ecnadeyn savaşı önemi / Bizans’a indirilen ilk darbe: Suriye’nin fethi

Ecnadeyn Savaşı Önemi

ecnadeyn savaşı önemi

Bizans’a indirilen ilk darbe: Suriye’nin fethi

Müslümanların bugünkü Suriye bölgesine ilgileri Hz. Peygamber (sas) zamanında düzenlenen 3 büyük seferle başlar:

İlki, bugünkü Ürdün'ün güneyinde gerçekleşen Mûte Savaşı'dır. Bu, Müslümanlar ile Bizans'ın ilk karşılaşmasıdır. İslam- Bizans mücadelesi bu savaşla başlar, 'te Fatih Sultan Mehmed'in Bizans'a son vermesine kadar 9 asır devam eder.

İkinci önemli hamle yine Hz. Peygamber zamanında gerçekleştirilen Tebük Seferi olup Bizans'ın Medine'ye yönelik bir işgal hazırlığında olduğuna dair söylentiler üzerine çok zor şartlarda ve 30 bin kişinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar bu seferde Bizans kuvvetleriyle karşılaşılmamışsa da, bugünkü Suriye'nin güneyinde yaşayan kabile ve halkların savaşmadan İslam hakimiyetine alınmış olması bakımından önemlidir.

Üçüncüsü iseazatlı kölesi Zeyd bin Harise'nin oğlu Usame komutasında gönderilmek üzere hazırlanan 'Usame Ordusu'dur ki, Hz. Peygamber'in ani vefatı üzerine Hz. Ebubekir tarafından Suriye'nin fethi ile görevlendirilmiştir. Aksi kanaatlerin belirtilmesine rağmen Hz. Ebubekir, bu orduyu Hz. Peygamber'in emaneti kabul etmiş ve komutanından neferine kadar hiçbir değişiklik yapmadan Suriye'ye göndermiştir.

Suriye'nin fethi Hz. Ebubekir döneminde, hicri yılın sonu veya yılın başında gerçekleşti. Bu amaçla Medine yakınlarına 3 sancak dikilerek gönüllülerin orduya katılması istendi. Hz. Ebubekir gönüllülerden oluşan orduyu Suriye ve Filistin'in fethine memur etti. Kumandanlardan Amr b. Âs Filistin'in, Şürahbîl b. Hasene Ürdün'ün, Yezîd b. Ebû Süfyân ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh da Suriye'nin fethiyle görevlendirildi.

Başlangıçta her biri 3 bin kişiden oluşan bu ordular, takviye birlikleriyle 'er kişilik bir askerî güce ulaştı. Böylece toplam 25 bin kişilik bir ordu oluşturuldu. Amr b. Âs, Eyle üzerinden Güney Filistin'e, diğer kumandanlar ise Tebük-Maan yoluyla Ürdün ve Suriye istikametine sevk edildiler. Yezîd b. Ebû Süfyân, Ölüdeniz'in güneyinde Vâdil-arabe'de Sergios kumandasındaki Bizans ordusunu mağlup etti. Kaçan kuvvetler daha sonra toplandıkları yerde yeniden bozguna uğratıldı. Sergios bu mücadeleler sırasında hayatını kaybetti. Amr b. Âs ise kısa sürede Güney Filistin'i fethederek Gamrü'l-arabâ'ya indi.

Müslüman Arapların başarıları üzerine Bizans İmparatoru Heraklios, kardeşi Theodoros kumandasındaki 80 bin kişilik bir orduyu harekete geçirdi. Bizans kuvvetleri Kuzey Filistin'e kadar ilerleyerek Cillik mevkiinde karargâh kurdu. Bu orduya direnemeyeceğini anlayan Amr b. Âs halifeden yardım istedi. Hz. Ebubekir de Hîre'de (Kufe yakınları) bulunan Hâlid b. Velîd'e süratle Suriye'deki ordunun yardımına gitmesini emretti.

Bir cesaret ve teşkilat harikası
Hâlid b. Velîd tarihte eşine ender rastlanan uzun ve yorucu bir çöl yolculuğundan sonra kişilik bir kuvvetle yol üzerindeki yerleşim yerlerini itaat altına alarak rehber ve asker topladı. Kuvvetleri adeta kartopu gibi büyümüş olarak Şam'ın güneyindeki Merc-i râhit'e vardı. Onun bu çöl yolculuğu dünya savaş tarihinin efsanelerinden biri kabul edilir. Nitekim o zamanki şairlerden biri Hâlid b. Velîd için “Senden daha önce bu çöllerden insan cinsinden biri asla geçmemiştir" demişti.

Rivayete göre Hâlid çöle girerken yük develerine önce tuz yedirir, ardından bir su kaynağının başına bırakır. Bu şekilde develerin her biri yaklaşık yarım ton suyu midesine indirir. Ayrıca geviş getirerek susamamaları için de develerin dudaklarını kestirir. Geceleri yol alarak, gündüzleri de gizlenerek çöldeki yoluna devam eden Hâlid, sular tükenince her konak yerinde bu develerden birini kestirip karnından çıkan suyu askerine içirir. Böylece askerler aşağı Irak'taki Kurâkır ile Şam'ın güneyindeki Süvâ arasındaki çölü Rafı' b. Âmire adlı bir bedevinin kılavuzluğunda 5 günde aşar. Hıristiyan Gassânîlerin askerî karargâhları olan Merc-i râhit'e saldırarak onları mağlup ettikten sonra () Busrâ'ya iner.

Hâlid b. Velîd'in bu çöl harekâtı, savaş tarihinde cesaret ve teşkilat harikası sayılır. Suriye'nin güneyine ulaşan Hâlid, güneye doğru mevzilenmiş Bizans ordusunu arkadan vurarak yenilgiye uğratıp kuzeye ilerlemeye başladı. Humus'ta bulunan Bizans İmparatoru Heraklios Rum, Ermeni ve yerli Araplardan oluşan bin kişilik orduyu Müslümanların üzerine gönderdi.

Hâlid'in kumandasındaki İslam ordusuyla Bizans ordusu arasında 30 Temmuz 'de, Kudüs'ün batısında, Ecnadeyn denilen yerde bir meydan savaşı yapıldı. Müslümanlar, devrin en güçlü devletinin düzenli, iyi eğitilmiş ve Sasanîlere karşı kazandığı zaferlerle morali hayli yükselmiş ordusuyla savaşacaktı. İslâm ordusunun en az 3 katı büyüklüğündeki Bizans kuvvetleri silah ve teçhizat bakımından da çok üstündü. Ancak savaş, Müslümanların kesin zaferiyle sonuçlandı. 3 bin düşman askeri öldürüldü; Müslümanlarsa sadece 14 şehit verdi.

Başkumandan Hâlid, muharebenin sonucunu bir mektupla Hz. Ebubekir'e bildirdi. Öte yandan İmparator Heraklios endişeye kapılıp Humus'tan Antakya'ya kaçtı ve Ecnadeyn Savaşı ile Filistin ve Suriye'nin kapıları Müslümanlara açılmış oldu.

Savaş sırasında ölüm döşeğinde bulunan Hz. Ebubekir'in vefatı üzerine yerine Hz. Ömer geçti. Ecnadeyn Savaşı'ndan 5 ay sonra Heraklios kaçtığı Antakya'dan tekrar bir ordu gönderdi. Müslümanlar bu ordu ile Ürdün'ün Fihl bölgesinde 23 Ocak 'te karşılaştılar. Komutanları dahil 10 binin üzerinde Rum askeri öldürüldü. Zaferin ardından Akdeniz kıyısındaki bütün şehirler ele geçirildi. Şam üzerine yürümekte olan Müslümanlar ile Bizans ordusu 25 Şubat 'te Merc-i Suffer denilen yerde yeniden karşılaştı. Bu zaferden sonra Şam Eylül 'te zapt edilecekti.


“Elveda güzel ülke!"
Ancak Heraklios bu yenilgiyi bir türlü kabullenemedi. Kardeşi Theodoros komutasında yeni bir ordu hazırladı. Bunun üzerine Müslümanlar Şam'ı boşaltarak Ürdün Irmağı'nın doğu kıyısındaki verimli araziye, Yermük'e çekildiler. 20 Ağustos 'da gerçekleşen meydan savaşı Müslümanların kesin zaferiyle sonuçlandı. 2 yıl sonra kazanılan Yermük zaferiyle Şam bölgesinin tamamı Müslümanların eline geçti. Heraklios, “Elveda güzel ülke, bir daha seni göremeyeceğim" diyerek halkıyla birlikte bölgeden ayrıldı.

Bu arada Hz. Ömer, Hâlid b. Velîd'i ordu kumandanlığından azlederek yerine Ebû Ubeyde b. el- Cerrah'ı tayin etti. Hâlid'in komutanlığı zamanında ele geçirilen Şam, Humus, Hama, Lazkiye, Halep, Antakya ve Kudüs başta olmak üzere Suriye bölgesi Ebû Ubeyde'nin valiliğine verildi. Sonra yerine Hz. Ömer tarafından Yezid b. Ebû Süfyan tayin edildi. Yezid'in de ölümü üzerine bu kez kardeşi Muaviye Şam valisi oldu. Bu görevini Hz. Osman zamanında da sürdüren Muaviye, Hz. Ali'nin yılındaki şehadetinden sonra Müslümanları Emevîler Devleti adı altında birleştirerek halife oldu.

Bu tarihten sonra 90 yıl boyunca Suriye, Çin seddinden Atlas Okyanusu'na, Kafkas dağlarından İndus havzasına ve Sahra çölüne kadar uzanan, dünya tarihinin tanıdığı en büyük devletlerden biri olan Emevîlerin merkezi olacaktır.

Dört Halife Dönemi

  • Peygamberimizin ölümünden sonra İslam dininin bir lidere ihtiyacı yoktur.
  • Ancak Hicretle birlikte kurulan İslam Devleti’nin bir lidere ihtiyacı vardı.
  • Sonradan gelen anlamına gelen HALİFE kavramı böylece doğdu. Ve doğduğunda dini anlamı ağır basan bir kavramdı.

İslam ileri gelenleri tarafından seçilen “İlk Dört halife” sırası ile;

  • Hz. Ebubekir,
  • Hz. Ömer,
  • Hz. Osman,
  • Hz. Ali’dir.

Dört Halife döneminde Halifelerin seçim yolu ile iş başına geldikleri için bu döneme “Cumhuriyet Devri” denilir.

Dört Halife dönemine aynı zamanda “Olgun Halifeler” anlamına gelen “Hulafa-i Raşidin Devri” de denilir.

HZ. EBU BEKİR DÖNEMİ:

  • Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkan karışıklıkları önledi İslam’dan dönmek isteyenleri, vergi vermek istemeyenleri cezalandırdı. Böylece: İslam Devletini dağılmaktan kurtardı.
  • Yemen yörelerinde ortaya çıkan “Yalancı (sahte) Peygamberleri” (RİDDE OLAYI) ortadan kaldırdı.
  • Suriye’nin fethi için Bizans ile YERMÜK savaşı yapıldı.
  • Savaşlarda HAFIZLARIN şehit düşmesi üzerine Kur’an-ı Kerim kitap haline getirildi.

 

HZ. ÖMER DÖNEMİ:

DİKKAT 1: Hz. Ömer dönemi 4 halife dönemi içinde en çok fethin yapıldığı dönemdir.

DİKKAT 2: Ayrıca bu dönem İslam devlet teşkilatlanmasının başladığı dönemdir.

 

FETİHLER:

SURİYE’NİN FETHİ: Bizans ile ECNADEYN savaşı yapıldı. Suriye(Şam), Filistin fethedildi. Kudüs teslim oldu.

İRAN’IN FETHİ: İran’daki Sasaniler, yapılan

  • Köprü ( Tek yenilgi ),
  • Kadisiye,
  • Celula
  • Nihavent savaşları ile yenildi. İran fethedildi.

NOT: İran’ın fethi ile Müslümanlar Türklerle komşu oldu. Böylece ilk ilişkiler başladı.

MISIR’IN FETHİ:

  • Bizans ile yapılan savaşlar sonunda Mısır fethedildi.
  • Böylece Müslümanların Kuzey Afrika’daki fetihleri başlamış oldu.

DEVLET TEŞKİLATININ KURULMASI:

                Yapılan fetihlerle devletin sınırlarının genişlemesi devlet teşkilatlanmasını da zorunlu hale getirmiştir.

Bu amaçla:

  • Ülke eyaletlere ayrılarak bu eyaletlere merkezden valiler atandı. (idari yapılanma)
  • Eyaletlere kadı’lar tayin edildi. (adli yapılanma)
  • Beyt’ül Mal adıyla devlet hazinesi kuruldu. (mali yapılanma)
  • İlk düzenli ve sürekli İslam ordusu ve bu ordu için ordugâhlar kuruldu. (askeri yapılanma)
  • Ayrıca askeri amaçlı ilk posta örgütü,
  • ilk divan (Divan-ı Cünd), 
  • ikta sistemi kuruldu.
  • Hicri takvim yapıldı.

NOT : Hz. Ömer bir suikast sonucu öldürülen ilk halifedir.

 

HZ. OSMAN DÖNEMİ:

  • Bu dönemde Kuzey Afrika’daki fetihler devam etti. Bizans’tan Trablusgarp ve Tunus alındı.
  • Şam valisi Muaviye tarafından ilk İslam donanması kuruldu.
  • Bu donanmayla Bizans arasında ilk deniz savaşı (Zat’üs Savari) yapıldı.
  • Ardından Kıbrıs fethedildi.
  • Türkler ile ilk mücadeleler başladı.
  • Kur’an-ı Kerim çoğaltılarak eyalet merkezlerine gönderildi.
  • Hz. Osman’ın kendi soyundan (Ümeyyeoğulları) olanları önemli görevlere getirdiği gerekçesi ile Müslümanlar arası ilk ayrılıkların başladığı dönemdir. Ve bu ayrılıklar sonucu öldürülür.

DİKKAT: Hz. Osman bir suikast sonucu öldürülen ikinci halifedir. Ancak İslam dünyasındaki ayrılıklar sonucu öldürülen ilk halifedir.

 

HZ. ALİ DÖNEMİ:

 

DİKKAT:Hz Ali döneminin tamamı iç karışıklıklarla geçtiği için fetihler durmuştur.

1. Cem’el Vakası (Deve Olayı): ()

          Hz. Osman’ın katillerini bulmadığı gerekçesi ile Hz. Ali’nin halifeliğine karşı çıkan Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr gibi İslam’ın ileri gelenleri ile Hz. Ali kuvvetleri arasındaki bir çatışmadır. Çatışma, Hz. Ali’nin üstünlüğü ile sona ermiş, Talha ve Zübeyr ölmüştür.

ÖNEMİ:Müslümanlar arası ilk iç savaş

NOT: Hz. Ali bu olay sonrası devlet merkezini Medine’den Kufe’ye taşımıştır.

2. Sıffin Savaşı ve Hakem Olayı: ()

Hz. Ali’nin, Hz. Osman’ı öldürenleri koruduğunu ileri süren Şam Valisi Muaviye ile Hz. Ali kuvvetleri arasındaki savaştır.

Savaş Hz. Ali’nin üstünlüğü ile sürerken Mısır Valisi Amr Bin As, Muaviye’ye Kur’an yapraklarını askerlerinin mızraklarına takmasını önermiştir. Hz. Ali bunun bir hile olduğunu belirtti ise de askerleri Kur’ana karşı savaşmak istemediler ve halifelik sorunu Hakemlerin kararına bırakıldı.

Muaviye’nin hakemi Mısır Valisi Amr Bin As’ın Hz. Ali’nin hakemi Musa Bin El Eşari’ye karşı burada da hileye başvurması halifelik sorununu çözmediği gibi daha da karışık hale getirmiş ve Müslümanlar  üçe ayrılmıştır:

a) Hz. Ali taraftarları (Şiiler denmiştir),

b) Muaviye taraftarları (Emeviler)

c) Hz. Ali ve Muaviye’den ayrılanlar (Hariciler)  olmak üzere 3 gruba ayrılmışlardır.

Hariciler tarafından düzenlenen suikastlarda, Muaviye ve Amr Bin As kurtulurken, Hz. Ali şehit

düşmüştür. Hz. Ali’nin ölümü ile de “Dört Halife Devri” son bulmuştur.

DİKKAT: Böylece Hz. Ali de tıpkı Hz. Osman gibi müslümanlar arası ayrılıklar sonucu öldürülmüştür.

 

Hz. Safvan Bin Muattal ve Adıyaman Bölgesinin İslamlaşması

Hulefa-i Raşidin Dönemi Gerçekleşen İlk Fetihlerin Sebepleri

Hz. Peygamberin 11/ tarihindeki ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra Araplar Arabistan, Suriye, Mısır, Irak, İran’ın tamamını fethetmişlerdi. O günkü dünyanın en güçlü iki devletinden Bizanslıları, birçok savaşın yanında Ecnadeyn ve Yermuk gibi iki önemli savaşla, Sasanileri de birçok savaşın yanında Kadisiye ve Celula gibi savaşlarla dünya hâkimiyetlerini sona erdirmişlerdi. Çok fazla şehit verilmeden, kısa bir sürede bu kadar geniş toprakların fethedilmesi, eski ve yeni tarihçilerin dikkatini, Raşid Halifelerin fütuhat tarihini daha dikkatli bir şekilde incelemeye, sebeplerini araştırmaya çevirmiş, sonuçta bu dönemde gerçekleşen fütuhatın edebiyatı oluşmuş ve bu fütuhat kayıtlara girmiştir.


Aslında Hulefa-i Raşidin dönemi fetihlerinin gerçekleşmesi tek bir sebebe dayandırılamaz. Dünya tarihinin aktif bir öznesi olmak üzere fetihlere başlayan Müslüman Arapları, bu fetihlere yönelten ve bu fetihlerin gerçekleşmesini kolaylaştıran değişik gerekçeler bulunmakla birlikte, üç tane başat gerekçe bulunmaktadır. Bunlar siyasi, ekonomik ve dini gerekçelerdir. Diğer bazı çok önem arz etmeyen gerekçelerden bahsedilse de, biz önemi açısından özellikle bu üç gerekçe üzerinde durmak istiyoruz. Şimdi bunları izah etmeye çalışalım.

Siyasi Gerekçeler

Müslümanlar, Hz. Peygamber döneminde olduğu gibi, Hulefa-i Raşidîn döneminde de kendilerine bir saldırı olmaksızın bir topluma savaş açmamışlardı. Müslümanların hiçbir sebep olmaksızın bir topluma savaş açmamasına Habeşistan’ın durumu güzel bir örnektir. Ciddi bir savaş tehlikesi arz etmeyen, anlaşmaları bozmayan bu ülkeye ne savaş açılmış, ne cizye teklifi yapılmış, ne de Necaşi Müslüman olsa da hukuksal olarak küfür beldesi olan bu yere Müslümanlaşması için baskı yapılmıştır. Habeşistan’da, IV. yüzyıla kadar sadece birkaç Müslüman bulunmaktaydı. Bu örnek, bu anlamda Müslümanların ilk fetihlerinin hedef ve gayesi açısından önemli bir durumdur.


Bu bağlamda ilk fetihler öncesi gerçekleşen Hz. Ebubekir dönemi Ridde Savaşları’na göz attığımızda, savaşılan kabilelere karşı açılan savaşın haklı siyasi gerekçeleri bulunmaktadır. Bu savaşlar, daha çok verdikleri sözlerden dönen, siyasi ayrılık isteyen, merkeze vermesi gereken vergiyi vermeyen Arap kabilelerine karşı yapılmış olup çoğunlukla da dinî değil, siyasidir. Yani bunlarla İslam’dan ayrılmalarından dolayı değil, devlete karşı görevlerini yerine getirmedikleri, merkezle yaptıkları sözleşmeleri bozup vergilerini ödemedikleri ve bu durumu sistemli hale getirdikleri için savaşılmıştır.


Benzer gerekçeleri ilk fetihler için de söyleyebiliriz. İlk fetihlerin Bizans ve Sasaniler üzerine yapılmasının birçok siyasi sebepleri bulunmaktadır. Uluslararası savaşlar açısından düşündüğümüzde “kurtlar sofrası” diyebileceğimiz bir arenada, Bizans ve Sasani devletinin her ikisi de Müslümanlara tecavüzde bulunmuştu. Bizans, Hz. Peygamberin elçisini öldürmüş, Kuzey Arabistan’daki kendine bağlı kukla devletleri Müslümanlara karşı tahrik politikaları içindeydi. Bu sebeple Hz. Ebubekir dönemi fetihleri bir anlamda Hz. Peygamber döneminde başlayan Mute, Tebuk gibi savaşların devamı niteliğinde idi. Kuzeye gönderilen kimi Müslüman davet heyetleri katledilmekle kalmıyor, Bizans’ın hâkim olduğu bölgede Müslümanlığını açıkça söyleyenler öldürülüyordu. Kayser, bölgeye gelen Müslümanların sebep olup olmadığına bakılmaksızın öldürülmesi emrini vermişti. Yani ilk kanı onlar dökmüş, ilk savaşı onlar açmıştı. Bütün bu katliamlara ve daveti engelleyenlere karşı cevap verilmesi gerekiyordu. Sasanilerin düşmanlıkları da Hz. Peygamber dönemine dayanıyordu. Kisra, uluslararası kuralları hiçe sayarak Hz. Peygamberin gönderdiği mektubu, büyük bir tahkir örneği gösterip yırtmış ve bununla da kalmamış, Hz. Peygamberi yakalayıp getirmeleri için ta Medine’ye adam göndermişti.
Bizans ve Sasanilerin Müslümanlara yönelik bitmek bilmeyen saldırıl

arı olmasa idi, muhtemelen ilk fetihler bu kadar yaygınlık kazanamayacaktı. Bir anlamda fetihler bir zaruriyet gereği oldu. Müslümanlar kendilerine amansız şekilde saldıran bu güçlere karşı diğer yanaklarını çeviremezlerdi ve bunu yaparak gereken cevabı verdiler. Zaten tam bir kontrol mekanizması altında idare edilen Müslümanların fetihleri sırasında katliam ve gasp olmamasına rağmen, Hz. Ömer çok hızlı bir şekilde ilerleyen fetih anlayışının insan fıtratına uymayacağı, fethedilen kimi bölge halkları açısından kabullenilemeyeceği endişesiyle fetihlere ara vermek bile istemişti. İlk dönem İslam tarihinin en yoğun fütuhatının yapıldığı dönemde, Hz. Ömer hedefsiz, bilinçsiz, insana yönelik olmayan, cihat özelliğini yitirmiş, daha çok toprak gasp etmeye benzeyen bir fütuhat hareketine karşı çıkıyor, komutanlarının kendisinden izin almaksızın rast gele fütuhat yapmalarını istemiyordu.

O, ordularının fütuhat konusunda hızlı hareket etmemelerini istiyordu. İran bölgesi komutanlarından Ahnef b. Kays, hızlı devam etmesi gereken fethe engel olduğu için Hz. Ömer’le tartışıyordu. İkinci halife, İran bölgesindeki savaşların sürekliliğinden rahatsızlığını: “Bizimle onlar arasında bir set olsaydı, ne biz onlara ne onlar bize ulaşsaydı.” sözleriyle ortaya koyuyordu.  Hz. Ömer, cihat artık İslam’ı ulaştırmanın ötesinde askeri bir nitelik almaya başladığı için savaşı arzulamama politikasını her zaman ortaya koymuştu. Mısır’ın fethi için izin isteyen Amr b. As’a: “Mısıra girmeyin” şeklinde bir emir vererek, bu bölgeye yönelen komutanına engel olmak istemişti. Fakat Amr bu mektubun içeriğini tahmin ettiğinden dolayı Mısırı fethettikten sonra mektubu açmıştı.


Hz. Peygamber döneminde Kuzey Arabistan’a Mute ve Tebuk Savaşları ile başlayan seferler, Ridde Hareketleri’yle kesintiye uğramıştı. Ridde Hareketleri bastırılınca ilk halife vakit geçirmeden orduları kuzeye yönlendirdi. İlk fetihlerin gerçekleştiği dönemin hemen öncesinde Bizans ve Sasanilerin kendi aralarındaki bitmeyen savaşlar, ağırlıklı olarak bu fetihlerin yapıldığı bölgelerde gerçekleşmişti. Bu savaşlar hem bu iki devleti ekonomik olarak tüketmiş, hem de bölge halkına koydukları ağır vergiler ve yaptıkları talanlarla bölge halklarının nefretini kazanmışlardı. Kuzey Arabistan’daki topluluklar olan Süryanîler ve Nesturîleri de aşağılayarak ağır vergilerle sindirmişlerdi. Halkı ağır vergi zulmü altında eziyorlar ve mezhep değiştirme konusunda baskılar yapıyorlardı. Bizans Ortodokslarından farklı bir inanca sahip olan Hıristiyanların, kiliselerine el koyuluyor, katliamlar yapılıyordu. Örneğin M. te Bizans Kayseri I. Iustinos, Ortodokslardan farklı düşünen birçok Süryanî’yi katletmişti. Bizans Kayseri Mavrikos döneminde yapılan zulümler hat safhaya çıkmıştı. Bu dönemde Süryanîler, Humus yakınlarındaki Beytü’ş-Şems bölgesindeki merkeze toplayıp tarihin en kanlı soykırımlarından biri gerçekleştirilmişti. İhtiyar, kadın, çocuk denmeden koyun boğazlar gibi tümü kılıçtan geçirilmişti.


Ancak, bu baskılar ve ezilme dönemi Müslüman akınlarının bölgeye ulaşmasıyla bitti. Müslümanlar, Mümbit Hilal boyunca mütecavizlere karşı bölge halklarının kurtarıcısı oldular. Bu anlamda Müslüman fetihlerinin başarısında Sasaniler ve Bizansın kendilerini halkın gözünde tüketmelerinin etkisi büyüktü. Zaten o dönemde Bizans dinî-mezhebî güçlüklerle, Sasaniler idari zorluklarla boğuşuyordu. Gelen Müslüman akınlarına çok da önem vermediler, meselenin büyüklüğünü anladıklarında ise vakit çok geç idi.


Bu bağlamda güneyden gelen Arap fetihleri, bölgedeki özellikle Hıristiyanlık başta olmak üzere birçok dini ve mezhebi toplumlar için bir kurtarıcı güç olacak, Süryaniliğin yaralarını sarmasına, belki de bölgede Süryaniliğin bundan sonraki asırlarda yaşamasını sağlayacaktı. Bu sebeple bölgenin en önemli şehri olan Şam’ı Müslümanlar kuşattıklarında, şehri fethetmelerine yardım edenler de Hıristiyan papazlar idi. Bölgedeki Hıristiyanlar, İslam ordusunu Hama civarında zurnalar eşliğinde şenlikler yaparak karşılamışlardı. Mezhep baskısından bıkan Kuzey Irak’taki Nesturiler ise Müslüman olmuşlardı.


Bizans imparatoru Heraklius, ordularının Müslümanlar karşısında ardı ardına mağlubiyetlerinin sebeplerini araştırmak amacıyla etrafındakiler ile yaptığı istişare sırasında, ihtiyar bir kişi: “Müslümanların orduları gecelerini ibadetle geçirirken, gündüzlerini savaşla geçirmekte, iyiliği emretmekte, kötülükten engellemekte, parasını vermeksizin hiçbir şeyi yememekte, her yere barışla girip  galip gelince zulmetmemekte, verdiği sözleri yerine getirmektedir. Biz ise sözümüzden döner, halka zulmeder, içki içer, haramları işler, fesat çıkarırız.” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Heraklius, İslam ordusundaki Bedevî muharrik gücünün İslam’ın cihat ruhuyla birleşmesi sonucu ortaya çıkan gücün önemini kavramıştı. Ona yukarıdaki tarifi yapan şahsa söylediği şu sözler önemlidir: “er söylediklerin doğru ise, onlar şu ayak bastığım yerlere hakim olacaklardır.” Ardından derhal ülkesinin topraklarının bir kısmını Müslümanlara bırakmış, meşhur sözü olan “elveda Suriye” diyerek İstanbul’a dönmüştü.


Müslümanlar, fethettikleri bölgelerde kimseyi dine girme konusunda zorlamamışlardı. Sadece Müslüman olmaları için teşvik etmişlerdi. Hıristiyanlara dinî bir baskı uygulanmamasını bizzat halife Hz. Ömer emrediyordu. Hz. Ömer döneminde bölgedeki gayrimüslim halklar, gerçekten birçok hakka sahiptiler. Bunlar Bizans dönemindeki gibi ağır vergiler ödemiyorlar, yalnızca eli silah tutanlarından vergi alınıyordu. Hz. Ömer’in Kudüs’te oturan Hıristiyanlara verdiği emannamede belirttiği: “Bunlara haksızlık yapılmaması, güven içinde olmaları” gibi hususlar bunun bir göstergesidir. Halid b. Velid, Şam’a girdiğinde, halka verdiği emanname’de şöyle demişti: “Bu, Halid b. Velid’in şehre girdiği zaman Dımaşk halkına verdiği antlaşmadır. O, canlarının, mallarının korunacağı, kiliseleri, şehirlerinin surları ve evlerinin yıkılmayacağı ve iskân edilmeyeceğine dair kendilerine eman vermiştir. Onlar bu şartlarla Allah’ın ahdi ve Onun elçisinin, halifelerinin ve müminlerin zimmetindedirler. Eğer cizyelerini öderlerse, onlara yalnızca iyilikle muamelede bulunulacaktır.


Bölgedeki insanlar ilk kez insan olduklarını, Yunanlılar ve Bizanslılarla eşit olduklarını Müslümanlar gelince anladılar. Bölgedeki Hıristiyan ahali, Ortodokslar tarafından Ehl-i Bidat sayıldıkları için zulme uğruyorlarken, Müslümanlar gelince tam bir hürriyet ve emniyet içinde varlıklarını devam ettirme imkanı buldular. Müslüman orduların durumunu gözleyen İskenderiye Baş piskoposu gözlemlerini şöyle aktarır: “Bunlar ölümü hayata, tevazuyu şöhrete tercih ediyorlar. Onlar için dünyanın hiç çekiciliği bulunmamaktadır. Dizleri üzerinde oturup azıcık yemek yiyorlar. Liderleri içlerinde sıradan birisidir. Köle efendi birbirinden ayırt edilemiyor. Namaza çağrılınca hep beraber namaza koşuyorlar.”


Müslümanların, fetihler sırasında ve daha sonraki dönemde Hıristiyanlara karşı iyi davrandığını birçok Hıristiyan müellifler teyit etmektedir. Bunlardan Aday Şer, Müslümanların Şam’ı fethetmelerini şu sözlerle anlatır: “Araplar Hıristiyanlara iyi davrandı. Allah’ın yardımıyla mutluluk hüküm sürdü. Hıristiyanların yürekleri, Arapların egemenliği ile sevinç duydu. Tanrı onları güçlendirsin ve muzaffer eylesin.” Benzer ifadeleri diğer Hıristiyan müelliflerde de bulmak mümkündür. Bunlardan Antakya Yakubi Patriği Büyük Mişel: “Allah İsmailoğullarını göndererek kiliselerimizi yıkan ve yağma eden Romalılardan intikam aldı….. Ayrıca Süryani Abu’l-Farac, Bizanslıların Suriye’yi yağmalamalarını anlatarak: “Müslümanların daha insaflı olduğunu ve kendi dindaşı olan Bizanslılardan daha iyi olduklarını” ifade eder.


Hulefa-i Raşidîn dönemi fetihlerinin başarısının siyasi sebeplerinden biri de, Bizans ve Sasanilerin hâkim olduğu topraklardaki Suriye, Mısır ve Irak bölgesi halklarının, fütuhatlar sırasında bölgeye gelen Arapları, kolayca benimsemeleridir. Bunun en önemli sebeplerinden biri, gelenler, kendileri gibi Sami ırkındandı. Bunları ticari kervanlar sayesinde tanıyorlardı. Araplar bölgedeki Süryanîler ve Aramilerle yakın bir ırkı oluşturuyorlardı. Aynı bölgenin çocukları idiler, sünnet olma gibi benzer adetlere sahip idiler. Süryanîler ve Aramilerle benzer bir dil konuşuyorlardı. Gelen Arapların dini olan İslam,  Suriye ve Irak Hıristiyanlarına adeta bir Hıristiyan mezhebi gibi görünmüştü. Ayrıca bölgede yoğun bir Arap nüfusu da bulunuyordu. Bir örnek verecek olursak; Hire bölgesi halkı bölgeyi fetheden Halit b. Velit’e gelerek kendilerinin de Arap olduklarını söyleyerek, buna fasih Arapça konuşmalarını delil olarak göstermişlerdi.

Ekonomik Gerekçeler

Hulefa-i Raşidîn dönemi ilk fetihlerinin ekonomik gerekçelerle yapılıp yapılmadığı meselesi tarihçiler arasında tartışılmaktadır. Bu dönem fetihlerini bazı müellifler, “iklim bozukluğunun meydana getirdiği açlıktan dolayı, kuzeyin bolluk sahibi topraklarına saldırı” şeklinde aktarıp, fetihlerin açlık duygusu ile yola çıkan insanlar tarafından yapıldığı belirterek, fetihleri sadece “yağma gayesiyle yapılan savaşlar” şeklinde göstermeye çalışmışlardır. Bu iddiaların açmazı, aç olan bu insanların kuzeye saldırmasından sonra bolluğu ellerine geçirince, neden durmadan yollarına devam ettikleridir. Kuzeyin zenginliklerini eline geçiren bu fatihlerin durmadan ilerlemesinin ana ve en temel sebebi olarak sadece ekonomik durum gösterilemez. Kaldı ki bu orduların fethettikleri bölgeleri yağmalamadıkları apaçık ortadadır. Eğer temel hedef açlık olsaydı, yağmacı bir ordu görünümünün tarihe yansıması gerekirdi.


Yukarıda aktardığımız görüşlerde olduğu gibi, kuzeye doğru fethe çıkan bu orduların gerçekleştirdikleri fetihler esnasında, onları sürükleyen sebepleri sadece tek bir sebebe indirgemenin doğru olmadığını öncelikle belirtelim.  Ancak fetihlerin sebepleri arasında hiçbir şekilde ekonomik sebeplerin olmadığını da söyleyemeyiz. Nitekim  “bedevilerin kuzeydeki bolluk ve refah topraklarına ekonomik sebeplerle yönelmesi” şeklindeki bir düşünceyi doğrular nitelikte elimizdeki bazı veriler de bulunmaktadır. Sasani Kisrası Yezdicert, Müslüman elçilere: “…açlıktan dolayı kendi topraklarına saldırdıklarını, eğer isterlerse onları doyurabileceğini…” belirtmişti. Onu bu düşüncelere sevk eden şey, tahminden öte eskiden beri tanıdığı, gerektiğinde kendi ifadesiyle doyurduğu, Arapların durumunu ortaya koymaktadır. Hz. Ömer, Kudüs’e geldiğinde komutanları zengin bir halde görünce onlara hitaben: “…Karnınız doyalı iki yıl oldu, ne bu haliniz?” demişti. Bu ifade, fethe çıkan Müslüman ordunun durumunu açıklaması açısından önemlidir. Hz. Ebu Bekir, Arabistan’da görevleri biten ve birliği sağlayan orduları kuzeye gönderirken, onlara cenneti müjdeleyen dinî argümanlar yanında, ganimetlerle de müjdelemektedir. Bu anlamda ilk halife, bedevilerin ruhunu bilen bir kişi olarak onları kuzeye yönlendirirken ganimetler müjdelemesi, ilk fetihlerin sebepleri içinde ekonomik düşüncelerin de olduğu izlenimini ortaya çıkarmaktadır.


Ancak burada konuyu daha anlaşılır kılma ve buradaki muğlaklığı giderme sadedinde bazı izahlarda bulunmak istiyoruz:  İki yıl boyunca Müslüman Arapları uğraştıran Ridde Harpleri yeni bitmişti. Ridde Harpleri sırasında İslam’a karşı savaşan Bedeviler şimdi Müslümanların ordusuna katılmışlardı. Ridde Savaşlarıyla Arabistan’ı bir savaş kampına sokan ilk halife, muzaffer olmuş bu ordulara katılan ve katılmak isteyen bedevileri ne yapacaktı? Bu kurulan yeni ordu birliklerine alternatif bir savaş gösterilmese ne olacaktı? Bu hazır ordular nereye gidecekti? Doğrusu, yetersiz topraklara sahip bedeviler, eskiden beri yaptıkları kendilerini açlıktan doyuran yağmacılık olayı, Müslümanlar tarafından yasaklanınca ve bir merkeze bağlanıp tarih boyunca yapmadıkları bir şekilde bir hukuk düzeni altına girince, ne yapacaklardı? Arabistan’ın bozuk iklimi onları doyurmaya yetmeyecekti. Eğer harekete geçmiş bu ordular, uygun bir şekilde bir hedefe kanalize edilmez ise, içe dönük bir problem başlayacaktı. Ayrıca yeni biten Ridde Savaşları sırasında meydana gelen acıları unutturacak, intikam duygularını kapatacak, kan davalarına son verecek bir yol bulunmalıydı.


İlk halife, Ridde Savaşları sırasında mağlup olup, gururları incinen Arapların zihinlerini, bu malubiyetin etkisinden kurtarmak ve onların gayretlerini yeni bir yöne teksif etmek istedi. Bununla Ridde Harpleri sırasında savaşın meydana getirdiği istenmeyen bazı olayların intikamını alma düşüncesini ortadan kaldırmak istiyordu. Ayrıca bu savaşlar sırasında Müslümanlara savaş açmış ve bu yüzden onlara karşı mahcup durumdaki Araplara, kendilerini ispatlamaları için fırsat vermek istiyordu. Yine eskiden beri yağma kültürü ve kan davaları ile meşgul olan bu insanlar arasında Arabistan’da kaldıkları zaman ortaya çıkabilecek ve hortlayabilecek kan davalarını önlemek için, bu insanlar topraklarından alınarak hiç vakit geçirmeden kuzeye yönlendirildi ve Araplara adeta: “işte imkân, haydi kuzeye”  denildi.


İşte ilk halife coşkun bir şekilde hazır olan bu orduları,aşağılık bir gayeden yüce hedeflere, kan davalarıyla uğraşmaktan insanları zulümden ve kölelikten kurtarmaya, yağmacılıktan zalimlerle savaşmaya yönlendirdi. Böylece içe dönük bir kargaşa sonucu yeni dinin parçalanıp yok olmasını sağlayacak yeni fitnelerin önünü almış oldu. Orduları fetihlere göndererek yeni dinin parçalanmasını önlemiş oldu.
Ancak, ilk halife, orduları cepheye gönderirken, bu orduların başına hak hukuk bilen, yağmacı bir zihniyetle hareket etmeyen, zulme engel olma adına hareket eden komutanlar tayin etti. Ordunun yönlendirici kadrosunda Hz. Peygamberin terbiyesinden geçmiş çekirdek sahabe grubu vardı. Ordu içinde çok saygı gören bu insanların olması, tarihte ender rastlanılan bir savaş ahlakının uygulanmasına etkileri büyük olmuştur. İlk halife bu komutanlara da yaptığı bir konuşmayla dünya tarihinde ender bulunan bir savaş ahlakı ortaya koyarak nasıl bir savaş yapılacağının sınırlarını çizmişti.


Bedeviler açısından ganimet elde ederek ekonomik gelir anlamı olan bu savaşlarda, orduları yönetenler açısında ekonomik bir sebep değil, dinî bir gaye vardı. Kuzeye gönderilen orduların liderleri olan fatihler, savaş hukukunun uygulanmadığı ve savaşın ancak katliam olarak bilindiği bir çağda ve dünyada, hukuku olan bir savaş disipliniyle orduyu yönlendirme açısından çok mahir idiler. Komutanlar, bu orduları başıboş bırakmadılar. Eğer bu ordular, sıkı bir disiplin altında tutulmasalardı ve bedeviler olduğu gibi bırakılsalardı, muhtemelen yağmacı bir ordu profili ortaya çıkabilirdi. Onlar bedevilerdeki bu coşkun ruhu iyi kullanıp en güzel bir şekilde kanalize ettiler.


Fetihleri yapan orduyu oluşturan bedevilerin -Kuran’ın ifadesiyle “kalplerine İslam’ın hedefleri tam olarak girmediğinden”- hedefi ve geleneği yağma olsa da, lider tabakasının yönlendirmeleriyle böyle bir yağma gerçekleşmedi. Ahlakî ve hukukî bir zemin üzerinde yapılan bu savaşların sonuçları çok parlak oldu. Dinî baskılar olmadı. Katliamlar yaşanmadı.Sonuç olarak bu orduyu yönlendirenler, hedefi iyi tutturdular, Araplardaki coşkuyu ve arzuyu iyi yöne kanalize ettiler. Yani ekonomik sebeplerle, yeni dinin yayılmasına ket vuracak ve düzeni bozacak bu insan yığınlarını, ilkelerini çizdikleri bir savaş ortamına çekerek, coşkularının en güzel bir şekilde harcanmasına, insanlık için güzel bir fütuhat örnekliğinin ortaya çıkmasına vesile oldular.


Bu ordulardaki lider tabakasının önemini ve Müslümanların fetihlerindeki asıl gayenin ekonomik yağma olmadığını göstermesi açısından şu örneği vermek istiyoruz: Şam bölgesi fetihleri sırasında Bizans’tan bir ordu geldiğini haber alan Ebu Ubeyde b. Cerrah, Hıristiyan ahaliden topladığı cizyeleri, paranın en fazla lazım olduğu bir savaş döneminde: “Onları koruma karşılığı bu parayı topladıklarını, şu anda ise buna güçleri yetmediği için çekileceklerini” belirterek halka geri dağıtmak istemiştir. Bu olaya çok şaşıran Zimmîler, parayı almadıkları gibi, kendi dindaşları olan Bizanslılara karşı, Müslümanların başarılı olması için çalışmışlardır. Bu olay, fetihlerde görevli orduların lider takımının savaş hukukuna riayetini, söze sadakatini, ahde vefasını ve onlar açısından meselenin para olmadığını göstermektedir.


Fetihler sonucu ele geçirilen topraklardaki uygulamalar da incelenirse, fetihlerdeki hedefin anlaşılması açısından aydınlatıcı olacaktır. Fethedilen toprakların halkına üç şıklı bir savaş hukuku uygulandı. Fethedilen toprakların sahiplerine “Müslüman olma, cizye verme ve savaş” şeklinde üç teklifte bulunuldu. Aslında savaş uygulaması olarak düşmanın bütün mallarının yağmalandığı, gasp edildiği, insanların esirlik veya ölüm dışında başka bir şanslarının olmadığı o çağda, bu tekliften daha makul bir teklif olamazdı.


Buradaki ikinci şık olan cizye, belki ekonomik bir hedef olarak gösterilebilir. Ancak, İslam’ın yayılmasındaki en önemli etkenlerden biri, askerlik ve savaş vergisi olan cizye uygulaması idi. Aslında cizye, davetin bir başlangıcıydı. Davetteki asıl amaç para değildi. Cizye belki bir araçtı. Cizye sayesinde güvenlik içinde birlikte yaşama başlıyor ve İslam diğer din mensuplarına tanıtılıyordu. Savaş ortamında ise bu mümkün değildi. Cizyeyi yaşlılar, çocuklar, kadınlar, hastalar ve rahipler ödemiyordu. Ancak savaş yapabilecek eli silah tutan erkekler ödüyordu. Orduya asker verenler -Azerbaycan bölgesindeki Ermeniler gibi- bu vergiden muaf tutuluyorlardı. Mecburi askerlikle karşılaştırılınca bu para çok hafifti. Cizye bu anlamda maddi bir yük değildi. Zaten cizyenin miktarı Müslümanlar bölgeye gelmeden önce Zimmîlerin Bizans’a ödedikleri vergiden azdı. Oran olarak Müslümanların zekâtı kadar olması, meselenin esasının ekonomik olmadığını göstermekteydi.


Fetihlerdeki esas gayenin lider tabakası açısından, ekonomik olmadığının göstergelerinden biri de; Hz. Ömer’in fethedilen yerlerdeki arazileri, bütün sahabeyi karşısına alma pahasına fethedilen toprakları Müslüman fatihlere dağıtmamasıdır. O, Kuran’daki ganimet ayetinin hükmünü uygulamamış ve Haşr suresi ayeti temel alıp, buralardaki arazilerin yöre halkında kalacağına karar vererek, yöredeki insanların içlerindeki muhalefet duygusunu hafifletmeye çalışmıştı. Bu konuda sahabenin: “…Allah’ın emrini niye uygulamıyorsun…” şeklindeki yoğun itiraz ve baskıları altında kalmıştı. Ancak o, eğer böyle devam ederse bütün fethedilen arazilerin fatihlerin elinde kalacağını, bunun da yerli halkı devamlı ikinci sınıf vatandaşlar durumuna düşüreceğini, ileriki yıllarda tepkilere sebep olacağını, en önemlisi bu uygulamanın hiç de insani olmadığını, İslam’ın ruhuna uymadığını, düşünerek reddetmişti.


Konuyu Hz. Peygamberin savaş ortamında sahabelerini nasıl yetiştirdiğinin güzel bir örneğini teşkil eden bir hadisle kapatalım. Bu aynı zamanda onların savaşlara bakış açısını göstermesi açısından da önemlidir. Hayber fethi sonunda bir sahabe Hz. Peygambere: “Hiçbir muharebede bu kadar ganimet elde etmedim.” der. Hz. Peygamber bunun üzerine şu önemli sözleri söyler: “Sana, yaptığın takdirde bu ganimetten daha fazla kazançlı çıkacağın bir şey haber vereyim mi? Farz namazlardan sonra iki rekat namaz kıl.

Dini Gerekçeler

İlk fetihlerin sebepleri sadedinde bazı Müsteşrikler: “Cihat, toprak zaptı ve daimî harp olan bir vecibedir.” gibi görüşler aktarıp,  Müslüman fatihleri: “bir elde Kuran, bir elde kılıç” olan insanlar gibi tanıtmaktadırlar. Bazıları ise bunun normal olduğunu, Hıristiyanlığın kılıçla yayılması gibi, İslam’ın da kılıç zoruyla yayılabileceğini belirtmektedirler. Ayrıca Müslümanların fetihlerindeki başarıyı dinden kaynaklanan coşkunun ötesinde farklı sebeplere bağlama gayretiyle: “Araplar, Bizanslıların ve Sasanilerin bilmedikleri türde savaşıyorlardı, ani manevra kabiliyetine sahip idiler, bu sebeple Bizanslılar ve Sasaniler yenildiler. O dönemde Bizans ve Sasaniler kendi aralarındaki savaşlarla güçlerini tüketmişlerdi. Bu noktadaki hâkimiyet boşluğunu Müslümanlar kolayca doldurdular.” Şeklinde aktardıkları düşünceler de pek tutarlı değildir.

Çünkü, Bizanslılar ve Sasaniler, Arapları yakinen tanıyan komşu bir topluluk durumundaydılar. Üstelik Müslümanların Arabistan yarımadası dışında ilk karşılaştıkları devletin başkanı olan Heraklius, en büyük rakibi olan Sasanileri yakın zamanda yenmiş ve en muzaffer günlerini yaşıyordu. Müslüman Araplar her ne kadar çöle dayanıklı kimseler olsalar ve mağlûbiyet anında çöle çekilebilme avantajları onlara cesaret verse de, ilk fetihler sırasında meydana gelen savaşlar daha çok Bizans’ın ve Sasanilerin topraklarında gerçekleşiyordu. Bu anlamda Arapların avantajları yoktu. Ayrıca silah ve nüfus yönünden de Araplar, iki büyük rakiplerine göre çok zayıf durumdaydılar. Müslüman Arapların gerçek bir ordu durumuna gelmeleri Kufe ve Basra ordugâh şehirlerinin kurulmasından sonra olmuştu. Yine eğer aktarıldığı gibi Bizans ve Sasanilerin kendi aralarındaki savaşlar ile kendilerini tüketmeleri çok önemli bir faktör olsaydı, bu boşluğu Arabistan’ın kuzeyindeki Hireliler ve Ğassaniler gibi kurumlaşmış Arap devletlerin doldurması daha kolay olurdu. İlk İslam fetihlerinin başarısındaki sebepleri bunların dışında bir noktada aranmak gerekir.


Bu iddiaların geçersizliğini belirttikten sonra, ilk dönem fetihlerinin en önemli nedeni olarak dinin muharrik gücü olduğunu öncelikle vurgulamak istiyoruz. Çünkü İslam’da, savaşı emreden ayetler, zulmü engellemeye yönelik emirlerdir. Kuran, zulme, haksızlığa karşı savaş izni vermektedir. Bu konudaki Kuranî emirler, sadece Müslümanların zulme uğraması kaydına bağlanmamış, ezilen bütün insanları kurtarmak gibi bir boyutu da içererek, Müslümanlardan “sadece ezilen Müslümanların” değil, hiçbir din kaydı koymaksızın “yeryüzündeki bütün ezilenlerin” kurtarılmasını istemekte ve “Niçin kadın, çocuk ve ezilenler için savaşmıyorsunuz.” ayeti ile Müslümanlara, din farkı gözetmeksizin ezilen insanları, ezenlerin boyunduruğundan kurtarma görevi vermekte ve mükafat olarak bu uğurda ölenlere cennet müjdelemektedir. Müslümanlar açısından düşünüldüğünde kendi dinlerinin diğer ülkelerde bilinmesi ve ulaştırılması özgürlüğünün sağlanması, diğer ülkelerdeki baskı altında kalan diğer din mensuplarının din özgürlüğünü engelleyen baskı ve zorbalığın kaldırılması, insan için önemli olan beş şeyin korunması (din, akıl, mal, can, nesil), Kur’an ifadesiyle “fitnenin sona ermesi” için savaşıyorlardı.


Bu anlamda Müslümanlar bu fetihler için yola düşerken, içlerinde dinî duyguları, idealleri, hedefleri vardı. Yani fetihlerin dinî gerekçeleri bulunmaktaydı. Onlar fethettikleri topraklara istekle geldiler. Sayıları az olmasına rağmen galip geldiler, çünkü dinden kaynaklanan duygular, onları sürüklüyordu. Müslümanlar, kendilerinden kat kat büyük, zorla toparlanıp getirilmiş Bizans ve Sasani ordularını, ağırlığı dinden kaynaklanan bir güç ve arzuyla yendiler. Bizans ve Sasanilerin yenilgisini burada aramak gerekir. Bu gerçeği anlayan Bizans Kayseri Heraklius, Müslüman orduların başarısının sebebini yanındakilere şöyle açıklamıştı: “Onlar, sizin hayatı, yaşamayı sevdiğinizden daha fazla ölümü ve ahireti seviyorlar.”


Bu fetihlerde dinden gelen bir coşku boyutu olduğunu, fazla söze hacet duymadan, vereceğimiz şu misal çok güzel anlatmaktadır. Ziyad b. Cez ez-Zübeydî derki: “Mısır fethi sırasında Mısır halkı, Müslüman olup cizyeden kurtulmak veya cizye vermek konusunda serbest bırakılmıştı. Biz, Müslüman olmayıp cizye vermeye razı olarak Hıristiyan kalmak isteyenleri duydukça üzülüyor, cizyeye razı olmayıp Müslüman olanları duydukça, bir yeri fethettiğimizden fazla sevinç çığlıkları atıyorduk.” Başka bir misal verecek olursak: Kadisiye savaşı öncesi Sasanilerle görüşen Müslüman elçilere karşı taraftan yöneltilen “Müslüman olursak bu topraklardan gider misiniz?” sorusuna Müslüman elçiler: “Evet gideriz ve buralara ancak ticaret için geliriz.” demişlerdi. Sonuçta bu ordular, Hz. Peygamberin: “ …para, şan, şeref, yiğitlik, toprak elde etmek için değil de, Allah’ın yüce kelimesi yücelsin diye savaşanlar Allah yolundadır…” sözünü kendilerine şiar yapan insanların komutası altındaydılar, bu coşku ile yola çıkmışlardı.


Bu noktada şu farkı da belirtmek gerekir ki, İslam’ı yaymak ile İslam’ı ulaştırmak farklı şeylerdir. Hulefa-i Raşidîn dönemi fetihlerinde Müslümanlar ikincisini uygulamışlardır. Eğer bu fetihler sırasında Müslümanların hedefi, her halükarda dinin ulaştırılması değil, dinin yaygınlaştırılması ve Müslüman sayısının çoğaltılması olsaydı, Müslüman fatihler öncelikle İslam’ın yayılmasının önündeki en büyük engel olan diğer dinlerin din adamlarını, rahiplerini, papazlarını öldürmeleri gerekirdi ve bu mantıkla Müslümanların eline geçtikten sonra kilise ve havraları yıkarlar ve tekrar açılmasına engel olurlardı. Ancak tam tersi oldu. Müslümanlar din adamlarını öldürmedikleri gibi, fetihlerden sonra sayıları binleri bulanbirçok kilisenin açılmasına izin verdiler. Zaten  bu fütuhatın başlangıcını teşkil eden ilk sefere Hz. Ebu Bekir ordusunu gönderirken aynen şöyle demişti: “ …İhtiyarları, kadınları, çocukları öldürmeyin. Yemek müstesna hayvanları kesmeyin, hurma ağaçlarını kesmeyin, verdiğiniz ahitlerden dönmeyin, hainlik etmeyin, çalmayın, müsle yapmayın, manastırlarda din adamları göreceksiniz onlara dokunmayın…”


İslam’da savaşın gayesi İslamî fikirleri dayatmak değildir. Savaşa teşvik açısından yapılan dinî telkinler, cennet, şehitlik gibi hükümler de, toplumu zorla dinîleştirmeye yönelik değildir. Bu savaşları sürükleyen dinî bir saik vardır, ancak dinleştirme hedefi yoktur. Çünkü Müslümanlar açısından küfür, savaş sebebi değildir. Böyle olsaydı Habeşistan’a da savaş açmaları gerekirdi. Bu anlamda kuzeye yönlendirilen bu ordular vasıtasıyla gerçekleşen ilk fetihler sırasındaki İslam’ın yayılışı silah zoruyla değil, fetih ile olmuştu.


Sonuç olarak bu fetihlerde dinî saikler ilk sıradadır. İlk halifeler dinî ve evrensel hedeflerin, fetihlerde asıl amaç olmasına çalışmışlardır. Böylece ilk fetihlerin ana gerekçesini dinî motifler oluşturmuştur. Ganimet sevdası, fetihleri bu kadar sürükleyemez. Fetihler, dinî heyecan ve İslamî erdemle yapılmıştır ancak, toplumsal dinî bir değişim ön plana alınmamıştır ve fethedilen yerlerdeki halklar din değiştirmek için bir zorlamaya tabi tutulmamıştır.

 

<< Önceki Sayfa - Sonraki Sayfa >>

Bookmark and Share

Ecnadeyn Savaşı Kimler Arasında Ge&#;miştir?

Hz. Ebû Bekir, yılın sonunda (Şubat ) veya yılın başında (Mart ) hacdan döndükten sonra Medine'de toplanmış bulunan gönüllülerden oluşan orduyu, üç defa teşebbüs edildiği halde bir sonuç alınamayan Suriye ve Filistin'in fethine memur etti. Kumandanlardan Amr b. Âs'ı Filistin'in, Şürahbîl b. Hasene'yi Ürdün'ün, Yezîd b. Ebû Süfyân ile Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ı da Suriye'nin fethiyle görevlendirdi. Başlangıçta her biri kişiden oluşan bu üç ordu, daha sonra gönderilen takviye birlikleriyle 'er kişilik askerî güce ulaştılar.

Amr b. Âs Eyle üzerinden Güney Filistin'e, diğer kumandanlar ise Tebük-Maan yoluyla Ürdün ve Suriye istikametine sevkedildiler. Yezîd b. Ebû Süfyân, Ölüdeniz'in güneyinde Vâdilarabe'de Sergios kumandasındaki Bizans ordusunu mağlûp etti. Kaçan kuvvetler daha sonra toplandıkları yerde ikinci defa bozguna uğratıldı. Sergios bu mücadeleler sırasında hayatını kaybetti. Amr b. Âs ise kısa sürede Güney Filistin'i fethederek Gamrülarabât'a indi. Müslüman Araplar'ın bu âni hücumları ve başarılı sonuçlar almaları üzerine Bizans İmparatoru Herakleios, kardeşi Theodoros kumandasındaki kişilik bir orduyu harekete geçirdi. Bizans kuvvetleri Kuzey Filistin'e kadar ilerleyerek Cillik mevkiinde karargâh kurdular. Bu orduya mukavemet edemeyeceğini anlayan Amr b. Âs halifeden yardım istedi. Bunun üzerine Ebû Bekir Hîre'de bulunan Hâlid b. Velîd'e haber göndererek süratle Suriye'deki ordunun yardımına gitmesini emretti.

Hâlid b. Velîd, uzun ve yorucu bir çöl yolculuğundan sonra yanındaki kişilik birlikle Dımaşk'ın güneyinde yer alan Mercirâhit'e vardı. Buradaki Bizans birliklerini yenilgiye uğrattıktan sonra (18 Safer 13 / 23 Nisan ) güneye yönelerek Busrâ'da bulunan Ebû Ubeyde, Şürahbîl ve Yezîd ile buluştu. Kısa bir kuşatmadan sonra Busrâ barış yoluyla ele geçirildi. Hâlid b. Velîd'in kumandası altında birleşen İslâm ordusu kuzeye doğru ilerlemeye başladı. İki ordu Kudüs'ün batısında Remle ile Beytülcibrîn arasındaki Ecnâdeyn mevkiinde karşı karşıya geldi. Hâlid b. Velîd İslâm ordusunun merkez kuvvetlerine Ebû Ubeyde'yi, sağ kanada Muâz b. Cebel'i, sol kanada Saîd b. Âmir'i, süvari kuvvetlerine de Saîd b. Zeyd'i kumandan tayin etti. Müslümanlar devrin en güçlü devletinin düzenli, iyi eğitilmiş ve Sâsânîler'e karşı kazandığı zaferlerle morali yükselmiş ordusuyla savaşmak durumundaydı. İslâm ordusunun en az iki katı olan Bizans kuvvetleri ayrıca silâh ve teçhizat bakımından da çok üstündü. Ancak savaş müslümanların kesin zaferiyle sonuçlandı (28 Cemâziyelevvel 13 / 30 Temmuz ). Bu muharebede düşman askeri öldürüldü; müslümanlar ise sadece on dört şehid verdiler. Başkumandan Hâlid muharebenin neticesini bir mektupla Hz. Ebû Bekir'e bildirdi. Öte yandan Bizans İmparatoru Herakleios çok korkmuş ve endişeye kapılıp Humus'tan Antakya'ya kaçmıştır. Ecnâdeyn Savaşı ile Filistin ve Suriye'nin kapıları müslümanlara açılmış, iki yıl sonra kazanılan Yermük zaferiyle de bölgenin fethi tamamlanmıştır.

Ecnâdeyn Savaşı'nın tarihi hakkında ihtilâf vardır. İbn İshak, Vâkıdî ve Medâinî muharebenin 13 () yılında cereyan ettiğini, Taberî'nin râvilerinden Seyf b. Ömer ise 15 () yılında meydana geldiğini söyler. Suriye'nin fethiyle ilgili bir eser yazmış olan M. J. de Goeje ile J. Wellhausen ve L. Caetani gibi araştırmacılar, İbn İshak ve diğer tarihçilerin verdikleri Cemâziyelevvel veya Cemâziyelâhir 13 (Temmuz, Ağustos ) tarihini tercih etmektedirler.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

nest...

batman iftar saati 2021 viranşehir kaç kilometre seferberlik ne demek namaz nasıl kılınır ve hangi dualar okunur özel jimer anlamlı bayram mesajı maxoak 50.000 mah powerbank cin tırnağı nedir