gelişmiş ülkelerin nüfus politikaları / Geri kalmış ülkelerde nüfus artışı ve beslenme -- Toplum ve Hekim

Gelişmiş Ülkelerin Nüfus Politikaları

gelişmiş ülkelerin nüfus politikaları

 

Dünyada ve Türkİye'de Nüfus Sorunu*

      I. Dünyada Nüfus Artışı:

      Paleolitik ve neolitik çağlarda dünyada nüfus hem çok az, hem çok yavaş artıyordu. Yüz binlerce yıl süren paleolitik çağ nüfusunun milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Neolitik çağ ortalarında da tahmin edilen nüfus milyon arasındadır. On yedinci yüzyılda ise nüfus ancak yarım milyara ulaşabilmiştir. Nüfus artış hızının 17 ci yüzyıldan sonra hızlandığını görüyoruz (Şekil:1). Günümüzde milyara ulaşan nüfusun yılında milyar olacağı hesaplanmaktadır.


                        Şekil Çağlar Boyu Nüfus Artışı

     

      2. Nüfus Artışını Etkileyen Öğeler:

      Dünya ölçüsünde nüfus artışını ya da azalmasını iki öğe -ölümler ve doğumlar- etkiler. Ülke ve bölge düzeyinde üçüncü bir öğe olan göçlerin de nüfus artış ve azalışında rolü vardır. Paleolitik ve neolitik çağda doğurganlık en yüksek düzeyde idi. Ölümlülük de hemen hemen aynı düzeyde olduğu için nüfus artmıyordu. Ölümlerin yüksek oluşunun nedenleri de kıtlıklar, salgın hastalıklar ve şiddet olayları idi.

      On sekizinci yüzyılda batı ülkeleri yeni bir çağa, endüstri çağına girdi. Bu çağın nüfus bakımından özellikleri kıtlıkların kontrolü, beslenmenin düzelmesi, salgın hastalıkların önlenmesi, tıbbın gelişmesi ve üretim için insan gücünün yerini büyük ölçüde diğer enerji kaynaklarının almasıdır. Endüstri çağında sosyo-ekonomik gelişmişliğe koşut olarak doğurganlık da azalmaya başlamıştır. Doğurganlık düzeyi ile sosyo-ekonomik öğeler arasındaki etkileşim konusunda, her ülkede pek çok araştırma yapılmıştır. Kentleşme, eğitim düzeyinin yükselmesi, üretim için insan gücü gereksinmesinin azalması, sosyal güvence ve dayanışmanın gelişmesi, çocuk ve genç yaştaki erişkin ölümlerinin azalması ve kadının ev dışında çalışması gibi etkenler ailelerin sahip olacakları çocuk sayısı konusunda karar vermelerini belirleyen öğelerdir. Aslında bu öğeler iki temel etkene indirgenebilir. Bunlardan biri Liebenstein'in ileri sürdüğü gibi çocuğun aile için yarar ve maliyet dengesi, diğeri de kadının aile içinde ve toplumdaki statüsüdür. Çocuğun aile için maliyeti artar, yararı azalır, kadın ev dışında çalışır ve erkeklerle birlikte sosyal yaşantısı  olursa doğurganlık azalır.

      Çağlar boyu ölüm ve doğum hızlarındaki değişmeyi Blacker beş aşamalı bir süreç olarak tanımlamaktadır (Şekil:2). İlk aşama -paleolitik ve neolitik çağda olduğu gibi- ölüm ve doğum hızlarının yüksek düzeyde dengede olduğu aşamadır. Bu aşamayı doğurganlığın değişmediği ölümlerin azaldığı aşama kovalar. Zamanımızda az gelişmiş ülkeler bu aşamadadır veya üçüncü aşamaya geçmiştir. Üçüncü aşamada doğumlar da azalmaya başlar. Dördüncü aşama doğum ve ölüm hızlarının alçak düzeyde dengelenmesidir. Sanayileşmiş ülkeler 20 ci yüzyıl başından beri bu aşamaya erişmişlerdir. Beşinci aşama düşük doğurganlık başka bir deyimle doğum hızının ölüm hızından düşük olduğu- aşamadır. Bir kısım endüstrileşmiş ülkeler -örneğin Batı Almanya- son yıllarda bu aşamaya erişmiştir.

      3. Nüfus Sorunları:

      Neolitik çağın nüfus sorunu nüfusun hızlı artmayışıdır. O çağlarda ekonomik, siyasi ve askeri güç nüfusa bağımlı idi. Üretim için insan gücü, ordular için asker sayısı kritik öğe idi. Bu nedenle neolitik çağ insanı çoğalmak istiyordu. Ancak ölümleri kontrol edemediği için hızla çoğalamıyordu.

      Endüstri çağında özellikle 20 ci yüzyılın ikinci yarısında nüfus sorunu daha karmaşık bir durum almıştır. Bu soruna hem tüm dünya açısından hem de ülkeler açısından bakmak gerekmektedir. Nüfus sorunu Dünya açısından ele alındığı zaman, en önemli sorunun beslenme sorunu olduğunu görürüz. Şayet nüfus artışı bu hızla giderse gelecekte kıtlıklar kaçınılmaz bir sorun olacaktır. Bugün bile kendi nüfusunu besleyebilecek kadar besin üretebilen ülkelerin sayısı sınırlıdır. Birleşmiş Milletlerin Tarım ve Besin Örgütü (FAO) uzmanlarının yaptığı hesaplara göre yılında dünya tahıl stoku milyon tondu. Bu miktar sürekli azalarak yılında 89 milyon tona düştü ve halen aynı hızla düşmeye devam etmektedir. Protein üretim ve tüketiminde durum daha da kötüdür. Dünya açısından ikinci önemli sorun, az gelişmiş ülkelerde hızlı nüfus artışının sosyo-ekonomik gelişmeyi yavaşlatması ve buna bağımlı olarak gelişmiş ülkelerle az gelişmiş ülkelerin refah düzeyleri arasındaki farkın hızla büyümesidir. Bunun Dünya ölçüsünde sosyal çalkantılara ve savaşlara neden olması kaçınılmazdır. Bu iki sorun yanında nüfusun artışına bağımlı olarak çevrenin daha fazla kirlenmesi ve aşırı kentleşme de küçümsenemeyecek birer sorundur.

imagegif ( bytes)
            Şekil Demografik Dönüşüm Aşamaları

      Sorun ülkeler açısından ele alındığı zaman, az gelişmiş ülkelerde nüfusun hızlı artışı sermaye birikimini olumsuz etkilemekte ve nitelikli insan gücü yetiştirmeyi güçleştirmekte, bu nedenle ekonomik gelişme hızı çok sınırlı kalmaktadır. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve konut gibi sosyal gereksinmeler de bir yandan ekonomik güce, bir yandan da yapılacak iş hacmine bağımlı olduğundan ülkeler bulundukları düzeyi aşamamakta veya çok yavaş gelişebilmektedirler.

      Gelişmiş ülkelerde nüfusun çok yavaş artışı ve hatta azalışı bu ülkeler için bir sorun değildir. Bu ülkelerin çoğunun nüfuslarını arttırıcı politikaları vardır. Ancak bu politika ailelerin isteklerine ters düştüğü için etkisizdir. Aslında gelişmiş bir ülke için nüfusun azalması sosyo-ekonomik yönden zararlı değil, yararlıdır. Çünkü ülkenin ikinci endüstri devrimi aşamasına -otomasyon çağına- geçmesi kolaylaşır ve yabancı işçi kullanarak daha fazla sermaye birikmesi sağlanır.

      4. Nüfus ve Sağlık:

      Nüfus ve sağlık konusunu işlemeden önce hızlı nüfus artışı, çok çocuklu aile ve aşırı doğurganlık terimlerinin üzerinde durmak gerekir. Aslında bu üç terim de aynı olguyu betimlemektedir. Fark, soruna bakış açısıdır. Kadın fazla doğurduğu için aile çok çocuklu olmakta ve ülkenin nüfusu hızlı artmaktadır. Bu nedenle nüfus sorununa sağlık açısından bakarken aşırı doğurganlık terimini kullanmak yerinde olur.

      Sağlık ile aşırı doğurganlık arasındaki ilişkiye gelince; aşırı doğurganlık sağlığı hem doğrudan ve hem de dolaylı olarak etkilemektedir. Ailede çocuk sayısı ve doğumlar arası sürenin çocuk sağlığı üzerine etkisini gösteren çok sayıda araştırma vardır. Bunlardan bazılarının sonuçları Tablo:1'de özetlenmiştir. Bu tablodaki verilerin gösterdiği gibi ailede çocuk sayısı arttıkça çocuk ölümleri artmakta, çocukların hastalanma oranı yükselmekte, beslenme durumu bozulmakta, çocukların zekâ gelişmeleri gerilemektedir.

      Tablo Aşırı Doğurganlığın Çocuk Sağlığına Etkisi

 

Ailede Yaşayan Çocuk Sayısı

Bebek  Ölüm Hızı  (binde)

Beslenme Yetersizliği Olan Çocuk Yüzdesi

Kişi Başına Yılda Gastro-Enterit

1

-

2

-

3

4

5

6

 

7

(1)

 

8

-

(2)

 

9

-

-

-

 

10

-

-

-

 

      (1) 7 ve daha fazla
      (2) 8 ve daha fazla

      Aşırı doğurganlığın, özellikle sosyo-ekonomik koşulların iyi olmadığı durumlarda ana sağlığını olumsuz etkilediğine dair çok yayın vardır. Bunlardan biri Tablo:2'de görülmektedir. Dört  ve daha fazla çocuğu olan kadınlarda jinekolojik şikayet ve hastalıklar dörtten az çocuklu kadınlara kıyasla önemli ölçüde fazladır.

      Tablo Ergazi Sağlık Ocağı Bölgesinde Evli Kadınlarda Doğurganlık ve Jinekolojik Hastalık ve Şikayetler Arasında İlişki

 

Jinekolojik yakınması veya hastalığı olan kadınlar

        Sayı               Yüzde

4 veya daha az

  66                   52

5 veya daha çok

                   72

Toplam

                   60

      Chi Kare      p­ <

      Nüfusun hızlı artışının ekonomik gelişme üzerine olan olumsuz etkisinin sağlık üzerine de yansıması doğaldır. Gerçekten sağlık ile ekonomik güç arasında genel bir ilişki vardır. Ancak çeşitli nedenlerle ortalamadan sapmanın çok belirgin örnekleri de vardır. Suudi Arabistan'da kişi başına gelir dolar, doğuşta beklenen yaşam süresi 53 yıldır. Buna karşın Srilanka'da kişi başına gelir dolar, doğuşta beklenen yaşam süresi 69 yıldır. Dünya Bankasının yıllık gelişme raporunda Srilanka'nın durumu şöyle açıklanmaktadır: "Srilanka'da beklenen yaşam süresi, eğitim düzeyi ve düşük doğurganlık, diğer fakir ülkeler ile kıyaslanırsa bir rekor olduğu görülür. Hükümet bunu son yirmi yılda milli gelirin yüzde onunu eğitim, sağlık ve beslenme programları için harcayarak sağlamıştır. Bu uygulama, bir bakımdan ekonomik büyümeyi yavaşlatmıştır. Milli geliri düşük olan diğer ülkelerde, milli gelir daha hızlı artmıştır. Ancak diğer düşük gelirli ülkelerde kişi başına düşen gelirin yüzde artmasına karşın, Srilanka'da nüfus hızlı artmadığı için kişi başına gelirin yıllık artış hızı yüzde 2 olmuştur."

      Nüfusun sağlık üzerinde dolaylı etkisine gelince, bilimsel araştırmalar göstermiştir ki, beslenme, konut durumu, eğitim ve çevre koşulları gibi faktörlerin kişinin sağlık düzeyi üzerine etkisi vardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi  aşırı nüfus artışının da bu faktörler üzerinde olumsuz etkisi vardır. Bu nedenle de aşırı nüfus artışı, makro düzeyde bir yönüyle sağlık sorunu da olmaktadır. Nüfus artışının sağlık hizmetlerine yaptığı etki üzerinde de durmak gerekir. Bir toplumda sağlık hizmetleri düzeyi sağlık insan gücü ve tesislere bağımlıdır. Sağlık hizmetini geliştirmek için kişi başına düşen sağlık personeli ve tesis sayılarını arttırmak esastır. Aşırı nüfus artışı az gelişmiş ülkelerde bu oranların halk yararına değişmesi için yapılan çabaların verimini büyük ölçüde düşürmektedir. Dünya Sağlık Örgütünün incelemelerine göre son 20 yılda az gelişmiş ülkelerde hekim sayısı iki katına çıkmıştır. Buna karşılık, kişiye düşen hekim sayısı den a çıkabilmiştir. Bu ülkelerde nüfus artış hızı Avrupa ülkeleri düzeyinde olsa idi hekim oranı, aynı çaba sonunda de 11olurdu.

      Bir örnek de kendi ülkemizden verebiliriz. Ülkemizde yılında hasta yatağı vardı ve kişiye bir hasta yatağı düşüyordu. Bu oran yılında yatak başına kişi oldu. ve yılları arasında nüfusumuzun ortalama artış hızı binde 18 idi. Bu oran yılına kadar değişmese ve hastane yapımı aynı hızda sürdürülse idi, nüfusumuz 35 milyon ve yatak başına kişi sayısı olurdu.

      Nüfusun sağlık üzerine etkisi, aile büyüklüğünün aile refahı üzerine olan etkisiyle de gösterilebilir. Bir ailenin refahı gelirine, paranın satın alma değerine ve ailedeki tüketici sayısına bağlıdır. Bu üç değişkenden ilk ikisinin değişmediğini ve ailede çocuk sayısının değiştiğini varsayalım. Örneğin aylık geliri lira olan iki işçi ailesini ele alalım. Birinin 2 çocuğu diğerinin 8 çocuğu olsun. Birinci ailede kişi başına gelir lira ikinci ailede lira olacaktır. İkinci ailenin refah düzeyi ayda lira kazanan 2 çocuklu aile düzeyinde olacaktır. Bu nedenle az çocuklu ailelerin, kendi düzeylerinde olan çok çocuklu ailelere kıyasla, daha sağlıklı yaşama olanakları olacaktır.

      5. Çocuk Düşürme: Tıbbi ve Sosyal Bir Sorun:

      Çocuk düşürme olgusu din adamlarını, düşünürleri, hekimleri ve devlet adamlarını ilgilendiren bir konudur. Bu ilginin nedenlerinden biri, çocuk düşürmenin bir canlının öldürülmesi sayılıp sayılamayacağıdır. Yirminci yüzyıla kadar benimsenen görüş, çocuk düşürmenin bir cinayet olduğu idi. Bu görüşün en kuvvetli temsilcisi Hipokrattır. Hipokratın görüşü, gebeliğin döllenmeyle başladığı ve çocuk düşürmenin tıp ahlakına aykırı olduğu idi. Buna karşın Aristo embriyoya ruhun 40'cı günde girdiği, Eflatun çocuk hayatının doğumlu başladığı, Bergamalı Büyük Hekim Galen gebeliğin 28 ci haftasından önce fetusun insan sayılamayacağı görüşünde idiler. Roma kanunlarına göre de çocuk düşürme gebeliğin 40 cı gününden önce cinayet sayılmamakta idi.

      Din adamlarının görüşlerine gelince; Bu konuda fark, dinlerden çok aynı dinden olan din adamları arasında görülmektedir. İslam din adamları yılında Rabat'ta toplanarak aile planlaması ve çocuk düşürme olgusunu tartışmışlardır. Bir grup din adamı Kuranı Kerimin Müminin suresinin ayetine dayanarak gebeliğin ilk döneminde çocuk düşürmenin günah sayılamayacağını ileri sürmüşlerdir. Bu ayetin anlamı şöyledir: "Seni önce kan pıhtısı olarak yarattım. Sonra senin kemik ve etlerini yarattım ve ondan sonra sana can verdim." Bugünkü tıp bilgilerimize göre yukarıda da belirtildiği gibi fetusta adalelerinin teşekkül ettiğinin ilk belirtileri gebeliğin 8'nci haftasında başlar. Bu duruma göre uncu haftadan önce çocuk sayılacak canlı söz konusu değildir. Bir diğer grup İslam bilgini ise, çocuk hayatının yumurtanın döllenmesi ve uterus içi zara yerleşmesi ile başladığı ve ananın hayatının tehlikede olması gibi zorunlu durumlar dışında çocuk düşürmenin günah olacağı görüşündedirler.

      Musevi din adamları arasında da görüş birliği yoktur. Hıristiyan din adamları arasında da durum aynıdır. Protestan kiliselerinde ancak ana sağlığı yönünden gerekliyse çocuk düşürülebilir görüşünde olanlar yanında, bu konuda karar yetkisinin kadın ve ameliyatı yapacak hekime ait olduğu ve konunun dinsel yönü olmadığı görüşünde olanlar da vardır. Katolik kilisesine gelince, Katolikler, insan hayatının döllenmeyle başladığı ve bu nedenle çocuk düşürmenin bir günahsızı (masum) öldürme sayılacağı görüşündedirler. Katolik kilisesi bu konuda çok katıdır. Ananın hayatı tehlikede olsa da çocuğun düşürülemeyeceği görüşünü savunmaktadır. Bununla beraber Katolik din adamları arasında da ana hayatı tehlikede ise çocuk düşürülebileceğini kabul edenler vardır.

      Hekimlerin bu konudaki düşüncelerine gelince, bir kısmı çocuğun hayatının yumurtanın döllenmesi ile, gebeliğin ise döllenmiş yumurtanın uterus içi zara yerleşmesi ile başladığı görüşündedirler. Buna karşın bir kısım hekimler uterus dışında yaşama yeteneği olmayan fetusun anadan ayrı bir varlık sayılamayacağı görüşündedirler. Bu görüşte olan hekimlere göre, ananın rızası ile çocuk aldırma bir hastalık nedeniyle bir organın çıkarılmasından, sağlıklı kadınların güzelleşme nedeniyle yaptırdıkları plastik ameliyatlardan veya vücuttan bazı kısımların çıkarılmasını gerektiren diğer ameliyatlardan farksızdır. "Çocuk istemeyen gebe bir kadın sağlıklı mıdır?" sorusunun yanıtını da aramak gerekir. Dünya Sağlık Örgütü anayasasında kabul edilen tanımlamaya göre, "Sağlık, sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam iyilik halidir." Bu tanıma göre gebe kalan ve psiko-sosyal nedenlerle bunalım içinde olan ve bu gebeliği istemeyen bir kadına sağlıklı demek olasılığı yoktur.

      Görülüyor ki Feylesoflar, din adamları ve hekimler arasındaki görüşler oldukça çelişkilidir. Konuyu tartışanlar, genellikle, bilimsel gerçeklerden çok inanç ve ön yargılarını savunmaktadır. Bu yargıyı destelemek üzere bir abartma yapılabilir: "İnsan hayatı, insanın yaratılışından bu yana aralıksız  süregelmektedir. Bu süreçte hayat sürekli olarak, insan -yumurta ve sperm-embriyo-fetus-insan dönemlerinden geçmektedir. Bir embriyo ve fetusun öldürülmesi ne kadar suç ise, cinsi münasebette bulunmayıp çocuğa dönüşme potansiyeli taşıyan bir yumurtanın ölmesine ve ölü hücre olarak uterustan atılmasına neden olmak da o kadar suçtur."

      Çocuk düşürme konusunda olumlu veya olumsuz bir yargıya varmadan önce, çocuk düşürmenin yasalar ile veya din baskısı ile önlenip önlemeyeceğini de düşünmek gerekir. Bir kadın çocuk düşürmek istiyorsa ölümü göze alır. Gebe kalan bir kadın doğurmak istemiyorsa -kendince geçerli saydığı nedenlerle- yasalar, din adamları, hekimler ve yakınları ne derse desin istemediği bu gebeliği düşük ile sonuçlandırır. Bu gerçeği gören ülkeler, isteyerek ve sosyal nedenlerle çocuk düşürmeyi serbest bırakmışlar ve hekimler de bu görevi benimsemişlerdir. Bu ülkeler arasında Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Sovyetler Birliği gibi gelişmiş ülkeler ile Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Tunus gibi az gelişmiş ülkeler vardır.

      Türkiye'deki duruma gelince, ananın sağlığı tehlikede veya doğacak çocuğun sakat doğma olasılığı fazla ise yetkili hekimler uterusu boşaltabilir. Bu konudaki hangi koşullarda uterusun boşaltılabileceği "Tıbbi zaruret halinde gebeliğin sona erdirilmesi ve sterilizasyon yapılması hakkında Tüzük" de belirtilmiştir. Kürtajın yasal olduğu koşullar arasında birinci trimesterde teratojenik ilaç alma ve röntgen çektirme de vardır.

      Çocuk düşürmenin yaygınlığına gelince, uzmanların tahminine göre dünyada her yıl isteyerek çocuk düşüren kadın sayısı 55 milyon dolayındadır. Tablo:3'de örnek olarak seçilen bazı ülkelerdeki  çocuk düşürme hızları görülmektedir. Sovyetler Birliği ve Japonya gibi doğurganlığı düşük ülkelerde çocuk düşürmenin yüksek oluşunun nedeni, etkin gebeliği önleyici yöntemlerin kullanılmasının yaygın olmamasıdır. Buna karşın doğurganlığı ve çocuk düşürme hızı düşük ülkelerde -örneğin İngiltere, Fransa, İsveç vb.- gebeliği önleyici etkin yöntemler yaygın olarak kullanılmaktadır. Türkiye, çocuk düşürmenin oldukça yaygın olduğu ülkeler arasındadır. Yapılan araştırma sonuçlarına dayanan hesaplara göre her yıl dolaylarında kadın isteyerek çocuk düşürmektedir. Bunun nedeni, doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi istenmeyen gebeliklerin etkin yöntemlerle önlenememesidir.

      İsteyerek yapılan düşükler en iyi koşullarda bile olsa anne için belli bir risk taşır. Ayrıca, bu düşüklerdeki komplikasyon hızı, düşüğün o ülkedeki yasal durumuna, gebelik süresine, sonlandırma yöntemine ve sonlandıran kişinin bilgi ve becerisine göre de önemli ölçüde artar veya azalır.

      Tablo Çeşitli Ülkelerde Çocuk Düşürme Sıklığı

 

Ülkeler(4)

İs. Düşük Hızı Binde (1)

İs. Düşük Oranı Binde (2)

Kaba Doğum Hızı Binde (3)

İngiltere()

  12

12

Fransa ()

  14

14

İtalya ()

  16

13

Tunus ()

  17

  93

32

İsveç ()

  21

12

Türkiye ()

  29

32

ABD ()

  30

15

Macaristan ()

  36

16

Bulgaristan ()

  68

16

Japonya ()

  84

15

Romanya ()

  88

19

Sovyetler Birliği ()

18

Açıklamalar: (1) Doğurganlık çağındaki kadının bir yılda yaptığı isteyerek çocuk düşürme ve aldırma,
(2) Ölü doğum ve kendiliğinden düşük hariç gebelikten isteyerek düşükle sonuçlananlar,
(3) Bir yılda bin kişiye düşen canlı doğum sayısı,
(4) Parantez içindeki sayılar düşük istatistiğinin yılıdır. Kaba doğum hızları yılına aittir.

      Çocuk düşürme bir aile planlaması yöntemi olarak kullanılabilir mi? konusuna gelince Japonya, Çin Halk Cumhuriyeti, Tunus gibi bazı ülkeler çocuk düşürmeyi bu amaçla kullanmakta ve kolaylaştırıcı önlemler almaktadırlar. Ana sağlığı yönünden bu doğru değildir. Aile planlaması, gebeliği önleyici ilaç ve araçlar ve sterilizasyon ameliyatıyla yapılmalıdır. Zamanımızda yaygın olarak kabul edilen uygulama, tıbbi veya sosyal nedenlerle çocuk sahibi olmak istemeyen gebe kadınların tıbbi olanaklardan yararlandırılarak gebeliklerinin sona erdirilmesidir. yılında ülkemizde de bu doğrultudaki yasa kabul edilmiştir.

      6. Türkiye'de Nüfus Yapısı:

      Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait olarak  nüfus konusunda iki bilgi vardır. Bunlardan biri yıllarında Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılan ev sayımına dayanarak Ömer Lütfi Başkan'ın yaptığı tahmindir. Bu tahmine göre İmparatorluğun nüfusu -Hıristiyan tebaa dahil- 11 milyondu. İkinci bilgi yılında yapılan sayım sonuçlarıdır. Bu sayımda yalnız erkek nüfus sayılmıştır. Kadın-erkek nüfusu hemen hemen eş olacağına göre 19 cu yüzyıl başlarında İmparatorluğun nüfusu milyon dolayındadır.

      Türkiye Cumhuriyeti hükümeti kuruluşundan bu yana nüfus sayımlarına büyük önem vermiştir. İlk sayım yılında yapılmış ve Türkiye'nin nüfusu milyon olarak saptanmıştır. yılında yapılan sayım, yılında gerçek nüfusun biraz daha fazla olması gerektiğini göstermektedir. yılına kadar her beş yılda bir yapılan nüfus sayımlarının sonuçları ve nüfus artış hızları Tablo:4'de görülmektedir. yılında Türkiye dünyanın cu ve Avrupa'nın 6.cı en kalabalık ülkesidir. yılında nüfusumuzun 73 milyon olacağı hesaplanmıştır. O zaman Dünyanın ci  ve Avrupa'nın funduszeue.info en kalabalık ülkesi olacağız. Nüfus artış hızına gelince Tablo:4'de görüldüğü gibi İkinci Dünya Savaşından önce nüfus artış hızı binde 19 iken, İkinci Dünya Savaşı süresinde binde ya düşmüş, savaştan sonra hızla artarak döneminde binde 'e yükselmiştir. Ölüm ve doğum oranlarına gelince, bu hususta araştırmalar larda başlamıştır. Yapılan araştırmalar yılında derlenmiş ve değerlendirilmiştir. Bu  bulgular Tablo:5 de sunulmuştur. Bu tabloda ve Şekil:3'de görüldüğü gibi İkinci Dünya Savaşından sonra ölüm hızı doğum hızına kıyasla çok hızlı düşmüş ve nüfusumuzun çok hızlı artmasına neden olmuştur.

      Tablo Türkiye Nüfusu ( - )

Yıllar

Nüfus

Sayımlar Arası Artış

Yıllık Artış Hızı (Binde)

       -

    -

  

 

      Tablo Türkiye'de Ölüm ve Doğum Hızları ve Beklenen Yaşam Süresi

Hızlar

Kaba ölüm (binde)

Bebek ölüm

(binde)

 

 

 

 

 

 

eoErkek(yıl)

 

 

 

 

 

 

eoKadın(yıl)

 

 

 

 

 

 

eoErkekve Kadın(yıl)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

e5 Erkek(yıl)

 

 

 

 

 

 

e5 Kadın(yıl)

 

 

 

 

 

 

Kaba Doğum

 

 

 

 

 

 

(binde)

 

 

 

 

 

 

Toplam

Doğurganlık

 

  

 

  

 

  

 

  

 

  

 

  

Zamanımızdaki sosyal ve ekonomik sorunlar, büyük ölçüde bu hızlı artış ve yanlış ekonomik politikadan kaynaklanmıştır.

imagegif ( bytes)      
Şekil Türkiye'de Doğurganlık ve Ölüm

      Türkiye nüfusunun yaş yapısında yılı ile yılı arasında önemli bir fark yoktur. 15 yaş altındaki nüfus tüm nüfusun yüzde 40'ı ve bağımlılık oranı (üretken olmayan nüfus / yaşında üretken nüfus) 'dır. Cinsiyet oranlarına gelince de oran (E/K) iken te olmuştur.

      7. Türkiye'de Nüfus Politikaları:

      Osmanlı İmparatorluğu zamanında nüfus sorunu bugün anladığımız anlamda üzerinde durulan bir konu olmamıştır. Bu dönemde, İmparatorluk topraklarının genişletilmesi veya korunmasına bağlı olarak bilhassa askeri güçle ilgili fazla nüfus isteği ve aynı zamanda tarihin derinliklerinden gelen geleneksel bir inançla büyük ve kalabalık aile sahibi olma arzusu vardı. Türkiye'de nüfus sorununu ulusal bir politika olarak ele alan ve üzerinde duran Atatürk'tür. Atatürk, yılında yaptığı bir konuşmada, "Milletimizin sıhhatinin muhafaza ve takviyesi, ölümlerin azaltılması, nüfusun artırılması, bu suretle efradı milletin dinç, çalışkan ve kabiliyetli bir halde yetiştirilmesi lazımdır." demiştir. Şunu hemen belirtmek gerekir ki, her fikir ve söz bulunduğu koşullar içinde değerlendirilmelidir. Atatürk, nüfus arttırma politikasını desteklediği yıllarda Türkiye, Balkan Savaşı, Trablusgarp Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı gibi dört büyük savaştan çıkmış, geniş arazi ve nüfus kaybetmişti; tifüs ve sıtma gibi hastalıklar halkı kasıp kavurmaktaydı. Türkiye hızla kalkınmak zorundaydı. Bu da ancak tarımsal üretimi arttırmakla mümkündü. Tarım değil Türkiye'de, bütün dünyada bugünkü anlamda makineleşmemişti; Tarımsal kalkınma için insan gücüne gerek vardı. Bir diğer nokta da, Türkiye'nin kendisine dost olmayan memleketler karşısında bağımsızlığını koruması için kuvvetli bir orduya muhtaç olmasıydı. O yıllarda askeri güç, silah kuvveti kadar asker sayısına da dayanıyordu. Bu koşullarda, yüzölçümü kilometre kareyi aşan, tabii kaynakları zengin, milyon nüfuslu bir ülkede nüfusun hızla artmasını istemek ve bunu sağlayacak önlemlere başvurmak, kuşkusuz doğru bir politikaydı. Bu politika, sağlık hizmetlerini olabildiği kadar geliştirmekle beraber, düşük ve gebeliği önleyici ilaç ve araçların satılması, kullanılması ve bu konuda eğitim ve propaganda yapılmasının yasaklanması, altı çocuktan fazla çocuklu annelere ikramiye ve madalya verilmesi, çok çocuklu ailelerin yol vergisinden muaf olması gibi önlemlerin kanunlarda yer alması biçiminde yürütülmüştür.

      Bu politikanın sonucu ne olmuştur ? yılları arasında bütün çabalara rağmen nüfus artış hızı ortalama olarak ancak binde 18'e varmıştır. Bu hız gelişmiş ülkeler arasında rast gelinebilen en yüksek hızdır. Türkiye gibi ulusal kaynakları oldukça zengin olan bir ülke için de normal sayılabilir. Beş yılda bir yapılan nüfus sayımları, nüfus artışının anormal bir eğilim gösterdiği işaretini ilk defa de verdi; nüfus artış hızı binde 22'ye çıkmıştı. sayımı sonucu ise durumun tehlikeli bir hal aldığının kanıtını veriyordu. Üzülerek belirtmek gerekir ki, ülkemizi yönetmekten sorumlu olanlar, bu önemli gözlemi değerlendirememiş ve zamanında önleyici önlemleri almamışlardır.

      Ülkemizde nüfus sorunu, aşırı doğurganlığın, çocuk düşürmelerin artması ve ana ölümlerine neden olması biçiminde ortaya çıkmıştır. yılında Ankara Doğum Evi Baş Hekimi funduszeue.info Burak, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bu durumu bildirmiş ve ülkemizde gebeliği önleyici araç, gereç ve ilaçların satış ve kullanılmasının serbest bırakılmasını önermiştir. Bakanlık konuyu incelemek üzere bir bilim kurulu kurmuştur. Bu kurul da Dr. Burak'ın önerilerini desteklemiştir. Ancak, bu önemli adım bürokratik mekanizmanın çarkları arasında takılıp kalmıştır.

      yılında, 27 Mayıs devrimini kovalayan aylarda Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ana ve çocuk sağlığı bakımından büyük bir önemi olan doğum kontrolü sorununun çözümünü önemle ele almış ve nüfus politikasını değiştirme amacıyla Devlet Planlama Teşkilatıyla ilişki kurmuştur. Bakanlık ve Devlet Planlama Teşkilatı yöneticileri yılı kasım ayında yaptıkları bir toplantıda nüfus politikasının nüfus artış hızını azaltıcı yönde değiştirilmesi için birlikte çalışmaya karar vermişlerdir. Bu çalışmalar verimli sonuç vermiş ve yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, Birinci Beş Yıllık Sosyal ve Ekonomik Kalkınma Planında Hükümetlerin nüfus artışını azaltıcı önlemler almasını kabul etmiştir.

      Bu antinatalist Politika yılına kadar hiç bir hükümet tarafından değiştirilmemiş olmakla beraber ele alış biçiminde değişiklikler olmuştur. Birinci Beş Yıllık Sosyal ve Ekonomik Planda nüfus planlaması sorunu ekonomik bir sorun olarak ele alınmıştır. İkinci Planda nüfus planlaması terimi yerine Aile Planlaması terimi kullanılmış ve gerekçe olarak Aile Planlaması programıyla ana-çocuk sağlığı düzeyinin yükseltileceği ve ekonomik kalkınmanın kolaylaşacağı belirtilmiştir. Üçüncü ve Dördüncü Planlarda ise Aile Planlaması sadece sağlık için gerekli bir önlem olarak görülmüştür.

      yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde antinatalist politikanın kabulü büyük bir tepkiyle karşılanmış ve hükümet, görüşünü kabul ettirmekte zorluk çekmiştir. Bu politikanın uygulamaya geçmesi için gerekli kanunun kabulü de yılında mümkün olmuştur. Bu kanunda Nüfus Planlaması, bir kadının istediği zaman ve istediği sayıda çocuk sahibi olması olarak tanımlanmış, çocuk düşürme ve sterilizasyonun nüfus planlaması yöntemi olarak kullanılması yasaklanmış ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına, diğer kamu kuruluşlarıyla işbirliği yaparak, ailelere eğitim yapma ve hizmet sunma görevi verilmiştir. Bu kanunun eksik tarafı sterilizasyon ameliyatını ve sosyal nedenlerle kürtajı yasaklamış olmasıdır.

      Kabul edilmiş olan antinatalist politikanın uygulamasına gelince, gebeliği önleyici araç, ilaç ve gereçlerin yapımı, satışı ve kullanılması serbest bırakılmış, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Aile Planlaması uygulamaları için klinikler açmış ve eğitim konusunda da çalışmalar yapılmıştır. Ancak isteyerek çocuk düşürmenin yüksek bir düzeyde oluşu ve artmaya devam etmesi yapılan hizmetin ailelerin istemini karşılamaktan uzak olduğunu göstermektedir. SSYB Nüfus Planlaması Müdürlüğünün yılı raporu da bunu göstermektedir. Bu rapora göre yılında doğurganlık çağındaki evli kadından una uterus içi araç takılmış, ına bir yıllık hap ve bir yıllık kaput verilmiştir.

      8. Türkiye'de Ailelerin Aile Planlaması Konusunda Bilgi, Tutum ve Uygulamaları:

      Ülkemizde aile planlaması konusunda halkın bilgi, tutum ve uygulamasını araştırmak üzere ilk araştırma, Türkiye'yi temsil eden bir örnek üzerinde, yılında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından yaptırılmıştır. Bu araştırmadan sonra her beş yılda bir , , 'de- Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü, Aile Planlaması bilgi, tutum ve uygulama durumunu saptayacak araştırmalar yapmıştır.

      Bu araştırmaların sonuçlarına göre kadınlar için ideal çocuk sayısı 'den yılına kadar 15 yılda önemli ölçüde değişmemiştir. araştırması ortalama çocuk sayısının çocuk olduğunu göstermiştir. Bu ortalama, bir çocuğu olan kadınlarda , dokuz veya daha fazla çocuğu olanlarda tir. Bu araştırmalar da aile normunu saptamak için kadınlara kaç çocukları olduğu ve başka çocuk isteyip istemedikleri de sorulmuştur. Tablo:6'da görüldüğü üzere 3 çocuğu olan kadınların yüzde 'ü başka çocuk istememektedir. Bu oran kentler için yüzde , köyler için tir. Ülkemizde çeşitli tabakalar arasında batının kentleri ve doğunun köyleri, aile normu bakımından iki uçtur. Batı kentlerinde toplumsal normun 2 ve doğu köylerinde 4 olduğunu görüyoruz.

      Tablo Yaşayan Çocuklardan Başka Çocuk istemeyen Kadınların Yüzdeleri

 

 

      0

       1

       2

     3

     4

      5

     6

Türkiye

    

    

    

  

  

   

   

   

Kentsel

    

    

    

  

  

   

   

   

Kırsal

    

     

    

  

  

   

   

   

Batı Kentsel

Doğu Kırsal

    

    

   

     

    

    

  

  

  

  

   

   

 

   

   

   

      Ülkemizde kadınların gebeliği önleyici yöntemler konusunda bilgilerinin de oldukça fazla olduğu görülmektedir. yılında kadınların çeşitli yöntemler konusunda bilgi düzeyleri Tablo:7'de görülmektedir. Bilgi, en az bir yöntem bilen kadın olarak değerlendirilirse, kadınların yüzde 91'inin en az bir yöntem bildiği görülür.

      Tablo Kadınların Bildikleri Gebeliği Önleyici Yöntemler (yüzde)

Uterus içi araç

24

44

68

Hap

51

30

81

Kaput

12

40

52

Geri Çekme

20

45

65

Lavaj

  5

45

50

Nüfus polikaları, ülkelerin, nüfus artış hızını artırma veya azaltma, göçler ve nüfusunun özellikleriyle ilgili çıkardıkları yasalardan oluşturmaktadır.

  • Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri farklı olduğundan uyguladıkları nüfus politikaları da farklı olmaktadır.
  • Gelişmişlik düzeyinin yanı sıra ülkelerin nüfus miktarı da bu politikaları önemli ölçüde etkilemektedir.
  • Çünkü doğal kaynaklar ve üretimin sınırlı olması, çok nüfuslu ülkeler açısından bir tehlike oluşturmaktadır. Bu durum, belirli bir süreden sonra uluslararası bir sorun hâline gelmiş ve Birleşmiş Milletler, bu amaçla nüfus konferansları düzenlemiştir.
  • İlki ’te Romanya’nın başkenti Bükreş’te düzenlenen konferansta siyasi görüş farklılıklarından dolayı ortak bir görüş ortaya konulamamıştır.
  • Mexico City’de (Meksiko Siti) düzenlenen konferansta çok nüfuslu ve nüfus artış hızı tarafından benimsenmiştir.
  • Bu konuda gerçekleştirdiği örnek çalışmadan dolayı Çin, Birleşmiş Milletler tarafından madalya ile ödüllendirilmiştir.
  • Çünkü Çin’de ’te ve önceki dönemde üretim ve savunma için temel güç olarak nüfus kabul edilmiş, bu nedenle nüfus artışı teşvik edilmiştir.
  • Ancak nüfus artışı, ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilediği için Çin’de tek çocuk politikası benimsenmiştir.
  • Bu uygulamaya bağlı olarak Çin’de nüfus artış hızı önemli ölçüde düşmüştür.
  • Çin’in tek çocuk politikası, iş gücüne duyulan ihtiyaçtan dolayı kırsal kesimde tepkiyle karşılanmıştır. Bunun üzerine ilk çocuğun kız olması durumunda ikinci bir çocuğa izin verilmiştir.
  • Çin, tek çocuk nüfus politikasından ’te vazgeçmiştir. Bunun üzerine Çin’de nüfus artış hızında bir artış gözlenmiştir.

Nüfus politikaları genel olarak üçe ayrılarak incelenebilir:

1. Nüfusu Arttırıcı Politikalar:

Genel olarak sanayileşmiş toplumlar ve gelişmiş ülkelerdeki eğitimli nüfusa bağlı olarak uzun yıllar boyunca düşük doğum oranları yüzünden ülke nüfusu genç ve dinamik nüfus özelliklerini kaybeder. Bunu önlemek için devlet doğumları teşvik eden nüfusu arttırıcı politikalar uygular ve demografik giderleri arttırabilir. Örneğin; İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya, Rusya gibi ülkeler bu tür politikalar uygulamaktadır.

2. Nüfus Artış Hızını Azaltıcı Politikalar:

Yeterince gelişmemiş ve eğitim seviyesinin düşük olduğu toplumlarda doğum oranları çok yüksek olduğundan nüfus artış hızı da çok fazla olur. Bu tür ülkelerde ekonomik kalkınma düzeyinin düşük olması, nüfusun hızla artmasını bir sorun haline getirir. Örneğin; Afrika ülkeleri, Ortadoğu ülkeleri, Hindistan, Bangladeş, Endonezya gibi ülkelerde doğum oranlarını azaltmaya yönelik aile planlaması çalışmaları, evlilik yaşının yükseltilmesi veya ikinci çocukta para cezası gibi uygulamalar yapılmalıdır.

3. Dengeleyici (Niteliği İyileştirici) Nüfus Politikaları:

Genel olarak gelişmekte olan ülkelerde nüfusun nitelik ve yapısını iyileştirmeye yönelik demografik yatırımlar yapılır, eğitim ve sağlık sistemleri geliştirilir. Örneğin Türkiye, Meksika, Arjantin günümüzde bu tür politikaları uygulamaktadır.

Not: Nüfus politikaları sonucunda, nüfusun artış ve azalışı hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar ortaya çıkarabilir. Aşağıdaki kavram ağında bu durum özetlenmiştir:

Nüfus Piramitlerine Göre Ülkelerin Nüfus Politikaları

JAPONYA:

Japonya&#;da ’de aile planlaması programı başlatılmıştır. Bunun sonucunda ’te binde 14 civarında olan nüfus artış hızı, ’ta binde 9’a düşmüştür. Japonya’daki doğal nüfus artış hızı sonraki süreçte hızla düşmüş ve eksi değerlere inmiştir. Nüfus artış hızının bu şekilde devam etmesi durumunda ülke nüfusunun azalacağı ve yaşlı nüfus oranının artacağı belirlenmiştir. Bunun sonucunda ülkede ’den itibaren nüfus
artış hızının artırılmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır.

Japonya günümüzde de nüfus artış hızını artırmaya yönelik politikalar uygulamaktadır.

HİNDİSTAN:

Hindistan, dünyanın en çok nüfusa sahip ülkesi (yaklaşık bir milyar milyon) Çin’den sonra en fazla nüfusu olan ülkedir. Nüfus bilimciler,
Hindistan’ın önümüzdeki yirmi yıl içinde Çin’in nüfusunu geçeceğini
öngörmektedir
.

Hindistan, nüfus artış hızının düşürülmesine yönelik bir ulusal program oluşturulmuş, bütün eyaletlerin bu programa uyması için çalışmalar sürdürülmüştür. Bu çalışmalar sırasında bazı eyaletlerde üçten fazla çocuğu olan ailelere zorunlu kısırlaştırma uygulaması yapılmıştır. Bu uygulamalar, bazı eyaletlerde başarılı olmuşsa da ülke genelinde ortak bir nüfus politikası uygulanamadığı için, Hindistan’da bu konuda önemli bir gelişme sağlanamamıştır. Hindistan, hâlen nüfusu ve nüfus artış hızı fazla olan ülkelerdendir.

FacebookTwitterPinterestWhatsAppTelegramE-Posta ile paylaşYazdır

Bir ülkede gelir artışını fert Başına GSYH gösterir. Söz gelimi Türkiye de yılında GSYH da büyüme pozitif, yüzde oldu. yılı Nüfus artış hızı ise yüzde oldu. Bu şartlarda  Türkiye de yılında Fert başına GSYH büyüme oranı,   bir önceki yıla göre küçülerek, negatif, eksi 0,48 oldu.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, tasarruf yaratmak–yatırım yapmak,  dış borçları ödemek,  kalkınmada  sosyal gelişmeyi sağlamak, beşeri yatırımları artırmak için önce gelir artışı yaratmak gerekiyor. Ülkelere göre değişmekle beraber genel olarak Gelişmekte olan ülkelerde Fert Başına GSYH’ nın en az yüzde 5 oranında büyümesi gerekir.

Nüfus artışı, hem eğitim, sağlık gibi altyapı harcamalarını artmasını  gerektirir; Hem de aynı zamanda İşgücü arzını artırır.  Artan işgücü arzını istihdam edebilecek yeni iş imkânları yaratmak gerekir.

Gelişmekte olan ülkelerde nüfus artış hızı yüksektir; Gelişmiş ülkelerde ise göç sorunu vardır. Bu nedenle Gelişmekte olan ülkelerin nüfus politikası olmalıdır. Kalkınmak için “Optimum Nüfus” planlaması yapmalıdırlar.

Nüfus politikası, nüfusun büyüklüğünü, yerleşim alanlarını, çalışma alanlarını ve çalışma süresini, nüfus yapısını (kompozisyon) belirleyen politikadır.

Optimum nüfus gelişme seviyesine ve  ülkelere göre  farklılık arz eder. Ayrıca zaman içinde değişebilir. Jeopolitik sorunlara göre de değişebilir. Ekonomik bakış açısından optimum nüfus planlaması için;   “Ülke nüfusunun  nicelik ve nitelik olarak fert başına GSYH’ artışını ve ülke kalkınmasını  maksimum  kılacak şekilde planlanmasıdır. “diyebiliriz.

Nüfus yapısı ülke kalkınmasında bir fırsat penceresi de yaratabilir;

  • İşgücü açığı olan ülkelerde nüfus artışı bu açığı kapayacağı için GSYH&#;de nüfus artış hızından daha yüksek büyüme sağlanabilir.
  • Çalışma çağındaki nüfusun toplam nüfustaki payının, yani aktif nüfusun artması, potansiyel büyümeyi pozitif etkiler. Zira aktif nüfus üreten nüfustur. Ancak aynı zamanda istihdam edilmezse, gençler arasındaki işsizlik gibi, daha büyük sorun olabilir. İşsiz gençlerin, ideolojik guruplar ve terör tarafından istismar edilmeleri daha kolaydır.

Türkiye’nin genç ve dinamik bir nüfusa sahip olması, Avrupa Birliği için ve Türkiye için bir fırsat oluşturuyordu. Ne var ki; her iki tarafta da dar görüşlü ve ideolojik saplantılı politikacılar bu potansiyeli değerlendiremedi.

Halihazırda gelişmekte olan ülkelerde Nüfus artış hızı yüzde ile yüzde arasında değişiyor ve bu oranlar yüksek oranlardır. Gelişmekte olan ülkelerde ise ortalama  nüfus artışı yüzde birin altındadır. Birçok Gelişmekte olan ülke , nüfus artış hızı yüksek olduğu için ve hatta nüfus artış hızı GSYH’ da büyüme oranından daha yüksek olduğu için ,yoksulluk kısır döngüsünü kıramıyor.

Literatüre yerleşmiş iki yoksulluk tarifi vardır. Birisi mutlak yoksulluk; özetle Açlık sınırının altında yaşayanları ifade eder.  Uygulamada bir kişinin veya hane halkının yaşamını sürdürebilmesi için önce gerekli olan asgari temel ihtiyaçlarının tespit edilir. Ardından, bu temel ihtiyaçları karşılamak için gerekli gelir belirlenir. Bu gelirin altında geliri olanlar mutlak yoksuldur.

Göreli Yoksulluk;  aynı toplumda, beslenme, yaşam standartları, toplumda yaygın olan aktivitelere erişme durumuna göre belirlenir. Uygulamada Dünya bankası tarifine göre; “Yoksul hane halkı veya birey ile o toplumda yaşayan ve mevcut koşullara göre ortalama bir gelire sahip olan hane halkı veya birey arasındaki gelir kaynaklarına sahip olma kabiliyeti arasındaki fark ifade edilmektedir “

Yoksulluk kısır döngüsüne giren ülkeler , bu döngüden ancak sürüne sürüne çıkabilirler. Önce bir nüfus politikaları olmalıdır. Sonra mevcut kaynaklar etkin kullanılmalı ve dış kaynak ihtiyacını azaltarak kalıcı büyüme sağlamaları gerekir.

Bu sene Pandemi tüm Dünyada yoksullaşma oranını artıracaktır.  Dünya ekonomik konjonktüründe iyileşme, uygulanan politikalar, yeni bir adım (söz gelimi bilgi teknolojisinde uzmanlaşma) ve organik tarım gibi adımlar gelişmekte olan ülkelerin yoksulluktan   çıkış çabalarına destek olacaktır.

 

MAKALE ARTICLE

Nüfus Planlaması Düşüncesi Nasıl Doğdu Haziran ayında Standard Oil Petrol Şirketi'nin en büyük hissedarı John D. Rockefeller, ABD'nin önde gelen iktisatçı, biyolog, halk sağlığı ve demografya uzmanlarından oluşan 30 kişilik birgrubu, Williamsburg'daki malikanesine davet etti. Bu «heyet», üç gün süren toplantı boyunca yeryüzünde nüfus dağılımını ve artış eğilimini inceledi, bunun getireceği sonuçları tartıştı ve ileride dünya nüfusu konusunda yapılacak çalışmalarda eş güdüleyici bir rol oynamayı kararlaştırdı. Bu tarihsel kararı izleyen sonbaharda John D. Rockefeller başkanlığında Nüfus Konseyi kuruldu. Böylece, Nüfus sorunu, Rockefeller ailesinin öncülüğünde, emperyalizmin yeni ideolojik ve politik sömürü alanı haline dönüşüyordu. Ford Vakfı, Carnegie, Commonwealth ve Community Vakıfları, Mott ve Mellon aile tröstleri, Rockefeller ailesi, Amerikan Enerji Komisyonu başkanı ve Rockefeller'ların mali müşaviri Lewis Strauss, ilk üyeler olarak biraraya geldiler ve Nüfus Konseyine taze kan ve para pompalamaya başladılar. Zengin İngiliz ve İsveçliler, üçüncü dünya'daki dostlarıyla birlikte, Amerikalılara katılarak, Nüfus Konseyi'nin paralelinde Uluslararası Aile Planlaması Derneği'ni kurdular. İleride Nüfus Konseyi'nin başkanı olacak olan o zamanların Chase National Bankası müdürü Eugene Black başkanlığındaki Dünya Bankası, Princeton Üniversitesi tarafından Hindistan'da bir nüfus artışı ve ekonomik kalkınma araştırması yapılması için kesenin ağzını açtı. Elbette bu araştırma, eylem için bir ön-inceleme niteliğinde değerlendirilecekti. Araştırma, bilineni birkez daha kanıtladı; Hindistan'da aşırı doğurganlık, sefaletle elele gidiyordu. Diğer geri kalmış ülkelerde yapılan pilot çalışmalar da aynı duruma işaret ediyordu; açlığın, yoksulluğun, işsizliğin bulunduğu heryerde nüfus artmaktaydı (1). Bu bulgular, Nüfus Konseyi'nin ardına gizlenen çıkar çevrelerinin en büyük korkusunu doğrular nitelikteydi. Dünyada bunca işsiz, yoksul ve aç insanın sayısının artması giderek bu insanlarda kaybedecek birşeyleri olmadığı bilincini uyandırabilir ve bu insanları, kendi kaderlerine sahip çıkma doğrultusunda harekete geçirebilirdi. Nüfus Konseyi'nce yayınlanan bir kitapta, nüfus artışının dünya siyasi dengesini kesinlikle tehdit ettiği öne sürülüyordu (2). Yine, Rockefeller Vakfı tarafından yayınlanan diğer bir kitapta, « hızla çoğalan nüfuslarda gençliğin çoğunlukta oluşu nedeniyle toplumsal huzursuzluk vahim bir hal alır () gençlerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu toplumlarda geleceğe yönelik özlemlerin gerçekleşmesi için aşırı sabırsızlık gösterilir. Bunun sonucu olarak toplumda bağımsızlaşma istekleri artar» (3) deniliyordu. Emperyalizmin çıkarları salt siyasal alanda değil, ekonomik alanda da tehdit altında görülüyordu. Eisenhower döneminin Askeri Yardım Komisyonu başkanı General Draper'in sözleriyle, « eğer Dünya Bankası ve ABD hükümeti, geri kalmış ülkelere verdiği borçların ödenmesini istiyorsa nüfus sorunu çözümlenmelidir» deniliyordu (4). Dünya zenginlerinin, dünya yoksullarının üreme biçimiyle böylesine ilgilenmeye başlamasının altında yatan siyasal ve ekonomik korkuları dile getiren örnekler çoğaltılabilir. Şimdi bu korkuların kamuoyuna ne tarzda sunulduğunu görelim. Nüfus Planlaması Düşüncesi Nasıl Geliştirildi Emperyalist mihraklar, nufus planlaması düşüncesini geri kalmış ülkelere kabul edilebilir bir çerçeve içinde benimsetmek zorundaydılar (polisiye yöntemler daha sonra gelecekti). Bu çerçeve ise hazırdı. Birinci Sanayi Devrimi sırasında Avrupa'da artan sefalet ve toplumsal huzursuzluk karşısında burjuvazinin imdadına yetişen ve sefaletin sorumlusu olarak bizzat yoksulların kendisini gösteren Malthus, tarihin tozlu raflarından indirildi, temizlenip cilalandl ve birkez daha ortaya sürüldü. Malthus'un ne dediğini artık hemen hemen herkes biliyor: 1. Yeryüzü kaynakları aritmetik diziyle çoğalır; vb. 2. Nüfus geometrik diziyle çoğalır; vb. 3. Nüfus kontrol edilmezse, yeryüzü kaynakları dünyaya gelenleri doyurmaya yetmeyecektir. 4. Şu halde görülen bu sefaletin sorumlusu, sınırlı kaynaklar üzerinde sınırsız bir talep oluşturan insanların sayısal çokluğudur (yada, başka bir deyişle, sefaletin sorumlusu, kaynakların insanlar arasında eşit dağılımı engelleyen sömürü yöntemleri değildir). Yeni-malthuscu kuramlar bu çerçeve içinde çeşitlemeler tarzında geliştirildi. Halk Sağlığı, toplum kalkınması, iktisat alanlarında çalışan birçoklarımızın bildiği gibi bugün nüfus sorunu, şöyle bir mantıksal dizi içinde sunuluyor : 1. Yiyecekler dahil, dünya kaynakları sınırlıdır. 2. Dünyada insan sayısı çok fazladır. Sınırlı kaynakları insanlar tüketmektedir. 3. Bilindiği gibi insan fazlalığı gerikalmış ülkelere özgüdür ve artmaya devam etmektedir. 4. Dünya kaynakları geri kalmış ülkeler tarafından tüketilmektedir. Malthus kuramının ampirizmi ve sakatlığı daha yüzyılda, zamanın yetkin bilim adamları tarafından yeterince açıklanmıştı (5). Günümüzde de, tanık olduğumuz büyük bilimsel ve teknolojik ilerlemeler işiğında hergün yeniden yalanlanıyor. Malthus, kuramını öne sürdüğü sırada, geotmetrik diziyle çoğalan diğer bir olguyu hesaba katrnamıştı. Bu olgu, bir önceki kuşağın aktardığı bilgi kitlesine orantılı olarak, nüfusun geometrik dizisinden de hızlı bir tempoyla gelişen bilim ve teknolojiydi. En çarpıcı biçimiyle uzay araştırmaları ve silahlanma yarışında tanık olduğumuz bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin yiyecek üretimine yöneltilmesi, yeryüzü insan varlığını daha birkaç yüzyıl besleyecek kaynakların yaratılmasına yetecektir. Halen dünyada toprak varlığının sadece % 10'u üzerinde tarım yapılmaktadır. Tarıma elverişli olmayan % 70 oranındaki dağlık, kurak ve soğuk bölgeler çıkartıldığında, geriye yine de % 20 oranında işlenebilecek arazi kalır (6). Çağdaş üretim teknolojisi silahlanma ve tüketimi kamçılama yerine yiyecek üretimine yöneltilse, örneğin, deniz suyu arıtılıp Büyük Sahra sulanabilse, salt bu uygulama bile, Kuzey Amerika'dakine eşit bir tarım alanını insanlığın hizmetine sokabilir (7). Yapılan araştırmalara göre, daha önce gübrelenmemiş bir arazinin gübrelenmesiyle alınan ürün miktarı on kat fazla olmaktadır. Bir araştırıcıya göre yeryüzünde milyar insanı beslemeye yetecek bir potansiyel vardlır (8). Bir başka araştırıcı ise, halen yeryüzünde üretilen yiyeceklerin 8 milyarlık bir nüfusu beslerneye yeteceğini öne sürmektedir (9). Ama yeni-malthus'cu gözlüklerle açlık, kötü beslenme ve sefaletin yaygınlığına bakılırsa, kaynaklar yetersiz görünebilir. Yeni-malthuscu iktisatçılar şöyle diyorlar: Geri kalmış bir ülke GSMH'nı, örneğin % 5 oranında arttırırsa ve bu ülkede nüfus da % oranında artıyorsa, kalkınma gayretinin yarısı boşa gitmiş olamiş olacaktır (nüfus artışı GSMH'nın yarısını tüketecektir). Oysa nüfus-artışı % 'a indirilirse, kalkınma hızı % olarak ğerçekleştirilirdi vb. Bu gibi savlar, (geri kalmış kapitalist ülkelerin verili sosyo-ekonomik koşullarda kalkınmalarının mümkün olduğu yanlış görüşünü ima etmenin yanısıra), bu tür ülkelerde GSMH'daki artışa bakarak tüketim normlarına ilişkin bir yargıya varılamıyacağı gerçeğini de gözardı etmektedir. Varolan sosyo-ekonomik koşullarda nüfus artışı yavaşlasa ve yiyecek üretimi artsa bile, bunun nimetlerinden yoksullar değil, geri kalmış ülkelerde üretim ilişkilerini denetleye egemen sınıflar yararlanır. Artan yiyecek üretimi egemen sınıfların tüketimine girer, yada döviz karşılığında ihraç edilir; yada içte yiyecek fiyatlarının düşmesini engellemek için denize dökülür, toprağa gömülür, imha edilir Ve yoksulların ne yaşam, ne de beslenme koşulları değişmez. Dünya Yiyecek Kaynaklarını Kimler Tüketiyor Birleşmiş Milletler Verilerine göre son yıllarda dünya tahıl üretimi yıl milyon ton dolaylarında gerçekleşmiştir (10). Bunun yarısı, dünya nüfusunun yaklaşık olarak 1/4'ini oluşturan sanayileşmiş ülkelerin insan ve hayvanları tarafından tüketilmiştir. Sanayileşmiş ülkelerde tahılların önemli bir bölümü hayvan yemi olarak kullanılır. Tahıllar hayvanlara yedirildikten sonra ete dönüşmüş şekliyle insan tüketimine girer (1 kg. sığır eti elde etmek için 8 kg. tahıl tüketilmesi gerekmektedir). Bu, dünya yiyecek kaynaklarının çok cömert bir israfından başkaca birşey değildir. Bu yüzden, örneğin yılları arasında, geri kalmış ülkelerde kişi başına kg. dolaylarında tahıl düşerken, sanayileşmiş ülkelerde bu miktar kişi başına kg. dolaylarındaydı. Ama arada çok önemli bir fark vardı. Geri kalmış ülkelerde tahıl doğrudan insan tüketimine girerken, sanayileşmiş ülkelerde tahıl varlığının 9/10'u hayvan yemi olarak kullanılıyor ve insan tüketimine daha sonra, et olarak, dolaylı yoldan katılıyordu. Bu tür üretim tarzı üzerine bir batılının özeleştirisi şöyledir : «() Yoksul insanlara karşı gösterdiği hasislik ve aşırı et tüketmesiyle zengin beyaz adam, mundar bir yamyama benziyor - dolaylı olarak yamyamlık yapıyor. Geçen yıl, et şeklinde, onları kurtarabilecek tahılı tüketerek Büyük Sahra, Ethiopia ve Bangladeş'in çocuklarını yedik. Ve bu yıl da, hiç eksilmeyen bir iştahla yemeye devam ediyoruz.» (11) Bu özeleştirideki sözler, belirli bir gerçeği çarpıcı kılmak amacıyla kullanılmış olmakla birlikte, sorunu kişilerin bireysel davranışına yükleyerek, fazlasıyla soyutlamaktadır. «Zengin beyaz adam», «cömert» davranıp et yemekten vazgeçse hiçbirşey değişmez. Değişmesi gereken şey tüketimin değil, üretimin insan gereksinmelerine denk düşecek biçimde düzenlenmesini engelleyen kaynaklar üzerindeki mülkiyet tarzıdır. Dünya Kaynakları Kimin Elinde yılında FAO (Dünya Gıda ve Tarım Örgütü) tarafından yapılan dünya toprak dağılımı araştırma bulgularına göre, hektardan fazla toprağı olan çiftçilerin % 'u dünyadaki tarıma elverişli toprakların 3/4'üne sahiptir. Bunların % 'ü tüm toprakların yarısını elinde tutmaktadır. Ve bu en büyük topraklann ne üreteceği konusunda karar verme ayrıcalığı, merkezi ABD'de olan uluslararası tarım-sanayi tekellerinin elindedir. Bu şirketler ABD'deki tarım arazilerini aralarında paylaşmışlardır. Diğer ülkelerde ise, çok geniş tarım arazilerinin üretimini denetlemektedirler. Uluslararası dev bir tarım şirketi olan Cargill'in faaliyetleri, bu şirketlerin gücüne bir örnek oluşturabilir : «Cargill şirketi tahıl alımı, temizlenmesi, depolanması, yüklenmesi, işlenmesi ve tüketici fiyatlarının saptanmasıyla uğraşır. Soya fasulyesi, mısır, ayçiçeği, kenevir ve diğer tohumları alır ve hayvan yemi ve yağ üretiminde kullanır. Tuz madenieri işletir. Balıkunu üretmek için bir balıkçılık filosu vardır Şeker pancarı ve şeker kamışı ithal eder. Mal varlığı arasında okyanus gemileri, tahlisiye sandalları ve mavnalar, vagonluk bir demiryolu filosu ve dünyanın hemen hemen her yerindeki tüketicilere yılda 50 ton yiyecek, kimyasal gübre vb malları ulaştıracak bir depolama ve nakliye ağı vardır. Cargill şirketi ayrıca tarımsal araştırmalar yapmaktadır. Araştırma merkezleri vardır. Kuzey Amerika'da ve yurtdışında 60 merkezi birbirine bağlayan özel bir telgraf-teleks sistemi işletmektedir. Bilgi işlem merkezleri vardır. Dünya çapında buğday, mısır, çavdar, pirinç, alfa-alfa, soya fasulyesi, şeker pancarı, bitkisel ve sınai yağ, damızlık tavuk, hayvan yemi ve tuz pazarlamaktadır. Sermayesinin 1/4'den fazlası yabancı ülke yatırımlarında kullanılmıştır. Cargill halen 5 milyar dolarlık bir aile şirketidir.» (12) Yiyecek üretim ve dağıtım mekanizması, dünya çapında, yukarıda bir örneğini gördüğümüz dev tarım-sanayi kompleksierinin kararlarına tabidir. Böyle bir şirketler topluluğu herhangi bir geri kalmış ülkede tarımsal üretimin ve dolayısıyla insanların beslenme tarzının yönünü etkileyebilecek güçtedir. Geri kalmış ülkeler döviz sağlamak ve ithalatı karşılamak için döviz arayışı içinde tutulur. İhraç olanağı olan ürünlerin üretimine öncelik tanınır. Ve böylece, dev bir şirket bir ülkenin, örneğin pamuğuna talip olunca,o ülkede protein açığını kapamaya yarayacak baklagillerin üretilmesi yerine, pamuk üretimi özendirilir. Fasulye üreticilerine değil de, pamuk üreticilerine destekleme politikası uygulanır. Fasulye üreticisi pamuk üretimine geçiş yapar. İç piyasada fasulye üretimi geriler, fiyatlar yükselir. Yoksullar bundan da yoksun kalırlar. Bazı durumlarda, protein değeri yüksek yiyeceklerin de üretimi özendirilebilir elbette. Örneğin, yılları arasında, 3 orta Amerika ülkesinde (Costa Rica, Guatamala, Honduras) devlet desteğiyle et üretimi özendirilmiş ve % arasında üretim artışı olmuştur. Ama aynı dönem içinde halkın fiili et tüketimi % arasında azalmıştır. (13). İçte daha fazla et üretilmesine karşın tüketimin azalma nedeni bu ülkelerin gelişmiş kapitalist ülkelere et ihraç etmekte oluşudur. Görülüyor ki geri kalmış ülkelerde halkın beslenme biçimini etkileyen birincil unsur, nüfus artışı değil, bu halkların iradesi dışında alınan ticari kararlar olmaktadır. Metropollerde Alınan Kararlar Yoksulların Üreme Biçimini Nasıl Etkiliyor: Batıda «Agribusiness» deyimi ile tanımlanan tarım-sanayi ,komplekslerinin, karın azamileştirilmesine yönelik ticari kararları, geri kalmış ülke ekonomilerinde, yetiştirilecek ürünlerin seçimi ve üretim biçimi üzerinde köklü tercihler yaratır. Dışa bağımlı çarpık kapitalizm kırlarda toprağın daha az ellerde yoğunlaşıp geniş köylü kitlelerinin yoksullaşmasını getirir. Bunların bir bölümü mülksüzleşir. Bu köylülerin bir bölümü kentlere akar, ve istihdam alanının kısıtlı olması nedeniyle, kentsel işsizler ordusuna katılır. Bunların diğer bir bölümü kır proletaryası haline gelirken, toprağının tümünü henüz yitirmemiş kesimi de, bu varlığını korumak için, kurulu düzen ve doğa karşısında kıyasıya bir mücadele vermek zorunda kalır. Doğurganlık davranışının da bir sınıfsal özü vardır. Çocuk, her sınıf için, ayrı bir anlam taşır. Emekçi sınıfları niçinde yaşadığı koşullar ve geleceğe yönelik beklentilerinin düzeyi düştüğü oranda çocuk sahibi olma özlem ve isteği artar. Çocuk, emekçi sınıflar için, bugün bir yardımcı ve gelecekte bir güvencedir. Emekçi sınıflar için çocuk sahibi olmak, aileye geçici bir süre için marjinal bir külfet yükler. İlk yıl boyunca, emzirildiği için, beslenmesi (aile açısından) önemli bir sorun oluşturmaz. Anne genellikle çocuğuyla birlikte olabildiği için, daha üst sınıfların sorunu olan mama, bakıcı, kreş vb. masrafları yoktur. Anne sütü, dördüncü aydan sonra yetersiz de olsa, yine de bebeğin tek ve başlıca iyi nitelikli besin kaynağıdır. Daha sonra bebeğe özel yiyecekler hazırlanmaz (buna olanak yoktur). Çocuk, diğer aile bireyleriyle aynı koşulları paylaşmayı becerebilirse, yaşından itibaren aileye yardım etmeye başlar; üretime katılır. Aileye katılan her yeni çocukla maliyet daha da düşer; büyük çocukların giysileri küçüklere aktarılır. Büyük çocukların küçüklerin bakımını yüklenerek, anneyi belirli oranda özgürleştirirler Elbette, sağlık ve yaşam koşulları çok kötüdür. Bu koşullara uyamayan çocuklar ölür (ve ölenlerin yokluğunu kompanse etmek için analar doğurmayı sürdürür). Ama yaşaybilenler aile ekonomisine önemli kalkılarda bulunurlar. Sınıflı toplumlarda ve genel olarak geri kalmış ülkelerde kadın ve çocuk emeği oldukça kolay sömürülür. Bu grupların örgütlenmesi güçtür; düşük ücretle, hatta karın tokluğuna çalıştırılabilirler (yakın çevremizde bunun örneklerini görüyoruz). Kentlerde, gecekondu bölgelerinde yaşayan işsiz ailelerin çocuk ve kadınları, yetişkin erıkeklerin alınmadığı hizmet alanlarında kendilerine bir sürü iş bulabilirler. Kadınlar hizmetçilik yapar. Erkek çocuklar ayakkabı boyacılığı, marangozhane çıraklığı, gazete satıcılığı, araba yıkayıcılığı, bulaşıkçılık vb. yapabilir. Kız çocuklar varlıklı ailelerin yanına hizmetçi olarak verilir, bir kısmı dilencilik yapar. Belirli bir yaşa geldiklerinde, ailenin bir yaşam boyu biriktiremeyeceği miktarda topluca bir para karşılığında kocaya gider. Aileler, çöplükleri karıştırıp buldukları kağıt, şişe, hurda demir vb. şeyleri satarlar. Ailede bu tür işleri yapabilecek insan sayısı ne denli artarsa, gelir de o denli yükselir. Bu ailelerin çocuğa gereksinmesi vardır. Kırsal bölgelerde ise, toprak varlığı giderek azalan ailelerin yapabileceği tek şey, toprağını korumak için, toprakta istihdamı arttırmaktır. Toprağın birim verimini arttıracak modern girdileri alacak güçleri yoktur. Çocuk emeği, burada da ailenin imdadına yetişir. Dört-beş yaşına gelen çocuk, tarlada ve evde istihdam edilir. Tarlada kargaları kovalamak, otları temizlemek, parçalanmış tarlalar arasında yemek taşımak; evde, çeşmeden su getirmek, küçük kardeşlere bakmak vb. işler, yaşıyla birlikte çoğalır ve hayvan bakıcılığı, ürün devşirmek vb. sorumlulukları yüklenmeye doğru ilerler. Topraksız aileler de, belirli mevsimlerde, büyük çiftliklerde ailecek işçi olarak istihdam edilirler. Bu kesimde de çocuk, aile için, önemli bir kazanç kaynağıdır. Hindistanlı bir çiftçi, durumu şu sözlerle özetlemiştir: «Zengin adamın makinaları vardır. Benimse çocuklarım var. Bu iş bunca basit» (14). Yoksul sınıflar için çocuk, sadece bugünün değil, geleceğin de tek güvencesidir. Geri kalmış ülkelerde nüfusun % 'i sosyal güvenlik hizmetleri kapsamına girmez. Çalışamayacak duruma geldiklerinde bu insanlara yalnızca «hayırlı evlatları» sahip çıkabilecektir. Evlatların 'si «hayırlı» çıkmazsa, diğer 'sinin ana babasını sahiplenebilmesi için olabildiğince çok çocuklu olmak gerekir. Yine, bu noktayı sağlama bağlamak için, ataerkil aile yapısı içinde, çocuksuz yada erkek evlat doğuramayan kadınların horlanması, küçüklerin büyüklere kayıtsız şartsız itaati vb. görenekler titizlikle korunur. Görüldüğü gibi, toplumsal eşitsizliğin olduğu ülkelerde en yoksul sınıfların doğurgan olması, toplumsal bir zorunluk olarak ortaya çıkmaktadır. Buna karşılık geleceği güvenceye alınmış, belirli bir işi yada geliri olan sınıflar bu zorunluluğu duymamaktadır. Bu sınıflar için çocuk kazanç değil, ana babanm ölümünden sonra, «aileye», yani ailenin biriktirdiği servete sahip çıkacak bir yatırım nesnesidir. Bu haliyle de bu aileler için çocuk dünyaya getirmek, belirli bir maddi ve sosyal külfete katlanmak anlamına gelir. Çocuğun beslenmesi, giyimi, bakımı, yetiştirilmesi, eğitimi vb. için aile önemli fonlar ayırır. Bu fonlar, çocuğa ileride, aile servetini geliştirebilecek bilgi ve yetenekler kazandırabilmek amacıyla ayrılır ve dünyaya gelen her çocuğa aynı olanakları sağlayabilmek endişesi, çocuk sayısını sınırlama isteğini de beraberinde getirir. Böylesi önemli harcamalarla yıllık bir süre sonunda nihayet kendi işini tutabilecek duruma gelen bu değerli varlıklar, aile ocağından ayrıldıktan sonra, ana babalarına karşı herhangi bir maddi sorumluluk duymazlar, aile de onlardan böyle birşey beklemez. Sınıflı toplumlarda üst sınıfların doğurganlık davranışı bu açıdan, yoksul sınıflardan radikal bir şekilde farklıdır. Ve bu davranışların altında yatan ekonomik gerçekler eşitlenmedikçe, davranışlar da eşitlanemeyecektir. Bu savın doğruluğu, son yıllarda Çin Halk Cumhuriyeti'nde aile planlaması alanındaki başarılı uygulamalarla da kanıtlanmıştır (15). Geri Kalmış Ülkelerde Aile Planlaması Uygulaması Geri kalmış kapitalist ülkelerde aile planlaması çalışmaları, emperyalizmin nüfus politikasının bir uzantısı şeklinde yürütülmektedir. Aile planlaması hizmetlerine verilen ağırlık, diğer koruyucu sağlık hizmetlerine oranla çok daha belirgindir. Bu hizmetler özellikle yoksul sınıflara benimsetilmeye çalışılmaktadır. Bu sınıflara aile planlaması, yoksulluktan kurtulmalarının önşartı olarak takdim edilmektedir. Oysa, bu toplumlarda varolan sosyal eşitsizlik sürdükçe, bu sınıfların nüfusu artmayıp azalsa bile, yoksulluklarının sonu gelmeyecektir. Amaç, bu sınıfların refahını arttırmak değil, kapitalist sömürünün en rantabl düzeyde devam edebilmesi için gerekli işsizler ordusunun sayısını istenilen düzeyde tutabilmektedir. Ama nüfus artışı bambaşka bir çerçeve içinde; anne ve çocuk ölümlerinin, yetersiz ve dengesiz beslenme sorununun ve her türlü sefaletin başlıca sorumlusu olarak tanıtılmaktadır. Yapılan propaganda öylesine yoğundur ki, birçok iyi niyetli sağlık personeli sorunu bu açıdan değerlendirebilmekte, «ağaçlara bakmaktan ormanı gözden kaçırmakta»dır. Fazla nüfus kavramının açıklığa kavuşması gerekmektedir. Geri kalmış ülkelerdeki nüfus artışı üzerine büyük gürültülerin kopartıldığı başlarında bazı ülkelerde km2'ye düşen nüfus yoğunluğu şöyleydi: Türkiye, 35; Cezayir, 5; Arjantin, 7; Çin Halk Cumhuriyeti, 68; Hindistan, ; İngiltere, ; Hollanda, ; Danimarka, ; Belçika, Eğer bu örnekler içinde, birinci grupta bulunan açlık ve sefaletin nedeni nüfus fazlalığı olarak açıklanabilirse, ikinci grupta bulunan ülkelerde nüfus çokluğunun neden açlık ve sefalet yaratmadığı da açıklanmalıdır. Ayrıca, nüfus varlığının, geri kalmış ülkelerde dışa bağımlılığı azaltacak bir potansiyel olarak neden değerlendirilmediği sorusuna da yanıt verilmelidir. Günümüzde enerji bunalımı ve çevre kirlenmesi sorunları, batı öncülüğünde geliştirilen teknolojilerin toplumsal ve doğal dengeyi bozduğu gerçeğini gündeme getirmiştir. Batı'nın öncülüğünde geliştirilen ve geri kalmış ülkelere önerilen teknolojik formüller, dünya kaynaklarını yerine yenisi konulamayacak oranda tüketmekte, doğa dengesini bozan sanayi artıklarıyla çevreyi onarılamıyacak oranda kirletmekte, hızlı mekanizasyon içinde emekçileri üretime yabancılaştırmakta ve geniş yığınları işsizliğe ve atalete mahkum etmektedir. Bu teknoloji, «enerji-yoğun»dur. Bu modelde üretim birimi, kar'ı azamileştiren makinadır. İnsan, makinaya tabi kılınır. Geri kalmış ülkeler bu modele karşı, «emek-yoğun» teknoloji geliştirebilirler. Bu teknoloji modelinde, üretim birimi insandır; makina, insana tabi kılınır. Bu modelde, insan gücü, azami kullanım alanı bulur. İnsan emeğiyle yapılabilecek işler makinalara aktarılmaz. Örneğin, bir ülkede işsiz sayısı kabarıksa, bu sayıyı daha da arttıracak olan meknizasyon yöntemleri yerine, insanların istihdamını arttırıcı yöntemler araştırılır ve bunlar yeğlenir. Örnek: Yine, geri kalmış bir ülke olmasına karşın, dışa bağımlılık zincirini kırdığı için bugün tüm yurttaşlarını doyurabilen Çin Halk Cumhuriyeti'ne ilişkin bir örnek kullanalım. Bu ülkede tarımda traktör yerine, insanlar tarafından işletilen bisiklete benzer bir araç kullanılmaktadır. Bu araçlar, ülkenin ve halkın özgül koşulları gözönünde tutularak yerli teknisyenler tarafından geliştirilmiştir. Dolayısıyla yabancı ülkelere hiçbir royalty, know-how vb. hak ödenmemiştir. Her araç bir kişi tarafından kullanılmaktadır. Bu haliyle bu «mini-traktör»ler ne petrol tüketir, ne çevreyi kirletir, ne insanları üretime yabancılaştırır ve ne de tarımsal nüfusun bir bölümünü işsizliğe mahkum eder. Geri kalmış bir ülke olmasına karşın Çin'de «nüfus fazlalığından dolayı açlık» bugün yoktur. Emek-yoğun teknolojinin benimsenmesi, dünyanın en kalabalık bu ülkesinde, işsizlik belasının önunü almıştır. Teknoloji seçimi açısından yaklaşıldığında, daha birçok gerikalmış ülkede nüfus artışının kısılmak yerine, teşvik edilmesi gerektiği sonucuna varmak olasıdır. Ama kuşkusuz, teknoloji seçimi, toplumsal örgütlenme biçiminin değişmesi gereğini de beraberinde getirecektir. Tam istihdam hedefi, karın azamileştirilmesi ilkesiyle bağdaşmaz. Sonuç ve Öneriler Sağlık personeli olarak, nüfus sorununun, yeni-malthuscu kuramlar ışığınd çarpıtılarak sunulmasına karşı çıkmanın zamanı gelmiştir. Geri kalmış ülkelerde aile planlaması hizmetleri, emperyalizmin Nüfus Politikası'nın aracı ve uzantısı olmaktan çıkartılmalıdır. Aile planlaması hizmeti, her demokratik toplumda, isteyen herkese götürülmesi gereken bir koruyucu sağlık hizmeti olmanın ötesinde, bir kalkınma aracı, kalkınmanın bir ön-koşulu olarak görülemez ve gösterilemez. Dış kredi ve yardım kuruluşları tarafından geri kalmış ülkelere, nüfus politikası uygulamaları koşuluyla, yapılan ödemeler kabul edilmemelidir. Aile Planlaması hizmetlerine, AÇS hizmetlerinin bir parçası olmaktan öte bir ağırlık verilmemelidir. Dünyaya gelen hiçbir çocuk salt ailesinin sorumluluğuna bırakılamaz. Çocuklar, kollektif servetimizin en önemli bileşkeni ve toplumsal varlığımızın tek koşuludur. Bu çocukların sağlıklı ve esen yaşama hakkı kesin kamu güvencesine alınmalıdır Bu açıdan, doğum planlaması yapmak istemeyen çiftler bu seçimlerinde tümüyle özgür kılınmalıdır. Doğum planlaması yapmak istemeyen çiftleri bu kararlarından caydıracak tüm yasal ve ekonomik önlemler kaldırılmalıdır. Geleceğine güveni olmayan toplumlar, geleceği planlamaz. Çocuklarımız bizim geleceğimizdir. Geleceğimizin kontrol altına alınmasını değil, güvenlikli olmasını istiyoruz.

nest...

çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası