fırat nehri kolları / Fırat Uygarlıkları: Tarihin Aktığı Nehir – Atlas

Fırat Nehri Kolları

fırat nehri kolları

FIRAT NEHRİ VE KÖMÜRHAN KÖPRÜSÜ

Antik çağlardan günümüze kadar insanlığın medeniyet serüvenine baktığımızda, göreceğimiz en mühim noktalardan biri, şehir ve devletlerin varlıkları suyun olduğu yerlerde kurulmuş olmalarıdır. Yani medeniyetler nehirlerle başlayıp yine nehirlerle son bulmuştur. İnsanlığın hayat hikayesinde suyun önemi hep ön planda olmuştur. Bir çok türküye, şiire ilham kaynağı olan Fırat Nehri de bunlardan birisidir. Fırat Nehri üzerinde bütün insanlığın ve semavi dinlerin varlığını onların izlerini görebilmemiz mümkündür.

Fırat Nehri varlığından bu yana hayat olmuş, bir çok medeniyet ve kültüre katkı sunmuş, güzergahındaki bütün toprakları beslemiş, hayat vermiş ve o topraklar üzerinde yaşayan insanlara can olmuştur.      

Güneybatı Asya’nın en uzun nehri olan Fırat, ülkemizin en verimli ve su potansiyeli yüksek olan nehirlerindendir. Ülkemiz sınırları içinde akıp giden Fırat’ın uğradığı bütün diyarları gezip görmek nasip oldu. Fırat’ın azgın sularını seyretmek ve beslediği topraklarda yürümek, tabiatı ve medeniyeti tanımak benim için en büyük zevklerden biri oldu. Fırat coşkunun sembolüdür. O nedenle Fırat önüne çıkan her engeli aşarak kendisini besleyen kollarıyla bütün bir insanlığa bereket olmuş ve ferahlık vermiştir. 

Fırat Nehri’nin, başlangıç noktası Ağrı Diyadin'den kaynayan Murat Nehri ile Erzurum Dumlu Dağ'dan kaynayan Karasu Nehri'dir. Bu nehirler Elazığ İl sınırlarında birleserek Fırat Nehrini oluşturmaktadır. Fırat Nehri Erzincan, Tunceli, Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa il sınırlarını belirledikten sonra Suriye, daha sonra da Irak topraklarına girer. Irak'ta denize uzak olmayan bir noktada Dicle Nehri ile birleşerek Şatt’ül Arab’ı oluşturur ve bu birleşmeden sonra da Basra Körfezi'ne dökülür. Fırat Nehri’ni besleyen ve büyüten önemli kolları, Murat Nehri, Karasu Nehri, Darende Tohma Çayı, Peri Çayı, Çaltı çayı ve Tunceli’nin sembolü Munzur Irmağı’dır. Topraklarımızdaki uzunluğu Erzurum’un Dumlu Dağı’ndan Suriye sınırına kadar, 971 km. ve Murat ırmağı kaynağından Suriye sınırına kadar 1263 km. dir. Toplam uzunluğu ise 2300 km. civarındadır.

Bütün kolları ile Fırat nehri, Doğu Anadolu’nun büyük ovalarından (Erzurum, Erzincan, Muş ovaları) ve yüksek dağlar arasındaki derin birçok boğazlardan geçer, yer yer ağır akar, birçok kesimlerinde ise hızla akarak çağlayanlar oluşturur. Nehrin genişliği kimi yerlerde 100 m. yi bulur, kimi yerlerde yüzlerce metrelik genişliğe kadar çıkar. Bazen de, boğazlarda yer yer daralma gösterir. Derinliği, akıp gittiği güzergaha  göre değişmekle birlikte, bazı yerlerde ve genellikle 2-3 m., bazı yerlerde ise 5-8 m. civarını bulmaktadır. Fırat Nehri’nin yukarı kesimi olan Karasu, Erzurum ovasının kuzeydoğusunda 3000 m. yüksekliğindeki Dumlu Dağı’ndan doğar, gür kaynaklarla beslenir, Erzurum ovasından ve Aşkale Boğazından geçer, Tercan ovasının Tuzla Suyu’nu alır oradan ünlü Sansa Boğazına doğru yönelir. Erzincan ovasından geçer, Kemah Boğazına uzanır. Buralarda Çaltı Suyu’nu da kendinse katar. Dar ve derin boğazlar içinde akarak ve güneye doğru bir dirsek çevirerek yoluna devam eden Fırat Nehri, Keban yakınında Murat ırmağı ile birleşir. Kaynak yerinden bu birleşme yerine kadar olan uzunluğu yaklaşık 460 km. yi bulmaktadır.

Ülkemiz sınırlarının dışına çıktığı zaman Fırat Nehri, önce yarı kurak, daha sonra iyice kurak bölgelere girer, zaman zaman suyu iyice azalır, yatağı daralır ve derinliği 1 metreye kadar iner.

Tarih boyunca Fırat’ı aşmak hep zor olmuş, azgın suları bir çok insanın eceli olmuştur.  Fırat’ın bu yönü bir çok sinema filmine, dizilere konu olmuştur. Fırat Nehri ve çevresinde bir medeniyet yatmaktadır. Uzun yıllar boyunca Fırat Nehri’ni aşmak için gemiler kullanılmıştır. Hala daha bazı noktalarında karşıdan karşıya geçebilmek için gemiler ile kullanılmakla beraber günümüzde artık modern köprüler ile bu geçişler yapılmaktadır. Fırat Nehri üzerinde 1970’li yıllara gelindiğine GAP yapılmış geniş bir havzayı alan bu proje sayesinde, bölgenin sulama ihtiyacını karşılamak ve elektrik üretebilmek içine birçok barajlar kurulmuştur. Ve böylece Fırat Nehri barajların etkisiyle daha geniş bir alana yayılmıştır. 2000’li yıllarda hem bölgedeki iller ile bağlantıyı kolaylaştırmak hem de ulaşım akslarını kolaylaştırmak için köprüler yapılmıştır. Bu köprülerin başında 2015 yılında hizmete giren, Adıyaman-Kahta-Siverek-Diyarbakır arasında ki bağlantıyı sağlayan Atatürk barajı üzerine inşa edilen Nissibi Köprüsü’dür. Birçok kez üzerinden geçtiğim bu köprü asma köprü olarak planlanmış ve uzunluk anlamında ülkemizin dördüncü büyük asma köprüsü olma özelliğindedir. Köprünün uzunluğu 610 m. Genişliği ise 50 metre civarındadır.

Fırat Nehri’ni aşan bir diğer köprü ise geçtiğimiz günlerde hizmete alınan, her Elazığ istikametine gidişimde yapımını bizzat ibretle izlediğim ve takdir ettiğim Malatya ile Elazığ’ı birbirine bağlayan Malatya’nın Kale ilçesi yakınlarında nehrin iki yakasını birbirine bağlayan Kömürhan Köprüsü’dür. Bu köprü Doğu-batı aksında 16 il için geçiş noktası olacak şekilde düşünülerek inşa edilmiştir. Yeni hizmete alınan Kömürhan Köprüsü ve bağlantı tüneli, turizm ve ticaret merkezlerine ulaşımı kolaylaştırarak bölgenin ve ülkemizin gelişimine ciddi katkı sağlayacaktır. Kömürhan Köprüsü, 660 metre uzunluğunda ve 23 metre genişliğindedir. Yapımında 7 bin ton çeliğin kullanıldığı köprü, ters-y tipi kule olarak tek pilon ve orta açıklığı 380 metre olması özelliğiyle dünyada kendi alanında 4. sırada yer almaktadır.

Mezopotamya’da sulama işleri bentler yardımıyla yürütülmeye çalışılmıştır. Tarihin çok eski dönemlerinden bu yana, yani Antik çağlardan beri, Mezopotamya ‘ya taşıdığı su ve özlü topraklarla hayat veren başlıca varlık, kaynaklarını Doğu Anadolu’dan almış bulunan Fırat Nehri günümüzde de bu topraklara aynı ölçüde hayat vermeye devam ediyor. Hırçın sularını aşmak artık o kadar zor değil. Nissibi ve Kömürhan Köpüleri iki kardeş gibi Fırat’ın ve kollarının üzerinde çelik bir yay gibi duruyorlar. Üzerinden geçenleri medeniyetin beşiği Mezopotamya topraklarına taşımak için.

 

Facebook Twitter Linkedin Google

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler'e aittir.

18.06.2023 - SEYDİŞEHİR’İN MANEVİ MİMARI FAKİRLERİN EFENDİSİ SEYYİD HARUN VELİ 04.06.2023 - DARPHANE, MANGIR VE KAYME 23.05.2023 - YAZARLIK, OYUNCULUK SERÜVENİ SONRASI GELEN VEKİLLİK 02.05.2023 - MUTLU OLMAK İÇİN ÇÖP KAMYONU TEORİSİNİ UYGULAYALIM 24.04.2023 - DEVRİNİN YAŞAYAN KÜTÜPHANESİ MÜTEFEKKİR CEMİL MERİÇ 09.04.2023 - ÇİFTÇİLERİN REFAHI ARTMADAN SANAYİCİLERİN REKABET GÜCÜ ARTMAZ 27.03.2023 - DÜNYAYI YAŞANIR KILMANIN YOLU 12.03.2023 - SİVİL HAVACILIĞIN MİMARI TEYYARECİ VECİHİ HÜRKUŞ 28.02.2023 - CÖMERTLİĞİN EN ÜST DERECESİ ÎSAR 18.02.2023 - MUĞLA’NIN MANEVİ GÜNEŞİ “ŞÂHİDΔ HAZRETLERİ 06.02.2023 - DÜNYAYI YAŞANIR KILMANIN YOLU 21.01.2023 - BAYRAK ŞAİRİ ARİF NİHAT ASYA 07.01.2023 - AKDENİZ MUTFAĞININ ŞİFA DOLU SEBZESİ ENGİNAR 28.12.2022 - SOMA VE EMİR HIZIR BEY CAMİİ 09.12.2022 - KAZDAĞLARI ETEĞİNDE BİR EKO TURİZM DURAĞI 28.11.2022 - NÜKTEDAN BİLGE İNSAN NASREDDİN HOCA 13.11.2022 - İNSANLIK TARİHİ VE MEDENİYETLERİN DOĞUŞUNA İMKÂN SUNAN MEYVE İNCİR 28.10.2022 - SERMAYESİ ERİYEN ADAM 12.10.2022 - ŞEHİRLER ÖLÜRKEN MEDENİYETLER DE YOK OLUYOR! 23.09.2022 - SOFRALARIMIZIN VAZGEÇİLMEZ BAHARATI “ZENCEFİL” 29.08.2022 - ZAFERLER İLE GEÇEN AY “AĞUSTOS” 13.08.2022 - SEYYİD KURTŞEYH DEDE VE DEVREKÂNİ 05.08.2022 - SANAT, EDEBİYAT VE KİTAP 15.07.2022 - GÖNÜLLER YAPMAYA GELEN BAŞKANDAN YUNUS EMRE’YE ANLAMLI PROJE 19.06.2022 - TÖRE, YAŞ ALMA VE TECRÜBE 18.05.2022 - ATEŞBAZ-I VELİ ŞEMSETTİN YUSUF 26.04.2022 - ALTIN SARISI BİR BAHARAT “SAFRAN” 13.04.2022 - GÖNÜL ERBABI OLMAK 28.03.2022 - İLGİNÇ HİKÂYESİYLE KILIÇ ALİ PAŞA CAMİİ 17.03.2022 - BİR SEVDA SIFIR ATIK “ÇEÇO” 06.03.2022 - BUĞDAY ÇİMİ MERMALATI “UĞUT” 20.02.2022 - NUSRETİYE CAMİİ VE MUHAMMED EMİN KUYUCU HOCA 06.02.2022 - DOĞRULUK 22.01.2022 - ABDÜLFETTAH BAĞDADİ EL-AKRİ HAZRETLERİ 08.01.2022 - MAL VE EVLADIN FAYDA ETMEYECEĞİ GÜN 24.12.2021 - TARİHE SIĞMAYAN YİĞİT “KOCA SEYİT ONBAŞI” 05.12.2021 - İNÂBE 11.11.2021 - İŞSİZLİK Mİ? İŞ BEĞENMEMEZLİK Mİ? 26.10.2021 - YURT MESELESİ 09.10.2021 - SENİ ÖLDÜRMEYE GELEN SENDE DİRİLSİN 28.09.2021 - ORGANİK TABİİ GÜBRE 03.09.2021 - ULUDAĞ ETEKLERİNE YOLCULUK 14.08.2021 - BİR GEZİNİN ARDINDAN 29.07.2021 - MGV DEN AGD YE MİLLİ VE MANEVİ GENÇLİK 15.07.2021 - MİNERAL DEPOSU KAKTÜS 27.06.2021 - YÜREKLERİ TİTRETEN BİR İMAN HİKÂYESİ 09.06.2021 - YARATILIŞ GAYEMİZ 23.05.2021 - MEDENİYETLE DÜNYAYA DAMGA VURMAK 04.05.2021 - TAHNÎK NEDİR? 17.04.2021 - ADALET VE ÖZGÜRLÜK 03.04.2021 - RANT EKONOMİSİ 23.03.2021 - EKMEK TİMSAHIN AĞZINDA 11.03.2021 - FACİAYA DÖNÜŞEN EĞİTİM 28.02.2021 - SAVUNAN ADAM PROF. DR. NECMEDDİN ERBAKAN 23.02.2021 - KÜLTÜR DÜNYASINDA NEREDEYİZ? 10.02.2021 - MUSTAFA HAYRİ ÖĞÜT EFENDİ 26.01.2021 - ARILARIN DÜNYASI 14.01.2021 - FIRAT NEHRİ VE KÖMÜRHAN KÖPRÜSÜ 06.01.2021 - BİR TOHUM HİKÂYESİ 26.12.2020 - ÖNCE FİİLİ DUA 18.12.2020 - YAVUZ SULTAN SELİM VE MANİSA VAKFI 07.12.2020 - YEREL BİR TAD TARHANA CİPS 27.11.2020 - DEĞERLERİMİZE SAHİP ÇIKABİLDİK Mİ ? 15.11.2020 - ORMAN ENDÜSTRİ MÜHENDİSLERİ’NİN IZDIRABI 04.11.2020 - CANDAN GÜZEL İNSAN 25.10.2020 - BİNBİR MUCİZE KENEVİR 09.10.2020 - BEREKETİN SİMGESİ KENEVİR ( KENDİR ) 24.09.2020 - BEDAVA ELEKTRİK SİSTEMİ (ZBS) 14.09.2020 - ÖNDER 17. KURULTAY İZLENİMLERİ 03.09.2020 - SAKLI TERMAL CENNET SİMAV VE ÇİTGÖL 22.08.2020 - İNANÇ TURİZMİNDE HANGİ NOKTADAYIZ? 31.07.2020 - ŞİFA KAYNAĞI BAL 13.07.2020 - ŞUHUT KAYMAKAMI VE KEŞKEK EVİ 26.06.2020 - BİR AVUÇ KÖMÜR İÇİN BİR ÖMÜR VERENLER 11.06.2020 - DONDURMANIN BAŞKENTİ “KAHRAMANMARAŞ” 30.05.2020 - İMAM HATİPLİ YILLARDAN BİR HATIRA ( 12/A SINIFI) 22.05.2020 - FUDAYL BİN IYAD’DAN HARUN REŞİT’E NASİHAT 16.05.2020 - SESSİZ GEÇEN RAMAZAN 09.05.2020 - DİLİMİZİN HALİ 03.05.2020 - İNSAN KENDİSİNDE OLMAYANI BAŞKASINA VEREMEZ 24.04.2020 - SEFERTASI 18.04.2020 - MÜSLÜMANLAR KARDEŞTİR 11.04.2020 - BİR AKÇEYE SATIN ALINAN KÖŞK 05.04.2020 - ALLAH’IN SENİ BİLMESİ YETER 30.03.2020 - İNSANA KENDİ İHTİYAÇLARININ BİLGİSİ VERİLMEMİŞTİR 24.03.2020 - SABIR VE TEVEKKÜL 14.03.2020 - GÖNÜLLER YAPMAYA GELDİM 08.03.2020 - HABİB BABA VE İBRETLİK HİKAYESİ 25.02.2020 - SAĞLIK MESELESİ 18.02.2020 - OYUNCAK MÜZESİ 04.02.2020 - ŞEHİRLERİN RUHU 21.01.2020 - NASIL BİR RUH HALİ 12.01.2020 - GÖNLÜNE GİREMEDİĞİNİZ KİŞİNİN KAFASINA GİREMEZSİNİZ! 30.12.2019 - YERLİ OTOMOBİL TOGG 24.12.2019 - KAYYUMLAR 14.12.2019 - TERMİK SANTRALLER ve FİLTRE MEVZUSU 05.12.2019 - YEŞİL ÇAY PUDRASI 27.11.2019 - DOĞU BATI KÖPRÜSÜ 05.11.2019 - MANİSA'YI BEKLEYEN TEHLİKELER 29.10.2019 - NİMETLERİN HESABI! 15.10.2019 - ŞEHZADELER'E YAKIŞIR BİR BELEDİYE 03.10.2019 - ZOR İŞE TALİP OLMAK 03.09.2019 - TARİH PALU’DUR, PALU TARİHTİR 21.08.2019 - BELEDİYECİLİK ANLAYIŞI ÜZERİNE 09.08.2019 - KURBAN BİZE NE İFADE EDİYOR? 22.07.2019 - AİLEME DOKUNMA 08.07.2019 - SABIR, ŞÜKÜR VE FÜTÜVVET 30.06.2019 - 23 HAZİRAN İSTANBUL SEÇİMİ 26.05.2019 - SEYYİDET NEFİSE 13.05.2019 - RAMAZAN BİZE NE DİYOR? 01.05.2019 - KİTAP FUARINDA KAYBOLDUM 08.04.2019 - YEREL SEÇİMLERİN ARDINDAN 12.03.2019 - Mahalli Seçimlere Doğru-3 21.02.2019 - Mahalli Seçimlere Doğru-2 14.02.2019 - Mahalli Seçimlere Doğru 1 28.01.2019 - GÜNEYDOĞU İZLENİMLERİ 2 14.01.2019 - GÜNEYDOĞU İZLENİMLERİ ve MARDİN 31.12.2018 - NE KADAR BİZİZ? 10.12.2018 - 2019 YEREL SEÇİMLERE DOĞRU! 19.11.2018 - ADAY PROFİLİ NASIL OLMALI! 06.11.2018 - EĞİTİMDE ÜMİTVAR OLALIM MI? 17.09.2018 - AİLE KURUMUNA BAKIŞ 10.08.2018 - TANIMAKLA BAŞLAR HERŞEY 29.07.2018 - YENİ DÖNEMDEN BEKLENTİLER - 2 22.07.2018 - YENİ DÖNEMDEN BEKLENTİLER - 1 02.07.2018 - 24 HAZİRAN SEÇİM SONUÇLARINA BAKIŞ! 13.05.2018 - 24 HAZİRAN NE ANLAM GELİYOR? 12.03.2018 - AHLAK DEJENERASYONU 23.01.2018 - MEDENİYETİMİZİ TANIMAK (AHLAT) 11.01.2018 - KÜLTÜR EMPERYALİZMİ 26.12.2017 - YERLİ ÜRET, YERLİ TÜKET 07.11.2017 - İSTİFALAR VE SONRASI 18.09.2017 - YAPBOZA DÖNEN EĞİTİM 14.07.2017 - MEDENİYET İNSANI YETİŞTİREMEMEK 03.06.2017 - DİVRİĞİ ULU CAMİİ 2 07.05.2017 - DİVRİĞİ ULU CAMİİ 1 19.04.2017 - YOLDAN GÜZEL GEÇMEK 10.04.2017 - GÜNDEME DAİR 28.02.2017 - DÜRÜSTLÜK 23.01.2017 - TARİHTEN İBRET ALMA 02.01.2017 - MANİSA ve AK PARTİ 21.12.2016 - HALEP İZLENIMLERİ 25.11.2016 - PADİŞAHIN İŞİ NE ? KISSADAN HİSSE! 15.11.2016 - EĞİTİLMEMİŞ EĞİTİMLİLER 16.10.2016 - EĞİTİM, ERDEMLİLİK ve BAŞARI 03.07.2016 - PARALEL AÇMAZ - 2 27.06.2016 - PARALEL AÇMAZ - 1

kaynağı değiştir]

Kaynakça[değiştir kaynağı değiştir]

Fırat, Batı Asya'nın en uzun nehridir.[4]Karasu Nehri veya Batı Fırat (450 kilometre (280 mi)) ile Murat Su veya Doğu Fırat'ın (650 kilometre (400 mi)) suları birleşir ve güneydoğu Türkiye'nin Keban ilçesinin 10 kilometre (6,2 mi) yukarısına doğru akar.[5] Daoudy ve Frenken, Murat Nehri'nin kaynağından Fırat'ın uzunluğunu 3.000 kilometre (1.900 mi)'de Dicle ile birleştiği yere koydular ve bunun Türkiye içinde 1.230 kilometre (760 mi), Suriye'de 710 kilometre (440 mi) ve Irak'ta 1.060 kilometre (660 mi) olduğunu hesapladılar.[6][7] Aynı rakamlar Isaev ve Mikhailova tarafından da verilir.[8] Fırat ve Dicle'yi Basra Körfezi ile birleştiren Şattülarap'ın uzunluğu çeşitli kaynaklar tarafından 145-195 kilometre (90-121 mi) olarak verilir.[9]

Hem Karasu hem de Murat Su, Van Gölü'nden kuzeybatıya sırasıyla 3.290 metre (10.790 ft) ve 3.520 metre (11.550 ft) odsü rakımlarda çıkarlar.[10]Keban Barajı yerinde, şimdi Fırat'ta birleşen iki nehir 693 metre (2.274 ft) odsü rakımına düşer. Keban'dan Suriye-Türkiye sınırına kadar, nehir 600 kilometre (370 mi)'den daha kısa bir mesafeden 368 metre (1.207 ft)’de daha akar. Fırat Nehri Yukarı Mezopotamya ovalarına girdiğinde, derece önemli ölçüde düşer; Suriye'de nehir 163 metre (535 ft) düşerken, Hīt ile Şattü'l-Arab arasındaki son kısımda nehir sadece 55 metre (180 ft) odsü’inde akar.[5][11]

Kollar[değiştir

Fırat Uygarlıkları: Tarihin Aktığı Nehir

Keban Barajı Kurtarma Kazıları 1968 yılında başlayana kadar Doğu Anadolu arkeolojik açıdan hemen hemen hiç araştırılmamıştı. Keban’ı takip eden Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış barajları Fırat Nehri’ni ortadan kaldırdı. Ancak bu barajlar, Türkiye’de Neolitik Çağ’dan Ortaçağ’a kadar tüm süreci kesintisiz ortaya koyan kazıların da yapılmasını sağladı.

Yazı: Mehmet Özdoğan

Mezopotamya uygarlıkları iki büyük nehrin, Fırat ve Dicle’nin ürünü olarak görülür. Gerek coğrafi, gerekse kültürel tanımı ile Mezopotamya, bu iki nehrin birbirine yaklaşarak kaynaştığı Kuzey Irak’tan başlayarak Basra Körfezi’ne kadar uzanan bölgedir. Bir anlamda bu ikiz su yolu, taşıdığı dolguları yayarak oluşturduğu alüvyonlu düzlüklerle birbirine karışmakta ve bunun da ötesinde, kültürel gelişmenin tetikleyicisi olan sulu tarıma elverişli ortamı yaratmaktadır. Ancak daha kuzeye doğru, Türkiye sınırlarına yaklaşıldığında, bu iki nehrin, ikiz yapısı ortadan kalkar. Her ne kadar Fırat da Dicle de Doğu Anadolu’nun dağlık bölgelerinden çıkmaktaysalar da ülkemiz sınırlarında geçtiği yol boyu topografyasıyla, fiziki ve kültürel ortamıyla birbirinden tümüyle farklıdır. Bu nedenle belki de “Mezopotamya” tanımını, ülkemiz sınırlarının güneyinde, iki nehrin birbiriyle kaynaştığı notadan itibaren kullanmak daha doğrudur. Fırat ve ana kolu Murat Suyu, Doğu Anadolu’nun kuzey kesimlerinden çıktıktan ve Anadolu’nun tektonik yapısının çizgilerini izleyerek birbirinden dar boğazlarla ayrılan çok sayıdaki dağ arası ovadan geçtikten sonra, Güneydoğu Toros Dağları’nı Kömürhan’da başlayan uzun ve çok derin bir boğazla aşar.

Güneye, Suriye düzlüklerine doğru önce eşik bölgesini, ardından Suriye’nin yarı kurak çöl ortamının içinden geçip doğuya kıvrılarak Kuzey Irak’a ulaşır. Buna karşılık Dicle’nin tek bir kaynağı yoktur; Güneydoğu Toros Dağları’nın çeşitli yerlerinden çıkan farklı kollar, Diyarbakır civarında, dağ eşiği bölgesinde birleşerek Dicle’yi oluşturur ve güneye kıvrılıp Fırat’a koşut olarak Basra Körfezi’ne doğru uzanır.

Fırat ve Dicle’nin Anadolu içinde geçtiği yollar, coğrafi özellikleri kadar kültür coğrafyası açısından da birbirinden tümüyle farklıdır. Fırat ve ana kolu Murat Suyu ilk olarak Doğu Anadolu’nun yüksek platosu ile Güneydoğu Toros Dağları’nın kuzeyi boyunca uzanan tektonik kökenli Palu, Altınova, Malatya Ovası gibi ovalar ve bunları birbirinden ayıran Keban gibi dar boğazlardan geçer. Daha sonra Malatya’nın doğusunda, Kömürhan’da Toroslar’ı geçen derin ve Malatya Ovası’ndan Kahta’ya kadar uzanan bir boğazı aştıktan sonra Kahta, Samsat ve Bozova düzlüklerini geçip, Birecik civarında daha küçük bir boğazı aşarak Karkamış’ta Suriye’ye ulaşır. Uzunluğu bin kilometreyi aşan Fırat Vadisi, görkemi ve özellikle Kömürhan Boğazı’ndaki coşkunluğuyla her zaman gezginleri, coğrafyacı ve kültür tarihçilerini etkilemiştir. Ancak artık Fırat yoktur; Palu’dan itibaren Irak sınırına kadar Fırat’ın yerinde büyük göller dizisi vardır.

1960’lı yıllardan itibaren önce Keban, ardından Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış barajları ile Suriye’de başta Tabqa olmak üzere büyük barajlar inşa edildi. Bu barajlar Fırat’ın doğal çevre ortamı ve kültür varlıkları ile birlikte ortadan kalkmasına neden oldu. Ancak barajların yapımı Fırat boyunda, başta arkeoloji ve doğal çevre olmak üzere farklı uzmanlık alanlarının öncelikli belgeleme çalışmaları yapmasını da sağladı ve bu barajlar yapılıncaya kadar hemen hemen hiç araştırılmamış olarak kalan bu bölgede yüzlerce arkeolojik kazı yapılabildi. Başka bir deyişle bugün Türkiye’de eski taş devrinden Ortaçağ’a kadar olan kültürel süreci kesintisiz olarak izleyebileceğimiz tek yer eski Fırat boyudur. Bu nedenle barajlar yok ederken kültür tarihini öğrenmemiz için de vesile oldu. Bu durum sadece Türkiye için geçerli değildir. Suriye’de de baraj alanlarında yüzü aşkın kurtarma kazısı yapılmış ve daha önce varlığı bilinmeyen çok sayıda kültür, bu kazılar sayesinde ortaya çıkmıştır.

Türkiye için, Kemal Kurdaş ve Halet Çambel’in başını çektiği, ODTÜ’nün yönlendirici şemsiyesi altındaki ünlü Keban Projesi öncü oldu. Keban Barajı’nın etkilediği bölgenin o yıllara kadar kültür tarihi açısından hiçbir önemli kalıntıyı barındırmadığı öngörülmekteydi. 1967 yılında proje kapsamında yapılan ilk yüzey taraması beklenmedik bir şekilde Keban Baraj Gölü Alanı içerisinde 56 önemli arkeolojik merkezin bulunduğunu gösterince, ivedi olarak uluslararası bir çağrı yapıldı ve 1968 yılından, baraj gölünün dolduğu 1976 yılına kadar bu merkezlerden 19’unda arkeolojik çalışma gerçekleştirildi. Ayrıca Ortaçağ’a ait iki cami ve bir Roma köprüsü taşındı. Keban Projesi kurtarma kazılarıyla ortaya çıkan bilimsel sonuçların getirdiği heyecan, 1977 yılında Malatya Ovası’nı su altında bırakacak Karakaya ile Kahta ve Bozova düzlüklerini kaplayacak olan Atatürk Baraj Havzası’na taşındı. 1977 yılında yapılan yüzey araştırmaları, bu iki baraj bölgesinde 600’e yakın merkezin bulunduğunu göstermişti. Ancak özellikle Atatürk Baraj Gölü Alanı içinde kalan yerlerin büyük boyutlu olması, kurtarma kazılarının baraj gövde inşaatlarından sonra başlaması gibi nedenler, arkeolojik merkezlerin çoğunda belgeleme yapılmasını engelledi. Çalışma başlatılan 38 merkezin de ancak çok küçük bir kısmı kazılarak kurtarılabildi.

Fırat ve ana kolu Murat Suyu, Doğu Anadolu’nun kuzey kesimlerinden çıktıktan ve bölgenin tektonik yapısının çizgilerini izleyerek birbirinden dar boğazlarla ayrılan çok sayıdaki dağ arası ovadan geçtikten sonra, Güneydoğu Toros Dağları’nı Malatya-Elağız arasında, Kömürhan mevkiinde başlayan uzun ve çok derin bir boğazla aşıyor. Artık bu boğaz Karakaya Baraj Gölü’nün suları altında ve iki yakası da modern Kömürhan Köprüsü ile birbirine bağlanıyor.

Fırat ve ana kolu Murat Suyu, Doğu Anadolu’nun kuzey kesimlerinden çıktıktan ve bölgenin tektonik yapısının çizgilerini izleyerek birbirinden dar boğazlarla ayrılan çok sayıdaki dağ arası ovadan geçtikten sonra, Güneydoğu Toros Dağları’nı Malatya-Elağız arasında, Kömürhan mevkiinde başlayan uzun ve çok derin bir boğazla aşıyor. Artık bu boğaz Karakaya Baraj Gölü’nün suları altında ve iki yakası da modern Kömürhan Köprüsü ile birbirine bağlanıyor. Fotoğraf: Necmi Karul

Keban ve Karakaya baraj gölü alanlarında yapılan çalışmalar, kültür tarihi açısından devrim niteliğinde önemli sonuçlar getirmiştir. O yıllara kadar uygarlığın kökeninin, yukarıda tanımladığımız coğrafi sınırları ile Mezopotamya olduğu ve bu bölgede geliştiği kabul edilmekteydi. Güneydoğu Toros Dağları’nın Mezopotamya uygarlıklarının etki alanını sınırladığı; bunun kuzeyinde kalan Doğu Anadolu Bölgesi’nin Demir Çağı’na kadar uygarlık tarihi açısından hiçbir öneminin olmadığı düşünülmekteydi. İlk şaşırtıcı sonuç, Keban yüzey araştırmasında saptanan Boytepe yerleşmesi oldu. Boytepe o döneme kadar varlığı “Bereketli Hilal” olarak tanımlanan Güneydoğu Toros Dağları yayının güneyindeki alanlarla sınırlı olduğu sanılan ilk çiftçi toplulukların, dağın kuzeyinde de var olduğunu gösterdi. Maalesef Boytepe’de kazı yapılamamış, buradaki kültür sadece yüzeyden toplanan buluntular ile tanımlanabilmişti. Benzer bir sonuç, Malatya Ovası’nda Karakaya Baraj Gölü Alanı’ndaki Cafer Höyük’ten geldi. Fransız meslektaşlarımızın Cafer Höyük’te yaptığı kazılarda, İÖ 9. binyıldan 7. binyılın ortalarına kadar olan süreci yansıtan ve ünlü Çayönü ile tam olarak benzerlik gösteren bir yerleşim ortaya çıkarıldı. Bu iki yerleşim, Boytepe ve Cafer Höyük, çiftçiliğe dayalı ilk yerleşik yaşamın Bereketli Hilal ile sınırlı olduğu savını tümüyle çürüttü ve ilk kez Anadolu platosunun da uygarlık tarihi açısından devrim sayılan Neolitik yaşam biçiminin ortaya çıkış ve gelişiminde en az Suriye, Filistin düzlükleri kadar önem taşıdığını ortaya koydu. Keban Baraj Gölü Alanı’nda yapılan Tülintepe ile Tepecik, Norşuntepe ve Korucutepe höyüklerinin en eski yerleşim katları bölgede Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’de başlayan kültürün kesintisiz olarak sürdüğünü ve önceleri yalnızca Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’ye özgü olduğu düşünülen Halaf kültürünün tüm görkemi ile Toros yayının kuzeyinde de var olduğunu gösterdi.

Bu kısa tanıtım yazısı içinde, Fırat boyunda yapılan yüzün üzerindeki kazının sonuçlarını özetlemek bile olası değildir. Ancak genel olarak Toros yayının kuzeyindeki Elazığ, Malatya ovalarının Kalkolitik ve Tunç Çağı kültürlerinin gelişimi açısından ne denli kritik bir yere sahip olduğu açık olarak görülür. Bölge bir yanda güneyde gelişen Ubeyd, Uruk gibi kentleşme sürecinin bir parçası olmuş, öte yanda Mezopotamya kültürleri ile Kafkas ve Orta Anadolu kültür coğrafyaları arasındaki iletişim, bilgi ve mal aktarımını da sağlamıştı. Genelde Doğu Anadolu’nun başta maden olmak üzere her türlü doğal kaynak açısından güneydeki düzlüklere göre çok zengin olanaklara sahip olduğu göz ardı ediliyordu. Oysa tarihöncesi kültürler için stratejik bir öneme sahip olan bakır, gümüş gibi madenler, her türlü kayaç ve bunun da ötesinde bitki ve hayvan çeşitliliği bu bölgede güneyden farklı sosyoekonomik modellerin gelişmesine yol açmıştı. Bunun ilk verileri Keban kurtarma kazılarında, Tepecik, Norşuntepe, Korucutepe, Aşvan ve Pulur gibi höyüklerde ortaya çıkarıldı. Tepecik’te mimari açıdan Güney Mezopotamya’nın Uruk kültürü ile benzeşen ve aynı zamanda çok sayıda Uruk buluntusu ile karşılaşılan yerleşim katında, Orta Anadolu’dan tanıdığımız çanak çömleklere de rastlanması; Korucutepe’de Anadolu’nun bilinen en eski gümüş takısının bulunması; Tülintepe’de Güney Mezopotamya’nın Ubeyd kültürü ile yakın ilişkisi olduğu anlaşılan büyük bir yerleşimin olması; Norşuntepe’nin bu dönemle çağdaş tabakasındaki duvar resimleri ile bezeli yapının varlığı, Doğu Anadolu dağlık bölgesinin çok geniş bir coğrafi alanla canlı bir iletişim içinde olduğunu ortaya koyuyordu. Son yıllarda Malatya Arslantepe kazıları, Anadolu’ya özgü bir kent devleti oluşum sürecini daha iyi anlamamızı sağlamış ve özellikle bu oluşum içerisinde Anadolu’nun maden zenginliğinin ne kadar büyük bir önem taşıdığını açık olarak göstermiştir. Tunç çağlarına geldiğimizde Malatya, Elazığ bölgesinin zaman zaman Mezopotamya kültür bölgesinden koparak Doğu Anadolu’nun Karaz kültür bölgesi ile bütünleştiği ve özellikle İlk Tunç Çağı sonunda Norşuntepe’de ortaya çıkan görkemli bir saray ile bir kent devleti oluşumu geliştirdiği görülür. Korucutepe, Hitit tarihi coğrafyasının anlaşılmasına çok önemli bir katkıda bulunur ve yeri çok tartışmalı olan Isuwa Krallığı’nın Elazığ Altınova yöresinde olduğunu açık bir şekilde ortaya koyar.

Toros yayının güneyinde, Atatürk ve ardından Birecik ile Karkamış Baraj göl alanlarında yapılan çalışmalar, kültürel bütünlüğü, Anadolu’nun kültürel zenginliğini ve çeşitliliğini çok açık bir biçimde ortaya koyar. Bu bağlamda özellikle Adıyaman Şehramuz kazıları 100 bin yıl öncesine ait, Aşöl kültürünün en çarpıcı örneklerini verdi. Şanlıurfa Bozova sınırları içindeki Nevali Çori ise son yıllarda tüm bilim dünyasını heyecanlandıran Göbekli Tepe kültürünün ilk habercisi oldu. Nevali Çori, Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ yerleşimlerinde, plastik sanatların, görkemli anıtsal yapıların, kabartma ve heykellerin olduğunu gösteren ilk yerleşim yeri oldu. Akarçay Tepe, Mezraa Teleilat, Gritille gibi kazılar Neolitik Çağ’ın çeşitli aşamalarını, Cavi Tarlası ise Halaf kültürünün en zengin örneklerini verdi. Hilvan bölgesindeki Hasek Höyük, Uruk kültürünün kuzeye doğru yayılımının kanıtlarını; Lidar, Samsat ve Zeytinli Bahçe gibi kazı yerleri ise Kalkolitik ve Tunç Çağı kültürlerinin en görkemli anıtlarını; Gre Vrike, Birecik Mezarlığı, ölü gömme âdetlerindeki çeşitliliği görmemizi sağladı. Tarihöncesi kültürler açısından genel olarak bakıldığında, daha önce de değindiğimiz gibi Fırat Havzası, Karkamış’tan Elazığ’a kadar bölgenin her kültürel dönem için önem taşıdığını, Mezopotamya kültürleri ile canlı bir iletişim içerisinde olduğunu, önceden düşünüldüğü gibi Mezopotamya kültür bölgesinin taşrası olmadığını gösterdi. Farklı coğrafyası, zengin doğal kaynakları ile tarihöncesi çağlar için Fırat, kendine özgü, dinamik bir kültür bölgesi olarak tanımlanabilir. Bir yanda farklı coğrafyalar ile her zaman ilişki içerisinde olmuş, doğal zenginliğiyle etkin bir ticaret ağını kurabilmiş ve önceden sanıldığı gibi sadece hammadde ihraç eden bir bölge olmayıp bunları işleyen teknolojileri de geliştirdiği anlaşılmıştır. Bu, yalnızca maden için değil, Tunç çağlarından itibaren, o dönemin endüstriyel ürünleri olarak tanımlanan üzüm ve şarap için de geçerlidir. Titriş Höyük kazıları, bağcılığa elverişli bir alanda, Tunç Çağı’nda çok büyük bir yerleşimin hızla geliştiğini göstermiştir.

Kuşkusuz Fırat Havzası’nın önemi tarihöncesi dönemlerle sınırlı değildir. Tarih çağları boyunca da Fırat önemini sürdürür; zamam zaman büyük imparatorlukların arasındaki sınır çizgisini oluşturmuş; zaman zaman da ticaret yolları üzerindeki konumu ile zenginleşen bir bölge durumuna gelmiştir. Mezraa Teleilat kazılarında ortaya çıkan Yeni Babil Dönemi sarayı Samsat Höyük ile Lidar buluntuları, bunun en açık örnekleri arasındadır. Roma’nın doğu sınırı boyunca Limes olarak tanımlanan savunma sisteminin ve Roma garnizonlarının konuşlandığı yerler Samsat, Tille ve Elazığ’daki Haraba kazıları ile ortaya çıkmış; yakın zamanda heyecan uyandıran Zeugma da bu zenginliğin en iyi göstergelerinden bir olmuştur.

Fırat’ın İkizi Dicle
Buraya kadar Fırat boyundaki kurtarma kazılarıyla ortaya çıkarılan kültürel süreklilik ve zenginliği tanımlamaya çalıştık. Benzer bir anlatımı Fırat’ın Suriye sınırları içindeki kısmı için de söylemek mümkündür. Buna karşın Fırat’ın ikizi olan Dicle Havzası’nın Türkiye sınırları içinde kalan bölümü, yakın zamana kadar hemen hemen hiç araştırılmamış, “bilinmeyen” bir yer durumundaydı. Bölgede değil arkeolojik kazı, yüzey araştırması dahi yapılmamıştı. 1964 yılında Halet Çambel ile Robert J. Braidwood’un başlattığı ve Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ buluntuları ile ünlenen Çayönü kazısı, Dicle Havzası’ndaki tek kazı yeri olarak kalmıştı. Oysa Dicle’nin yukarı kesimi, dolayısıyla Türkiye sınırları içindeki kalan bölümü, doğal çevre ortamı bakımında Fırat’tan çok farklı özellikler taşır.

Dicle Nehri’nin bütün kolları Doğu Toros yayının güneye bakan yüzünden çıkar ve eşik bölgesini geçtikten sonra, hemen hemen Toros yayına koşut olarak uzanan farklı bir coğrafyadan geçerek Silopi’den Türkiye’yi terk eder. Her şeyden önce bu havza, Doğu Anadolu dağlık bölgesi ile gerçek anlamdaki Mezopotamya’nın birbirine en yakın olduğu kesimdir. Mezopotamya’da bulunmayan her türlü doğal kaynak açısından da son derece zengindir.Dicle’nin tek bir kaynaktan değil, farklı kollardan oluşan yapısı, bu havzayı birbirinden farklı özellikler taşıyan vadilere, ekolojik nişlere bölerek kendi içinde bir çeşitlilik sağlar. Günümüzde bile Mezopotamya’nın gerek duyduğu orman örtüsü, seyrek olmasına rağmen yine bu bölgede görülür. Bütün bu nedenlerle, arkeolojik veriler açısından bilgilerimizin yok denecek kadar az olduğu Dicle Havzası’nın, Mezopotamya kültürlerinin anlaşılması açısından ayrıcalıklı bir yere sahip olduğu söylenebilir.

Genel olarak baktığımızda Dicle Havzası’nda yürütülen kazılar, daha önceleri tek bir kültür bölgesi olarak düşündüğümüz Fırat ve Dicle havzalarının Türkiye sınırları içinde kalan kesiminin ne denli farklı özelliklere sahip olduğunu görmemizi sağladı. Tüm bunlar, burada dile getirilmeyen baraj gölü alanları altında kalan binin üzerindeki yerleşim yerinden çok azının sınırlı bir bölümünde gerçekleştirilebilen arkeolojik kazıların yansımasıdır. Kültür tarihini öğrenmenin, zaman sınırlamasıyla kısıtlı olan kurtarma kazılarına bağlı olmaması gerekir. Türkiye topraklarının, uygarlık tarihinin en önemli basamaklarının oluşumu açısında ne kadar kritik bir öneme sahip olduğu, Fırat ve Dicle havzalarında yapılan kazılarla ortaya çıkmıştır. Buralardan elde edilen sonuçlar, yalnızca Türkiye’nin kültür tarihi açısından değil, tüm insanlığın günümüz uygarlığının ana çizgileri açısından yadsınmaz bir öneme sahiptir. Bu kadar önemli kültür varlıklarının bulunduğu bir bölgeye sahip olmanın getirdiği vazgeçilmez sorumluluk, arkeolojik merkezlerdeki bilginin ortaya çıkarılması ve bilim dünyasına tanıtılmasıdır. Bu nedenle araştırmaların kurtarma kazılarıyla sınırlı kalmaması ve arkeolojik merkezlerde “ölü arşivler halindeki” bilginin dünyaya kazandırılması için çalışmaların yapılması bir kez daha önem kazanmaktadır.

Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Prehistorya Ana Bilim Dalı

Arkeoatlas 2013

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır