl Rus lokantasının kalabalık mahzenine gelirlerdi. Bar kirliydi, ama Vitaly Nikolaev'in oyunları temizdi; işe hile karıştırmazdı. Pudralanmışçasına beyaz tenini ve ince, kız gibi kollarını ilk gördüğünde, Caine Vitaly'nin Rus mafyasının bir üyesi olduğuna ihtimal vermemişti. Ama, Vitaly Nikolaev, aslında yaşlı ve zararsız bir adam olan Melvin Schuster'ı kulüpte oynarken hile yaptığı için ölümüne dövdüğü gece, Caine işin doğrusunu gayet iyi anladı. Caine daha ne olup bittiğini anlayamadan Nikolaev hafif sarkık yüzlü ihtiyarın yüzünü gözünü dağıtmış, adamı kan revan içinde bırakmıştı. O zamandan sonra da podvaal'da kimse hile yapmaya cesaret edemedi. Caine yine de burasını evi gibi görüyordu. Batı yakasındaki küçük stüdyo daire uyuduğu, yıkandığı ve arada bir tıraş olduğu bir yerdi onun için. Bazen de kız atardı daireye; ama uzun zamandır bunu da yapmamıştı. Caine'in bu aralar görüştüğü tek kadının Rahibe Mary olduğu düşünülürse, buna şaşmamak gerekirdi. Rahibe, "David iyi misin?" diye sorduğunda Caine birden kendine gelir gibi oldu. Gözlerini

Saklı Kütüphane

8

funduszeue.info


kırpıştırdı ve Rahibe'ye dönüp, başını sallayarak iyiyim dercesine bir işaret yaptı. Ama başını sallaması iyi bir fikir değildi, çünkü yine midesi bulanmaya başladı. "İyiyim Rahibe. Sağ ol." "Emin misin iyi olduğuna? Sanki bir anda betin benzin attı, suratın yemyeşil oldu." "Yeşil dolarlar kazanmaya çalışınca oldu herhalde," dedi Caine bu espriye kendi bile gülmekte zorluk çekerek. "Hal hatır sorma faslını geçelim mi? Yoksa siz ikiniz baş başa bir odaya çekilip birbirinizi daha yakından tanımak mı istiyorsunuz?" diyerek sırıttı dişleri sararmış Walter. O kadar yakınına sokuldu ki, Caine bir anda adamın ağzının soğan koktuğunu hissetti. "Yirmi artırdık. Var mısın? Yok musun?" Caine eline baktı, sonra da masadaki diğer kartlara baktı, birbirine karışmış saçlarının hizasında kollarını kaldırdı gerinerek. Yutkunarak kusmamaya ve kokuyu unutmaya çalıştı. Ne yapacağına karar vermek istiyordu. "Kafandan olasılıkları hesaplamayı kes de ne yapacaksan yap," dedi Walter şeytantırnağını ısırarak. Caine'in her elde olasılıkları aklından hesapladığını gayet iyi biliyorlardı Caine'in bir veri olarak denklemine ekleyemediği tek şey oyun arkadaşlarının blöf yapma olasılıklarıydı; ama onu bile hesaba katmaya çalışıyordu. Caine, Walter'ın kendisini biraz zorladığını hissetti ve yaşlı adama bıkkın gözlerle bakıp, masaya doğru döndü. Oyun basitti. Bir tür poker oynuyorlardı. Her oyuncuya iki kart dağıtılıyordu, sonra da ortaya aynı anda üç kart açılıyordu, ilk üç kartın adı 'düşüş'tü. Sonra dördüncü bir kart açılırdı, 'dönüş'; sonra da beşinci ve son kart, 'nehir'. Yere yeni bir kart açıldığında bahis artırılabilirdi. Sonra da, oyuncular ellerindeki kartları açarlardı. En İyi beş kart kimdeyse, poker kuralları uyarınca o kazanırdı. Bu beş kart, elindeki iki ve yerden seçeceği üç karttan oluşurdu. Oyunun en muhteşem yanı, akıllı bir oyuncunun masaya bakıp, o an için en iyi elin ne olabileceğini hesaplayabilmesiydi. Caine açılan kartlara baktığında üç kart görmüyordu, yüzlerce olasılık görüyordu. Onu en çok ilgilendiren olasılık ise kendi kazanma olasılığının ne olduğuydu. Şimdiki eliyle bu yüksek bir olasılıktı. Elinde bir çift as vardı. Kupa ası ve karo ası. Açılan kartlar da sinek ası ve iki tane maçaydı. Maça altılısı ve valesi. Caine aslında en sağlam kartları elinde tutuyordu. Yani masadaki en yüksek olasılık onun elindeydi, ama yine de birçok olasılık vardı. Her bir olasılığı aklından hesaplayarak, gerçekleşme olasılıklarını kestirmeye çalıştı. Caine, aklında rakamlar uçuşurken, kokunun var olduğunu iddia eden beyin dalgalarını birkaç saniyeliğine bastırabildi. Elinde iki maçası olan biri varsa toplamda dört maça ederdi. İki elinde, iki yerde. O kişinin elindekilerle renk yapabilmesi için ortaya bir maça daha açılması gerekirdi. Caine aklından bu olasılığı hesapladı; bu onun için bir çocuğun alfabeyi söylemesi kadar kolay bir şeydi. Bir destede toplamda onüç maça vardır; eğer birinin elinde iki maça daha varsa, bu da görülmemiş dokuz maça var demekti. Birinin elinde iki maça varsa, bir sonraki iki karttan birinin maça olma olasılığı yüzde 36'ydı. Bu yüksek bir olasılıktı; ama birine iki maça verilmiş olma olasılığı yüzde 6'ydı zaten. Caine son bir gayretle verileri birleştirdi: birine iki maça verilmişti ve bir sonraki kart da bir maça olacaktı. Bunun olasılığı yüzde 'dl. Bu riski göze almaya hazırdı. Bu hesabı bir kere daha yaptı; bu sefer de birinin elinde tek maça bulundurduğunu düşündü ve yine de elini maçayla renge tamamladı: Bunun da olasılığı yüzde 2'ydi. Birinin maçayla değil de sinekle renk yapma olasılığı daha da düşüktü- oyuncu başına yüzde Bundan çekinecek değildi. Bir yandan da oyuncuların elinde kent olabileceğini hesapladı. Yerde bir as bir de vale vardı ve başka bir papaz, kız veya onlu yoktu. Demek ki, kenti tamamlayabilecek oniki kart daha vardı destede. (Her bir türden papaz, dam, veya onlar). Ama, birinin elinde bunu yapmak için gerekli olan iki kartı tutuyor olmasının olasılığı da yüzde 'ydı. Teorik olarak floş da yapılabilirdi; ama bu o kadar düşük bir olasılıktı ki bunu hesaplamadı

Saklı Kütüphane

9

funduszeue.info


bile. Şu anda üç ası olduğundan, Caine'in bir asa, bir valeye ya da bir altılıya ihtiyacı vardı. Eğer bir as daha açılırsa, kare ası olacaktı. Eğer vale ya da bir altı açılırsa, elinde ful as olacaktı. Yedi kart çıkmamıştı (bir as, üç vale ve üç altılı) bu kartlardan herhangi birinin gelmesi olasılığı -Caine bir an için gözlerini kırpıştırdı- yüzde 28'di. Hiç de fena bir olasılık değildi. Walter'a baktı ve yaşlı bunağın ifadesinden bir şeyler anlamaya çalıştı; ama adam sadece bıkkın bakıyordu. Caine aynaya baktığında kendi yüzünde de aynı İfadeyi görüyordu. Bıkkın ve asabi olan Caine, oyun oynamak, kâğıt oynamak istiyordu hep. Sonra birden yine midesi bulandı. Sıcak kusmuk ağzına kadar gelmişti bu sefer, yutkundu. Caine tuvalete gitmesi gerektiğini biliyordu ama bunu yapamazdı. Elinde asları tutarken oyundan kalkamazdı. Kalkmayacaktı. Gözlerinden kanlar fışkırsa bile, kartlar açılana kadar hiçbir yere gitmeyecekti. Caine, görmeyen gözlerle önündeki paraya uzandı ve ortaya dört fiş attı. "Yirmi artırıyorum." "Görüyorum." Rahibe de oyuna girmişti. Caine onun vale döper yaptığını umdu, çünkü kadın genelde kente gitmeye çalışırdı. "Görüyorum." Kahretsin, Stone da girmişti. Her zamanki gibi, hiç hareket etmeden duruyordu; adam bir heykel gibiydi. Zaten ona Stone -Taş- demelerinin bir nedeni de buydu. Bu takma isim ona çok uyuyordu. Stone kuralları gayet iyi bilen, olasılıkları çok iyi hesaplayan bir oyuncuydu. Eline güvenmezse oyunda kalmazdı. Caine düşüşten önce, kente gidenlerin oyundan çekilmesini sağlamak için, daha fazla artırmadığına kızıyordu. Eğer, Caine ortaya daha fazla para atsaydı, oyunda kalmazlardı. Ama koku yüzünden doğru dürüst düşünemiyor, bok gibi oynuyordu. Potu düşük tutarak ötekileri oyunda kalmaya yemlediğine inandırmaya çalıştı kendini; ama bunun doğru olmadığını biliyordu. Sorun kokuydu. Koku, koku, koku. Gözlerini kapadığında, kıpırdayan beyaz kurtçukların çürümüş bir et yığınının üzerinde gezindiğini görebiliyordu. Walter fişlerine dokundu, el alışkanlığı ile çevirdi. Bir an için Caine Walter'ın potu artıracağını düşündü; ama Walter sadece oyuna girdi. Herkes dönüşü bekliyordu; nelerin gelebileceğini hesaplarken kendi kâğıtlarıyla kazanma olasılıklarını düşünüyorlardı. Bir sonraki kart enfesti. Caine için Playboy'un orta sayfa güzelinden, ya da Büyük Kanyonu günbatımında görmekten bile hoştu; çünkü yere maça ası açılmıştı. Yerdeki iki as ve elinde iki asla birlikte Caine'in kare ası vardı. Bu el bir tek floşla yenilebilirdi; ama birinde floş olma olasılığı çok düşüktü. Bir sonraki kartın maça papaz, kız veya onlusu olması gerekiyordu ve oyuncunun elinde de diğer iki maçanın olması gerekiyordu. Olmayacak bir şeydi bu. Ama Caine hemen aklından hızlıca bir hesap yaparken, gözlerini kapar gibi oldu -üç masa kombinasyonunun (papaz-kız, papaz-onlu veya kız-onlu gelmesi) gelme olasılığı 'te birdi. Bir oyuncunun bu kartlardan ikisini elinde tutuyor olması ve en son kartın da gereken maça olma olasılığı 19,'de 1'di. Pek de olası değildi. Para onundu. Artık, bu el bitmeden ne kadar para toplayabileceğine bakacaktı. Eğer ortaya çok yüklü bir para atarsa, herkes korkup kaçabilirdi. Ama, yavaş yavaş artırmaya kalkarsa da, oyunun sonu geldiğinde ortada bu ele layık miktarda para olmayabilirdi. Yeteri kadar artıracaktı; ortaya ne fazlasını, ne de daha azını koyacaktı. "Yirmi." Walter ortaya dört fiş attı ve geriye doğru yaslandı. Sanki uzun bir süre beklemeye hazırlanıyordu. Caine fişlerine baktı ve bir çift yeşil fiş aldı. "Haydi şunu elli yapalım." "Yokum." Rahibe bir eliyle kartlarını masaya attı, diğer eliyle de boynundaki haçı tuttu. "Ben de yokum," dedi Stone. Hareket etmedi bile, çünkü kartları zaten önünde duruyordu. İkisi de kent bulma ümidiyle oyuna girmişlerdi herhalde ve şimdi de bir başkasının renk tutturmuş olabileceğini düşünüyorlardı.

Saklı Kütüphane

10

funduszeue.info


"Seninle baş başa kaldık," dedi Walter soğuk bir patates kızartmasını yerken. "Gel, daha da ilginç hale getirelim oyunu. Elli daha, ne dersin?" Sesi de cildi gibi yağlıydı sanki. Fişlerini ortadaki paraya ekledi. Caine kokuyu unutmaya, oyuna odaklanmaya çalıştı. Walter ne yapıyordu böyle? Blöf yapıyor da olabilirdi; ama Caine'e hiç de öyle gelmiyordu -hele yerde iki as varken. Ayrıca, adam kendini beğenmiş bir tavırla gülümsüyordu, bu yüzden de Caine onun elinin iyi olabileceğini düşündü. Sonra birden, Caine anladı; Walter'ın elinde ya bir çift altılı, ya da bir çift vale vardı. Elinde ful vardı, en iyi ihtimalle üç valeye iki as; ama Caine'in kare asını yenmeye yetmezdi. Caine'in midesi bu kadar bulanmasaydı gülümserdi. Bu el bitince, arkada tuvalette kusarken, elinde bir dolu para da olacaktı en azından. Sesinin normal çıkmasına özen gösterdi. Gerçi her sözü söylerken sanki ekşimiş süt tadı geliyordu ağzına. "Elli daha." Caine bir yüzlük attı ortaya. Mat siyah fişi gören Nikolaev acele etmeden masaya doğru gelip neler olup bittiğini anlamaya çalıştı. Walter da bir yüzlük attı ve iki yirmibeşlik aldı ortadan. Krupiye son kartı açtı maça papazı- Caine'in midesi bulandı. Yerdeki maça as, papaz ve valeyle floşroyal olma olasılığı yüksekti. Bir eline baktı, bir de yere; bu sırada kokuyu bastırmaya çalışıyordu. Kolasından bir yudum içti midesini bastırmak için; ama bu bir işe yaramadı. Düşünsene kahrolası, düşün, düşün. Kokuyu unut, kartlara odaklan, sayılara. İşte çözüm buydu. Sayılar ona yardım edecekti. Sayılar bu kararı vermesini kolaylaştıracaktı. Tüm olasılık hesaplarını aklından geçirdi, olasılıkları hesaplamaya verdi kendini. Elinde kare as tutuyordu. Yani? O koku, o iğrenç koku, her yeri sarmıştı. Hayır, odaklan. Sayılara odaklan. Yedi karttan oluşturulabilecek yaklaşık milyon el vardı. Bu milyon elden sadece ,'inde aynı karttan dört tane olabilirdi. Yani kare tutturma ihtimali yüzde 'di' 'de 1. Peki floşroyal yapılma olasılığı neydi? Beş kartla floş ihtimali olan kart kombinasyonu vardı sadece. Bu da sadece yüzde 'luk bir olasılık demekti. Yani, her 3, elde bir. Ya iki elin aynı oyunda gelmesi olasılığı ne olabilirdi? Kaç kombinasyon ederdi? Aklının çarkları hızla dönmeye başladı; ama istediği gibi düşünemiyordu. Kaç kombinasyon vardı? Çok yoktu. Az vardı. Çok az. Önemsenmeyecek kadar az. Şu anda bunu hesaplayabilecek durumda değildi. 38, elin alt kümesi olacak ve dörtlü olasılığını da göz önünde bulunduracak bir hesap yapması gerekiyordu. Bu yaklaşık 5, el ederdi. milyon olasılıktan tane yedi kart kombinasyonu; yani 26,"de birdi bunun olma olasılığı. Bu olamazdı. Kesinlikle olamazdı Ama yine de olması mümkündü. Kokudan gebermek üzereydi. Gözlerini kapadı ve tekrar açtığında her şeyin normale döneceğini umdu. Ama gözlerini açtığında her şeyi yamuk yumuk, lunaparktaki aynalardaki gibi görmeye başladı. Walter'ın yorgun siması yerden tavana kadar uzanıyordu. Gözlerinin altındaki torbalar ise birer frizbi büyüklüğündeydi. Koca bir televizyonu yutabilecek kadar büyük bir ağzı vardı. "Evladım, iyi olduğuna emin misin?" Ses sanki milyonlarca kilometre öteden geliyordu. Caine başını çevirdi ve oda gözlerinin önünde aniden yerinden oynayınca neredeyse sandalyesinden düşüyordu. "Haydi bakalım, dikkat et koca oğlan." Konuşan Stone'du, elini uzatıp Caine'i kolundan tutmuştu. İlk başta Caine neden Stone'un böyle bir şey yaptığını anlayamadı; ama sonra kırkbeş derecelik bir açıyla sola doğru devrilmek üzere olduğunu gördü. İki eliyle masayı tuttu ve düz oturdu. "İyiyim," dedi zar zor nefes alan Caine, "bir an için başım döndü hepsi bu. Kusura bakmayın." Sesi sanki uzun bir tünelin dibinden geliyormuş gibiydi. "Bence biraz uzansan iyi olacak tatlım." "İlk önce lanet eli bitirsin de sonra," diyen Walter Caine'e döndü. "Eğer istersen havlu at."

Saklı Kütüphane

11

funduszeue.info


"Az puşt değilsin Walter. Görmüyor musun adam hasta." "Puşt mu? Bir de Tann'nın hizmetkârısın sözde, öyle mi Rahibe. Ne yani-" "Walter kapa çeneni!" Rahibe öyle bir ses tonuyla konuşmuştu ki, Walter onun otoritesini sorgulayamayıp hemen sustu. Rahibe, Caine'e doğru döndü. "Gidip biraz kanepeye uzanmak ister misin?" Caine göz ucuyla Rahibe'nin arkasında ayakta duran Vitaly Nikolaev'e baktı. Vitaly hiç de endişeli görünmüyordu; aksine kızgındı. "Yok, yok. İyiyim," dedi Caine tüm gücünü toplayıp sesinin düzgün çıkması için çabalayarak. "Şu eli bir bitirelim de." Rahibe başka bir şey söyleyemeden, Caine bir siyah fiş attı ortaya. "Yüz," dedi. Son kart da dağıtıldığına göre oyun yerdeki parayla kısıtlıydı. Yani ne kadar artırılabileceği yerdeki paraya bağlıydı. Walter, Caine'e baktı, onun ne halt ettiğini kestirmeye çalışıyordu. Eğer Caine normalde elini belli eden bir takım hareketler yapıyorsa bile, şu anda hastalıktan dolayı hiçbir şeyi ele verebilecek durumda değildi. Walter, Caine'e baktığında bir tek şunu anlayabilirdi: Caine neredeyse ölmek üzereydi. Bir saniye sonra Walter kendini toparladı ve omzunun üstünden Vitaly'e seslendi. "Vitaly yerdeki parayı saysana." Nikolaev masaya doğru yaklaştı, ortadaki fişleri büyük bir ustalıkla hemencecik ayırdı ve saydı. 5 siyah, 8 yeşil ve 15 kırmızı fiş vardı; yani toplamda dolar. "Yüzünü görüyorum ve ortadaki kadar artırıyorum," dedi Walter dirseğinin ucunda duran paralarına uzanıp on tane yüz dolarlık banknot alarak. "Yani, dolar etti. Sıra sende." Walter, Caine'i kandırmaya çalışıyordu, elinde floşroyal tuttuğuna inandırmak istiyordu; ama Caine buna kanmayacaktı. Olasılık hesaplarına göre bu pek mümkün değildi. Walter parayı artırıp, onu korkutup ortadaki paraya konmaya çalışıyordu; ama Caine böyle bir şey yapmasına izin vermeyecekti. Caine önündeki tek tük fişlere, sonra da altındaki kâğıda baktı. Caine borçlarını hep zamanında ve eksiksiz ödediği için ona 15, dolarlık bir kredi limiti verilmişti. Nikolaev bunu Caine'e verdiğinde, Caine elinde kesinlikle yenilmez kartlar olmadığı sürece bunu kullanmayacağına yemin etmişti. İşte o an gelmişti; kare astan daha iyi ne olabilirdi ki? Nikolaev'e başıyla işaret etti; ama bunu yapmasına bile gerek yoktu. Nikolaev daha o başını eğmeden yanındaki güvenlik görevlisine işaret etmişti bile, dev adam da Caine'in önüne onbeş tane mor fiş koymuştu. Eğer doları görürse birkaç saniyede her şey bitecekti, kaybederse de Nikolaev'e bir binlik borcu olacaktı sadece. Bu pek istediği bir şey değildi, ama birkaç haftada bu parayı toplardı. Caine bu olasılığı da göz önünde bulundurduğuna inandırmaya çalıştı kendisini; ama için için kendini kandırdığını biliyordu. Artık bu oyunu ortadaki parayla kabul edecek hali yoktu. Elinde kare as vardı. Hele Walter büyük oynayıp onu kaçırmaya çalıştıktan sonra böyle bir şey yapacak hali yoktu. Yok yok, kesinlikle parayı artıracaktı. Artırmak zorundaydı. Caine elindeki dört mor fişi ortaya koydu yavaşça. Sonra da yerden beş tane siyah fiş aldı. "3, dolar oldu. Sıra sende." Rahibe Mary bir anda kendini tutamayıp şaşkınlıkla derin bir nefes aldı. Stone bile etkilenmişti bu oyundan; Caine adamın hafifçe kaşlarını kaldırdığını görebiliyordu. Sanki odada soluyacak hava kalmamıştı. Caine biran için gözleri yaşlanmış olan Walter'la göz göze geldiğinde sanki koku bile azalır gibi oldu. "Sıra sende. Ortaya 2, dolar daha atacaksın. Var mısın, yok musun?" Walter sadece pis pis sırıttı. "Yarın, bu gece olanları hatırlayıp dövünecek, kafanı duvarlara vuracaksın." Nikolaev'e başıyla işaret edince onun da önüne 10 mor fiş konuldu. Walter tüm bunları ortaya sürdü, sonra da önünde kalan 5 siyah fişi de teker teker ortaya attı. "Bahis arttı, sıra sende," dedi Walter. "Görüyor musun?" Caine'in birden midesi bulandı. Elinde artıracak para kalmamıştı, hepsi buydu. 7, dolar koymuştu ortaya. Eğer kaybederse Nikolaev'e 11, dolar borcu olacaktı; bu da banka hesabındaki paradan 10, dolar daha fazlaydı. Bu ciddi bir borçtu, hem de böyle borçları çok ciddiye alan bir

Saklı Kütüphane

12

funduszeue.info


adama borçlu olacaktı. En azından Caine kumar sorunu olup olmadığı konusunu açıklığa kavuşturmuştu. Kumar Bağımlıları Derneği'ndeki danışmanı şu anda Caine'in bu gerçeği kabullendiğini görse gözleri yaşarırdı. Ama önemli olan bu değildi. Eğer elindeki kare asın hakkını vermeden yerdeki 15, doları almak için bir çaba harcamazsa, o zaman gerçekten bileklerini kesmesi gerekirdi. "Varım," dedi hafifçe iç geçirdikten sonra. Sanki mide sektesi geçiriyor, spazmlar hissediyordu. Ortaya 8 tane mor fiş attı ve sonra Walter'a seslendi, "görelim bakalım neyin var." Caine tüm masadakilerin öne doğru eğildiklerini hissetti. Herkes Walter'ın elinde gerçekten maça onlusunu ve kızını tutup tutmadığını merak ediyordu. Walter'ın eli çok mu iyiydi? Yoksa blöf mü yapıyordu? Walter kartlarını teker teker açtı. Caine ilk olarak kızı gördü ve gördüğü anda da Walter'ın elinde floşroyal olduğunu anladı. Ama yine de yaşlı adam onluyu açarken onu dikkatle izlemekten alıkoyamadı kendini. Floşroyal işte buydu Caine'in elindeki kartları yenebilecek tek el. Her şeyini kaybetmişti. Sanki gerçek değildi bu olanlar. Olasılık o kadar düşüktü ki, sanki bu 'olasılıksız'dı. Caine bir şey demeye çalıştı; ama ağzını açamadı. Ağzını araladıysa da ses çıkartamıyordu. Daha bir ses çıkartmaya çalıştığı anda bile koku birden her tarafı kapladı; birden dev bir dalganın içinde yutulmuş gibiydi. Derisine sindiğini, damarlarından aktığını, burnundan, ağzından, gözlerinden içeriye girmeye çatıştığını hissetti. Daha önce hiç bu kadar kötü olmamıştı. Bu ölümün kokuşuydu. ' . "■

'■ ^'

Caine yere düşerken dünya karardı. Şuurunu kaybetmeden Bir salise önce Caine hiç beklemediği bir şey hissetti: Rahatlamıştı.

Saklı Kütüphane

13

funduszeue.info


2 Nava Vaner saat tam 'te Yirminci ve Yedinci Cadde'nin kesiştiği yerde durdu ve bir sigara yaktı. Bu tek kötü alışkanlığıydı. Her şeyde olduğu gibi bunda da tamamen kontrol ondaydı. Her gün tek bir sigara içiyordu; ama eğer birini izliyorsa veya takipteyse o zaman içeceği sigara sayısına kısıtlama getirmiyordu. Ama bugün iş üzerinde değildi, o yüzden de bu ilk ve son sigarası olacaktı. Başını geriye doğu eğdi ve sigaranın dumanını uzun uzun içine çekti. Sigaranın yanan ucu puslu gecede parlıyordu. Dumanı dışarı üflerken, yaya geçidini geçmeden, araba geliyor mu diye kontrol eder gibi yaptı. Ama aslında gelen arabaları görmek için değil, peşinde biri var mı onu anlamak için bakıyordu etrafına. Gece yarısını geçmişti saat; ama kaldırımda hâlâ kulüplere giden çocuklar, sokakta yaşayan insanlar ve Cumartesi gecesini dışarıda geçirmek isteyen türlü türlü insan vardı. Nava takip edildiğini içgüdüsel olarak biliyordu sanki; ama kendisini kimin takip ettiğinden emin olamadı. Birden döndü ve yolda yürüyenlerin arasına karışıverdi, peşine takılacak adamı görmeye çalışıyordu. Üstü başı dökülen evsiz bir zenci Nava'nın gittiği yere doğru yöneldi ve birlikte yürüyen üç sokak serserisine çarptı. Oğlanlar adamı ittiler. Nava'nın kafasında tehlike çanları çalmaya başladı ve bunun nedenini anlaması birkaç saniye sürdü. Adamın görünüşüne bakılırsa o bir evsizdi, aksini düşündürecek bir şey yoktu; ama Nava gerçeği anlamıştı. Adamın kokusu onu ele veriyordu. Daha doğrusu kokmaması. Elbiseleri yırtık pırtıktı ve yüzü leş gibiydi; ama sokakta yaşayanlar gibi kokmuyordu. Nava yürümeye devam ederken siyah sırt çantasından aynalı küçük bir pudralık çıkardı ve minik yuvarlak aynadan gördüğü adama dikkatle baktı. Nava artık adamı mimlediği için başka şeyler de gözüne batmaya başladı. Örneğin, adamın üstünde kocaman bir panço vardı ve sanki cüsseli olduğunu gizlemeye çalışırmış gibi eğilerek yürüyordu. Nava, adamın giremeyeceği bir yere giderse olası ortağını tespit edebileceğini anladı. Nereye gideceğini kestirdiğinde hızlı yürümeye başladı, sonra da Twin-Fly barına varıp kalabalığın arasında beklemeye başladı. Sigarasından son bir nefes çekti ve yere atıp topuğuyla ezerken de bu günlük sigara keyfini kısa kesmek zorunda kaldığını düşünüp üzüldü. Nava, uzun boylu, ince, atletik yapılı, kahverengi saçlı esmer bir kadındı. Bu yüzden de kulübün önünde duran saçları oksijenle sarartılmış görevliye yanaşmak için kalabalığın arasından geçmekte zorluk çekmedi. Nava adama gülümsedi, eline de bir yüzlük sıkıştırdı. Adam tek kelime etmeye gerek duymadan hemen kancalı kadife ipi açtı ve ön kapıdan kızı içeri aldı. Nava karanlık, aynalı bir koridor boyunca yürüdü ve bir uçak hangarı büyüklüğündeki odaya girdi. Bangır bangır çalan müzik ve yanıp sönen ışıklar rahatsız ediciydi. Bu ortamda peşindeki ikinci kişiyi tespit etmek daha zor olacaktı; ama Nava'yı takip etmek de zorlaşacaktı. Sırtını pisti aydınlatan ışıkların üstünde durduğu duvara verip gözlerini kapıya dikti. Koyu tenli, kızıl saçlı kadın on dakika sonra geldi. Kadın eğlenen bir grup genç kızın arasında girmişti mekâna; ama saçına ve makyajına bakınca o kızlardan biri olmadığı hemen anlaşılıyordu. Kızlar dans pistine gidince kızıl saçlı kadın geride kaldı. Etrafına göz atarken masaya yaslanıp, rahatmış gibi bir izlenim vermeye çalışıyordu. Peşinde kızıl saçlı kadından başka biri olup olmadığını kestirmeye çalışan Nava beş dakika daha bekledi, ama kimse gelmedi. Peşinde iki kişiden fazlası da olabilirdi; ama içinden bir ses takipçilerinin iki kişilik bir ekip olduklarını söylüyordu. Sadece evsiz adam, bir de bu kız. Nava kadına bakarken bundan sonra ne yapacağını düşündü Adam ve kadının kendini öldürmeye çalışacaklarını hiç sanmıyordu. Eğer öldürmek isteselerdi

Saklı Kütüphane

14

funduszeue.info


peşine adam takmazlardı, bir keskin nişancıyla bu işi hallederlerdi. Tabii eğer onu öldürüp de kaza süsü vermeye çalışmıyorlarsa. Nava da başkalarını bu şekilde öldürmüştü. Hızla ilerleyen bir otobüsün veya kamyonun altına birini itmeden önce son saniyeye kadar beklemişti. Ama bu da pek akla yatkın değildi. Herhalde peşindekiler Nava'nın birine bir şey vermesini, ya da birinden para almasını bekliyorlardı. Ya da kiminle konuşacağını, buluşacağını görmek istiyorlardı. Nava dizginleri eline alma zamanının geldiğini anladı. Eğer bunlar gerçekten de kiralık katilse, o zaman onlara göre değil, kendi kurallarına göre oynayacaktı bu oyunu. Kendinden emin bir tavırla bara doğru yürüdü. Kızıl saçlı kadının kendisini gördüğüne emin olduğunda da Nava hızla çıkış kapısına doğru gitti. Açık havaya çıktığında soğuk gecenin karanlığında iri yarı zenci adama doğru yürüyerek yolu geçti. Gerçi adam kadından daha güçlüydü, ama Nava onu hazırlıksız yakalamak niyetindeydi. Adam Nava'nın gücünü küçümseyecekti; ama kadın onun saldırısına hazırlıklı olacaktı. Nava adamın beş metre önünden geçti ve Yedinci Cadde boyunca yürümeye başladı, pusu kurmaya uygun bir yer arıyordu. Adamla yüzleşirken ortağının bunu görmemesi gerekiyordu. Akla gelen ilk yer metro durağıydı. Nava daha hızlı yürüdü; adamın onu yakından izleyeceğini, kadının ise biraz olsun geride kalacağını umuyordu. Şehrin altındaki ulaşım ağına giden merdivenlere hızla gitti ve merdivenleri ikişer ikişer inmeye başladı. Perona geldiğinde, köşeyi dönüp, hemen sırtını duvara yasladı. Çantasına elini atıp bir alet çıkardı. Kurşun bir ağırlığın üstüne demir, onun üzerine de deri kaplanmıştı. Basit, ama etkili bir silahtı bu. Dirseğini büktü ve kolunu biraz geriye doğru çekti, vururken biraz hız kazanmak istiyordu. Birkaç saniye sonra adamın merdivenlerden indiğini duydu. Gözlerini yerden ayırmadığından adamın gölgesinin yaklaştığını gördü. Adama saldırmak için köşeyi dönmesini beklemedi Nava. Saklandığı köşeden fırladı ve sol eliyle adamın gırtlağına yapıştığı anda sağ elindeki ağırlıkla adamın kafasına vurdu. Adam acıyla inleyip, başını korumak için kolunu kaldırdı. Nava adamın bileğine yapışıp hızlıca çevirdi, kırmamıştı, ama kırmaya ramak kalmıştı. Bir eliyle adamın bileğini tutmaya devam etti, diğer elindeki ağırlığı ise yere attı. Adamın pançosunun altındaki omuz askısından tabancasını çıkardı, tabancayı ateşlemeye hazır duruma getirdi ve adamın boğazına dayayıp onu duvara yapıştıracak şekilde geriye doğru itti. "Kimin için çalışıyorsun?" Adam ilk önce silaha, sonra da Nava'ya baktı. Sanki tüm bunların nasıl olup bittiğini anlamamış gibi boş gözlerle bakıyordu. "Ortağın otuz saniye sonra burada olacak. İki kişiyle başa çıkamam, o yüzden de, konuşmaya başlamazsan seni öldürür, bilgiyi ondan alırım." Nava gözünü bile kırpmadı. "On saniyen var. Dokuz, sekiz, ye-" "Tamam," diye inledi adam. "Senin gibi ben de Teşkilat’tayım. Rutin takipteyiz. Cüzdanım ön cebimde, al bak inanmıyorsan!" Adam kim olduğunu söylediği anda Nava gerçeği söylediğini anlamıştı; ama yine de bundan emin olması gerekiyordu. Adamın cebindeki cüzdanı almak için uzanırken tabancayı iyice bastırdı boynuna. Diğer birçok ajan gibi adamın da iki cüzdanı vardı. Sol cebindekinde bir ehliyet, sağdakinde ise CIA kimliği vardı. Ajan Leon Wright. Nava rahat bir nefes alıp geri çekildi. Wright ise duvara yaslanarak incinmiş bileğini ovuşturdu. Tam o anda Nava adamın ortağının geldiğini duydu, kadının ayak sesleri merdivenlerin duvarlarında yankılanıyordu. Nava, Wright'a başıyla işaret edince, adam ortağına seslendi. "Sarah mimlendim. Havlu atıyoruz." Nava köşeden çıkarken ellerini havaya kaldırdı. Wright'ın tabancasını baş parmağında asılı tutuyordu Nava; elinde tutup da ajan kadını korkutmak istememişti. Kızıl saçlı kadın bir anda şaşırdı, hayal kırıklığına

Saklı Kütüphane

15

funduszeue.info


uğrayıp kızdı. En sonunda kabullendi. "Eğer yürüyüşüme devam etmeme izin verirseniz bu olanları unutmaya hazırım," dedi Nava. Sarah tam buna itiraz etmek üzereydi ki Wright atıldı. "Tamamdır," dedi, hissettiği acıdan dolayı yüzünü buruşturmamak için kendini zor tutuyordu. Nava, Wright'ın silahının güvenlik kilidini kapayıp, kimliğiyle birlikte Sarah'ya doğru attı. "Size iyi akşamlar o zaman," dedi. Arkasına bakmadan merdivenleri çıkarken elleri titriyordu. O adamı neredeyse öldürecekti. Tanrım. Neler oluyordu ona? Bir zamanlar bir ajanın yürüyüşünden bile onun amacının ne olduğunu kestirebiliyordu; ama son zamanlarda Nava kendini yorgun hissediyordu, aklı karışıktı. Birden arkasını döndü. Acaba bir tuzak mı hazırlamışlardı? Ama kimse yoktu, tek başınaydı. Nava, ABD hükümeti ondan şüphelendiği için peşinde birileri olduğunu düşünmüyordu. Eğer onun vatan haini olduğunu düşünseler, ajanlar Nava'nın öylece yürüyüp gitmesine izin vermezlerdi. Paranoyak olmaya başlamıştı. Wright ne demişti - rutin bir takip işte. Ara sıra her ajanın peşine birilerini takar, pis işlere bulaşmadıklarına emin olmak isterlerdi. Nava yine de emin olmak için üç defa aynı bloğun etrafında dolandı. Bir önceki gece buluştuğu adamın hiçbir laf etmeden cebine koyduğu anahtarları kullanarak apartmanın ana giriş kapısını açtı. İçeri girdi, ikinci kat aralığına kadar çıktı, durdu ve silahını çıkardı. 9 milimetrelik bir Glock kullanıyordu. Yavaşça nefes verdi, eline silahı aldığı anda rahatlamaya başlamıştı bile. Ana giriş kapısına doğru doğrulttu silahı. Kimsenin kendini takip etmediğinden emin olmak istiyordu. Kimse takip etmemişti. Bundan emin olunca geri kalan üç katı da çıkıp boş daireye yöneldi, anahtarı kullandı ve kapı tokmağını çevirerek kapıyı açtı. Bir eliyle kapıyı geri itip açarken, diğer elinde tutuğu tabancayla odayı kolaçan etti. Odadaki tek sandalyede oturan ufak tefek Koreli adam kılını bile kıpırdatmamıştı. Adamın pürüzsüz geniş çehresi ifadesizdi. Nava odanın içine doğru bir adım atarken yalnız olduklarından emin olmak için etrafına bakındı. "Niye bu gece bu kadar tedirginiz?" İngilizcesi çok iyiydi adamın, ama hafif bir şivesi vardı, sanki sözleri nefes almadan art arda sıralıyordu. "Tedirgin değilim, temkinliyim." Adam başını eğerek anladığını ifade etti, sonra da dizüstü bilgisayarı işaret etti. Ekranından yayılan yeşilimsi ışıkla mutfak aydınlanmıştı. Nava işaret parmağını kaldırdı, sonra da sırt çantasından ufak bir aygıt çıkardı. Bu, boyu beş inç, eni iki inç olan ufak bir silindirdi. Kız altındaki siyah düğmeye basınca ucundan üç çelik ayak çıktı. Aygıtı, ayaklan tavana bakar şekilde, yavaşça yere koydu. Birkaç saniye sonra aygıttan hafif bir ses yükseldi; üzerindeki kırmızı ışık yanıp sönmeye başladı. "Tedbiri elden bırakmamak için bir aygıt daha, öyle mi?" diye sordu Spetsnaz ajanı. "Eğer dışarıdan bize mikrofon doğrultarak dinlemeye çalışan olursa sinyallerini bozuyor," dedi Nava adamın kulağındaki minik kulaklığı ilk defa fark ederek. Sinyal kıran aletin adamın kulaklığını etkilemeyeceğini biliyordu; ama Nava Korelilerin dinlemesinden çekinmiyordu zaten. Dizüstü bilgisayara dokundu. "Güvenli mi?" "Hücresel modemin haneli bir şifre-kod anahtarı var. Bilgileri aldığım anda banka hesabına paranı yatıracağım. Sonra İsviçre'yi ararsın istersen." Nava kemerinin tokasını açtı, minik yuvarlak diski çıkartıp bilgisayarın içine soktu. Onbeş haneli şifreyi girince ekran bir an için kararıp sonra yine aydınlandı. Nava'nın Yi Tae-Woo olarak bildiği adam bunu gördüğü anda bilgisayara doğru geldi. O kadar rahat bir şekilde hareket ediyordu ki, sanki yürümüyor da odanın bir köşesinden diğerine süzülüyordu. Bu kadar zarif hareket edebilen birinin göğüs göğüse dövüş ustası olduğu belli oluyordu. Ama tüm Spetsnaz ajanları ustaydı -özellikle de birimdekiler. Bu birimdekilerin görevi Kuzey Kore hükümeti İçin bilgi toplamak amacıyla dünyanın binbir köşesinde hücreler kurmaktı: Dış İstihbarat Araştırma Dairesi -DİAD.

Saklı Kütüphane

16

funduszeue.info


Nava daha bir genç kızken eğitim aldığı kampa gelen Koreli adamı hatırladı. Yıl 'tü, Kim Jong-ll en iyi savaşçılarını Pavlovsk'a gönderip Sovyet özel tim askerlerine eğittirmeye karar vermişti. Bu askerler, Voiska Spesialnogo Naznacheniya adlı, Spetsnaz olarak bilinen Sovyet birimin askerleriydi. Eğitimleri boyunca silahlı, silahsız dövüş sanatları, terörizm, sabotaj her şeyi öğreniyorlardı. Kuzey Koreliler Sovyet öğretmenlerini o kadar takdir etmişlerdi ki, kendi birimlerine de Spetsnaz adını vermişlerdi. Ama Kuzey Koreliler kendi sloganlarını ve ülkülerini geliştirmişlerdi: Yüze karşı bir. Ve bu konuda çok ciddilerdi. Nava bu adamlarla iş yapmakla bir hata ettiğini düşünmeye başladı. Genelde bilgi sattığı İsrail'in Mossad'ından ya da İngiliz MI6 ajanlarından daha tehlikeli değillerdi aslında; ama Kuzey Korelilere güvenmiyordu. Her neyse, iş bitmek üzereydi zaten. Bu son işi de yapıp bir daha onlarla çalışmayacaktı. Yi Tae-Woo'nun bilgisayar başında yaptıklarını izledi. Bilgiyi gözden geçiriyordu, bir an için durup tüm bir sayfayı okuyordu, sonra da bir sürü sayfayı hızla geçiyordu. Nava adamın işini rahatça yapabilmesi için kenara çekildi ve adam istediği şeyin verildiğine emin olana kadar, Nava'nın sözünü tuttuğuna kanaat getirene kadar sabırla bekledi. Beş dakika sonra adam geri çekildi. "Her şey tamam gibi görünüyor. Para havale edildi. İstersen bilgisayardan bunu doğrulayabilirsin." Nava gülümsedi. "Bu teklifiniz* reddetsem herhalde beni anlayışla karşılarsınız." "Tabii ki," dedi ifadesi değişmeyen Yİ Tae-Woo. Nava'nın havaleyi teyit etmek için Kuzey Korelilerin bilgisayarını kullanacak hali yoktu. Koreliler bilgisayardan ona yanlış bilgi verebilecekleri gibi, hangi tuşlara bastığını da izleyebilirlerdi. O zaman da şifresini öğrenip, hesabındaki tüm parayı çekebilirlerdi. Gerçi Kuzey Kore'nin dış istihbarat birimi kendini dolandırsa Nava buna kesinlikle şaşırırdı, ama ajanların dünyasında da üç kağıtçılık olmuyor değildi. Ne de olsa ajanların da belirti bütçeleri vardı. Nava cep telefonunu çıkardı ve haneli şifre-kod anahtarı olan hattından bankayı aradı. Yabancı bankacıya şifresini verince, adam hesabına , doların yattığını teyit etti. Bankacıya başka bir şifre söyledi ve böylece parası hemen bir önceki gün verdiği talimat doğrultusunda başka hesaba aktarıldı. Nava yetkilinin bunu teyit etmesini bekledi, sonra da telefonu kapadı. Yi Tae-Woo'ya doğru döndüğünde, Nava'nın parası (% havale bedeli kesilmiş olarak) Kayman adalarında bir hesaba yatmıştı bile. "Her şey istediğin gibi mi?" diye sordu adam. "Evet, Teşekkür ederim," dedi Nava. Sinyal bozucuyu alıp sırt çantasına koydu. Yi Tae-Woo, Nava ile kapı arasında duruyordu. Kenara çekilmek üzereyken Nava adamın kulaklığından bir ses geldiğini fark etti. Tae-Woo bir adım geriye çekildi, tek bir hamlede tabancasını çekip Nava'nın göğsüne doğrulttu. "Bir sorun var," dedi gayet sakin bir şekilde. "Ne oldu?" diye sordu Nava. Sakin olmak için kendini zorluyordu. "Dosyalardan biri okunmuyor. Diskte bir sorun var herhalde," dedi Yi Tae-Woo. Çenesini hafifçe kaldırarak başıyla bilgisayarı işaret etti. "Kontrol et." Nava döndü ve diski çıkardı. Baş parmağıyla işaret parmağının arasındaki diski ışığa doğru tuttu. Gerçekten de kirpik kalınlığında bir çizik vardı diskin üstünde. Herhalde Wright'la uğraşırken olmuştu. "Disk çizilmiş," dedi Nava. "O zaman parayı iade etmelisin," dedi adam. Nava'nın bir anda başından aşağıya kaynar sular boşandı. "İade edemem," dedi arkasını dönmeden. "Hesaba yattığı andan itibaren yirmidört saat boyunca paranın başka bir hesaba yollanmaması için talimat verdim." Bir gün önce bankacıya bu talimatı verirken çok akıllıca önlem aldığını düşünmüştü Nava; ama artık öyle düşünmüyordu. "O zaman çok ciddi bir sorunumuz var." Nava tek bir şansı olduğunu biliyordu. Hemen adama doğru dönerek kolunu yakaladı ve adam tetiği çekemeden kolunu tavana doğrulttu. Öteki elindeki diskle adamın yanağını kesip kanattı. Neye uğradığını anlamadan, daha bir tepki veremeden, Nava avucunun içiyle adamın burnunu parçaladı.

Saklı Kütüphane

17

funduszeue.info


Tabancasını düşüren Koreli, geriye doğru sendeledi. Siyah takım elbiseli, eli silahlı üç adam odaya girdiklerinde, Nava ceketinin içine doğru uzanıp Glock'unu almaya çalışıyordu. Hemen dizlerinin üstüne çöküp ellerini başının arkasında birleştirdi. Hiçbir kaçış yolu olmadığının farkındaydı. Adamlardan biri karnına bir tekme attı. Nava sancılar içinde yere yuvarlandı; adam onu yerde tutmak için çizmesiyle başına bastırırken sırtına da bir Uzi makineli tüfek doğrultmuştu. Bir dakika boyunca adamlar hızlı bir şekilde Korece konuştular, sonra da kızı sandalyeye bağladılar. Yi Tae-Woo ona doğru eğildi gözleri aynı hizadaydı. "Ne istiyorsun?" diye sordu Nava. "Parayı iade etmeni istiyoruz," dedi Yi Tae-Woo. Burnu kırık olduğu için sesi garip çıkıyordu. "Hemen." "Dedim ya, bunu yapamam." Adam doğruldu ve SIG Sauer'ı Nava'nın başına doğrulttu. "Tae-Woo dur. Yirmidört saat içinde size bilgileri verebilirim. Daireye gidip yine indirmem gerekecek." Yi Tae-Woo kulaklıktan onu dinleyen her kimse onunla Korece konuşup sonra Nava'ya döndü. "Yirmidört saat sonra bize bilginin geri kalanını vereceksin, ayrıca parayı da iade edeceksin." "Ama bu hak-" Nava, Yi Tae-Woo'nun ciddi bakışlarını görünce cümlesini tamamlamamaya karar verdi. Başka bir cümle kurdu. "Bu kadar anlayışlı olduğunuz için teşekkür ederim." "Rica ederiz." Yi Tae-Woo adamlarına işaret etti, onlar da Nava'nın iplerini çözüp kalkmasına yardım ettiler. "Unutma, yirmidört saat" "Unutmam," dedi Nava. Bileklerini ovuşturmak istiyordu, ama bunu yapmaktan kendini alıkoydu. Tek kelime daha etmeden kapıdan çıktı ve merdivenlerden indi. Sekiz blok öteye yürüyene kadar dişlerini sıktığını fark etmedi, durdu ve kendi de bu yaptığına şaşırarak koyu yeşil çöp torbalarının üstüne kustu. Ağzını koluna sildiğinde ceketinin üstünde ufak sarı bir leke kalmıştı. Nava farkında olmadan bir sigara yaktı. Tam söndürmek üzereydi ki fikrini değiştirdi, bugün istediği kadar sigara içmeye karar verdi. Yarını olup olmayacağı belli değildi.

Saklı Kütüphane

18

funduszeue.info


3 Dr. Tversky son deneyin verilerini gözden geçirirken Julia'yı düşündü. Son zamanlarda Julia sanki rüya alemindeymiş gibi dolaşıyordu laboratuvarda. Sürekli kıkırdayıp gülümsüyordu. İki yıl önce üniversiteye gelen sakin ve çekingen kız sanki o değildi. Yakında insanlar şüphelenmeye başlayacaklardı, belki de şüphelenenler vardı zaten. Bu, Tversky'yi çok endişelendirmiyordu; okullar var olduğundan beri profesörler doktora öğrencileriyle yatıp kalkarlardı, bu alışıldık bir şeydi. Yöneticiler, bu konu herkesin dilinde olmadığı sürece görmezden gelirlerdi durumu. Hatta böyle bir şeyin olmasını beklerlerdi; bu profesör olmanın ayrıcalıklarından biriydi. Tabii ki Julia'ya böyle dememişti. Julia, pek bu işlerden anlayan bir kız değildi, hatta saftı. İlişkilerinin gizli kapaklı sürdürülmesi kızı heyecanlandırdığı için Tversky de onun bu heyecanını körüklemeye çalışmıştı. Aslında cinsel açıdan da pek tatmin edici değildi bu ilişki Tversky için. Kız istekli ama beceriksizdi; adama zevk vermeye çalıştığında tırnaklarını, dişlerini hissedebiliyordu adam. Eğer Tversky üstte olursa da bu sefer de kız patates çuvalı gibi olduğu yerde yatıp, dalgın bir edayla gülümsüyordu. Ayrıca, başbaşa kaldıklarında da Tversky'ye 'Petey' diye hitap ediyordu. Bu çocuksu takma adı değil duymak, düşünmek bile adamı sinir ediyordu, İlişkiye girdikten bir ay sonra profesör bu işi bitirmeye karar vermişti, ancak kızın kendine aşık olması adama bir fırsat sağlıyordu. İlk başlarda kız deneyde kobay olmaktan çekinmişti; ancak doktor ona bunun kendisi için ne kadar önemli olduğunu anlattığında hemen kabul etmişti. Şu ana kadar sonuçlar tek kelimeyle olağanüstüydü. Deneyler sırasında Julia'dan edindiği bilgiler inanılmazdı. Tversky kızı biraz daha kullanabileceğini düşünüyordu, ama bunun doğuracağı yan etkilerden dolayı endişeliydi. Genelde iyiydi kız, ama son zamanlarda kafiyeli konuşmaya başlamıştı ve bu tedirgin edici bir gelişmeydi. Bu tür dilsel özellikler şizofrenlerde görülüyordu daha çok. Beyin kimyasıyla uğraşınca akli dengesinin bozulacağının farkındaydı, ama bunun bu kadar çabuk olmasına şaşırmıştı. Yine de buna değerdi; Julia'nın ödeyeceği bedel ne olursa olsun. Sonuç olarak, deneylerden istediği ve beklediği sonuçları elde ederse, Julia'nın güvenliği konusunda bir endişe duymayacaktı, kendi güvenliği konusunda kaygılanması gerekecekti.

▲ Dr. James Forsythe çok zeki olmadığını her zaman bilmişti. Ancak, kısa boylu, saçları dökülmeye yüz tutmuş, sakallı adam büyük bir bilim adamı olmak için aşırı zeki olmak gerekmediğini de biliyordu. Tabii ki zeki olmanın da getireceği artılar vardı, ancak bir noktaya kadar etkiliydi bu. Bunun ötesinde ancak zararı olabilirdi. Tipik bilim adamları içine kapanık insanlardı, gerçek dünyada başarılı olmak için gerekli olan iletişim becerilerinden yoksun olurlardı. Forsythe öyle biri olmadığı için şanslıydı. Ne zaman araştırmacılarından birinin onun hakkında 'gerçek anlamda bir bilim adamı' olmadığını söylediğini duysa, gülümserdi, Forsythe böyle diyenlerin kendisine hakaret etmeye çalıştıklarının farkındaydı; ama o bunu bir iltifat olarak kabul ediyordu. Sonuç olarak, sözde 'dahi' olan bilim adamları Bilim ve Teknoloji Araştırma Laboratuvarı'nın çalışanlarıydılar, Forsythe ise bu birimin müdürüydü. BTAL aslında bir kamu kuruluşuydu, ama birçok sivil buranın varlığından bile haberdar değildi. Aslında böyle olması da iyiydi. Laboratuvar tesisleri yirmi yıl önce kurulmuştu, ama aslında 'de Başkan Truman Ulusal Güvenlik Konseyi İstihbarat Yönergesi'ni imzalayıp da Ulusal Güvenlik Ajansı'nı

Saklı Kütüphane

19

funduszeue.info


(UGA) kurduğunda buranın temelleri atılmıştı. Seksenlerin başında UGA, ülkede, günde milyon görüşmeyi dinleyebilecek kapasitedeydi. Gerçi görevleri ulusal güvenlikle ilgili konuşmaları dinlemekti, ama telefonu kaldırıp da ağabeyinin cinsellikten söz ettiğini duyan yaramaz küçük çocuklar gibi, UGA de bazen başka konularda insanları dinlemekten kendini alıkoyamıyordu. Ellerinin altında özellikle de bilimsel konularla ilgili bu kadar bilgi olunca UGA bu bilgilerle ne yapacağını düşünmeye başladı. Şifreleme Bölümü Şefi buna bir çözüm buldu. Bir vizyonu vardı. Dünyanın dört bir köşesinden gelen bilim adamlarını gizlice dinleyerek ve iletişimlerini takip ederek bilgiler toplanacak, bunlar bir araştırma laboratuvarında şifreleri kırılarak incelenip yorumlanacaktı. Böylece hiçbir ülke, hiçbir zaman, ABD'den daha fazla gelişemeyecekti. Bu fikir Ronald Reagan Beyaz Saray'dayken politikacılara sunulduğunda, komünist rejimi yakından takip etme fırsatı sağlayacağı için hemen kabul edildi ve dahası takdir edildi. Ve böylece, 13 Ekim 'de Bilim ve Teknoloji Araştırma Laboratuvarı, BTAL kuruldu. İlk başta BTAL sadece yabancı bilim adamlarını takibe almıştı. Ama Soğuk Savaş sona erince ve Internet sayesinde uluslararası iletişim artınca, BTAL birden istemeyerek de olsa, yerli bilim adamlarını da izlediğini fark etti. Ancak, Amerikan hükümeti BTAL'ın çalışmalarından o kadar çok çıkar sağlamıştı ki, bu pek de umurlarında olmadı. BTAL'ın 'araştırma' süreci basitti. Çözücüler dünyanın dört bir tarafındaki ana bilgisayarlara kayıtlı binlerce sayfalık bilgileri ve araştırmaları okuyorlardı ve eğer ilginç yeni bir teknolojik gelişme gözlerine çarparsa kurum içindeki bilim adamlarına bildirip, bu konunun araştırılmasını sağlıyorlardı. Sonra, gerekli deneyleri yeniden yapıp, yeni geliştirilmiş teknolojinin geçerliliğini saptıyorlardı. Yeni teknoloji onaylandığı anda da BTAL bu bilgileri ilgili devlet kurumuna iletiyordu. Ama bu teknoloji yabancı bir ülke tarafından geliştirilmişse ve ticari değeri varsa, BTAL Amerika'da merkezleri olan ve yönetimle araları o dönemde iyi olan birkaç çok uluslu şirkete sızdırıyordu bu bilgileri. Çok kısa bir süre içinde UGA dünyadaki en güçlü yeni teknoloji pazarı oluverdi. Forsythe 'de buranın müdürü olarak işi devraldığında, bir önceki müdürün bu kadar çok para kazanabilecekken ve politik sermaye yapabilecekken, bunların hiçbirinden faydalanmamış olmasına çok şaşırdı. BTAL altı ana istihbarat ajansına çalıntı bilgiler sağlıyordu (bunlar CIA, DoD, FBI, FDA, NASA ve NİH idi). Ayrıca, Silikon Vadisi'ndeki güçlü kuruluşlardan rakiplerine de bilgi veriliyordu. Forsythe ile 'yeni potansiyel müşteriler' arasındaki tek engel BTAL Denetim Kurulu'ydu. Bu Kurul konumları itibariyle ne kadar büyük bir gücü ellerinde tuttuklarının bilincinde olan üç senatörden oluşuyordu. Forsythe gerçekten güçlü olmak için kendi başına karar verebilecek konuma gelmesi gerektiğini biliyordu; ama bu konuma gelebilmek için de güce ihtiyacı vardı, Forsythe bu güç arayışında kendisinden hiç de beklenmeyecek bir yandaş buldu. Bu, pek de sağlam bir kişiliği olduğu iddia edilemeyecek olan, UGA'dakl Steven Grimes adlı bilgisayar korsanıydı. Grimes, iki haftadan kısa bir sürede, başında Utah senatörü Geoffrey Daniels'ın bulunduğu kurulun Forsythe'ın önerilerini daha yakından dinlemelerini sağlayacak bilgiler toplamıştı. Gerçi Grimes'ın sürekli insanları izleme huyu çok rahatsız ediciydi, ama sürekli her şeyi görmek ve bilmek isteyen adam çok da bilgi ediniyordu. Forsythe, Grimes'ın Daniels'ın o genç oğlanla fotoğraflarını nereden bulduğunu hâlâ bilmiyordu, bilmek de istemiyordu. Önemli olan tek bir şey vardı zaten; Senatör Daniels o fotoğrafları görür görmez, Forsythe'ın önerilerini dinlemek konusunda daha ılımlı bir tavır sergileyiverdi. Kuruldaki en kıdemsiz senatör olan John Simonson, Grimes onun Kayman Adalarındaki yasadışı vergi sığınağını bulduğu anda çok daha yakın ve ılımlı davranır oldu. O günden sonra da Forsythe'ın Kurul'a getirdiği hiçbir öneri reddedilmedi. Gerçi hep iki lehte bir aleyhte oy çıkıyordu, ama Forsythe'a çoğunluğun oylarını almak yetiyordu. Bunun yeterli olması da iyiydi, çünkü Grimes, Lousianalı, sağcı ve aşırı dinci bir senatör olan üçüncü Kurul üyesi aleyhinde kullanılabilecek herhangi bir bilgi bulamamıştı.

Saklı Kütüphane

20

funduszeue.info


Neredeyse altı yıldır Forsythe BTAL Kurulu'nu avucunun içine almıştı ve bunu saklamıyordu da. Hem şirketlerin en üst düzey yöneticilerinden, hem de devlet adamlarından para sızdırıp durdu. Hayat onun için çok güzeldi. Ama şimdi bu devir kapanmak üzereydi; çünkü Senatör Daniels uykusunda kalp krizi geçirip ölmüştü. Forsythe, Daniels'ın öldüğünü televizyondan öğrendiğinde içinden okkalı bir küfür etti, Daniel'ın yerini John MacDougal'ın alacağını şimdiden biliyordu. MacDougal, Vermontlu, liberal bir senatördü. İki yıl önce Kurul'a girmek için başvurmuştu ama kabul edilmemişti, o gün bu gündür de bunun peşindeydi. Forsythe, MacDougal'ın hemen Kurul'a girmek için gerekli girişimleri yapmaya başladığına emindi. Forsythe, MacDougal'ın bir gün istediğini elde edeceğini düşünerek, Grimes'dan bu adam aleyhinde kullanılabilecek bilgileri toplamasını istemişti. Ne yazık ki Grimes'ın bulduğu tek bilgi MacDougal'ın ilaç sanayiinde hükümet ihalelerini takip eden bir kuzeni olduğuydu. O sabah Forsythe laboratuvara geldiğinde, MacDougal görüşme talep etmek için bir mesaj bırakmıştı bile. İşte o anda Forsythe ay sonunda yerine yeni birinin bulunacağını hemen anlayıverdi. Tabii ki bu görevde sonsuza dek kalamayacağını kendisi de önceden biliyordu, ama en azından bir sonraki Senato seçimlerine kadar kalabileceğini düşünmüştü. İyi ki tamamen hazırlıksız yakalanmamıştı. Son birkaç ay içinde kendi araştırma laboratuvarını kurmak için 12 milyon dolarlık fon bulmuştu. Genelde yatırımcılar boş çekler vermezlerdi kimseye, ayrıca Forsythe gibi, parmaklarının ucunda işlenebilecek milyonlarca fikir olan bir adamı finanse etme fırsatını da pek sık yakalamazlardı. Bir tek sorun vardı: Forsythe en muhteşem fikri bulmak için bir yılı olduğunu düşünmüştü, şimdiyse bir ayı vardı. Ama yine de bunu başarabilirdi: Gelecek iki hafta boyunca dünyadaki tüm araştırma projelerinin özetlerini inceleyerek en karlı olanı, çalmak isteyeceği projeyi bulacaktı. Bu projeyi bulduğu anda da, BTAL evrakını yok edecekti ki hükümet ileride ona bu konuda rakip olamasın. Şansı da yaver gidiyordu, çünkü birkaç gün önce okuduğu özetlerden biri gelecek vaat ediyordu. BTAL'ın bir süredir izlediği bir bioistatistikçinin yaptığı yasadışı bir takım deneyler anlatılıyordu özette. Sayın doktor bir süredir bir insan deneğe beyin dalgaları üzerinde çok ilginç etkileri olan bir bileşim enjekte ediyordu. Forsythe bu deneğin ismini bilmiyordu (yazıda sadece Alfa deneği olarak geçiyordu), ama deneyi yapan profesörü tanıyordu. Aslında profesör geçmişte bir görüşme talep etmişti ve buna daha cevap verilmemişti. Herhalde bağış bekliyordu. Bu mükemmel bir fırsattı. Forsythe sekreterini aradı. "Bana en kısa sürede bir görüşme ayarlamanı istiyorum. Profesöre nasıl ulaşacağına dair bilgilerin sende olması lazım zaten Evet, yarın gayet uygun Adı Tversky."

Saklı Kütüphane

21

funduszeue.info


4 Caine tedirgin bir şekilde havayı kokladı. Hava serin ve sterildi; yani hafif bir alkol kokusu vardı. Ellerinin altındaki kolalı çarşafı hissedince bir hastanede olduğunu anladı. Gözlerini yavaşça açtı, dünyayı çarpık çurpuk göreceğinden korkuyordu. Ama her şeyi olduğu gibi görüyordu. Gerçi lenslerini takmadığı için görüntü biraz bulanıktı. Elini kaldırıp şişmiş gözlerini ovuşturmak isteyince, elinin üstünde bir katater olduğunu gördü. Elinin üstündeki iğneye bakarken sanki bu olayı daha önce yaşamış gibi hissetti kendini; --sanki daha önce de bu yatakta uyanmış ve aynı şeyleri düşünmüştü. Kaç saattir hastanede olduğunu merak etti. "Sekiz saat oldu ufaklık. Arada bir kendine gelir gibi oldun, uykunda konuştun. Geçmiş olsun." Birden irkilen Caine başını aniden sola çevirdi. Jasper ona el salladı. Caine bir an için nefesini tuttu, "demek deli olsam böyle görünecektim" diye düşündü. Jasper çok kötü görünüyordu. Beti benzi atmıştı ve sanki iri yarı bedenin üstüne gerilmişti derisi. Jasper'ın çevresi morarmış yeşil gözlerindeki ışıltıyı görünce, David Caine kardeşinin, bu halinde bile, o hastalıklı aklından olağanüstü zekilikte düşüncelerin geçtiğini anlayabiliyordu. "Seni çıkar" Caine ne diyeceğini bilemedi. "Yani burada olman çok iyi oldu. Çok iyi." "Rahat konuş, söylemende bir sakınca yok," dedi Jasper olduğu yerde kıpırdanarak. "Beni akıl hastanesinden çıkardıklarını bilmiyordun." Caine bir an için utandı, sonra da başını salladı. Kardeşi sanki onun aklından geçenleri okuyordu, bunu hep yapabilmişti. "Ya," dedi Jasper, sesinden hem yorgun olduğu, hem de bu olayın onu güldürdüğü anlaşılıyordu. "Mercy'deki aklı başındaki vatandaşlar beni salıverdiler Ocak'ta. Bir aydır dışarıdaydım." "Niye aramadın?" Jasper omuz silkti. "Bilmem. İlk önce bazı şeyleri yoluna koymak istedim. Bu arada, beni ziyarete geldiğin için sağ ol." Caine biranda irkildi. "Jasper ben-" Jasper kardeşini susturmak için elini kaldırdı. "Tamam." Yeniden konuşmaya başlamadan önce kardeşine arkasını dönüp, pencereden dışarı baktı bir süre. "Özür dilerim. Aslında seni anlıyorum. Ben de kardeşimi öyle bir yerde ziyaret etmek istemezdim." "Yine de seni görmeye gelmeliydim." "Neyse," dedi Jasper dalga geçer gibi, "gelecek sefere gelirsin. Bir anda iki kardeş de sustu, sonra da aynı anda gülmeye başladılar; ikiz oldukları için bu çok sık olurdu. Gülmek onlara iyi geldi. Caine gülmeyeli, içten gülmeyeli uzun zaman olmuştu, hele kardeşi ile gülmeyeli çok uzun bir zaman olmuştu. Jasper David'den yalnızca on dakika önce doğmuştu, ama bunu ona hep hatırlatır ve 'ufaklık' diyerek ona kendisinin daha büyük olduğunu ima ederdi. "Burada olduğumu nereden bildin?" "Seni hastaneye yatırdıklarında pratisyenlerden biri bana cep telefonumdan ulaştı. Geldiğimde hemşire bana nöbet geçirdiğini söyledi."

Saklı Kütüphane

22

funduszeue.info


Caine başını salladı. "Ayrıca, bir yıldır nöbet geçirip durduğunu da anlattı. Benim bunları bildiğimi sanıyordu. Bu konuda konuşalım, balım, dalım, halım," Caine korku dolu bir ifadeyle baktı Jasper'a; ama kardeşi sanki çok esaslı bir espri patlatmış gibi kıkırdıyordu sadece. Akıl hastanesinde onu tedavi etmeye çalışmış olabilirlerdi, ama edemedikleri belli oluyordu. Caine kardeşinin gözlerine bakınca başka bir şey daha gördü; kardeşinin gözleri delilikten parlıyordu. "Hemşire başka ne anlattı?" diye sordu Caine Jasper'ın garip davranışını görmezden gelmeye çalışarak. "Fazla bir şey söylemedi; ağır bir nöbet geçirmişsin. Rus ahbaplarının söylediklerine bakılırsa cankurtaran seni gelip alana kadar yirmi dakika kadar baygın kalmışsın." "Boku yedik," dedi Caine, bir yandan da bayıldığında Nikolaev'in nasıl bir tepki verdiğini düşünüyordu. "Acil servisi mi aramak zorunda kalmışlar?" "Ya," dedi Jasper. "Bu arada sormadan edemeyeceğim; sabahın ikisinde bir Rus yemek kulübünde ne işin vardı?" Caine hiçbir şeyi açık etmemek için omuz silkti. "Votkaları çok iyi." "Bahse girerim ki öyledir. Yoksa sen bahse girersin mi demeliydim?" dedi Jasper kaşlarını kaldırarak. "Diyebilirsin diyelim." "Ne kadar içeridesin?" "Pek önemli değil, her şey yolunda," dedi Caine biraz çabuk cevap vererek. "Eğer borcun söylediğin gibi pek önemli olmasaydı Vitaly Nikolaev'in hastaneyi ikide bir arayıp durumunun nasıl olduğunu soracağını hiç sanmıyorum." Caine'in biranda omuzları kasıldı. "Ciddi misin?" "Ciddiyim, ufaklık. Eğer sana geçmiş olsun demek için votka yollamayı düşünmüyorsa, yatırımını kolluyor gibime geliyor. Bir daha sorayım, ne kadar içeridesin?" Caine gözlerini yumup son eli hatırlamaya çalıştı. Zihnindeki bulutlar dağılmaya başlayıp da hatırlayınca inledi. "Bir bir sıfır sıfır vesaire," dedi gözlerini açmadan. "Bir bir mi? Yani 1, dolar, eh fena değil. Belki benim CD çalıcıyı satsak-" "Hayır." "David yapma yardım edebilirim." "Edebilirsin de, borcum 1, dolar değil." "Ne kadar?" Caine kardeşinin dertli yüzüne baktı sadece. "Oha," dedi Jasper gerçek miktarı anlayınca. "11, dolar mı borcun var?" "Evet." "Salak mısın David? Nasıl bu kadar para kaybedebildin?" "Kaybetmemeliydim. Olasılıklar benden yanaydı, kesindi kazanacağım." "O kadar da kesin değilmiş işte." "Bana baksana Jasper, zaten derdim başımdan aşkın, bir de sen başlama. Tamam bir halt ettik.

Saklı Kütüphane

23

funduszeue.info


İtiraf ediyorum, mutlu oldun mu? Yanlış hatırlamıyorsam sen de birkaç defa faka bastın bu hayatta." Jasper iç geçirip fosforlu turuncu hastane koltuklarından birine oturdu. "Ne vardı elinde?" diye sordu Jasper, tavrından Caine'i sakinleştirmeye çalıştığı belli oluyordu. "Kare." "Küçük mü?" "Hayır. As." Jasper hayrete düştü. "Elinde kare as varken kaybettin öyle mi? Oha," dedi Jasper kare asın üstüne el çıkaran adama saygı duyarmış gibi bir edayla. "Herifin elinde ne vardı?" "Floşroyal çıkarttı." "Haydi be," dedi Jasper başını sallayarak. "Bu parayı ne kadar zamanda geri ödemek zorundasın?" "Vitaly'yi tanıyorsam ilk taksidi yarına isteyecektir. Ama ben eski bir dost sayılırım, belki hafta sonuna kadar bekler. Ondan sonra da gorillerinden birini yollayıp beni hastanelik eder; ama bu sefer birkaç saatte kendime gelemem." "Hemşirenin dediklerine bakılırsa zaten Vitaly olmadan da hastaneyi mekân edinmişsin." "Ya. Durum kısaca şöyle, eğer Nikolaev beni öldürmezse, eninde sonunda bu nöbetlerden dolayı gebereceğim." "Yapma ufaklık," dedi Jasper ne kadar üzgün olduğunu belli etmemeye çalışarak. "Son konuştuğumuzda sapasağlamdın ve 45 ayrıca bir süredir bir yıldır hiç kumar oynamamıştın. Nasıl oldu da bu hale geldin?" Caine buna nasıl cevap vereceğini bilemedi. Durumu tüm gerçekliğiyle kavramaya başlamıştı. Son bir yıldır başına gelmedik kalmamıştı. İlk nöbetini geçirdiğinden bu yana bir yıl geçmiş miydi cidden? Birden sınıfın önünde ilk nöbetini geçirdiğinden bu yana bir buçuk yıl geçtiğini hatırladı. Midesi bulandı. Aslında hayat garipti; sanki bir insanın hayatının içine etmesi için bundan daha uzun bir zaman geçmesi gerekirdi. Bu konuda da yanılmıştı.

▲ İstatistik Bölümü'ndeki diğer meslektaşlarının aksine Caine ders vermeyi çok seviyordu. Sınıfa ilk girdiğinde öğrencilerini meraklandıracak ve heyecanlandıracak şekilde ders verebildiğini, istatistiğe duyduğu tutkuyu onlara da yansıtabildiğini fark etmişti. Aslında bu büyük bir oyunu kazanmak kadar heyecan verici değildi, ama yine de öğrencileri düşündürmek, olasılıklar dünyasının kapılarını onlara açmak onu çok heyecanlandırıyordu. İşin komik yanı şehirdeki birçok bodrumda parasını kaybedip de birikimleri suyu çekince ders vermeye başlamıştı. Başka bir seçeneği yoktu, paraya ihtiyacı vardı. Columbia Üniversitesi'nde doktorasının dördüncü yılındaydı ve böyle biri ancak Olasılık Kuramına Giriş dersi vermek gibi bir iş bulabilirdi. Parası bitmişti, borç alabileceği biri veya rehin bırakabileceği hiçbir şey de kalmamıştı; o yüzden de ilk maaşını almadan poker oynamaya devam edemezdi. Ama ilk maaşını aldığında Caine birden artık kumar oynamak istemediğini fark etti. O gece rüyasında kartları hayal edeceği yerde, bir sonraki günkü dersin hayalini kurdu. İşte o zaman işler yoluna girmeye başladı. Gerçi hâlâ her sabah ancak gerçek bir kumar

Saklı Kütüphane

24

funduszeue.info


bağımlısının anlayabileceği bir açlık ve istekle uyanıyordu, ama bu duyguları bastırıyor ve bu tutkusunu akademik çalışmalarına yöneltmeye çalışıyordu. Ders vermek ona güç kazandırmıştı. Kumar alışkanlığından vazgeçmek için gittiği terapi gruplarından hiçbirinde hissetmediği bir şeyi hissediyordu ders verirken; kontrol kendisindeydi. Sonraki birkaç ay çok iyi geçti, huzurluydu, bağımlılığıyla gerçekten başa çıkabildiğini görüyordu. Bir an için Caine bile işlerin yolunda gittiğine inanmaya başlamıştı; işte tam o anda da her şey bir anda dağılıverdi. Hayatının tepetaklak olmaya başladığı o anı daha dün gibi hatırlayabiliyordu. Hayatını yola koyabileceğini düşündüğü, ona iyileşme gücünü veren yerde olmuştu bunlar; Sınıfta. Sırtını tahtaya yaslamıştı, elinde tebeşir vardı, diğer elinde de içinde kahve olan bir plastik bardak tutuyordu. Tarih anlatıyordu, önceden hazırlanmamıştı, doğaçlama konuşuyordu. "Evetolasılık teorisinin nasıl doğduğunu bilen var mı?" Sınıf sessizdi. "Peki, size birkaç seçenek sunayım. Olasılık kuramı iki Fransız matematikçinin birbirlerine yazdıkları mektupların sonucunda ortaya kondu. Sizce hangi konuda yazışıyorlardı: a) fizik, b) felsefe veya c) zarlar. Cevap veren olmadı. "Eğer beş saniye içinde biri bir cevap vermezse bu soruyu sınavda da soracağım haberiniz olsun." Bir anda yirmi öğrenci el kaldırdı. "İşte bakın bu iyi oldu. Jerri sen bir tahminde bulun bakalım." "Fizik mi?" "Hayır. Doğru cevap c'ydi, yani zarlar." "Olasılık ilkelerini ortaya koyan Blaise Pascal 'de doğdu. O zamanlarda zengin ailelerin çocukları evde eğitim görürlerdi, bu yüzden de Pascal'ı da hem babası, hem de özel öğretmenleri eğitmişti. Ama Blaise'in babası onu çok çalıştırmak niyetinde değildi, asil oğlunun yorulması işine gelmezdi; bu yüzden de ona dillere odaklanmasını ve matematiği fazla önemsememesini söyledi." "Her normal çocuk gibi, matematik konusunda kendisine böyle bir kısıtlama getirilince, Pascal bu konuya ilgi duymaya başladı. Boş zamanlarında geometri çalıştı." Birkaç öğrenci gözlerini devirince Caine ekledi, "O zamanlar Xbox ve PS2 gibi aletler yoktu, çocukların eğlence anlayışları farklıydı." Öğrencilerden birkaçı güldü. "Babası Blaise'in matematik yeteneği olduğunu fark edince de, ona Öklid'in 'Elementler' başlıklı eserini hediye etti. Yine bir hatırlatma yapma ihtiyacı duyuyorum, unutmayın ki o zamanlar televizyon diye bir aygıt da yoktu, yani insanlar kitap denen şeyleri okumak zorundaydılar." Birkaç öğrenci kıkırdadı. "Neyse, Blasie'in babası oğlunun Öklid'i tamamen kavrayıp hatmettiğini görünce en iyi matematik öğretmenlerini tuttu. Bu da hayatında yaptığı en akıllıca şeydi, çünkü Pascal onyedinci yüzyıldaki en önemli matematikçilerden biri oldu." "Hatta bu odadaki herkesin hayatını etkileyen bir buluşu bile var. Bunun ne olduğunu bilen var mı?" "Abaküs mü?" diye sordu saçı uzun aklı kısa güzellik abidelerinden biri. "Galiba Fransızları eski Çin uygarlıklarıyla karıştırdınız genç hanım," dedi Caine. "Ama yine de doğru yoldasınız. İlk aritmetik makinesini icat etti. Bu da günümüzde hesap makinesi dediğimiz aygıtın ilk prototipidir. Pascal çok uzun yıllar boyunca matematik ve fizik okuduysa da ölümünden birkaç yıl önce sayılara karşı tutkusunu bir kenara bıraktı; çünkü matematiksel olarak, dine ve felsefeye odaklanarak zamanını daha verimli bir şekilde kullanabileceğini kanıtlamıştı." "Bunu nasıl becerdi," diye sordu arka sıralarda oturan sakallı bir öğrenci.

Saklı Kütüphane

25

funduszeue.info


"İyi soru. Birazdan buna geleceğim. Şimdi, ne anlatıyordum? Tamam," Caine kahvesini yudumladı ve devam etti, "Pascal'ın hâlâ matematik ile ilgilendiği dönemde, 'de, Chevalier de Mere adında bir Fransız asilzade ona birkaç soru sordu. Bu sorulara ilişkin matematiksel veriler çok ilginçti ve Pascal babasının eski dostu olan bir devlet büyüğüyle, Pierre de Fermat ile yazışmaya başladı. "De Mere aynı zamanda bir kumarbazdı ve o zamanlar popüler olan bir zar oyunu hakkında soru soruyordu. Oyunda dört zar kullanılıyordu. Her seferinde oyuncu dört zar atıyordu. Dört zardan hiçbiri altı gelmezse oyuncu para kazanıyordu, zarlardan bir tanesi bile altı gelirse parayı kasa alıyordu. De Mere böyle bir oyunda kasanın avantajlı durumda olup olmadığını bilmek istiyordu. Yani olasılıklar kasadan yana mıydı? "Eğer bu sınıfta bir tek şey dahi öğrenseniz, bu bile size faydadır: O da şudur," Caine tahtaya gitti ve koca harflerle yazdı. Olasılıklar HER ZAMAN kasadan yanadır. Birkaç öğrenci bu espriye güldü. "Peki neden? Bunu bana anlatabilecek öğrencim var mı? Jim." Caine'in en sevdiği öğrenci oturduğu yerde doğruldu. "Çünkü, eğer olasılıklar kasadan yana olmasa o zaman kasa para kaybederdi ve sonunda kasa kalmazdı." "Aynen öyle," dedi Caine. "Bana kalırsa olasılık teorisi ortaya atılmadan bile, de Mere'in bunu anlamış olması gerekiyordu; ama Fransız asilzadeler o kadar akıllı olsalardı kellelerinin vurulmasına da izin vermezlerdi." "Her neyse, Pascal ve Fermat gerçekten de - 'cidden öylemiymiş' gibi nidalarla - olasılıkların hep kasadan yana olduğunu kanıtladılar. Oyuncunun yüz oyun oynadığını varsaydılar - atışın 48'inde altı gelmeme olasılığı yüksekken, 52'sinde altı gelme olasılığı daha yüksekti. Böylece olasılıklar kasadan yanaydı: 52'ye İşte olasılık teorisi de böyle doğdu. Fransız bir asilzade dört zarla altı atmamaya çalışmanın akıllıca bir kumar olup olmadığını bilmek istediği için." Birkaç öğrenci başını salladı. Caine bunun öğrencilerin söylediklerini ilginç buldukları anlamına geldiğini biliyordu. Arka sırada oturan Afrika kökenli Amerikalı bir öğrenci elini kaldırdı. "Evet Michael?" dedi Caine. "Pascal hayatını dine adaması gerektiğini nasıl kanıtladı ki?" "Az daha unutuyordum," dedi Caine. "Bunu yapmak için daha sonra 'beklenen değer' adıyla anılacak bir teori kullandı. Özünde işlem şu: Birkaç olay olasılığının ürünlerinin toplamını, her bir olay gerçekleşse elinize geçecekleri de ekleyerek topluyorsunuz." Caine'e boş gözlerle bakıyordu öğrenciler. "Peki, anlaşıldı, daha doğrusu anlaşılmadı. Neyse, gerçek hayattan bir şeyle örnekleyelim: Piyango. Bu haftaki piyangoda ne kadar para birikmiş? Bilen var mı bu hafta Powerball ne kadar veriyor?" "10 milyon dolar," dedi arka sıralardaki atletik yapılı bir öğrenci. "Peki, vergi diye bir şeyin olmadığı hayali bir ülkede yaşadığımızı varsayalım. Şunu da biliyoruz ki Powerball'ı kazanma olasılığı milyonda 1. Çünkü sayısal kombinasyonların toplamı bu. Bir loto bileti alarak ne kazanmayı beklediğimi hesaplamak için yapacağım işlem kısaca şöyle oluyor; Kazanma olasılığını kazanacağım miktar ile çarpacağım, sonra da buna kaybetme olasılığımı sıfırla çarpıp ekleyeceğim; sıfırla çarpmamın nedeni de kaybedersek bir şey kazanamayacak olmamız." Beklenen Değer. (piyango bileti) = (kazanma) olasılığı * toplam para + (kaybetme) olasılığı * (0$) [1/}* ($10,,)+ (,,/,,)* ($0) = (%) * ($10,,) + (%) * ($0) =$ + $ =$

Saklı Kütüphane

26

funduszeue.info


"Yani bu hafta bir Powerball bileti alsanız ancak sent kazanmayı bekleyebilirsiniz. Ama bilet bir dolar ve görüldüğü gibi aslen değeri sent Olasılık kuramına göre piyango bileti almak o zaman mantıklı değil, çünkü ödenen bedel beklenen değerden daha düşük." "Yani, siz 1 dolar ödeyip de 10 milyon dolar kazanma şansınız olduğunu düşünerek buna değeceğini düşünseniz de, bu doğru değil; çünkü aslında biletin değeri 10 sent bile değil." Caine kahvesini yudumladı ve öğrencilerin bu bilgiyi sindirmesini bekledi. Herkesin bu açıklamayı anladığından emin olduğunda soru sordu. "O zaman ne zaman piyango bileti almak akıl karı bir iş oturdu? Madison cevap verebilecek misin?" Hoş sarışın oturduğu yerde doğruldu. "Herhalde toplam ikramiye milyonu geçtiğinde." "Doğru. Peki neden?" "Çünkü, büyük ikramiye diyelim ki milyon dolar ve kazanma şansı milyonda bir, o zaman her bir biletin beklenen değeri -" Madison durdu ve önündeki hesap makinesinde bir işlem yaptı, " dolar olurdu, o da biletin bedeli olan bir dolardan fazla." "Aynen öyle," dedi Caine. "Beklenen değer teorisiyle olayı incelediğimizde, ancak değer bedelden yüksekse o zaman bu risk göze alınmalıdır. Bu yüzden de ancak milyon dolardan fazlasını kazanabileceğiniz bir durumda piyango bileti almak gerekir." "Peki ama, bunun Pascal'ın hayatını dine adaması ile ne ilgisi var?" diye sordu yine Michael. "Pascal beklenen değer teorisini kullanarak hayatını dine adaması gerektiğini kanıtladı. Her matematikçi gibi o da, bu soruyu bir formüle indirgedi." Hangisi daha büyüktür? a) Beklenen değer (hedonizm yani fiziksel yaşamdan zevk alma) Ya da b) Beklenen değer (dini hayat)

Varsayım a) Olasılık (ölümden sonra hayat yok) * (hedonizmden alınacak zevk) + Olasılık (ölümden sonra hayat var) * (sonsuza dek lanetlenmek) Ve b) Olasılık (ölümden sonra hayat yok) * (dinden alınacak zevk) Olasılık (ölümden sonra hayat var)* (sonsuz mutluluk) Pascal'ın mantığı çok basitti: Eğer (a) (b)'den büyükse o zaman hedonizme devam edecekti, ama eğer (a) (b)'den küçükse o zaman dindar olmalıydı." "Ama değişkenlerin değerlerini bilmeden bu denklemi nasıl çözdü?" diye sordu Michael. "Birkaç varsayımda bulundu, örneğin, sonsuz mutluluğun değeri pozitif sonsuzdu ve sonsuza dek lanetlenmenin değeri negatif sonsuzdu." Sonsuz mutluluk = +00 Sonsuza dek lanetlenmek = "Eğer bir denklemde sonsuzu kullanırsanız bu diğer her şeyi etkiler, çünkü çok büyük bir sayıdır, böylece (a) hedonizmin beklenen değeri negatif sonsuz ve (b) dini hayatın beklenen değeri pozitif sonsuz." (a) hedonizm = ve (b) din = +00

Saklı Kütüphane

27

funduszeue.info


o zaman {a)< (b) böylece (b) bek. değer (hedonizm) < bek. değer (dini hayat) "Anladınız mı? Ölümden sonra insanın ruhunun yaşamasının veya her hangi bir şekilde bir hayat olmasının olasılığı ne kadar az olursa olsun, Pascal'ın dine bağlı bir hayat yaşamasından beklediği getiri, yine de dünyevi zevklerle hedonistik bir yaşam sürüp de sonsuza dek lanetlenmeyi göze alacağı bir durumun getirisinden daha büyüktür." "Pascal bunu anladığı anda da hayatının geri kalanını dine adaması gerektiği açıktı." "Peki, siz de dindar bir hayat tarzını mı benimsiyorsunuz?" diye sordu Michael sınıfı güldürerek. "Aslında," dedi Caine gülümseyerek, "hayır." "Neden?" "İki nedeni var. Birincisi bana kalırsa dünyevi zevkleri tadarak yaşanacak bir hayat insana pozitif sonsuzluk getirir, ama dini bir hayat negatif sonsuzluktur." Birkaç öğrenci bunu alkışladı. Caine elini kaldırdı. "İkincisi, piyangoyu neden oynuyorsam dünyevi zevkleri de aynı nedenle seviyorum: Bazen insan 'istatistiklerin canı cehenneme' demeli ve içinden geleni yapmalı." Herkes güldü, hatta birkaç öğrenci ıslık bile çaldı. Caine tam sınıfı bırakmak üzereydi ki elindeki tebeşire baktı. O anda fark etti tebeşirin büyümeye başladığını. Elinin içinde büyüdü büyüdü ve tahta bir asa gibi uzadı. Ucuna dokunmak için parmaklarını uzatınca birden eli de büyüdü. Parmakları artık dört dolgun uzantıydı. Bir an için hareket edemedi. Tebeşirin kendisine doğru eğildiğini sandığı anda yere fırlattı ve binbir parçaya ayrılan tebeşirin parçaları canlı solucanlar gibi kıvranmaya başladı. Nefes almakta zorluk çekiyordu. Kendine gelebilmek için tahtaya baktı ama bu durumu daha da kötüleştirdi: Tahta, üstüne üstüne geliyordu. Yazdığı denklemler kurdeleler gibi uçuşuyordu. Öğrencilerine döndü ve canlı bir şeye bakarak kendine gelebileceğini düşündü. Çok yanılmıştı. Üç öğrencisi ellerini kaldırmıştı ve kolları dev palmiyeler gibi bedenlerinin üstünde rüzgârda savruluyordu. O anda kokuyu aldı. Pis ve ekşi bir koku. Beynini sulandırdı, çürüyen, bozulmuş etler. Neler olduğunu anlamaya çalıştı, ama artık çok geçti. Biri göğsüne yumruk atmış gibi hissediyordu kendini, ciğerlerinde hava kalmamıştı sanki. Çöp kutusuna zar zor yetişti ve kusup bayıldı. Düşerken de başını masaya çarpmıştı. Öğrencilerinden biri, bir hastanenin nevroloji bölümünde de çalışıyordu, o yüzden de, iki ay önce trende bayıldığında olduğu gibi, uyandığında kendini cüzdanı ağzına sıkıştırılmış bir şekilde bulmadı. En azından bu şekilde aşağılanmamıştı. Ama o zamanlar buna şükretmesi gerektiğinin farkına varmamıştı. Bir tek şeyden çok emindi: Yeni hayatı gözlerinin önünde yok olmuştu.

▲ Ancak üç hafta sonra sınıfa dönebilecek cesareti toparlayabildi. Bu deneyim felaketle sonuçlandı. Ona beklentiyle bakan öğrencilerini gördüğünde aklına ilk gelen şey rüzgârda savrulan dev ellerdi. Konuşmak için ağzını açtığında hiçbir ses çıkmadı. Caine derin bir nefes aldı ve burun delikleri büyüyünce o korkunç kokuyu anımsadı. "İyi misiniz hocam?" Caine ilk sırada oturan öğrencilerden birinin sorusunu duydu, ama cevap veremiyordu. Cevap vermek yerine sınıfın arkasına doğru koşarak merdivenleri çıktı ve ağır çelik kapılardan zar zor dışarı

Saklı Kütüphane

28

funduszeue.info


attı kendini. Sınıftan çıktığında kalbi yavaşladı. Serin havayı soluyunca artık kokuyu duymadığını anlayıp rahatladı. Bundan sonra bir kere daha ders vermeyi denedi, ama yine başarılı olmadı. Bu sefer sınıfa adım atar atmaz panik atak yaşadı. Kürsüye vardığında nefes bile alamıyordu sanki. O kadar terlemişti ki oluk oluk terler gözlerine giriyordu. İlk nöbetinde olduğu gibi çöp tenekesine zar zor yetişti ve o sabah, daha bir saat önce yediği buritoyu kustu. Çöp tenekesinde yüzen yemek artıklarına, yumurta ve salsa karışımına baktığında bu işin bittiğini anladı. Bir daha asla ders vermeyecekti. Ayağa kalktı, ağzını sildi, sınıftan çıkarken bir daha buraya dönmeyeceğini biliyordu. İlk başlarda bunun iyi bir şey olduğuna ikna etmeye çalıştı kendini. Haftada üç gün ders vermektense doktora tezine odaklanabilirdi. Mantıksal Regresyon Analizinde İstatistiki Olarak Belirgin Etmenlerin Etkisi hakkındaydı tezi. İlk bir ay boyunca kendini haklı çıkardı. Her sabah kalktığında hissettiği o isteği (Hadi ama gidip POKER oynamak istemez misin?) ve sinirsel enerjisini doktora tezinde ilerlemek için kullandı. Columbia'daki kütüphaneye gidip, kitapların arasına gömülüp, dizüstü bilgisayarının başından ayrılmayıp birtakım doğal olguların dağılım eğrilerini çiziyordu ve her akşam yorgunluktan baygın düşüyordu. Sonra bir daha nöbet geçirdi, bu öncekinden de kötüydü. Bir gün bilgisayarına bakarken kokuyu duydu, bu koku onu sarmaladı. Sanki koku bilgisayardan geliyordu. Ekran gözlerinin önünde büyüdü, dev, dişsiz bir ağız gibiydi. Caine geriye çekilmeye çalıştıysa da kıpırdayamadı. Sonra birden dünyası karardı. Buz gibi çimento zeminin üstündeydi ayıldığında. Yana dönüp ağzındaki kan ve kırılmış dişinin bir parçasını tükürdü. Üzerinden kamyon geçmiş gibi görünen bilgisayar ayaklarının dibinde, yerdeydi. Ekranı çatlamıştı, klavyeye klavye demek için bin şahit isterdi. Zihni bulanıktı ama 2, dolarlık Sony Viao'sunu görünce yumruğunu sıktı. Artık bilgisayar modern bir sanat eseri olabilir, ya da kâğıtların uçuşmaması için ağırlık olarak kullanılabilirdi ancak. Bir parça plastik elini kesince tuşlardan birinin elinde olduğunu fark etti. Yumruğunu açınca elinde B tuşunu gördü. Sanki onunla dalga geçiliyordu. A- Bitti- Sen de bittin oğlum. Artık yenilgiyi kabul et. Gözün karardı, bilgisayarını parçaladın. Bunu hatırlamıyorsun bile. Şimdi de yerde yatmış ağzındaki kanı ve dişleri tükürüyorsun. Artık anla. İşin bitti senin. B- başarısız, bitti demek, işin bitti. Ne zannettin? Kurtulabileceğini mi düşündün? Sende deli genler var evlat ikizinde var ve kaçınılamaz sürpriz!!!! Sende de var. Haydi bakalım, buna ne diyorsun? Caine elindeki tuşu duvara fırlattı, duvarda, tuşun çarptığı yerde kan lekesi vardı. İşte o anda bu küçük sorunun kendiliğinden yok olmayacağını kabul etmek zorunda kaldı. Gelecek sabah Columbia Nevroloji Enstitüsü'ndeki nörologlardan birinden randevu aldı. Üç gün taramalar yapıldı. Cat scan, PET scan ve MRI çekildikten sonra Hint asıllı, tabak suratlı bir doktor gelip kötü haberi verdi.

Saklı Kütüphane

29

funduszeue.info


5 Caine'de Temporal Lob Epilepsisi -TLE- vardı. Doktor ona koku ve görsel duyuları ile ilgili anomalilerin nöbetin başlangıcına işaret ettiğini anlattı. Ayrıca, sesler de duyabilir, ya da dejavu yaşayabilirdi; yani bazı olayları yaşarken, ona sanki bunları önceden de yaşamış veya görmüş gibi gelebilirdi. Tüm bu kokular, görüntüler, sesler ve duygular nöbet öncesi auranın bir parçasıydı. TLE hastalarının hepsinin bu auraları yaşadıklarını bilmesi Caine'i rahatlatacaktı sözde, ama tam tersi oldu. Bir sonraki yıl karabasan gibiydi, sürekli hastaneye yatırılıp duruyordu ve her nöbet bir öncekinden kötü oluyordu. "David inan bana bunları bilmiyordum," dedi Jasper kardeşi anlatınca. "Özür dilerim." Caine omuz silkti. "Bilsen ne olacaktı ki? Elinden bir şey gelmez." "Biliyorum, ama keşke söyleseydin," dedi omzu seğiren Jasper. "Neden nöbet geçiriyorsun? Nedenini biliyorlar mı?" "Doktor bunun idiopatik olduğunu söyledi. Yani anlayacağın, hiçbir fikirleri yok bu konuda." "Tedavi edemiyorlar mı?" Caine başını salladı. "Bu yıl içinde altı farklı anti-epilepsi ilacı denedim, AE ilaçları beni kusturmaktan başka işe yaramadı." "Hadi ya," dedi Jasper, "ben epilepsiyi tedavi edebildiklerini sanırdım." "İlaçlar ve diğer tedaviler hastaların yüzde altmışında işe yarıyor. Ben şanslı yüzde kırkın içindeyim." Jasper bir yorumda bulunamadan kapı çalındı. "Girebilir miyim?" diye sordu gereksiz bir nezaketle Dr. Kummar ve daha onlar cevap vermeden odaya girdi. Caine "Tabii buyurun," dediğinde adam zaten odadaydı. Dr. Kummar, Caine'in dosyasını aldı ve okumaya başladı; başını sallayıp duruyordu, sanki içinden kendi kendine konuşuyordu. Sonunda dosyayı bir kenara bıraktı, elindeki minik ışıkla Caine'in gözlerine baktı ve bir adım geri çekilip durdu. "Nasıl hissediyorsun kendini?" "Yorgunum, ama iyiyim." "Nöbet başlamadan önce aura ne kadar sürdü?" "Birkaç dakika." "Yaa. VSS tedavisinden beri yaşadığın en kısa aura yani." "Evet." Caine ameliyattan kalan yara izini elledi. Üç ay önce Dr. Kummar boynundaki bir sinirin altına pilli bir cihaz yerleştirmişti. Vagus sinir stimülasyonu olarak bilinen yöntem, bu yolla tedavi edilmeye çalışılan hastaların ancak yüzde 25'inde işe yarıyordu. Tedavinin başarı oranı bu denli düşük olmasına rağmen, çaresiz olan Caine bunu bile denemişti. Ne yazık ki o şanslı yüzde 25'in arasında da değildi. Dr. Kummar iç geçirdi. "Sana ne diyeceğimi bilmiyorum David. Yapabileceğimiz pek bir şey kalmadı, piyasadaki tüm ilaçları da denedik ve bir etkisi olmadı hiçbirinin. Açıkçası senin için yapabileceğimiz başka bir şey kalmadı." Dr. Kummar duraksadı. "Eğer benim çalışmam konusunda fikrini değiştirmediysen tabii ki." Dr. Kummar dokuz ay kadar önce Caine'e ilaç denemesi yaptığı bir araştırmada kobay olmasını önermişti. Başta Caine bunu kabul etmişti. Hatta gerekli tüm kan testlerini yaptırmış ve tüm evrakı hazırlamıştı; ama son anda Dr. Kummar olası yan etkileri saymaya başlayınca Caine bu işten vazgeçmişti. Ama bu son ameliyattan önceydi, o zamanlar umudunu yitirmemişti daha. Dr. Kummar'ın nazikçe ifade etmeye çalıştığı gibi başka seçenek kalmamıştı artık. Eğer nöbetler devam ederse birkaç yıla

Saklı Kütüphane

30

funduszeue.info


kalmadan bitkisel hayata girecekti. Bu yıllar boyunca da korku içinde yaşayacak ve sudan çıkmış bir balık gibi çaresizce kendini yerlere atıp tepineceği zamanı asla bilemeyecekti. "Çalışmanızda hâlâ bana yer var mı?" "Dün yoktu, ama bu sabah bir hastam ayrıldı o yüzden-" "Hasta neden ayrıldı?" diye araya girdi Caine. "Neden mi? İlaç yüzünden karabasanlar gördüğünü iddia etti. Bence bu psikosomatikti." Doktor durdu ve derin bir nefes aldı. "Neyse, yani bir kişiyi daha ekibe alabilirim. Ama hemen karar vermelisin." "Tamam," dedi Caine bu işe baş koyarak. "Sana saydığım yan etkileri hatırlıyorsun değil mi?" "Nasıl unutabilirim ki?" "Ha tabii bir de ailende şizofreni vardı değil mi?" Jasper elini kaldırdı. Dr. Kummar dönüp ona baktığında sanki Jasper'ı ilk defa görüyormuş gibiydi. "Siz ikizi olmalısınız. David son zamanlarda bir kriz geçirdiğinizi anlattı. Öyle mi?" Jasper, Caine'e baktı, Caine ise sadece başını salladı. Sanki kardeşine 'soruya cevap ver, sana sonra anlatırım,' der gibiydi. Jasper doktora doğru döndü. "Evet." "Ne zaman taburcu edildiniz?" "Beş hafta oldu." "Hangi ilaçları kullandınız?" "Şu anda Zyprexa kullanıyorum, ama daha önce Seroquel kutlandım. Bir ara da Risperdal verdiler." "İlginç. Şimdi semptomlar kontrol altında, öyle mi?" "Artık hükümetin beynimi çalacağını söyleyen küçük cücelerin seslerini duymuyorum eğer bunu kastediyorsanız semptomlar derken, ben, sen, ten," dedi Jasper sanki acı çekiyormuş gibi gülümseyerek. Caine, Jasper'a bakan Dr. Kummar'ı süzdü ve kendini doktorun yerine koymaya çalıştı. Onun gözlerinden Jasper'ı görmeye çalıştı. Jasper'ın şizofrenisi görünüşünü de etkilemişti, artık yakışıklı değildi ve aklı başında bir insan bu adamla aynı kaldırımda yürümek bile istemezdi. Biraz sonra Dr. Kummar Caine'e döndü. "Ne yapmak istiyorsun?" diye sordu Dr. Kummar, "Seçeneğim var mı ki?" diye iç geçirdi Caine. "Yapalım şu işi." "İyi," dedi Dr. Kummar neredeyse gülümseyerek. "Asistanıma söylerim, işlemleri halleder. Yarın hastaneden taburcu olacaksın, ama her üç günde bir geri gelmen gerekecek kan testi için. Ayrıca, nöbetlerinin ve auraların zamanlarını ve sürelerini kaydetmeni istiyorum. Eğer şizofrenlere özgü semptomların olursa, örneğin yanılsamalar, konuşma bozuklukları, halüsinasyonlar ve eğer bunlar nöbetle ilgili değilse o zaman-" "Bir dakika." Jasper ayağa kalkıp Dr. Kummar'ın monoton bir ses tonuyla anlattıklarını kesmek için elini kaldırdı. "Neden şizofren semptomları olsun ki?" Dr. Kummar sanki haddini bilmez bir çocuk konuşuyormuş gibi dönüp baktı Caine'in ikizine; ama Jasper'ın gözlerindeki ateşli ifadeyi görünce soruya cevap vermeye karar verdi. "Geliştirmeye çalıştığım antiepileptik ilacın bir yan etkisi de beynin dopamin salgısını artırması. Eminim siz de bunları biliyorsunuzdur - dopamin salgılarının şizofreni ile bağlantısı vardır. İlaç dopamin salgısını artırdığı için David'in şizofrenik nöbet geçirme olasılığı var."

Saklı Kütüphane

31

funduszeue.info


Dr. Kummar, Caine'in ve Jasper'ın birbirlerine tedirgin bir şekilde baktıklarını görünce hemen sözlerine devam etti. "Kesin olacak diye bir şey yok. Ama ufak da olsa bir risk var." "Ne kadar küçük bir riskten söz ediyoruz?" diye sordu Jasper. "Yüzde 2'den az," dedi hemen Dr. Kummar. "Eğer böyle bir şey olursa, o zaman ilacı hemen keseriz, değil mi?" diye sordu Caine. Dr. Kummar başını salladı. "Yo, hayır. Bu çok tehlikeli olur. İlacın etkilerini göremesek bile yine de etkili olabilir. Eğer ilacı birden kesersen, o zaman çok ağır nöbetler geçirebilirsin." "O zaman şöyle sorayım soruyu: Çıldırmaya başladığımda tam olarak ne yapmamı öneriyorsunuz?" "İnsanın kendisinde bir akıl hastalığını teşhis etmesi çok zordur, bu yüzden de haftada bir asistanımla bir araya gelip psikolojik değerlendirme yapabilirsiniz." Caine yastığına yaslandı. Jasper'ın yüzüne bakınca kardeşinin bile kendisine acıdığını hissetti. Hapı yutmuştu. Caine gözlerini kapayıp dünyadan kopmaya çalıştı. Dr. Kummar'ın sözleri çınlıyordu kulaklarında: Şizofreni. Caine, bile bile böyle bir riski göze aldığına inanamıyordu. Ama eğer nöbetler şiddetlenerek devam ederse Jasper'dan da kötü durumda olacaktı. Başka seçeneği yoktu. "Tamam," derken Caine bir yandan rahatlamıştı, bir yandan da ödü patlıyordu. "Anlaştık o zaman." Dr, Kummar kapıya doğru yönelmişti ki durdu ve Caine'e döndü. "Ayrıca, eğer gerekli olursa seni bir akıl hastanesine yatırabileceğime dair bir izin belgesi de imzalaman gerekecek." Caine tek kelime edemeden doktor odadan çıkmıştı bile. "Tatlı adam," dedi Jasper dalga geçerek. "Tabii ne demezsin. Yeme de yanında yat." Bir an için sessizlik oldu. Sonra Jasper, "Demek bu işi yapacaksın öyle mi?" diye sordu. "Mecburum." "Ağabeyin gibi olmaktan korkmuyor musun? Deli olup ağzından salyalar saçarak dolaşmak var, dar, gar, sar." Caine'in birden nefesi kesildi. "Jasper iyi olduğuna emin misin? Kafiyeli konuşmak da semptomlardan biri-" "Bir şeyim yok," dedi Jasper Caine'in sözünü keserek. Jasper gülümser gibi dudaklarını büktü. "Kafiyeli konuşmak hoşuma gidiyor, hepsi bu. Şiir gibi, seviyorum işte." Birkaç kere dilini şaklattı. Sanki söylediklerini vurguluyordu. "Gelelim senin durumuna. Emin misin bunu yapmak istediğine?" "Başka şansım yok ki. Bu şekilde yaşamaya devam edemem. Nöbetler devam ederse o zaman zaten" Caine lafını bitiremedi. "Kalmamı ister misin? Birkaç gün kanepende yatarım istersen." Caine başını salladı. "Yok, sağ ol. Ben iyiyim. Bunu tek başıma yapmak istiyorum. Bilirsin işte." "Bilirim," dedi Jasper kirli sakalını kaşırken, "bilirim." "Sana bir soru sormak istiyorum." A

"Sor."

"Şizofreni nasıl bir şey?" diye sordu Caine tedirgin bir şekilde. Kardeşine daha önce bunu hiç sormadığını düşündü bir yandan da. "Nasıl hissediyor insan kendini?" Jasper omuz silkti. "Hiçbir şey oluyormuş gibi hissetmiyorsun. Yanılsamalar gerçek gibi. Doğal, hatta olması gerektiği gibi. Sanki hükümetin düşüncelerini okumaya çalışması dünyanın en mantıklı ve doğal şeyiymiş gibi geliyor, ya da en yakın dostunun seni öldürmesi falan." Biran sustu kaldı. "Bu yüzden çok korkutucu." Jasper sözlerine devam etmeden yutkundu. "Önemli olan şu; her ne oluyorsa, ya da sen ne olduğunu sanıyorsan, yine de kontrol sende. Kim olduğunu ve hâlâ kendin olduğunu hatırlamaya çalış. Bununla başa çıkmaya çalış. Kendini güvenceye al, güvenli mekânlar seç, güvenebileceğin insanlarla birlikte ol. Yarattığın dünyada mantıklı kararlar vermeye çalış. Sonunda bir şekilde gerçeği buluyorsun, gerçekliğe dönüyorsun."

Saklı Kütüphane

32

funduszeue.info


Caine başını salladı, Jasper'ın söylediklerini yapmak zorunda kalmayacağını umuyordu. "Peki," dedi normal bir şeylerden söz etmek için konuyu değiştirmeye çalışarak, "nerede oturuyorsun bu aralar?" "Aynı apartmandayım, kampüsten birkaç sokak ötede." "İyiymiş." İkisi de bir süre bir şey demediler. İki kardeş gelecekte başlarına gelebilecekleri düşünüp korkuyorlardı. Sonunda Jasper saatine bakıp ayağa kalktı. "Eğer kalmamı İstemiyorsan ben kalkayım. Bir sonraki otobüse yetişeyim." Caine kardeşi gitmek isteyince kendini bu kadar kötü hissedeceğini beklemiyordu ve kendi tepkisine şaşırdı. Herhalde bu ifadesine de yansımıştı, çünkü Jasper hemen sözünü geri aldı. "Eğer istersen hasta olduğumu söyler, birkaç gün izin alırım." "Hayır, ben iyiyim. İşte başın belaya girsin istemem. Eminim iş bulmak zordur, hele bir de insan -" Caine cümlesini tamamlamadı, ama ne diyeceği belliydi. "İnsanın deli raporu varsa demek istiyorsun galiba. Doğru mu anlamışım?" diye sordu Jasper. "Yapma ya," dedi Caine yorgunluktan bitkin bir halde. "Ne demek istediğimi anladın işte." "Haklısın. Boş ver. Bu aralar tedirginim ve gereksiz alınganlık yapıyorum." "Hiç dert etme, ben de aynı durumdayım." Caine kardeşine elini uzattı, artık neredeyse onunla iki yabancı gibiydiler, ilişkilerinin nasıl bu hale geldiğini o da bilmiyordu. "Geldiğin için teşekkür ederim. Gerçekten iyi geldi. Ben kalkıp seni görmeye gelmedim, ama sen geldin. Jasper elini sallayarak bunun önemli olmadığını ima etti. "İnsanın niye ikizi olsun ki böyle günlerde yanında olmayacaksa?" Döndü ve kapıya doğru yöneldi; ama birden eşikte durdu, bir ayağı odanın içinde öteki koridordaydı. "Eğer bir şeye ihtiyacın olursa beni cepten ara, kara, tara, yara." "Sağ ol," dedi Caine tedirgin bir şekilde. "Yanımda olduğunu bilmek çok güzel." Jasper gidince Caine birden gerçekten de öyle olduğunu anladı.

▲ Julia aşık olduğunu biliyordu. Ondan ayrıyken kalbi sızladığı, birlikteyken elleri titrediği için biliyordu. Sevişirken nefes darlığı çektiği, gelince sıcacık bir uyuşukluk her yerini kapladığı ve kemikleri jöleymiş gibi hissettiği için biliyordu. Dahası hep kendini güvende hissediyordu. Petey'nin kollarındayken hiç kimse ona bir şey yapamazdı. Petey. Ona taktığı bu isme de bayılıyordu. Hayatını değiştirmişti bu adam. Julia buna inanamıyordu. Onunla tanıştığında genç bir kızdı, şimdiyse bir kadın olmuştu. İki yıl önce doktorasına başladığında, Julia artık birini bulabileceğini düşünmüyordu. Yaşı çok gençti ve romantik bir şeyler yaşaması gerektiğini biliyordu, ama hiçbir erkekle çıkmamıştı, bu yüzden de aslında çok da bilmiyordu neler kaçırdığını. Lisedeyken, sonrasında da üniversitedeyken, hiçbir erkek ona ilgi göstermemişti. Julia garip olduğunu düşünmeye başlamıştı; onda garip bir şeyler vardı ve herkes bunu görebiliyordu herhalde. Umut etmekten bıktı, hayal kırıklıklarından sıkıldı. Bu yüzden de içine kapandı. Ta ki Petey ile tanışıncaya kadar. İlk kiminle yatacağını sorsalardı, aklına gelecek son kişi Petey olurdu. Kendinden yirmi yaş büyük tez danışmanı, kıllı, ufak tefek bir adamdı. Kalın kaşları, kulaklarında bile ağarmış kılları vardı. Bölümdeki diğer kızlar adamı itici buluyorlardı, ama bu Julia'nın umurunda değildi. Petey'i hoş bulduğu için ona aşık olmamıştı, onun zekasına hayran kalıp aşık olmuştu. Petey bugüne kadar tanıştığı en akıllı, en zeki insandı. İnanılmaz işler yapıyordu. Teorilerini kanıtlarsa, daha doğrusu kanıtladığı zaman, ismini herkes duyacaktı. Nobel ödülünü kazanacaktı. Tartışma programlarının aranan yıldızı olacaktı. Herkese, hayat dedikleri bu

Saklı Kütüphane

33

funduszeue.info


dokunun nasıl enerji, uzam ve zaman eksenlerinde değişen dev bir örgü olup da her şeyin birbiriyle bağlantılı ve ilgili olduğunu açıklayacaktı. Keşke üniversite fonlar konusunda bu kadar sorun çıkarmasaydı. Para sorunu olmasa şimdiye bitirmiş olurdu işini. Bu konuda konuştuklarını hatırlayınca irkildi. "Bu sefer sana fonu verecekler mi sence?" diye sordu Julia adamın ak düşmüş kalın telli saçlarını parmaklarıyla tararken. Petey birden buz kesti, mükemmel anı bozmuştu sanki kız bu sözlerle. "Özür dilerim," dedi Julia hemen, pişmanlık duyuyordu bu konuyu açtığına. "Ben asla-" "Hayır, önemli değil. Gerçeklerle yüzleşmem lazım. Eğer, şu son yaptığım testlerden istediğim sonuçları elde edemezsem, o zaman örümcek kafalı üniversite bürokratlarının karşısında yenilgiyi kabul etmek zorunda kalacağım." Petey haklıydı, aslında hepsi bürokrattı özünde. Eğer bilimi umursuyor olsalardı bürokrat olmak için bilimle ilgili işlerini bir kenara bırakmazlardı. Bunun yerine Petey'e engel olmaya çalışıyorlardı. Her bir bulgusunu engellemek istiyorlardı, çünkü onu kıskanıyorlardı. Ama onu durduramazlardı; Julia son deneylerin teoriyi kanıtlayacağına emindi. O zaman ona para vermek için birbirleriyle yarışacaklardı ve adamın dahiyane fikirlerini kabul edeceklerdi. Julia o anı iple çekiyordu. Petey, o an geldiğinde, ilişkilerini açıklayacağına ve deneyleri durduracağına söz vermişti. Kadın iç geçirdi, o zaman geldiğinde ne kadar rahatlayacağını düşündü; bir daha, o o yere asla gitmek zorunda kalmayacaktı. Birden bedeni soğudu sanki; hem ödü patlıyordu, hem de garip bir şekilde şevkliydi, aşırı şevkliydi. Gözlerini kapayınca görebiliyordu, ama sonra bir anda yok oldu. Uyanıkken orasını hatırlayamıyordu, ama uyuduğunda rüyalarına giriyordu. Son zamanlarda çok sık hayal görüyordu. Rüyalarında tüm garipliklerin mantıklı bir açıklaması vardı; ama uyanınca her şey birbirine giriyordu, karışıyordu. Birkaç hafta boyunca kırmızı beyaz parlayan yuvarlakların içinde sayılar gördü, sayılar o kadar parlaktı ki gözleri zonkluyordu.. Dün akşam da poker hakkında bir rüya görmüştü; bu çok garipti çünkü pokerin kurallarını bile bilmiyordu. Ama rüyasında çok usta bir oyuncuydu; tüm olasılıkları göz açıp kapayıncaya kadar hesaplayabilen ve bunu beynini uyuşturan çürümüş balık kokusuna rağmen yapabilen biriydi. Petey rüyalara bir anlam yüklememesi gerektiğini söylüyordu; ama Julia bunların deneyin yan etkisi olduğundan şüpheleniyordu. Petey'nin çalışmalarının bir parçası olmak onun için müthiş bir şeydi, ama bunun yanlış olduğunu biliyordu ve bu deneyler sona erdiğinde ilişkileri başka bir boyuta taşınacaktı. Şehrin dışındaki salaş barlarda buluşmak, gecenin bir vakti laboratuvarda sevişmek zorunda kalmayacaklardı artık. Yatakta dönüp tavana baktı, bacaklarını açtı ve adamın yanında yattığını hayal etti. Onun kollarında uyanmak nasıl olurdu acaba? Sabah kalkıp sevişirlerdi, sonra da yatakta kahvaltı ederlerdi. Adam sabah kahvesini içince (sütlü şekersiz içerdi kahveyi) yine sevişirlerdi. Kadın uzanıp baldırına dokundu ve birden bedenini ateş kapladı. Hayatında ilk defa mutluydu Julia. Çıplak karnının üstünde ellerini gezdirirken saati çaldı. Bir an bile tereddüt etmeden yataktan fırlayıp banyoya koştu, çünkü ilaçları oradaydı. Şeffaf şişenin üstünde bir şey yazmıyordu. Petey ilaçların laboratuvardan alındığının bilinmesini istemiyordu. "İlaç, kaç, maç, taç," dedi, sonra da sürekli kafiyeli konuşmak istediği için kendine gülerek elli miligramlık iki tableti eline aldı. Son zamanlarda bunu çok sık yapmaya başlamıştı. Nedendir bilmiyordu, ama bunu çok komik buluyordu. Ne yazık ki Petey onunla aynı fikirde değildi- Sevişirlerken ilk kafiyeli konuştuğunda adam birden irkilmişti. Bu sevişmenin etkisiyle bir irkilme değildi. Eğer, bu Petey'nin hoşuna gitmiyorsa kafiyeli konuşmayacaktı. Onu mutlu etmekten daha önemli bir şey yoktu. Başını arkaya eğip, iki hapı yuttu ve hemen su alıp içti. Ağzında tebeşir yutmuş gibi acı bir tat kalıyordu hep. Ama bundan beteri de vardı: Koku. İlk başlarda koku Julia'yı korkutmuştu; ama Petey bunun önemsiz bir nörolojik yan etki olduğunu söylemişti, endişelenecek bir şey yoktu. Julia da bunu kafaya takmadı.

Saklı Kütüphane

34

funduszeue.info


Petey'nin ona yalan söyleyecek hali yoktu. Asla kendisine yalan söylemeyeceğini biliyordu. Sabah olduğunda da hiçbir şey daha iyi değildi. Nava, avcunun içiyle saatinin alarmına vurup susturduğunda, bunun böyle devam edemeyeceğini düşündü. Altı yıldır herhangi bir aksilik olmaksızın ABD hükümetinin sırlarını başka devletlere satıyordu, dün akşam artık bu işi bırakması gerektiğini anlamıştı. Günün birinde, eninde sonunda onu yakalayacaklardı, ya da bu işi yaparken ölecekti. Birinden biri mutlaka olacaktı. Eğer, ajan meslektaşlarını satsaydı, ya da silah teknolojisiyle ilgili bilgi sızdırsaydı şimdiye tropikal bir adada gününü gün ediyor olurdu; ama bu iki işe hiç bulaşmamıştı. Nava insanların hayatını kurtarabilecek, ya da rekabeti artırabileceğini veya eşitleyebileceğini düşündüğü bilgileri satıyordu. İsrail'in Mossad'ına Filistinli teröristlerin yerlerini bildiriyor, ya da Avusturya İstihbarat Birimi'ne Çek Cumhuriyeti'nin uydu fotoğraflarını satıyordu. Bunun gibi birçok iş çeviriyordu, çünkü hiç kimseye ve hiçbir ülkeye bağlılık hissetmiyordu. Onun ülkesi yoktu. Dün akşam aldığı para bugüne kadar kazandığı en yüksek meblâğdı. Sekiz ay çalışmıştı bu para için. Şu anda Kayman adalarındaki hesabında milyon dolar vardı. Bu para onu krallar gibi yaşatmasa da, kaçmasına yeterdi. Şu anda kaçıp gidebilirdi. Altı ayrı kimliğinden birini tescil eden belgelerden birkaçını alıp, nereye gittiğinin bile bir önemi olmadan bir uçağa atlayıp, yeni ufuklara yol alabilirdi. Kırksekiz saat içinde kayıplara karışabilirdi. Aslında bunu düşünmüyor da değildi; ama bunun pek de akılcı olmayacağını biliyordu. CIA bir tetikçisini kaybedince pek de mutlu olmazdı, ama peşine düşecek halleri de yoktu. Ancak Spetsnaz farklı düşünecekti; Kuzey Koreliler kesinlikle peşini bırakmazlardı. Bu iş yıllar sürse bile, onu arayıp bulup öldürürlerdi. Kaçmak bir seçenek değildi. Garip işler çeviren kökten dinci terörist örgütle ilgili bilgileri ClA'in veri tabanından yine çalması gerekecekti. Sonra da bunları Korelilere iletecekti. Bu işi bitirince de kayıplara karışacaktı. Kuzey Korelilerle işi bitince de hemen New Yorktan ayrılacak ve hayatına yeniden başlayacaktı. Bu kararı verdiği anda BlackBerry telsiz İletişimcisi titreşmeye başladı. Mesajlar hep aynı olurdu: Gece ona nerede ve ne zaman diski bırakacaklarını bildirilirdi. Bırakılan veri diskinden yeni görevine ilişkin bilgileri alırdı. Bu devirde, bir sonraki görevle ilgili bilgileri bu şekilde aktarmak biraz çağ dışıydı; ama teşkilat başka türlü güvenliği sağlayamıyordu. Tek değişen şey artık teknolojiyi kullanıyor olmalarıydı. Yirmi yıl önce dot-matris yazıcılarda basılmış bilgi notları verilirdi, bugünlerdeyse ışığa duyarlı DVD'ler veriyorlardı. Işıkla temas ettiği andan itibaren yirmi dakika içinde okunmuyordu bu DVD'ler. Ancak özel olarak tasarlanmış dizüstü bilgisayarlarda çalışıyordu. Nava'nın yan odada böyle bir aleti vardı. Buna da minik bir kamera bağlıydı. Ekrana bakan kişinin retinasını tarıyor ve bilginin ulaşması gereken kişi tarafından okunduğunu teyit ediyordu. Başkası bakmaya çalışınca program kilitleniyordu. Nava banyoya girip yüzünü suyla yıkadı. Sonra gidip BlackBerry'sindeki mesaja baktı. Mesajı gördüğü anda başından aşağıya kaynar sular boşaldı. Bir yer ve zaman yerine iki kelimelik bir mesaj göndermişlerdi: MERKEZE GEL Onu merkeze çağıracak tek kişi müdürüydü. Acaba biliyor muydu? Bir önceki gece apartmana gittiğinde peşinden kimsenin gelmediğine emindi. Ama neden müdürü onunla yüz yüze görüşmek istesin ki? Yok, yok, saçmalıyordu. Müdür devlet sırlarını sattığını bilse, ona merkeze gelmesini söylemezdi herhalde. Şimdiye kapısına birkaç Izbandut dikmiş ve onu alıp, hapse götürmüş olurlardı. Belki de Nava'nın böyle düşünmesini istiyorlardı. Eğer güç kullanarak onu alt etmeye çalışırlarsa kaçma ihtimali vardı; ama ClA'in New York Bölge Ofisi'ne girerse kaçması imkânsızdı. Eğer kaçacaksa şimdi kaçması gerekiyordu. Yoksa, artık bunun için de çok mu geçti? Eğer dairesini gözetim altında tutuyorlarsa onun şehri terk etmesine asla izin vermezlerdi. Aklından bir anda binbir düşünce geçti, karar vermek için zamanı olmadığının farkındaydı. Mesaja baktığı anda elindeki aletten nerede olduğunu öğrenmişlerdi bile. Eğer yarım saat içinde teşkilatta olmazsa, bir şeylerin ters gittiğini anlayacaklardı. Gözlerini kapayan Nava derin bir nefes aldı, bir yandan da zamanın

Saklı Kütüphane

35

funduszeue.info


geçtiğinin farkındaydı. Gidecek miydi? Kalacak mıydı? Aslında çok basit bir seçimdi bu. Ama bunun sonucunda başına gelebilecekler hiç de basit değildi. Bir dakika içinde Nava gözlerini açtı. Kararını vermişti. Üç tane silah kuşandı - 9 milimetrelik bir SIG Sauer vardı omuz askısında, bacağına da 9 milimetrelik yan otomatik bir Glock bağladı, çizmesine bıçağını sıkıştırdı. Dört sahte pasaportunu ve ellilik beş kutu mermi alıp kapıya doğru gitti. Çıkmadan önce son bir kez omzunun üstünden dairesine baktı. Bir daha buraya dönebileceğini hiç sanmıyordu. Sokağa çıktığında bir taksi buldu. Acele etmesi gerekiyordu.

▲ Hava o kadar soğuktu ki Jasper'ın ağzından dumanlar çıkıyordu, ama bu onun umurunda değildi. Soğuğu hissetmek bile güzeldi. Parmaklarının ucundaki acı ona hayatta olduğunu hatırlatıyordu adeta. Artık iş başındaydı. Birkaç haftadır antipsikotik ilaçlarını almıyordu ve bedenini ilaçların etkisinden arındırmak üzereydi. Sanki biri ağzına bir hortum sokmuştu ve beynini çevreleyen bulutlar dağılmış gibiydi. Eğer sokaklar insanlarla dolu olmasaydı, binaların önünden koşar, sırf bu duyguyu tadabilmek isterdi. Kendini müthiş hissediyordu. "Çok iyiyim, kim, sim, timi" diye bağırdı sokağın ortasında. Jasper'a garip garip bakanlar da vardı; ama bu onun umurunda değildi. Kafiyeli konuşmak çok hoşuna gidiyordu, kendini iyi hissediyordu. Kafiyeleri duyunca sanki zihninde bir sürü top zıplıyormuş gibi hissediyordu. Philadelphia'ya geri dönmeyi iple çekiyordu. Daha geri dönemezsin, Jasper birden bire olduğu yerde çakılıp kalınca biri ona çarptı. Çevresindeki her şeyi görmezden gelerek, sanki uzaktan gelen bir; sesi duymaya çalışıyormuş gibi başını eğdi. Ses'i duymuştu. İlaçlar onu yok edinceye, bastırıncaya kadar, Ses bir yıl boyunca onunla konuşmuştu. Ses'in yankısını zihninde duyunca birden onu ne kadar özlediğinin farkına vardı. Ses'i o kadar çok seviyordu ki ağlamak istiyordu. Kulakları çınlıyordu. Ses ona bir şey söylemek istediğini anlatmaya çalışıyordu. Jasper gözlerini sımsıkı kapadı. Gözlerini kapayınca Ses'i daha iyi duyabiliyordu. Kalman gereekiiyor. -Neden? Çünkü karrdeşşiini koruman gerrekkiiyor. -Ona ne olacak? Yakkında gelleccekkler. Yanında olup ona yarrdım etmen gerekkiiyor. -Kim gelecek? Hükümmett. -Neden onun peşindeler? Çünkü o özzzelll. Şimdi dikkatle diinnnlee Akan bir nehrin içinde çakılı kalmış bir kayaymış gibi kıpırdamadan kaldırımda duran Jasper'ın yanından insanlar geçerken, o gözlerini kapayıp dikkatle dinledi. Ses sustuğunda Jasper gözlerini açıp gülümsedi. Dönüp hızla yürümeye başladı, artık hayatta yeni bir hedefi, yeni bir amacı vardı. Sanki bu onu canlandırmıştı, ona hayat vermişti. David'e yardım edecekti. Kardeşi peşinde olduklarını bilmiyordu. Ama Jasper biliyordu. Ses'in dediklerini yaparsa her şey yoluna girecekti. Yürürken yanlışlıkla omuz attığı yayaların kendisine ters ters baktıklarından habersiz olan Jasper koşmaya başladı. Acele etmesi gerekiyordu. Daha silah alacaktı.

Saklı Kütüphane

36

funduszeue.info


6 Nava, ClA'in New York Merkezi'nin kurşuni gri kapılarından içeri girerken telaşlanmamaya çalıştı. Eğer onu tutuklayacaklarsa, burada, girişte yapacaklardı. Kapılar arkasından kilitlenirken iki silahlı görevliye baktı. Ne yapacaklarını kestirmeye çalışıyordu; ama yüzlerinden hiçbir şey okunmuyordu. Yavaşça yürüyerek metal dedektörüne doğru gitti. Nava geçerken metal detektörünün kırmızı ışığı yandıysa da, onun binaya silah sokma izni olduğunu bildikleri için üstünü aramadılar. Kapının yanındaki parmak izi tarayıcısına elini koydu ve beyaz ışık tüm elini taradıktan sonra kapının açılmasını bekledi. Elektronik kilit açılıp da kurşun geçirmez kapı yana doğru kayarken bir klik sesi duyuldu. Nava resepsiyona girerken rahatlamıştı. Duvarda CIA amblemi olmasa burası normal bir işyerinin resepsiyonu gibiydi. Hatta iki de sekreter vardı; biri neşeli, diğeri ciddi. Nava ismini verince asık suratlı sekreter onu ofislerin arasından geçirerek müdürün odasına götürdü. Nava penceresiz ufak odaya girince, Müdür Bryce onun elini sıkmak için ayağa kalktı. Keskin bakışlı kahverengi gözleri, dolgun, gümüşi gri saçları olan ince adam insana güven verecek şekilde tokalaşırdı. Bir ajandan çok Amerika'nın en büyük beşyüz şirketinin üst düzey yöneticilerinden birine benziyordu. Lafı dolandırmadan hemen konuya girdi. "Transfer ediliyorsun." "Ne?" Nava tutuklanmaya hazırlıklıydı, ama buna kesinlikle hazırlamamıştı kendini. "UGA'daki Bilim ve Teknoloji Araştırma Laboratuvarı'nda adama ihtiyaçları varmış ve masa başı işinden fazlasını yapabilecek bir ajan istediler." Nava anlayamamıştı. UGA'nın ClA'den beş misli fazla adamı vardı. Ayrıca, birimler arası transfer yapılması da görülmedik bir şeydi. Bu bir tuzaktı herhalde. Zamana karşı yarışmalı ve daha fazla bilgi edinmeliydi bu konuda. "Ama efendim ben-" "Beni, meni yok, işi hallet. Hemen şimdi naklediliyorsun birime," dedi yeni kimliğini Nava'ya doğru iterek. "Çıkışta Teşkilat kimliklerini bırakırsın artık." "Efendim ama anlayamıyorum, UGA'nın neden bir CIA ajanına ihtiyacı olsun ki?" "Hiçbir fikrim yok desem; ayrıca bize söylemeye de niyetleri yok. Eğer bizi dâhil edecek olsalar yardım isterlerdi; kalkıp da kadronu onlara aktarmamızı talep etmezlerdi." Müdür sinirli konuşuyordu. Nava her şeyi daha iyi anlamaya başladı. Transfer fikri müdürden çıkmamıştı. Yani bu bir tuzak değildi, müdürü bu işi yapmaya zorlamışlardı. "Peki neden ben?" diye sordu hâlâ bazı şeylerin cevabını alamamış olan Nava. "Şu anda istedikleri niteliklere sahip, görevi olmayan tek ajan sensin de ondan." Nava bu sözleri duyunca her şeyi daha iyi anlamaya başladı. UGA bir tek nedenle Nava gibi bir CIA ajanının transferini isterdi: Ya birini sorguya çektireceklerdi, ya kaçırtacaklardı, ya da öldürteceklerdi. Müdür lazer yazıcısından bir parça kâğıt alıp Nava'ya verdi. "Bu BTAL'ın adresi. Öğle vakti orada olman gerekiyor, acele etsen iyi olacak." Önündeki bilgisayar ekranına döndü Nava'yla işinin bittiğini ima edercesine. "Şimdi izninle, işim var." Müdürün ofisinin dışında silahlı bir nöbetçi Nava'yı bekliyordu. Ona sert bir ifadeyle bakıyordu. "Size kapıya kadar eşlik edeceğim." Nava'nın hemen bir plan yapması gerekiyordu, ağa bağlanıp bilgileri başka bir diske kopyalamalıydı. Nöbetçiye göz süzerek baktı. "Bilgisayardan e-postamı kontrol etsem? Bir saniyelik işim var aslında."

Saklı Kütüphane

37

funduszeue.info


"Özür dilerim ama güvenlik kodlarınız artık geçersiz. Benimle gelmeniz gerekecek." Nava, sanki bu önemli bir şey değilmiş gibi omuz silkip, nöbetçinin ona kapıya kadar eşlik etmesine izin verdi. Kuzey Korelilere bilgilere artık ulaşamayacağını söylediğinde nasıl tepki vereceklerini merak ediyordu. Nava binadan çıktığı anda titreyen parmaklarının arasına aldığı sigarayı yaktı. Sokağın karşısında güneş gözlüklerini takmış cep telefonunda konuşan uzun boylu bir Koreli gördü. Ayvayı yemişti. Şimdiden peşine düşmüşlerdi. Sanki adamı hiç görmemiş gibi yapıp, onbeş blok ötedeki BTAL'a doğru yürümeye başladı. Adam da peşine takıldı. Nava'yı izlediğini belli etmemeye çalışıyormuş gibi bir hali de yoktu. Spetsnaz ajanlarının çok marifetli olduklarını bilirdi. Eğer adamın peşinde olduğunu saptayabiliyorsa bunun tek bir nedeni vardı: Adam onun bilmesini istiyordu. Ona gözlerinin üstünde olduğunu hatırlatmak için takmışlardı adamı peşine. Sanki bunu unutabilirmiş gibi Adamı aklından çıkarıp düşünmeye çalıştı. ClA'deki bilgisayardan bilgileri indirip yeni bir diske kaydetme planı suya düşmüştü. Kuzey Korelilere verecek başka bir şey bulmalıydı. Onaltı saat içinde bir çare bulamazsa onu öldüreceklerdi. Nava'nın tek ümidi vardı; Korelileri yatıştırmak için BTAL'da ilgilenecekleri bir bilgi bulmak. Bu pek de olası bir şey değildi, ama bunu yapmak zorundaydı. Eğer böyle bir şey bulamazsa da, o zaman kaçacaktı. Nava, UGA'nın Bilim ve Teknoloji Araştırma Laboratuvarı'na girerken hâlâ kaçış planları yapıyordu. Güvenliği geçtikten sonra asansöre binip yirmibirinci kata çıktı. Gülümseyen bir sekreter onu karşıladı. "Hoş geldiniz Ajan Vaner," dedi kadın. "Lütfen benimle gelin. Dr. Forsythe sizi bekliyordu."

▲ Dr. Tversky, Julia'yı alnından öptüğünde kadının bedeninin titrediğini hissetti. "İyi misin bir tanem?" "Muhteşemim," diye mırıldandı gözleri kapalı olan Julia. "Seninle olduğumda hep muhteşemim Petey." Yok artık. Kadının kendisine sırılsıklam aşık olduğunu biliyordu, ama artık iyice abartmıştı işi. Bu kandırmacaya daha ne kadar devam etmesi gerekeceğini düşündü. Deney eğer tamamen başarısız olursa en azından bu ilişkiden sıyrılmanın yolunu bulacaktı. Kadının şefkatli bir davranış olarak algılayacağını düşündüğü bir şekilde kolunu sıktı ve bir adım geriye çekilerek sevgilisi olan deneğe baktı. Kadın masada çırılçıplak yatıyordu, bir tek belirli yerlerini kapatan ince bir pamuklu örtü yardı üstünde. Minik göğüsleri çırılçıplaktı ve buz gibi laboratuvarın soğuğunda göğüs uçları dikilmişti. Altı tane elektriğe bağlı parlak uç hemen göğüslerinin altına iliştirilmişti. Kablolar göbeğinin üstünden geçip ameliyat masasının altındaki elektro-kardiyografa doğru uzanıyordu. Kafatasında sekiz tane daha elektro-kardiyograf vardı, oksipital, merkezi, frontal ve temporal lobların her biri için iki tane kullanılmıştı. Bu kablolar beyninden gelen elektrik akımını ölçmek için elektro-ensefalografa bağlanmıştı. Julia'ya değil de, yanında duran monitörlere baktı. Kadının beyin dalgalarını yansıtan değerlere bakıyordu. Tversky bilime olduğu kadar tarihe de meraklıydı ve bu deneyi yapmasını sağlayan gelişimi düşündü. Deneyin başlangıcı ta 'e, üverpoorlu bir fizikçi olan Richard Caton'un hayvanların beyinlerini incelerken nöral elektrik sinyalleri keşfetmesine dayanıyordu. Bundan elli yıl sonra, Avusturyalı bir psikiyatrist olan Hans Berger elektro-ensefalografiyi icat etti ve böylece insanların beyin dalgalarının hem gücü, hem de sıklığı ölçülmeye başlandı. Tversky gibi Berger de insan denekler kullanmaktan kaçınmıyordu. 'da, EEG bulgusunu yayınladı; deneği oğlu Klaus'tu. Ama, Berger'in 'larda epilepsi hastalarıyla yaptığı deneyler ilgilendiriyordu asıl Tversky'yi. Berger nöbetler sırasında epilepsi hastalarının beyinlerinden yayılan elektrik dalgalarının normal hastalarınkinden daha güçlü olduğunu keşfetmişti. İşin daha da ilginç yanı, nöbetlerden sonra bu insanların dalgaları anında düz bir çizgi halini alıyor, adeta duruyordu; sanki pilleri bitmiş gibi. Tversky'nin bir zamanlar İsa'nın Laneti olarak da bilinen bu

Saklı Kütüphane

38

funduszeue.info


hastalığın kurbanlarını incelemesine neden olan şey de bu çelişkiydi zaten. Tversky aradığı şeyin anahtarının beyin dalgalan olduğunu biliyordu. Beta, Alfa, Delta, Teta- cevap bu dalgalarda gizliydi. Julia'nın Alfa dalgalarını gösteren, sekerek ekranda ilerlerken sanki ardında bir ışık huzmesi bırakan o top şeklindeki göstergeye bakarken hipnotize olmuş gibiydi. Hertz biriminde ölçümle bir saniyede dalganın kendini ne kadar sık tekrarladığı görülüyordu. Dalganın boyu ve genişliği ise beynin elektrik dürtüsünün yoğunluğunu gösteriyordu. Dört beyin dalgası her zaman hareketli olurdu; ama belirli süreler zarfında bir dalga diğerine göre baskınlaşırdı. Şu anda Julia'nın Alfa dalgaları baskındı, bu da şaşırtıcı değildi. Alfa dalgaları sakin yetişkinlerin en yoğun dalgalarıydı. Bu dalgalar en çok insan gün içinde hayallere daldığında yükselirdi ve o zaman bilinçsizliğe doğru bir kayış olduğu düşünülürdü. Bunun hafıza ve öngörüyle de ilgisi vardı. Julia'nın Alfa dalgalan 10Hz'ti-yani normalin tam ortasındaydı. Tversky onu indirmeden bir de Beta dalgalarına bakmaya karar verdi. Beta dalgaları insanlar gözlerini açtıklarında veya aktif bir şekilde başkalarını dinlediklerinde, düşündüklerinde veya bilgileri algıladıklarında hareketlenirdi. Bu yüzden de Julia'ya bir anlamda 'beynini çalıştırmak' için bir iş verdi. "Hayatım, 'başla' dediğimde asal sayıları saymaya başlamanı istiyorum; ben söyleyinceye kadar da durma." Julia hafifçe başını salladı ve sesli saymaya başladı, "iki, üç, beş, yedi, onbir, onüç" İlk başta beyin dalgalan pek de değişmedi. Bunun nedeni Julia'nın ilk on sayıyı ezbere biliyor olmasıydı. Ama Julia saymaya devam ettikçe ve şuurlu olarak bildiklerini kullanmak zorunda kaldıkça Beta dalgalan yükseldi; aynen beklendiği gibi, hızla 19 Hz'e kadar çıktı. "Tamam Julia gayet iyi. Şimdi durabilirsin." Julia saymayı kesince Beta dalgalarının sıklığı ve genişliği hemen düştü. Yine Alfa dalgaları baskınlaştı. Tversky iki miligramlık sarı bir ilaç çekti şırıngasına. "Şimdi sana hafif bir sakinleştirici vereceğim. Biraz canın yanabilir." Tversky iğneyi koluna sokunca Julia bir an için irkildi. Birkaç saniye içinde doktor onun rahatladığını hissetti; sanki bedenindeki her bir kas gevşemişti. Derin derin nefes almaya başlayan kızın başı yana düştü. Tversky kızın yüzünün önünde parmaklarını şaklattı. Julia birkaç kere gözlerini kırpıştırdıysa da sonra kapadı. "Julia beni duyabiliyor musun?" "Duymak," diye mırıldandı Julia. Tamamen bilinçsiz değildi; ama buna yakındı, yani aynen istediği durumdaydı doktorun. Hayal dünyasına dalıp gitmişti. Göstergelere bakan Tversky kendi kendine başını salladı. Şimdi Julia'nın Teta dalgaları baskındı, yani kız uykuyla uyanıklık arasında bir yerdeydi. Teta dalgaları yaratıcılıkla, rüyalarla ve fantezilerle ilgiliydi. Bilinçli yetişkinlerde Teta dalgalarının baskın olması pek doğal değildi; ancak çocuklarda onüç yaşına kadar baskın olurdu. Bilim adamları çocukların Teta dalgalarının baskın olmasının nedeninin çocukların engin hayal güçleri olup olmadığını bilmiyorlardı, ama biyokimyasal açıdan ortalama bir çocuğun birçok yetişkinden daha yaratıcı olduğunu biliyorlardı. Julia'nın tırmanan Teta dalgalarını seyrederken Tversky'nin aklı başka yerdeydi. Kadının göz kapaklarının altında gözleri sanki bir o yana, bir bu yana bakıyordu. Bir miligram daha çekti şırıngaya ve Julia'ya bir doz daha verdi. İlacın istediği etkiyi yapması için birkaç dakika daha bekledi. Bir süre sonra, Teta dalgalarının sıklığı ve genişliği azalınca, Delta dalgalan baskınlaşmaya başladı. Bu dalgaların oranı daha düşüktü diğerlerine kıyasla - yalnızca 2 Hz'ti. Ama yoğunluktan daha fazlaydı. Julia şimdi derin bir uykuya dalmıştı ama rüya görmüyordu; bilinçaltı sonunda devreye girmişti. Tversky en çok Delta dalgalarıyla ilgileniyordu, çünkü anlamaya çalıştığı olgu, yani sezinleme gücü ile ilgiliydi bunlar. İşte tam o anda, Julia'nın Delta dalgaları en güçlü durumdayken, Tversky ona son dozu verdi; bu sefer boynundan, omurilikten zerk etmişti ilacı. Bu diğerleri gibi bir sakinleştirici değildi: Bu Tversky'nin yeni geliştirdiği bir serumdu. Dört yıl boyunca araştırma yapmıştı rhesus maymunlarında istediği etkiyi yaratabilecek baz maddeyi sentezlemek için. Sonra da iki yıl boyunca insan denekler üzerinde çalışmıştı.

Saklı Kütüphane

39

funduszeue.info


İlk birkaç deneği, dünyanın orasında burasında son bir çare arayan epilepsi hastaları olmuştu, O kadar çaresiz durumdaydılar ki, her şeyi denemeye hazırdılar. Ancak, Tversky'nin ne yapmaya çalıştığını tam olarak anlasalardı veya bundan şüphelenselerdi, yaptıklarını bu kadar kolay kabul edeceklerini hiç mi hiç sanmıyordu. Ama onların başına gelenlerden dolayı, akıbetlerinden dolayı daha doğrusu, kendisini suçladığını söylemek de yalan olurdu. Evet, sonuçta olanlardan dolayı bir pişmanlık duyuyordu, ama denekleri için değil, bilim için. Aksaklıkları giderdikten ve başarıya ulaşabileceğine güvendikten sonra da Julia üzerinde deneyler yapmaya başlamıştı. Sonuç olarak istediğini elde ederse, kontrolü altında tutabileceği birini bulması gerekecekti; en iyi aday da aşktan gözü kör olmuş asistanıydı. Sevgilisine baktı ve elektrotlara dokunmamaya özen göstererek başını okşadı hafifçe. Ne kadar tatlı bir denekti. Birden EKG'den sesler yükselmeye başladı. Kalp atışlarının hızı neredeyse iki misline çıkmıştı, dakikada , Tversky kendi kalp atışlarının da hızlandığını hissedebiliyordu; sanki kalbi kadınınkine ayak uydurmaya çalışıyordu. Julia'nın Beta, Alfa ve Teta dalgaları da Delta dalgalan kadar yoğun bir şekilde hareketlenmeye başladı. Tversky neredeyse nefes alamayacak kadar heyecanlanmıştı. Eğer düşündükleri doğruysa, Julia şu anda hem bilinçaltından kopmayacak, hem de bilgi verildiğinde anlayabilecek ve cevap verebilecek durumda olacaktı. O kadar tedirgindi ki doktor, elleri titriyordu. Derin bir nefes almaya zorladı kendini; nefesini bir an için tuttu ve yavaşça bıraktı. Video kameraya göz attı ve her şeyin kaydedildiğini teyit etti. Birden içinden aynaya bakıp saçını düzeltmek geçti - sonuç olarak eğer haklıysa bu tarihi bir andı, ama bunu yapmadı. Şimdiyi düşün, geleceği kafana takma. Şimdiyi düşün. Başını salladı ve bu cümleyi tekrarlayıp durdu. Şimdiyi düşün. Şimdiyi düşün. Sesinin titremeyeceğinden veya çatlamayacağından emin olduğu anda öne doğru eğildi ve Julia'yla neredeyse burun buruna durarak yıllardır içini kemiren, sormak istediği soruyu sordu. "Julia," derken sesi bir garip çıkıyordu, "ne görüyorsun?" Gözlerini açmadan Julia başını ona doğru çevirdi. "Sonsuzluğu görüyorum.

Caine yuvarlak kapsüle baktı ve bunun kendisini delirtip delirtmeyeceğini merak etti. "Siz ilacınızı yutmadan gidemem Bay Caine," dedi hemşire. "Biliyorum," dedi Caine. "Bir sorun mu var?" "Henüz yok." Hemşire bu espriyi anlamamıştı. Caine kendisine düşünme fırsatı tanımadan ilacın içinde durduğu plastik kabı ağzına götürdü, ilacı ağzına aldı ve yuttu. Sonra da plastik bardağı aldı ve hemşireye 'şerefe' dercesine kaldırdıktan sonra su içti. "Umarım durumda bir değişiklik olmaz." Hemşire, tedirgin bir şekilde gülümseyen Caine'a bakarken şaşırmış gibiydi. Hapı yutup yutmadığından emin olmak için Caine'in dilinin altına baktıktan sonra odadan çıktı. Caine korkularıyla baş başa kalmıştı artık. Dr. Kummar'ın yeni deneysel ilacının çevresini kaplayan plastik kapsül, midesinde yirmi dakikada eriyecekti. Sonra ne olacağını ancak yukarıdaki bilirdi. Caine, belki de hayatının son aklı başında dakikaları olacak bu süre boyunca ne yapması gerektiğini düşündü. Bir vasiyet yazmayı düşündü, ama değerli hiçbir şeyi yoktu. Jasper'ı bugün görmemiş olsaydı ona bir not yazardı, ama artık buna da gerek yoktu. Sonunda televizyonu açıp Riziko'yu izlemeye karar verdi. Zeke adında iri yarı bir adam, diğer iki yarışmacıyı ezip geçiyordu. Çifte puan kazanılan turda ara açıldı, şişe dibi kalınlığındaki siyah çerçeveli gözlüklerini düzeltip durdu. Ama bir sonraki turda, Zeke'in gözünü hırs bürüyünce kazandıklarının yarısını kaybetti ve böylece birkaç yüz dolar arkada kalıp ikinci bitirdi turu. Reklâm arasında köpek maması, minivanlar ve borsa simsarları ile ilgili reklâmlardan sonra AlexTrebek çıktı ve son soruyu da sordu. "Napolyon onsekizinci yüzyılda yaşayan astronoma, güneş sistemi hakkındaki eserinde niye Tannrıdan söz edilmediğini sorduğunda bilim adamı şöyle cevap verdi: "Efendim, bu hipoteze gerek yok," Alex kelimelerin üstüne basa basa konuştu ve programın fon müziği başladı.

Saklı Kütüphane

40

funduszeue.info


"Cevap: Simon Pierre Laplace kimdir?" dedi Caine kendi kendine. Cevabı bildiğine emindi ama bunu doğrulayamadan uykuya dalmıştı Caine. Şizofren olduğunu görüyordu rüyasında.

▲ Forsythe, Bilim ve Teknoloji Araştırma Laboratuvarları'nda neler yaptıklarını gayet diplomatik ve dikkatli bir dille anlattı, ama Nava bunu yutmadı. BTAL'dakilerin işini tek kelimeyle özetleyebilirdi: Çalıyorlardı. Nava bunun nasıl yapıldığını da çok iyi biliyordu. Forsythe her ne çalmasını istiyorsa, bunun Kuzey Korelilerin işine yarayacağını umdu. Ona çalışabileceği bir yer gösterdikleri anda Nava bilgisayar korsanlarının Tversky'nin bilgisayarından yürüttükleri dosyaların isimlerine bakmaya başladı hızlıca. Her belgenin yanında hangi tarihte yazıldığı, ne kadar bilgi içerdiği ve üzerinde son üç defa ne zaman çalışıldığı yazıyordu. Bu da kullanım sıklıklarını hesaplamasına yardımcı oluyordu. Nava dosyalan ayırdı ve üzerinde en fazla durulan veya en sık açılan dosyalara bakmaya başladı. Aynen tahmin ettiği gibi, burada yazan birçok şey onu aşıyordu. Okula geri dönüp on yıl daha biyoloji, fizik ve istatistik okursa, belki o zaman Tversky'nin dosyalarında neler anlattığını anlayabilirdi. Yine de denemeye değer diye düşündü. Her zaman doğrudan kaynağı araştırmayı tercih etmiş, başkalarının yorumlarına güvenmemeyi seçmişti; ama bu durumda başka bir şansı yoktu. Forsythe'ın laboratuvarında çalışan bilim adamlarının yazdığı birkaç özeti buldu. Okudukça Nava'nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Oniki saatte ikinci defa şans yüzüne gülmüştü. Tversky'nin bulduğunu iddia ettiği şey ancak bir bilim kurgu romanında bulunabilirdi. Gerçi daha veriler tamamen doğrulanmamıştı, ama sonuca çok yakındı. Nava bu kadar şanslı olabileceğine inanamadı. Kara borsada, bu kaba verilerin bile değeri paha biçilmezdi. Kuzey Koreliler ilgilenmeseler bile, Nava başka bir alıcı bulana kadar onları oyalayabilirdi. Aslında o Tversky'nin projesine inanmamıştı. Nava teorilerinin temelini oluşturan biyokimyayı veya kuantum fiziğini anlayamıyordu, ama dünyada neyin gerçek olduğunu biliyordu ve adamın iddia ettikleri imkânsızdı. Öyle olmalıydı. Ama, bu, yabancı bir hükümetin buna inanmayacağı anlamına gelmiyordu; Nava Tversky'nin çılgınca fikirlerini satabileceği birini bulabileceğinden emindi. Bu bilgileri sattıktan sonra da sonsuza dek elini eteğini çekebilirdi bu işlerden. Nava sırt çantasını açtı ve okuma gözlüklerini alıp taktı. Özetleri okurken başını kıpırdatmamaya özen gösterdi, gözlüğün çerçevesindeki fiber optik kameranın özetleri ve orijinal dosyalan düzgün bir şekilde çekmesini istiyordu. Son sayfaya geldiğinde hızla başa dönüp bir şeyi atlamadığından emin olmak için ikinci bir kez baktı. Nava, işi bittiğinde, Tversky'nin bu projeye ne isim verdiğine baktı ve adamın neden bu kadar garip bir isim seçtiğini merak etti. Her neyse. Bunu umursamayarak saatine baktı. Saat birdi. Hayatını kurtaracak bir bilgi bulmak için ondört saati daha vardı. Hızla evine geri dönerken yolda iki sigara daha içti. Dairesine vardığında bir plan yapmıştı bile. Gelecek bir saat boyunca şifreli e-posta kullanarak Kuzey Korelilerle, Mossad'la ve MI6 ile temasa geçti. Her birinin cevap vermesini beklerken de, elinde sigara, odada volta attı. Saat beşte buluşma yerini ayarlamıştı, bir saat sonra da taksiye binip Bronx'a gitti. Sonra D treninin son vagonuna bindi ve Manhattan'a doğru yola çıktı. Zar zor duyulan bir anons yapan kondüktör, Coney Island'daki tüm duraklarda duracaklarını söyledi. Trene güneybatıya doğru giderken daha da fazla insan bindi. Kırkikinci Cadde'ye geldiklerinde artık iğne atsan yere düşmezdi. Oradan itibaren insanlar inmeye başladı ve sonunda bir iki yolcu kaldı trende. Bronx'ta Nava'yla birlikte trene binen oniki kişiden yalnızca iki Koreli buraya kadar gelmişlerdi. İri yarı, gazete okuyan bir Koreli ve onun yanında da kara gözlükleri gözlerini gizleyen bir adam vardı. Nava artık ClA'in kendini trene kadar takip etmediğinden emindi, elindeki kitabı kapayıp sırt çantasına koydu. Kararlaştıkları sinyal buydu. İri yarı adam da gazetesini katlayıp kolunun altına aldı, geldi Nava'nın yanına oturdu. "Tae-Woo nerede?" diye sordu Nava.

Saklı Kütüphane

41

funduszeue.info


"Yi Tae-Woo burnunu düzelttiriyor," dedi ciddi bir ifadeyle adam. "Adım Chang-Sun." Nava adamın kendi ismini kullanmadığının farkındaydı, ama bu umrunda değildi. Tae-Woo'nun da gerçek ismi bu değildi herhalde. Önemli olan Tae-Woo'nun kendiyle pazarlık edecek yetkisi olmasıydı. "Cevabınız nedir?" dedi adamla havadan sudan konuşarak nazik olmanın gereksiz olduğunu düşünen Nava. "Bakanlıktaki bilim adamlarımız verileri incelediler ve çok ilginç buldular," dedi Chang-Sun ifadesiz bir şekilde. "Yani?" Adam, Nava'nın bu saygısız tavrından her ne kadar rahatsız olduysa da, kadınla konuşmaya devam etti. "Bize eksiksiz olarak veri tabanını ve Alfa deneğini teslim ettiğin anda işimiz bitecek." "Alfa deneğini veririm diye bir şey söylemedim." "O olmazsa anlaşma yatar," derken sanki elinden bir şey gelmezmiş gibi yaparak ellerini açıp dizlerine koymuştu Chang-Sun. Nava böyle bir şeyi bekliyordu zaten. İngilizlerle ve İsraillilerle de konuştuğunda aynı şeyi istemişlerdi. İki hükümet yetkilisi de hakkında veri toplanan Alfa deneği olmadan verilerle ilgilenmiyorlardı. Ancak, iki taraf da ona 2 milyon dolardan fazlasını önermişlerdi. Bu, Nava'nın daha önce Kuzey Korelilere verdiği bilgilerden daha değerliydi. Nava, Kuzey Korelilerin Tversky'nin dosyalarını ele geçirmeyi kendisini öldürmekten daha fazla isteyeceklerini bildiği için, artık pazarlık edebilecek gücü olduğunun da farkındaydı. "Fiyat bir milyon arttı," dedi Nava. "Bu söz konusu dahi değil." "O zaman bu konuşmaya devam etmenin bir alemi yok. Teklifiniz çok düşük." Nava sanki trenden inecekmişçesine ayağa kalktı. Dönüp ilk defa adamın yüzüne bakınca, oturan adama tepeden bakabilmek hoşuna gitti. "Bunun bir açık artırma olduğunun farkında değildik." "Her ne kadar şu anda sıkıntılı bir durumda olsam da, elimde bu kadar değerli bir mal varken bir tek size önereceğimi düşünmüyordunuz herhalde?" "Diğer alıcılar kim?" "Bunun konumuzla bir alakası yok." Chang-Sun başını salladı. "Belki de anavatanın olan Rusya'ya satmayı planlıyorsundur," dedi. Nava bunu duyunca şaşırdıysa da duygularını belli etmemeye çalıştı; ama adam onu kapana kıstırdığının farkındaydı. "Eminim Rusya'daki eski meslektaşların kapitalizmle içli dışlı olduğunu duyunca bununla çok ilgilenirler." Nava nefes alıp verirken bir şey belli etmemeye çalıştı. Kendi ülkesi kimliğini tespit edememişken, Kuzey Korelilerin bunu nasıl başardığını merak etti. Nava, Chang-Sun'a bir böcekmiş gibi baktı. "Söylediklerinizden hiçbir şey anlamadım. Ama fiyat değişmez." "Öyle mi?" Chang-Sun otuziki dişini göstererek gülümsedi. Porselen dişleri belli ki kapitalist bir ülkede yapılmıştı. Adam, Nava'yı alt ettiğinin farkındaydı. Kuzey Koreliler ne yaparlarsa yapsınlar - Nava'yı öldürmek de dahil - Ruslar Nava'yı ele geçirirlerse yapacaklarının yanında solda sıfır kalırdı. "Beşyüzbin. Eğer istemiyorsanız eminim Güney Koreliler iyi bir fiyat verirler." Spetsnaz ajanı Güney Kore'yi duyunca kıpkırmızı kesildi. Nava aslında blöf yapıyordu, Güney Kore'de güvenebileceği bir bağlantısı yoktu. Ama yine de adam bu sözlerine kanıp kadının beklediği tepkiyi gösterdi. ChangSun hemen başını salladı. "Fiyatı üstlerime onaylatmam gerekecek; ama prensipte anlaştık." "Deneği ele geçirdiğimde sizinle irtibata geçerim." "Yani ne zaman?" "Bu hafta içinde." "İki gün."

Saklı Kütüphane

42

funduszeue.info


"Mümkün değil-" Chang-Sun kadının koluna sıkıca yapışıp, onu sertçe kendine doğru çekti, alçak sesle ve tehditkâr konuşuyordu. "Artık senin değil, bizim söylediğimiz olacak. İki gün içinde Alfa deneğini ve bilim adamının araştırmalarını bize getireceksin. Eğer geç kalırsan iki şey olacak. Birincisi, üstlerime senin bizi kazıkladığını, böyle bir araştırma olmadığını söyleyeceğim. İkincisi, ben şahsen Pavel Kuznetsoz'u arayacağım ve Ruslara son on yıldır ne haltlar yediğini anlatacağım. İkidir, istediğimiz sürede istediğimiz bilgiyi getiremiyorsun. Bir daha olmasın." Chang-Sun kadının kolunu bıraktığı anda tren durdu ve kapılar bir tıslama sesiyle açıldı. Koreli adam kadının bir cevap vermesini beklemeden trenden İndi. Geride Nava ve kara gözlüklü adam kalmışlardı bir tek. Tren duraktan ayrılırken, Nava, UGA'ya çaktırmadan Dr. Tversky'nin Alfa deneğini nasıl ele geçireceğini düşünüyordu. Aklından blnbir olasılık geçiyordu; ama birini öldürmeden bu işi halletmenin bir yolunu bulamadı. Bunu yapmak istemiyordu; ama eğer kendini kurtarmak için bunu yapması gerekiyorsa yapacaktı. Başka seçeneği yoktu zaten.

Saklı Kütüphane

43

funduszeue.info


7 Tommy'nin ağzında dolu bir silahın namlusu vardı telefon çaldığında. Sesten bir anda öyle irkilmişti ki, neredeyse tetiği çekmişti. Gerçi kendini öldürmeyi planlamıştı; ama planlamak başkaydı, gerçekleştirmek bambaşka. Tetiği çektiği anda bir daha geri dönemeyeceğini biliyordu, bu yüzden de bunu yapmak istediğinden yüzde yüz emin olmak istiyordu. Telefonun sesinden aniden irkilince neredeyse bu kararı bilinçli bir şekilde veremeden öldürmüş olacaktı kendini. Tommy namluyu ağzından çekip, tabancayı masaya koydu. Gelecek sefere telefonu açık bırakayım bari. "Alo?" "Tommy! Gördün mü?" Arayan eski kız arkadaşı Gina'ydı. Bu gece aramasını beklediği son kişiydi Tommy'nin. "Neyi gördüm mü?" "Haberleri seyretmedin mi? Sayıları diyorum." "Neden söz ettiğini anlayamıyorum. Şu anda meşgulüm Gina. Seni sonra arasam-" "Gerçekten bilmiyorsun, değil mi?" Gina'nın sesinden çok heyecanlı olduğu anlaşılıyordu, "Hayır dedim ya-" "Tommy kazandın! Sayıları tutturdun. Duyuyor musun? Senin o boktan sayıların çıktı." Son cümleyi heceleyerek söylemişti, sanki aklı başında olmayan biriyle konuşuyormuş gibi vurgulamıştı. Tommy'nin kadının ne dediğini anlaması yine de zaman aldı. "Sayılarım mı?" Tommy başladığı cümleyi bitirememişti bile. -Evet." "Emin misin?" "Eminim! Sayıları çektiklerinde mutfaktaydım. Duyar duymaz hatırladım. Onca sene o sayıları sayıklayışını duyduktan sonra unutmak mümkün değil. Sonra başka bir kanala çevirdim ve orada bir daha dinledim sayıları, sonra da bir kağıda yazdım. Emin olmak için bir daha baktım. Tommy ne kadar şanslı olduğunun farkında mısınparaya para demeyeceksin, milyonların var artık!" Tommy öylece pencereden dışarı baktı, ne diyeceğini bilemiyordu. Neler olduğunu kavramaya çalışıyor gibiydi. Dolar milyoneriydi. Tommy DaSouza dolar milyoneriydi. "Tommy? Tommy diyorum, orada mısın?" "Haa" "Sana geleyim mi Tommy? Birlikte kutlarız. Eski günlerdeki gibi baş başa. Hayatımızda ilk defa kutlayacak bir şeyimiz olur," Gina, Tommy'yi hazırlıksız yakalamıştı. Kadını o kadar özlemişti ki gerçekten ölmek istemişti. Ama kadının sesindeki o çaresizliği duyunca birden şu anda Gina'yla olursa kendini daha yalnız hissedeceğini düşündü. Daha az yalnız hissetmeyecekti. "Bence Başka zaman buluşsak Ertelesek daha iyi olur, tamam mı?" "Ben şimdi ayakkabılarımı giyer ve-" Gina Tommy'nin ne dediğini anladığı anda birden sustu. "Tamam, pekâlâ, anladım. Yalnız başına olmak istiyorsun. Anlıyorum tabii ki." "Sağ ol," dedi Tommy birden kendini çok İyi hissederek. Daha önce hiç Gina'ya hayır dememişti. Hayır demek bir yana dursun, bunu demeyi hayal bile edememişti. Tommy Bilirsin, seni hep sevdim. Seni seviyorum. Biliyorsun değil mi?" Ha tabii. Üç hafta önce aramamamı söyleyip, avazın çıktığı kadar bağırırken böyle demiyordun ama, demek istedi Tommy. Ama ağzından çıkan tek yorum, "kapamalıyım," oldu. Kadın daha cevap veremeden telefonu kapatıverdi; Lafı uzatırsa, barışıp Gina'yla yine bir araya geleceğinden korkuyordu. Gerçi birkaç dakika önce Gina'yla tekrar birlikte olabilmek için sağ kolunu vermeye

Saklı Kütüphane

44

funduszeue.info


razıydı. Şimdiyse Kanepeye oturup tabancanın yanında duran televizyon kumandasına uzandı. Birkaç dakika kanalları gezindikten sonra da kazanan sayıların ilan edildiği kanalı buldu ve Şans Topu Gina gibi sayıları yazmak zorunda değildi. Biletini çıkarıp bakmak zorunda da değildi. Bunlar onun sayılarıydı. Son yedi yıldır sürekli bu sayılara oynamıştı. Neden +18 sayılarını seçtiğini bilemiyordu. Sayılar doğum günü falan değildi. Sayılar onun aklına gelmişti, zihninden geçip durmuştu. Sanki gözlerini kapadığı anda göz kapaklarının altında yanıp sönen neon ışıkları gibiydi. Hepsi bembeyaz parlıyordu, son sayı hariç, o da kamp ateşindeki bir kor gibi kıpkırmızıydı, Powerball Conneticut'ta oynanmaya başlayıncaya kadar bunların ne anlama geldiğini de anlamamıştı. Sayıları ilk defa akşam on haberlerinde görmüştü - altı beyaz bir kırmızı sayı, aynen rüyasındaki gibi - bunun bir rastlantı olmadığını anlamıştı. O Powerballı kazanacaktı. İlk başlarda şansını kaçırdığından korktu, belki de sayıları - o sayılar - çıkmıştı bile. Sonra da Eyaletlerar'ası Piyango Birliği'nden istettiği kitapçık gelmişti, tüm çıkan numaralar kitapçıkta yazıyordu. Tommy sayılarının henüz çıkmadığını görünce rahatladı. Bir sonraki gün kendini bildi bileli aklından çıkmayan sayıları oynamak için Conneticut'a gitmişti. Sayıları oynamak için gideceği yere varması ve geri dönmesi iki saatini almıştı, ama buna değerdi. Büyük ikramiye 86 milyon dolar olduğuna göre, saat başına milyon dolar kazanacaktı. Kazanan sayıları açıklayacakları gece kazanacağına o kadar emindi ki; kaderdi bu. O'Sullivan'daki herkese birer kadeh içki ısmarlamıştı o gece. Bu ona dolar artı bahşişe mal olmuştu. Cebinde beş kuruş kalmamıştı, ama bunun bir önemi yoktu. Gecenin sonunda o kadar çok kazanacaktı ki, isterse barı satın alabilecekti. Ama o gece haberlerde anons edilen sayılar onun sayıları değildi. Yedi sayıdan sadece ikisini tutturabilmişti. Tommy kazanacağından o kadar emindi ki televizyonda okunan sayıların yanlış bildirildiğini düşündü. Ama bir sonraki gün gazeteyi alınca, ak saçlı spikerin yanılmadığını anladı. Tommy kazanmamıştı. Biraz şevki kırıldıysa da tamamen kaybolmadı. Azimle oynamaya devam edecekti, hepsi buydu. Bir sonraki hafta yine trene binip sayılarını oynamaya gitti. Ama, aynen ilk seferinde olduğu gibi, sadece iki tutturdu. Birkaç ay sonra daha az şevkliydi bu konuda. Sayılar her akşam yatağa yattığında zihninde parıldayıp durmasaydı, çoktan bırakmıştı bu işin peşini. Tommy oynamaya devam etti, hiçbir hafta oynamamazlık etmedi. Oynamadığı hafta sayıları çıkar diye korkuyordu. Birkaç yıl sonra Tommy kazanacağını düşünmüyordu artık; ama yine de oynamayı ihmal etmedi. Ne zaman sarhoş olsa, ki son zamanlarda sık sarhoş oluyordu, çevresindekilere günün birinde milyoner olacağını söylüyordu. Bekleyin de görün diyordu. Ne yazık ki o gün hiç gelmedi. Günler geçtikçe işler daha da sarpa sarıyordu; daha doğrusu hiçbir şey kötüye gitmiyordu, ama daha iyiye gittiği de yoktu. Bu da işler kötü gidiyor demekti. Liseden mezun olalı on yıl olmuştu, Brooklyn'de aynı boktan dairede oturuyor, aynı boktan işe devam ediyordu. İlk başlarda böyle bir iş ve daire ona havalı gelmişti. Ama Tommy, onsekizinde biri için havalı olan bir şeyin, yirmisekizinde biri için pek de öyle olmadığını, zavallı duruma düştüğünü gördü. Daha da kötüsü, kadınlar da bunu biliyorlardı. Gina gibi piliçler de. Ara sıra onunla takılmak iyiydi hoştu, ama Gina'nın da ona ayrıntılı bir şekilde anlattığı gibi, Tommy 'uzun vadede bir kadına bir şeyler vaat edebilecek bir erkek' değildi. Gina'nın istediği erkek olmaya çalıştı; ama bu imkânsızdı. Tek iş deneyimi Tower Müzik'te tezgâhtarlık yapmak olan yirmisekiz yaşındaki biri bir gün içinde potansiyel sahibi olamıyordu. Ama bugün her şey değişmişti. Bugün artık ben gelecek vaat edebilecek biriyim. Değil mi? Tommy masaya doğru yürüyüp, tabancayı eline aldı. Elinde silahı evirip çevirirken neden hâlâ namluyu ağzına sokup tetiği çekmek istediğini düşündü. Artık kendini öldürmesi için bir neden kalmamıştı ki. Artık parası vardı ve her şey yoluna girecekti Değil mi? Nedendir bilinmez bundan pek de emin değildi. Aslında, içinde bir yerde paranın

Saklı Kütüphane

45

funduszeue.info


hiçbir şeyi değiştirmediğini biliyordu. O hâlâ bir zavallıydı. Ama başka bir şeyi de düşündü: O, birkaç dakika önce beynini dağıtmaya hazırlanan o zavallı adamdı hâlâ, ama değişebilirdi. Kendini tamamen değiştirebilirdi Ama ne olacaktı ki? Bir hedefi olmalıydı. İç geçirerek başını salladı. En azından denemeliyim. Evet. Bunu düşünmemeye çalışarak tabancayı dolabına, yıllardır gittiği konserlerden topladığı siyah tişörtlerin arkasına sakladı. Eskiden hep bunları giyerdi, ama son zamanlarda bir tek temiz çamaşırı kalmadığında giyiyordu bunları. Dolabın kapağını kapatınca Tommy birasını bitirip, kanepeye uzandı. Uykuya dalmadan sayıları düşündü; ama on yıldır ilk defa rüyasında sayılar gözünün önünde parlamadı.

▲ Caine kalktığında geceydi. Televizyondan yayılan ışık duvarlarda garip gölgelerin oluşmasına neden oluyordu. Ekranda ise aşırı neşeli bir genç kadın kazanan Powerball sayılarını söylüyordu. Kumandayla televizyonu kapayınca oda karanlığa gömüldü. Caine hiçbir yere odaklanmadan baktı, gözlerinin karanlığa alışmasını bekliyordu. Sanki bir şeyi unutmuş gibi geliyordu kendisine, bir huzursuzluk vardı içinde. Rüyasını gördüğü bir şey miydi bu? Yok, yok öyle bir şey değildi. Rüya görecek kadar derin uyumamıştı zaten. Daha doğrusu rüya gördüyse bile bilinci artık bunu gölgelemiş, ona bunu unutturmuştu. Sonra birden hatırladı. İlacı içmişti. Başucunda duran cep telefonunu kaptı ve saate baktı. Saat neredeyse sabahın ikisiydi. Neredeyse onbir saattir ilaç bünyesine etki ediyordu. Başını sağa sonra sola çevirirken gözlerini kırpıştırıyordu. Kendini farklı veya garip hissetmiyordu. Şimdilik her şey yolunda gibiydi. Ama Jasper da aynen böyle dememiş miydi? Garip bir şeyler oluyormuş gibi hissetmeyeceğini söylememiş miydi? Ama Caine yine de, aklını kaçırmaya başlasa, ya da bir tahtası gevşemeye başlasa bunu anlayacağını düşünüyordu. Anlardı. Anlamalıydı. Birden elindeki cep telefonu titreşmeye başladı. Caine'in yüreği ağzına geldi, neredeyle elindeki telefonu düşürüyordu. Kimin aradığını anlayabilmek için ekrana baktı. Bir an için telefona cevap vermemeyi düşündü, ama sonra fikrini değiştirdi. Hâlâ uyuşuk olan parmaklarıyla telefonunu açmaya çalıştı. "N'aber Caine? Vitaly ben. Nasıl oldun?" Caine'in bir anda karnına sancılar saplandı. "İyiyim, gayet iyiyim. Sağ ol. Sen nasılsın?" Onbirbin dolar borcu olan adama söyleyecek başka bir laf bulamamıştı. "Aslında pek iyi değilim Caine. Ama bu derdime deva olabileceğini düşünüyorum." Nikolaev duraksadı. Caine konuşmakta tereddüt etti, ama birkaç saniye sonra, sessizlik uzadıkça, konuşması gerektiğini anladı, "Ya Evet, herhalde şu para meselesi hakkında arıyorsun." Adam cevap bile vermedi. Caine'in dili damağı kurudu. Kaloriferin üstünde unutulup kuruyunca kaskatı kesen bir çamaşır gibiydi dili. "Ben hazırlıklıyım Nikolaev. Hastaneden çıkar çıkmaz, hemen ödemeye hazırım." "Faiziyle birlikte." "Tabii, faiziyle birlikte. Tabii ki." Caine yutkunmaya çalıştı, ama boğazı da düğümlenmişti. "Faizi ne kadar bu arada?" "Standart faiz. Haftalık yüzde beş ve her hafta faiz katlanıyor biliyorsun. Yani şunu açıklığa kavuşturalım - paran var, değil mi? Kulübün iyi bir müşterisisin, seni burada görmek isteriz. Severim seni bilirsin." "Tabii ki param var," diye yalan söyledi Caine. "Hiç sorun yok. "Enfes," diyen Nikolaev'in sesi tehditkârdı. "Bankada mı para?” "Evet." Caine'in midesi bulanmaya başladı.

Saklı Kütüphane

46

funduszeue.info


"İyi. Madem sen yataktan çıkamıyorsun Sergey'i yollayacağım sana. Ona banka kartını verirsin, o da gider parayı çeker. Böylece seni kalkıp şehre inme derdinden kurtarmış oluruz," dedi Nikolaev. "Sen iyileşmeye bak." "Sağ ol," dedi ne yapacağını şaşıran Caine; zaman kazanmak istiyordu. Caine'in hayatta son isteyeceği şey, Nikolaev'in yüz kiloluk korumasının kendisini hastanede ziyaret etmesiydi. "Vitaly sorun şu ki belki fonlarımı nakite çevirmem gerekebilir. Bilirsin işte. Bankada ikibin kadar nakit var, gerisi kâğıt Ayrıca, birkaç CD falan da satacağım, bunun gibi şeyler." "Hani tüm para bankadaydı?" Nikolaev bir an için sustu. "Caine şu anda bana yalan söylemeni tavsiye etmem." "Öyle Yani demek istediğim Yalan değil. Param var, ama nakit değil. Ama her an nakde çevirebilirim Emin ol çevirebilirim Vitaly. Buradan çıkar çıkmaz." "Peki, öyleyse şöyle yapacağız. Sergey lobide bekliyor. Onu yukarı yollayacağım banka kartını alması için. Bu gece bin dolar çeker, sonra da sen hastanede kalırken her gün beşyüz dolar çeker. Çıkınca da CD'lerini falan satarsın. İyi mi?" "Tabii Vitaly, olur," Caine bunu derken bunun olabilmesi için bankada şu anda olan dolardan fazlası olması gerektiğini düşünüyordu. "Tamam o zaman. Sergey birkaç dakikaya yanında olur." "Sağ ol Vitaly." "Sorun değil," dedi Nikolaev sanki Caine'e bir iyilik yapıyormuş gibi. "Caine bir de" "Evet?" "Çabuk iyileş olur mu?" Telefonu kapadı. Caine telefonu kapayınca, hastaneden taburcu olma zamanı geldiğini düşündü. Kolalı çarşafı bir kenara itip yavaşça ayaklarını yataktan aşağıya sallandırırken, bacaklarının ağırlığını taşıyamayacağından çekindiği için yavaş hareket ediyordu. Tabanlarının altındaki zemin soğuk ve pürüzsüzdü. Ayakta durabilmek hoşuna gitti. Dengesini sağlayabileceğine emin olduğu anda elbiselerini giydi aceleyle. Saate baktı. Daha telefonu kapatalı üç dakika bile olmamıştı. Nikolaev telefonu kapar kapamaz Sergey'i aradıysa Caine'in kaçmak için çok az zamanı vardı. Dev Rus'un, hastane güvenliğini atlatabileceğinden hiçbir şüphesi yoktu. Caine yalnızca atlatmasının ne kadar süreceğini kestiremiyordu. Caine'in bekleyip de bu sorunun cevabını öğrenmeye niyeti de yoktu, Kozlov onu 'ziyaret' etmeden önce gitmek istiyordu. Caine, cılız bir aydınlatmayla ışıklandırılmış koridora bakmak için kapıdan başını çıkarınca, Kozlov'un hantal bir ayı gibi yürüyerek koridorda ilerlediğini gördü. Dev koruma yürümüyordu, sanki ayağını sürüyerek ilerliyordu; bir ayağından diğerine cüssesinin ağırlığını aktararak ortalığı sarsan adımlar atıyordu. Caine'in yüreği ağzına geldi. Çok geç kalmıştı. Kozlov'a banka kartını teslim etmek zorunda kalacaktı. Nikolaev, Caine'in para konusunda yalan söylediğini kestirdiği anda da, Caine'in bu hayata elveda deme zamanı gelmiş olacaktı. Birden, nöbetler veya şizofreni artık korkutucu gelmedi, şu andaki durumu daha korkutucuydu. Caine odada etrafına bakındı, saklanacak bir yer kestirmeye çalıştı gözüne. Ama bir tek, oda arkadaşının yatakta yattığını görebildi. Adam o kadar zor nefes alıyordu ki, Caine bir an için onun ölmüş olabileceğinden bile şüphelendi. Adamın hayatta olduğuna dair tek kanıt EKG monitöründen gelen bip sesiydi. Caine monitörde zıplar gibi ilerleyen yeşil topa bakarken birden aklına bir fikir geldi.

▲ "Kod Mavi 'de mavi kod uygulaması." Hemşire Pratt mikrofona konuşurken senelerin

Saklı Kütüphane

47

funduszeue.info


verdiği sakinlik ve deneyim okunuyordu sesinden. numaralı odada birinin ölüm döşeğinde olduğunu diğer hastalara belli etmemek gerektiğini düşünüyordu. Acil durum arabasının koluna yapışıp koridordan aşağıya doğru hızla gitti. Dev cüsseli, sakallı adama çarpana kadar onun koridorda olduğunu fark etmemişti. Adam kadına öldürecekmiş gibi bakıyordu, ama kadının adamı azarlayacak zamanı yoktu. Arabayı adamın çevresinden itip yoluna devam etti. İlk önce odaya o girdi. Tanrım neden hep yaşlılar onun vardiyasında ölürlerdi ki? Bu hafta üç etmişti. Odaya girince ışıkları yakıp Bay Morrison'ın yanına koştu. Adamın kanı çekilmişti sanki, bembeyazdı. O anda kabloyu gördü; yerde duruyordu. Odaya yeni yetme pratisyenlerden biri koşarak girdi ve deneyimli hemşireye neredeyse çarparak durdu. "Ne kadar zamandır" "Yanlış alarm. Kablosu çıkmış." "Ne - ya," pratisyen hemşirenin işaret ettiği yerde duran kablo ucuna baktı. Hemşire eğilip ucu yerden aldı. Üzerindeki bant hâlâ yapışkanlıydı. Nasıl olmuştu da çıkmıştı? Kadın bu konuda kafa patlatmaya niyetli değildi, ona iki yıllık meslek hayatında birçok şey öğrenmişti, garip şeyleri sorgulamanın bir anlamı yoktu. Burası bir hastaneydi ve garip şeyler hep olurdu.

▲ numaralı odanın kapısının eşiğinde duran Caine yan odadan çıkan hemşireye ve pratisyene görünmemek için neredeyse kapıyla bütünleşecekti. Birkaç saniye sonra, Kozlov sessizce ve çaktırmadan numaralı odaya girince de, Caine koridora fırlayıp kırmızı neon ışıklı bir tabelayla aydınlatılmış olan çıkışa doğru hızlıca yürümeye başladı. Parlayan levhaya bakarken sanki birden gözünün önünde harfler büyüdü ve odayı yerden tavana kadar kapladı. Caine’in boğazı düğümlendi. Hayır, hayır, şimdi bunun sırası değildi. Caine gözlerini sıkıca yumarak görsel halüsinasyonlarının geçmesi için kendine hâkim olmaya çalıştı. Bunu yaptığı anda da birden başının döndüğünü fark etti. Dengesini sağlayabilmek için yanında durduğu hastane arabasının koluna yapıştı. Yavaş yavaş kendine gelmeye başlayıp gözlerini açınca da arabanın içinde ameliyat kıyafetleri ve hastane önlükleri olduğunu gördü. Tıka basa doluydu. Hiç düşünmeden beyaz bir doktor önlüğü çekti aldı ve üstüne giydi, O anda arkasında cüsseli birinin ayak seslerini duydu. Belli ki bu Kozlov'du. Caine üstüne atlayacağını düşündüğü dev Rus'un saldırısına kendini hazırlamak istercesine omuzlarını dikleştirdi. Kozlov'un dolgun elini omzunda hissettiği anda kaçacak bir yeri olmadığını anladı. Ama Caine'i tutup duvardan duvara atmaya başlamaktansa, Kozlov yalnızca onu kabaca bir kenara itip, koridorda köşeyi dönerek yoluna devam etti. Caine, bir an için, şaşkın bir halde olduğu yerde kala kaldı. Sonra, beyaz önlüğü gören Rus'un aldanıp kendisini bir doktor sandığını anladı. Caine zorlanarak ilerleyip, koridorun sonundaki ikili kapılardan dışarı attı kendini. Asansörleri bulduğunda tam gümüşi düğmelerden birine basmak İçin elini uzatmıştı ki baldırında bir titreşim hissetti ve telefonu çalmaya başladı. "Lanet olası meret!" Caine cebine el atıp telefonu susturmaya çalıştı. Ama iş işten geçmişti, çünkü ikili kapılar açılınca elinde cep telefonuyla Kozlov göründü. Gülümsüyordu. Caine çaresizce asansör kapılarına baktı, için için yalvarıyordu asansörün gelmesi ve kapıların açılması için. Kaçacak bir yer ararken asansörün kapısı önünde kapalı duruyordu. Kozlov sakince ona doğru geliyordu, sanki fırtınadan önceki sessizliliğin tadını çıkarıyor gibiydi. Tam o anda asansörün kapısı açıldı. Asansörde elinde bir paspas olan İspanyol görünümlü bir adam vardı ve yanında da tekerlekli bir kovanın içinde su vardı.

Saklı Kütüphane

48

funduszeue.info


"Özür dilerim ama" dedi Caine neye uğradığını şaşıran hademenin elinden paspası kapıp kovayı aldığı gibi koridordan aşağıya doğru fırlatırken. Planlasa, zamanlaması bu kadar iyi olamazdı. Kozlov kovadan kaçınabildi, ama bunu yaparken paspas omzuna çarpınca kova devrildi. Sabunlu sular yere dökülünce de Kozlov kaydı ve büyük bir gümbürtüyle yere yapıştı. Caine koca asansörün içine attı kendini ve elinin altındaki ilk düğmeye bastı. Kozlov ayağa kalkamadan kapıların kapanması için de dua ediyordu bir yandan. Kapı kapanırken Caine dev adamın yaklaştığını gördü. Kozlov asansörü durdurmak için kolunu uzatmıştı ama çok geç kalmıştı. Metal kapılar kapandı ve asansör yukarı çıkmaya başladı. Caine asansör her bir katı çıkarken değişen sayılara bakıp birden kendini ne kadar aptalca bir duruma düşürdüğünü anladı. Ne yapmaya çalışıyordu? Hastanenin içinde bir Rus mafya üyesiyle kovalamaca mı oynuyordu? İşler nasıl böylesine çığırından çıkmıştı? Sonra birden anladı: İlaç. Hapı yutmuştu, uyanmıştı ve sonrane olmuştu? Belki şizofren olmuştu, belki de bir nöbet geçiriyordu ve Rus mafyasının peşinde olduğunu sanıyordu. Ama bu imkânsızdı. Her şey gerçekti. Hapı almadan önce kaybetmişti Nikolaev'e parayı. Tamam, son birkaç dakikadır her şey garipleşmişti, ama bu Caine'in kendisinin garipleştiği anlamına gelmiyordu. Öyle değil mi? Belki de bu bir karabasandı, ilacı alınca görmeye başladığı kötü bir rüyaydı. Hayal görmediğinden emin olmak için kendini çimdikledi. Canı acıdı ama bu herhangi bir şeyi kanıtlıyor muydu? Belki de canının acıdığını hayal ediyordu. Bu, sonsuz bir mantık döngüsüydü, ya da mantıksız bir döngü; hangi açıdan baktığına bağlıydı insanın. Halüsinasyon gören, olmayan şeyleri gören biri, böyle bir anı yaşadığından veya yaşamadığından nasıl emin olabilirdi ki? Ya korktuğu başına geldiyse? Ya tamamen keçileri kaçırdıysa, normalle anormal arasındaki çizgiyi geçtiyse? Jasper'ın sözleri çınlıyordu kulaklarında. Sanki dalga geçiyordu onunla. "İnsana bir şey oluyormuş gibi gelmiyor, her şey normalmiş gibi geliyor İşte bu yüzden bu kadar korkutucu" Birden, asansör sarsılarak durunca, kapıların açılacağını belli eden zil sesi duyuldu. Bu Caine'e bir fırın saatini hatırlattı. Kapılar açılınca Caine hiç düşünmeden onbeşinci katta indi. Bu katta hangi hastaların yattığına dair bir levha falan yoktu. Kendi yattığı koridora benziyordu. Arkasında kalan asansörün kapısı kapandı. Caine başka bir asansöre binmeyi düşündü; ama sanki içinden bir ses ona bunu yapmamasını söylüyordu. Sanki gerçekten kafasının içinde bir ses vardı. Daha değil, daha işin bitmedi. Bu, gerçekten aklını kaçırdığını mı kanıtlıyordu acaba? Hayır. Bunu kabul edemiyordu. Bunun sadece içgüdülerinin sesi olduğunu tekrarladı kendine. Genelde içgüdülerini dinlerdi, dinlemekle de akıllılık ederdi. Güvenirdi içgüdülerine. Ancak, poker masasında kaybedecek bir ele onbirbin dolar yatırma kararını da içgüdülerini dinleyerek vermişti, pek de iyi olmamıştı. Aklından geçen tüm bu düşünceleri bir kenara itmeye çalışan Caine, boş koridor boyunca yürüdü. Ayak sesleri sert ve soğuk zeminde çınlıyordu. İkili bir kapıya geldi. Kapının pürüzsüz kollarına el atınca birden sanki daha önce buraya gelmiş, bunları yaşamış gibi hissetti kendini. Her şey o kadar tanıdıktı ki. Elinin altındaki soğuk metal kol, başının üstündeki pek de parlak olmayan floresan lamba; çevreyi sarmış olan antiseptik alkol ve ilaç kokusu. Birden çok yoğun duygular hissetti ve kendinineydi bu duygu? Öngörü müydü? Psişik miydi? Birden kendine çok güvendi. Sanki elinde bir floşroyal varmış da, asla kaybedemezmiş gibi hissetti. İkili kapıdan içeri girdi ve diğer tarafta ne olduğunu görmek istedi. Sessiz odaların önünden geçerken sanki soğuk bir rüzgar yalıyordu yüzünü. Yaşayacağını önceden bildiği her anın tadını çıkarmak istercesine bu soğuk havayı soludu. Caine bu deneyimin sakinleştirici, huzurlu olduğunu düşündü. Uyuyan insanların kapılarının önünden yürümek ve bilinçsiz zihinlerinde ne gibi rüyalar, hülyalar, karabasanlar canlandırdıklarını

Saklı Kütüphane

49

funduszeue.info


düşünmek Tavana kadar yığılmış meyveli çörekler ağızlarından köpükler saçan, kuduz köpeklereski sevgilisiyle çirkin bir yüzleşme Bunlar geçmişte yaşanmış, canlı tutulmuş hatıralar gibi birer birer geçti aklından. Birden huzurlu hissetti kendini, sanki empati kurmuş, bağlıymış gibi Neye bağlıydı ki? Onların zihinlerine dedi Ses (içgüdüsü) fısıldayarak. Caine bunun delilik olduğunu geçirdi aklından. Tabii ki öyle. Ama bu gerçek olmadığı anlamına gelmez. Korkarak başını salladı. İşte olan olmuştu. Tamamen aklını kaçırmıştı, halüsinasyon görüyordu. Ama tüm bunların gerçek olmaması söz konusu değildi, çünkü çok gerçekçiydi. Jasper'ın sözleri çınladı kulaklarında. Gördüklerin gerçek gibidir. Doğal, hatta olağan. Sanki hükümetin düşüncelerini çalmaya çalışması ya da en yakın arkadaşının seni öldürmeye çalışması en normal şeymiş gibi gelir. Tüyleri diken diken olurken soğuk terler döktü. Odaklanmalıydı. Etrafına daha dikkatli bakmaya başladı. Önünden geçtiği her kapının üstünde bir numara, bir de beyaz kart vardı. Kartın üstünde odada yatan hastanın soyadı ve adı yazılmıştı büyük harflerle, HORAN, NINA. KARAFOTIS, MlCHAEL NAFTOLY, DEBRA. KAUFMAN, SCOTT. Dördüncü odanın önünden geçene kadar Caine bu isimleri okurken birini aradığının farkına varmadı. Her kapının önünden geçerken beynindeki ses ona hayır, hayır, hayır demişti. Beşinci kapıdaki ismi okuyunca durdu. Odada birinin ağladığını duyabiliyordu. Evet, işte kızı buldun. Caine hiç tereddüt etmeden İçeri girdi. Koca hastane yatağının örtüleri kırışıktı, ama sanki yatakta kimse yok gibiydi. Gözleri odanın karanlığına alışınca Caine yastığın üstünde bir oyuncak bebeğin başını gördü. Sonra da bebek ona doğru dönüp kocaman, yaşlı gözlerini kırpıştırdı. Caine bağırmamak için kendini zor tuttu. Dilini ısırıp korkusunu yenmeye çalıştı. O anda da gördüğünün bir bebek değil de küçük bir kız olduğunun farkına vardı. Koca yatağın içinde o kadar küçük kalmıştı ki, çok yalnız görünüyordu. "İyi misin?" diye sordu Caine ne diyeceğini bilemeyerek. Kız konuşmadı, ama Caine kızın başını salladığını fark etti. "Bir hemşire çağırayım mı?" Kız başını hayır anlamında salladı. "Peki ben kalayım mı seninle biraz?" Küçük kız başını salladı. "Peki." Caine küçük kızın yatağının yanına yavaşça bir iskemle çekip oturdu. "Adım David, ama arkadaşlarım bana Caine der." "Merhaba Caine." Küçük kızın sesinden halsiz olduğu anlaşılıyordu, ama sanki başka bir şey de duyuluyordu; umut muydu duyduğu? Kim bilir belki de umuttu. Ya da başka bir şey miydi? Caine emin değildi. Caine birden, birkaç saattir bu kadar korktuğu için kendinden çok utandı. Ne de olsa bir yetişkindi; yataktaki kız ise daha bir çocuktu. Onun yaşında, bir hastanede tek başına olmak çok korkutucu olmalıydı. "Adın Elizabeth değil mi? "Ha ha," derken kız burnunu çekti. "Çok güzel bir adın var. Benim de küçük bir kızım olsaydı adını Elizabeth koyardım herhalde." "Öyle mi?" diye sordu küçük kız burnunu silerken. "Öyle," dedi Caine gülümseyerek. Sonra ona bir sır verecekmiş gibi kıza doğru eğilip göz kırptı.

Saklı Kütüphane

50

funduszeue.info


Adam Fawer - Olasılıksız (E Kitap)

Hazırlayan: kahin

Redakte eden: askoksal

funduszeue.info sunar. Tüm kitap severleri Saklı Kütüphane’ye bekliyoruz. Kâhin & Orodruin Not: Saklı Kütüphanedeki e-kitaplar tanıtım amaçlıdır. Sevdiğiniz yazarların zarar görmesini istemiyorsanız lütfen kitapların orijinallerini satın alın.

1


Olasılıksız ADAM FAVVER

Türkçesi Şirin OKYAYUZYENER

A.P.R.I.L YAYINCILIK

Saklı Kütüphane

2

funduszeue.info


Yayın funduszeue.info Birinci Baskı, Nisan İkinci Baskı, Ağustos Üçüncü Baskı, Eylül Dördüncü Baskı. Ekim Beşinci Baskı, Aralık Altıncı Baskı, Ocak Yedinci Baskı, Mart Sekizinci Baskı, Mayıs ISBN: Yayın Yönetmeni K. Egemen İPEK Türkçesi Şirin OKYAYUZYENER Katkıda Bulunanlar BurçfaıALTAY Öykü ÇAĞLAYAN Kapak Tasarım PelinİPOC HYPNOSE Tasarım Dizgi & Sayfa Düzeni Merdiven TaRitHn (0^12) Baskı M

Özkan Matbaacılık () Yay» AJ>.R.I1 Yayıncılık Şehit Adem Yavuz Sok. 5/9 Kızılay/ANKARA Tlf: () 57 09 Fax: (0â12) 04 79 www.a

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası