dr münir derman sözleri / Dr Münir Derman Sohbetleri – 75 | Bir İnsanı Kamil Münir Derman

Dr Münir Derman Sözleri

dr münir derman sözleri

Dünya Bizim Kültür Portalı

Anadolu'nun bağrından çıkmış büyük veliler vardır. Onlar bu mübarek beldenin insanlarına birer güneş olmuşlar, manevi feyiz ve ışıklarıyla Anadolu'nun varlığını koruyarak, ruhaniyetleriyle yıkamışlardır. Kültürümüz onların efsaneleri ve güzellikleriyle enginleşmiş ve bu yönleriyle insanlık tarihinde ölümsüzleşmişlerdir. Dr. Münir Derman, Anadolu'da bu gök kubbenin gizlediği manevi güneşlerden biridir.

Dost ikiye ayrılır

Kütüphanemde para vermeden mülkiyetime geçen kitaplar da var. Bunlardan biri de Allah Dostu Der Ki adını taşıyor. Kitap, okulumuzun kütüphanesinden bana “hediye”. Daha doğrusu meslek dersleri hocamız Ramazan Kısa, ’de Ankara İlahiyat’ın 2. sınıfında okurken almış, okul kütüphanesine bir no’lu demirbaş olarak hediye etmiş. Bu kitabı okumak için almış, sonra da üzerine yatmış olmalıyım. Kitabı kaç kez okuduğumu hatırlamıyorum. Sunuşa bakar mısınız: “Gece değmemiş sema, Dalga görmemiş deniz gibi, Gönlü olanlara selam olsun.”

Sohbetlerden derlenip kitap haline getirilen Allah Dostu Der Ki’deki “dost”, Allah dostu. Operatör Dr. Münir Derman (K.S) “dost”u ikiye ayırıyor: Sadece Allah’ı dost edinenler; Allah’ın dost edindikleri. Kendini de birinci kısımda zikrediyor Üstad.

Kitap yazmamış ama sözlerini sadırlara, gönüllere yazmış Derman Efendi

Kitabın ana teması irfan, Allah dostlarının halleri, sözleri Ama bilgiler kitabî değil; irfanî veya ledünni. İfadeler açık ama gizemli. Dil, insanı gönülden yakalıyor. Kitabın bir makamı varsa Allah Dostu Der Ki’nin makamı “hayret”tir deriz. Kitabın son sayfasına yazarın yayımlanacak kitapları için bir liste eklenmiş. Birincisini okuduktan sonra diğerlerinin de peşine düştüm. Aradan üç, dört yıl geçti. Bir dostun evinde Sukitabını gördüm ve kitaptaki adresi kaydettim. Ankara merkezli adresi yıllarca sakladım. Galiba ’da idi, yolum Ankara’ya düştü. Önce kitaptaki adrese gittim, sonra Hacı Bayram’daki kitapçıya. Allah Dostu Der Ki, beş cilt olmuş. Su kitabı da iki cilt. Heyecanla aldım ve nasıl içerek okudum bu kitapları.

“Büyük insan demek; ademiyet hamûlesiyle görünmek sırrına ermiş insan demektir.” Derman, bu sözlerde isim vermeden kendini tarif ediyor. Hızır’la görüştüğünü, Üç’leri, Yedi’leri, Kırklar’ı tanıdığını söyleyen bir Allah dostu ile karşılaşıyoruz. Kitap yazmamış ama sözlerini sadırlara, gönüllere yazmış Derman Efendi.

Dostları onu, “Yanaşılması güç, kendisini ele vermeyen, içini göstermekten uzak duran celalli bir yapısı vardı.” diye tanıtıyor. Çok celalli bir adam. Bu celalin sebebi -bize düşmez ama- Allah’ın onda Celal ismi ile tecelli etmesidir, bu aşikâr. Gürleyerek konuşuyor fakat gözlerinden yaşlar eksik olmuyor. Resme bakıp kalbinizi bozmayınız, sakal bırakmamışlardır. Sakal bazı kişiler için “örtü”dür; bazıları da için sakalsızlık örtüdür. Kendini gizlemeye yarar. Fakat başka bir sünnet öne çıkar Münir Derman Efendi’de. Saçları.  Omuzlarına kadar sarkar beyaz saçları.

Bir dostu anlatıyor:

“Notlarını yazmak üzere yanına gidiyordum. Yolda rastladım, karşı kaldırıma doğru yürüyordu. Hocam, demir parmaklı tercihli yolu geçit olmadığı halde yürüyerek karşıya geçmişti. Çok ani oldu, nasıl oldu bilmiyorum, hayret içinde kaldım. Yakında bulunan trafik polisi de koşarak yanına gitti. Elini öptü, kucakladı. ‘Amca bize de dua et. Buradan nasıl geçtiniz!’ İlerden geçip yanına gittim. Bana dönerek, gülümsedi. "Ne oldu ben de anlamadım. Birden demirler ortadan kalktı, yol açıldı, ben de geçtim" dedi. O âyet geldi aklıma, "Biz her şeyi âdemin emrine verdik"

Bir diğeri şöyle anlatıyor:

“Gülhane hastanesinin komutanlık katından çıkış kapısına doğru yürüyorduk. Elimden tutuyordu. Birden kendimde bir başkalık sezdim. Bütün vücudum hücrelerime kadar titremeye başladı. Özenle parlatılmış yerdeki mermer taşlardan, duvarlardan Allah, Hû sesleri geliyor, inilti, haykırış halinde zikrediyorlardı. Dayanılması güç bu hal ile ben de haykıracaktım ki kendimi tutmak için çaba sarf ederken hocam elimi sıktı, "Sakin ol yavrum"

Hemen toparlandım. Anladım ki hocam bu zikri içine almış, Hak ile Hak olmuştu.

Aynı dost devam ediyor:

“Elini dizime koymuştu. Belki tonlarca ağırlık dizimi ezmeye başladı. Bacağım ağrıyordu. Sonra elini çektiler. Ayağa kalktık, biraz yürümekte zorlandım. Bu hali çok sonra bir gün kendilerine anlattım. Gülümsedi, fısıltı halinde kulağıma söyledi, "Demek ki kendimle birlikte seyahatte idim"

Dostlarıyla birlikte bir yerde oturuyorduk, içeri yabancı bir adam girdi. Hocamı görünce, ‘hoş geldiniz efendim. Her halde siz benden evvel gelmişsiniz. Ben de Almanya'dan iki gün önce döndüm. Geçen hafta Münih camiinde Cuma vaazınızı dinlemiştim. Ne kadar kalabalıktı değil mi’ Hocam kısa bir sükûttan sonra hemen sözü değiştirdi. Hayret ettim. Halbuki hocamla her gün, aylarca birlikte idim. Almanya'ya gitmemişti.

*

Huzurlarında oturuyorduk. Eli anlatıyorlardı. Fırsat bilerek sordum; “Efendim siz yürürken elinizi yan tarafınızdan biraz öne tutarak parmaklarınızı aralayıp etrafı tararcasına yürüyorsunuz,   el ile ilgisi var mı?”

Bununla ilgili hatırasını anlattılar: "Gençtim. Köyde sabah namazına kalktım. Köydeki helalar başkadır bilirsiniz, dedi. Aşağıda pislik yığın halinde görünür. Pisliğe düşmüş bir örümcek çırpınıyordu, fakat kurtulamıyordu. Hemen gittim, uzandım, elimi pisliğe daldırıp hayvanı temiz bir yere bıraktım, kurtulmuştu Sonra ellerimi sabunladım, yıkadım ve abdest alıp sabah namazını kıldım. Biraz uzanmıştım ki uyumuşum. Rüyamda bu sağ elime ışık verdiler. Sağ elim projektördür, ışık saçar. Görmekte güçlük çektiğimde yolda giderken ondan böyle yapıyorum" demişlerdi.

***

Tadımlık olarak anlattığımız bu olaylardan gerçek hayatına dair bazı notlar yazsak iyi olacak.

Dr. Münir Derman Trabzon doğumlu. Baba tarafından büyük dedesi Kafkasya’dan Şeyh Şamil, ana tarafından büyük dedesi Ahmet ZiyaeddinGümüşhanevi’ye (Uçan Şeyh)’e dayanıyor. Büyük nenesi meşhur evliya kadın Gül Hatun Annesi Şehvar Hatun,  babası Ahmet Rasim Efendi Trabzon’da 4 yaşından itibaren Buharalı Hocası Ömer İnan Efendi'nin manevi eğitiminde ilerlemiş, ondan feyiz almışlar, 9 yaşında hafız olmuşlardır. İlkokulu özel Fransız okulunda bitirip liseden sonra üniversite tahsili için devlet tarafından Fransa'ya gönderilmiş, burada felsefe ve psikoloji okumuş. Üstün başarıları sayesinde sınıf atlamış ve tıp fakültesini de bitirerek doktor olmuş. Öğrenim yıllarında Mısır'da El Ezher Üniversitesi’ne kaydolmuş ve ilahiyat tahsilini tamamlamış.

Askerlik yılları gençliğinin zor dönemleridir. Kore ve Ekinava harplerinde bulunmuş, burada doktor olarak hizmet vermişler. Yurda dönünce Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak felsefe doktorluğu yapmış, kısa süre sonra da bu görevinden ayrılarak tıp doktorluğu hizmeti için Doğu bölgemizde göreve başlamış.

Derman hazretleri hiç bir maddi servete sahip değildi

Uzun yalnız yıllar, çileler onu Bozüyük'e sürüklemiş. Hükümet tabibi iken evlenmiş ve bir kız evlâdı olmuş. Eskişehir'de genel cerrahi dalında doktorluğu devam eder ve buradan emekli olur.

Münir Derman Efendi, Japonya'da bulunduğu sıralarda judo üzerinde çalışmış, tekvando ve aikido sporlarını Eskişehir’de tatbik eden ilk kurucu sporcu olmuştur. Türk tıbbında ilk defa kopan bir ayağı ameliyatla takarak uluslar arası tıp dünyasında ilgi çekmiş, ilk tebrik telgrafı Sovyetler Birliği'nden gelmiştir. Sonra Amerika'dan, Almanya'dan ve başka   ülkelerden Davet üzerine Almanya'ya gider.

15 yıl Almanya'da anatomi profesörlüğü yapmış, sonra da yurda dönmüştür. Burada da camilerde vaazlar vermiş, çok sevilmişlerdir. Fransızca, Almanca, Rusça, Arapçayı mükemmel bilir ve konuşurlardı. Bu dillerin kültür ve edebiyatları hakkında derin bilgi sahibi idiler. Yabancı dillerin yanı sıra bilhassa fizik, kimya, matematik gibi fen bilimlerinde, astronomide şaşılacak derecede bilgiliydiler. Eskişehir'de akademide öğretim üyesi olarak ders vermişlerdir.

Derman hazretleri hiç bir maddi servete sahip değildi. Almanya’dan döndükten sonra Ankara'da bir otel odasının mütevazı şartlarında yaşadı son demlerini Evi yoktu. Eşi ile birlikte yalnız başına, eski tanıdığı dostlarıyla yetindi. Ömürlerini ağır riyazat ve çilelerle, büyük sıkıntılar ve dertler içinde, insanlardan uzak, namsız nişansız bir kul olarak geçirdiler. Çok az yer, pek az uyur, suyu çok az içerdi. Günde bir iki lokma veya bir zeytinle yıllarca oruç tuttular.

Tarikat kurmamışlardır. Tavır ve anlayış olarak günümüz dergâh ve tekkesine rağbet etmemişler, talebe, mürit, şeyh namları altında etrafına kalabalık insan yığınları toplamamışlardır. Ancak vaazlarından ve doktorluğundan kendisini tanıyan ve hakiki seven sayılı kimseler ona yanaşmışlar, ilminden istifade etmeye çalışmışlardır.

Bir talebesi anlatıyor:

“Hocam, sağ elini açar avucunun içinden kâinatı seyrederdi.”

Son zamanlarını iki buçuk sene hastanede geçirdi. Vasiyetlerinde "Dünyaya garip geldim, garip gitmem lâzım. Garibin yeri tenhadadır" ifadesiyle sessiz bir köy kabristanına gömülmek istediler. 2 Aralık Cumartesi günü Hakk’a yürüdüler. O'nu kar yağarken sevdiği iri kar taneleri ile köyde toprağa verdiler. Mezarı Ankara’da, Karşıyaka Mezarlığı üzerinde, Memluk Köyündedir.

Ankara’ya gelenler öncelikle Hacı Bayram’a giderler. Doğrudur. Ankara, Hacı Bayram ziyareti ile başlamalı ve bitmelidir. Ama Ulucanlar’daki Tiritzade Türbesi, Taceddin Sultan, Bağlum’daki Abdülhakim Arvasi monash.pw ve Asım Köksal Hoca ziyaretine Memluk Köyü’ndeki Münir Derman Hoca da eklenmelidir. Bu isimleri saymakla “Ankara aynı zamanda ermişler şehri mi demek istiyorsunuz?” diyenlere cevabımız şudur: Ankara bilinmez meşhurların şehridir. Biz Ankara’yı bunun için severiz.

Münir Derman Efendi’nin mezar taşından:

Bir gövde borcum var toprağa

Verdim borcumu.

Ruhumun toprağa borcu yok benim.

Arama toprakda beni ben başka yerdeyim.

..

Azapda değil,  narda değilim.

Şikâyet etmedim. Rabbımdan bu nedir diye

Kırklar,   yediler, dörtler,   üçlerle arkadaş idim.

Hızır’la buluştum, konuştum, dertleştim, dünya yüzünde

Şikâyet etmedim kendi hâlimden.

Üzme kendini ben de senin gibiyim.

Rabbimin yanında uçar gibiyim.

Son olarak Münir Derman Efendi’ye bir Fatiha, üç İhlas hediye ediniz, derim. Okuduğunuz surelerin feyzi belki size de döner, belki üstad bize de şefaat eder.

Kâmil Yeşil yazdı

Yorumunuz Onaylanmak Üzere Gönderildi

Bir İnsanı Kamil Münir Derman

Buluttan istenilen yağmur değildir.  Asıl istenilen yağmur değildir.  Asıl istenilen meyvelerin yetişip oluşlarıdır. Anladın mı? Biz buluttan yağmur istemeyiz.  Yağacak ne olacak?  Yağsın da meyvaları yetiştirsin.  Rahmet-i İlâhiyedir o.  Merhametle temiz meyva, temiz gıda alalım diye.  Zira amelin kabulu Hakk Teâlâ’ya aittir. 

Allah’ı bilen kimsenin asla gam ve kederi olmaz ve olamaz da.  Ama Allah’ı bilebilmek için de mideye haram sokmayacağız.  Nasıl sokmayacağız?  Bilsem kitap hâlinde yazardım.  Herkes kendi aklınlan bulacak onu.  Riyâyı kaldıracaksın, yalanı kaldıracaksın.  Mümkün olduğu kadar temiz almaya başlayacaksın.  Allah yardım ederse midene helâl girecektir.

Onun için insanlar yalınız ekmekle değil, iyi söz ve nasihatlarla da beslenirler. Sözü, haram midene girecekse hiç olmazsa güzel sözlerle kendini besle!

Bir insan bir insana üç türlü yardım eder.  Ya maddî yardım eder.  Yaralı kaldırır. Yarasını sarar.  Veyahut: “Yav benim elimde bir şey yok İnşallah iyi olursun. Hadi aslanım!” der.  Yahutta başka birine haber verir: “Ulan şurda birisi var!”  Bu üç türlüdür.

Lakırdıyla, elle, bir de başkasına haber vermeyle.  İnsan birbirine yardım eder.

Düşmüş bir adam: “Kardeşim ben yaşlıyım kaldıramayacağım seni. Ama hadi aslanım biraz dişine tak. Allah büyüktür. Allah de! Ben şimdi sana!”  İşte okşadım bunu.  Güzel lakırdı verdin ona.

Gidip başkasına da: “Yav şurada birisi düştü şuna haber verelim de gelsin!”  İşte başkasına söylemekle üç şeyle birbirine yardım eder insan.  Onun için kendi kendinize yardım edin efendim.

Evinize haram lokma sokmayım.  Sokacağına aç dur, aç dur, aç dur daha hayırlıdır!.

Ama bu günün insanına bunu anlatmak, deveye değil file hendek atlatmaktan daha güçtür.

Hepimiz aynı yaştayız, eskiden bilirsiniz.  Bilmem benim memleketimde öyleydi.  İnsanlar dikeni olmayan güller gibiydi.  Birine bir çarpsan geçerken: “Zararı yok oğlum hadi git evladım!” derdi.

Birine çarpsan, yaşlıya çarptın.  Yaşlı döner: “Ulan kör müydün?” der.  Ötekisi de o genç yaşlıya: “Vay öküz vay sen mi körüdün?”  Haydi kavga.

Onun için eskiden insanlar dikeni olmayan güller gibiydiler.  Şimdi gülü olmayan diken hâline geldiler.  Birbirine afkırıyorlar: “Hav! Hov! Hav!” birbirini yiyecekler, yediler zâten. Yiyorlar.

Bilirsiniz karanlık vardır karanlık.  Karanlıklar nurların zıttıdır.  Her nurun karşısında da küçücük bir karaltı vardır.  Her karaltı insandaki nurun miktarıncadır.  Bak şuradan güneş vuruyor oraya.  Burası parlak biraz sonra ara sıra buluta çıkıyor, birden inip çıkıyor.  Hemen bakıyorsunuz ki bir karanlık oluvermiş.  İnsanlar da böyledir.  Harama gittiği zaman içi böyle kararır.  Temize gittiği zaman nurlaşır.  Daha temize gittiği zaman daha nurlaşır.  Ondan sonra, ulan uçar ondan sonra insan be.  Nasıl uçar?  Buz gibi uçar!  Şey gibi değil başka türlü uçar. Aklınnan uçar.  Cenâb-ı Allah’nan sohbet eder.  Onun için dedim ki şeytan uzak kalmışların sırrıdır.  Kimden?  Allah’tan uzak!.  Allah’nan bir olana şeytan yanaşabilir mi?  Yanaşamaz.

İnsan bu edebin içinde kaldı mı, riyâ yalan yoktur onda midesine de haram giremez oğlum!  Soksan bile kusar herif haramı.

Bunların habercisi kimdir?.  Hani geçende sivil savunma tatbikatı oldu.  Düdükler çaldı. Tayyare geldiği zaman şöyle olacak.  Evvelden radyo haber veriyor.  “Şöyle bir filo geliyor!” bilmem ne ediyor.  “Haber vereceğiz herkes sığınağa girsin!”    Şöyle olsun böyle olsun diye haber verdiği gibi insanlarda da böyle edebe girdiği, Allah’ın rızasına kavuştuğunu belli eden bir şey vardır İslâmda;  Ona göz yaşı derler göz yaşı.  Şimdi göz yaşını herkes bilirsiniz; şöyle buradan damlar, bazısı elinnen siler, bazısı mendille siler, siler oğlu siler!.  Ama neyi siler, farkında değil.  Ben size şimdi göz yaşını bir anlatayım da bakın neleri siliyorsun.  Akıl ve fennin inanma vasıtası, Laboratuar vardır.  Fenni bir adama, profesöre yahut üniversiteye bir şey var mıdır?  Evet efendim.  “Laboratuar da ispat edin bunu bana!” der.  Sanki laboratuarında iki tane şişe, üç tane cam, dört tane mi’yar vardır.  Sanki dünya otuz sahife fiziknen, kırk sayfa kimya kitabının içindedir.  Ama bunlar fen.  Gayet tabi bunlar Allah’ın şeyleri.  Akıl ve fennin inanma vasıtası olan laboratuar muayenesinde, göz yaşında su vardır içinde. Tuz vardır. Üre vardır. Şeker vardır.  Dört tane madde vardır bunun içinde.  Laboratuarda tahlil edersen göz yaşını&#;  İçinde üre denilen idrarda çıkan hani çoğalırsa kanda üremi yapar.  Üre vardır, tuz vardır, şeker vardır, su vardır.  Bu gözyaşında.  Bu kimya laboratuarının cevabı.

Bir de maneviyat laboratuarının cevabı raporunda:  İnsanda Hayy Esması var biliyorsunuz.  Canlılık demek hayy. Allah’ın Hayyı.  Hayyın devamına yani insandaki canlılığın hayatın devamına kaderle bahşedilen El Rezzâk Esması ile.

El Rezzâk Esması ne?  Yiyoruz yemek değil mi, El Rezzâk Esmasıyla yıkanan, içinde aklın alamadığı değişmeyen madde ve cevherler bulunan kandan süzülen bir nesnedir göz yaşı.  İnsanın kanından süzülür.  O halde Hayy Esmasının Rahmân Çeşmesinden gelen İnci Dânelerine şey derler göz yaşı.

Gözyaşı bir de atta ve köpekte vardır, onlar da ağlarlar.  Atla köpek ağlar efendim.

Onun için Kur’ân-ı Kerimde attan da bahseder, köpekten de bahseder.  İnsan Allah ile en samimi irtibat zamanı, gözünden yaş geldiği zamandır.  Ağlayan insan güzelleşir efendim!  Çirkin bile ağlarken muhakkak güzeldir.  Çünkü Allah’nan irtibatını temin etmiştir.  Çirkin bir insan bile ağlarken güzelleşir.  İnsan ağlarken muhakkak güzelleşir.

Çok gülme esnasında gözden gelen yaş, insandaki yaradılış edebinin kendi kendine utanarak nefsinin: “Bu ne yaptığını bilmiyor Yâ Rabbi affet!” demesidir.  İnsan gülerken göz yaşı gelir ya, o insanı: “Yâ Rabbi affet bunu!” demektir onun için gelir göz yaşı gözden.

Allah’nan irtibatı olan şey.  Çok ince bir nokta burası. Onun için: “El Kahkahatül mine’ş- şeytan, el tebessüme min Allah!” Hadisi Şerif&#;  “Kahkaha Şeytandandır, tebüssüm Allah’tandır!” buyrulur.  Onun için Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vessellem Efendimiz kahkahayla gülmezmiş, tebessüm edermiş.  Kahkahayla güldüğünüz zaman gözünüzden yaş gelir.  Yaşa hürmetsizliktir o.  Yaş deyip de geçmeyin.

Göz yaşında aziz cemaat riyâ yoktur.  Göz yaşında yalan yoktur.  Göz yaşında bir şey daha vardır.  Söyleyemem onu kafamı vursanız bile.  Onu da siz arayın bulun.  Ben otuz senede buldum.

Arapçada: “Ed demmatü’l- ayni lâ yağrifu ilel arif. Vel hübbü ya’telezül lezzâti bi’l- elemi.” derler.  “Ed demmatü’l- ayni”, göz yaşını “lâ yağrifu” hiç kimse bilmez.  “İlel arif” ancak arif bilir.  “Vel hübbü ya’telezül lezzâti bi’l- elemi.”

Gözünüzden yaş düşüp de şöyle geldiği zaman kendinde değildir insan.  Diline vurduğu zaman tuzu duyar duymaz kendine gelir insan.  İşte onu duyup da kendine gelmezse derhal “Vel hübbü ya’telezül lezzâti bi’l- elemi.” o ızdıraptan büyük bir zevk vardır.  Allah’a vusul vardır. Onu bi hele bir bilse diyor!.

Bir hadis-i kudsî de Buyuruyor ki: “Bana duyulan sevgiden”  “Sevgi ne demek?”  Bir kişiye karşı duyulan sevgi, iltifat.  “Bana duyulan sevgiden, havf ve sevgiden dolayı gözden düşen yaşı yere bırakmam!” diyor Cenâb-ı Allah: “Yeri mahvederim!” diyor. Hadis-i Kudside.  O halde Allah ile ahbablığın devam ettiği zaman ulan O da sana şeyinden yakın be şah damarından yakın.  Ağlayan da O, hepisi de O, Kendi yaşını yere düşürür mü? O demek.

Bir gün Hz. Musa’ya ümmeti demiş ki: “Yâ Musa! Yağmur yağmıyor hele bir dua et de yağsın!” demiş.  O da Peygamber değil mi : “Yâ İlahi! Ümmet bunaldı yağmur ver!”  Yağmur yok… Hele hele yok yağmur!. Hele hele yine yok!  Ümmeti başlamış gülmeye: “Ulan bu ne biçim Peygamberdir, daha yeni zâten peygamberliği!”  Hz. Musa telsizlerini şey ediyor, çeviriyor: “Yâ Rabbi ben senin peygamberinim. Şunlarda ümmetim ve Senin kulun. Bak beni fena vaziyete düşürdüler. Nasıl yağmur vermezsin Sen!” diyor.  Sırrına vahiy geliyor: “Yâ Musa karşı dağa git demiş. Orda Benim bir kulum var ona söyle o dua etsin vereceğim!” demiş. “Peki!” diyor.  “Siz burda durun ben karşı dağa gideceğim!.”  Ve gidiyor bakıyor ki küçücük bir kovuğun içinde zayıf bir adam oturuyor orada.  Ağustos ayı. Zâten oralar sıcak memleketler, Ağustosu mağustosu yok.  Havada bulut yok. Ağaç mağaç&#;  “Selâmün aleyküm!” diyor.  Hemen adam ayağa kalkıyor: “Aleykümeselâm Yâ Rasulallah Yâ Musa buyurun!”  “Sen bırak hele işi bırak!” diyor.  “Selâmı melâmı otur aşağıya!” diyor.

Hz. Musa çok asabî bir Peygamberdi. Allah şefaatine nâil eyleye.  Uzun boylu öyle şakası makası olan bir adam değil.  “Şurada bir dua et de demiş, ümmet bekliyor bennen alay ediyorlar.  Vahiy aldım sen dua edersen Cenâb-ı Allah yağmur verecekmiş!.”

“Emredersiniz Yâ Rasûlallah!” diyor.  Orada küçücük şöyle bir fincan gibi topraktan yapılmış bir fincan var.  Almış onu eline. O şey, Zayıf adam.  Bakmış göğe doğru.  Allah gökte mi?  Hayır gökte değil Allah.  En münasip yeri orayı görürüz temiz olduğu için kafamızı yukarı kaldırırız. Ondan dolayı.  “Yâ İlahi demiş yağmuru yağdır yoksa deviriyorum bunu!” demiş.

Daha bu lakırdıyı söyler söylemez birden ortalık kararı vermiş min tarafillah, şakır şakır yağmurlar yağmaya başlamış.  “Onun içinde ne var?”  Onun içinde ibadet ederken Allah’ın sevgisinden gelen göz yaşlarını toplamış adam onun içine koymuş oraya.  Hadisi şerifte diyor ki: “Benim sevgimden gelen göz yaşını yere düşürmem yeri mahvederim!” diyor.

Şimdi herif yere dökerse kıyamet zamanı gelmedi Allah verdiği sözden dönmez mahvedecek dünyayı: “Aman dur!” demiş.  Yaaa bak ince noktalar var oğlum. Püf noktaları var.  Onun için gözyaşında bir şey var söyleyemem dedim kafamı vursanız.  Çok şeyler var İslamlarda, bizde ama biz farkında değiliz.

(Devamı bir sonraki kayıttadır…)

 

Bunu beğen:

BeğenYükleniyor

This entry was posted in Videolar and tagged Dr Münir Derman Sohbetleri – 75 by SufiCan. Bookmark the permalink.

nest...

oksabron ne için kullanılır patates yardımı başvurusu adana yüzme ihtisas spor kulübü izmit doğantepe satılık arsa bir örümceğin kaç bacağı vardır