afife anjelik pdf / HUMANITAS - Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi » Makale » Recaizâde Mahmut Ekrem’in Tiyatroları

Afife Anjelik Pdf

afife anjelik pdf

Afife Anjelik Recaizade Mahmut Ekrem

Afife Anjelik ile ilgili dikkat çekici noktalardan bir tanesi, eserin geçtiği zaman ve mekandır. 

Recaizade Mahmut Ekrem tarafından yazılan ve bildiğimiz kadarıyla ona ait bir eser olan Afife Anjelik; Türkiye’de değil Fransa’da geçer. Karakterlerin isimlerinden de anlaşılabilecek bu durum, kitabın başında bu karakterlerin tanıtıldığı bölümden de anlaşılabilir: 
 

EŞHÂS
 
Anjelik – Fransalı Kont Mişel’in Zevcesi
Jozef – Mişel’in Hane müdürü
Filip – Anjelik’in sadık bendesi
Eliza – Anjelik’in sadık beslemesi
Ana – Anjelik’in kızı
Lobye Fransuva – Mişel’in mürebbisi
Tomas ve Borro – Cellatlar


Oyundaki zaman net olarak ifade edilmese de hikâyede yaşanan olayların geçtiği zaman aralığı tespit edilebilir. İkinci perdedeki ifadesinden anlayabileceğimiz gibi Anjelik zindana atıldıktan sonra tam sekiz ay burada kalır, bu süre içinde kızı Anna dünyaya gelir. 

Ah bu geceye de yetişdim! Bugün tamam sekiz aydır ki bu zindan-ı belâda melûf-ı ıstırabım!

Bundan sonra bir süre daha zindanda kalan ve Jozef'in isteklerine direnen Anjelik, daha sonra cellatların kendisine acıması sayesinde zindandan kurtulur ve bir mağarada Anna ile birlikte yaşamaya başlar. Recaizade Mahmut Ekrem, Anjelik'in buradan kurtulması ile Mişel ile buluşması arasındaki süreyi net bir şekilde ifade etmez - ancak İkinci Perde'de yeni doğmuş olan Anna'nın burada annesine sorular sorması, aradan kayda değer bir süre geçmiş olmasını gerektirir. 

Tanzimat Edebiyatı ile özdeşleştirdiğimiz pek çok eserin aksine Afife Anjelik'te toplumsal konular fazla ön plana çıkmaz. Oyunun geneli çok toplumsal bir yapıda olmadığı gibi bu dönemin eserlerinde sık sık gördüğümüz "tavsiye veren", "ders veren", "açıklayıcı" ve "öğretici" ton da bu eserde yoktur. Oyunun Osmanlı Devleti sınırları içinde değil Fransa'da geçiyor olması da bu durumun iyi bir göstergesidir. 

Bununla birlikte; metni bu açıdan okuyarak eserdeki önemli bir toplumsal meselenin "namus", "iffet" ve "sadakat" gibi kavramlar üzerinden ilerlediği söylenebilir. Kitaba ismini de veren "Afife" (namuslu, iffetli kadın) ifadesinden anlaşılacağı gibi; Anjelik oyun boyunca karşılaştığı tüm zorluklara rağmen bir şekilde kocasına karşı sadakatini korumayı başarır. Öyle ki; Jozef onu zindana attırdığında, hatta doğrudan öldürmekle tehdit ettiğinde bile bu kararından geri adım atmaz. 

Her ne kadar oyunun temel "mesajının" bu olup olmadığı tartışılabilecek olsa da; Anjelik'in bu açıdan okurlara "örnek" bir karakter olarak sunulduğu söylenebilir. 

Benzer şekilde, sürekli ani ve "fevri" kararlar veren Kont Mişel de oyunun bir noktasında toplumsal mesajlar vermek için kullanılır. Karısını suçsuz yere ölüme göndermek gibi büyük bir hata yapan Kont Mişel'in hocası Fransuva, ona bundan sonraki hayatını daha iyi bir hükümdar olarak yaşaması için tavsiyeler verir. Adil olmak, halkın sorunlarına eğilmek, zevk ve eğlenceden, içkiden uzak durmak gibi tavsiyeler; üstü kapalı olarak yapılan eleştiriler olarak okunabilir. 

Ancak bunların metin içinde çok ufak bir bölüme denk geldiği, toplumsal eleştiriler bulmak için özellikle arandığında karşımıza çıkacak nitelikte olduğu unutulmamalıdır. 
Afife Anjelik ile ilgili önemli konulardan bir tanesi, bu eserde karşımıza çıkan ilişkilerle alakalıdır. 

Tanzimat eserlerine bakıldığında, hem oyun, hem de romanlarda kadın - erkek ilişkileri üç kategori altında değerlendirilebilir:

1 - Kalpten ve "ruhtan" gelen, içten bir sevgi, "aşk"

2 - Bedenden gelen bir tutku, "şehvet"

3 - İki taraflı sevgi olmadan, çıkar için yaşanan ilişkiler 

Özellikle Tanzimat döneminde, kadın - erkek ilişkilerinde bunların yalnızca ilki makul bulunmuş, diğerleri ise genellikle eleştirilmiştir. Örneğin: Namık Kemal'in Zavallı Çocuk eserinde, birbirlerini gerçekten aşkla seven Şefika ve Ata'nın evlenmelerine izin verilmez çünkü Şefika'nın annesi ailenin maddi sorunlarını çözeceği düşüncesiyle onu zengin ve yaşlı bir paşayla evlendirmeye çalışır. Bunun sonucu hem aile hem de aşık karakterler için bir facia olur.

Jale Parla, Tanzimat romanlarında "aşk" ile "şehvet" arasındaki farkı şu şekilde gözlemler: 

Tüm romanlarda aşk, şehevilik ve sevgi diye ikiye ayrılır; kadın kahramanlar da erkeklere olan bağlılıkları ruhani bir sevgi mi yoksa duyusal bir şehvet mi olduğuna göre melek ya da şeytan olarak sınıflandırılır.1

Afife Anjelik'te de kadın - erkek ilişkilerine benzer bir yaklaşım görülebilir. Anjelik'i yalnızca "duyusal" bir şekilde seven, onunla birlikte olmak isteyen Jozef oyunun kötü karakteri; her koşulda "aşk" ile bağlı olduğu kocasına sadık kalan Anjelik ise iyi karakteridir. 


1 Parla, Jale. Babalar ve Oğullar. Tanzimat Romanlarının Epistemolojik Temelleri. İletişim Yayınları, 9. Baskı (2011) s. 19
Oldukça kısa bir eser olan Afife Anjelik, Tanzimat Dönemi'nin pek çok erken dönem eseri gibi tamamlanmış bir tiyatro eserinden çok bir tiyatro "denemesi"ni andırır. 

Oyunu dört perdeye ayıran Recaizade Mahmut Ekrem, her perdede farklı mekanları konu alır ve hikâyeyi geniş zaman aralıkları bırakarak okuyucuya sunar. Anjelik'in zindana atıldığı birinci perdeyle zindanda geçen ikinci perde arasında sekiz aylık bir süre geçmiş olması, bunun iyi bir örneği olarak gösterilebilir. 

Afife Anjelik'i modern anlamda bir tiyatro eseri olmaktan uzaklaştıran temel unsurlardan bir tanesi; eserdeki karakterlerin büyük ölçüde "tek boyutlu", bir amaca hizmet etmek için yaratılmış kişiler olmasıdır. Recaizade, oyunda gerçek kişilikleri olan, "karmaşık" karakterler inşa etmez; bunun yerine her birine belli bir rol üstlenmiş "tip"ler üzerinden hareket eder.

Bu karakterlerin okuyucuya sunulmasındaki en önemli kurgu ögeleri, tek kişilik "tirat"lardır. Özellikle oyunun ana karakteri Anjelik - iyi bir örneği olarak İkinci Perde'nin başlangıcını gösterebileceğimiz gibi - sık sık kendi kendine konuşarak düşüncelerini, yaşananlara tepkilerini ve duygularını açıklar. Klasik Batı tiyatrosunda da sık sık kullanılan bu teknik, Recaizade Mahmut Ekrem'in döneminin Avrupalı eserlerinden nasıl etkilendiğini de ortaya koyar. 

Yazar, oyunda ağır ve edebi olarak tanımlanabilecek bir dil kullanır. Günümüzden yaklaşık yüz elli yıl önce yazılan bir eserin dilinin günümüzdekinden oldukça farklı olması normal bir durum olsa da Afife Anjelik'in dili aynı dönemde yazılan Şair Evlenmesi veya Zavallı Çocuk gibi eserlere göre de oldukça ağır ilerler. Anjelik'in İkinci Perde'nin başındaki konuşmasından gelen bu alıntı, yazarın kullandığı üslup hakkında fikir verebilir: 

Ah keşke ölseydim! Yarab! Rûz-ı kısmetinde benim için takdir ettiğin belaların encamı yok mu? Bana vediâtullahdan olan bu can-ı mahzûnu ne vakt alıp da beni şu berzahdan kurtaracaksın? Ah ekser vücudlar bir soğucak rüzgârın tesirinden üç günde terk-i cihan eder, ben nice aylardır bu bâr-i sakîl-i mihnet ve ıstırap altında bulunuyorum. Hâlâ can-ı mahzûnumun beden-i pür-ıstırabımı terk ile âlem-i safâ-ı ruhâniyete süzülmeye niyeti yok! Yarab! Yarab! Âlemlere akdem-ı âmâl olan hayat nice müddetdir bana bir derd-i tâkat-güdâz oldu. Benim gibi hayatından bizar olan bir kulunun memâtını bu kadar tehire sebep ne?

Refika ALTIKULAÇ DEMİRDAĞ

Çukurova Üniversitesi, Türkçe Eğitimi Bölümü/ADANA

Anahtar Kelimeler: Tanzimat edebiyatı,Tanzimat tiyatrosu,Avrupa,kadın kahramanlar,iffet

Tanzimat dönemiyle birlikte edebiyatımıza giren roman ve tiyatroda yaratılan kadın tipleri üzerinde pek çok araştırmacı ilgiyle durmuş, ailenin mahremiyetinin bir simgesi haline getirilmiş olan kadın hakkında yazarların sakınımlı davranışlarına bir açıklama getirmeye çalışmışlardır. Bu konuda yapılmış çalışmalar, her ne kadar genel olarak kadının algılanışına yönelik olsa da, roman ya da oyunlarda konu edinilen Avrupalılar ile ilgili yapılan araştırmaların bu konudan ayrı olarak ele alınması gerekmektedir. Tanzimat döneminde Avrupalı gibi düşünmeye ve yazmaya yöneliş olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Dolayısıyla eserlerde Avrupalıların da kahraman olarak seçildiği örneklere rastlanmaktadır. Tanzimat döneminde yazılan oyunların bazılarının konusu Avrupa’da ve Avrupalılar arasında geçer. Bu oyunlardaki kadın kahramanların tip özelliklerinin bir Osmanlı, Türk ya da Müslüman kadından pek farklı olmadığı söylenebilir. Özellikle kadınların “iffet” meselesine yaklaşımları bu açıdan dikkate değer. Bu konu Ahmet Mithat Efendi’nin Hükm-i Dil, Recâ-izade Mahmut Ekrem’in Afîfe Anjelik ve Abdülhâk Hâmid Tarhan’ın Cünûn-ı Aşk adlı eserlerinden yola çıkarak incelenecektir.

Tanzimat dönemi romanları ile tiyatro eserlerinin ele alınan konular bakımından pek farklı olmadığı söylenebilir. “Tanzimat devri muharrirleri hangi tip kadını yüceltmişlerdir” sorusuna Melin Has-Er şu cevabı verir:

Namık Kemal’den Mizancı Murad Bey’e kadar bütün romancılarımızın müştereken tebcil ettikleri kadın tipi, aynı zamanda Müslüman- Türk cemiyetinin de tercihlerini aksettirir mahiyettedir. Güzel, zarif, terbiyeli, görgülü, kültürlü, hususiyle edebiyattan, musikîden anlayan, […], evine, ailesine bağlı, kocasına sadık, iffet ve haysiyetine düşkün. (2000: 411)

Has-Er, bu tip kadının Türk kadınına örnek olması için yüceltildiğini belirtmektedir (2000: 411). Tanzimat dönemi sanatçılarının edebiyatı toplumu eğitmek için bir vasıta olarak kullanmak istedikleri bilinen bir durumdur. Bu eğitim, aile kurumunun nasıl olması gerektiği meselesini de içermektedir. Dolayısıyla sosyal yaşamın kadınlara özgürlük tanımadığı, haremlik selamlık sisteminin işlediği bir toplumda Batı tarzı ile tiyatro eserleri kaleme almak ve bunlarda kadınları konu edinmek, yazarlar için malzemenin az olduğu anlamını taşır. Dolayısıyla kadının konu edilebilmesi için bazı oyunların konularının yabancı ülkelerde geçmesi tercih edilmiş olabilir. Rauf Mutluay bu konu hakkında şöyle söyler:

Gerçekten normal kurulmuş aile yapısının gizliliklerine Müslümanca bir sakınışla sokulmak istemeyen yazarlarımız, kadınsız bir toplumda aşk konularını işleyememek durumunda kalacaklardır. Bu yokluğu giderecek iki yol vardır önlerinde. Ya Müslüman erkeklerini düşmüş kadınlarla ve azınlıklar çevresinde kadınla karşı karşıya getirebilirler; ya da esir kızlarla seviştirebilirler. (Aktaran Kandiyoti 1997: 128)

Ele alınan oyunlarda ne esir kızlar ne düşmüş kadınlar ne de azınlıklar konu edinilmiştir. Bu oyunlarda Avrupalı kadınlar vardır. Fakat bu kadınların bazıları Has-Er’in bahsettiği örnek tiplere girmektedir. Sevda Şener, bu dönemde yabancı komedi eserlerinden yapılan uyarlamaların, “yaşama biçimlerinin, toplum ilişkilerinde gözetilen değerlerin farklı olmasına karşın insanların, nerede yaşarlarsa, hangi ırka, ulusa, inanca bağlı olurlarsa olsunlar, benzer insanca özellikler taşıdıklarını gösteren insanlık belgeleri” olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir (1999: 30-31). Öte yandan Şener, Doğu ve Batı kültürleri arasındaki farkın da bu uyarlamalara yansımış olduğunu, oyunlardaki kadın-erkek, efendi-uşak, baba, anne ve çocuklar arasındaki konuşmaların, tavırların, davranışların kendi adetlerimize ters düşmeyecek biçimde değişime uğratılmış olduğuna da dikkat çekmektedir (1999: 31). Komedi oyunlarında gözlemlenen durum dramlarda da vardır. Nitekim yabancı ülkeleri konu alan oyunlarda, Türk adetlerini ve konuşma biçimlerini bulmamız mümkündür.

İmkânsız aşk konusu her zaman ilgi gören konulardan olmuştur. Bu tip oyunlardan olan Ahmet Mithat Efendi’nin Hükm-i Dil adlı oyununun konusu Fransa’da geçmektedir. Oyunda Paul adlı bir bahçıvan ile Comte de Braval’ın kızı Marguerite arasındaki imkânsız aşk, oldukça romantik bir üslupla canlandırılır. Paul ile Marguerite bütün büyük aşklarda olduğu gibi engelleri aşmaya kararlıdırlar. Oyunun ilk bölümünde gençler birbirlerine aşklarını itiraf ederler. Fakat başka bir asilzade de Marguerite ile evlenmek istemektedir. Üstelik babaları konuşmuş ve evlenmelerini planlamışlardır. Âşıklar, ailelerinin kendilerini onaylamayacağını bildiklerinden İspanya üzerinden Amerika’ya kaçmaya karar verirler. Bu arada asiller ile asil olmayanlar arasında “insaniyet” açısından bir fark olamayacağı mesajı oyunda sık sık tekrarlanır. Oyunun son perdesinde Marguerite’in annesiyle babası İspanya’da bir köy otelinin salonundadırlar; kaçakların peşine düşmüşlerdir. Kont, kızına da Paul’e de öfkeli olmasına karşın onları bulduktan sonra işler değişir ve oldukça duygusal diyaloglardan sonra evliliklerini onaylar.

Bir asilzade ile sıradan bir insanın aşkı sık sık işlenen konulardandır. Bir zengin ile bir fakirin, iki düşman ailenin ya da farklı din ya da milletten insanların aralarındaki aşk her zaman dikkat çeken temalardan olmuştur. Ahmet Mithat Efendi, Fransız asilzadelerinden bir kontun kızı ile bir bahçıvan arasında yarattığı aşkla, insanlığın asaletle ya da zenginlikle ilgili olmadığını ispatlamaya çalışır.

Oyunda her ne kadar Fransa’da yaşayan oyun kahramanlarının Müslüman topluma göre özgür sosyal çevreleri olsa da, düşünüş ve konuşma tarzlarında Müslüman kimliğine yaklaşırlar. Özellikle Marguerite’in aşka ve karşı cinse olan yaklaşımında bu tür bir tavır geliştirdiğini söyleyebiliriz. Her ne kadar oyunda, Avrupa’nın Osmanlı’ya göre serbest olduğu sosyal yaşam koşullarında kendini hissettirse de, genç kızın aşka ve evliliğe yaklaşımı iffet sınırları içinde ele alınmıştır:

Ben teyzemin verdiği baloya gitmiştim. Bir de bakayım ki Ogüst orada. Yalnız değil, babası, anası hepsi orada. Kendisini gördüğüm gibi salon başıma geçti zannettim. Habis sırıta sırıta yanıma geldi. Yerlere kadar eğilerek selam verdikten sonra kolunu arzetti. Ben de çarnaçar kabul ettim. Kolumu verdim. Aman ne kadar terbiyesiz, neler söylüyor, ne vaz’lar gösteriyor. Hiç bilmez ki bana sivrisinek vızıltısı gibi vız gelirdi. Ne ise şimdi orası lazım değil a. Bir de bir aralık hayalini ortaya koymasın mı? Hemen kolumu silktim aldım. (Ahmet Mithat 1874:203)

Anlatılan bu sahnede genç bir kızla genç bir erkek dans edebilmekte hatta anne ve babalarının gözü önünde rahatlıkla aşktan bahsedebilmektedirler. Ahmet Mithat Efendi bu sahneyi iki Müslüman genç arasında yaratamayacağını düşündüğü için Fransız kahramanları tercih etmiş olabilir. Bu aşk hikâyesi Osmanlı topraklarında yaşayan Müslüman kahramanlar arasında kurgulanmış olsaydı entrikalar ya da karmaşık ilişkiler yaratılamazdı. Çünkü bu sıra dışı ve kabul edilemez bir durum olur, hem tepki çeker hem de gerçek dışı olarak algılanırdı. Ahmet Mithat Efendi’nin kurguladığı bu aşk hikâyesinde milliyet ya da dinin olayları yönlendirici özel bir önemi olduğu düşünülebilir. Paul ve Marguerite, Türk ya da Müslüman olsalardı ne değişirdi? Konunun daha farklı bir biçimde işlenmesi gerekirdi. İki gencin karşılaşmaları, buluşmaları, konuşup kaçmaya karar vermeleri Osmanlı’yı konu alan bir oyunda pek mümkün olamazdı. Peki bu oyun kahramanlarının kendi kültürel kimliklerini yansıtan özellikleri nelerdir? Aslında bu sorunun yanıtı farklı biçimlerde verilebilir. Çünkü her ne kadar Fransa’da yaşayan oyun kahramanlarının Müslüman topluma göre farklı kültürel çevreleri olsa da, düşünüş ve konuşma tarzlarında Müslüman kimliğine yaklaşırlar.

Deniz Kandiyoti, Tanzimat romanında Batı hayranı sorumsuz genç erkeklere karşı son derece haşin ve müstehzi davranılırken; kadınların ise, istenmeyen evliliklere zorlanan, çok eşlilikle aşağılanan, tek yanlı boşanmaya ve özellikle de köleliğe maruz bırakılan bir sistemin güçsüz, pasif kurbanları olarak çizildiğine işaret etmektedir (1997: 137). Aslında bu güçsüzlük hem yerli konularda hem de Avrupa’yı konu alan oyunlarda görülmektedir. Buna en iyi örnek de Recaî-zade Mahmut Ekrem’in Afife Anjelik adlı oyunudur.

Afife Anjelik adlı oyunun kaynağı, İsmail Parlatır’ın verdiği bilgiye göre, Geneviére de Barabant efsanesine dayanmaktadır (1997: 7-11). Bu eser ilk tercümeler arasında yer alır. Oyunda kocası savaşa giden genç ve güzel kontes Anjelik’in kötü niyetli hizmetlisi Josef ’e karşı namusunu koruma savaşı anlatılır. Kont Mişel, savaşa giderken çok güvendiği adamı Josef ’e karısını emanet etmiştir. Fakat Josef, Anjelik’e birlikte olmayı teklif eder. Anjelik bunu reddedince de onu yıldırarak amacına ulaşmak için iftira atar. İdamına karar verilmesine neden olan bu iftiraya karşı, Anjelik’in gurur ve namusunu korumak adına yaşadığı acılara göğüs germesi dikkate değerdir. Anjelik her ne pahasına olursa olsun Josef ’e teslim olmamaya kararlıdır. Onun tek endişesi kocasına doğruları anlatabilmektir. Bir mektup yazıp en çok güvendiği hizmetçisine verir. Ölüm fikrine kendini alıştırmıştır. Fakat idam edilmek üzereyken cellâtlar ona acır ve hapiste doğurduğu kızıyla birlikte dağlara kaçması için serbest bırakılırlar. Kocası Kont Mişel, savaştan döndüğünde gerçekleri öğrenir ve Josef ’i öldürtür. Sonra bir tesadüf eseri karısı ile kızını dağda bulunca onlardan af diler ve eski hayatlarına geri dönerler. Bu mutlu biten aşk hikâyesinde kahramanlar sevgilerini ispatlamış, sadakatleriyle aşklarının ölümsüz olmasını sağlamışlardır. Bu oyundaki Fransız kahramanların Türk ya da Müslüman imajından farklı özelliklerini bulmak biraz güçtür. Anjelik, tıpkı bir Müslüman kadın gibi namusunu korumak ve eşine sadık kalabilmek için canından vazgeçer. Kocası, tıpkı bir Türk ya da Müslüman gibi kendisine sadık kalmadığını duyduğunda eşinin ölümle cezalandırılmasını kabul eder. Bu durumda yazarın milliyet ya da din ayrımı gözetmeksizin, evrensel olduğunu düşündüğü bir yaklaşımla oyunu kaleme aldığını söyleyebiliriz. Yazar, oyununda Avrupa’yı Osmanlı ya da Türk kültür özelliklerinden ayırabileceğimiz bir tutumla yansıtmamıştır. Belki sadece bir kadının diğer erkeklerle özgürce konuşabilmesi örnek olarak gösterilebilir. Oyunun yazıldığı dönemdeki eserlerde eğer konu Osmanlı’da geçiyorsa, kadının rahatça görüşebildiği insanlar anneleri, babaları ya da hizmetçi kadınlardır. Hizmetli erkeklerle bir münasebetten pek bahsedilmez. Bu konuyu ele alan ender oyunlardan biri Namık Kemal’in Kara Bela adlı eseridir. Bu oyunda Hintli prenses, erkek hizmetlisi tarafından taciz edilir. Aslında bu iki oyunda da kötü adamın dışarıdan değil de ev içinden biri olması anlamlıdır. Çünkü Recaî-zade Mahmut Ekrem de Namık Kemal de kadının ev dışında bir hayatı olabileceği fikrine kapalıdırlar. Bu nedenle kadına gelebilecek zarar ancak ev içinden olabilir.

Afife Anjelik’in konusu oldukça yalın olmasına karşın dili ağırdır. Yazar sanat yapma kaygısıyla Arapça ve Farsça kelimelere bolca yer vermiştir. Ayrıca genel olarak tarzı da Doğu kültüründen izler taşır. Örneğin, Filip’in Kontes’i yatıştırıcı sözleri buna örnek olarak gösterilebilir:

FİLİP- Hay hain hay. Velinimetinin ırzına tasallut etmeyi mezhebince reva gören bir insandan daha alçak dünyada kim olabilir? […] Anjelik, siz keder etmeyin, sizin gibi iffet-kâr bir kadının ırz ve namusunu herkesten evvel Cenab-ı Hak hıfz ve siyânet eder. Âlem ve âlemiyân kabza-i kudretinde muhat olan Cenab-ı Allah’ın muvafık rızası olmayacak. (1997: 22)

Bu sözlerde İslâm dininin kader anlayışını bulabiliriz. Burada koşulsuz olarak Allah’a inanma ve sığınma vardır: Hem geçmişte yaşananlar hem de gelecekte yaşanacak olanlar Allah’ın takdirine bağlıdır, isterse Allah korur ve esirger. Anjelik, yaşadığı tüm kötü anlarda Allah’a sığınır ve onun ilâhî adaletinin bir gün haklıları ve haksızları ortaya çıkaracağına inandığını dile getirir. Yazarın kahramanlarına konuşturduğu dil de Müslüman kimliğinden etkiler taşır. Örneğin, sık sık “Allah” kelimesi kullanılır; bunun yanı sıra “Cenab-ı Allah”, “hakkını helal eylemek”, “velinimet” ve en önemlisi “kader” ifadelerinin Avrupa kültürünü yansıtan içeriklerini bulamayız. Bu gibi ifadelerin Müslüman hatta zaman zaman Doğu mistisizmini yansıttığını söyleyebiliriz.

Parlatır, Recaî-zade Mahmut Ekrem’in ahlâk anlayışına dikkati çekmekte ve onun, “Edebi terk etmek insâniyetden çıkmak, bî-edebliği terviç eylemek ise rükn-i medeniyeti yıkmak demektir” sözünü aktarmaktadır (2006: 301). Recaî-zade’nin bu sözlerinden ahlâkın edebiyata yansımasını ne kadar önemsediği görülmektedir. Ayrıca Parlatır, Recaî-zade Mahmut Ekrem’in Afife Anjelik ve Atala adlı oyunları ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

Batı kaynaklı bu iki oyunda Recaî-zade Ekrem, tipleri oradan aldığı gibi veriyor. Herhangi bir değiştirmeye gitmiyor. Her iki oyunda da olayları yürüten, iki genç ve güzel kadındır.: Afife Anjelik ve Atala. Onların duyguları süreklice ağır basar. Anjelik’in kocasına bağlılığı, iffetine düşkünlüğü yanında Atala’nın da dinî inancı ön planda geliyor. (2000: 365)

Yabancıları konu alan oyunlarda, tıpkı yerli konuları işleyen oyunlardaki iffetsiz kadın tipine benzeyen kahramanlar vardır. Fakat bu kadınların tip özellikleri verilirken eleştiri konusu oldukları da hissettirilir. İyiler iyi, kötüler de tam anlamıyla kötü olmalıdırlar. Böylece kötülerin cezalandırılıp iyilerin ödüllendirildiği mutlu sonlara ulaşıldığında, seyirci ya da okur olarak bu mutluluktan şüphe duyulmaz. Bu konuya Abdülhak Hâmid’in oyunları örnek olarak gösterilebilir mi? Onun oyunlarında mutlu sonlar bu kadar açık, anlaşılır ve beklendiği biçimde gerçekleşmez. Abdülhak Hâmid Tarhan’ın Cünûn-ı Aşk adlı oyununda biri Fransız biri İngiliz iki kadının bir Hintli’ye olan aşkı konu edilmektedir. İngiliz Leydi Florans bir subay olan Keptin Koper’le nişanlı olmasına rağmen Maharaça’ya âşık olmuştur. Maharaça da ondan hoşlanmaktadır. Fakat Maharaça’nın Madmazel Öjeni’ye olan ilgisinin daha güçlü olduğu söylenebilir. Öjeni, Leydi Florans’ın Fransız muallimesidir. Aslında başlangıçta Maharaça’nın bu iki kadından hangisini sevdiğini anlamak biraz güçtür. Öjeni ise Maharaça’nın Florans’ı sevdiğini düşündüğünden, istemediği halde Keptin Koper’in evlenme teklifini kabul eder. Öjeni ve Keptin Koper evlenirler. Florans, Maharaça ile evlenmek istemektedir; fakat onun İngiliz asaletine ve İngiliz milletinin üstün bir ırk olduğu yönündeki inancı Maharaça’yı küçümsemesine ve kendisine layık görmemesine neden olacaktır. Temelde de bu nedenden dolayı ayrılacaklardır. Her ne kadar oyunda Florans’ın kıskançlığının bu ayrılığa neden olduğu izlenimi yaratılsa da, milliyet konusunun da önemli bir etken olduğu söylenebilir. Bunun yanı sıra Maharaça, Öjeni’yi düşünmekte ve aslında ona âşık olduğunu anlamaktadır. Sonunda da Maharaça, Öjeni ile bir gemiye binip uzun bir seyahate çıkacaktır.

Abdülhak Hâmid, uzun yıllar yurt dışında bürokratlık yapmış, Avrupa kültürünü yakından tanımıştır. Bu nedenle Hâmid’in oyunlarında Avrupa’nın sosyal yaşamının daha canlı çizildiği söylenebilir[1] . Recaî-zade Mahmut Ekrem’in ve Ahmet Mithat Efendi’nin oyunlarında Avrupalılar tip özellikleri ile belirginleşirler. İyi ve iffetli kadınlar, kötü ve iffetsiz kadınlar sınıflaması yapılabilir. Hâmid’in oyunlarındaysa bu tip özellikleri belirginleşmez. Bu oyunlardaki kadın kahramanların zaafları, zayıflıkları, tutkuları, onları iyilik ile kötülük arasında gidip gelen karakterlere yaklaştırır. Hâmid’in eserleri içinde bu konuda verilebilecek en iyi örnek Finten’dir. Finten, hem tutkulu bir âşık, hem aldatan bir eş, hem bencil bir salon kadını, hem de çocuğu için her şeyden vazgeçebilecek bir annedir. Tek yönlü bir karakter olmayan Finten hakkında yapılan değerlendirmelerde o kötü kadın tiplerine dâhil edilse de, kendisiyle aynı dönemde yaratılan kadın kahramanların sığ özelliklerini göstermediği söylenebilir. En azından diğer kötü kadın tiplerine göre anlaşılması daha güç, karmaşık karakter özellikleri sergilemektedir. Fakat Hâmid’in bu oyununda Cünûn-ı Aşk’taki Avrupalı algısından daha belirgin bir değerlendirme ortaya çıkmaktadır. Oyunun konusu İngiltere’de geçmektedir. Fakat oyun kahramanlarından Finten Kanadalı, Davalaciro ise Hintlidir. Oyundaki Doğu-Batı karşıtlığı ile ilgili olarak Nüket Esen şöyle der:

Batı edebiyatında Doğu’nun tanımlanışına genel olarak bakıldığında bu tür aşırılıkların hep Doğu’ya atfedildiği görülür. Mesela, Elizabeth dönemi tiyatrosunda Türklerle ilgili temalar intikam, entrika, şiddet, kıskançlık, ihtiras, kudret, zorbalık ve şehveti içerir. Hâmit de bu çizgide kalarak Finten’deki bütün olumsuz aşırılıkları bir Batılı gibi Avrupa dışı dünyaya ve oralardan gelenlere yüklemiştir.

Finten’in sonunda dış dünyanın insanları tüm aşırılıklarıyla vahşeti yaşarlar. Bir kıskançlık nöbeti sırasında Davalaciro, Ucube’yi öldürür. Bunun üzerine Finten, Davalaciro’yu vurur, kendi de düşüp ölür. Medeniyet dışı güçler birbirlerini imha etmişlerdir. (2010: 103)

Esen, Mehmet Kaplan’ın Finten hakkında söylediklerine de dikkat çeker. Kaplan, Finten’de Avrupalı olmayanların ölçüsüz çizildiğini belirtmektedir:

Hâmid, piyesinde yüksek İngiliz sosyetesine mensup insanları nazik, kibar, ince, kapalı ve nükteli bir şekilde konuşturmasına karşılık, içgüdülerine göre hareket eden Finten, Davalaciro ve Melvil’i âdeta hayvanlar gibi böğürtür. Hâmid, onları konuştururken aşırı derecede romantik ifadeler kullanır. Asil tabakaya mensup olanların ölçülü davranış ve konuşmalarına karşılık, onlar hareket, düşünce ve ifadelerinde ölçü tanımazlar. (2002: 146 )

Esen, ırk ve doğup yaşanan coğrafya farkının bu ölçüt faklılığına yol açtığı inancının oyunun yazıldığı dönemdeki Batılı görüşten kaynaklandığını söyler: “Avrupa dışı dünya, Avrupa’nın medeni ölçülerinin dışındadır” (2010: 103). Hâmid’in Doğu’yu Avrupalının algıladığı biçimde yansıtması, Recâ-izade Mahmut Ekrem ve Ahmet Mithat’ın Avrupalıyı kendi pencerelerinden vermeleri, Tanzimat dönemi yazarlarının Avrupa’yı, öznel bir gözle değerlendirdiklerini gösterir. Avrupalı kadın kahramanlar konusunda da Hâmid, her ne kadar diğer iki yazarın tutumunun dışında bir tutum geliştirmiş gibi görünse de Finten’de, karakterin tüm olumsuz ve kötücül özelliklerinin karşısında melek yaradılışlı, iffetli, masum, âşık, veremli Blanş vardır. Bu oyunda da iyi kadının iyi yanları, kötü kadının kötücül davranışları sayesinde pekiştirilir. Her ne kadar Finten, ölçüsüz ve vahşi davranışları ile Avrupa dışı olmanın bir temsili olsa da, Blanş’ın özellikleri ve yazarın ona yüklediği görev, onu bir Doğuluya yaklaştırır. Sonuçta yüceltilen kadın kahraman Blanş, Avrupa’nın asalet ve kibarlık merakının bir eleştirisidir. Onlar gibi davranmaz, düşünmez ve onlardan daha uysal ve mistiktir. Nereden geldiği, ırkı ve coğrafyası bilinmeyen, kimsesiz bir kızdır:

BLANŞ- Eğer siz hakiki bir tabibseniz insaf ediniz de bu asalet ıstırabından, soy illetinden kurtulayım. Leydi Dik’e yazınız ki hiç kimsem yok; olduğunu da istemiyorum. Zaten böyle kimseleri olmaktan, kimsesiz olmak evlâ değil midir? […] Âlemin mâlumu olsun ki ben bir soysuzum, bir taştan çıkmışım, bir mezardan hâsıl olmuşum, bütün cemiyet-i beşeriye bana ecnebi, ben bütün mükevvenatâ garîb! (Tarhan 1998: 317)

Oyunun sonundaysa, Blanş’ın duygularının masum başkaldırısı, onun iyileşip Finten karşısında galip gelmesini sağlayacaktır.

Tanzimat dönemi yazarlarının eserlerinde yaratılan kadın kahramanların keskin çizgilerle belirlenmiş, iyi ya da kötü yaradılışlı kadınlar oldukları söylenebilir. Birbirine zıt kahramanlar yaratılarak iyilerin iyi özelliklerinin belirginleştirilmesi ve o dönemin kadın okurlarına örnek oluşturması, bu kahramanlar aracılığıyla okurların eğitilmesi amaçlanmıştır. Avrupalı kadınların konu edildiği oyunlarda da aynı amaç doğrultusunda kültürel anlamda örnek kahramanlar oluşturulmaya çalışılmıştır. Fakat bu durum kahramanların kendi kültür özellikleri ile yansıtılmayıp bir Müslüman ya da bir Osmanlı gibi yaratılmasına neden olmuştur. Abdülhak Hâmid’in eserlerindeki kadın kahramanların, ele alınan diğer oyunlardaki kahramanlarla karşılaştırıldığında daha gerçekçi özelliklerle donatıldığı söylenebilir. Fakat bu kahramanlar da yine iyi ve iffetli kadın üslubu ve davranışlarıyla bir Osmanlı ya da bir Müslüman kadın tipine yaklaşırlar. Bu durum Osmanlı’nın Avrupa’ya açıldığı bu dönemde her ne kadar Avrupa modeli teknik yönden birebir taklit edilmeye çalışılmış olsa da, eserlere yansıtılan kadın kahramanların biçimlendirilmesi konusunda Avrupalı kadının değil, Osmanlı Müslüman kadın tipinin örnek alındığını göstermektedir. Bunun yanı sıra “iffet”, dinlere ve milletlere göre pek de farklılık göstermeyen evrensel bir mesele olsa da, algılanışında bazı kültürel farklar olduğu yadsınamaz. Dolayısıyla burada ele alınan yazarlar kendi kültürel dinamiklerinden hareket ederek bu meseleyi işlemişlerdir.

KAYNAKLAR

Ahmet Midhat Efendi (1998). Hükm-i Dil, İstanbul: Dergâh Yayınları.

Altıkulaç Demirdağ, Refika (2010). “Abdülhak Hâmid’in Eserlerinde Millî ve Felsefî Unsurlar”, yayımlanmamış doktora tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi.

Esen, Nüket (2010). Modern Türk Edebiyatı Üzerine Okumalar, İstanbul: İletişim Yayınları.

Has-Er, Melin (2000). Tanzimat Devri Türk Romanında Kadın Kahramanlar, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.

Kandiyoti, Deniz (1997). Cariyeler Bacılar Yurttaşlar, İstanbul: Metis Yayınları.

Kaplan, Mehmet (2002). “Finten Piyesinde Çatışan Şahıslar Değerler ve Hayaller”, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 2, İstanbul: Dergâh Yayınları, s.144-152.

Parlatır, İsmail (1997). “Sunuş”, Recaî-zade M. Ekrem Bütün Eserleri I, Haz. İsmail Parlatır, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, s. 7-11.

——— (2006). “Recaî-zade Mahmut Ekrem”, Tanzimat Edebiyatı. Ankara: Akçağ Yayınları, s. 291-409.

Recaî-zade Mahmut Ekrem (1997). Afife Anjelik, Haz. İsmail Parlatır, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, s. 13-61.

Şener, Sevda (1999). Cumhuriyet’in 75. Yılında Türk Tiyatrosu, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Tanpınar, Ahmet Hamdi (2001). Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Kitabevi.

Tarhan, Abdülhak Hâmid (1998a). Cünûn-ı Aşk, Haz. İnci Enginün, İstanbul: Dergâh Yayınları.

——— (1998b). Finten, Haz. İnci Enginün, İstanbul: Dergâh Yayınları.

Kaynaklar

  1. Daha ayrıntılı bilgi için bk. Altıkulaç Demirdağ, Refika (2010), “Abdülhak Hâmid’in Eserlerinde Millî ve Felsefî Unsurlar”, yayımlanmamış doktora tezi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi.

Recaizade Mahmut Ekrem - Bütün Eserleri 4, PİYESLER (Afife Anjelik / Atala / Vuslat / Havada Çarpışan Sesler / Çok Bilen Çok Yanılır)

Recaîzade Mahmut Ekrem’in “Bütün Eserleri”nin dördüncü cildi, onun piyeslerini içeriyor. Edebî hayatında şiirin ardından en çok eser verdiği tür tiyatro olan Recaîzade Ekrem’in dört piyesi vardır. Bunlar Afife Anjelik (1870), Atala (1873), Vuslat (1874) ve Çok Bilen Çok Yanılır (1916) adlarını taşıyor. Afife Anjelik’in yayım tarihi, Recaîzade Ekrem’in edebî faaliyete tiyatro ile başladığını göstermektedir. Dolayısıyla, kronolojik bakımdan şiirden daha önce olsa da, onun kurmaca külliyatındaki niceliksel öncelik şiire aittir. Üstelik, o, birkaç yıl içinde yazıp yayımladığı oyunlarının ardından yönünü şiire çevirecek ve o türdeki eserleriyle ün kazanacaktır. Hazırladığımız külliyatın düzenlemesini yaparken tiyatroyu bu gerekçeyle dördüncü cilde bırakmayı tercih ettik. Külliyatın bu cildinde, ilk kez Latin harfleriyle buluşan bir eser de bulunuyor. “Havada Çarpışan Sesler yahut Sahnesiz Bir Temaşa” başlıklı metin, oldukça kısa hacmine rağmen yazarın beşinci bir piyesi olarak değerlendirilebilir. Şimdiye kadar Recaîzade Ekrem’den söz eden hiçbir çalışmada adı geçmemiş olan piyes, Donanma dergisinin Haziran 1910 tarihli dördüncü sayısında yayımlanmıştır. Yazar, bu minik oyununu, 1910 yılında Osmanlı ordusunun deniz kuvvetlerini güçlendirmek amacıyla açılan maddi yardım kampanyasında toplanan miktarın beklenenin çok altında kalması üzerine kaleme alır. Özellikle varlıklı insanların kampanyaya yeterince katkıda bulunmadığı kanısında olan Recaîzade Ekrem, piyesini bu düşünce üzerine kurar. Vatan sevgisi, lüzumu halinde, sahip olunan bütün kişisel maddi imkânları tereddüt etmeksizin feda etmeyi bile gerektirmektedir. Oyun, bu temel yönüyle sosyoekonomik değerlendirmelere de açıktır. İzleyen ciltte Üstad’ın hikâyeleri ve romanı; altıncı ciltte çevirileri, makaleleri ve mektupları yer alacak. Külliyatın son cildi, Talim-i Edebiyat’ı barındıracak.

1 i

2 Afife Anjelik Recaizade Mahmut Ekrem Özgün Adı Afife Anjelik Çeviren Bahadır Sürelli - Aysel Yıldız Düzelti ve Yayına Hazırlama Berk Uralcan Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin, gerek görsel malzeme k12 Eğitim ve Araştırma Vakfı ndan izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz, yayınlanamaz ve dağıtılamaz. Vakıf k12, 2018 ii

3 AFİFE ANJELİK RECAİZÂDE MAHMUD EKREM Dört fasıldan ibaret dramdır Bir fasıl bir perdede tamam olur 1870 iii

4 EŞHÂS Anjelik Fransalı Kont Mişel in zevcesi Jozef Mişel in Hane müdürü Filip Anjelik in sadık bendesi Eliza Anjelik in sadık beslemesi Anna Anjelik in kızı Lobye Fransuva Mişel in mürebbisi Tomas ve Borro Cellatlar iv

5 BİRİNCİ FASIL BİRİNCİ TEMAŞA (Anjelik in zevci Mişel in müfarakatinden dolayı izhâr-ı hüzn ü keder etmesini ve Jozef in teklif-i anîfini kabul etmediği cihetle habse konulduğu mutazammın olacaktır. Perde açıldıkta Anjelik müzeyyen odasında bir sandalye üzerinde oturmuş ve dirseğini yanında bulunan masaya ve başını sağ eline dayamış olduğu halde huzurunda türkü çığıran hânendeleri susturup defeddikten sonra yapayalnız kalarak) ANJELİK: Ah. Bu âlemde niçin insanın dünkü hali bugüne, bugünkü yarına uymaz?... İşte benim de bundan bir ay evvelki halim hased olunacak bir ikbal iken bugün kendimi azîm bir mahzuniyet içinde buluyorum Mişel in Iezzet-i musâhabetinden gönlümce müstefit olamadan giriftâr-ı elem-i müfârekati oldum. Kendisini ne kadar severmişim. Ben onu sevdiğim kadar aceb o da beni sever mi? Hiç umamıyorum, sevse idi beni bırakıb gider miydi? Gideli bir aydan ziyâdedir hâlâ bir mektubunu alamadım. Ah vefasız! Ne faidesi var, vefasız da olsa yine kendisini bir türlü unudamıyorum... Ah Mişel ah, gözümü yumdukça senin şurada levendâne hırâmını görüyorum ve kulağımı sana verdikçe tatlı tatlı sözlerini işitiyorum hain! Aceb beni hatırına getirir misin? Getirirsin, getirirsin. Of bak şu benim halime, beyhûde efkâr ile kendimi aldatmağa çabalıyorum. Ah ihtimal ki Mişel, o zalim Mişel sade bir sît kazanmak için şu saatte dalmış olduğu muharebede terk-i hayat edecek ve ben elem-i iştiyâk ve hasretle her saat bin kere ölüp dirileceğimden, dünyada ne olursa bana olacaktır... 1

6 İKİNCİ TEMAŞA (Jozef süs ve tuvaleti yerinde olduğu halde Anjelik in huzuruna yine dâhil olarak) JOZEF: Sizde bugün bir neşesizlik anlıyorum. Sebeb nedir? ANJELİK: Hayır, hiçbir neşesizliğim yok. JOZEF: Yok, yok... Benden saklıyorsunuz, elbette bir kederiniz olmalı ki öyle mahzun duruyorsunuz. ANJELİK: Allah aşkına beni kendi halime bırak. Sana ne söyleyeyim? Derdim hiçbir tesliyetle teskin olamayacağından onu sana açmak, ateşimi alevlendirmekten başka hiçbir faideyi mucib olmaz... İşte bir aydır Mişel den bir haber ve eser zuhur etmedi. Sağ mıdır, öldü mü bilmiyorum. Nasıl mahzun olmayayım. JOZEF: Kah kah kah... Teessüf ederim ki size zerre kadar muhabbeti olmayan bir zevcin müfarekatinden dolayı bu kadar müteellim oluyorsunuz. Bir kere düşünsenize ki sizi aldıkdan iki ay geçmeden bilâmucib böyle bir seferi ihtiyar eyledi. Artık onda ne kadar muhabbet olduğunu bilivermelisiniz. Zanneder misiniz ki müddet-i iftirâkınızda o da sizi düşünerek zerre kadar müteellim olsun? Ben onu nice zamandan beri tecrübe eder dururum, onun için iyi bilirim ki o şimdi nerede ise her gün yanındaki bir âlüfte ile hembezm-i zevk ü safâdır. Vakıâ akıllılık da o değil midir? Dünyada bir kadına münhasır olan koca ile bir kocaya münhasır olan kadından bahtsız kim olabilir? O eğlensin, siz işiniz yoksa onun firakıyla müteellim olun durun. 2

7 ANJELİK: (Hadîd bir ses ile) Jozef! Jozef sen ne söylüyorsun? Bu sözlerden merâmını anlayamadım. Beni tecrübe mi etmek istiyorsun yoksa başka bir maksadın mı var? JOZEF: Hiç... Merâmım sizi böyle beyhûde bir üzüntüden kurtarıb, kocanızın gaybûbetinde muvaffak olabileceğiniz eğlencelerden müstefid olmanızı ihtardır. ANJELİK: Ne gibi eğlenceler? JOZEF: Ya böyle genç ve güzel olduğunuz halde size asla muhabbeti olmayan bir zevc için mukayyed-i âlâm-ı eyyâm olmanız layık mıdır? Bana kalırsa şu fırsattan iğtinam ile nice demlerdir derd-i aşkınızla zâr zâr olan bu bendenizi daire-i mahremiyetinize kabul ederek hem kendinizi hem de bendenizi şu âlemde kâm-yâb etmelisiniz. Ele geçen fırsatı fevt kâr-ı makûl olmadığını siz de biliyorsunuz. ANJELİK: Zevzek Jozef. Sen çıldırdın mı? Nedir o söylediğin? Haydi, yıkıl karşımdan... JOZEF: Nereye gideceğim. Söylediğim sözleri yine tekrar edebilirim. Ne var bunca zamandır elem-i aşkınıza tahammül etdim. Lakin bundan sonra bir saat daha derd-i hasretinizi çekmeye takatim kalmadı. Ben de Allah ın kuluyum, bana yazık değil mi? Hâsılı bana merhamet ve nâil-i vuslatınızı edeceğinizi temine müsâraat etmez iseniz şu dakikaya kadar hürmet ve riâyetinizde kusur etmeyen bendenizi başka dürlü muâmele-i şedîdeye mecbur edersiniz. ANJELİK: Aman Rabbim, ne sözler işitiyorum... Jozef, Jozef gerçek mi söylüyorsun? 3

8 JOZEF: Evet gerçek söylüyorum, ver şu elini bana! (Anjelik kemâl-i dehşetle ellerini yukarı kaldırarak bir iki adım geriler) Ne kaçıyorsun. Bilmiş olun bu muhalefetler tasmîm etdiğim şeyi icradan beni bir vakitde men etmeyecekdir. Hakkınızda vesâit-i cebriyye istimâline meydan vermekden ise güzellikle beni kabul etmeniz muvâfık-ı akıldır zannederim. (Anjelik korkusundan sandalyeye düşüp bayılır) İşte şimdi gidiyorum. İkinci mülâkâtta bilmem ne yaparız. FİLİP: (Anjelik in huzuruna dâhil olub kendisini sandalyenin üzerinde bayılmış bularak...) 4

9 ÜÇÜNCÜ TEMAŞA FİLİP: Ah... Anjelik ne oldunuz? Niçin böyle yatıyorsunuz? ANJELİK: (Aklı başına gelerek) Ay! Filip sen misin? Filip! Filip, eğer bana zerre kadar muhabbetin var ise şimdi beni öldür. FİLİP: Canım ne var? ANJELİK: Ah ne olacak... Bundan böyle bana yaşamak mümkün değildir. Öldür beni Filip, öldür de kurtulayım. Eğer sen öldürmez isen ciğergâhıma saplanan zehirli oklar beni telef edecekdir... Benim şu halimde Mişel in müfarakatiyle ağladığım yetişir iken sadakat ve emniyyetine ısmarlandığım Jozef olacak hainden öyle bir muameleye uğradım ki artık hayatımdan bütün bütün bîzâr oldum. Ah kendisinden işittiğim sözleri tahattür etdikçe yere geçeceğim geliyor. Aman Yarabbi nedir bu benim başıma gelen hal... FİLİP: Anjelik, Anjelik. Istırap ve telaş lazım değil. Vukû-ı hâli bileyim, ondan sonra çaresini düşünelim. Ne ise kederiniz söyleyiniz? ANJELİK: Hain Jozef demin yanıma gelmişdi. Bir takım saçma sapan mukaddemâttan sonra çâk-i perde-i edeb ederek adeta kendisiyle muâmele-i hafiyyede bulunmamı teklif etdi ve muhalefet edecek olur isem vesâit-i cebriyye istimâl edeceğini söyledi. Ben kemâl-i hayretimden sükûtdan başka bir şey diyemedim. Hüdâ-ı Müntakimin kahr-ı kahhâriyesine uğrayası, utanmadan ve Allah dan korkmadan nasıl bu lakırdıları bana söyledi... 5

10 FİLİP: Hay hain hay. Velinimetinin ırzına tasallut etmeği mezhebince revâ gören bir insandan daha alçak dünyada kim olabilir? Anjelik, siz keder etmeyin. Sizin gibi iffetkâr bir kadının ırz ve namusunu herkesden evvel cenâb-ı Hak hıfz ve siyanet eder. Âlem ü âlemiyân kabza-ı kudretinde muhât olan cenâb-ı Allah ın muvafık-ı rızası olmayacak böyle suikasti icraya Jozef bir vakitde muktedir olamaz. Siz telaşı terk ile yerinizde oturun, ben bir mektup ile maddeyi Mişel e ihbar ve sizi Jozef in gadr ü hıyanetinden muhafaza esbâbını istihzâr ederim. (Jozef yanında iki jandarma ile birdenbire Anjelik in yanına girerek) 6

11 DÖRDÜNCÜ TEMAŞA JOZEF: Hah, işte tamam sizi gece yarısı böyle bir yerde yapayalnız görüşüm daire halkından bazılarının şehadetiyle indimde sabit olan harekât-ı şenîanızı bütün bütüne meydana çıkardı. (Jandarmalara hitab ile) Alın bu herifi şimdi idam etdirin. Bunu da hapse koyun. Mişel e ben cevap veririm. (Jandarmalar Anjelikle Filip i götürürler iken perde kapanır.) 7

12 İKİNCİ FASIL (Anjelik hapiste iken beslemesi Eliza nın gelip kendisinin katl ü idam olunacağını haber vermesi üzerine Anjelik in Mişel e verilmek üzere bir mektup yazıp Eliza ya teslim etmesi ve Anjelik in celladlar tarafından af ile dağa salıverilmesini şâmildir) (Perde açıldıkda Anjelik karanlık ve bir tarafında bir kandil yanar zindanda tek ve tenha bir kerevet üzerinde görünür.) BİRİNCİ TEMAŞA ANJELİK: Ah bu geceye de yetişdim! Bugün tamam sekiz aydır ki bu zindan-ı belâda melûf-ı ıstırabım. Ah! Ben ne bahtı kara bir biçare imişim! Bunca müddetden beri çektiğim dert ve belaya dağlar dayanamaz iken ben tahammül etdim. Daha hâlâ ölmedim. İşte sağım. Ah keşke öleydim! Yarab! Rûz-ı kısmetinde benim için takdir ettiğin belaların encamı yok mu? Bana vediâtullahdan olan bu can-ı mahzûnu ne vakt alıp da beni şu berzahdan kurtaracaksın? Ah ekser vücudlar bir soğucak rüzgârın tesirinden üç günde terk-i cihan eder, ben nice aylardır bu bâr-i sakîl-i mihnet ıstırap altında bulunuyorum. Hâlâ can-ı mahzûnumun beden-i pür-ıstırabımı terk ile âlem-i safâ-ı ruhâniyete süzülmeye niyeti yok! Yarab! Yarab! Âlemlere akdem-ı âmâl olan hayat nice müddetdir bana bir derd-i tâkat-güdâz oldu. Benim gibi hayatından bizar olan bir kulunun memâtını bu kadar tehire sebep ne? Yok yok bu ciğer paresi Anna yı nasıl terk edebilirim! Kime bırakırım! Ama onu mehd-i safâya bedel hiçbir günahı yok iken böyle bir muzîk-ı belâya giriftar görmekten ise ölmek benim için hayırlıdır. Bana bunca belayı gıda eden cenâb-ı Kâdir onu muhtac olduğu bir katre sütden mi mahrum bırakacak? Ah benim kabahatim merkez-i istikamette sebatım 8

13 oldu. Ciğerpârem Anna senin suçun ne idi ki benim âlâmıma hissedâr oldun? Aman Rabbim! Dört beş aydan beridir kasvet ve dehşetine iyice alışdığım şu zindan-ı bela bu gece gözüme yine pek fena görünüyor! Nedir o? Nedir o? Duvar gâh gâh yarılıp üzerime doğru bir kara vücud geliyor. İşte işte of... Kimsin sen? Üzerime yürüyüb öyle dehşet vereceğine, eğer kudretin ve zerre kadar merhametin var ise gel beni helâk et. Helâk et ki me cûr olasın... Hayır hayır, bir şey yok... Yarabbi acı bana, bak ne perişan bir haldeyim... Saat de dörde yaklaştı. Hain Jozef mutâdı üzre şimdi gelir, bin dürlü tehdidât gösterir. Artık sıklet-i evzâına tahammül etmeli... Ah Yarab, onu bana musallat edeceğine seyf-i adaletini ona havale eylesen olmaz mı? Hain nerede ise şimdi gelir. Ben yine şiddet göstermeliyim, ne olabilir. Hiddet eder ise beni öldürecek değil mi? Bana ise ölümden hayırlı ne olabilir? İşte geliyor. 9

14 İKİNCİ TEMAŞA (Anjelik ve Jozef) JOZEF: Daha hâlâ oturuyor musun? (Anjelik ayakda yüzünü öte tarafa dönmüş olduğu halde durur) Ey, inşallah çektiğin sıkıntılardan ibret almışsındır? Niçin ses çıkarmıyorsun? ANJELİK: Uğrattığın felaketler senin gibi bir haine velev red ile olsun cevab verecek kadar bana ibret-bahş oldu. Habs ü tazyike alıştım. Ölmeye ise can ile teşneyim. JOZEF: Anjelik, Anjelik! Bu inadı terk et. Muhalefetde devam seni aklına gelmedik daha bir şedid belaya uğratacağını yakînen bil. Bana râm ol ki bir daha hiçbir tarik ile avdet etmesi mümkün olmayan saadet haline seni eriştireyim. Canım senden matlup etdiğim şey için muvafakatde ne zarar olduğunu hâlâ bilemiyorum. İhtirâzın kimden ise söyle. Orasını temin edebilirim ki muâmelât-ı vâkıamızı hiçbir kimse bilemeyecektir. Bu cihetle de seni temin etdikten sonra bu muhalefetde ısrara ne mahal kaldığını bilemiyorum, yok eğer... ANJELİK: (Kemâl-i hiddetle) Jozef git! JOZEF: Yok eğer! ANJELİK: Jozef git! Söylediğin ve söyleyeceğin sözlerin hiçbirisi kulağıma girmiyor. Beyhûde nefes yormaktan ise, işte ben sözümden dönmeyeceğim. En son yapacağın şeyi yap veyahud defolup git. JOZEF: Anjelik. Gel bunu etme... 10

15 ANJELİK: Ben başka şey bilmem... JOZEF: Etme hele... ANJELİK: Ben bilmem... JOZEF: Ama fena olacak. İş bildiğin gibi hafif geçmeyecek. ANJELİK: Yapacağın iş ne kadar şedid olur iser olsun, bana dehşet verecek kadar olamaz... JOZEF: Ey şimdi bana râm olmayacak mısın? ANJELİK: Hayır, hayır git işine. JOZEF: İşte ben sana sadıkâne bin kere ihtar ettim. Artık benden günah gitti. ANJELİK: Of... Git şuradan. JOZEF: Hele bir daha sorayım, beni istemeyecek misin? ANJELİK: Hayır dedik ya! Hayır, hayır, hayır. JOZEF: Ya öyle mi? Ben de seni celladın eline verip evvela o piçini sonra da seni bağırta bağırta öldürteyim. O zaman ayakların suya erer. Ama ne faide ki son peşimanlık bir şeye yaramaz. ANJELİK: Haydi haydi bildiğin ne ise icra et. (Jozef çıkar gider) 11

16 ÜÇÜNCÜ TEMAŞA ANJELİK: (Kendi kendine) Ah hamdolsun sana Yarab! Zalim defoldu gitdi. Aman Rabbim, ne soğuk, ne sakil herif. Of şimdi iş ölüme mi kaldı? Orası kolay... (Mahbesin bir tarafında bırakılmış ve uyku uyumakda bulunmuş olan Anna'ya dönerek) Ah ciğerparem Anna, orada gunûde-i hâb-ı rahat olmuşsun. Bu zalimin, hakkında tasmim etdiği suikastden haberin yok. Aceb o kangı gündür ki. Eğer beni korkutmak için söylemedi ise o zalim seni ve beni celladlar eline verib de telef ettirecekdir. Zalim bana bir azâb-ı diğer olmak için iptida seni (ah nasıl söyleyeyim) öldürteceğini söyledi. Bana bu bir nimet değil midir ki senin benden evvel terk-i âlem ettiğini görerek, öldüğüm zaman gözlerimi arkamda bırakacak hiçbir şey olmayacakdır. Ah ciğerparem Anna, o zalim ne taş yürekli zalimdir ki sana kıyacak. Yok yok, celladlar seni öldürdükden sonra ya merhamet ederler veya başka bir şey olur da beni affedecek olurlarsa o halde ben kendi kendimi öldüremem. Dünyada sensiz ne yaparım? Artık iptida kendimi öldürmelerini rica ederim... Of geceler geçiyor, günler gidiyor. Hâlâ burada esir-i derd ü belayım. Yarab, helâkime terakkubla ne elemli intizar içindeyim. 12

17 DÖRDÜNCÜ TEMAŞA (Anjelik, Verta) (Anjelik, Eliza'nın birdenbire mahbese girmesinden korkarak) ANJELİK: Ey Eliza sen misin? ELİZA: Evet efendim. ANJELİK: Ne hayır? Kocam geldi mi? Filip ne oldu? ELİZA: (Ellerini gözlerine tutarak, ağlar gibi bir sesle) Ah, Filip sizlere ömür. Lakin ah! ANJELİK: Canım Verta, ne var söyle! ELİZA: Bir şey yok (Ağlamaya başlar) ANJELİK: Verta, ne ise söyle korkma. ELİZA: Ah efendim nasıl söyleyim... ANJELİK: Canım ne ise bir ayak evvel söyle ne var. Yoksa ben de mi öleceğim. Eğer öyle ise benim de aslî haberim vardı. Söyle de gerçek olduğunu bileyim ve kocama iki satır olsun bir veda-nâme yazayım da sana vereyim... ELİZA: Ah efendim o Jozef haini Allah tan bulsun iki gecedir gözüme uyku haram oldu. İşitdim ki sizi de öldürtmek için Mişel den emir almış. Demiş ki sizin için hapishanede doğurdu, doğan çocuk Filip e pek 13

18 benziyor, şüphesiz ondandır. Bu da namusa dokunacağından sizinle beraber çocuğun katli ve idamı lazım gelir diye. Mişel de zavallı ne bilsin, ölsün diye cevap göndermiş. Ah Allah tan bulası Jozef ne deyim. ANJELİK: Verta, sahih mi? ELİZA: Ah efendim böyle duydum, inşallah sahih değildir. ANJELİK: Vay Verta, ben ölecek miyim? Hoş şimdi Mişel? Ama onun ne kabahati var? Ne yaptı ise o hain Jozef yapdı. Zarar yok. Verta bana bir parça kâğıt bulabilir misin? ELİZA: Ben lazım olur diye getirmişdim efendim. Kâğıt da var kalem, hokka da var. ANJELİK: Ver bana. (Anjelik sûret-i âtide muharrer mektubu yazıp bed en kıraat ettikten sonra Verta ya teslim eder) Suret-i Mektub Sîrâb-ı zülâl-i muhabbeti olamadan hicran-ı ebedîsine giriftâr olacağım Mişel! Jozef in iğfali üzerine katl ü idam ile tarafınızdan mahkum olduğumu Eliza dan beş dakika evvel haber alarak karanlık zindanda sana şu varakpâreyi tahrir eyledim. Bu varakpârem size avdetinizde verileceğinden ve o vakte kadar ise hâk-ı mezar içinde belki eczâ-yı bedenim târumâr olacağından bunu yazmakdan maksadım helâk-i mukarrerden nefsimi tahlis değil, belki beni sana hıyanet etmiş bildirdiklerinden dolayı hakkımda kıyamete kadar sürüp gidecek olan 14

19 hiddet ve nefretinizi teskin için hakikat-i hali bildirmekdir. Ey Mişel, Cenâb-ı zül-intikama kasem ederim ki ben size hıyanet ve tab an olsun senden başka bir kimseye meyl ve muhabbet etmedim ve yine o nama kasem ederim ki âgûş-ı vefanızda tutup sevmeye layık iken celladların dest-i gadrinde mazlûmen öldürtmeye kıydığınız çocuk ki Anna tesmiye etmiştim sizin kendi sulbünüzdendir. Jozef in hilâf-ı vâki vukû bulan işârâtı ne dürlü garaz-ı fahişe mebnî olduğunu Eliza tamamıyla bildirdiğinden ve onu bu mektubda tafsile vakit olsa bile söylemeye dilim varmayacağından avdetinizde Eliza dan sorabilirsiniz. Size ifrât-ı sadakatim malum oldukdan sonra şu ricaları arz ederim. Evvela bu tarafa avdetinizde Jozef i istintâk ile hakkımda olan istinâdâtı sırf iftira olduğunu kendisine itiraf ettirdikten sonra aff ile tahkir ediniz. Sâniyen bî-gayr-i Hak sadakati uğruna katl ü idam edilmede bana takaddüm eden Filip in familyasına bakınız. Sâlisen bu varakpârenin hâmili olan Eliza ya da bir mükâfat eyleyiniz. Râbian, şunun bunun ihbar ve akvâl-i mücerredesine itimat etmeyerek kâffe-i harekât ve icraâtınızda sabır ve teenniyi itiyâd ediniz. Emin olunuz ki rey ve iradeniz munzam olarak helâk-ı şemşir-i hıyanet olduğumdan dolayı size zerre kadar gücenmedim. Bundan sonra insaniyetinizden talebkâr olduğum şey beni hayr ile yâd ve o yâdınızla birbiri içinde birbirinden daha beter olarak belâ-yı hicr ve iftirâke giriftâr olmağla mahzûn ve derd-nâk olan kalb-i zârımı şâd eylemenizdir. Bâkî iştiyâk... ANJELİK: Eliza al bu mektubu avdetinde Mişel e ver. Fakat sakın kendisi gelmeden birisiyle göndereyim deme şayed, gaib ederler. Artık hakkını helal eyle. 15

20 ELİZA: (Ağlaya ağlaya) Helâl olsun (Eliza hıçkırarak çıkar gider) ANJELİK: (Yüksek bir sesle) Ölüm! Ölüm! Ey! Buna teessüf etmek lazım değil ya kader-i İlahiye ne denir? Sadık bildiğim Eliza da gitti. Yine yalnız kaldım. (Kızı Anna ya hitaben) Ey Anna, dalmış olduğun uykudan uyan da sen bari çaresiz kalmış olan anana tesliyyet ver. Heyhat, heyhat, ah yeis ve matem yüreğime galip olmaya başladı. Heykel-i mehîb-i mevtî hâlâ gözlerim görüyor. (Ellerini yukarıya kaldırarak) Ey! O ne dehşetli manzaradır! Mevt! Mevt! Hüdâ aşkına bir an evvel çaremi gör! Yok yok! Sana da yalvarmam! İlahi! İlahi! Hâl-i acz-iştimâlime vakıfsın. İlahi âlemde her vukuât senin irâde-i ilahiyye nle olduğundan eğer enfâs-ı madûde-i hayatım tamâm olup da ölecek isem öleyim. Ancak bî-cürm ü günâh katl ü idâmıma sebebiyyet verenlerden intikamımı al ve genç iken cân u cihândan ayrıldığıma mükâfât-ı ukbâda olsun beni mazhar-ı inâyetin eyle ve eğer Anna nın benimle beraber idamı muvaffak-ı takdirin değil ise dünyada da yaşadığı müddetçe onu senin hıfz u siyanet-i İlahiyyene emanet eylerim. Dil-hâhım vechile feyz-yâb eyle... (Bu aralık Jozef iki nefer cellad ile birlikte mahbese girer) 16

21 BEŞİNCİ TEMAŞA JOZEF: Ey Anjelik! Düşmanlarıyla gece gündüz cenk edüb bir dakika bile ârâm ve rahattan mehcûr olan zevcin Mişel senin burada irtikâb ettiğin cinayet ve şenâati evvelce haber alarak hapse koydurmuş idi. Sonra burada o piçi de meydana çıkardığın kendisine aksederek bu defa senin ve o piçinin de idamınız için emir göndermiş. Artık öleceksiniz. Seni (Cellatları göstererek) bunlara teslim edeceğim. (Anjelik in yanına sokularak yavaş bir sesle) Anjelik seni öldürtmek için gerçekten emir aldım. Fakat dediğimi yapacağına söz verirsen yine seni kurtarabilirim. Yoksa kurtuluş yokdur. (Bu sırada celladlar Jozef in Anjelik e yaklaşıb söz söylemesinden şüphelenerek birbirlerine birşey söylerler. Jozef, Anjelik in sükûtunu görerek geri çekilib) Haydi inadınla geber. (Bu sırada Anjelik i idam etmek üzere celladlara işaret edip kendisi mahbesten çıkar) ANJELİK: (Cellad Tomas ın ayağına kapanıb) Ah Allah aşkına beni iptida bitirin de Anna yı ne yaparsanız yapın. TOMAS: (Refiki Burro ya hitab ile) Sen ne anlarsın bu işden! BURRO: İş dediğim gibi, biçareyi suçsuz yere öldürtüyor. Filip de öyle gitdi ya! Ben sonradan duydum meğer başka bir garezi varmış, bu zavallı kabul etmemiş de onun için öldürtüyor. TOMAS: O benim de kulağıma çalındı. Hem bizim bildiğimiz ne cünha ile olursa olsun mahkemeye çekip sorgu sual olmadan bir adam öldürülür müymüş? Jozef in bir habâseti var ki işi meydana vurmamak için bunu öldürtmek istiyor. Bana kalırsa yazıkdır öldürmeyelim. 17

22 BURRO: Vallahi bence de öyle fakat ne yapalım? Sonra iş duyulur ise onun yerine ikimizden biri gitmez mi? TOMAS: Ne söylersin? Vah Jozef e, bir kılıç vurduğum gibi gebertirim. Sen beni dinle. Şimdi bunu dağa koyverelim gitsin. Bu taraflara inmesin. Aslîde ölecek değil miydi? Belki kendisi bir sığınacak yer bulur. Hem kendi büyük bir karıdır, ölmez de sağ kalırsa belki bize faidesi dokunur. Ben isterdim şu pis zanaatden kurtulayım. Jozef i aldatmak kolay sen ne dersin? BURRO: Öyle öyle. Hadi ne yapacaksak yapalım. TOMAS: (Anjelik e hitap ile) Haydi seni öldürmeyiz dağa koyverelim. Çocuğunu al, çık git. Ama bu taraflara gelme. Sonra öldürürler seni. Eğer sağ kalırsan unutma bizi ha... ANJELİK: Ah, gerçek mi! TOMAS: Haydi gidelim. Dedik ya, fakat bu taraflara gelme sakın ha! (Anjelik sevincinden şaşırarak Anna ya sarılıp celladlarla birlikte çıkarlar, perde kapanır) 18

23 ÜÇÜNCÜ FASIL (Kont Mişel seferden avdetle dairesi halkının kendisine tebrik-i muzafferiyyet ettiğini ve Anjelik in mektubunu Eliza dan alması üzre Lobye Fransuva ya okuyup onun reyi üzerine Eliza nın istintakıyla Jozef in habse konulduğunu ve Kont Mişel in dairesi halkından bazılarıyla beraber def-i ekdâr zımnında sayd u şikâra azimetini hâvi olacaktır. Perde açıldıkda Kont Mişel elbise-i seferiyyesiyle ve bir iki zabitle bir tarafda dairesi halkı karşısında ve Lobye Fransuva dahi Mişel in sol tarafında görünür) BİRİNCİ TEMAŞA MİŞEL: (Dairesi halkına) Avn-i Hüdâ ile gitdiğim seferden düşmanlarımızdan ahz-ı intikam ederek muzafferen avdete muvaffak oldum. Müddet-i sefer epeyce mümtedd oldu. Lakin bu zamanlar kâmilen harp ve cenk ile güzerân etti. Etdiğimiz kanlı muharebelerde daima muzafferiyetin bizim tarafda kalması bizim düşmana nispetle kuvvetimizin kesretinden değil, mahaza Cenab-ı Hakk ın eser-i avn-i Râbbanîsi olduğundan bu bâbda umumen bârgâh-ı azametine arz-ı teşekkürât etmeğe borçluyuz. Kanun-ı adalet-i İlahiye iktizasındandır ki iki fırka-i muharebeden haklı olan taraf, kuvvet ve kudretçe diğerinden ezâf da olsa daima galib olmaktadır. Bu muharebeye ise bâdi düşmanlarımızın ifrâd-gîr ve gururu oldu. Her ne ise muzafferiyet-i vâkıadan kendimi sahihen bahtiyar addederim. Siz de icrâ-yı şehrâyin ile beraber Cenab-ı Hakk a teşekkürler edin. (Daire halkı birer birer Mişel in yanına varıp boyun keserek çıktıkları gibi Eliza dahi gelip boyun kestiği sırada Anjelik in mektubunu Mişel e teslim eder. Daire halkı tekmil çıktıktan sonra Mişel, Lobye Fransuva ile yalnız kalırlar. Mişel mektubu açıp Anjelik in yazısı olduğunu anladığı gibi...) 19

24 MİŞEL: Ah Anjelik! Ah Anjelik! Aman Yarabbim ben ne yapmışım! Of dünyada bana en şefkatli, en aziz olan bir yâr-ı vefâ-dârımın bî-günah olarak canına kıymışım. İşte kendi hattıyla yazdığı mektup! LOBYE FRANSUVA: (Mektubu çehren kıraat ettikten sonra) Vah, vah, vah! İşte teennisiz görülen işin neticesi nedametten hâlî olamaz! Mişel! Mişel! Artık beyhûde teessüfü bırak, tecrübesizlik ve sahîhat kabul etmezlik sâikasıyla etdiğin işden ibret al da bundan sonra her işte sabır ve teenniyi itiyâd eyle. Hiddet ve tehevvürler görülen işin vehâmet-i encâmını evvel tefekkür edip ondan sakınmalı. Yoksa bir kerre iş işden geçdikten sonra teessüfün ne faidesi olur? Size o zaman da Anjelik e isnad olunan şeyin iftira olabilmek ihtimalini söylemişdim. Ne faydası var ki bana keşf-i hâl etmeden kendisinin idamı için emir vermiştiniz!! MİŞEL: (Hiddetle) Şimdi Jozef i öldürteyim!! FRANSUVA: Yok, o caiz olamaz. Sabret bakalım, ben size sabır ve teenni tavsiye ederken siz cunha ve cinayeti henüz bi l-muhâkeme sabit olmadan, bir kişinin daha kanına girmek istiyorsunuz. İhtimal ki bu mektub Anjelik in hattına taklid ile yazılmış ola. İhtimal ki Anjelik kabahatli olduğu halde Jozef den intikam almak dâiyyesiyle sizi isnâd olunan şeyden berâatini temin için mektubu garazdan sâlim olmaya. Hâsılı daha bunlar gibi birçok ihtimalât var iken Jozef i bi lâ-muhâkeme katl ü idâm ettirmek ne memleketinizin kanununa ne de o kanunun müesses olduğu akıl ve şer e uymaz. Bi l-farz Anjelik in mazlûmiyyeti ve Jozef in gadr ü hıyâneti indimizde bedâhaten sabit olsa bile Jozef i bilâ-muhakeme mazhar-ı muâheze etmek halkın bir ikinci defa daha sizden tenfirini istilzâm eder. Bunun en eslem tariki ibtidâ bu mektubun 20

25 musilini ve sonra da Jozef i istintâk ile tebeyyün edecek hâle göre iş görmektir. Binâenaleyh Jozef in tevkifine ve Eliza nın celbine emir verin. (Mişel, çanı çalmasıyla yanına gelen bir hizmetkâra hitâben). MİŞEL: Haydi git, Eliza ya söyle. Buraya gelsin. Jozef i de şimdi zabtiyeye gönderiniz, tevkif etsinler. (Hizmetkâr çıkıp gittikten sonra Eliza, Mişel in huzuruna dâhil olur.) MİŞEL: Eliza, bu mektubu sana kim verdi? ELİZA: Merhum Anjelik verdi. MİŞEL: Ah Anjelik! Ah! (Diyerek kendisini gaib ederek düşer.) FRANSUVA: (Eliza ya hitap ile) Ey nerede verdi? ELİZA: Hapishanede verdi. FRANSUVA: Neredeki hapishanede? ELİZA: Sarayın yanındaki büyük hapishanede idi. FRANSUVA: Ey sen hapishaneye ne için ve nasıl girdin? ELİZA: Jozef in Anjelik i öldüreceğini birisinden işiderek kendisini haberdar etmek ve bir vasiyeti var ise onu almak için hapishaneye gitdim. Kapıcı uykuda idi. Cebinden anahtarı aldım, hapishanenin kapısını açtım, girdim. Anjelik oturuyor idi. Kendisine keyfiyeti söyledim, o da bu mektubu yazdı. Kont Mişel e ver diyerek bana verdi. Helalleştim çıkdım, hatta hapishaneden çıkıp kapının anahtarını 21

26 hapishane bekçisinin cebine koyar iken uyandı ve fakat birşey anlayamadığından Ne geziyorsun burada dedi. Ben de hiç cevab vermeden çıkdım geldim. FRANSUVA: Ey, şimdi bu mektub Anjelik in kendi yazısıyla olduğuna söz veriyor musun? ELİZA: Evet efendim, gözümle gördüm. Hemen yazdı bana teslim etdi. FRANSUVA: Ey sen niçin bunu ertesi günü orduya göndermedin de şimdiye kadar sakladın? ELİZA: Anjelik'in tenbihi öyle idi. Eğer gönderirsen şayed gaib ederler demişdi. FRANSUVA: Jozef'in Anjelik i neden öldürttüğünden haberin var mı? ELİZA: Jozef in Anjelik e birtakım fena şeyler teklif etdiğini ve Anjelik in kabul etmeyib Jozef i terslediğini ve Jozef in de Ben sana çok şeyler yaparım dediğini kendi kulağımla işitdim. Sonra haber aldım ki Filip'i öldürmüşler. Anjelik i de hapse atmışlar. Besbelli Jozef garezini icra edemediğinden, intikam almak için bu habisliği yapmış olmalı. Eğer bundan başka bir sebep var ise onu kendisi bilir, ona sorun. FRANSUVA: E pekiyi. Sen Jozef'in Anjelik e bu tekliflerini işittin de niçin bir mektup yazdırıb da bize haber vermedin? ELİZA: Nasıl mektup yazdırayım? Jozef siz yoksunuz diye saray halkını kasdı kavurdu. Birinin elinde bir kâğıt parçası görse Mektup mu 22

27 yazıyorsunuz diye üç gün üç gece istintâk ederek etmediği tazyik ve vermediği gazab kalmazdı. FRANSUVA: Deminden beri suallerime verdiğin cevablarda hilaf yoktur ya? ELİZA: Yokdur efendim. Allah için söylüyorum neme lazım. Jozef beni duysa yapmayacağı kalmaz. Lakin Anjelik pek mazlum gittiğinden ve kendisine aşırı sadık olduğumdan yediğim nimeti ve gördüğüm inâyeti beni, onun suçsuzluğuna dair bildiğim şeyleri söylemeye mecbur eyledi. FRANSUVA: Eh pekiyi. Şimdilik bu kadar yetişir. Haydi, sen yerine git. Fakat bu sual ve cevabı kimseye söyleme. (Eliza çıkar gider.) FRANSUVA: (Kendi kendine) Hayf! Hayf! Biçâre Anjelik pek mazlumen ölmüş. Jozef in ne garez-i fâhişe mebni bu cinayeti irtikâb eylediği Eliza nın istintâkından gün gibi âşikâr oluyor. Ne faidesi var ki Jozef in sübût-ı cinayetiyle mazhar-ı mücâzât olması telafî-i mâfat etmez. Hak yerini bulur, lakin Anjelik bir daha gelmez. Ama çare ne, bir kere iş işden geçmiş. Artık teessüf faide vermez. (Mişel e hitaben) Mişel! Mişel! Ne düşünüyorsun? Aklını başına al da bir daha acele ve tehevvürle iş görme! Anjelik in sana derece-i muhabbet ve sadakatini gör ki senin emr ü hükmünle mazlumen idam olunduğunu bildiği halde yazdığı mektubunda sana birazcık güceniklik bile izhâr etmemiş. Haydi, ettiğin işten Cenâb-ı Hakka tâib ve müstağfir ol da Anjelik e hayır duâ ve selâmeti için nüzur ve atâya ile ruhaniyetini olsun şâd etmeye çalış. MİŞEL: Ah Fransuva ben ne halt etmişim. Ben ne büyük günah işlemişim of! Yüreğimi istilâ eden ateş-i nedâmete rûz-ı mahşere kadar 23

28 sükûnet gelmeyecektir. Ah Anjelik! Ah Fransuva, halime acı. Getir bir fincan zehir ver de içeyim, öleyim, öleyim. Anjelik e bir an evvel mülâkî olup af ve merhametini dileyim. Öleyim, öleyim. Ölmedikçe vicdanımdaki ıstırap zâil olmayacak. Bir fincan zehre muhtacım! FRANSUVA: Şu nedâmetini intâc eden hareket nasıl kabahat-i sarih ise, şimdi nefsinizce olan suikasd ve niyet de o kadar fazihtir. Kendinizi öldürmek sevdası ne oluyor? Bu âlemde hiçbir zî-rûha bekâ mutasavver olmadığından elbette bir gün siz de ölürsünüz ne acele ediyorsunuz? Yoksa nefsinize kıymakla işlediğiniz günahın mahvolması efkârında mı bulunuyorsunuz? Öyle ise pek yanlış. Orasını iyi bilmek lazımdır ki bize medâr-ı nutku hareket olan can bir cevher-i gîrânkıymettir ki tasarruf-ı hakikisi onu bize bahş eden Cenâb-ı Hakk a ait olduğu için bir insan gerek kendi canına ve gerek başkasının canına suikasdde bulunduğu halde nezd-i İlahi de mesul olur. O cihetde siz Anjelik le veled-i sülbünüzü bilâ-cünha idam kaziyyesince bir de kendi nefsinize kıymak günah-ı kebîrini zemm ile saadet-i uhreviyyeye nâiliyyetden bütün bütün mahrum olursunuz. Hem nefsinize bu suikastı ihtar eden Anjelik in arzu-yı muvâsalatı olduğu halde bu gidişle orada o maksadın da husûl bulamayacağından gaflet ediyorsunuz. Zira Anjelik masûmen ve mazlûmen terk-i cihân etmiş olduğundan şüphesiz ahiretde bir mertebe-i âliyye ihrâz etmişdir. Siz ise işlediğiniz günah üzerine bir de kendinize kıydığınız gibi doğru Anjelik e baîd bir makâm-ı suflîye gideceğinizden onu hiç göremeyeceksinizdir. MİŞEL: Ah Fransuva söyleme! Söyleme! Yüreğim yanıyor. Hiçbir suretle vicdanım rahat etmiyor. Bilmem ne yapayım kendimi öldürmeden sen men ediyorsun. Halbuki ben böyle nasıl yaşayabilirim? 24

29 FRANSUVA: Nasıl yaşayacaksın? Evkâtını halkın umurunu rüyetle beraber ibâdât ve taâta hasreder ve hayır ve hasenât işlersen bunlar memûldur ki işlediğin günaha tekâbül ile rûz-ı cezada giriftâr olacağın muâheze-i şedîdeden seni tahlise sebeb olur. Vâkıa bu nedâmet melûf olduğun ayş u işret safasına meylden vicdanınızı bir müddet men ederse de o da çok sürmeyib Anjelik i hatırdan çıkardığınız gibi mahv olur, yine eğlenirsiniz. MİŞEL: Fransuva Allah aşkına niçin böyle sitemler ediyorsun? Bana senden başka teselliyet verecek kimse yok. Sen ise bir taraftan benim ateşimi alevlendirecek sözler söylüyorsun, bu lâyık mıdır? FRANSUVA: Pend ü nasihat en ziyade zaman-ı nedâmet ve musibetten müesser olduğu için size bu sözleri söyledim yalan mı? Ayş u işret safasına öteden beri melûf değil misiniz? Artık bundan böyle müntic-i envâ-ı mazarrat olan işreti de terk etmeniz lazımdır. MİŞEL: Canım Fransuva, o nasihatleri anladım lakin şimdiki derdime bir çare bul,derûnum yanıyor! FRANSUVA: Şu söylediğim meslek-i hareket atiyyenizi zihninizde gereği gibi takarrür etdirip o meslekde devam etmeniz için iâde-i cemiyyet-i efkâr eylemeniz lazımdır. Bu da birden bire mümkün değildir. Hele bir müddet için kırlarda gezip def-i ekdâr ediniz. Fakat evvel emirde emir verin; Jozef in lazım gelen mahkemede muhakemesini icrâ ile hükm ü karar ve istintâkını size göndersinler. (Mişel çanı vurarak gelen yavere) 25

30 MİŞEL: Jozef i mahkeme-i cinayete getirsinler. Kendisinin bî-gayri hakk dâire halkından Filip ile zevcem Anjelik in bir takım tasabbuât ile katl ü idam olunmalarına sebeb verdiği bazı kırâatle malûm olduğundan muhakemesi icrâ olunsun ve hükm ü karar ile istintâkını bana göndersinler. YAVER: Peki efendim. MİŞEL: Ey Fransuva! Şimdi ne yapayım? Bir türlü kalbimden def-i melâl edemiyorum! FRANSUVA: Haydi biraz kıra çıkınız fakat bilâ-sebeb kıra çıkış bazı sözler tekevvününe bâis olabileceğinden sayd u şikârı bahane ederek gitseniz daha münasib olur. MİŞEL: Peki ama siz de beraber geliniz; bana yolda tesliyyet verirsiniz. FRANSUVA: Olabilir. Emredin de av edevâtını getirsinler. (Mişel çanı çalarak gelen adama) MİŞEL: Av çantasını, tüfeğimi ve çizmelerimi getir. (Mişel ve Fransuva yanlarında bir kaç yaver ve hizmetkârlar olduğu halde ava giderler, perde kapanır). 26

31 DÖRDÜNCÜ FASIL (Anjelik in dağda bir gâr içinde kızı Anna ile mükâlemesini ve Kont Mişel in sayd ü şikârda adamlarını gaib ederek münferiden ve mütehayyiren gezinirken gâra tesadüfle Anjelik le kızı Anna ya mülâkâtını ve o sırada düdüğünü çalıb etibbânın dahi oraya toplanarak azim meserret izhar olduğunu ve Anjelik in başına gelen felaketleri muhtasaran nakl ile saraya avdetlerini mutazammım olarak oyun dahi tamam olur. Perde açıldıkda dağda bir gârın içinde Anjelik'le kızı Anna, validesinin dizine başını koymuş olduğu halde görünür) BİRİNCİ TEMAŞA ANNA: Valideciğim! Bugün içim pek seviniyor acaba nedendir? ANJELİK: Hayırdır inşallah. ANNA: Kuzum valideciğim, bu sevinmek nedir, neden gelir? ANJELİK: Ah kızım, sen daha küçüksün, sana nasıl anladayım? Biz insanız, bizi halk eden Allah, bizim içerimizde vicdan namıyla bir kuvvet yaratmış. İşte o kuvvet, insanın mukteziyât-ı hilkatden olan emel ve heves ve garaz-kârlık gibi bir takım kuvvetlere karşı bir kuvvetdir ki daima insanı salâha ve hayır işlemeğe sevk eder. Bir insan hayır işlerse vicdanının hükm ve arzusuna göre hareket etmiş olacağından, vicdan ondan memnuniyet ve inbisât kesbederek o inbisât da orada vücudun her tarafına yayılır. İşte sevinç budur. Sevincin zıddı olan kedere gelince o da insanın şer işlediği vakit vicdanı kendisine darılıb vicdanın dargınlığının vehâmeti yine vücuda yayılarak sahibini muazzeb etmesidir. Fakat bu dediğim vicdan ve sair kuvvetler, benim gibi 27

32 büyüklerde faaliyâtını göstermeğe başlar. Sen şimdi daha çocuksun, senin sevincin vicdani bir sevinç değil, çocukluğunun halidir. Anladın mı kızım? ANNA: Ey bu dağları kim yapmış, o kadar büyük şeyi sen kaldırabilir misin? Üzerimizdeki o mavi şey nedir, ne kadar güzel! ANJELİK: Ah kızım hani sana her gün söylemez miyim ki bizi yok iken var edip göz, kulak, burun, ağız, el ve ayak ihsan eden bir Allah vardır. İşte o azimü ş-şândır ki bu dağları, o mai şeyi yarattı. Zâtü l-heybetinin azamet ve kudretine nihayet yok. O sana büyük ve ağır görünen şeyler ona göre zerre bile değildir. ANNA: Ey valideciğim biz evvel yok muyduk? ANJELİK: A kızım var mıydık? Ya hani bir kere çayırda beraber gezerken uzun yeşil bir hayvan gördük de kaçdık hatırında mıdır? ANNA: Evet valideciğim, bilirim o yılan idi. Hani ben koşamadım da sen kucağına aldındı. ANJELİK: Hah biliyorsun a! Hani ondan daha evvelleri seni alıp, şuradaki ormanın içinden akan suyun kenarında oturturduk. O da hatırında mı? ANNA: Onu bilmiyorum. ANJELİK: Tamam işte o yılana tesadüf ettiğimiz zamanlarda, kendini bilmeye başladığın andan evvel, kendini bilmez bir küçük çocukdun. 28

33 Sana meme verdim, ondan daha evvel de hiç yok idin. Allah seni bana ihsan etti. ANNA: Allah beni sana nasıl ihsan etti? ANJELİK: Kızım her insan kendi gibi bir erkek insanla bir dişi insanın ictimasından hâsıl olur. Hâsıl olan evlat olur, onu hâsıl edenlerin erkeği baba ve dişisi anadır. İşte ben senin ananım, senin bir de baban vardır ama burada değildir. ANNA: Valideciğim bilmez miyim, sen benim anamsın! Ey valide senin de anan var mı? Nerede o? ANJELİK: Evet kızım, benim de bir anam var, benim anamın da anası, onun da anası, onun da, onun da. Hepsinin birer anası var. ANNA: Ey sonra en nihayettekilerin de anası var, o ananın da anası! Bu nasıl olur? ANJELİK: Kızım bu ana baba zinciri, gider gider gider de nihayet bir ana babaya erişir erişir ki artık o ana babanın anası babası olmayıp erkeği Hazret-i Âdem aleyhisselamdır ki toprakdan ve dişisi ki Hazret-i Havva dır, erkeğin bir kemiğinden halk olunmuşdur. Bizdeki kitap bunları yazar. Hele biraz büyü de seni okudayım, o vakit bu şeyleri hep anlarsın. ANNA: Ey valide benim babam var diyorsun, hani nerede o! ANJELİK: (İçini çekerek ağlamaya başlar) 29

34 (Mişel omzunda tüfek olduğu halde sahneye gelir. Gara yaklaşıp Anjelik i görünceye kadar söylediği sözler hep kendi kendinedir) İKİNCİ TEMAŞA MİŞEL: (Dağlara bakarak) Ah ne hazin! Ne müessir. ANJELİK: (İçini çeker) ANNA: (Anjelik e) Ah benim valideciğim, ne içini çekiyorsun? Ne ağlıyorsun? ANJELİK: Ah kızım hiç! MİŞEL: Bak bak, şu ağaçların şu yeşilliğin, şu ormanın güzelliğine bak! ANNA: Nerde o benim babam? Ben onu görmeyecek miyim? MİŞEL: Hele şu ırmağın akıb gidişi ne müessir! (Biraz düşünür) ANJELİK: (Anna ya) Babanı belki sen görürsün kızım, ama benim göreceğimi hiç umamıyorum. MİŞEL: Bu ırmak böyle aka aka nihayet bunun gibi nice enhârın mansab olduğu bir ummana dökülür. Artık bir daha geri gelmez! ANNA: Ey valideciğim, neden ben babamı görüb de sen görmeyeceksin? 30

35 MİŞEL: Ömr-i insanî tıpkı cûy-bâra benzemez mi ki durmayıp bir düziye akar, âkıbet âlem-i ervâha ki bir bahr-i bi-giranır vasıl olub kalır! ANJELİK: (Anna ya) Ah kızım, ben çok dert çekdim, vücudum harab oldu. Öyle sanırım ki ecelim de pek yaklaşdı. Bir gün uykudan uyanır, bakarsın ki anacığın ölmüş, o zaman ne yaparsın? Unutma üzerime biraz toprak taş at da cesedimi kurtlar kuşlar yemesinler. ANNA: Ah anacığım, sen ölecek misin? Ben ne yaparım, beni kim koynuna alır? Beni kurtlar paralamaz mı? (Ağlayarak Anjelik'in dizine yatar.) MİŞEL: Ah ömür geçiyor. ANJELİK: Ağlama kızım, daha ölmem, ölmem! MİŞEL: Ah benim ömrüm geçsin, geçsin! Kederli ömrüm tükensin. Zerre kadar teessüf etmem. Birkaç vakitdir hayat bana gerçekden bir derd-i tahammül-sûz oldu. ANJELİK: Uyuyor musun kızım? ANNA: Seni rahatsız etmezsem azıcık dizinde yatayım valideciğim. ANJELİK: Yat kızım. (Koynundan kitabını çıkarıp mütalaaya başlar.) MİŞEL: Ah dünyada Anjelik siz yaşamaktan ise bana ölmek hayırlı değil midir? Ah biçareye nasıl kıymışım, hem bî-günah! Hem bî-günah! Nasıl Hak tan hicab etmeden geziyorum! İlahi! Ben mücrimim, ben mücrimim, en şedid bir ceza ne ise bana et. Ruz-ı mahşere bırakma 31

36 ilahi! Aceb şimdi ben o cezaya mazhar mı değilim! Ya gönlümde bu ıstırab-ı takat-sûz nedir? Of of, bana ne oldu? Hazır yanımda kimse yok, şu dağın başına çıkayım, kendimi aşağıya bırakıp yuvarlana yuvarlana gebereyim. Ta ki, şu fena dünyadan kurtulayım. Başımı taştan taşa çarpıp murdar kanlarım fışkırdıkça gönlüm rahat bulacak sanıyorum. Ah Fransuva! Niçin bana o lakırdıyı söyledin? Kendimi öldürmek istedikçe, ahirette Anjelik e mülâki olamamak korkusu elimi ayağımı tutuyor. ANNA: (Anjelik e) Ey valideciğim kulağıma bir ses geliyor, nedir o? ANJELİK: Hayrola kızım ne var? ANNA: İşte işte valideciğim, işitmiyor musun? ANJELİK: (Kitabı elinden bırakıp sesin geldiği cihete bakarak) Sus, sus bakalım nedir? MİŞEL: Of of, ölemiyorum, yaşayamıyorum, ne müşkil bir derde giriftâr oldum. (Bir iki adım ilerleyerek gârın önüne gelir, kalın ve korkunç sesle) Hele! Hele! İşte galiba ölüyorum, işte Anjelik i görüyorum. Aman Rabbim, hayal ise hakikate tebdil eyle. Ah Anjelik, sen değil misin? Beni affetmeyecek misin? Hele hele, sen değil misin? Kucağındaki kızım Anna değil mi Anjelik! Allah aşkına sen de beni görüyor musun? Görüyorsan ses çıkarmamak nedir, ah Anjelik! (Bütün bütün gâra yaklaşarak, Anjelik in boynuna sarılır) ANJELİK: Ah kocacığım Mişel! Yarab, hayırdır inşallah. İşte Anna, sevgili babacığın. 32

37 ANNA: (Haykırarak, Mişel in boynuna sarılarak) Ey babacığım, güzel babacığım! MİŞEL: (Aklı başına gelerek) Anjelik! Hayal olmasın, gerçek siz misiniz? ANJELİK: Gerçek biziz, ben sevgili Anjelik inim, bu da kızın Anna. MİŞEL: Vay, kızım Anna. MİŞEL: Ey bu ne hal? Burası neresidir? O vakitten beri nasıl yaşadınız? Seni bana öldü diye haber verdiler. ANJELİK: İşte, Allah sakladı, ölmedik. MİŞEL: Canım ne oldu, başınıza gelen hali naklet bakayım? Aman Rabbim, hayal olmasın! ANJELİK: Aman sevinçten aklım başımda yok, size sergüzeştimizi sonra naklederim! (Gökyüzüne başını kaldırarak) Hamd ü senâ sana lâyıktır Yarabbim! MİŞEL: Ben güya ava çıkmışdım, bizim herifleri de gaib etdim, geze geze yolum buraya uğradı. Şiddet-i iştiyâkına dayanamadığımdan, hemen bir yarım saat evvel şurada kendimi telef etmeyi kuruyordum. Ah Rabbim! Aman şu herifleri çağırayım. (Mişel av düdüğünü çalmasıyla dağın her bir tarafından yaverleri, hizmetkârları hep birden koşuşup Mişel 'i Anjelik'le beraber gördüklerinde, fevkalade hayret ve sürur izhar ederler. Perde kapanır, oyun da hitam bulur.) 33

38 Vakıf K12 Tanzimat Kitapları Bu eser, Vakıf K12 nin Tanzimat Romanları serisi kapsamında Arap alfabesinden Latin alfabesine çevrilmiştir. Serimizdeki diğer kitaplara ulaşmak için tanzimat.k12.org.tr adresini ziyaret edebilirsiniz. Şair Evlenmesi - Şinasi Karabibik - Nabizade Nazım Hala Güzel - Nabizade Nazım Felatun Bey ile Rakım Efendi - Ahmet Mithat Efendi Karı Koca Masalı - Ahmet Mithat Efendi Ta aşşuk-ı Talat ve Fitnat - Şemseddin Sami Vatan yahut Silistre - Namık Kemal Zavallı Çocuk - Namık Kemal Afife Anjelik - Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem Efruz Bey - Ömer Seyfettin

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır